

Selam! Bölümümüz ara sahne olduğu için ve sık sık bölüm atamadığım için telafi olarak erkenden paylaşıyorum bu bölümü 🤍💫
Gurur Aral ve Lila size nasıl hissettiriyor?
Hikaye hakkında düşündüklerinizi de çok merak ediyorum. Lila’nın babası, gidişi, tanıdığını sandığı tek kalan kişinin Tayfun abisi olduğunu sanması, Gurur Aral’ın Lila’ya hâlâ neden eskiden tanıştıklarını söylememesi… daha bir sürü merak, bunlar hakkında siz neler düşünüyorsunuz?
PİNHAN
ARA SAHNE: HOŞ LAHZA
===
İkinci Pazartesi
"Kısaca kağıt ve kalem gibi düşün. İşini kolaylaştırıyor sadece," Onu dinlerken tablet ekranını değil yan profilini inceliyordum. Sabahtan beri sınava hazırladığı yetmezmiş gibi tableti de araya sıkıştırarak anlatmıştı. Yorulmadan benimle oturup bunları yapması kesinlikle gözümde kusursuz kılıyordu onu. Tıpkı babam ve Tayfun abi gibi. Kusursuz anlatımıyla onlara benzettiğim için çok da mühim bir konu olmayınca onu incelemek istemiştim sanırım. "Anladın mı?"
Dün hafif hafif çıkan sakalları varken bu sabah onları görememiştim. Bir sanrı daha ekleyerek yeni tıraş olduğunu düşündüm. Çünkü babam ve Tayfun abi de sakallarını yeni kestiğinde böyle temiz bir koku yayılırdı. Saatlerdir acı kahve ve losyon kokusuyla savaşıyordum... yalandan, mış gibi, çünkü garip bir şekilde hoştu. Kahve kokusu göğsüme bir ağırlık çöktürürken losyon ferahlatarak dengemi bir öyle bir böyle ediyordu.
Bazen adem elması oynuyordu, yutkunduğunu anlıyordum. Şu anda da aynısı yaşanmıştı. Yüzünü çevirmeden önce yandan bakmıştı bana, "Kesinlikle anladın değil mi?"
Âna döndüğümde gözlerimi masa ve onun üzerinde gel git yaptırdım. "Evet, kesinlikle anladım."
"Tabii," diyerek ardına yaslanıp yüzünü bana çevirdi. "Anlamasan da sorun değil, çözersin karıştırırken."
"Kesinlikle katılıyorum." dediğimde kısaca gülmüştü. "Hukuk yerine öğretmenlik seçseydin ya, güzel anlatıcısın."
"Sana da psikoloji dayatalım, güzel dinleyicisin." Cümlesiyle istemsizce kolundan ittirdim, "Dalga geçme!" Gülüşümü gizlememiştim, dalga geçmekte haklıydı ve komikti. Gülümseyerek başını salladı, masadaki tablet ekranını kapatıp karşıdaki kitaplıklarda gezdirdi gözünü. Evlerindeki çalışma odası oldukça genişti. "Sakal sevmiyor musun?"
Etraftaki bakışları beni buldu. Akşam olacaktı ama odadaki beyaz ışık günün ilk aydınlığı gibi parlaktı. Siyah gözlerini koyu griye çalıyordu. Yeşili anlıyordum, sarıyı anlardım, kahverengi ve maviyi de anlardım ama siyahın tonlanması garipti. Bazen açık bazen koyu bir hal alıyordu.
"Fark etmiyor."
"Çıkmaya başlamıştı, kesmişsin. Yakışıyordu sana."
"Alışkanlık." Gülümsedim, büyükçe gülecektim ama üzerime düşen kırıklık engellemişti, "Babam da böyle der. Biraz bırak, oynaması hoşuma gidiyor desem de dinlemiyor. Yakışıyor sana demiştim. Onu da yemedi. Yakışmıyordu zaten sadece uğraşması hoş diye palavra yapıyordum."
İyi anlatıcı olduğu gibi iyi bir dinleyiciydi de. Tebessümle anlattıklarımı dinliyordu. "Demek palavra?" Gözlerini sinsice kısıp bakmıştı bana, gülmemeye çalışıyordu. "Hayır ya... sana değil, gerçekten yakışıyor. Tayfun abiye de öyle. Babama yapıyordum sadece. Zaten Tayfun abinin son yıllarda hiç kestiğini görmedim." Bundan sonra görebilecek miydim, meçhul. Dağkan Bey'in emri onun için beni terk edecek kadar önemli miydi? "Her konuda onlara bağlıyorum bir şeyleri, bunu durdurmam gerekiyor değil mi?"
"Daha yolun başındayken bu çok doğal. Yıllarca her adımın sadece iki kişiyleydi. Sana dayatılanlarla ilerledin. Her sonucu onları dahil ederek bulmanın nedeni doğrularının onlarla olması. Öncesinde söylediğim şeyi tekrar edeceğim ama, gereken tek şey sensin... Bak Lila," diyerek toparlandı oturduğu yerde, bedenini tamamen bana çevirmişti. "Tıpı dahi kendi rızanla seçmedin. Liman amca... emin ol duyduğum saygı öyle büyük ki ona karşı. Ama gerçek şu ki hata yaptı," kaşlarım ister istemez indi, ben bile suçlayacakken o en doğruyu bilir diyerek durduruyordum. "Kızman normal, söylediklerim hoşuna gitmiyor, kız da zaten. Belki beni baban ve Tayfun abine benzetmelerini bir kenara çekip benden uzaklaşacaksın da ama," Bakışlarım aniden yüzüne vurdu. Karşı tarafın anlayacağı kadar belli ettiğimi düşünmüyordum bunu. Onun açısından can sıkıcı olabilir miydi?
"Doğrular bu yolda ilerlerken sana yön gösterecek. Desteklenmemesi ve üzerine basa basa yanlış olduğunu söylenmesi gereken hataydı Liman amcanın yaptığı. Sen bir dünyadan habersiz sana sunulanlar çerçevesinde bir yerlere geldin. Şimdiyse çerçeve kırıldı buyur deniyor, ilerle... Her ne kadar güçlü durmaya çalışsan da ardındaki seni görebiliyorum, baban gibi dozunu ayarlayarak duygusal tarafını belli etmemeye çalışıyorsun. Çok doğal ama bunu hata yapmadan ilerletmeye çalışma. Kendine çok acımasız oluyorsun, bu bazen gerekli olsa da aşırıya kaçtığında tükenirsin. Hatalarını gördüğün sürece hata yapmaktan korkma. Her insanın bu lüksü varsa senin hakkın daha çok. Kimse çıkıp hesap da soramaz, elinden alınanlar bir anda önüne dökülünce verdiğin tepkilere. Konuşurken, adım atarken, düşünürken korkma."
Üzerine basa basa yanlış olduğunu söylenmesi gereken hata. Nedenleri açıklamasa da sorularımın tamamına bir cevaptı aslında, nedenler ise sadece babamda.
İkinci Salı
Herkes odasına çekildiğinde kimsenin mutfakta olmayacağını düşünerek inmiştim. Önü tezgaha dönük Aral düşüncemi boşa çıkarmıştı, "Bu saatte mutfakta olmak sakıncalı A Plus, göbeğin çıkabilir." diyerek ona doğru ilerlediğimde nefesini vererek güldüğünü duydum. Başını yan çevirdiğinde "N'apıyorsun?" derken yanına gitmiştim. Duyduğum yoğun koku kahve yaptığının göstergesiydi, tezgah üzerindeki Death Wish Coffee yazılı paket de aynı şekilde. Ölüm arzusu anlamına gelen kelime ile değişik bir simgesi vardı üzerinde. Acıydı kokusu, onun kokusuna çok benziyordu. Yerinde babam olsaydı mutfağa girmememi söylerdi, göğsümde biriken teklemeleri bildiği için. Ama sanırım alışıyordum, kokuya değil de göğsümdeki sıkışıklığa.
"Kahve," derken üst raftan bir kupaya daha uzanmıştı. "Ve sıcak çikolata."
Yüzüm istemsizce buruştu, "İkisini birlikte mi içiyorsun?" derken kahve paketine uzanmadan duraksadı, gülmüştü. "Hayır, biri sana." Buraya gelme amacımı anlamış gibiydi, "Ben de tam sıcak çikolata içmeye gelmiştim."
"Evet, biliyorum. Neden uyuyamadın?" derken kaynayan suyu kenara alıp buzdolabına yöneldi. Sütü çıkartarak cezveye döküp ocağa yerleştirdi, "Ben yapabilirim, zahmet etme..." Yalandı, onun çikolatası her ne katıyorsa daha lezzetli oluyordu.
"Bitti bile," dese de daha yeni başladığını görebiliyordum. Belimi tezgaha yaslayıp ellerimi de üzerine yerleştirdim, bir iç çekesim gelmişti. "Hem bugünün güzel geçmesinden hem de burukluk yaratmasından," diyerek bir önceki sorusunu yanıtlamıştım. "Serila'yı beklemiyordum, mutlu oldum. Teşekkür ederim. Hatta o da çok mutlu oldu. Bizim pek diyaloğumuz olmazdı, kısa kesilirdi. Teknolojiden haberdar olduğumu öğrenince çok sevindi, dili bir açıldı görmen lazım," Serila'yla konuşmalarım gözümün önünden geçince kıkırdadım, deli dolu bir kadın olduğunu tahmin edebiliyordum ama bana çok da açık olmuyordu. Bugün ise ben sordukça ve anlattıkça o da dökülüvermişti.
Bunlardan bahsederken Aral'ın eline aldığı kahve paketini işaret ettim, "O ne? Neden ölümü temsil eden bir sembol var üzerinde?"
Paketi bana çevirip üzerindeki yazıyı işaret etti. "Ölüm dileği kahvesi anlamına geliyor, bu yüzden."
"Neden böyle bir isim koymuşlar ki bir kahveye, ürkütücü değil mi?" dediğimde gülümsedi, "Sert bir kahve, bir kupası beş-altı kupaya denk geliyor diyebilirim." Demek bu yüzdendi acısı.
Dudaklarım büzülürken bayıkça yüzüne baktım, "Iyy... manyak mısın? Nasıl içiyorsun?" Tepkilerim komik geliyordu kendisine sanırım. "Alışkanlık."
"Çok zararlı değil mi ama? Fazla kafeinle çarpıntın tutabilir, dikkatli tüketilmesi gerekir o zaman." Ben kokusunu dahi duyduğumda o çarpıntı çokça uğruyordu. Tabii kokuyla oluşan çarpıntının tıp dünyasında yeri yoktu.
"Sayılır,"
"Bence sıcak çikolata iç benimle," derken elindeki pakete uzandım, içeriğine bakıyordum. "Çikolatayı tek içmek hoş olmuyor, hep yanıma eşlik edecek birini isterdim. Genelde de Tayfun abi olurdu." Dudaklarımı ıslattım, "Bugün Serila gelince Mizan Malikanesinde gibi hissettim kendimi, önceki günlerime döndüm. Bana eşlik etsene, hadi!"
Hayır demesi sorun olmazdı, bu kahveden içmek istediğine göre oldukça canı çekmiş olması gerekti. Tebessümü yarım kalırken başıyla onayladı. Paketi yerine koyarken ocaktaki cezveye bir kupa süt daha eklediğinde orta tezgaha doğru ilerleyip oturdum.
"Serila yine bir sürü bakım malzemesi getirmiş bana. Kremleri çok seviyor biliyor musun? Özellikle güneş kremi, bayılıyor. İçeriklerinden bahsediyor sonra da sen doktorsun bil bunları, alternatif tıp tedavilerinde de kullanırsın diyor. Telefonum olduğunu duyunca çok sevindi, numaramı aldı. Sonra bir sürü cihaz söyledi, hepsinden getirecekmiş bir dahaki gelişinde. Dışarıda da buluşabileceğimizi söylediğimde bana bir merkezinin olduğundan bahsetti, güzellik merkeziymiş. Oraya da gelebileceğimi söyledi." Ben bunları anlatırken o sıcak çikolataları hazırlayıp karşıma geçmişti. "Teşekkür ederim," dediğimde o cevaplamadan ekledim, "Sadece bunun için değil, Tayfun abinin de gelmesini istediğimde unutmayıp getirmiştin. Serila'yı da öyle."
"Sana iyi geliyor mu?" diye geri dönüş yaptığında elimdeki kupadan ona kaldırdım bakışlarımı. "Evet ama... Tayfun abi. O geldiğinde tahminimde onların olacağı yoktu. Bir yanım babanın ikazıyla susup gittiğini söylerken diğer yanım hâlâ suçluyor. En azından birkaç kelime edebilirdi diyorum. Bir yandan da kırıldığım gibi onu kırdığımı düşünüyorum, affetmeyeceğim dedim. Git dedim." Kaşıkla bir tur daha karıştırdım çikolatayı. "İlk defa öyle hissettim. Kanım ısınmıştı, tarif edemiyorum. Hüznü ve öfkeyi bir arada hissetmek gerçekten çok... kontrol edemedim."
"Duyguların rutinden oluşuyordu, hislerine dahi yabancıydın. Yavaş yavaş tanıyorsun."
"O böyle düşünüyor mudur? Git derken gitme dediğimi anlamış mıdır?"
"Kendisine sorarsın," cümlesini kestim omuz silkerek. "Dağkan Bey'in kabul edeceğini sanmıyorum." dediğimde anlamak için her defasında daha çok gayret gösterdiğim bakışları üzerimde kaldı. Yüzümde gezdirirken gözlerini, kupasını işaret ettim, "Çikolata içerken insanlar öyle incelenmez A Plus! Zor bir içecek, bıyık oluşabilir, panda burna da dönüşebilir. Hadi sen de iç, çirkinleşeceksek birlikte..."
İkinci Perşembe
"Öncelikle anlaşmaya varacağımız ilk konu yavaş ol, tamam mı?" Giydiği sıfır kol ve eşofman kendisini gözler önüne sererken spor dallarında oldukça aktif olduğunu gösteriyordu. Isınırken de bunu oldukça iyi anlamıştım. Gözlerimi üzerinde pek gezdirmemeye çalıştım, "Yeterince iyi olabilirim ama uzun bir aradan sonra takdir edersin ki zorlanabilirim de..."
"Tabii..." derken ellerime bandaj sarıyordu. Parmaklarımı oynatarak tepki verdim, "Dalga geçme," sırıttı, "Geçmiyorum."
"Seni bir direktle başlangıçta yıkasım geliyor bazen..." Bir nefes işittim, histerik bir gülüşle. "Dünya barışı isteyen bir Pollyanna için oldukça sert cümleler Prenses." dediğinde beklemediğim yerden girmesiyle bir kıkırtı kaçtı. Ona, izlediğim dizide görüşleri bana uyan bir karakterden bahsetmiş ve ben de bir hümanistim sanırım demiştim. Gönderme yapıyordu.
Dudaklarımı ıslattım, biraz dalga geçsem ayıp olmazdı. Gülmemek için üstün bir çabayla "Hümanizm insan sevgisi Gurur Aral." dediğimde ima ettiğim alayı anlamış olacak ki ellerime sardığı bandajla duraksamıştı. Şaşkın ve kaşları inik yüz ifadesiyle bakışlarını bana çıkarınca bu haline dayanamayıp kahkaha attım, "Sadece şakaydı, vallahi şakaydı, küçük bir şaka."
"Özlem'le görüşlerini azaltsak mı?.." diyerek tek kaşını kaldırdı. Aynı ifadeyi yapmaya çalışarak, "Benden de komiksin tamam, şakacı şey..." deyip bağladığı ellerimi kendime çektim. O kendisine de aynı işlemi uygularken köşede bulunan suluktan bir yudum almak için ilerledim.
Bulunduğumuz yer bir spor salonuydu. Aral rutinimde olan bazı şeyleri tekrar eklemek istemişti yeni hayatıma. Her günümü dolu dolu geçirmemi sağlıyordu. Salon boştu. Sorduğumda genelde birçok insanın birlikte olduğunu söyleyen Aral, bize özel kapattırdığına değinmemişti. Özlem'in söylediğine göre alışveriş merkezindeyken de oyun alanı için aynı şeyi yapması benim gibi kalabalığı sevmediğini gösteriyordu. O da sakinliği tercih ediyor olabilirdi.
Isınmam ve hamlığımı almam için birkaç ağırlık, yürüyüş, hareketle ilk vakitlerimizi harcamıştık. Aletlerden birkaçını biliyordum, babamın spor odası vardı ve beni de hep dahil ederdi. "Gel hadi," diyerek bana seslendi. Yanına gittiğimde "Seni torba olarak görüyorum derken şaka yapıyordum Aral, istersen bir torbada çalışalım?"
Sağda asılan torbayı işaret etti, "Katılıyorum, beni ürküttüğün için torbayla başlayacağız."
"Sevindim," diyerek sırıtmıştım. Torbaya doğru ilerleyip elini yasladı, "Sonraki haftalar torbadan ayrılırız. Şimdi dereceni görelim."
"Bazen babam gibi konuşuyorsun." dediğimde beklemediği yerden girmiştim. Ben de öyleydim, beklemiyordum. "Sana da mı dövüş dersleri veriyordu?"
"Sayılır." Bu yüzden olabilirdi, vakit geçirdikçe yanımdakilerden bir şeyler aldığımı görmüştüm. Her insan bunu yapıyor olmalıydı.
Önüme gelip bir eli belimi bulurken diğeri göğsüme çıktı, duruşumu düzeltmek için, "Dik durmalısın, her konuda, ilk kural..."
Üçüncü salı
Sahilin bir sonu yok gibi uzuyordu önümüzdeki yol, esse de üşütmüyordu biraz biraz titretiyordu rüzgar. "Altı tur sonra demiştin, dünkü kaçıncıydı?" Ellerim ceplerimde ona kaldırdım başımı, duraksamadan yavaş yavaş yürüyorduk. Dün araba yarışına gittiğini öğrendiğimde ben de eşlik etmek istediğimi söylemiştim, kabul etmesi sevindirmişti, onunla vakit geçirmek iyi hissettiriyordu. İlk gittiğimizdeki gibi ardından bir eğlence olmamış, izleyip dönmüştük. Bir de Aral çokça kişiyi tanıyor olmalıydı ki yarıştan çok, kişilerle muhabbete odaklanmıştı. "İki."
"Sen kaçıncı yarışacaksın?"
"İlk tur bendeydi."
"Doğru, geçenki kazandığın... sen neden dahil oldun ki buna? Dolar sevdası demiştin ama ihtiyacın," sağda minik yer tezgahının ardında bir çocuk ve kadın takıldı gözüme, duraksadım. Şaşırmıştım tezgahın üzerindeki kırmızı bileklikleri görünce. "Aral!" diyerek kolundan tutup durdurdum, "Bak," derken ona da işaret ettim. "Dilek ipi! Ne olduğunu biliyor musun?"
"Hayır," dediğinde tezgaha doğru çekiştirdim. "Bileğine takarak dilek diliyorsun. Kopmadan önce gerçekleşirse kendin çözüp bir çınar ağacına bağlıyorsun," derken küçük çocuk yaklaştığımızı görünce ayağı kalkmış bizi dinliyordu. Araya girdi, "Eğer koparsa gerçekleşmeyecek nasipsiz bir dilektir." Cümlemi tamamlası çok tatlıydı, tebessüm ettim. "İnciler bereket ve şans, kırmızı ipler de şans ve enerjiyi temsil ediyor. Tayfun abinin bileğinde görmüştüm, o anlatmıştı."
Küçük çocuk devam etti, "Sol ya da sağ ele takılır, kırmızı renk tutku ve tehlikeyi temsil ettiği için inciyle birleşerek kaderi üzerinde olumlu etki yarattığına dair inanç oluşturmuş. Kimi dilek ipi diyor kimi çift kader ipi. Ben de taktım," diyerek sol bileğini gösterdi çocuk, Aral'a bakıp sırıtmıştı. "Yengem gibi güzel bir ruh eşi bulacağım inşallah abim."
Aral gülmemek için dudaklarını ıslatırken, çocuğun omzuna yerleştirdi elini "Yok aslanım." demişti. Kaşlarım indi, çocuğun şevkini kırmasa olmuyordu. Belki de ileride çıkacaktı yengesi gibi biri karşısına.
Şaşırsa da devam etti çocuk, "Yoksa da oldurur abim," diyerek eline incili iki bileklik aldı. "Bizi inci minci bozar, anama taktım ben de incisini. Kime takarsan ruhu gibi şans getirirmiş, öyle diyorlar." Bilekliklere uzandım, "Alalım mı? Hadi! Lütfen..." Tayfun abide gördüğümde kendime de bir tane yapmıştım. Yazın çabuk gelmesini ve dondurma yemeyi dilemiştim, o yaşta başka isteğim yoktu. Gerçekleştiğinde ise Tayfun abiyle bir çınar ağacına bağlamıştım. O zaman bilekliğe ithaf etsem de gerçekleşmesini şimdilerde mevsim değişikliği olduğunu biliyordum. Yine de belki...
Aral iplerden birini aldığında bana uzattı, "Sen takmayacak mısın? Hiç mi dileğin yok?" Bana Prenses diye seslendiği gibi ona A Plus demem gıcık ediyordu onu, onunla uğraşmak istediğimdeyse bunu söylüyordum hep. Şaka yapıyorum demek yerine bir şifreleme gibi olmuştu aramızda artık bu takma isimler. "İlla ki vardır A Plus!" diyerek çocuğun elindeki diğer ipe uzandım.
"Pekâlâ..." derken sol bileğini uzatmadan önce ipten inciyi çıkartmıştı. Ne yaptığına baktığımda tek kaşını kaldırdı, "İnci bozar." Kabul etmesi sevindirirken güldüm, "Tamam tamam," diye geçiştirip düz ipi elinden aldım ve uzattığı sol bileğine takmadan önce "Dilek dile." diye hatırlatma yaptım. O dileyedursun ben birkaç düğümle bağlamıştım ipi. Benim önceki taktığım da incisizdi zaten. Üstelik her zaman taktığı gümüş rengi saatle kırmızı ip çok da uyumlu olmuştu.
Elindeki incili ipe çıkardığı bir diğer inciyi de takarak bana baktı. Gözlerimi yumarken sağ bileğimi uzattım.
En kısa zamanda babamla kavuşalım, ilk inci.
Kendimi bulacağım, ikinci inci.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.96k Okunma |
264 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |