31. Bölüm

Bölüm 11: Ret - Kısım 2

Destina
destinasyon


Daha önce tatmadığın duyguların tadı damağına ilk çarptığında yutkunamazsın. Bir zaman yuva yapar damağında, parmak ucunu oynatacak tek bir hücreni dahi bulamazsın çünkü tüm hücrelerin o yuvaya toplanır. Eriyip de akınca bir yutkunuş duyulur, sesli midir sessiz mi bilemezsin, düşündüğün tek nokta gördüklerindir. Sonra sindirirsin, bir titreyiş başlar bedeninde, hücrelerinin akışından olsa gerek, yerlerine geri dönüyorlar. Dönerken göz pınarlarına uğramayı da unutmazlar.

Tam o andaydım. Titriyordu bedenim, bir kapıyı dahi açmaktan aciz kalakalmıştım ki kapım da açılmıştı. Sanki bulunduğum ortamdan uzaklaşmamam için rüzgar esiyordu, hatırlatıyordu burada olduğumuzu. Göz pınarlarım da dolu doluydu, bir adım atsam ona dökülecekti.

Gözüm, eli açık kapının kulbunda olan Aral'a kaydı. Sadece birkaç saat önceki istek. Ve yine Gurur Aral.

Kısa bir bakışla anlaşmış gibi tekrar önüme çektim bakışlarımı, bir nefes çekerken adımlarımla birlikte gelen gözyaşlarım ardına daha da hızlandım. "Tayfun abi!" Yanına yetişir yetişmez beline sarıldığımda yine elleri omuzlarımı buldu ve o tanıdık his daha da ağlattı. Sarılırmış gibi. Hiç sarılmazdı ama mış gibisi bile o güveni verirdi, o sevgiyi avuçlarından omuzlarıma bırakırdı. "Özür dilerim Tayfun abi, özür dilerim!"

"Sakin ol Küçük Hanım," dese de duyduğum kalp atışları onun da benden farklı kalır yanı olmadığını gösteriyordu. Yani... umuyorum çünkü burada olması ve benimle buluşması bana kırılmadığı anlamına gelmeliydi.

Burnumu çekerek geriye çekilip ona baktım, sakalları aynı boyundaydı, sanki haftalar geçmemiş, uzamamış gibi; aynı gömlek üzerindeydi, aynı günde kalmışız gibi. "Ben," araya girdi, "Asıl ben özür dilerim Küçük Hanım," saçlarımı geriye atıp yüzümde gezdirdi gözlerini, "Uzun süre gelemedim." Her zaman oturduğumuz yeri işaret etti, karanlıkta sadece iki arabanın aydınlattığı kadar görülüyordu manzara ama ezbere bildiğim uçurumu görebiliyordum. Dibine ise serilmiş kumaş, Tayfun abinin biz gelmeden önce hazırlık yaptığını gösteriyordu. "En iyi yerin de burası olacağını düşündüm." Kaşlarım büzülmüş onu izliyor ve dinliyordum, sanki hiç duymamış gibi o keskin cümleleri, bahsediyordu. Yandan bir adam paket uzattığında almıştı, "Havalar soğudu, dondurma olmaz ama irmik tatlısını sevdiğini duydum," derken gülümsedim ister istemez. Aral bahsetmiş olmalıydı. "Dondurma sayılır." Birlikte mırıldanmıştık bunu.

"Ben... ne diyeceğimi bilemiyorum, hâlâ şaşkınım."

"Şuraya oturduğumuzda dilin çözülüyor Küçük Hanım, istersen geçelim?" diyerek birkaç ay öncesine kadar ağrıttığım başına gönderme yaptı.

Gülümsedim, onaylamadan önce ardıma baktım, Aral da bizimle olacak mıydı ya da vaktimiz var mıydı o kadar?

Ona baktığımda bakışları zaten bizde olduğu için ne soracağımı anlamış gibi tebessümle ve ağırca gözlerini kapattı, onay verircesine.

Heyecanla Tayfun abiye dönüp yerimize geçmek için birkaç adım geriledim fakat o duraksayıp üzerimi süzdü, sanırım biraz önce özlem ve heyecandan farkına varamamıştı. Elbisede takılan gözleri bana çıktığında dudakları aralık, şaşırmış bir ifadesi vardı. Bakışları omzumun üzerinden Aral'a kaydığında nedenini anlamak için ben de aynı yöne baktım, Aral'ın başını iki yana salladığını görmüştüm ama dönüşümle durdu ve gözlerini bana çekti.

"Elbisen," Anlayamadığım bakışmalar ardına Tayfun abinin sesiyle önüme döndüm. Çatallı ve kırık çıkmış gibiydi sesi, gözlerinden bir hüzün geçti. Anılarda gezindiğinden seçeneğinin cevap olmasını umuyordum bu tavrında, onun gelmeyeceğini düşünerek doğum günlerimi hiç sayıp üzerime geçirdiğimi düşünmesi en son isteyeceğim şey dahi değildi, öyle de değildi. Bir aptallık sonucu giyiverip çıkmıştım ama şimdi iyi ki diyorum, ânı anlamlı kılan bir iyi ki.

Buruk bir tebessüm kıvrıldı yüzüme, dolan gözlerimi ve sızlayan burnumu dindirmesi için dudaklarımı sert bir şekilde ıslattım, bir adım daha gerileyip etrafımda döndüğümde sesimin titremesine engel olamasam da yaşlarımı tutmuştum. Bu kadar ağlak biri değildim, babamın videosunda bile tutmuştum kendimi, gerçi o zaman yabancılarlaydım ve sıcak yaşlarımın dumanını tüttüremezdim. Hissettiğim kişilerin yanında döküyordum sanırım, benliğimde öğrendiğim bir bilgi daha. "Nasıl olmuşum, beğendin mi?"

"Yine çok güzel olmuşsun."

"Aslında," derken beni yerimize doğru ilerletmeye başlamıştı. "Giymek istemiyordum, biliyorsun her zaman doğum günlerimde giyerim,"

"Evet, şaşırdım. Yine de iyi ki giymişsin." diye araya girmişken oturmak için eğildiğimde arkamda olan Aral'a baktım, arabanın önüne yaslanmıştı ve gözü bendeydi. Neden gelmediğini sorgulamamam onun tavrından dolayıydı, büyük ihtimalle Tayfun abiyle biraz yalnız kalmam gerektiğini düşünüyordu.

Yerimize geçtiğimizde devam ettim cümleme, "Değil mi? Seninle buluşacağımı bilmiyordum ama bu an için giymişim gibi. Bence de iyi ki, doğum günüm değil ama..." Cümlemi ucu açık bitirdiğimde tekrar mırıldanmıştı, "İyi ki." diye.

"Bugün bir eğlenceye katıldım, üniversiteye başladığım için birçok kişiyle tanıştım, onlar davet etmişti, Özlem'le kıyafet seçerken de gösterdiği bir elbiseyle benzer olduğu için aklıma gelmişti, bu arada Özlem'i anlatmalıyım önce sana. Tabii bir de Özgür, of! Hangisinden başlayacağımı bilemiyorum, sıralama nasıl olmalı?" Peş peşe söylendiğim cümleleri düzene koyamamam sarhoşluğun verdiği kargaşaydı sanırım. Tayfun abi anlar mıydı bunu? Bu saygısızca olabilirdi.

Aceleci tavrıma gülümsedi, "İstediğin yerden başlayabilirsin Küçük Hanım, istediğin zaman da anlatabilirsin," bu istediğimiz zaman görüşebileceğimiz anlamına geliyordu ya da telefonu vardı ve numarasını bana verecekti, her gün konuşabilecektik.

"Gerçekten mi?" dediğimde bir an kulaklarımda 'gerçekten' yanıtı uğuldadı, Aral'ın sesiyle.

"Evet, bir sorun yaşanmayacağının teminatını veriyorum Küçük Hanım, yani, aslında Küçük Bey veriyor." dedi. Dejavu ve baş ağrısı. Başıyla arkamızı işaret ettiğinde göz ucuyla baktım, Aral'ı kastediyordu. O hep böyleydi, daha doğrusu bize karşı, her zaman unvanlarla hitap ederdi. Babam ve bana. Sadece yanında olduğu yardımcılar yahut güvenliklerle bu hitap şeklini duymuyordum, ben ona diğerleri gibi abi derken o bana böyle söylediğinde hoşuma gitmiyordu fakat alışkanlık edindiğini söylemişti. Hadi bana alışkanlıktandı, Aral'a?.. Bey diye hitap etmesi aralarında samimiyet kuramamalarından olabilir miydi? "Aral'la tanışsanız ona bey demezdin Tayfun abi, üstelik o da istemezdi."

Düşündüğümü dilime vurduğum cümlemle önce duraksayıp sonrasında kaşlarını yukarıya kaldırdı, "İstemezdi?"

"Birkaç günde tanıyıp bir de ne isteyeceğini mi söylüyorsun, demek mi bu?"

Uzattığı kabı aldığımda hafifçe gülümsedi, "Hayır, eminim çok iyi anlaşmışsınızdır."

"Öyle... hatta ilk onunla başlamalıyım, evimden uzaklaştığımdan beri benimle." Evimden, senden, babamdan. Sahi, sorularım için babamı beklemem gerekse de Tayfun abimle birkaçını paylaşabilirdim. Babam yokken çok sorunun cevabını almıştım ondan.

Elimdeki kaptan sessizlik ardına birkaç kaşık alıp "Tayfun abi," diye seslendim. "Bana geç gelen bir hayatı anlatmadan önce sana birkaç soru sorabilir miyim?"

Bir iç çekiş, "Tabii."

"Babama sormam gerekenleri sana sormayacağım merak etme, farkındayım çoğu cevabın babamda olduğunun. Sadece ilk gün, Dağkan Bey'in bize geldiği gün, haberin var mıydı?"

Neden bana öncesinde söylememişti, bir veda en azından ya da bir hazırlık? O gün çatkapı gelmişler ve beni almışlardı. Babamı bir ekranda görmem, varlığı yokken yokluğu vardı. Söyledikleri, emri, yeni bir insan görmem karşımda... bunların muğlaklığıyla benden mantıklı düşünmemi bekleyemezlerdi, o gün dilim lal olmuştu.

"Vardı." Yapma ama.

"Neden bana söylemedin?"

"Görevim gereği."

"Yapma şunu," Sesim yükselmişti ama öfkeden değil de incinmekten ya da alkol alıklığı, emin değilim. O gün de görev diye nitelendirmişti ve bu, babamdan sonra tek sahip olduğum insanın ağzından çıktığında kırıcı oluyordu. Rıza abi de bundan bahsetmişti, onun için öyle olabilirdi ama Tayfun abi... gözlerimi kapadım ağırca, "Yani, o gün de aynı şeyi söylemiştin,"

Araya girip cümlemi böldüğünde haklı konuşuyordu, "Küçük Hanım, babandan emir ve komut aldığımı biliyorsun. Bu da görev oluyor, görev dememdeki neden bu."

"Ya iki hafta öncesi, neden öyle davrandın? Babama mektubu iletmedin, telefondan bahsettim ve bildiğini yalanlamadın, gel dedim gittin."

"Babanın emri."

"Babamın mı, Dağkan Bey'in mi?" Sorumla bana bu da nereden çıktı der gibi bakmıştı, Dağkan Bey hakkında konuşmam şaşırtmış olsa gerek. Babamın emri olsa şu an sorgulamayacağımı biliyordu bundan dolayı yine yalan söylüyor olabilir miydi? "Aral söyledi, babası emretmiş sana." Yakalandığı için miydi iç çekişi?

Boğazını temizledi, "Artık Dağkan Bey'in himayesi altındasın," bana bildiklerimin değil sorularımın cevabını vermeliydi, böylesi geçiştirmek gibi geliyordu ve bunca yıl hep aynı şey yapılmıştı. Şimdi yapmamalıydı.

"Biliyorum Tayfun abi, sorum bu değil." Elimdekini yere bırakıp manzaraya dönük bedenimi ona çevirdim, kaşlarım çatılmıştı, sesimin sertliğinden. "Hoş, birçok sorum var ve hangi birini soracağımı da bilmiyorum, yetişemiyorum."

Sorduğum soruların cevaplarınınsa farklı olduğunu öğreniyorum her gün. Her gün yenisi ekleniyor ve ben güvenle şüphe arasında savrulmaktan yoruluyorum.

"Şüphelerim ve sorularım artıyor, Tayfun abi." Hadsizce yükselen sesimin nedeni duygularımı kontrol edemememdi, midem de ekşiyordu, beni dinç tutan şey Tayfun abinin burada oluşuydu. Evet, cümlelerim suçlayıcıydı ama gitmesi için değil de kalması için.

Bir sessizlik ardına "Lila," dedi. "Büyümüşsün."

Saçına düşen ak değildi, yüzünde oluşan kırışıklık ya da boyun posun. Akıl işiydi büyümek. İlk gördüğünde değil de dinlediğinde anlamıştı bu yüzden, ben de hissediyordum. Büyümüştüm. On sekizdim. Yaşıyordum on sekizimi, artık biliyordum yaş ayrımını. Farkındaydım dünyevi yaşamın ve bu da olgunlaştırıyordu.

"Öyle. Ve büyürken yanımda yoksunuz."

"Küçük Bey seninle." Aral'dan bahsediyordu. Ona Küçük Bey demesi tuhaf geliyordu. "Zaten o olmasaydı eminim ki bu kadar kolay ilerlemezdi her şey. Ama Tayfun abi, onu tanımıyorsun. Onu, Dağkan Bey'i... nasıl gözün arkada kalmadı?" Sunacağı sebep tekrar babamdı.

"Dağkan Bey'in babanın dostu olduğunu biliyorsun."

"Evet, öğrendiğimde çok şaşırdım. Bir de," çocuklar da dışarı çıkabiliyormuş, arkadaş edinebiliyormuş, bir de buna çok şaşırdım Tayfun abi. Ya da...

Pardon, pardon.

Şaşırdığım nokta o değil, hayal edebiliyordum tüm bunları fakat, işte, anlasana, yalanlara şaşırdığımı...

Yalancı demeyeceğim, bu tatlı anı bozmak istemiyorum, tek bir soruyla anlaşabiliriz.

Cümlemin devamı gelmezken duraksamamı yarıda kestim, "Tayfun abi, Olaf. Olaf'ın bir çizgi film karakteri olduğunu biliyor muydun?"

"Benim çocuklar bahsederdi." İtiraf.

Ettiğinden habersiz bir itiraf. Öylesine söylenmiş bir cümle, ben yalancıyım diyordu, yaralıyordu. "Anladım."

Nedenini sormama gerek yoktu, yine aynı cevap, babanın emri. Babamın amacı ise beni uzak tutmak, neden?

İşte Lila, babamın gelmesi gereken nokta tam da burası, sorgucu Lila.

"Biliyor musun ben de bir çocukla tanıştım, dört yaşında. Adı Ayana, Aral'ın kuzeninin kızı. Yani sanırım yeğeni sayılıyor. Çok tatlıydı, o da Olaf'ı biliyormuş, bir gün benimle yapmak istedi, sen de olursun belki o gün?"

"Tabii, çağırdığında gelirim."

"Artık seni arayabileceğim ve buluşabileceğiz, değil mi?"

"Her ne kadar Küçük Bey böyle dese de Dağkan Bey'in de onayı olmalı. Net bir şey diyemem."

"Aral halleder ki," diyerek omuz silkip önüme baktım; gökyüzü kararmıştı ama ayın yansıması kilometrelerce uzakta ve aşağıda olan denize yansıyordu, bu sayede denizin varlığı belliydi. Burada oturmak beni önceki günlerime götürmüştü, sanki yıllar geçmiş de anılarda kalmış gibi bir burukluk sardı üzerimi. Yıllar geçmese de geçmiş olmuştu, anı sayılırdı, malikaneye döndüğümde ne Tayfun abi yanımda olacaktı ne de babamı bulabilecektim.

"Biliyor musun, babamla olan sporumu devam ettiriyor? Bir de babamın anlattığı hazırlık sınıfı yılı var ya, muafiyete beni çalıştırdı," biraz kıstım sesimi, Tayfun abiye yaklaştım, "Çok iyi bir öğretmen olduğunu söyleyebilirim. Bir de şey," derken dudaklarımı ıslatıp haylazca bir gülümseme taktım yüzüme, Tayfun abiyle eğlenmeyi özlemiştim. "Çok güzel sıcak çikolata yapıyor, çok farklı."

Gülümseyecek gibi olsa da kendisini tutup kaşlarını çatarmışçasına büktü, "Benimkiler iyi değildi yani?"

Bakışlarımı yukarılarda gezdirirken "Öyle demeyelim de..." dediğimde gülerek saçlarımı karıştırdı.

Bir diğer konuya atladım, aklıma gelmişken, "Sadece Dağkan Bey değil o da babamla tanışıyormuş, bazen babamdan bahsettiğinde garip geliyor."

"Belli ki hiç yanıtsız bırakmıyor seni."

"Kesinlikle. Bugünü bir başlangıç sayıyorum, bir dahaki buluşmamızda Aral da bizimle olur, yakından tanı. Çok seveceksin. Hem sana Özlem'den de bahsederim, babam gibi benim de en yakın arkadaşım oldu. Görsen bana cadaloz dediğin için özür dilerdin, öyle tatlı ve hiperaktif ki... bir de Özgür var, o da Aral'ın en yakın arkadaşı. Tabii şimdi diyeceksin ki Özgür ve Özlem ne uyumlu isim, kardeşler çünkü. İsimleri gibi çok benziyorlar ikisi de. Aral, Özgür'ün çok konuşmasından şikayetçi; ben ise Özlem çok konuştuğu için iyi ki diyorum. Biliyorsun, bir anda atıldığım için geri duruyorum bir şeylerden ister istemez. Özlem bu konuda hem yardımcı oldu hem de açtı beni."

"Bayağı alışmışsın..." gülümseyerek söylemişti, şükreder gibi.

"Alıştım mı bilmiyorum ama iyi ki dediğim kişilerin sayısı arttı. Atalay'dan da bahsetmem gerekir tabii, bir çarpışmayla tanıştık ve o günden beri sık sık çarpışıyoruz." Gözüme gelen sahnelerle gülmeden edemedim, "Kendisi üniversiteden. Aynı fakültede değiliz, o siyaset okuyor. Genç yaşta atılmak gerekiyormuş siyasete de," bir yalanı daha açığa çıkarmak. "Yani öyle düşünüyormuş. O da çok iyi biri. Hatta bugün arkadaşlarıyla tanıştırdı beni, onlar hakkında bir şey demem yanlış olur daha tanımıyorum." Ona baktım, dikkatle dinliyordu, "Gerçi bunlar, benim için olmasa da, olağan şeyler her insan için değil mi?" Lila, alttan alttan laf çarpıtıyor gibisin... "Her neyse, ben neyse de, sen ne yapıyorsun? Çocuklarının bu şehirde olmadığını biliyorum, onların yanında mısın? Görüşüyor musunuz?"

"Görüşüyoruz ya görüşüyoruz."

"Bizim eve gidiyor musun? Babamla iletişime geçtin mi? Bana geçen gün mektup göndermişti, dediğin gibi Dağkan Bey'in emrinden çıkmamam gerektiğini söylüyor. Ona, sana güvendiği kadar güveniyor belli ki, seninle ayrılıp onun yanına gittiğime göre..."

Çıkarımlar ve varsayımlar arasındaki fark, olan ve olmayan gibiydi. Birinde olanlardan ötürü şekillenen fikirler diğerinde olmayanlardan kaynaklanıyordu.

"Dağkan Bey'le uzun zamandır dostlukları var. Emin ol Küçük Hanım, benden de çok güveniyor Dağkan Bey'e. Geldiğinde Liman Bey anlatır. Sen şimdi bunlara değil kendine odaklan, üniversiteni sevdin mi?"

"Daha başladım sayılmaz. Muafiyeti geçeceğim, Dağkan Bey sınava girmemi istemedi aslında ama biliyorsun ki babamın böyle bir planı vardı. Belki erken gelir, belli olmuyor onun zamanlaması. Geldiğinde planının aksamasını istemiyorum."

"Aslında alışman için üniversiteye gitmen daha iyi olmaz mıydı senin açından?" Dağkan Kaleli gibi konuşmuştu. "Bilmiyorum, Dağkan Bey'in verdiği son mektupta da buna değinmemiş babam ve o planlarını kolay kolay değiştirmez. Bence bahsettiği gibi uzun sürmeyecek kavuşmamız, geldiğinde onunla birlikte devam etmeliyim." Yanlış anlaşılabilir bir cümleydi aslında, düzeltmek istedim, "Aral'la birlikte mutlu olmadığım için değil bu isteğim, aksine onunla çok eğleniyorum. Sadece..." yılların düşüncesi dahi, "Özlediğimden."

"Küçük Hanım," demiş ve elini omzuma atmıştı, bu onun destek verme şekliydi.

"Merak etme Tayfun abi, duraksasam da tökezlemiyorum. Diplomamı almadan gelmiş olur zaten." diyerek sarkıttığım bacaklarımı kendime çektim. Tayfun abinin hareketlenmesinden gitme vaktinin geldiğini anlıyordum. "Son bir şey, evin adresini verir misin?"

"Bu nereden çıktı?"

"Evimin adresini bilmek istiyorum."

"Şehre oldukça uzak biliyorsun ki."

"Evet, yine de benimle bulunsun, evim olduğunu hatırlayayım?" dediğimde iç cebinden küçük bir not defteri çıkartıp adres ve numara yazdı. Numara kendisine ait olmalıydı. "Teşekkür ederim."

"Gitme vakti, Küçük Hanım." Dejavu. Bir önceki anılardan geliyorsa dejavu olmuyordu sanırım, anımsama.

Ayaklandığında onu taklit etmek için ben de kalkmıştım fakat bir anda yaptığım hareket nedeniyle tökezlediğimde kollarımdan destek vererek toparlanmamı sağladı. Kaşları inerken "Alkol mü denedin sen?" diye sormuştu bir anda.

Bu soruyu beklemiyordum. Çok ayıp ve utanç verici gelmişti, sonuçta ne kadar samimi de olsak karşımdaki bir büyüğümdü. Nasıl geçiştireceğimi bilemeyip, "Babam da etlerle birlikte tüketirdi, yetişkin içeceği derdi. Yetişkin oldum ben de, kızacağını düşünmüyorum. Çünkü kontrollüydüm." diye saçma sapan bir sıralama yaptım.

Yalandı, kontrollü falan değildim, bir önceki hadsizliğime ek ve bilmiş cevabım da bunu gösteriyordu. "Sakin ol Küçük Hanım, lafım yok, yaşıtlarınlasın artık. Sadece şaşırdım."

Aral'ın bulunduğu yere doğru yol alırken "Üzgünüm, karşına böyle çıkmak istemezdim fakat davet çıkışı gelince..." dediğimde "Anlıyorum." diyerek beni yatıştırmaya çalıştı.

Aral'ın yakınına ulaştığımızda oturduğu yerden doğrulmuştu. Tayfun abi bana döndü, "Kendine dikkat et Küçük Hanım, ne zaman istersen arayabilirsin." Peki babamı? Bunca imkan içinde ona ulaşmak neden zordu? İş üzerinde telefon kullanmaması onu bu kadar ulaşılamaz kılıyorsa ben bir iş sahibi olup onu çalıştırmasam ya... yani mezuniyet belgeni alman gerekir Lila.

Gülümsedim, yine de verdiği güzel bir haberdi. En azından özlem duyduğum kişi sayısı ikiden bire düşecekti. Birkaç adımla kollarımı ona sardığımda omuzlarıma dokundu, "Teşekkür ederim Tayfun abi," diye mırıldandım. "Sen de kendine dikkat, en yakın zamanda buluşacağız."

Kulağıma sessizce söylendi o da, "Bana değil Küçük Bey'e teşekkür et, onun eseri bu gece." diyerek bir baş selamıyla uzaklaştı.

Gülümsemem ister istemez yüzümde geziniyordu, araca bindiğinde uzaklaşmadan önce el salladım, ilk defa el sallıyordum ona.

Olumsuzları kenara atarak gecenin heyecanı ve mutluluğuyla arkamı hızla döndüğümde sarsılsam da hem Aral'ın beni tutuşu hem de asıl amacım için ona sarılmamla düşmemiş ve dengemi korumuştum. Kollarımı beline sardığımda beklemiyordu ki beni tutan elleri duraksadı ve ardından hafifçe karşılık verdi.

Varla yok arası tutuşu vardı hep, sanki uyuyan birini uyandırmak istemez gibi. Babama benzemelerine ek bu konuda da Tayfun abiyi anımsatıyordu.

"Teşekkür ederim," diyerek daha da sarıldım, her isteğime karşılık veriyor, her dilediğimi gerçekleştiriyordu. Belki onların eksikliklerini fark ettirmemek adınaydı bu tavrı ama her ne olursa olsun beni iyi hissettiriyordu. Bana prenses diyordu ama kendisi şövalye olduğunun farkında mıydı?

Düşüncelerim ardına göğsünde yaslı olan yüzüme minik bir tebessüm ekledim, ona olan teşekkürlerim az kalıyordu onun yanında, kendisi başlı başına bir lütuftu sanki. Haftalardır benimleydi ve ben onu geri çevirdiğim zaman diliminde bile benim için çabalıyordu.

Yüzümü bulunduğu yerden çekip yukarıya kaldırarak ona baktım, bu kadar yakın olacağımızı düşünmesem de kalbimde hissettiğim yakınlık kadar benzer olduğu için rahatsız olmamıştım. Çenesinde gezdirdiğim bakışlarımı gözlerine çektim, ne olduğunu sorguluyor gibiydi. Araladığım dudaklarımdan, "Biliyor musun 'iyi ki'lerimin sebeplerinden oluyorsun." diye bir mırıldanma döküldüğünde beklemediği ikinci dalgayı da vurmuş olacaktım ki aldığı nefesler kesilmişti. Ben ise onun aksine derince bir nefes aldığımda acı kahve kokusunu duyumsadım yeniden. Artık ayırt edemiyordum, koku mu ağırdı yoksa kalbimde bir yerlerde hissettirdiği ağırlık mı?

Böylesi yoğun duygulara alışkın değildim, kalbim beni sarsarcasına çarpıyordu ve bu çarpıntı başımı döndürüyordu. Oysa filmlerde bu yoğunluk ardına bir yakınlık gelirdi, sadece bunun için cesaret gerekirdi ve kanımda bir film sahnesi tüm cesaretiyle dolanıyordu. Kanımda mı, aklımda mı? Bilmiyordum. Sadece kalbimde hissettiğim yakınlığı daha da benzetmek adına daha yakın olmak istiyordum, bu yüzden parmak uçlarımda ona yükselirken bir eli belimden ayrıldı ve çenemi buldu. İki parmağı arasında suya dokunur gibi yumuşakça tutarak ileriye götürdüğüm yüzümü hafifçe eğdi ve kapanan gözlerim ardına dudaklarını alnıma değdirdi. Dokunan dudakları gibi parmakları da öyle narindi ki çenemin titreyişine engel olamıyordu. Oysa biraz önce dudaklarıma engel olmuş ve istemsizce çekildiğim anda karşılığı reddetmek olmuştu.

Hiç bu kadar ağlak olmadığım halde bugün pınarlarımın kurumayışı, yaşlarımın bana garezi olduğunu düşündürüyordu.

Ya da onun mu vardı? Reddediş. Tayfun abi de olabilir? Yalan söyleyiş.

Sitem ve sevgi bir arada, çok saçma.

Zıt duyguların kalbinde aynı anda yer edinişi onu patlamaya hazır bir bomba misali dolu dolu bırakıyor ve ağırlaştırıyordu.

Karmaşık duygular mı çözüyordu yaşlarımı yoksa hissettiğim ağırlık mı, bunu da bilmiyorum ama daha da şiddetlendi ağlayışım. Durdurmak istesem de onları daha da güçlendiren hıçkırıklarım sanki üzerime güler gibiydi.

Yapılacak tek şeyin gizlenmek olduğunu bildiğim için yüzümü göğsü üzerine sakladım, yüzümde gezinen sıcak sıvı tişörtüne bulanırken nereye kadar gizlenirdi bilmiyorum ama en azından mış gibi bile idare ediyordu daha büyük patlamaları dindirmeye. Gerçi bir gölü doldurasıya akan yaşlardan daha büyük patlama var mıydı, işte bunu da bilmiyordum.

Bilmediğim kadar ağlıyordum.

Hıçkırıklarım, kendi varlığını ortaya koymak adına sıkılaşan kollarıyla iç çekişlere dönüştüğünde kulağıma eğildiğini fark ettim. Kokusundan duyumsadığım ağırlık ve hiç bu kadar ağlamadığımdan oluşan yorgunluk, bir harabe yaratmışçasına bedenime yük ettiğinde taşıyamayan bacaklarım öne verdi yükünü. Tek kolu dahi beni taşıyordu, bir elinin parmakları ise saçlarımda gezindi. Cümlesi çözümleyemediğim bir malumattı.

"Sana olan lügatımda hayır yok, Lila."

 

Bölüm : 14.10.2025 21:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...