
Selam! Nasılsınız? Bölümler nasıl gidiyor?
Satır arası yorumlarınızla ya da oylarınızla gidişatı beğenip beğenmediğinizi, düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Bu bölüm 4 kısımdan mı oluşsun yoksa kısım aralarını çok bekletmeden 3 kısım yeterli mi?
Her bölümde bir şarkı sözünden bahsediyorum, bu sözler bölümle alakalı oluyorlar. 10. Bölüm şarkı sözümüz de son kısımı ilgilendiren ve Gurur Aral’ın bakışlarını anlatan bir söz 🥲 Böyle, ‘Lila! Hatırlasan keşke Lila!’ diyerek krizlere gireceğimiz bir kısım…
'Aklıma gelmesinler ama
Geçmişten de kaçılmaz'
PİNHAN
BÖLÜM 10: MAZİ
===
Yıllarca gözünü açtığın yer aynıydı. Aynı tavan, aynı yatak, aynı mobilyalar, aynı oda.
Alışılmışlık. İnsan hayatına öyle işliyordu ki bir adım ötesine kaydığında tedirginlik sarıyordu. Misalince, yıllarca kestirmediğin saçına iki santim makas vurunca bir burukluk çöküyordu üzerine. Zamanla yine alışıyordun, yeni haline.
Bir ayda evim, odam, düzenim, çevrem... tüm alışılagelmiş hayatım bir adım değil bir asırlık değişime uğramıştı. Hissettiğim tedirginlik başa çıkılabilir olabilir miydi? Yıllarca nefes aldığım duvarlardan iki santim değil kilometrelerce uzağa gitmiştim. Çöken burukluk taşınabilir olabilir miydi?
Olabilirdi. Olabilir de. Oluyor da.
Alıştığım hayattan alınsam da çekildiğim hayat öyle dolu ve keşfi boldu ki fırsat kalmıyordu duygularımla iletişimde olmaya. Koşarken aldığın nefesleri unutmak gibi.
Doğrulduğum koltukta omuzlarıma aldım battaniyeyi, başımda bir sızım ağrı vardı, gözlerimi açtığımda nerede olduğumu bir an sorgulasam da Özlem'de kaldığımı fark etmiştim. Dün geldiğimizde uyuya kalmış olmalıydım ki koltukta kıyafetlerimleydim, oysa gün içinde giydiğim giysilerle uyumaktan nefret ederdim, uyuyamazdım.
Orta sehpanın üzerindeki sürahiye uzandım, susuzluğumu gidermek adına. Fazlasıyla dağılmış hissediyordum, garip ve hiç hoş olmayan bir durumdu. Midem de yanıyordu. Parmaklarımı saçlarım arasından geçirip geriye attım, yüzümü gererek biraz daha ayılmak istemiştim. Etraf sessizdi, Özlem uyuyordu büyük ihtimalle. Sehpanın üzerindeki telefonuma uzanıp baktığımda saatin ona geldiğini gördüm. Bu kadar geç olacağını düşünmemiştim.
"Günaydın," bir anda gelen sesle irkilsem de arkaya baktığımda Özlem'in olduğunu görmek rahatlattı. "Gü-" sesim çatallaştığı için tekrarlamak zorunda hissettim. "Günaydın." Duvara omzunu yaslamış gülümseyerek beni izliyordu, "İyi misin? Ağrın var mı?"
"Başım... biraz."
"Kahvaltı yapalım ağrı kesici iç," diye söylenirken telefonun ekranını açmıştım. Açar açmaz önüme Aral'la olan mesajlaşmam çıktı.
Lila: [Fotoğraf.]
Lila: Artık açık :)
Lila: Biraz abarttık galiba...
Lila: Galibarttık!
Lila: Şaka şaka!
Lila: Kötğydü bu tamam şaka...
Lila: [Fotoğraf.]
Lila: Ama güldüm azıcık yanlışlıkla.
Lila: Gel beni al! Burada bir adam var, kötü kötü bakıyor.
Lila: Sen güsel bakıyorsun...
Devamında ise bir arama.
"Özlem!" diye bir çığlık kaçarken ağzımdan, arkaya döndüm, o da arkasını dönmüş gidecekti tam. Duraksayıp şaşkınca bana baktı, "N'oluyor be?!"
"Özlem bu ne?!" Gözlerimi bir vahşet görmüş gibi telefona diktiğimde "Ne ne?" dedi. Telefonu ona gösterdim, "Bu ne?! Ben böyle bir şey konuşmadım! Vallahi ben yapmadım." diye söylenirken yanıma gelip gösterdiğim şeye baktı ve bir kahkaha attı. "Gülme..."
"Gayet de sen yaptın kızım," diyerek yeniden gülmüş ve ortadaki masaya oturmuştu. "Gece kahve yapmaya gittim. Bir geldim, telefonu tepende tutmuş birine fotoğraf atıyorsun. Yazıştın falan sonra birden telefonun çaldı, baktım Gurur abi. Mesajlara girdim, boku bokuna gümbürtüye götürecektin bizi. Açıp ben konuştum."
"Ne dedin?"
"Lila içti içti birini patakladı şimdi evdeyiz." Dalga geçtiği bariz belliydi, göz devirerek arkama yaslandım, "Çok komik... o fotoğraftakiler ben olamam."
"Sarhoş birine göre gayet başarılı bir çekim bence." diyerek sırıttığında ayağımı savurdum, "Hadi oradan, öyle değildim."
"Hıhı… kahvaltıda ne istersin?"
"Nane..." diyerek yüzümü buruşturmuş, deyime atıfta bulunduğumda bir kahkaha daha attı. "Saçmalama, gayet tatlısınız, onayladım ben şahsen."
"Şahsen sen saçmalıyorsun şu an şahsen!" Gülerek ayaklandığında ardından onu takip edip lavaboya uğradım ve yanına, mutfağa geçtim. "Nasıl bu kadar geçe kaldık? Senin işin yok mu?"
"Öğleden sonra. Dün geç uyuduk, gerçi sen kahveyi bile içemeden uyuya kaldın. Çağlar da yarım saat kadar kalıp gitti. Gurur abiyi de zaten zor ikna ettim biliyor musun? Senin telefonun kapalı olunca beni aramış, benimki de sessizdeydi." Konuşurken bir şeyler hazırlıyordu, "Telefonum neden kapalıydı hiçbir fikrim yok," diye mırıldanıp ortalığa bakındım. "Yardım edeyim,"
"Hayır, otur lütfen. Hemen hallederim," diyerek oturttu beni. Dolaptan birkaç şeyi masaya koyup sandviç ekmeklerini çıkardığında tebessüm ettim. Aklıma Tayfun abi gelmişti, babamın benim için her zaman bir beslenme programı vardı. O olmadığında bazen kaçamak yapıyorduk Tayfun abiyle, sandviç ekmeklerini çok seviyordum. "Gece için ne giymeyi düşünüyorsun? Alışverişe mi çıksak? Atalay'la konuştunuz mu?"
"Hayır, konuşmadık."
"Kıyafet?"
"Bilmiyorum..."
Elindeki işi bırakıp bana döndü, ellerini arkadan tezgaha yerleştirmişti, "Sen neden durgunsun?" Kaşları inik beni incelerken anlamaya çalışıyor gibiydi. Durgun değildim aslında ama sorusu buna itmişti. "Değilim aslında ama..." omuz silktim, "Bilmiyorum, dün gece birine zarar verdim. Aral'ı reddettim ve hatırlamadığım mesajlar attım. Farklı bir mekanda rahatlıkla uyuya kaldım. Garip. Üst üste geliyorlar bir de. Yakalayamıyor gibiyim."
'Zaman ilerler sen ona yetiştiğin kadar varsındır.'
Haklıydı Aral ve geride kalmışlığım yetmiyormuş gibi yetişmeye olan çabam da boşa çıkıyormuş gibiydi.
"İçtiğin içecek mayıştırmıştı da... Aral'ı reddettim derken?"
"İşte bugünkü organizasyona birlikte gidebiliriz demişti," cümlemi bitirmeden önce gözleri açılmış "Nasıl?!" diye bir tepki verdi. "Atalay'a söz verdiğimi söyleyip geri çevirdim."
"Oha Lila niye daha öncesinde söylemiyorsun?!"
"Daha önce dediğin dün gece Özlem..."
"Atalay bir, Gurur iki. Hatta üç dört falan da olabilir. Benim ship belli oldu..." dediğinde son cümlesini anlayamamış "Ne belli oldu, ne belli oldu?" diye yinelemiştim. Tezgaha dönüp sandviç yapmaya devam ederken, "Ship," dedi. "Öf onca dizi, film izledik anlattım ya çiftleri falan..."
Kelimeyi tekrarladığı için anladığımda "Ha," diye onaylarcasına bir nida döküldü. Aldırış etmedim cümlesine, alışıyordum bu hallerine. Konuyu değiştirdim, kollarımı kendime sararken. "Senin evin daha sıcak," diye giriverdim, "Yani askılıyla bile üşümüyorum, oysa kendi evimde bir tık soğuk geliyordu böyle."
"Evet, büyük evler ısınmadan dolayı daha soğuk. Bizim aile evi de öyle. Bu tarz bir artı bir evler daha sıcak bence de. Maddi manevi, kocaman duvarlarla boğulmuyorsun."
"Babam gelince bunu konuşmalıyım, buralarda bir yere taşınmalıyız... Aral'ın da evi varmış şehir içinde,"
"E yani, birçok evleri var."
"Öyle değil, kendi evi. Yalnız kalıyormuş senin gibi."
"Ha öyle," derken hazırladığı sandviçleri masaya koyarak kahve makinesine ilerledi. "Evet, abimden biliyorum. Ama ne hikmetse," dese de duraksamıştı. Bana yandan bir bakış atıp gülmemek için dudaklarını bastırdı, "Neyse neyse, aklını karıştırmak istemiyorum. Daha yeni yeni tanıyorsun kendini de insanları da."
Özlem'in bazen abartı cümleleri olsa da o kadar anlayışlı bir kızdı ki keşke hiç kopmadan devam edebilsek diyordum. Babam geldiğinde bu yeni hayatıma kaldığım yerden devam etmek isterdim çünkü kopmak istemeyeceğim bağlar edinmiştim tıpkı Tayfun abi gibi.
Belki de devam edecektim, gitmesindeki amaç belki de işi değil, bu hayatı gördüğümde ona çok kızmamam için uzak kalmak istemesiydi. Ne olursa olsun nedenlerini kabul edebilecek miydim hiçbir fikrim yoktu. Fiziksel anlamda kilometrelerce uzakta olsak da duygusal olarak hep onunla hissediyordum kendimi, bu gidişi hariç. Şimdiki gidişinde farkı anlayabilmiştim, neden o konuşmayı yaptığını. Kalben de uzak kalacağımızı anlamıştı belli ki, bunu en aza indirgemek istemişti.
"Özgür'e Çağlar'ı anlatmayı düşünüyor musun?"
Kahvesini bir kupaya, bana olan meyve suyunu bir kupaya koyup yanıma geldi. Karşıma oturduğunda alt dudağını ısırmıştı, "Daha yeniyiz," diyerek kupayı önüme sürmüştü. "Benim birkaç hafta biriyle konuşup bitirmelerim çok ünlüdür. Bu yüzden ciddi bir şey yoksa söylemem. O bahsetmemi istiyor aslında, en azından ne yaptığından haberim olursa üzülmene engel olurum diyor ama bu konuları onunla konuşmak pek rahat hissettirmez beni. Biliyorsun, annemlerden bahsetmiştim biraz muhafazakar bir ortamları var, onlardan gelen bir huy herhalde. Sen olsan bahseder miydin?"
Meyve suyunu yudumlarken gelen soruyla duraksadım. Kardeş kavramını bilsem de nasıl hissettirdiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bahçemizde beslediğimiz yavruları kardeş gibi görürdüm, onlarla her şeyimi paylaşırdım ama tek anlaştığımız dil sevgiydi, bundan başka geri dönüşleri olmuyordu. Özellikle bu konulara oldukça yabancı oluşum empati kurmama da yardımcı olmuyordu, ne desem doğru olacağı hakkında bir fikrim yoktu. "Yani, üzülmene engel olmaktan kastı senin hayatını kontrol altına almaksa bu yanlış olur sanırım." Bunu diyene de bakın hele! Komik Lila...
"Hayır hayır, öyle biri değil. Aksine o olmasa ailem oldukça sıkardı beni. Bakma böyle konuştuğuma, benim şımarıklığımdan... Her neyse! İstersen abimi arayalım bizi alışverişe çıkarsın. Gece için bir şeyler bakalım. Gerçi Atalay'la gideceğini duyunca bizi oracıkta terk edebilir." diyerek kıkırdadı.
Sandviçine uzandığında "Atalay'la aralarındaki problem ne ki?" sorumla tekrar tabağına bıraktı. Derin bir nefes almış ve bana bakmıştı, "Askeri liseye gitmişti demiştim ya," başımı salladım, "Tamamlayamadı o liseyi, atıldı. Hatta..." yutkunduğunu duymuştum, anlatmakta zorlanıyordu. "Ön yargın oluşabilir ama cezaevinde kaldı. Denetimli serbestlikle bırakıldı, geçenlerde bitti o da. Haberlerde gündem olmuştu soy ismimizden ve askeri okul okumasından dolayı. Bazıları iktidarla yakın olduğu için bu kadar kolay sıyrıldı falan diye söylenti çıkarmıştı. Atalay da bu söylentilere destek çıkanlardan. Üniversitede karşılaşınca sürtüşmeleri olmuştu, zaten karşılaşmaları da çok hoş sayılmaz."
Kahvesinden bir yudum alıp boğazını temizledikten sonra bana yaklaşıp devam etti, bu onun dedikodu için hazırlık pozisyonuydu. Her defasında sanki gizli bir şey söyleyecekmiş gibi öne doğru gelip pozisyonunu alıyordu, bu onu çok tatlı kılıyordu. İstemsizce tebessüm ettim.
"Atalay'ın kuzeni var, aynı üniversitedeyiz. Atalay'la bir gün üniversitenin bir köşesinde tartışırlarken denk gelmiş abim, tabii kuzeni olduğunu bilmiyor, eli havada kıza bağırıyor, e kız da ağlıyor, bu konularda da oldukça hassastır. Gitmiş yanlarına, demiş hayırdır. Bize olan tavırlarına bakma tersi cidden terstir abimin, o an Atalay'la arasında tartışma çıkmış. Bu ona kıza mı havlayabiliyorsun sadece demiş, o da buna iktidar iti demiş."
Bazı kelimelerde yüzünü ekşitiyor bazı kelimelerde gülmemek için tutuyordu kendini, "Öyle büyümüş kavga, tabii ikiside yanlış tanımış birbirlerini. Tamam biraz hovarda bir tip Atalay ama öyle şiddet gösterecek biri değil bence, zaten okul disiplinine yönlendirdiler, öyle biri olsa Kaleli'ler tutmazdı o üniversitede. Abimi de biliyorsun. Yine de ondan sonra birbirlerine karşı bir buz dağı ördüler."
Anlattıklarını, bana izlettiği filmlerden birini izler gibi dinliyordum. Hangi birine takılı kalsam diğeri de ardından geliyordu. Özgür'ün okuduğu okuldan atılması, cezaevine girmesi... bunların nedenini soramazdım, her ne kadar kardeşi de olsa Özgür'ün özeliydi. Bahsetmek istemeyebilirdi. "Anladım." diyebildim sadece. Çok derinlere girmek istememiştim. Önümdeki kupayla ilgilenirken "Kız arkadaşı yüzündendi," diye devam etti. Bakışlarımı ona çıkardım. "Cezaevine girmesi, okuldan atılması."
"Özgür bahsetmek istemeyebilir," diye devam etmesine gerek olmadığını söylesem de "Gizli bir şey değil ki," diyerek omuz silkti. "İnternete yazsan çıkar zaten. Tabii bazı haberler farklı bazıları farklı anlatır. Abim ise hiç girmez o konulara, sorsan devletim bilir der kapar üzerini. O yüzden şaşırmıştım bu yasa dışı yarıştan falan bahsettiğinde." deyip kaşlarını kaldırmıştı, "Ay bak iyi hatırladık, abime de sormadım ben bunu. Gerçi sorsam da söylemez ki böyle bir şey varsa. Çok saçma. Acaba sen mi yanlış anladın, yasal olabilir mi?"
"Bilmiyorum ki, sadece araba yarışı olduğunu biliyorum. Yarın da bir tur oynanacak hatta," derken araya girdi, "Sen bu yeri biliyor musun?"
"Nasıl?"
"İşte gittiğiniz yeri, turnuva yerini, biliyor musun?"
"Hayır. Yani oldukça dönemeçli bir yol çıkıyorduk, sorduğumda bir şey tepesi demişti Aral ama nerede bilmiyorum."
"Ne tepesi? Hatırla hatırla, nerede olduğunu buluruz."
"Neden ki?" dediğimde sırıtarak sandviçinden bir ısırık aldı, "Gideceğiz, bir basayım da kendisini görsün."
"Saçmalama Özlem!" Aral, yarın müsait olmadığından bahsetmişti. "Direkt söyle Özgür'e, gitmek istersen götürür. Hem müsait olmadığını söylemişti Aral, olsaydı isterdim, giderdik."
"Yarışta müsaitlik mi olur kızım? Gidiyorsun oturup izliyorsun. Hem bu işte bir şey yoksa neden bahsetmesin abim bana, bu yönden düşün bir de?"
"Özelidir belki? Sen de Çağlar'dan bahsetmiyorsun." Sözlerimle sesli bir nefes verdi, "Bu kadar haklı konuşma Lila, gideriz, izleriz döneriz. Abime de orada sorarsam geçiştiremez hem, lütfeen..." diyerek uzattığında "Aral'a söyleyeyim, götürsün o zaman."
"Ya Lila! Bak böyle eğlencelere azıcık gizem katacaksın ki daha keyifli olsun. Dün abime söylesek o gerginliğin verdiği eğlenceden muzdarip olacaktık mesela ya da ben işe ondan habersiz başvurmuştum, öğrenince kızmadı ama o ana kadar nasıl heyecanlanmıştım bilsen! Bunlar diri tutuyor gençliğimizi, şimdi değilse ne zaman şımaracağız? Lütfen lütfen lütfen." diyerek ellerini birleştirip çenesinin ardına koydu, "Hem gittiğimizde karşılaşırız, bulamazsak ararız, lütfen."
"Tamam tamam... Şaman tepesi demişti." Kaşları inik söylediğim yeri düşünüyordu, "Ben de bilmiyorum, neyse, soruştururum biraz, benim el kol uzun, buluruz." diyerek keyiflenip önündeki kahvaltıya döndüğünde gözü koluma çarptı, "Lila,"
"Efendim?"
"Giderek morarıyor. Çok ağrıyor mu?" dediğinde bakışlarımı koluma çektim, dört çizgi şeklinde bir morarma vardı ama hissedilir bir ağrısı yoktu. Sadece dokunduğumda ya da yaslandığımda şiddetli bir ağrı giriyordu. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Beyaz tenli olduğun için sanırım, hassas bir cildin varsa hemen renk alır, benim de öyle. Sarıyım ya..."
"Sarı olman hâlâ şaşırtıyor,"
"Ya sarı birinin siyah kullanması çok zor zaten, ben ergenlikten boyuyordum da eski rengine döneceğim sanırım, çok sıktı siyah. Biraz da sarı takılayım. Sana da ışıltı falan attırsak mı?" diye sorduğunda gülümseyip başımı iki yana salladım, "Babam hoşlanmaz, Serila'ya onun gibi yapabilir miyiz diye sorduğumda böyle bir izin almadığını söylemişti. Babamla konuştuğumda da pek sıcak bakmamıştı."
"On sekiz yaşındasın, karışmaz bence artık. Zaten karışamaz da ne bilecek yokken?" O bilirdi, önceden ben de nasıl bildiğine şaşırsam da artık tahmin yürütebiliyordum. Tüm yaptıklarımı an be an haber veren birileri vardı, şimdi ise Dağkan Bey'di o biri. "Bilir o. Hiç gerek yok."
Konuşmamızı telefon bildirim sesi bölmüştü. Ekrana baktığımda Atalay'dan bir mesaj olduğunu gördüm.
Atalay: Selam güzellik, akşam için rahatsız ediyorum. Önemli bir toplantım çıktı, dokuz gibi bitmezse işim bir saat gecikebilirim. Sorun olur mu?
Lila: Hayır, sorun değil. Orada da buluşabiliriz?
Atalay: O kadar gecikeceğimi düşünmüyorum, haber veririm. En geç on buçukta alırım.
"Kim?" Özlem'in sorusuyla telefondan çektim gözlerimi. "Atalay, akşam gecikeceğini söyledi."
"Kaçta alacakmış?"
"En geç on buçuk gibi dedi."
"E iyi işte. Benim işim sekizde bitiyor, bana gelirsin birlikte hazırlanır çıkarız. Çağlar da o saatlerde gelir."
"Tamam ama alışverişe gerek yok, nasıl bir şey olacak ki gideceğim yer?"
"Ya genelde ev partisi yapıyorlar veya havuz başı falan. Hani günlük takılmalık bir parti. Bazıları kot altına topuklu giyip gidiyor, öyle örnek vereyim. Dün gece gittiğimiz gibi. Ama," diye anlatırken aklına bir şey gelmiş olacak ki gözlerini açarak bir iç çekiş sergilemişti. "Ay, bende birkaç elbise var sana göre!" Elimdeki kupayı alıp kenara koyarak "Kalk kalk," deyip çekiştirmeye başladı beni.
Odasına geçtiğimizde beni yatağa oturturken dolabı açmış karıştırıyordu. "Neredeler?" diye söylenirken bulmuş olacak ki çıkardığı lacivert elbiseyle bana döndü. "Tut!" Üzerime atarak tekrar önüne dönüp birkaç askı daha aldı eline. "İşte bunlar," diyerek üzerine tutmuştu hepsini.
"Kırmızı biraz fazla değil mi?"
"Yani..." diyerek göz gezdirip geri dolaba bıraktı. "Siyah, yeşil, lacivert. Bunlar gayet uygun." Gösterdiği elbiselere uygun bir elbisem vardı aslında. "Lacivert elbisene benzer bir lila elbisem var aslında," elimden alarak incelediğinde dudaklarını bastırdı. "Evet, lila tüle yakışıyor. Sen karar ver. Ya da bana fotoğraf at evdeyken. Akşam bana geleceksin zaten. Olmadı bunlardan beğendiğini giyer-" cümlesini bölen çalan telefonuydu. Arka cebinden çıkardığı telefonla "Abim," diyerek açmıştı. "Abi?" diye seslenip karşı tarafı dinledi. "Yarım saate çıkarız, Lila da benimle."
"Tamam tamam, söylerim, öptüm bye." Telefonu kapattığında neyi söyleyeceğini anlamamış, onun elindeki elbiseyi geri koyuşunu izliyordum. "Gurur abiyleymiş abim. Beni işe bırakacaktı, senin burada olduğunu söyleyince geliriz dedi."
Gözlerim açılırken alt dudağımı ısırdım, "Aral'la mı?!" diye tepki verdiğimde anlam verememiş olacak ki "Evet?" dedi.
"O mesajlara ne diyeceğim ben Özlem? Of!" Kendimi yatakta geriye doğru attığımda küçük çaplı bir gülüş işittim Özlem'den, "Ben biraz dağıttığımızdan bahsettim, üstü kapalı tabii, açık açık içtik Gurur abi diyemezdim ama sen dersin, çok kızarsa denedik öyle bir diye geçiştirirsin."
"Neden kızsın?"
"Pek hoşlanmıyor öyle şeylerden sanırım. Yani, Kaleli ailesi kullanmıyor, bir ara gündem olmuştu davetlerinde alkol ikramı olmadığı için. Abime sorduğumda kullanmadığını söylemişti."
"Ayaklı magazinsin Özlem," deyip gülerek doğruldum yatakta. Gerçekten her olay ondaydı. "Ne sandın kızım?! Soyadımızın prestiji olmasa gazetecilik okurdum vallahi. Neyse neyse, sen üstünü değiştirmek ister misin? Gece değiştirecektim ama hoşlanmazsın diye yapmadım. İstersen şimdi eşofman verebilirim?"
"Direkt eve geçerim ben, hiç gerek yok." dediğimde araya giren mesaj sesi benim telefonumdandı. Atalay'ı onayladıktan sonra konuşmamız bitti sansam da bir mesaj atmıştı.
Atalay: Ne yapıyorsun şimdi? İşin var mı?
Atalay: Öğleden sonrası için bir teklifim var da...
Lila: Özlem'deyim, birazdan eve geçeceğim, işim olduğu söylenemez.
Lila: Teklif mi?
Atalay: Süper!
Atalay: Bizimkilerle toplanacağız, saat iki gibi, gelmek ister misin?
Atalay: Ne zamandır davet etmek istiyordum fakat uygun bir zaman bulamamıştım.
"Özlem," Atalay'ın mesajıyla ona seslenerek yataktan kalktım. "Hı?" diyerek tepki verdiğinde odadan çıkmak için işaret de vermişti. Mutfağa dönerken "Atalay mesaj attı," diyerek direkt konuya girdim. Yeni insanlar tanırken Aral'sız ya da Özlem'siz olmak beni bir miktar geriyordu, haftalar geçse de alışamamıştım. "Arkadaşlarıyla toplanacaklarmış, gelir misin diyor."
"İstiyorsan git aşkım?"
"Arkadaşları nasıl?" dediğimde masanın üzerindekileri topluyordu. Kalçamı yaslayıp ona doğru çevirdim duruşumu. Kaşları inik bana baktı, "Anlattığım olay yüzünden mi soruyorsun? Öyleyse için rahat olabilir, dediğim gibi o tarz birini okulda barındırmazlar. Arkadaşlar dediği de Görkem falandır, git bence. Hem parti öncesi ısınırsınız." Anlattıkları huzursuz etse de Atalay'ı şu süreçte tanıma fırsatım olmuştu, öyle biri olmadığından emindim. Yine de tanımadığım bir ortama onlarsız girerken pek rahat olamayacak olsam da bir mesajla onayladım. İnsanları geri çevirmek kaba olabilirdi.
"Tamam dedim." Tabakları ve kupaları kaldırarak ona yardım etmeye yeltendiğimde elime uzandı, "Nerede buluşacaksınız?"
"Beni almayı teklif etti ama Kaleli Malikanesi uzak kalıyor merkeze, gerek olmadığını söyledim, konum atacak."
"Zaten malikaneye izinsiz giriş yasak değil mi?"
"Nasıl?"
"Yani bir Kaleli'nin izni dışında araziye giriş yasak diye biliyorum. Hem oldukça soylu hem de askerî olarak önemli bir aile, böyle bir eve bir zahmet elini kolunu sallayan giremesin."
"Bilmiyorum ki, haberim yok böyle bir şeyden. Dağkan Bey'in asker olduğunu da daha dün öğrendim." Mutfaktan çıkıp salona ilerlerken bana dönmüştü, şaşkınca. "Harbiden mi?"
"Evet, ne iş yapıyorsunuz diye sormayı hiç düşünmemiştim. Sanki herkes babamla benim gibi sanmaktan..." Koltuğa geçtiğimde ceketimin başlıkta olduğunu gördüm, birazdan gelirdi Aral. Üzerime geçirip daha rahat bir konumda oturduğumda Özlem de yanıma yerleşmişti. Gülümsedi, "Sen nasıl benim sarı olduğuma hâlâ şaşırıyorsan bazen ben de babanın seni bu kadar saklı tutmasına şaşırıyorum. Hadi seni her şeyden bir haber yetiştirmesini geçtim, sınavlara hazırlandırması, her aktiviteyi yapmanı istemesi, tıp kazandırması, beslenme kontrolü... bir yandan soyutlarken bir yandan her şeyi bilmeni istemesi, garip gibi?"
"Öyle ama sormayı bir kenara bıraktım, o gelene kadar cevapsız kalacak hepsi, yorulmaktan başka bir şey geçmiyor elime." derken kaçan çorabımla uğraşıyordum, aklıma gelen şey ile duraksadım. "Bunu," bacağımı işaret ettim, "Aral sormaz mı?" Neyi kastettiğimi anlayıp başını olumsuz anlamda salladı, "Şunu giyen neredeyse tüm kızlar gün ortası buna mahkum kalıyor. Geçen gün kafede hatırlamıyor musun beni? Çok dikkat çeken bir durum değil, normal ama..." sağ koluma götürdü bakışlarını, ceket olduğu için görünmüyordu morluk. "Kolunu gördüğünde sorar sanırım. Eğer sorarsa anlatabilirsin, anlatma dedim diye yalan söylemeni istemem."
Başımı olumsuz anlamda salladım, "Sorun yok, zaten uzun kollu giyiyorum." diye söylerken ayağa kalkıp birkaç adım attı, "Ağrı kesici içmedin, başın nasıl? Bekle getireyim." diyerek mutfağa yöneldiğinde eş zamanlı kapı çalmıştı. "Abimdir! Baksana..." Özlem'in sesiyle dış kapıya ilerleyip açtığımda tahmin ettiği gibi Özgür'le karşılaştım. "Mor Kız!"
"Özgür? Aral gelmedi mi?" diyerek ardına bakındığımda içeri girerken saçlarımı karıştırmıştı. "Ayıp ulan, insan önce hoş geldin der. Hoş geldim Mor Kız." diyerek sırıttığında bozduğu saçlarımla geri çekilirken kaşlarım inse de gülümsedim. "Hoş geldin..." Onu incelediğimde alnında küçük bir kızarıklık gördüm. "Aral dışarıda, seni bekliyor." Bu sırada Özlem bize doğru elinde bir bardak su ve ilaçla gelmişti. Bir büyük paket uzattı yanında. "Lila bir elbise altına bunlar çok hoş olur, dene." diyerek elime tutuşturduğunda içine göz gezdirdim. Mini topuk bir ayakkabıydı. "Teşekkür ederim, yürürken sana video atacağım!" dediğimde kahkahayla cevap verdi.
Avucundaki ilacı ve suyu uzattığında içerken "Ne iş?" diye soran Özgür'ü "Sonra anlatırım." diyerek geçiştirdi.
"Ben çıkayım o zaman," derken etrafa bakındığımda çantamı uzattı Özlem. "Teşekkür ederim, görüşürüz akşam."
"Ulan akşam da mı berabersiniz? Bir ayrılın anasını satayım."
"Annemin yanında da satsana abiciğim..." tek kaşını kaldırmaya çalışarak sırıtan Özlem'le, Özgür gözlerini kısıp "Abiyi tehdit ha?" diyerek kolunu Özlem'in boynuna sardı. "Çocuğu bekletme Mor Kız, götü başı donduracak." dediğinde onlara gülümserken botlarımı giyerek dışarı adımladım, "Görüşürüz."
Sonbahar garip bir mevsimdi. Eylül ve Ekim arası bazen soğuk, bazen sıcak oluyor ve havanın dengesine yetişemiyordum. Düşüncelerim gibi dengesiz bir aydı. Öğle vakti olduğu için güneş kırmıştı havanın soğuğunu, ceket ne üşütüyor ne de sıcaklatıyordu.
Dışarı bakındığımda Aral ardına yaslanmış kolları göğsünde buraya bakıyordu. Önceden sorulsa olmaz herhalde diyeceğim siyahın tonu mu olur sorusuna, onun göz rengi ve kıyafet seçimlerinden sonra cevabım tam tersi olurdu. Göz rengi gündüzleri açıkken geceleri daha koyuydu, kıyafetlerinde de genelde siyahın ya da koyu yeşilin tonlarını kullanıyordu.
Yanına adımlarken yüzündeki yumuşak ifade bacağıma takıldığında kaşları çatılmış, meraklı bir hâl almıştı ya da benim kuruntumdu. Çünkü ben görsem kesinlikle ne olduğunu merak ederdim. Bakışları beni bulduğunda pek oralı olamamıştım, yanına ulaştığımda ne diyeceğimi düşünüyordum. O mesajlardan sonra yüzüne bakmak oldukça zordu.
"Selam," Onca saçma sapan düşüncemden sonra ilettiğim tepkinin bir gülümseme ve bir kelime olması ne kadar da komik olduğumu gösteriyordu sanıyordum ki?!
"Selam... Direkt eve geçmek istersin diye düşündüm," derken bineceğim kapıya yaslandığı için doğrularak kapıyı açtı. İçeri geçtiğimde biner binmez emniyet kemerimi takmıştım, konuşmaya girince unutuyordum. Yanıma geçtiğinde devam etmişti, "Ama istersen salona geçebiliriz ya da götürmek istediğim bir yer var,"
"Salon?" diye sorarca ona döndüğümde cevaplamasına gerek kalmadan anlamıştım. Bugün gitmeyiz sanıyordum. "Ha, spor salonu... Götürmek istediğin yer?"
Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı, "Sınav hediyesi demedik mi?" Evet, demiştik. Öylesine, alayla demiştik ama. Ayriyeten başkasına söz vermiştim, kabul edemezdim.
"Şey," Çantamı kucağıma çekerken dudaklarımı ıslattım, iki oluyordu bu. "Atalay buluşmak istemişti de, öğleden sonra..." ona baktığımda bendeydi gözleri, birini geri çevirmek beni çok zorluyordu gerçekten. Üstelik her zaman Aral'a denk gelmesi hiç hoş değildi. "Yani, gitmesek olur mu bugünlük?" Bir solukta söyleyiverdim.
Umarım yanlış anlamazdı, onunla vakit geçirmeyi çok seviyordum, itiraf edecek olsam hiç işi olmamasını ve her zaman birlikte olmak istediğimi de söylerdim ama denk geliyordu. Kırıcı Lila...
Sorumla bir tebessüm edip "Olur," demişti. Devamını bekliyordum ama sadece onaylayarak yola çıkmıştı. Onu kırdığımı düşündüğümden öyle olmadığını söylemesi içindi bu beklentim büyükçe bir ihtimal.
Tırnaklarımla oynamak pek huyum değildi ama ortama aşıladığım gerginlik yüzünden şu an huy edinmiştim.
Kucağımda, parmaklarım ve tırnaklarım arasında gidip gelirken çorabıma takıldı gözlerim, "Nereye takıldığını bilmiyorum, kaçıvermiş." diyerek ortamdaki sessizliği giderdim.
"Bu da doğum izi değil, yani doğduğumdan beri varmış ama ben. Dün gece de telefonum kapalıydı," gülesim gelmişti, dudağımın bir kenarı kıvrıldı, "Onun da niye kapalı olduğunu bilmiyorum, yanlışlıkla kapattım sanırım, ondan aramanı görmedim." Amacı yoktu söylediklerimin, tek yaptığım boştu.
"Biliyorum." Hangisini?.. Tebessüm etti. "Dün söyledin."
"Neyi?"
"Yanlışlıkla kapattığını." Mesaj konusunu atlasak olmaz mıydı? Olmazdı, ayrıca sorun etmişe de benzemiyordu. "Mesajları da yanlışlıkla atmışım bence." dediğimde gülmüştü. "Sanmıyorum."
"Kızdın mı?"
"Ne için?"
Omuz silktim, "Mesajlar, o saatte saçma sapan şeylerle rahatsız etmişim..."
Yolu izliyordu, ben de tepkilerini anlamak için onu izliyordum. Tebessüm etti, "Hayır, tatlıydı." demesini beklemiyordum. Kısık çıksa da sesi duymuştum.
Hemen ardından "Yani," diyerek bana değip tekrar önüne döndü gözleri, "Rahatsız etmedin, saçma sapan değildi, saat kaç olursa olsun arayabileceğini söylemiştim, sorun yoktu."
Haklıydı, bazen çok ince düşünerek abartıya kaçıyor olabilirdim sanırım. Özellikle Aral bir şeylerden rahatsız olmuyordu hiçbir zaman, en azından ona karşı rahatsızlık verdiğim hissini törpülemeliydim.
Devamında gelen sorusuyla sesindeki acelecilik meraka dönüşmüştü. “Peki dizine ne oldu? Yani dikiş izi…”
İstemsizce dizimdeki ize kaydı bakışlarım, fark etmesini beklemiyordum, siyah çorap ince de olsa biraz gizliyordu. “Doğum günüm yaklaştığı için bir elbisemi arıyordum, babam da yoktu. Dolabın üzerine attığımı hatırlıyordum,” bir kıkırtı kaçtı dudaklarımdan, “Meğerse rüyamda görmüşüm. Yukarıya tırmanırken olmuştu.” Trajik bir kaza mı bekliyordu bilmiyorum ama komikti bence. Yani o zamanlar trajikomikken şimdi komik…
Gülerek başını iki yana salladı, “O zaman da cadalozdun yani…” mırıldansa da işitmiştim cümlesini.
Yapmacık bir şekilde kaşlarımı çatarak dudaklarımı araladım, “Terbiyesiz A Plus! Sensin o.” dediğimde gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
Kırmızı ışıkta durduğunda bir süre etrafına bakınıp göz ucu tekrar bana değdi, "Kaçta buluşacaksın, nerede?.. Arkadaşınla."
"Nerede bilmiyorum, konum attı ama iki gibi buluşacağız. Sanırım birkaç kişi olacağız, arkadaşları da olacak." dediğimde başını sallayarak onayladı. Başımı arkaya yaslayıp ona döndüm, yol ve onun arasında gidip gelen bakışlarım alışkanlık edinmişti, hobi gibi izliyordum. Özlem'in verdiği ilaç etki etmiş olacak ki ağrım da kalmamıştı.
Aklıma gelen soruyu sormak istedim, onun düşüncelerini merak ediyordum. "Alkol... Özlem mesaj nedenini açıklamış gece sana, alkole kızdın mı?" Sorumu bekliyor gibi bir tavrı yoktu, neden sorduğumu düşünüyor olacaktı ki duraksamıştı.
"Alkolden hoşlanmasam da sana karışma hakkım yok Lila, erişkinsin. İlk başta denemek istesen belki engel olurdum çünkü fikrin olmadığı bir konuda bilinçsizce tüketmen doğru olmazdı. Fakat artık çoğu şeyin farkındasın ve ne yapacağını biliyorsun,"
Tayfun abi ve babam gibiydi, bir şeyler anlatırken uzun uzadıya izliyordum onu, seyir zevki veriyordu.
Konuşmasını dinlerken bana çevirdi yüzünü, "Hatta böyle bir isteğin olursa benimle paylaş. Denemek istediğin bir şey için kızacak değilim."
Evet, doğruydu, kızmıyordu. Özlem'in abisine olan çekincesini örnek alıp Aral'la aramdaki ilişkiye entegre ediyordum sanırım.
"Ki herhangi bir konuda kızacak bir hak görmüyorum kendimde, sadece hoşuma gitmeyebilir, o kadar. Buna babam ya da herhangi biri de dahil, kimsede seni azarlayabilecek bir hak yok."
Görmese de başımı salladım. O, Tayfun abi ya da babam değildi, haklıydı. Sadece hak görmüyorum demesi şaşırtmıştı, neredeyse Tayfun abi gibi yakın olmuştuk onunla. Ben bir konuda ona kızacak hakkı bulurdum kendimde, çoğu şeyini benimle paylaşması bu konforu vermişti bana. Ya da ben abartmıştım. Abartı Lila...
Eve yaklaştığımızı yollardan anlıyordum artık, tanıyordum. "Aral," diyerek ona döndüm, "Buraya izinsiz girilemiyor mu?" Sorumun amacını anlaması için peşi sıra "Yani Özlem'i davet ettim diyelim ya da yanıma gelmek istedi, gelemez mi?" diye de ekledim.
"İzinsiz giriş yasak ama Özlem'in izni var, istediği zaman gelebilir."
"Gerçekten mi? Daha önce geldi mi ki?"
"Hayır. Senin için gelmek isteyebilir."
Avluya girmiştik bu yüzden devamını getirmeyip onaylamakla yetindim. Kemerimi açarken "İşin var mı? Gelecek misin eve?" diye sorduğumda saatine bakmıştı. Bilekliğe takıldı gözüm, hâlâ kopmamıştı. "Birlikte çıkarız," dediğinde hızlıca başımı sallayıp indim arabadan.
Bir anda indiğim için rüzgar eserken titremiştim, ceketin kollarını avuç içime iyice çekip birbirine doladım ve arabadan inen Aral'ın koşturur gibi yanına gittim. "Duş alacağım, sonra da hazırlanırım hemen çıkarız. Ama ondan önce sıcak çikolata içelim mi?"
Ekişlerimden sonra bir teklifle en azından gönül almam gerekirdi, gülümseyerek reddetmesini en aza indirgediğimde tek kaşı kalkmıştı, "Geçiştiriliyorum..."
Dudaklarım aralanırken bir anlık duraksasam da tekrar yetiştim adımlarına, "Hayır Aral ya! Ondan değil, gerçekten istiyorum, bak gündüz çok canım çekmez normalde değerini bil, lütfen..."
Gülerken açtığı kapıyla eli sırtımı bulmuş ve önden geçmemi sağlamıştı, "Şaka yapıyorum, içeriz." dediğinde aceleyle ona döndüm, "Süper! O zaman," derken araya yanımızda beliren Zahit Bey girmişti. "Gurur Bey," tebessümü yüzünde kalan Aral ona baktı, "Dağkan Bey evde yoklar,"
Anlayışla başını salladı Aral, "Biliyorum biliyorum, haberim var Zahit abi. Biz de bir saate çıkacağız." Zahit Bey, beni bazen geriyordu. Şimdi de bir tık durulmamı sağlamıştı ama Aral'ın tebessümünde bir azalma görmediğim için bunu da görmezden geldim.
"Bir saat mi? Daha duş alacağım, yavaş ol Aral," derken onu geride bırakıp merdivenlere yürüdüm, "Ya da ben hızlı olayım, gittim!"
Önüme dönüp hızla merdivenleri çıkarken "Yavaş, dikkat et!" dediği temkinleri duymazlıktan gelip nihayet odama girebilmiştim.
Bir gece dahi uzak kalmak gerçekten yoruyormuş insanı, ceketimi çıkartıp banyoya yöneldiğimde anlamıştım. Buraya ilk geldiğimde de aynı yorgunluğu hissetmiştim odamdan uzak kaldığım için. Vücuduma çarpan sıcak suyla gevşeyen kaslarım dünden beri nasıl sıkıldığını da sergiliyordu.
Yaklaşık yarım saat su altında kaldığımda yüzüm kızarmış şekilde çıkmıştım. Onu yatıştırabilirdim ama kolumdaki morluk için aynı şeyi söyleyemezdim. Anın verdiği stresle birlikte bu kadar kötü olacağını düşünmemiş ve o an adamın tutmasıyla ağrısa da geçiştirmiştim. Pekâlâ ufak tefek yerlere çarptığımda da moraran bir cildim olsa da bu kadarını beklemiyordum. Neslim Hanım'dan bir krem istesem iyi olacaktı.
Mutfağa indiğimde Neslim Hanım bir dolaba bakınıyordu. "Kolay gelsin!" Anlık girişimi beklemiyordu ki dolap rafında olan bir eline diğer eli de eklenmiş ve düşüreceği şeyi tutmuştu. "Ay, sağ ol Lila Kızım. Kusura bakma dalmışım."
"Fark ettim, ne yapıyorsun?" diyerek yanına adımladım. "Kupalar ve bardakların yerini değiştiriyordum, sen de genelde kupaları kullandığın için alta alayım dedim, kolay erişirsin."
"Ya... teşekkür ederim. Ben de tam sıcak çikolata yapmaya gelmiştim! İki kupa alabilir miyim? Aral'a da,"
Genelde desenli kupalardan birini veriyordu Neslim Hanım bana, Aral'ın ise siyah bir kupası vardı, her zaman onunla içerdi. İçtiği kahve markasının bir kupası olduğunu tahmin ediyordum çünkü üzerinde yazan isim ve sembol de aynıydı.
"Tabii..." diyerek uzattığı kupaları aldım. Dolaptan çıkardığım sütü cezveye koyarken işini bitiren Neslim Hanım'a seslendim. Bakışlarını bana çevirdiğinde "Morluklar için bir krem var mı evde?" diye sordum.
"Evet, var Lila Kızım. Hayırdır inşallah, bir yerini mi çarptın?"
"Yok yok, yani sayılır, kolum için." Süt ısınırken çikolatayı kupalara koydum, "Bir bakayım istersen, kür de hazırlayabilirim?"
"Hiç gerek yok, krem yeterli." dediğimde, "Sargı bezi getireyim mi?" diye sordu. Kolumu sıyırıp parmağımla dokundum, ona işaret etmek için. "Bak, sadece morluk. Biraz krem sürdüm mü yeter izin hemen geçmesi için çünkü çok ağrı yok." Gözleri kolumda gezindiğinde kaşları indi, "Bu nasıl oldu?" diyerek yüzüme çıkardı sorgulayan bakışlarını.
"Önemli bir şey değil,"
"Estağfirullah, ondan sormadım, haddim değil. Sadece... Gurur Bey'in ya da Dağkan Bey'in haberi var mı bundan?" diyerek bileğimi tuttuğunda geri çektim. "Yok ama,"
"Sorgulamak değil amacım Lila Kızım, kusuruma bakma. Pek bir yere çarpmış gibi bir morluk değil bu, ondan soruyorum. Bence bildirsen iyi olur."
Kaynayan süte dönüp taşmadan altını kapattığımda bardaklara pay ederken, "Sorun yok, gerçekten. Merhemle geçer gider." dedim.
Dağkan Bey'in onaylayacağını pek sanmıyordum dün geceyi ama Aral'la paylaşmakta bir çekincem yoktu, sadece Özlem bahsetmemi istemediği için geçiştiriyordum. Yine de Neslim Hanım ısrarcı bir tavır içerisindeydi.
"Ne geçer?" sorusu mutfağa giren Aral'dan gelmişti. Neslim Hanım'la göz göze geldiğimizde dudaklarını birbirine bastırarak başını eğmişti. Gülümseyerek karşılık verdiğimde kendisine, çıktı mutfaktan.
Tezgaha dönüp kupaları alarak orta tezgaha geçtim, "Hemen çıkacak mıyız?"
Sorusunu cevaplamadan soru sormak hoş değildi ama nedensizce kaçıyordum.
"Sen nasıl istersen." diyerek karşıma geçti. "Bir yerini mi yaraladın? Merhemle geçer diyordun."
Gereksiz yere kendimi sıkıyordum. Kolumu işaret ettim, kapalı olsa da. "Kolum morardı da o yüzden merhem istemiştim."
Kaşları inse de tebessüm etti, "Yine bir yerlere mi çarptın?"
Omuz silktim, "Sayılır."
"Sayılır?"
"Yani evet." dediğimde tebessümü yarıda kesilmişti. Kaşları bu sefer çatılmıştı. Gözleri şüpheci bir hâl alırken koluma baktı, "Bakabilir miyim?"
"Boş ver,"
"Lila, lütfen." Bir nefes çekip elimdeki kupayı yana doğru bırakıp kolumu sıyırdım. Önündeki kupayı kaydırdığında elimi ona doğru uzatmıştım. Gördüğünde yüzündeki yumuşak çizgiler yok olmuş, öfkeyle gözleri kısılmıştı. Bakışlarını bana çıkardı, "Bunu kim yaptı?"
Aral'ın ani sorularına alışık değildim. Bir anda sorduğu bu soru da çok düz çıkmıştı ondan, ses rengini anlamlandıramadığım gibi anlatmadan önce birinin yaptığını bilmesi de şaşırmama neden olmuştu.
Gözlerimi ondan koluma çektiğimde "Bilmiyorum, önemsiz zaten, hallettim ben. Biri yapmamıştır." diyerek nasıl geçiştireceğimi bilmeden öylece söylendim.
Ayaklanırken tekrar yineledi sorusunu. "Alelade bir morluk değil bu Lila, parmak izi olduğu apaçık ortada. Bunu, kim yaptı?" Yüzü oldukça soğurken, "Lila dün gece neredeydin?" diyerek sorusunu değiştirmişti.
Belli ki dün gece olduğunu hemen anlamıştı. Doğal olarak tahmin edebilirdi, dün spor salonunda bir şeyim yoktu.
Yine de bu kadar gerileceği bir durum söz konusu değildi, hem Özlem'le halletmiştik hem de sonradan Çağlar dahil olmuştu. Bilmediği için belki de aklında birkaç senaryo kurmuş olabilirdi.
Ona yalan söylemem rahatsız ettiği için pek gözlerimi ona çıkaramasam da arada kaçamak bakışlar attım. Dudaklarımı ıslatarak gerginliğini azaltması için direkt konuya girmek istedim ama "Özlem'le dışarıya çıkmıştık," diye gevelediğimde pek başarılı olamadım.
"Yani, dün sınav geçtiği için eğlenmek istedik, Nova diye bir mekana gitmiştik, orada bir tartışma yaşandı," diye anlatırken cümlem asılı kaldı. "Merhem sürmeyi unutma, seni Rıza bırakacak." diyerek mutfak kapısına doğru gittiğinde peşinden "Aral," diye seslendim.
Soğuk çıkan sesinden ve sıktığı dişleriyle belirginleşen çehresinden sinirlendiği anlaşılıyordu. Yalan söylemem hoşuna gitmemiş olabilirdi ama konuşmadan gitmesi de hoş değildi.
Yanına gittiğimde alıngan bakışlarımı dizginleyemiyordum bu yüzden yüzünde değil de göğsündeydi bakışlarım. "Yalan söylemek istemedim, sadece,"
Sesli bir şekilde nefes aldığını işittim, "Lila," diye araya girdi. "Şu anki sinirim sana değil. Elbet nedenin vardır, olmasa da sorun değil. Yine de tabii ki konuşacağız, sadece şimdi gitmem gerekiyor. Yalan söylediğin için ya da sana sinirlendiğim için gitmiyorum,"
"O zaman konuşabiliriz? Yanlış anlamanı istemem." dediğimde bir müddet duraksayarak beni süzdü, koluma takılan gözüyle tekrar sesli bir nefes verdiğinde gözlerini kapatmıştı.
Tepkilerine pek anlam veremiyordum, onu sinirli ya da gerginken görmemiştim, neye ne için tepki gösterdiğini anlamam zordu.
"Tamam," deyip başını salladı. "Tamam. Geç hadi, merhem getireceğim." diyerek bana tezgahı işaret edip mutfaktan çıktı.
Birkaç dakika sonra geri döndüğünde yanıma oturmuştu. Tezgaha koyduğum kolumu kendine doğru uzattı.
"Aslında söyleyecektim, hatta gelmeni de isterdim ama söylememem gerekti. Özgür'e söylersin diye. Yani, ben söyleme desem söylemezdin bence ama işte Özlem istemediği için yapmadım."
Ben anlatırken merhemi koluma sürmüştü bile. "Özgür biraz sıkıyormuş Özlem'i. Gece kulübüne falan gittiğinde illa o da oluyormuş ya da birilerini gönderiyormuş. Şey," deyip duraksadım ve bakışlarımı gözlerine çıkardım, anlattıklarım gerginliğini almışa benzemiyordu. Özlem gibi, sır vereceğim için hafif öne eğildim ona doğru. "Özgür'e söyleme tamam mı bu söyleyeceğimi? Hatta söz ver,"
"Konunun ne olduğuna bağlı."
"Ya Aral! Lütfen..." dediğimde başını salladı, yerimde kıpırdandım suç işlemiş gibi, oysa Özlem de zorda kalmanı istemem, anlatabilirsin demişti. Rahat olmalıydım.
"Özlem'in sevgilisi var." Bir çırpıda söylediğimde tepkisini görmek için onu süzdüm ama aynıydı ifadesi. "İşte sevgilisi var, o da gelecek diye söylemek istemedi, abisine söyleyemiyor, çekiniyor. Bir de daha yeni, öylesine bir şeyse anlatmak istemiyor diye şey yaptı. Yaptık yani. Zaten gittik, birkaç saat kaldık döndük." Omuz silktim, "Öyle işte," kolumdakine değinmemiştim, tatsızdı.
"Bak Prenses..." bazen alaylı konuşmalarımızda bazen de çok ciddi konuşurken ortamı ısındırmak için söylüyordu bunu. Başlarda sinir bozucu olsa da aramızda bir eğlenceydi ve rahatsız etmiyordu.
Şaşırdığım bir noktaysa nadiren de olsa Atalay ya da tanıştığım yeni kişiler ima ettiğinde rahatsız olurken ondan olmuyordum, sanıyordum ki alışmıştım.
"Evet sana karışmakta ya da sinirlenmekte kendime hak görmüyorum ama nerede olduğunu doğru bir şekilde paylaşabileceğin samimiyette olduğumuzu düşünüyorum,"
"Evet öyle, bence de,"
"Dün gece tavırlarından bir şeyler olduğu anlaşılıyordu ama gece değil de dün sabahla ilgilidir diye düşünmüştüm. Özel, anlatmak istemediğin bir konu. Hatta paylaşabileceğini düşünsem de nereye gittiğini söylemek istememek de senin tercihin. Bunun için sana kızamam, sadece yalan söyleme ya da beni yanıltma, bu isteğim senden. Ve yanınızda kim olursa olsun," kolumu işaret etti. "Böyle bir durumda bana haber ver. Tabii nerede olduğunu bilsem bunların hiçbirinin yaşanmayacağını garanti edebilirim sana bu yüzden de bilmek isterim, o ayrı."
Bir şey söylemek için dudaklarımı araladığımda ekleme yaptı. "Ayrıca kızgın ya da sinirli değilim sana karşı. Kızsam bir sonraki defa da çekineceksin, bunu istemem."
Tekrar ayaklandığında tek yaptığım onu izlemekti. "Şimdi gitmem gerekiyor, Rıza seni bırakacak."

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.96k Okunma |
264 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |