

"Selam."
Arabadan indiğimde bir mekanın kapısında tebessümüyle bana doğru bakan Atalay'ın yanına varırken seslenmiştim. "Selam güzellik, hoş geldin." diyerek birkaç adımla bana geldiğinde tek taraflı bir sarılma geçmişti aramızda. Onunla bu selamlaşma rutin olmuştu. Arkasındaki mekanı süzdüm, "Burası neresi?"
"Stüdyo." dediğinde kaşlarım inik ona baktım. Bir müzik grubunun olduğunu söylemişti ve arada stüdyodayım diye bahsediyordu ama böyle bir yer olduğunu düşünmemiştim. "Kafeye benziyor," diye söylendiğimde sırıttı, "Stüdyo arka planda. Stüdyo kafe diyebilirim. Hadi gel, daha fazla dışarıda durma, seni bizimkilerle tanıştıralım." diyerek eli belimde beni öne doğru ilerletip kapıyı açmıştı.
İçerisi kalabalık değildi, hatta sadece bir masada bir grup oturuyordu ki onlar da Atalay'ın bahsettiği arkadaşları olmalıydı. Özellikle gözüme çarpan iki kişi vardı. Biri Görkem'ken diğeri bakır saçlı kıvırcık kızdı, bu kızı üniversiteye gittiğim ilk gün de görmüştüm, Özgür'ü sormuştu. İsmini hatırlıyordum, Nisa'ydı.
Yanlarına ilerlediğimizde hepsi bize dönmüştü, karşımızdan elinde iki bardakla gelen biri daha vardı, "Aha, Lila mı o? Şükür kavuşturana." diyerek yanımıza geldi. Bir bardağı kendi tarafına koyduğunda diğerini de boş olan yere koymuştu. Beni tanıması şaşırtmıştı, Atalay'a baktığımda gülümsedi, "Salih. Daha önce bahsetmiştim, oradan tanıyor." diyerek biraz önce Salih'in içeceği koyduğu boş yeri gösterdi, "Geç hadi," deyip beni oturtarak yanıma geçmişti.
"Hoş geldin Lila," diyen kız elini uzattı, hemen yanımda oturuyordu. "Melisa ben, belki daha önce görmüşsündür Kıralan'da." dediğinde onu süzdüm. Kumral saçları ve mavi gözleriyle hoş bir kızdı, sağ kirpiği anlayamadığım bir beyazlıktaydı. Kar beyazıydı. Görseydim kesinlikle unutmayacağım bir siması vardı. Sanırım etrafımdaki insanlara pek dikkat etmiyordum, kendisini hatırladığım söylenemezdi.
"Belki." diyerek tebessüm edip karşılık verdim, evet desem yalan olurdu. Aral'la geçen tatsızlıktan sonra bir şeyleri uydurmamam iyi olurdu, her ne kadar bana sinirlenmediğini söylese de apar topar gitmişti.
"Kız nereden hatırlasın Mel, kabul et dikkatleri üzerine çekemiyorsun." deyip sırıtarak araya girmişti bir çocuk, Melisa ona yüzünü ekşiterek baktı. "Erim," diyerek elini uzattı o da. "Mekanın sahibi." diye de eklemişti.
"Hassiktir oradan!" diyerek ensesine vuran Salih,"Elli biri benim oğlum." demişti alayla. Sırıttı Erim, "Olsun, abinin malı da kardeşinindir." dediğinde Salih orta parmağını göstermişti.
"Salih ve Erim kardeş, stüdyo da onların. Ondan bu kavgaları." diyerek arada geçen diyaloğa açıklık getirmişti Melisa.
Görkem "Ben tanınıyorum zaten." deyip el kaldırdı, onunla Kıralan'da birkaç kere aynı masada bulunmuştuk Atalay'dan dolayı. Tanıştırmıştı bizi ama pek diyaloğumuz olmuyordu, sanırım Özlem'in bahsettiği konudan sonra biraz geri duruyordum ondan, istemsizce.
Nisa'nın ise pek sesi çıkmıyordu, ona baktığımda alt dudağını ısırırken masada geziniyordu gözleri. "Nisa'ydı değil mi?" diyerek dikkatini çekmek istedim. Yüzünü bana kaldırıp baktığında Atalay kaşları çatık araya girdi, "Siz tanışıyor musunuz?"
"Hayır," diye araya girdi Nisa. "Yani karşılaşmıştık sadece, fakültede, o kadar."
"Nisa kuzenim, Lila." dediğinde Atalay, kaşlarım havalanmış ona dönmüştüm. Şaşırmıştım. Özlem'in bahsettiği kız Nisa mıydı? Onu Özgür'ü ararken tanıdığım için geçiştirmiş olabilirdi, Atalay'la araları iyi olmadığına göre bunu açıkça belirtmek istememişti belki de. "Şaşırdım, kuzenin olmasına..."
Gözleri bende gezinirken tebessüm etti. Özlem'in söylemlerinden sonra bakışları dikkatimi daha çok çekiyordu sanırım. Pek dikkatli baktığını görmemiştim ya da dikkat etmediğim için görememiştim. "Şaşırman normal, prenses yeni yeni keşfediyor." dediğinde bir yakınının olmasına şaşırdığımı sanmıştı. Oysa kuzeni olmasına değil, Nisa'nın kuzeni olmasına şaşırmıştım. Aral'la atlatmıştım öğrenilmesi gereken şaşkınlıkları. Yine de bozmadım.
"Harbi Lila, Atalay anlattığında çok şaşırdık. En az senin her şeyi yeni yeni öğrendiğinde verdiğin şaşkınlıklar kadar." Gülerek araya girdi Salih, Erim ise dirseğiyle kolunu uyardı Salih'in. "Oğlum belki herif kıza bahsetmedi anlattığını, ne dökülüyorsun!"
"Ne olacak amına koyayım devlet sırrı mı? Kız rahatsız olsa önceden uyarır anlatma diye,"
"Kızın tanıdığı insan sayısı bir elin parmağını geçmez, birilerine bahsetmesini mi düşünecek anasını?" Ben yokmuşum gibi konuşmaları komikti. Gülümseyerek aralarına girdim, "Sorun değil Erim, Salih de haklı. Hem gizli olsa kimseye bahsetmem, pek anormal bir şey olduğunu düşünmüyorum."
"Ay tabii, sen şimdi işin içinde olduğun için çok farklı gelmez sana. Dışarıdan görsen çeker ilgini. Mesela ben duyunca ne senaryolar kurdum kafamda duysan, bir gün bana babandan bahsetsene hatta! Ben kurgu falan karalıyorum da tam da konunun üzerine düştün, çok iyi oldu!" diye sıralayarak konuşan Melisa'ydı. Özlem gibi heyecanla konuşuyordu her cümlesinde. Sanki yıllardır görüşüyormuşuz gibi samimiyetleri de ayrıydı, herkes böyle olsa sanırım yabancı diye bir terim kalmazdı dünyada.
"Feriştahını siktiğimin ibnesi!" duyduğum öfkeli sesle masadakilerle birlikte yanıma döndüğümde Görkem, "Geldi babba...." diyerek mırıldanmıştı.
Bir çocuk, kızın elinden tutmuş buraya geliyordu. "Amına koyduğumun piçi!"
Masamıza yaklaştığında herkesin gözü ondaydı, yandan bir sandalye çektiğinde kıza "Otur," diyerek kendisi de yanına geçmişti, "Ulan orospu çocuğunda azıcık şeref olsa siktirip kaçmaz ha! Ama aldım plakayı, o lastikleri götüne sokacağım." diye masadakilere söyleniyordu.
"Salak mısın ya? Ben el salladım durdu çocuk, abartma." Yanındaki kız söylemişti bunu.
"Ulan siktiğimin herifine sen niye el sallıyorsun?!"
"Yine neyin kafasındalar acaba?" diye söylenerek göz deviren kişi Melisa'ydı. Söylentisi her zaman böyle olduklarını gösteriyordu. "Bu o kafalara giriyor valla, benlik değil." diyerek yanındaki çocuğa baktı, kız. "Arabasını beğendim salladım var mı? Sana ne?"
Dehşete düşmüş yüz ifadesiyle kıza bakan çocuk ellerini öne doğru açtı, "Yavrum sikik doblonun neresini beğeniyorsun amına koyayım, benimkiler yetmiyor mu? Ulan Mercedes varken doblo diyor lan," diyerek kızışırken duraksadı, kaşları çatıldı. Konuyu yanlış anlamış gibi kafasını sallayıp tekrar kıza dönmüştü, "Lan ne demek sana ne?"
"Öyle, sana ne? Ara verdik biz, karışamazsın." diyerek omuz silkti kız. Araya da bir kahkaha girmişti, hatta iki. Melisa ve Erim'di. Çocuk, ikisi arasında gözlerini gezdirip avuçlarını yüzüne çarparken tekrar kıza döndü. "Yavrum gülüm, ne zaman ara verdik yine?"
"Bu sabah karar verdim."
"Neden?" Sorusu da yüz ifadesi de anlamadığını gösterircesineydi. "Kaç gündür normaliz haberin var mı?" dedi kız.
"Güzelim hani video görmüştün, ilişkide sakince ilerlemek daha sağlıklıymış falan,"
"Yok, gece yine karşıma düştü o. Yorumları okumamıştım o gün, okuduğumda dinamizmin daha önemli olduğunu söylediler, ufak sürprizlerle diri tutmak gerekirmiş savaşarak ve sevişerek."
"Ha sen de savaşı mı seçtin?"
"Yo, savaş sonunda sevişiyoruz zaten. İkisi de aynı şey. Hem savaş değil bu dengeli kıskançlık taktiği, ne demiştim?"
"Kıskandır, erkeğini diri tutundur!" Salih ve Erim'den koro halinde çıkan cümleyle herkes oldukça gülüşmüştü. "Ben o akıl hocalarının da beynini sikeyim!"
"Deme öyle aşkım onlar ilişkimizin can yoldaşı..." diyerek kıkırdayıp önüne döndüğünde benimle göz göze geldi. Ortamdaki yeniliği direkt seçmişti gözü büyük ihtimalle. "Bitti mi çatışmanız abicim? Lila'yla tanışın." diyen kişi Salih'ti.
"Kıza kötü örnek olur bunlar, tanıştırmasak mı?" diye alayla söylenen de Atalay'dı. Yine de devamında onları işaret ederek, "Koray ve İrem." diye tanıtmıştı.
İrem elini uzatırken Koray bir baş selamı verdi. "Böyle tanıtmak istemezdim sevgilimi ve kendimi ama tam olarak böyleyiz Lila." diyerek güldü İrem. "Tek katlanılır yanı beni çok sevmesi." diye de eklemişti. Kolunu İrem'in omzuna atan Koray onu göğsüne doğru çekiştirip sıkıştırdı.
"E kadro tamamlandığına göre geçelim stüdyoya?" diyen Görkem'e onay verdi herkes. Ayaklandığımızda eli belimi bulan Atalay ileriden yürüdüğüm için yanına çekmişti beni, "Müzik grubundan bahsetmiştim," dedi. "Bir gün sana da göstereceğim sözünü verince gece öncesi göstermek istedim, bir kuple söylersem sürpriz olmasın dedim."
"Merak ediyordum doğrusu ama bu kadar kalabalık olacağınızı düşünmemiştim. Hepiniz mi söylüyorsunuz?" Sorumla gülümsedi, bir odaya girdiğimizde, "Görkem grubun davulcusu," diyerek bir bana bir ona baktı, sonrasında Salih'e çevirdi bakışlarını, "Salih bas ve elektro gitar tarafında, Koray ise elektro gitar ve klavye. Erim ve ben vokal, gitar."
"Ben genelde çok lazımsa dahil oluyorum, mix mühendisi olarak kayıtlar bende olduğu için." Erim'di bunu söyleyen.
Girdiğimiz odada bir sürü müzik aleti vardı. "Şimdi de kayıt mı alacaksınız?" diye sorduğumda Salih başını iki yana sallamıştı, "Şu an yeni bir single üzerinde çalışıyoruz. Söz müzik ayarı falan..."
"Gece için mi?" diye sordum. Atalay gece de söyleyeceğinden bahsetmişti, bu yüzdendi sorum. Gülümseyerek araya girdi, "Hayır, Melisa ve Görkem dışında çocuklar bizim fakülteden değiller."
"Gece de söylerim deyince..." cümlemi bölen Melisa'ydı. "Gece sen de mi geliyorsun Lila?"
"Evet Atalay'la," dediğimde kaşları havalanmış Atalay'a bakmıştı. "Siz?"
"Tabii, ben kaçırmam! Eğlenceli olur bizim fakültenin partileri. Ama sadece Atalay ve ben olacağız, diğerleri bizim üniversitede değil. Görkem ise partisi olacak kişiden pek hoşlanmıyor." Nisa'ya baktı, "Sen de gelsen ne güzel olacak Nisa?" dediğinde olumsuz anlamda sallamıştı başını, çekingen bir yapısı vardı sanırım.
"Nisa pek sosyal biri değil," diye kulağıma fısıldayan Atalay'dı. "Çekingen tavırları sana karşı değil yani, yanlış anlama." Gözlerimi yumdum anlayışla, yanlış bir tavrını görmediğim için yanlış anlamazdım.
Görkem aletlere doğru ilerlerken "Koray sözlerde birkaç değişiklik yapmak istiyordun, yapacak mıyız?" dedi. Bir enstrümanın ardına oturduğunda Atalay'ın boyuna doğru uzanıp "Davul o mu?" diye sordum kısık sesle, kendi aralarında konuşuyorlardı. "Evet, bateri de deniyor." Kızların oturduğu koltuğu işaret etti, "Geç otur hadi."
Yanlarında yerimi aldığımda çocuklar çoktan kendi aralarında tartışmaya başlamışlardı. "Lila," diyerek seslenen İrem'di. Tartışmayı bölmemek için alçak tutmuştu sesini. "Atalay, Kaleli'lerle kaldığından bahsetmişti. Aile dostunuzmuş?"
"Evet, öyleymiş. Kaleli'ler derken, Dağkan Bey ve Aral sadece." diye de düzelttim. Başıyla onayladı, "Zaten Kaleli'lerin gözdesi Alpakan ve Dağkan Kaleli. Benim babam da yarbay, oradan hakimim. Alpakan Bey'le hep tanışmak istemişimdir, koskoca Korgeneral. Babam sağ olsun askerlere karşı ayrı bir ilgim vardır," dediğinde gülümsesem de gözüm Koray'a çarptı, elindeki gitarla uğraşıyordu. Demek istediğimi İrem anlamış olacak ki "Ya bakma öyle," derken kıkırdadı, "Bu hallerine bakma, Koray kickboksta lisanslı sporcu."
"Ya?"
"Aynen, neyse ki lisanslı da dışarıda birilerine sataşamıyor lisansı elinden alınabileceği için. Kıskanırken çatlarcasına kendini tutması çok komik," diyerek gülse de anında asıl açtığı konuya devam etmişti. "Dağkan Bey'in çok ruhsuz biri olduğu söylenirdi, Alpakan abisinden almış. Öyle mi cidden?"
Ben de çözememiştim bunu, dengesiz bir kişiliği vardı. Başlarda tek bildiğim Tayfun abi ve babam olduğu için davranışlarından ufak tefek parçalar alıp benzetmeye çalışıyordum fakat şimdi aralarında dağlar kadar fark olduğunu görüyordum. Dağkan Bey, ilk geldiğim günler yumuşak olmaya çalışan biriydi beni ürkütmemek için. Sonraki haftalar onda hissettiğim ürpertici tavrı ortaya koymuştu. Hiçbir insana ruhsuz diyemezdim ki Dağkan Bey'in öyle olduğunu sanmıyordum. Yemeklerde oğluyla sıcak konuşuyordu, babam kadar olmasa da otoritesini dizginlemeye çalışan biriydi ona karşı. Tüm babalar mı sadece çocuklarına bu şekilde ve dışarıya kapalı bilemiyordum, babamın başkalarına karşı tavırlarını hiç görmemiştim ama Dağkan Bey gibi olduğunu sanmıyordum, "Alpakan Bey'le tanışmadım. Birine ruhsuz diyemem ama Dağkan Bey otoriteyi oldukça seven biri sanırım, her alanda kullanıyor oğlu dışında."
"Emekli olduktan sonra pek görünmedi, bir rahatsızlığı olduğu teorisi bile ürettiler, ondan tümgeneralliği bıraktığını falan."
"O kadar ayrıntı bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla görünürde bir rahatsızlığı yok." Melisa dahil oldu konuşmaya, "Yahu olsa da belki özeliniz ve anlatmak istemezsin," gözlerini İrem'e dikerek, "O kadar ayrıntıya girmesen mi İrem?" demişti. Omuz silkti İrem. "Gurur Aral Kaleli'yle nasıl aranız?" Fısıltıyla yaklaştı kulağıma, "Nisa seni Özgür'le sevgili sanmış başta, karşılaştığınız günden dolayı. Demiştim ona aslında olayı anlattığında, Özgür seni uzak tutmak için blöf yapmıştır diye," derken gülümsemiş ve ojelerine bakmıştı, "İlişki koçluğu okuyacağım, haklı çıkmışa benziyorum, yani okulda Gurur'la söylentiler çıktığından. Tabii o söylentiler de pek doğru değil gibi?"
Sanırım aylar geçse de alışamayacaktım, insanların başkalarının hayatı üzerinde tahminler yürütmesine. Anlam veremiyordum.
Melisa sorusuyla bize daha da yaklaştı, "İrem kız yıllarca bu ortamlardan uzakken bir anda dahil olup sevgili arayışına mı girecek? Rahat bırak kızı." dediğinde gülümsedim, kesinlikle Özlem ikiydi.
"Sorun değil." demiştim sadece, başka cevap bulamamıştım diyecek. "Kaç yaşındaydın Lila?" diye devam etti İrem.
"On sekiz."
"Burcun ne peki?" Soru soran bu kez Melisa'ydı. "Burcu mu?" diye kaşlarımı anlamazca çatıp tepki verdiğimde kıkırdamıştı avuçları arasına. "Burç burç. Gerçi internetten uzakken böyle şeyleri bilmemen doğal. Sahi, teknolojiyi öğrendiğinde ne tepki verdin? Gerçekten Atalay'ın bahsettiği kadar tanımıyor musun?"
"Yani... nelerden bahsetti bilmiyorum ama tanımamak demeyelim. Okuduğum bazı romanlarda bu gibi şeyler oluyordu sadece gelecekte düşünüyordum. Babam çoğu şeyi öğrenmemi sağladı, sadece işin içine katmamış beni."
"Doğru, öyle olur hep zaten." diye mırıldandığında Melisa anlayamamıştım tam. Hep dediğine göre daha önce başkalarından da mı duymuştu? Böyle bir soyutlanmada tek olmadığımı düşünüyordum, sadece babam değil bazı babalarında öyle olduğunu, babama aradığım doğruluk payı...
"Yakın kız arkadaşın var mı? Daha doğrusu oldu mu?"
"Evet," derken aklıma Özlem geldiği için gülümsedim, "Kıralan'da görmüşsündür Melisa," İrem'in sorusu olsa da Melisa Kıralan'dan bahsetmişti, bilmesi muhtemeldi. "Özgür'ün kız kardeşi, Özlem. Çok yakınız." dediğimde Nisa'nın da ilgisini çekmiştim.
"Ay ben de biliyorum, Nisa'dan duymuştum."
"Maşallah Nisa da bize suspus, sana şakıyor. Onlar ne alaka?" İrem'e söylenen Melisa tek kaşını kaldırmış ona bakarken İrem omuz silkip bana döndü, "Senin de çaldığın bir enstrüman var mı?"
"Piyano dersi aldırırdı babam,"
"Ciddi misin? Nisa'da alıyordu. Değil mi Nisa?" diyerek ona döndüğünde Nisa başını salladı ağırca. "Evet,"
Birkaç gitar teli sesi duyulduğunda karşıda çalışan çocuklara baktım. Önündeki kağıtla uğraşan Atalay, Salih'e bakarak işaret verdiğinde ritimli bir şekilde çalmaya başlamıştı. Duyduğum ritim yeni dinlediğim müzikler gibiydi, babamlayken böylesi türleri bilmiyordum. Tanıdığın insanların ve öğrendiğin şarkıların sayısı paraleldi. Hayatına giren insanlar çoğaldıkça yeni şarkılar tanıyordun.
Atalay söyledikçe duyduğum sözler aşka inançsızlık ve yokluk üzerine kuruluyordu. Anlamları buna çıkıyordu ama bana hissettirdiği aşka olan inançsızlık değil de bulamamışlıktı. Var olan şeye inanmamak aptallık olurdu, inanmadığını sansan da bulamadığın içindi içindeki boşluk.
Biten sözlerle ona şaşkınlık ve hayranlık dolu gözlerle bakıyordum. Sesinin bu denli iyi olduğunu düşünmemiştim, grup olarak da oldukça iyilerdi.
"Hassiktir, tamam işte, çok iyi oldu böyle." diyen kişi Koray'dı. "Dokunmayalım notalara da. Sonra sözlerle oynamak zorunda kalıyoruz."
"Evet, çok iyiydi." diye Koray'a katılan Melisa'ydı. "Önceki versiyonda söz ve nota arası kırılıyordu, şimdi o pürüz yok olmuş."
"Kesinlikle. Bugün altyapıyı hazırlayalım, yarın da vokali alırız. Atalay sesine sahip çık kardeşim." Erim söylenirken ayağa kalkıp bir dolaba yönelmişti. Dediğine gülerek Atalay'a baktım, "Bu kadar iyi olduğunu düşünmemiştim gerçekten." dediğimde dikkatler beni bulmuştu. Salih, Atalay'ın omzuna elini koyarken "Bülbül gibi şakır benim kardeşim." dedi. Atalay omzundaki eli iterken "Siktir oradan," diyerek sırıtmış Erim'in yanına gitmişti.
"Sana daha önce dinletmedi mi Atalay?" sorusuyla İrem'e baktım, başımı iki yana sallarken cevaplamıştım, "Hayır, bahsetmişti ama dinleme fırsatım olmadı hiç." Cevabımla Atalay'a dönmüş gözlerini kısmıştı, bakıştıklarında konuşmadan anlaştıkları belliydi. "Yani durmadan araya kaynadı, dinletemedim."
"Grup profilini paylaşsana," diyen Melisa koltuk başlığından yanıma kaydı, "Diğerlerini de dinle Lila, bunu beğendiysen onları da hayli beğenirsin. YouTube'da hepsi var."
"Eski kayıtları kaldırdınız de mi lan?! Rezil olmayalım anasını satayım." Salih cevabımla arama girmişti, Koray ise bu söylediğine göz devirerek cevap vermişti. Görkem pek konuşmaya dahil gibi değildi, önündekilerle uğraşıyordu, başını kaldırıp göz gezdirdi herkeste. "Tekrar alacak mıyız? Direkt mixe mi geçelim?"
Nisa, Atalay'a bir şeyler söylediğinde Görkem'in sorusunu "Biz çıkıyoruz, siz altyapıyı mixleyin yarın vokal alırız." diye yanıtladı. Hepsiyle vedalaştıktan sonra çıktığımızda "Nisa'yı teyzeme bırakacağım da bu yüzden çıktık, kalmak ister miydin?" diye devam etmişti, Nisa ise sonradan ardımızdan gelip araca binmişti. "Yok hayır, benim de birkaç işim var hem."
"Ya?.. Nisa'yı bıraktıktan sonra birlikte bir şeyler yaparız diye düşünüyordum," Aslında pek işim yoktu, kabalık etmemek için öyle söylemiştim. Buluşmamız erkenden bittiği için Aral'la olmayı planlıyordum. Araya arabada çalan telefon melodisi girdiğinde Atalay yanıtlamıştı. "Buyurun başkanım,"
"Atalay, müsait miydin?"
"Müsaitim başkanım, buyurun."
"Akşamki toplantı için yanıma uğrayabilir misin? Öncesinde birkaç konu hakkında görüşelim."
"Tabii... bir saat sonra uygun mudur?"
"Olur olur, eyvallah. Görüşürüz." diyerek sonlanan konuşmanın ardından bana döndü, "Anlaşılan geceye kaldı." Gülümseyerek karşılık verdim. "Nisa'yı bırakalım, seni de eve bırakayım. Olur mu?" Daha bugün konuştuğumuz giriş iznini hatırlayınca "Hiç gerek yok," demiştim. "Kıralan'a bırakabilir misin?" Sorumla beni onaylayıp yola çıktı.
Nisa'ya baktığımda yolu izliyordu. Onu ilk gördüğümde kıvırcık saçları vardı, şimdiyse belli ki düzleştirmişti. Benimle konuşmaktan rahatsız olur muydu bilemesem de denemek istedim, "İrem piyano dersi aldığından bahsetmişti, çalmayı seviyor musun Nisa?" Sorumu beklemiyordu ki yolda olan gözleri bana değip tekrar yolu bulmuş sonra duraksayıp yeniden bana dönmüştü. "Şey, evet ama, yani, sevmek değil de alışkanlık." Dudaklarını ıslatıp Atalay'a da değdikten sonra bakışları, "Sen?" diye sordu.
Babamla geçirdiğimiz hoş zamanlardandı, ben çalmaya başlardım, sonrasında bir klasik müzik açardı ve dans ederdik. Her zaman piyano çalmak isterdim çabuk gelir de dans ederiz diye. Bu gidişi hariç? Belki bir piyanom olsa... hayalperest Lila...
"Evet, çok severim. Çalıyor musun hâlâ?"
"Hayır, bırakmam gerekti." Nedenini sormam hoş olmazdı, anlatmak istemiyorsa zora sokacak olabilirdim. “Sen de birkaç haftadır uzak kaldın değil mi?” diye araya girip devam ettiren Atalay’dı. “Evet.” diyerek onayladım.
“Tayfun abinden isteyecektin, istedin mi?”
“Maalesef, daha hiç konuşmadık.” O gün içimdeki kırgınlık ve kızgınlıkla sert cümleler kullanmıştım. Belki de çok, çok abartmıştım, çocukça davranmıştım. Git dediğimden beri dönmemişti… ya da izin verilmemişti. Dağkan Bey ve hep yanına ilişen şüphe. “Bu arada,” konuyu değiştirmek sağlıklı olacaktı, “Bahsettikleri profili atacak mısın bana? Bu kadar iyi olduğundan bahsetmemiştin.”
“Şaşırtmak istedim. Beğeneceğini biliyordum. İstediğin zaman kayıtlara da gelebilirsin,” derken duraksamıştı, Kıralan’a geldiğimiz için kenara çekmişti. "Teşekkür ederim, çok eğlenceliydi her şey. Arkadaşların da aynı şekilde." Gülümseyerek karşılık verdi, “Öyledirler, onlar da seni sevdi, bir ara bol vaktimiz olunca tekrar ederiz.” Başımla onaylarken arkaya dönerek Nisa’ya baktım, “Memnun oldum Nisa, görüşürüz.” O, “Ben de, görüşürüz.” diye karşılık verirken araçtan inerek onlara doğru dönüp el salladım. Yola koyulduklarında Kıralan’ın girişine dönüp telefonu çıkardım, Aral’ı mı aramalıydım Rıza abiyi mi emin değildim. İçeri geçerken mesaj atmak daha mantıklı gelmişti.
Lila: A Plus!
Lila: N’apıyorsun?
İçeri girdiğimde Özlem’e bakındım, elinde bir kahveyle her geldiğimde aynı masada hukuk kitaplarıyla haşır neşir olan bir çocuğun yanına ilerliyordu. Özlem’in gözü girişe değdiğinde beni görünce kaşları çatılsa da gülümsemişti. Ona el sallayarak boş olan yerlerden birine ilerledim. Genelde aynı kişiler burada olduğu için her zaman da aynı yerler boş oluyordu, sadece bazı saatler farklılık gösteriyordu bu. Oturarak telefona baktığımda hâlâ bir mesaj yoktu, genelde bana onu aramam gerektiğini söylüyordu ona daha hızlı ulaşmam için ama ben ısrarla öncesinde mesaj atıyordum, görmüyorsa o an işi vardı ki görmüyordu, bunu bölmek istemezdim.
Çocukla birkaç muhabbetten sonra yanıma geldi Özlem. “Hoş geldin kız ne işin var burada? Şaşırdım.”
“Aral’a beni almasını söylemeden önce yanına uğramak istedim.”
“Bir şey içer misin, meyve suyu getireyim mi?”
“Aslında salep daha iyi olur, biraz üşüdüm.”
“Tamamdır aşkım hemen geliyorum.” diyerek uzaklaştığında etrafıma bakınırken Derin’in masasından kalktığını gördüm, bana doğru geliyordu.
“Selam Lila!”
“Selam,” diye karşılık verdiğimde karşıma geçmişti. “Akşam geliyorsun değil mi? Atalay’la gelecekmişsin?” Sorarken gözleri bende elleri saçındaydı, arkadan birleştirdiği tokayı açmıştı.
“Evet, Atalay’la geleceğiz.”
Sarı saçlarını düzelterek geriye attı, göz kapağına çektiği mavi kalemle gözlerinin rengini ortaya çıkarmıştı, çok güzel görünüyordu, imrenilesi. “Özlem ya da Gurur’la gelirsin diye düşünmüştüm.”
“İşi var da…”
“Tabii, Gurur’un işleri bitmez.” Onun değil Özlem’in işi vardı, Aral’ı ben istemeyerek reddetmiştim. “Aral’ın işi yok sanırım, Atalay’a söz verdiğim için onu geri çevirmek zorunda kaldım.” Bu kadar ayrıntılı açıklama yapmama pek de gerek yoktu aslında. Söylediğim şeyle kaşları inik bir süre durmuştu, düşünüyor gibi. “Nasıl yani? O mu teklif etti sana?”
“Neyi?”
“Eğlenceye katılmayı?”
“Ah, yok hayır, yani davet ettiğinden bahsettiğimde kabul etmişti,” konuşmamı çalan telefonu duraksatmıştı, bir telefona bir bana bakıp kararsızlığına son vererek ayaklandı. “Akşam devam ederiz, açmam gerek de.” diyerek uzaklaştığında ardından baktım. Söylediklerimden pek hoşnut olmuş gibi gözükmüyordu, neden şaşırdığını bilmiyordum, o da kabul etmeyeceğini düşünüyordu belli ki. Aldırış etmeyip önüme döndüğümde Özlem de eş zamanlı olarak masaya geldi. “Beş dakikam var anlat bakalım ne yaptın bugün?” diyerek karşıma oturdu. Salepi önüme sürmüştü.
“Aral beni senden aldıktan sonra eve geçtik. Fazla reddettiğim için çikolata teklifinde bulundum, o zaman kolumu gördü, anlatmak zorunda kaldım dün geceyi. Sonra Aral apar topar çıkınca beni Rıza abi bıraktı, işim bitince de buraya geldim işte. Aral’a mesaj attım, müsaitse alsın diye. Sanırım değil, hâlâ dönmedi.”
Kaşları havalandı, “Eee?” diye soru sorarcasına mırıldandığında anlamayarak omuz silktim. “Anladık Lila, Gurur Aral’la onu yaptın bunu yaptın… kızım hani Atalay’la da buluştun ya? Arkadaşları falan,”
“Ha, onu soruyorsun…” Dudaklarını birbirine bastırarak “Hıı,” dedi. “Onu soruyorum.”
“Ama şey de var,” dudaklarımı ıslatıp öne doğru kaydım, “Dün geceden bahsettim ya Aral’a, sevgilin olduğunu da biliyor.” Bildiğini bilmesi iyi olurdu, “Özgür’e söyleme dedim, önce konuya göre dese de sonra kabul etti.”
“Benim Mor Sümbül’üm, sorun yok. Bir şey olmaz. Ben abime yüzüne yüzüne bahsetmekten utandığım için bilmesin istiyorum. Sıkıntı yapma kendine, rahat ol.” Bacak bacak üstüne atıp dirseklerini masaya koydu, “Şimdi Aral’cığından Atalay’a geçiş yapabilir miyiz?” Üstü kapalı bir gülüş göndermişti, “Tabii geçmek istersen…” Altta yatırdığı ima bariz belli olsa da aldırış etmedim, masaya bıraktığım telefonun ekranı yandığında Aral’dan mesaj geldiğini görünce, “Bir dakika,” diyerek elime aldım, cevap vermek için.
Aral: Özgür’ü nasıl harcasam diye düşünüyorum. Bir tavsiyen var mı Prenses?
Ona her A Plus dediğimde Özgür’e laf ediyordu.
Lila: GURUR ARAL!!!
Lila: Komik değil! Dokunma çocuğa. Hem sen bana prenses derken iyi… neyse, gerçekten ne yapıyorsun, işin var mı?
Aral: Seni bir saate gelip alsam, uygun mu?
Lila: Ayıp, sadece beni gelip al diye mi mesaj atıyorum ben sana?
Lila: Düşününce… :)
Lila: Tamam tamam, sormadım var say. Ama işin varsa Rıza abimi de arayabilirim.
Aral: Rıza abini arama. Geleceğim, bir şeyler yaparız.
Lila: Ben de öyle düşünmüştüm! Kıralan’da bekliyorum, salep çok tarçınlı, bitirmek zorunda bırakma beni…
Aral: Anlaşıldı Prenses, görüşürüz.
Lila: Görüşürüz!
“İşte ben de dedim ki alık alık bakan balık olur kokan.”
Yüzümdeki gülümsemeye zıt inik kaşlarımla başımı kaldırıp Özlem’e baktım. “Ne?” diye asla anlamadığımı belli ettiğimde bir kahkaha attı. “Yok bir şey aşkımsu, zamanı gelince anlarsın.” dediğinde yine bir şeyler ima ettiğini anlamıştım. “Özlem…”
“Lila…” Beni taklit ederek karşılık verdiğinde gülümsemeden edemedim. Onunla yıllardır birbirimizi tanıyormuş gibi anlıyorduk, anlaşıyorduk. “Sana ne diyeceğim, Kore dizisine başlayalım. Birkaç tane var aklımda, konularını sana anlatırım ve seçeriz. Tam senlikler, kesin çok seveceksin.”
“Olur,” devamını getirmemi beklemeden ayaklandı, “Beş dakikam doldu, kalkayım. Gurur abi ne zaman gelecek?”
“Gelir birazdan.” dediğimde oturduğu yerden uzaklaşmıştı. “Tamam o zaman, gidiyorum?” Sorarak söylediği şeyle onayladım. “Kolay gelsin.”
İçeride gözlerimi gezdirdiğimde açıma takılan biraz önceki hukuk çalışan çocuktu. Özlem, adının Serhat olduğundan bahsetmişti. Her zaman buralardaydı ve her zaman çok çalışıyordu. Aral’ı bu kadar çalışırken görmüyordum ya da işi olduğu için gittiği zamanlarda böyle çalışmak için gidiyordu belki de. Arkadaşlarıyla çalışıyor olabilirdi. O arkadaşlarının Poyraz ve Asi olduğunu pek düşünmüyordum, geçenlerde tanıştırdığı Utku’nun da pek olur bir tarafı yoktu çünkü hiçbiri üniversiteden değildi. Nereden tanıştıklarını da hiç sormamıştım.
İstemsizce kaşlarımı büktüm, farkındalık yaşıyordum şu anda. Ben tanıştığım kişilere hiç soru sormuyordum, merak etmediğimden değildi, nedensizce öylece ismiyle yarıda bırakıyordum insanları. Aral’a dahi pek soru sormuyordum. Hatta pek demek az kalır. O benim hakkımda çoğu şeyi bilirken ben onun hakkında pek çok şey bilmiyordum.
Bunlardan sadece Özlem’i ayrı tutabilirdim, o soru sormadan hikaye anlatır gibi kendisini açan biriydi. Bu sayede beni de açmıştı. Gerçi Aral’ın kapalı bir kutu olmasına rağmen ona da açıktım, sadece Özlem’in tavrından dolayı değil de aramızdaki bağıntının uyuşmasından kaynaklıydı belli ki. İkisi de kısacık zamanda kocaman yer edinmişti bende.
Düşüncelerimin uzadıyasını bölen Aral’ın girişte görünmesiydi. Siyah ince bir kazak ve pantolonla oldukça soğuk görünüyordu, elinde tuttuğu ceketini diğer eline alırken göz göze geldiğimizde dikleştim. Mekanı incelerken ve düşünürken dalgınlıkla masaya gömüldükçe gömülmüştüm.
“Bir saat demiştin?” Sorumla bardağımı işaret etti, “Bitirmeden gelmemi istemiştin?” Ben gülmemek için göz devirmişken yanıma oturdu. “Şakaydı, yine de,” derken bardağı önüne sürdüm. “Bitiremeyeceğim, içer misin? Lütfen, kalmasın.” Bundan rahatsız olmayacağını biliyordum, yarım bırakılmasını sevmediğim için ona teklif ettiğimde kabul ediyordu. Sadece Özgür dün tatlı sevmediğinden bahsetmişti, tatlı içecekleri de mi sevmiyordu emin değilim.
“Tatlı içecekleri de mi sevmiyorsun?” Kupaya giden eli duraksadı, bakışlarını bana çevirmişti. “Özgür dün bahsetmişti ya. Yani birlikte çikolata içiyoruz ama… ayrıca Arboretum’a gittiğimizde tatlı da yedik, hangi tatlıları sevmiyorsun?” Sorumla yüzünde sıcak bir ifade oluşmuştu, ona bir şeyi hatırlatmış olmalıydım.
“Seçeneksiz, şeker tüketmiyorum,” dediğinde şaşırmıştım. Cümlesiyle arasına girip yüzümü ekşitirken, “Ben zor-” ne diyeceğimi tahmin ederek sözümü böldü, “Hayır, zorunda bırakmıyorsun. Neyse,” diyerek saatine baktı, “Antrenmandan da kaytardın,”
“Kaytarmak demeyelim de yoğunduk diyelim.” diye düzelttiğimde kısaca gülüp başıyla onayladı. “Gitmek istediğin bir yer var mı?”
“Sınav hediyemden bahsetmiştin?”
“Şimdi değil ama bu gece müsait.”
“Ne?” Anlamadığım için çıkan nidaya eş değer kaşları inmişti onun da, “Yani, gece müsait derken,” diye söylendi. “Partiden sonra. İşin bittiğinde beni ararsın, hediyene gideriz.”
“Bir yer mi?”
“Sayılır, benden istediğin bir şey.”
Gözlerimi kıstım, “Atatürk Arboretumu mu?” Ondan bir kere daha gitmemizi istemiştim. Hatta birçok kere. Bu yüzden tahminim bu yöndeydi. Gülümsedi, “Hayır, istersen şimdi gidebiliriz oraya?”
“Gerçekten mi?!” dediğimde karşılık vermeden önce telefonunu çıkardı. Ne yaptığını izlerken uygulamadan hava durumuna girip kontrol ettikten sonra “Gerçekten,” demişti.
Telefondan hava durumunu kontrol edebildiğimizi geçen hafta öğrenmiştim. Odamın camından sarkarak gökyüzüne ve soğuğa bakarken Aral’a yakalandığımda ne yaptığımı sormuştu. Ben hava durumunu tahmin etmeye çalıştığımı söylediğimde oldukça gülmüştü. Tabii sonrasında da uygulamadan bahsetmişti… “Önceki gibi olmaz ama, birkaç kişi vardır, hava iyi.”
“Olsun, çok mu kalabalıktır?”
“Ortalama.”
“Tamam o zaman, gidelim!” derken ayaklandığımda onu da çekiştirmiştim. Özlem’le vedalaşıp arabaya geçtiğimizde yolun uzun süreceğini bildiğim için rahat bir şekilde konumlanarak Aral’ın telefonuna uzandım. Babamın alıştırdığı müziklerden kopup yeni şeyler keşfetmeye başladıkça önüme hep kendimden bir cümle bile bulabildiğim parçalar çıkıyordu. Babamı derin derin dinlediği zamanlar izlerken nasıl yaşayarak dinlediğini sorgulardım, şimdiyse anlıyordum onu, biraz. Dinlediği parçalarda kendini buluyordu, çoğu da aşk doluydu, hasret ve pişmanlık dolu. Geldiğinde anlamlarını tek tek soracağım parçalar birikmişti.
Yine yaptığım gibi bir müzik açıp başımı geriye yaslayarak Aral’a doğru döndüm. Bazen gözleri beni buluyordu ama çekinmiyordum, onu araba kullanırken izlemek anlamsızca keyifliydi, yani, onu ve yolu. Geçip giden akış duruluyor gibiydi. ‘Bil ki yoruldun bil ki soyundun,’
Tek bir cümleyi dahi benimseyip duyduğum şarkıyı hemen listeme ekliyordum. Buna Özgür ve Özlem alıştırmıştı beni. Kendilerinin ilginç ve karmakarışık bir listesi vardı, beni de buna dahil etmişlerdi. ‘İsimler değişti düşler kimindi,’
“Bugün Nisa’yla tanıştım,” diye konu açtığımda kısa bir süre bana bakıp yola döndü tekrar. “Fakülteye ilk gittiğimizde karşılaştığım kız var ya, o. Atalay’ın kuzeniymiş. Şaşırdım. Bir de Melisa ve İrem diye iki kız vardı. Melisa bizim okuldaymış. İrem aynı okulda değil ama babası askermiş, babanlarla ilgili çok soru sordu. Dağkan Bey’in emekliliğini falan. Alpakan amcanı da sordu ama onunla tanışmadığım için bir şey demedim, yanlış bir şey söylememek için.”
“Rahatsızlığı nedeniyle gelemedi. Toparladığında tanışırsınız.”
“Olur. Mizacının biraz sert olduğundan bahsetmiştin, Dağkan Bey gibi mi?” diye sorduğumda gülümsemişti, “Fazlası.”
“Bayhan amcan peki?”
“İşleri nedeniyle İstanbul’da değil ama uğradığında tanışacaksınız. Seni daha tanışmadan çok sevdiğine emin olabilirsin. Sen de onu seversin, Dağhan amcam gibidir.”
“Evet, Dağhan amcan komik ve sıcak biri. Geldiklerinde bir an iki Dağkan Kaleli görünce çok şaşırmıştım ama görünüş olarak benziyorlar sadece… Ayana ne yapıyor?” Kırmızı ışıkta dururken sorumla bana döndü, “Arada arıyor ve seni de soruyor,” derken duraksamıştı. Söylesem mi diye emin olamadığı içindi sanırım duraksaması. “Kar yağmasını bekliyor, kardan adam sözün varmış.”
“Sen yapmayı biliyor musun?” Sorumun amacı yoktu aslında ya da bize eşlik etmesini isteyerek Tayfun abi yerine koyacaktım onu. “Tayfun abiyle yapardık. Gerçi anlatmıştım değil mi?”
“Evet, hatta burnunu yediğinden de bahsetmiştin, acımasız Lila…” dediğinde kahkahamı tutamadım, “Ya Aral! Dalga geçme bir kere travmam o benim, ne kadar ağlamıştım…”
“Kalp masajı yaparken iyice dağıtman?” Eğlenerek söylediği şeyle iki elimle koluna uzandım, “Aynı şekilde seni de dağıtmamı ister misin A Plus?!”
“Sadece prenses olmadığını söylemiştim.” Geçenlerde söylemişti bu kelimeyi, Savaşçı Prenses. Gülerek önüme döndüm, bir sonraki parçayı dinlemek için.

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.96k Okunma |
264 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |