32. Bölüm

Bölüm 11: Ret - Kısım 3

Destina
destinasyon

Sağ camda olan bakışlarım dışarıyı değil de yansımasını izliyordu. Reddine rağmen son sözünden sonra usulca yerime oturtmuştu beni, yaşlarımı silip birkaç yudum suyun ardına kemerimi takıp kendi yerine geçmişti. Ben ise uyuşukluğumu bahane ederek hiçbir harekette bulunmamıştım. Sanki parmağımı dahi kıpırdatmadığımda görünmez oluyormuş gibi bir hale bürünmüştüm, olanlar ardına.

Birkaç dakika öylece geçtiğinde radyoya yönelmeyen benim eksikliğimi gidermek adına ilk defa o uzanmıştı. Melodi ardına şaşırdığımı belli etmemeye çalıştım, onun müzik dinlemediğini dahi düşünmüştüm çünkü.

'Her yanın yosun, bilmi'yosun...'

Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve yola koyuluşunu izledim, yönümüzün.

'Hep aynı şeylere üzülüyo'sun,'

Farkındalık dahilinde mi açmıştı bunu yoksa öylesine bir çevirme mi yapmıştı? Tavırları da cümleleri de yapboz misaliydi, önüne parçaları bıraksın ve çöz.

'Ağlaman gerek, belki de bebek...'

Biraz önceki andan kalma yaşlı burnumu çektim, çözümler için pek aklıselim bir halde değildim. Tabiri caiz olduğunu pek sanmıyorum ama Özlem'in deyişiyle aklım bok çukuruna düşmüş gibiydi. Düşürenler, alkol ve gözyaşı.

Bir nefes daha çektim, sinirlenmiştim bir anda. Müziği de saçmaydı. Kaşlarım çatık önüme çevirdim yüzümü, hâlâ ona bakamıyordum, ön camdaydı bakışlarım. "Sanırım ben de artık alkolü sevmeyeceğim. Haklısın." Aklı bok çukurunda yüzen biri için doğru bir karar, içerken aklın neredeydi Lila?! "Sadece alkolsüz bir şey var mıydı bilmiyorum, önüme konan içeceği içmiştim." Omuz silkerek söylemiştim, kendime mi cevap vermiştim?

"Önüne konan her şeyi içmek zorunda değilsin, reddedebilirsin. Bu kabalık sayılmaz."

Kendisini aklamaya mı çalışıyordu o? Yüzsüz müydü o? "Ben insanları reddedemiyorum." Benden beklenmeyecek imalar, belki de beklenecek? Unuttun mu, seni yeni yeni tanıyorsun akıllı...

"Bazen doğru sonuçlar için reddetmek gerekir Lila."

Doğru sonuçlar için reddet. Bazen.

Belki de gerçekten bir neden sunuyordu çünkü ilk defa reddetmişti beni. Pekâlâ diğer isteklerim sıradan şeylerdi, pek kıyas yapılamaz fakat bu karmaşık duygularım yeni hayatımda ilk reddimdendi büyük ihtimalle.

Devamı gelmedi, sadece üzerinde düşündüm, bir müddet sonra dışarıyı izledim, bazen de yansımasını. Sonra da uyuya kaldım, yolumuz oldukça uzundu.

Bir tık sesi dolduğunda kulaklarıma bunun kapımın açıldığı için çıktığını anlamam, dışarıdan içeriye giren soğukla olmuştu. Gelmiştik. Gözlerimi araladığımda üzerime ceketini bırakmış, bana doğru eğilirken duraksadı, "Uyandırdım mı?" diye mırıldanmıştı. Başımı iki yana salladım, "Uyumak istemiyorum." diyerek doğrulduğumda geri çekildi. Uykum vardı, bayık bir ruh halindeydim ama çikolata içmek istiyordum, Tayfun abiyle yapmış gibi, mış gibi.

Dışarıya adımladığımda esen rüzgarla üzerime bıraktığı cekete sarıldım fakat bu kötü bir fikirdi, duyumsadığım acı kahve kokusuyla ağırlaştım. Baban haklı, kesinlikle kahve sevmiyorsun Lila, başka bir yöne çekmek imkansız.

İçeriye girdiğimizde yan yana merdivenlere ilerliyorken mutfak kapısında durdum, bu onu da durdurmuştu. Kendisinin devam etmesi için "Sıcak çikolata yapacağım, sana iyi geceler." diye açıklık getirdim.

Pek saatin kaç olduğundan haberim yoktu ama hava karanlıktı, gece demek makuldü. Neden böyle tripli bir tavırda konuştuğumu da bilmiyordum, yanlış yapan bendim, sabahında olanları anımsayınca utanacak olan da...

Mutfak kapısından girdiğimde o da peşimden gelmişti, "Yeterince yorgunsun, ben hallederim." dediğinde karşı çıktım. "Hayır, yorgun değilim, ben yapmak istiyorum."

Ev sıcacıktı. Üzerimden iki ceketi de çıkartıp orta tezgahın köşesine koydum, o da bir dirseğini yaslayıp bana bakmıştı, "Pekâlâ, o zaman," üzerimde takılı kaldı bakışları sonraysa saatine baktı ve "Vanilyalı kek yapalım mı?"

Ben insanları reddedemiyorum.
O her istediğimi yapıyor.
Birkaç kere reddetmiştim.
İlk reddiydi.

Ceketlerin üzerindeki elim yapışmış da çekemiyormuşum gibi oracıkta takılı kalmıştı ve nedeni birkaç ay öncesi dahil her yıl tekrarlanan anılarda gezinmem olmuştu. Vanilyayı çok severdim. Vanilyalı keke bayılırdım. Her yıl doğum günlerimde babamla vanilyalı kek yapardım çünkü kendimi bildiğim bir yılda babamdan bunu istediğimde zaten bunun yıllık rutinimiz olduğunu söylemişti. Bir de olmadığı zamanlar Tayfun abiyle.

"Bunu..." nereden biliyorsun? Sorumu yutmuştum zira belliydi, ben anlattığımı hatırlamıyordum fakat Tayfun abiyle bir buluşma ayarladıysa öncesinde diyaloğa geçmişlerdi, o anlatmış olabilirdi.

"Biz, doğum günümde, yani," beklemediğim bir konuşma olduğu için cümlelerimi toplayamamıştım. Şu an böyle bir şey istemesindeki neden birkaç saat öncesinde olanlar yüzünden olabilir miydi? Gönül almak? Ya da en basit hali, kendisi de vanilya seviyordu. Çünkü bana vanilyalı latte önermişti ve önerdiğinden beri gittiğim yerlerde seçimim o içecek oluyordu. Vanilyalı keki de seviyordu ve sadece istemişti. Tatlı sevmezdi, seçeneksiz. "Olur, vanilyalı kek çok severim."

"Biliyorum." Çeviri, Tayfun abin ile konuştuk. Komik Lila, bir de tanıştırayım diyordun.

O, orta tezgaha yaslıyken hareketlenmeden önce ben oturup ayakkabılarıma eğildim. Yormuşlardı beni.

"Çorap giy."

"Yok, gerek yo-"

"Hemen üşütüyorsun, giy." Pekâlâ pekâlâ... Tayfun abiyle oldukça dedikodu yapmış olmalıydılar. "Bir dakika ver bana. Odan müsait mi?" dediğinde başımla onayladım, mutfaktan çıktığında sorusuyla odama gittiğini tahmin edebiliyordum.

Bazen farkında olmadan emreder cümleler kuruyordu, ses tonuna da yansıyordu bu.

Ayakkabıları çıkardığımda oldukça yük ettiklerini daha iyi anlamıştım. Bir de ek olarak odama gittiği farkındalığını...

Kahretsin! Akşam aceleyle çıkarken neyi nereye koyduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu, oturduğum yerden ayaklanıp kapıya döndüğümde tam karşımda bitti. "Çok geç," diyerek de panduflarımı önüme bırakıp buzdolabına yöneldi. Neden alelacele peşine düştüğümü anlamış olacaktı ki konuşmadan cevap vermişti.

"Ah," nidasıyla ona döndüm, "Acelem vardı diye, çok mu dağınık bırakmışım?"

"Meclis böyle karışmıyordur." diyerek dolap kapağını açtığında kaşlarım çatık yanına gittim, uykulu halimden eser yoktu. "Ha-ha, çok komiksin! Gözlerini kapatıp girseydin sen de."

"Tabii, koklayarak bulacaktım."

"A Plus!"

"Tamam tamam." derken duraksadı. Buzdolabını açmadan önce bana döndü, "Kekten önce sana bir şey vereceğim."

Anlamaz bakışlarım ardına kupaların olduğu çekmeceye yönelirken, "Sıcak çikolata için kupa seçerken zorlandığını duydum." diyerek dolap kapağını açtı. İçinden bir kutu çıkartıp yanıma geldiğinde gözlerini kısmış ona bakıyordum, "Neslim Hanım'la dedikodumu mu yaptın?"

Sır verircesine "Aramızda," dediğinde dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtı. Uzattığı kutuyu işaret ederek, "Aç hadi." demişti.

Bu hediyenin nereden çıktığı sorgusunu bir kenara bırakıp elinden kutuyu alarak açtığımda gördüğüm, Olaf'lı bir kupaydı. Üstelik havuç burnu dahi vardı!

"Şaka yapıyorsun!" Elime aldığım kupayı incelerken şaşkınlığım hâlâ üzerimdeydi zira böyle bir şey hiç beklemiyordum. "Aral bu ne? Çok tatlı!" Kupayı elimden bırakacak gibi olduğumda duraksattım kendimi, sarılmamak adına. "Teşekkür ederim, bu, çok güzel."

"Hadi," gülümseyerek yandaki buzdolabının kapağını açtı, "Kek vakti." elime yumurta ve sütü uzattı. Birkaç şeyi daha orta tezgaha koyduğunda ben de elimdekileri diğerlerinin yanına bıraktım. "Sen kek yapmayı biliyor musun?" Dirseklerimi tezgaha yaslarken tabureye çöküp oturdum. Buzdolabını kapatarak birkaç kap almak için diğer dolaba yöneldi. "Geçmişte yapmışlığım var."

"Ne kadar geçmiş?" Elindeki kapları da önüme koymuştu. "On dör-" duraksayıp düzelterek "On beş yıl." Kaşlarım havalandı. Biraz fazla sayılmaz mıydı? Şimdi yapacak olması da onu zorlayabilirdi, bu yüzden yardım istemiş olabilirdi.

On beş yıl. Yedi yaş. O da mı babasıyla yapmıştı en son? Ya da annesi? Ona annesini sorma cesaretini bir gün bulmalıydım, hoş, anne yokluğunun veya varlığının ne demek olduğunu bilmezken nasıl bir soru sormam gerektiğini de kestiremiyordum. Ben sormazsam Özlem de açmıyordu ailevi konularını, aile kavramını daha detaylı anlamam gerektiği aşikardı.

Oturduğum yerden kalkıp malzemelere göz gezdirdim, "Bu kadar malzeme fazla değil mi?" Gözleri kısıldı, hatırlamak istediği bir görüntüyü hayal ediyormuş gibi. "Sadece vanilyalı bir kek değil."

"Pasta mı?"

"Sayılır." diyerek lavaboya yönelip ellerini yıkadı ve tekrar yanıma geldi. Yumurtalara uzandığında ellerimi açtım, "Ben kırabilirim."

Önce avuçlarımda gezindi gözleri, sonra bana çıkardı. Yutkunduğunu işittim, dudaklarını ıslatırken bir yumurtayı elime bıraktı. "Sarı ve beyazı ayırmalısın ama önce,"

"Ellerimi yıkamalıyım." dediğimde silik bir tebessüm gezindi yüzünde, başıyla onayladı.

Yıkama işini halledip geri döndüğümde aldığım yumurtaya baktım. Tamam, kabarmayan keklerim de olsa yapabiliyordum kek ve yumurtayı da kabuklu olarak kırabiliyor, sonrasında ayıklıyordum onları fakat sarı ve beyazını ayırmak... sadece kır ve sarı topçuğu kenara al Lila, neler başaran bir kızsın, bunu mu başaramayacaksın?

Önüme konan kaplardan birine yumurtayı kırdığımda "Li-" diyen Aral sözünü kesip ne yaptığımı izlemişti. Elimi daldırıp önce kabuklarını, sonraysa sarısını aldığım yumurtaya bakarken gülmemek için dudaklarını bastırıyordu birbirine.

Ters giden bir durum olduğunu düşünmüyordum çünkü gayet başarmıştım. "Niye alttan alttan gülüyorsun?"

"Baya iyisin, ondan." derken dahi sesinde gülüşünü tutar bir kırıklık vardı. Ellerim daha ilk yumurtadan battığında bir ona bir parmaklarıma bakıp yanlış giden şeyin ne olduğunu çözmeye çalıştım. Daha fazla tutamayıp gülerken "Pekâlâ," diyerek araya girdi. "Daha basit bir yöntem göstermemi ister misin?"

"Olabilir." dediğimde o eline bir yumurta alırken ben de yandaki peçetelikten bir peçete alıp parmaklarımı sildim. Ortadan kırdığı yumurtayı düşürmeden bir sağa bir sola alarak beyazını akıtıp sarısını benim koyduğumun yanına koydu. Mantıklı bir yöntemdi ama birkaç deneme yapmam gerekirdi. "Bunu tekte yapabileceğimi sanmıyorum A Plus?"

"Sadece ortadan kır ve sarı kısmı kabukta tut. Yapacağını biliyorum."

"Başka bir kapta denesem?"

"Yapabileceğine eminim." diye tekrarladı.

"Peki..." diyerek dudaklarımı birbirine bastırıp bir yumurta aldım elime. Babam ve Tayfun abiyle üç yumurtadan yapardık. "Bu son yumurtamız mı?"

"Hayır, dört yumurta kullanacağız."

"Neden?"

"Ne kek ne de pasta keki olacak."

"Hmm, ilginç." derken tezgaha çarptığım yumurtayı ortadan kırmadan önce ellerini ellerimin altında sabitlemişti. Gösterdiği şekilde iki kere çevirdiğimde akan beyazıyla Aral'a döndüm, "Gör bunları, masallardaki prensesler böyle yapabiliyor mu A Plus?" Ukalaca sorduğum soruda ciddi değildim, sadece baş ağrısı ve boş bir keyif hissettiğim için onunla atışmak istemiştim.

"Sadece prenses olmadı," derken tekrara düşmemesi için lafını böldüm başımı onaylayarak, ne diyeceğini biliyordum. Haklıydı. Son yumurtaya da uzanıp onu da hallettiğimde peçeteyle ellerimi silerken devamını getiren onu izledim.

Elindeki mikser fazla sesliydi, "Saat kaç, birilerini rahatsız etmeyelim?" Duraksayıp kapıya kaydırdı gözlerini, "Diğer katlara ses gitmez fakat saat epey geç," bir anda farklı konuya girdi, "Sabah kahvaltı için erken kalkmana gerek yok," diyerek tekrar önüne dönüp çalıştırırken duyamadığım bir şeyler daha mırıldanmıştı. "Tabii dediklerimi hatırlarsan."

"Dağkan Bey pek hoşnut olmuyor."

"Halledilir, dinlenmene bak sen." diyerek mikserden spatulaya geçmiş ve yaptığı beyaz köpüğü sarı karışıma eklemişti. Ben ise tabureye çıkmış yaptıklarını izliyordum, yeterince yardımseverdim.

Vanilya çubuklarına uzandım, "Çok katarsak acı olur biliyorsun değil mi?" dediğimde bir çubuk aldım elime, "Evet, sadece bir çubuk." diyerek onaylamıştı. Bir kesme tahtasını önüne bıraktığında elime uzandı, "Bana bırak, elini kesebilirsin."

"Tayfun abi de böyle der, farkında mısınız ben doktor olacağım ve şimdiden dikiş atabiliyorum?"

"Çakırkeyifken bunu yapabileceğinden emin değilim Prenses."

Kaşlarım indi, "Çakırkeyif mi, o ne?" diye sorduğumda bir sırıtış aldı dudaklarını, "Yarın sorsana." derken yağladığı kek kalıbını önüme koydu.

Yarın sorabileceğimden emin değildim, şimdi etraf loşken çok açıkta hissetmiyordum ama gün aydınlığında oldukça ortalıkta olacaktım ve eminim ki birkaç saat öncesi aklıma geldikçe utançtan dilimi bile yutacaktım. Şu an hatırlayınca bile... konuyu değiş Lila. "Tayfun abiyi özlemişim."

"İyi geldi mi?"

"Yani, evet." derken önüme koyduğu kalıba harcı döktü. "Bana kırgın olduğunu düşünüyordum o günden sonra, değilmiş. Bu beni çok mutlu etti ama,"

Spatulayı bana uzatıp cümlelerime ekleme yapmıştı. "Kimsenin sana kırılmaya hakkı yok."

Hep böyle yapıyordu, bencil biri olsam sanırım bu cümleleriyle şımarabilirdim, üstelik biraz biraz şımarıkça bir his dağlıyordu göğsümü. Yine de her ne olursa olsun kırıcı olmamam gerekiyordu. "Ama?"

"Ama, yine yalanlar ardına sığındı. Yüzüne yüzüne söyleyemiyorum, bir insana yalancı olduğunu söylemek dahi utanç verici ve yaralayıcıyken söyleyen nasıl olur da ezilmez bu yükün altında?"

"Belki de eziliyordur."

"O zaman tekrarlamaz. Buraya geldiği günkü davranışlarının nedenini sorduğumda babamın emri olduğunu söyledi. Oysa sen bana söylemiştin doğruyu çoktan," O zaman neden sordun Lila? Bakışlarım kaptaki harçta gezindi, o da sorguluyor mudur bunu şu an? "Yanlış anlama sakın, sana inanmadım diye değil, yani, bilmiyorum neden sorduğumu."

"Bana inanmasan onun yalan söylediğini düşünmezdin." Onun doğru çıkarımlarını seviyordum, beni zora düşmekten kurtarıyordu. Üstelik cümlelerinden yardım alarak ben de sonuçlara yaklaşıyordum.

"Teşekkür ederim."

"Çok erken."

"Fırını ısıtalım."

"Çoktan açtım."

Hangi ara? Kaşla göz arası yapıyordu bir şeyler. Kalıbı fırına verip bir bardak su uzatmıştı, "Şu el çabukluğunu da öğretir misin bana?" diye sorduğumda dudağının bir kenarı kıvrıldı, "Hmm..."

"Öğretmezsen senin zararına. Her şeyi sana yıkarım."

"Pek zarar denemez."

Bilmeden mi yapıyordu? Cümleleri hep hoştu, oysa birkaç saat önce... Ah Lila, yanlış anlayan Lila. Hoş cümleler tüm sevdiklerine bahşedebileceğin şeylerdir, bir arkadaşına da edebilirsin. Örneğin Özlem'le de böyle yakınsınız, bu örneği unutma Lila, Özlem'e de danış. Gerçi en son danışmam; beni beni, beğeniş, reddediş.

Onu hep mi övüyordum bilemiyorum ama buralara çekiliyordu konu hep, "Babam hayatı öğreneceksin demişti, baban da aynı şekilde," cümlemi tamamlamadan önce araya girdi, "Hayatı öğrendiğin bir zaman dilimi olmayacak Lila." dediğinde devamında ne söyleyeceğimi de unuttum, onunla ilgiliyken farklı bir yere gitmişti. "Nasıl?"

"Her yaşında sana bir başkasını öğretecek, dur durağı yok."

"O zaman neden öğren dediler?"

"Anlam benzerliği, atıl demek istiyorlar. Hayata." Şu an bulunduğum ve yanımda bulunanlardan bir memnuniyetsizliğim yoktu, aksine şükrediyordum fakat bu atılımda babamın da yanımda olmasını isterdim. Gerçi, Aral tüm eksiklikleri dindiriyordu. Şimdi bile, sanki sabahın erken saatlerinde kalkmış ve elbisemi giymiş, babamla doğum günü kekimi yapıyordum. Farklardan biri kek değil pasta olmasıydı, bir diğeri babam değil Aral olmasıydı, en can alıcı noktasıysa doğum günüm olmamasıydı.

Kremayı yaparken son aşamada Aral eline minik bir kavanoz almıştı, "O ne?"

"Vanilya macunu."

"Macunu da mı var?" Kaşıkla birlikte açtığı kavanozu bana uzatmıştı. Bir kaşık aldığımda yeterli olacağını belirtti, ben macunu kremayla karıştırırken de cevap vermişti. "Birçok çeşidi var." Çubuğu ve yağını biliyordum sadece. Bebekliğimden beri nem için yağını sürermiş babam bana, bende de alışkanlık olmuştu. Çubuğunu ise tatlılarda kullanıyorduk. Kremayı karıştırırken koyu bir damla bırakmıştı üzerine, kaşlarım anlamadığım için çatılırken karıştırmayı durdurup bir kremaya bir de Aral'a baktım. "O ne?"

"Gıda renklendirici."

"Gerçekten mi?" diye uzun aradan sonra kaçırdığım soruyla gülümsedi, "Gerçekten. Fakat pek faydalı bir ürün değil, sadece istediğimiz renk için bir küçük damla yeterli."

"İstediğimiz renk?" Krema kabını işaret etti kaşlarıyla, bu karıştır demekti. Ben karıştırırken fırından bir tık sesi geldiğinde ona baktım, "Oldu mu?" Başıyla onaylayarak fırına doğru gidip keki çıkardığında şaşırmış bir şekilde ona bakıyordum. Babam olmadığında Tayfun abiyle keklerimiz hep sönük olurdu, Aral'ın on beş sene önce yaptığını düşününce de aynı sonucu alacağız sanıyordum fakat gördüğüm görüntü oldukça kabarıktı. Elimdekileri bırakıp yanına giderken "Bu kadarını beklemiyordum!" diye de mırıldanmıştım.

Tabağa çıkardığı keki bana uzatarak yerimize geri döndürdü ve kremayı iyice karıştırdığında alan renge görmemiş gibi belerttiğim gözlerimle baktım, "Şaka yapıyorsun?"

"Oha Aral!" diye kabaca bir tepki verdiğimde alt dudağımı ısırdım gülümserken, "Pardon ama yani..." derken elinden kabı aldım, "Dökelim mi?" Gördüğüm lila renk krema beni heyecanlandırmıştı. Bu saatte bu dinçlik bundan dolayı vurmuş olmalıydı.

"Önce kek biraz soğumalı," diyerek ardında bir yerlerde bir şey aramaya başladı, avucuna aldığı minik şeylerle geri döndüğünde minik çiçekler olduğunu gördüm ve bunlar da mor, lila, beyaz karışımıydı. "Bunlar?.."

"Lila yalancı vanilya çiçeği." Lila yalancı vanilya çiçeği. Lila, yalancı vanilya çiçeği. Aral nerelerde geziniyordu?

Onun kim olduğunu ve nasıl bir düşünce gücü olduğunu çözümleyemiyordum. Hikayemin en başında Gurur Aral'ın yeni bir tanıtım olduğunu düşünmüştüm, aldığım soğuk enerjiden kaynaklandığını. Şimdi ise aynı düşünce zıt nedeniyleydi. Atıldığım dünyada birilerini kefelere yerleştirebiliyordum; dost, arkadaş, yabancı, tanıdık. Ama o, birileri kategorisine girmiyordu. Bilmediğim yeni duygulardan mıydı bu?

Özlem'e karşı hissettiklerimden bahsettiğimde kız kardeşlerin duygularına benzetmiş ve açıklamıştı. Dostu da mesela, Özgür. Arkadaş, Atalay. Onu ise daha konumlandıramamıştım.

"Yalancı vanilya mı?" En ideal soruydu sanırım, her şeyin ardına.

"Evet."

"Neden yalancı?" Sorumu düzelttiğimde istemsizce kaşlarım inmişti, komik gelmiş olacak ki dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından soğuyan keki yana sürüp dirseğini tezgaha konumlandırdı.

"Spesifik bir nedeni yok, kokusundan dolayı." devam ederek, "Yani çubukları ya da yağı bundan yapılmıyor." derken uzandığı çekmeceden beyaz ve sarıya kaçan bir çiçek daha çıkardı, "Bundan yapılıyor." Elindeki çiçeği alırken soğuk denilmeyecek ılık parmaklarım avucuna değdiğinde aldığım sıcaklıkla sanki ellerimin ılık değil de buz gibi olduğunu hissettim. Şaşkınlık ve heyecan karışımı ellerimi üşütüyor olabilirdi. Bunları neden ve nereden çıkarmıştı?

Ben çiçeğe bakakalmışken o, keke krema gezdiriyordu. Gerçekten de başta dediği gibi ne kekti ne de pasta. Kremayı dökmeyi bitirdiğinde tabağı önüme yöneltti ve çiçekleri de kaydırdı, "Hadi." diyerek. Her saniye çok güzel diyerek Aral'ı bunaltabilirdim ama şu an sessizliğe gömülmüştüm. "Nereye koymalıyım?"

"Nereye istersen, köşeye olabilir mesela." diyerek işaret edip fikir verdiğinde "Bence de!" diyerek büyük gerçek vanilya çiçeğini üst kenarına bırakıp birkaç küçük yalancı vanilya çiçeğini de çevresine iliştirirken Aral'a da uzattım, yerleştirmesi için. Dejavu ve baş ağrısı. Biten görüntüyle bir iç çektim, irkildiğim için tüylerim ürpermişti.

"Lila kek, lila elbise ve lila ben?" Tebessüm ederek mırıldanışımla geriye çektiği eli duraksadı, saniyelik siyahlarına renk gelen gözleri hızla beni bulurken dudaklarının aralandığını gördüm.

Pek şaşılacak bir cümle değildi aslında, olanı söylemiştim. Yine de bir müddet bakışları bende kaldı, bir şeyler arar gibiydi.

Usulca kapanan gözlerini tekrar açtığındaysa siyah rengi, ışıkların kırık rengini çekiyordu ki gözleri buğulu gibiydi. Kırgın bakışlar, bir renk yanılsamasıydı.

Başta bahsettiğim doğum günü keki bunun yanından geçmese de sanki, "Sanki doğum günümmüş gibi hissettim. Tayfun abi, elbise, kek... aylar öncesine gittim sanırım. Tabii o zaman babam vardı. Bu elbiseyi de doğum günlerimde giyerdim. Hani şu dizimi yaraladığımda bahsettiğim elbisem var ya, işte o, bu."

Bahsettiklerimin sadece ilk cümlesine takılan Aral, birkaç adımla uzaklaşıp bir çekmeceden aldığı şeyle geri döndüğünde "Üfle o zaman." demişti, kekin üzerine bıraktığı bir mumu yakarken.

Her ne kadar olursuz bir durum olsa da olduran Aral olduktan sonra her şey oluyordu. Gözlerimi kapadım. Keşke bugün doğum günüm olsaydı.

"İyi ki doğdun Prenses Vanilila."

"Aynı pastadan yapcaz deyil mi Ayal?" Birlikte mutfağa giren Lila ve Gurur Aral'ın peşi sıra Tayfun da beraberinde arkalarından gelmişti. Eylül ayının son haftasıydı ve Lila, Gurur Aral ile üçüncü yılına girecekti. "Evet Prenses, geçen yıl ki pastamızı hatırlıyorsun değil mi?"

"Tabii ki! Ebiseme uyumlu omuştu!" Üzerindeki elbiseyi tutarak eteklerini sallandırdı Lila. "Ve kokuma da," derken kendisini kokladı. Sabah babasıyla duş aldığında vanilya yağını sürdüğü yetmemiş gibi Gurur Aral'la doğum gününe hazırlanırken de ona sürdürmüştü. Küçük adam her ne kadar şekerli şeylerden hoşlanmasa da Liman amcası ve Lila hatırına tolere edebiliyordu.

Tayfun mutfak tezgahına yerlerini hazırlarken Gurur Aral da yardım ederek iki tabure çekmişti. Lila, tabureye çıkmadan önce rahatsız olduğu için çıkartırdı ayakkabılarını. Şimdi de yere oturmuş çekmeye çalışırken Gurur Aral'a seslendi, "Ayal!"

"Efendim Prenses?"

"Aklayımı çıkay! Çıkmıyolay..." dediğinde Tayfun'un yanından ayrılan Gurur, Lila'nın önüne oturarak sandaletlerini çıkardı ve Lila'yı kucağına alıp taburelerden birine oturtturdu, "Bir dakika bekle beni Lila, çorap getireceğim."

"Oof..." diye söylenen Lila'nın yanında Tayfun kalırken Gurur Aral mutfaktan çıkmıştı. "Tafun abi?"

"Küçük Hanım?"

"Sen de pastamdan yiceksin de mi? Çoksel olcak! Ama unuttum ben yapmayı, Ayal'dan koypa çekmem geyekiyoy." Tayfun gülümserken Lila'yı taburede ayağı kaldırmış ve kollarından tutmuştu. "Bundan Küçük Bey'e bahsetmiştin, yeniden öğretecektir sana."

Dudaklarını büzen Lila saçlarında gezdirdi ellerini, "Büyüyüm hemen de onun gibi biliyim hey şeyi. Hiç unutmuyoy." dediğinde Tayfun'un yüzüne bir sıkıntı çöktü. Gurur Aral unutmuyordu, unutmayacaktı. Kimse unutmayacaktı, biri hariç. Başıyla onayladı Lila'nın cümlelerini. Lila ise kaşları çatık Tayfun'un alnına götürdü küçük ellerini. "Sen haşta mısın? Sabahtan beli az konuşuyoysun." demesiyle durgunluğunu bozan Tayfun gülmeden edemedi küçük kızın farkındalığına. "Hayır Küçük Hanım, boğazım kurumuş ondan."

"Su iç su." derken mutfağa giren Aral'la ellerini silkeledi. "Hadi Ayal hadi! Bıyak çolabı!"

"Tabii Lila, bırakayım. Sonra tuvaletten çıkamayan benim değil mi?" diyerek söylenip karşısına geçen Gurur Aral, kızın oturmasını bekleyip önünde eğildi. "Uzat ayağını." İşini halledip tekrar ayağı kaldırdığında boyları aynı gelmişti, Lila'nın üzerinde durduğu yükseklikten dolayı. Aral'ın omuzlarına ellerini yerleştiren Lila, kıkırdadı bu görüntüye, hoşuna gitmişti uzun olmak. "Bak büyüdüm A Pas!"

Gülerek göz devirdi Gurur Aral, Lila'nın büyüklükle ilgili takıntısı komikti. Gurur antrenmanları zorlaştıkça gelişiyordu ve boyu da uzuyordu, Lila ise her gördüğünde onun boyuna ulaşmak istiyordu. "Ama birazdan ben de büyüyeceğim Prenses." Her ne kadar uzun olsa da tezgahın tüm alanlarına yetişmek için onun da boyunu yükseltmesi gerekiyordu. "Yetel yetel!" diye isyan eden Lila'yla konuşmalarına gülen Tayfun arkada bir kayıt daha başlatmıştı. Özledikçe izlemek iyi geliyordu, biliyordu, kendi çocuklarından.

"Yayancı çiçekleyi de getiydin de mi?"

"Evet," derken tezgahın köşesinde bulunan paketten minik çiçek kutusunu çıkardı. "Ama bu sefer çiçekleri yemeye çalışmak yok Lila, anlaşalım tamam mı? Bunlar sadece süs." Pastayı ilk yapışlarında çiçekleri yeme girişiminde bulunan Lila'ya şimdi önden ikaz ediyordu Gurur Aral. Birinci yaşında ikazı unutup ikinci yaşında da deneyen Lila'nın üçüncüde anlayacağını umuyordu. "Başlayalım başlayalım!" diyerek tezgaha çarptı ellerini Lila. "Önce ellerimizi yıkamalıyız." deyip Lila'yı tutarak kaydırdı bulunduğu basamağı. "Elleyim tombik tombiik, kiylenince çook komiik,"

"Lila..." diye söylenerek gülen Aral ellerini yıkayıp eski pozisyonlarını aldırarak Lila'nınki aksine küçük olan basamağa çıkıp işe koyulmuştu. Yumurtaları sarılarını ayırarak kırarken avucunu açan Lila, "Ben de ben de!" dedi.

"Peki, dikkat et ama, kabuklar eline batmasın." diyerek kızın önüne küçük bir kap sürdü Gurur Aral, Lila tezgaha çarptığı yumurtayı bütün olarak kırmayı başardığında kabuklar düşmeden önce engel olmuştu. Çöpünü yana bırakırken Lila parmaklarını yumurtaya daldırarak sarısını avuçlarına aldı, "Lila!"

"Sayısını ayılıyolum Ayal." diyerek avuçlarında patlattığı sarı sıvıyı izledi. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastıran Gurur Aral'a çatık kaşlarıyla baktı Lila, "Noydu A Pas?" Sorusuyla gülmeden edemeyen Aral, "Olmaması çok normal Prenses, ben de ilk denemelerimde zorlanmıştım. Birlikte deneyelim ister misin?" diye soru yöneltti.

"Ya omazsa?"

"Yapabilirsin, biraz önce nasıl kırdığımı gördün mü?"

"Evet ama,"

"Hadi gel," diyerek Lila'nın eline bir yumurta verip tezgaha çarparak kırmasına yardım etti. "Ortasına bastır ve ikiye ayır, tıpkı lego gibi." diyerek elleri kızın ellerinin altında kontrollü bir şekilde kırmasını sağladığında Lila bir çığlık atmıştı, "Ayal!"

"Sakin ol Prenses, şimdi sarı balonu elinde tuttuğun diğer kabuğa al," derken ilk seferinde yardımcı olup tekrar diğer yana alırken ona bırakmıştı. "Sarısını buna koyabilirsin." Yumurta sarısını ayıran Lila, kabukları tezgaha atarken elleriyle alkış tuttu, "Oydu oydu!" Bir yandan gülüyor bir yandan çıktığı basamakta oynuyordu. Düşmemesi için ellerini etrafına saran Gurur Aral gülümsedi, "Yapabileceğini biliyordum."

"Hadi çıpçıp!" Ayrı ayrı yumurtaları karıştırdı Gurur Aral. Gürültülü ses devam ederken "Of, çok ses! Babamlayın çalışmaşını bölmez mi Ayal?" diye sordu küçük kız. Genel de babaları çalışmak için üst kata çıkmadan önce Dağkan Kaleli uyarıyordu Gurur Aral'ı. Ondan bilmelerini istemediği için de en çok Lila dikkate alıyordu bu uyarıyı.

"Hayır, üst kata ses pek gitmez." Karıştırmayı bitirdiğinde spatula ile iki karışımı bir araya getirip çubuklardan birine uzandı. "Sadece bir çubuk attığımızı hatırlıyorsun değil mi?"

"Hayıy, naşı hatılayayım A Pas, küşüjüktüm!" diyerek ellerini açıp gözlerini belerten Lila'ya gülmeden edemedi Gurur Aral, bilmiş halleri çok tatlı geliyordu. "Yoğun bir tadı olduğu için fazlası acılık verebilir. Bir de bu işlemi benim yapmam gerekir çünkü bıçakla halloluyor." diye tekrar bir açıklama yaptı. "Sen de çocuksun daha! Niye sen alabiliyoysun?"

"Bu tarz tehlikeli aletler üzerine eğitimim olduğu için Prenses."

"Beni de eğitiyoysun. Öyendikleyini bana da söylüyoysun."

"Ama bu eğitimlerin seviyesi de yüksek, sen de belirli bir yaşa geldiğinde başlarız. Olur mu?" Gurur Aral'ın sorusuna Lila, "Oluy oluy, hadi çabuk bitiyelim!" dediğinde sabırsızca hareketlendi yerinde. Hızla karışımı tamamlayan Aral'a, arkalarında dikkatle onları izleyen Tayfun yağladığı kalıbı uzattı, "Teşekkürler Tayfun abi." diyen Aral'ı taklit ederek aynı şekilde teşekkür etmişti Lila da. Birlikte harcı döktükleri kalıbı tekrar Tayfun'a uzattılar. Ayakta durduğu yere oturan Lila yüzünü büzerek Gurur Aral'a çıkardı bakışlarını. "Çok yoyuldum Ayal, kalanlayı sana yıkmama izin veyiysen en çok seni seveyim." dediğinde, Aral Lila'ya bir bardak su uzatarak devam etti. "Hmm... şu an en çok sevdiğin kim ki?" diyen Gurur Aral cevabı biliyordu. "Sensin." diyerek açık veren Lila'ya gülmeden edemedi.

Fırından gelen ses ile Tayfun keki çıkartıp kenarı koyduğunda "Abi, bakabilecek misin bi'?" diyen korumalardan birine sorarca baktığında Aral araya girdi, "Bakabilirsin Tayfun abi, ben hallederim gerisini."

"Pekâlâ beş dakikaya gelirim Küçük Bey." diyerek fotoğraf makinesini sabitleyip çıkmıştı mutfaktan. Lila, tekrar ayağı kalkıp Aral'ın ne yaptığını izlerken elindeki küçük kavanoza takıldı, tam onun avucu kadardı. "Bu ne, bu ne? Bal mı?"

"Hayır Prenses, nasıl unutursun? Vanilya macunu demiştim ya."

"Hey gün mü yapıyoyuz Ayal, nasıl tutayım aklımda?!" diye söylenen kıza tebessüm etti, "Haklısın haklısın." diyerek işine devam ederken macuna parmağını daldıran Lila'yı durdurdu. "Hayır Lila, bunu ısıdan geçmeden yememelisin." Bir peçeteyle parmağını sildiğinde kaşları çatık bir şekilde Aral'a baktı Lila. "Nedenmiş o?"

"Çünkü içinde alkol var."

"Alkol ne?" diye soran kıza bunu bu şekilde açıklamaması gerektiğini düşünse de çok geçti, sorusunu yanıtsız bırakırsa kendi kendine cevap üreteceğini biliyordu. Yanlıştansa doğrular her zaman daha iyi bir sonuç verirdi. "Tercih meselesi olan bir madde aslında. Örneğin ben normalde şeker tüketmiyorum ya, bu da öylesi."

"E ben şekey yiyoyum."

"Evet," derken gözü alkol vitrinine takıldı, "Muhtemelen alkolde de sorun etmeyecektir baban. Fakat şu an yaşın çok küçük, bu yüzden on sekizine kadar yasak olan bir madde. On sekizinden sonra ise tercihin olabilir, anlaştık mı?"

"E o zaman niye kullanıyoyuz?"

"Çünkü ısıyla kullandığımızda alkol uçuyor."

Dudakları aralanan Lila kollarını kaldırdı, "Kanatlayı mı vay?!" diye şaşkınca sorduğunda çocuk onun yanında çok güldüğünü fark etmeden tekrar bir gülüş sergiledi. Mizan Malikanesi dışında olsa laubalilik yaptığından bahsederdi babası, neyse ki Lila'ylaydı. "Hayır, moleküler bir olay. Yaşın geldiğinde daha iyi bir şekilde anlayacaksın, merak etme."

"O zaman anlatıy mısın tekyay?" Sorusuna cevabı yoktu aslında Gurur Aral'ın. Babalarının hareketlerinden bir gün ayrılık vakti geleceğini seziyordu, nedenini saçma buluyor, zamanının ne olduğunu da kestiremiyordu. Bir sızı geçti küçük kalbinden. "İstersen, anlatırım." Ayrılmazlarsa isteyebilirdi, isterse anlatırdı.

"İsteyim tabii ki!"

"İşte şimdi, senin pastan olacak bölüme geldik." diyerek Tayfun'un orta tezgaha bıraktığı keki kalıptan çıkarıp Lila ve kendi basamağını oraya konumlandırmıştı. Kremayı ve renklendiriciyi alıp yerlerine geçtiklerinde "Nasıl bölüm?" diye sordu Lila.

Elindeki küçük cam şişeyi gösterdi Gurur Aral, "Bu bir renklendirici, bir damla katarak kremanın rengini lila yapacağız."

"Ebisemin yenginde mi?!"

"Evet, elbisenin renginde." Kremaya bir damla atıp Lila'yla birlikte karışımı tamamladıklarında kekin üzerine yedirmeden önce bir soru yöneltti Aral, "En son ne yapıyorduk hatırlıyor musun?"

"Süslücez? Yayancı çiçek!"

"Evet, bir dakika." diyerek karşı tezgaha gidip paketten çıkardığı minik çiçeklerle geri döndü. "Vanilya çiçeği."

"Ama yayancı,"

"Evet, yalancı vanilya çiçeği."

"Yine anyat hikaye, yine! Niye yayancı?"

"Kokusu vanilya çiçeğine benzediği fakat gerçek bir vanilya çiçeği olmadığı için yalancı demişler. Bizim yaşadığımız bölgelerde bu çiçek yetişemediği için de yalancısını yapmışlar."

"Neyede yetişiyoymuş?" Kremayı kekle buluştururken anlatmaya devam etti çocuk, "Meksika'da. İlk kullananlar da yerli bir halk olan Totonaklar diye geçmiş tarihe." dediğinde bir kıkırtı döküldü Lila'dan. "Totonak mı?"

"Evet,"

"O ne saçma isim? Ayıp ayıp." Bu espriyi yapmak için tekrar hikayeyi anlatmasını istemişti aslında, uzun zamandır bunu bekliyordu küçük kız.

"Ne?" diye soran çocukla, Lila'nın kıkırtısı artmaya başladı, "Totolayı ve yanaklayı mı biyleşmiş? Totonak ne?!" diyerek daha çok gülmeye başlayan Lila'yla şok içinde kızı izledi Gurur Aral. "Lila!" Uyarılan kız daha çok gülerken Aral, bu hallerine dudaklarını birbirine bastırarak gülüşünü gizlemeye çalıştı. Bariz ayıplık akıyordu cümleden. "Akıl aldığını kaç defa söyleyeceğiz acaba? Seni ayıp Lila..."

"Tamam tamam, şakaydı A Pas. Hadi devam et!"

"Totonakların efsanesine göre, on üçüncü yüzyılda Totonaka kültür bölgesinin bir şehrinde genç bir prenses yaşar. Prenses Tzacopantziza o kadar güzeldir ki hiçbir ölümlü ona sahip olmasın diye babası onu tanrılara adar ama prenses babasını dinlemez ve bir prens ile karşılaşır. Prens Zkatan-Oxga'ya aşık olur. Birlikte ormana kaçarlar. Tanrılar kızıp üzerlerine bir canavar salınca da saklandıkları yerde canlarından olurlar. Ve iki sevgilinin kanlarının döküldüğü yerde vanilya bitkileri yeşermeye başlar. Böylece şehir vanilya orkidesi kokularıyla sarmalanır, bu şehrin ismi Papantla. Papantla diye adlandırılan şehre 'dünyayı kokulandıran şehir' denir."

"O piyenses ben olabiliy miyim? Lüfen?"

"Tabii, Prenses Vanilila..."

"O zaman o şehiy de benim üzeyimde Ayal! Baksana, bissüyü vaniyla kokuyoyum!" diyerek koklaması için kolunu uzatan Lila'yı geri çevirmedi Gurur Aral. Şeker ve türevleri bu malikanede onunlaydı sadece. Onun dünyasında tatlı kokular yerine sadece kahve vardı, acı kahveler, Mizan Malikanesi dışında. "Sen ayrı bir şehirsin Lila, dünyamı kokulandıran şehir."

Cümlenin ağırlığını anlayamıyordu, gülüşleri ardından çocuğa kollarını ve ellerini sürttü kız, "İyice kok o zaman Ayal, bissüyü kok!"

"Dur kızım dur, her şey dökülecek şimdi!"

"Ya!" Bir çığlık atan Lila, devam etti, "Kızayım göyüysün kızı A Pas,"

"Bak ne diyeceğim," araya girerek küçük çiçekleri Lila'nın önüne sürdü Gurur Aral, "Madem A Plus demekten vazgeçmiyorsun, doğru söylemeyi öğrenmek ister misin?"

"A Pas işte."

"Hayır, Plus."

"Pıyas."

"Pı-las." diye heceledi Gurur Aral. Lila'nın taklidi ise pek benzememişti. "Pı-yas." Sesli bir nefes alarak bıraktı ve "Tamam, pas demekten iyidir. Pıyas olsun." diye söylendi. Bu söylentisine kıkırdayan Lila, "Pıyasa mısın sen?" diyerek bir kahkaha atmıştı.

"Lila!.. Hadi, süsleyelim şunu."

"Tamam, şaka yaptım, gey öpeyim bayışalım." diyen Lila'ya göz deviren Gurur Aral yanağını ileriye doğru uzattı. Birkaç öpücük bırakan kız, öne doğru eğilerek bir öpücük daha bırakacakken şaşkınlıkla avucunu kızın ağzına kapatan Aral geriye çekildi. "Lila, hayır!" diye yüksek sesle konuşmuştu. Bir anda yükselen sesiyle irkilen kızın dudakları büküldüğünde ağlamaya başlaması bir olmuştu. "Lila," diyerek kollarından tutan Gurur Aral kendisine çevirdi küçük kızı, "Özür dilerim, sesimi yükseltmek istemedim."

"Hayıy dedin!" Söylenerek ağlayan kızın ne dediği pek anlaşılmıyordu. "Sakin ol Prenses, lütfen, özür dilerim." dese de yatışmayan Lila'ya sarıldı. "Sesimi yükseltmek istemedim Prenses, sakin ol. Sadece yaptığın yanlış olduğu için bir anda tepki verdim."

"N'aptım be?" diyerek iç çekişlerini düzene koymaya çalıştı, "Öpüş-bayış yapıyoydum işte!" derken çocuğun barışmak istemediğini düşünen Lila "Hayıy dedin!" diye tekrar ağlamaya başladığında Gurur Aral, kızı sakinleştirerek gülümsedi, "Sana hayırım olmadığını söylemiştim Prenses, sadece yanlış olan bir şey için uyarmak istedim seni."

"Ne yanyış? Babamla hep öpüş-bayış yapayız."

"O, baban Lila. Ailen dışında kimseyle bunu yapmamalısın, bu yanlış olur."

"E sen de ailemsin." Lila'nın bu cümlesiyle ne diyeceğini bilemeyen Gurur Aral gözlerini bir saniyeliğine kapattı, "Öyle değil işte Prenses, bunu büyüyünce konuşalım mı? Şimdilik sadece baban dışında kimseyi öpmemen gerektiğini bilmen yeterli."

"İyi de seni öpüyoyum ki."

"Yanak harici Lila, yanaktan öpebilirsin. Anladın mı?"

"Tamam tamam, anyadım. Yayancı çiçek yapayım hadi! Yayancı kokuyoylay!"

"Hayır, vanilya kokuyorlar fakat vanilya çiçeği değiller."

"Geyçeğini de alıy mıyız?"

"Bu bölgelerde olmadığı için bulunması zor ama bir dahaki süslememizde bulmaya çalışacağım, o zaman ekleriz olur mu?"

"Oluy! Sen geyçek vaniyla çiçeği göydün mü hiç?" derken ellerini çiçeklerde gezdirdi kız, birine avucuna alıp sevmeye başlamıştı. "Hayır ama beyaz, sarı ve yeşilimsi, bunlardan biraz daha büyük bir çiçek olduğunu biliyorum."

"O zaman ben de mi yalancı vanilya çiçeğiyim?"

"Bir bakıma."

"O zaman sen de yalancı acı kahvesin." Gurur Aral'ın duyduğu cümleyle kaşları çatıldı, "O nereden çıktı?" diye sorduğunda, kız aldığı kokuyla gülümsedi, "Sen de öyle kokuyorsun."

"Ah Lila..." mırıldanan Aral, asıl konuya dönmek için "Hadi süsleyelim şunu." diyerek önündeki keki işaret etti.

Birkaç çiçeği Lila'ya verip koymasını işaret ettiğinde "Neyeye koyayım?" diye sordu kız. "İstediğin yere koyabilirsin Prenses, köşeye bir küçük çiçek bahçesi oluşturabiliriz." deyip gösterdiği yere bir çiçek koymasını sağlayan Aral'a bir çiçek de Lila uzattığında birlikte yerleştirdiler tüm yalancı çiçekleri.

Sonuncuyu da koymadan önce Aral'a yan bir bakış atıp çiçeği ağzına götüren Lila'yı durdurdu Gurur Aral, "Lila!" diyerek bileğini tutup. "O yenilebilen bir çiçek değil, ne konuşmuştuk seninle?!" derken kıkırdayan Lila utanarak geri uzattığı çiçekle omuz silkti, "Şadece meyak..."

Yerleştirdikleri süslemeler sonrası son görüntüyü beğenmişti küçük kız, bir alkış tutarak "İşte oldu. Lila kek, lila ebise, lila ben!" diye söyleniverdi.

"Evet her şey Lila." diyerek başıyla onayladı Gurur Aral. Pastanın yanına yükselmeye çalışan Lila'nın ne yapmaya çalıştığını anladığı için kızın kol altlarından tutarak tabağın yanına, tezgaha oturtturdu. "Lila'nın pastası!" diye pastayı işaret eden kıza gülümsedi, "Yani... pek pasta sayılmaz, kek de değil."

"O zaman kekpas, kekpas!"

"Ne?"

"Kekpas Ayal!" Yine bir şeyler uyduran kıza tebessüm ederken o da ekledi, "Lila'nın kekpası... Vanilila'lı Kekpas."

"Evet!" diyerek alkış tutup kıkırdayan Lila, kahkahalara dönüştürmüştü gülüşlerini, "Vaniylalilı Kekpas!" Dili dönmeyişine sırıtan Gurur Aral bir mum koydu üzerine, "Üfle hadi."

"Babamlayla da üfleyeceğiz tekyay deyil mi?"

"Evet, tükenmeyecek kadar mum getirdim, sonsuz dilek hakkın var." diye onayladığında heyecanla dudaklarını yalayan kız önündeki mumu üfledi. Birlikte alkış tutarlarken son kutlamasını da yaptı Gurur Aral,

"İyi ki doğdun Prenses Vanilila."

Yedi yaşındaydı, son Vanilila'lı Kekpas'ı...

 

 

———

Kitap ve çiftimizle ilgili görseller Pinterest profilimde de mevcut. Instagram profilimden Pinterest hesabıma ulaşabilirsiniz 🤍💫

 

Bölüm : 17.10.2025 23:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...