3. Bölüm
Destina / PİNHAN / Bölüm 1: Tenvîm - Kısım 2

Bölüm 1: Tenvîm - Kısım 2

Destina
destinasyon

Kaleli Malikanesi.

Gördüğüm buydu. Yine yeniden bir malikane. Dudaklarım istemsizce aralandı, taştan yapılmış duvarlar tanıdıktı. Evlerimiz benziyordu, sanki yabancılık çekmemem için benzer perdeler indirilmişti. Farklardan biri, çatısının kalelere benzediğiydi.

Baştan uca süzdüğüm evin diğer bir farkı ise ön bahçesiydi, koca avlunun ortasında bir kale sütunu vardı. Yanları çevrelenmiş ve ortasından su akıyordu. Minik bir havuzdu. Kapıda ise ev sanki gerçek bir kaleymişçesine koruyan adamlar vardı, muhafızlar. Çektiğim derin nefesim göğsümün şişmesine neden oldu, neyseki giydiğim kazağım boldu, sertçe çarpan kalp sarsıntımı pek belli etmiyordu.

Birkaç adım attım, Dağkan Bey'i takip etmek adına. Gözlerim kapıya değdi. Son fark ise oydu. Kapıya yaklaşan Dağkan Kaleli ona çekti bakışlarını. Bu soğukta kısa kollu bir tişörtle, elleri göğsünde, kapı pervazına yaslanmış bana değen gözleri babasına çevrildi. Yaslandığı yerden doğrularak yanına ulaşmamızı bekledi. "Beni kapılarda karşılayan bir oğlum var, ne kadar şanslıyım değil mi Mizan?" Dağkan Bey eğlenir bir sesle söylemişti bunu bana.

İnsanlara nasıl tepki vermem gerektiğini bilmiyordum, ne demem gerektiğini. Hafifçe kıvrıldı dudağımın bir kenarı. Ben de babamın haberini aldığımda böyleydim, sabırsızca bahçede oradan oraya koştururdum. "Evet efendim, çok değerli."

Karşımdaki çocuğun da dudağının bir kenarı havalanmıştı. Benim aksime kendinden emin bir sırıtıştı bu ama samimi değildi. Kaşları kalktı Dağkan Bey'in, bana doğru eğildi, bir sır verircesine. Arabada gelirken benimle konuşmuştu ve babamla çok benzedikleri kanısına varmıştım; soğuk ve sert duruşları ardında istediklerinde sıcağı hissettiriyorlardı. "Bu ilk ve son görüşüm muhtemelen, kendisini evde bulamazsın, hayırsız bir evlat." diyerek göz kırptı. Bir tebessüm düştü dudaklarıma, babam da şaka yaptığında gözünü kırpardı, anlamı alaya almaktı.

Karşımdaki, ben Dağkan Kaleli'nin oğluyum diye bağıran çocuk beni süzdü, bakışları kazağımda takılı kaldı. "Misafirimizi bekletmeyelim." diyen tok bir sesti. Tok ve bu koca adamlar kadar sert bir ses. Yanımdaki adamla benzer sesler, onu andıran. "Öyle, geç Lila, tanışma faslımıza içeride devam edelim, üşüme." Ne zaman avuçlarıma çektiğimi bilmediğim kazağın uçlarında gezindi gözleri, haklıydı. Ben çok üşüyen biriydim.

İçeri girdiğimizde değişen sıcaklıkla kaslarım gevşemiş, içim ısınmıştı. Buzla dolu olan içim ısınmamalıydı, erirdi. Babam gelene kadar saklamalıydım bu buzdan kütlelerimi.

Geniş bir holden geçerek girdiğimiz salonun gözüme çarpan ilk yeri manzarasıydı. Bir orman seriliydi, sonunda ise ince bir çizgi ayırıyordu deniz ve ormanı. Üst katlardan denizin daha net göründüğüne emindim. Camlara çarpan yağmur dikkatimi çekti, içeri girdiğimizde çiselemeye başlamıştı büyük ihtimalle. Manzaradan aldığım bakışlarımı onlara çevirdim. Etrafı izlerken farkında olmadan önümde birleştirdiğim ellerimle kazağımın kollarını çekiştiriyordum. Onları rahat bırakarak yol boyunca dik duruşunu bozmayan Dağkan Bey'e baktım. "Yolda bahsetmiştim, oğlum Aral Kaleli, Lila." diyerek onu işaret etti.

Gözlerim yavaşça ona kaydığında onunkiler çoktandır bendeydi. Bu ağır bakışlardan rahatsızlık duymam gerekiyor muydu bilmiyordum. İlk defa biriyle tanışıyordum, ilk defa benim yaşlarımda biriyle iletişim kuracaktım ve ne yapmam gerekiyordu hiçbir fikrim yoktu. Tanışmalar kitaplardaki gibiyse gülümsemeliydim, sıcak olmalıydım.

Kumral saçları, siyah gözleri, belirgin yüz hatları ve iri denebilecek bir vücuduyla aynı babasıydı. Ben babamla bu kadar benzemiyordum. "Aral," dedi elini uzatarak, "Gurur Aral Kaleli." Babasıyla kısa bir bakışma geçti aralarında. Ben ise eline odaklanmıştım, şu an elini tutmam gerekiyordu sanırım. Parmaklarımı avuçları içine uzattım, elleri babamınkiler gibi kocamandı. "Lila Pozan." Babam her zaman onun soy ismi yerine kimlikteki soy ismimi kullanmamı söylerdi. Sadece o ve Tayfun Abi bana Mizan derdi. Bir de şimdi Dağkan Bey.

"Eşyaların odana çıkarılıyor Lila, yemekten önce odanı görmek ister misin? Birkaç oda daha var, içine sinmezse değiştir." Odam. Babamın uzun süre dönmeyeceği sanki günler öncesinden belliymiş de hazırlıkları hemen yapmışlar gibi konuşuyordu. Çoktan burada kalmam düşüncesine hazırlıklı, alışmış gibi. Ben ise ne elimi kolumu nereye koyacağımı biliyordum ne de ne yapacağımı, düşüneceğimi. Dağkan Kaleli'nin sözlerine zıt yansıttığı sertlik ise bunu daha da çoğaltıyordu.

"Olur." Cılız çıkmıştı sesim, aklımdakileri bu kadar yansıtabilecek bir ses tonunu çabalasam ayarlayamazdım. Dudaklarımı ıslattım, gerginlikten kuruyup duruyorlardı. Evin sıcaklığına alıştıkça üşüyordum, kazağımın kollarını çekiştirerek ellerimi gizledim. Buruk bir gülümseme yerleşti Dağkan Bey'in yüzüne, derin bir nefes alarak gözlerini yavaşça kapatıp açtı. Eli omzumu bulduğunda dikleştim. Daha da gerilmiştim. Yabancılarla temas içinde olmazdım, hiç olmamıştım. Kazağımın daha da kalın olmasını diledim bir an, gerildiğimde artan sık nefeslerimle birlikte kalp çarpıntım belli oluyordu, kazağım daha kalın olsaydı bunu gizleyebilirdi.

"Rahat ol Lila, burası artık senin de evin. Yemekten sonra gezmek istersen Aral'a söyleyebilirsin," gözleri oğluna takıldı, "Lila'yı odasına götür Aral." Başını sallamakla yetindi.

Genelde Aral ismini kullanıyordu sanırım, babası geldiğimizden beri Aral diyor, arabada gelirken de Aral diye bahsediyordu. Çenesiyle işaret verdiğinde gitmem gerektiğini anladım, ben onun o da benim gitmemi bekliyordu. Mantıklı olan onun önden gitmesiydi, yabancı olan bendim, nereden gidileceğini bilmeyen. Yine de arkamı dönerek ilerledim, hole çıktığımızda yukarıya çıkan ve inen karşılıklı dört merdiven vardı. Burası bizim evimizden de büyüktü. Duraksayarak ona döndüm, nereden gideceğimizi öğrenmek için. Yukarıya çıkan sol merdivenleri işaret etti, "Buradan,"

Nihayet önden gitmeyi akıl edebilmişti. Birkaç adımla önüme geçip merdivenleri çıktı. Onu takip ederken gözümü etrafta gezdirmiyordum, takılmak istemiyordum bir şeylere. Beğenip aklımda yer edinsin istemiyordum, babam gelince yeniden gireceğim duvarlar arasında hatırlamak istemiyordum bunları.

Önümde bana yol gösteren Aral'a baktım. Üzerinde siyah bisiklet yaka bir tişört altında siyah pantolonu ve postallarıyla oldukça sade ama ağır duruyordu. Babam spora düşkündü, babası da belli ki düşkündü. Aral'ın da omuzları geniş, kolları iriydi. O da babamlar gibiydi sanırım. Babam hem öğretim üyesi hem de bir doktordu. Doktor olduğu için sağlığına ve sporuna bu kadar dikkat ediyordu. Yani, net bir bilgim olmasa da bana gösterilenler kadarıyla böyle olduğunu düşünüyordum. Babası da mı doktordu? Nereden tanıştıkları merak uyandırmıştı bende.

Bir kapıya yaklaştığımızda beklemediğim bir anda durduğu için frenleyememiştim kendimi, alnım sırtına çarparken ellerimle dengemi korumak için ona tutundum. Aniden gelen bu çarpışmayla irkilip birkaç adım gerilediğimde arkasını dönüp bana baktı. Kalbim çıkacakmış gibi atıyordu, ne demem gerekiyordu? Özür dilerim, pardon? Daha önce bir yabancıyla çarpışmadığım için oluşan stres vücudumu kontrol etmemi zorlaştırıyordu. Alışkın değildim ben bunlara, Tayfun Abi yanımda değildi, ne yapacaktım?

Gözlerim göğsünde, duvarlarda, zeminde gezinirken "Sakin," diye bir ses işittim. Ona baktığımda bir eli kapının kulbunda bana dönük, tek kaşını kaldırmış beni süzüyordu. Sıklaşan nefesimi yeni fark etmiştim. "Pardon," derken titremişti sesim. Ben bu değildim. Bu kadar çekingen ya da bu kadar korkak biri değildim. Daha doğrusu bilmiyordum. Evdeyken bir yabancıyla hiç karşılaşmadığım için nasıl davranacağımı bilmiyordum. Esaretten çıkarılan prenses bir anda meydana atılır mıydı?

Prenses değilsin Lila.

Tayfun Abi'yi arıyordu gözlerim, o yanımdayken kimse yaklaşmıyordu bana, konuşmuyordum.

Kapıyı açarak birkaç adımla içeriye girdi. Kulbunu tutarken sırtını kapıya vermişti, "Geç bakalım," dediğinde bir an gözlerim siyahlarına değse de içeriye çektim bakışlarımı da kendimi de.

Odaya girdiğimde çantam yatağımın kenarında bekliyordu. Bir bavul almıştım sadece, diğer eşyalarımı Tayfun Abi getireceğini söylemişti. Yeşil ve mavi tonlarda olan eski odamın aksine bu oda bej ve lila tonlarındaydı. Camı boydan boya olmasa da oldukça genişti ve önünde küçük bir pencere koltuğu vardı, hemen yanında ise çalışma masası. Duvarlarda birkaç raf ve koca bir dolap. Bir de banyo olduğunu tahmin ettiğim kapı.

"Kalmamı ister misin?" diye araya girdiğinde ne demek istediğini anlayamadığım için alık alık bakıyordum ona. Bir nefes çekti, "Eşyalarını yerleştirmek için yardımcılar birazdan çıkar. Değiştirmek istediğin bir şey olursa onlara söyle, senin odan. Odayı beğenmezsen birkaç tane daha var, bakarız. Ben aşağı iniyorum, sen takıl, gelirsin." diyerek kapının kulbunu bırakıp dışarı çıktı.

O gittiğinde tekrar önüme döndüm. Takıl demişti. Bir bireyin takılmasını daha önce duymamıştım. Takılmak fiilinin tek bir anlamı vardı, bir yere ilişmek idi. Cümle içinde bağdaştırdığımda zaman geçirmem gerektiğini söylüyordu sanırım. Birkaç adım attım odada, istemsizce ayaklarım geziniyordu. Parmaklarımı içimin karanlığının aksine aydınlık renklerde olan eşyalarda gezdirdim.

'Senin odan.'

Benim odam. Daha birkaç saat öncesine kadar bambaşkaydı, odam diye tanımladığım yer. Birkaç saat öncesine kadar dışarı çıkacağım izin gününü bekliyordum, babamı bekliyordum, mektubunu yahut masaüstü telefonu çaldırmasını. Birkaç saatte, yabancı olduğum hayatıma iyice yabancı olmuştum.

Pencere önündeki boşluğa yürüdüm. Oldukça yumuşak gözüken yastıklarda elimi gezdirerek bir dizimi kırıp üzerine oturdum. Dışarıya bakındığımda görünende evin arka bahçesi vardı. Havuzlu olan bahçenin ardı ormandı. Tıpkı önceki odamın manzarası gibi. Önceki odam. Bunu diyerek anında sindirmiş mi oluyordum bu olanları?

Ah baba, çabuk gel, acele et. Kızın, korumak için tutsak ettiğin evden bir adım uzaklaştığında darbelere karşı savunmasız kalıyor. Bilinmezlik ona ne yapacağını şaşırtıyor. Öğrettiğin savunma hareketleri ruhta işe yaramıyor.

Titreyen ellerimi birbirine kenetleyip sıktım. Emir yemindir Lila, emir yemindir. Yeminini bozma, yeminini tut. Baban gelene kadar dayan.

Avuçlarımı yüzüme yaslayıp toparlanmak için hafif yana doğru gerdirdim. Saçlarımdaki tokayı çözerek gevşeyen kuyruğumu yeniden bağladım. Odadan çıkınca otomatik yanan ışık, karanlık çöktüğünün habercisiydi. Geldiğim yolu inerek holden salona doğru ilerledim. Büyük holde büyük bir ayna vardı. Görüntüm aynaya çarptığında üzerime baktım. Gri kazağımın altına giydiğim siyah tayt ve beyaz spor ayakkabılarımla oldukça uyumsuzum diye bağırıyordum. Yüzüm, anlamlandıramayan olaylar örgüsüyle solmuş; dudaklarımın, tepkisiz ifadelerim yüzünden, rengi çekilmiş. Aynadan aldığım gözlerimi salonun girişine bıraktım. "...çok ürkek."

"Gözlerini yeni açmış bir ceylandan cesaret bekleme Kaleli, bu bir Mizan da olsa. Tanıdığı tek insan babasıydı, etrafına karşı oluşan çekingenliğini yadırgama."

"Sence doğru mu baba?"

"Bunları sahada konuşma Aral," diye uyarıcı bir ses tonuyla konuşan Dağkan Bey'in sözü havada asılı kaldı. İçeriye adımladığımda gözleri beni bulurken Dağkan Kaleli ayağa kalktı. "Lila,"

"Beklettim, kusura bakmayın lütfen." derken Aral'da ayaklandı. Dağkan Bey yanıma gelmiş, "Sorun değil, biz de sohbete dalmışız. Geç bakalım, yemekte devam edelim." deyip yemek masasına doğrultmuştu elini. Bir iki adım gerileyip masaya döndüm. İki kadın masanın gerisinde bekliyorlardı. Aralarında yaşı büyük olan sanırım Tayfun Abi gibi evin kahyasıydı. Bizim yardımcılarımız yoktu, babam kendisi yapardı yemekleri. O yokken ise Tayfun Abi yerini alırdı kahya olarak, yani pek çok kez. Haftada bir temizlik günü olarak belirlenmişti ve belli başlı çalışanlar gelirdi bunun için. O zamanlar da zaten ya öğretmenlerimle derste ya da babam veya Tayfun Abi'yle eğitimlerimde olurduk. Babam insanlarla sınır içerisinde olmamı isterdi. Bir çizgi ile yerimi bilmemi.

Dağkan Bey masanın başına geçmişti, sağında Aral, solunda ben yerimizi aldığımızda işaretiyle servislere başlandı.

"Hoşlanmadığın bir yemek var mı Lila?" Bakışlarımı önümdeki tabaktan çekip bana soru yönelten Dağkan Kaleli'ye verdim, kısa bir süre. Ne kadar yumuşatarak beni ısındırmaya çalışsa da zorlandığı belliydi, babamın da tavırları sertti. O da zora giriyordu, sert mizacını gizlemeye çalışırken. Tekrar ortaya kayan bakışlarımla başımı iki yana salladım, "Hayır efendim."

"Liman, bamyadan hiç haz etmediğini söylerdi." dediğinde buruşan yüzüme engel olamadım, ismini duyduğumda bile deneyimlediğim o gün geliyordu aklıma. Gülümsemeye çalışsam da yüzüm, geçmişe giden damak tadım yüzünden ekşiydi. "Evet, pek hoşlanmam. Aramız pek sıcak değildir." Tebessümle karşılık verdi, "Güzel, ben de hiç hoşlanmam. Öyle ki eve dahi sokmam. O kıvamı midemi alt üst ediyor."

O bahsederken dilimde hissettiğim dokusuyla dudaklarımı yaladım, sanki yitirecekmiş gibi. "Benim de benim de. Garip bir dokusu var."

Yüzüne eğlenir bir ifade eklemişti, "Eve sokmadığım için Aral hiç deneyimlemedi, o eziyeti bir gün Aral'a da tattırmak istiyorum." Kaşlarım havalandı, gerçekten bu yaşına kadar hiç yememiş olması şaşırtıcıydı. "Hiç mi bakmadın tadına?" derken Aral'la göz göze geldiğimizde bir çizgiden ibaret olan dudaklarına ek kaşları hayır anlamında havalandı. Bu kadar şaşıracağım ne vardı? Tepkilerime göz kulak olmalıydım. Konumuz bamya değil babam olmalıydı şu anda.

"Sohbet etmeyi sever misin Lila? Babanla koyu sohbetleriniz oluyordu diye biliyorum. Benim de oğlumla öyledir fakat dışarıya karşı pek muhabbet canlısı değildir." diyerek cevap vermeyip vücut diliyle konuşan oğlunun tavrını açıkladı Dağkan Bey.

Sorusunun cevabı yoktu aslında. "Bilmem," derken omuz silkmekten alıkoyamadım kendimi. "Yani babamla uzun sohbetler ederdik evet. Bana çok şey öğrettiği için tıkanmıyordu konularımız. Kendisi doktor olduğu için vakaları da bitmiyordu, nerede ne yapılacağını ayrıntılarıyla bahsederdi." Şimdi olsa, evimizdeki laboratuvarda bana dikiş pratiği yapmamı söylerdi. İki gündür yapmıyordum. Belli ki bir müddet daha pratiklerim, eğitimlerim geride kalacaktı.

Aral'ın yüzü gerilirken Dağkan Bey havada kalan cümleme askı taktı. "Bu yüzden tıp seçtin sanırım?"

Soruları zorlayıcıydı. "Sanırım."

Babam doktorsun dedi. Çocukluğumdan beri doktorculuk oynadık, başka ne seçebilirdim hiçbir fikrim yoktu. Bana verdiği eğitimler, öğretiler, aldırdığı dersler. Hepsi bunun üzerine kuruluydu. Doğduğum gün belliydi sanki ne olacağım. "Liman anlatırdı sana ilk yardım derslerini verdiğini; kurşun çıkarmayı dahi öğrenmişsin." Ben karşımdaki adam hakkında hiçbir şey bilmezken o benim hakkımda ne çok şey biliyordu. "Evet efendim, evimizde bir laboratuvar var. Orada babamdan ve eğitimcilerden ders görürdüm."

"Tıp okumadan doktor olmuşsun desene." diyerek ortamı ısıttığında tebessüm edip omuz silkerek karşılık verdim. Biz konuşurken Aral pek dahil olmuyordu.

"Baban senden bana bu kadar bahsederken neden beni sana hiç anlatmadığını sorguluyorsun değil mi?" Dağkan Bey'in yemeğimize devam ederken bir anda girdiği konuyla duraksadım. Dirseklerim masaya yaslanırken yanağımı yumruk yaptığım elime yerleştirdim. "Aslında babam her zaman her konuda en doğru-" demeden önce sözüm kesilmişti. İlk defa dahil olmuştu Aral konuşmamıza.

"Kimse kusursuz değil, Liman amca da hata yapabilir." Ondan duyduğum bu cümle şaşırtmıştı beni. Dudaklarım aralanmış Aral'ı süzüyordum. Babamdan amca diye bahsetmişti.

Kaşlarımı kaldırdım, "Onu tanıyor musunuz? Nereden tanıyorsunuz? Sizin de mi öğretmeninizdi?" Sorularımla oturduğu yerde dikleşmişti, gözleri kapanırken dudaklarını bastırmış ve boğazını temizlemişti. Dağkan Bey bir nefes vererek "Ben bahsederdim Aral'a, biliyorsun oldukça başarılı biri baban. Örnek almasını isterdim, bu yüzden arada bahsederim." diye araya girdi.

Babalar arkadaşlarını çocuklarına bahseder miydi? Ben böyle bir şeyin olmadığını düşündüğüm için sorgulayamamıştım açıkçası, babamın bu yüzden bahsetmediğini. "Babam, her zaman yalnız olduğumuzu vurgulardı. Ben varım bile demezdi, yalnızız derdi. Onun bir dostu olabileceğini düşünmemiştim. Belki de beni soyutlarken kendisi bunu yapamıyordu ve bu yüzden bana bahsetmekten kaçınıyordu. Sorguluyorum ama cevaplarını da bulmaya çalışıyorum."

"Soruların olduğunda bana sormaktan çekinme. Ya da Aral'a da gidebilirsin, gençler bazen farklı konular konuşmak ister. Ama ihtiyaç duyduğunda biz buradayız bunu unutma." Sesi bir baba edasıyla çıkmıştı. Babam da bu sıcak tonda konuşurdu. "Teşekkür ederim," derken araya girmişti, "Rica ederim ama teşekkür etmene gerek yok Lila. Artık sen de bu evin bir parçasısın. Kendi evinde nasılsan burada da öyle olmanı istiyorum. Hatta buna ek olarak izin günlerin kalkmış bulunmakta." diyerek suyundan bir yudum aldı. Bu sırada gözüm oğlu ve onun arasında gidip gelmişti, Aral pek oralı değildi, önündeki yemeğiyle ilgileniyordu. "İstediğin zaman dışarı çıkabilirsin, gezebilirsin, görmek istediğin yerleri görebilirsin. Üniversiten de başlayacak değil mi? İlk senen hazırlık?"

"Evet. Aslında babam hazırlığı tek bir sınavla vereceğimden bahsetmişti. Bu yıl bana öğreteceği daha çok şey olduğunu, üniversiteye başlamadan önce bunları bilmem gerektiğini. Bu yüzden bir sınavla bir yıl muaf olmamı istemişti. Sınav gününü bekliyorum." Bir de babamın gelmesini.

"İstersen sınava girmeyip fakülteye gidebilirsin."

"Nasıl yani?" sorumla konuşmamızı bölen bir müzik melodisiydi. Ben nereden geldiğini anlamadığım melodiyle bakışlarımı gezdirirken Aral, babasıyla göz göze geldi, "Özgür." dedi izin ister gibi. Özgür aralarında izin isteme gibi bir kelime miydi? Dağkan Bey gözlerini yavaşça yumup başını aşağı doğru eğdi, izin veriyorum anlamındaydı bu. Aral ayaklanıp hole doğru çıkarken gelen melodinin sesi de durmuştu. Ondan mı gelmişti? Nereden çalmıştı ki?

Dağkan Bey kaldığı yerden devam etti. "Yani okuluna gidebilirsin. Yeni arkadaşlıklar, yeni çevre, yeni insanlar... bunlara dahil olman için belki muafiyet yerine derslere gitmen daha iyi olur senin için. Sen de istersen?"

Arkadaşlık, çevre, insan. Yeni diye bahsediyordu ama hiç olmayan bir şeyin yenisi mi olurdu? İstememden bahsediyordu ama bilmediğim bir şeyi nasıl isteyebilirdim? Ben sadece kitaplarda var olduğunu biliyordum bunların, bir yerlerde var olduğunu ama bana asla uğramayacağını. Şimdiyse kalkmış yaşayacaksın diyorlardı. "Babamın isteğini yerine getirmek isterim efendim." dediğimde gülümsedi. "Anladım." diyerek başıyla onayladı. "Kahve seviyorsan bana eşlik etmek ister misin?"

"Olur," Kendisi ayaklanırken ben de dizlerimin içiyle sandalyemi iterek ayağı kalktım. Yardımcılar biz kalktığımızda toplamaya başlamışlardı, genelde babamla ya da Tayfun Abi'yle beraber topladığımız için rahatsız hissetmiştim kendimi. Yardımcılara "Elinize sağlık, her şey çok güzeldi. Kolay gelsin." diyerek onu takip ettiğimde ardımızdan Aral da gelmişti. Yemekten önce oğlunun oturduğu tekli koltuğu işaret etti bana. Kendisi de yanındaki tekliye geçmişti. Bunu aidiyet duygumu öne çıkarmak için yaptığını düşünüyordum, oğlunun yerini bana da sunarak çekingenliğimi kırma amacı vardı sanırım. Aral çaprazımdaki ikili koltukta yer edinmişti.

"Babanla geçmişe dayanır tanışıklığımız Lila," diyerek söze giren Dağkan Kaleli oturduğu koltukta geriye yaslanmıştı. "Çocukluk arkadaşıyızdır."

İşittiğim cümle ile dudaklarım aralandı, çocukluk arkadaşı. Babam çocukken arkadaşı mı vardı? Ben hep benim gibi babasının yanında kalıyordu diye düşünürdüm, çocukluğunda evde, kitaplardaki dostluk hayalleriyle büyüdüğünü.

"Bu yüzden her şeyimizi biliriz, emanet ederiz. Seni iyi tanımamdaki neden de bu, burada olmandaki neden de. Uzun bir zaman gelemeyeceği için benimle olmanı istedi baban. Sana öğreteceklerinin yarım kalmasını istemediği için bana emanet etti bu görevi. Her ne kadar süre belli olmasa da uzun bir müddet bizimlesin. İlk günden kabullenmeni beklemiyorum, zamanımız olacak birbirimize alışmak için. Bu yıl üniversitene gidip bu alışma sürecini ısındırmanı istiyordum ama babanın isteğini yerine getirmekten geri durmayacağın belli. Sana net bir süre vermediğimizden en kısa zaman neyse onu düşünmeyi tercih ediyorsun. Bir şey diyemem," gözleri oğlunu buldu, "Kazandığın üniversitede okuyor Aral da. Muafiyet sınavında sana yardımcı olacaktır eminim ki. Sınavına kadarki iki haftalık süreçte kütüphaneye gidebilir, üniversitenin kampüsünde de çalışmalarını sürdürebilirsin. Yani dışarıya istediğin zaman istediğin saatte çıkabilirsin ama beni nereye gideceğinden haberdar edeceksin. Mizan Malikanesindeki gibi sıkı kuralların olmasa da Kaleli'de de kuralların olacak, bunları aksatmayacağından eminim."

Bir sayfadaki düzyazıyı okur gibi net ve aksatmadan konuşmuştu. Bahsini geçirdiği şeyleri ise hayal etmekte zorlanıyordum. İstediğinde dışarı çıkabilirsin diyordu ama ben daha önce Tayfun Abi'msiz çıkmamıştım, isteyememiştim de. "Tayfun Abi yanımda olmayacak mı?"

"Tayfun bundan sonra hiç olmayacak Mizan." Sesi öyle pürüzsüzdü ki karşı çıkmak isteyen biri olsa bunu yapamazdı, ben gibi. "Babamın gidişini anlayabiliyorum efendim, o işi için hep seyahatlere çıkardı ama Tayfun Abi neden? Neden olmayacak?" Geldiğimden beri ilk defa bir neden sormuştum.

"Tayfun Yereli, Mizan'lara çalışıyor Lila. Sen Kaleli Malikanesindesin. Farklı soylara çalışanlar taraf değiştiremez."

"Ben de bir Mizan'ım. Burada olmam bunu değiştirmiyor, Tayfun Abi de taraf değiştirmiş sayılmıyor. İlk adımlarımda dahi yanımdayken şimdi olmaması, üstelik bilmediğim yerlerde gezinecekken olmaması, ne yapacağım ben?"

Sorum çaresizlikle gelen bir soru değildi, sorum gerçekten bilmediğim içindi. Benden ne istendiğini bilmiyordum. Babamlayken benden isteneni yapıyor ama nedenini bilmiyordum. Buradayken ise nedenini biliyor ama benden ne istendiğini bilmiyordum.

"Hayatını yaşayacaksın Lila."

Hayatını yaşayacaksın Lila. Hayatını yaşamak. Hayatın ne demek olduğunu bilmezken bana yaşamaktan bahseden adam ne dediğinin farkında mıydı? Benim hayatım Mizan Malikanesiydi. Taş duvarlardı.

Hayat diye kastettikleri şeyi benden alıp bana hayatını yaşayacaksın demek akıl işi miydi?

 

Bölüm : 01.01.2025 11:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...