

Sessizlik.
Dünyadan soyutlanmış bir kişiliğin yıllardır hayatında olabilecek bir kavram, sessizlik. O kişilik bendim ama benim hayatımda bu kütüphanede işittiğim sessizlik hiç olmamıştı. Her daim bir amaç uğruna çalışıyordum, çalıştırılıyordum. Bir amaç ama o amaç ne, bilinmezlik. Bilinmezlikte olduğum için de içimde hep bir sorgu sual oluyordu, sessizliğe bürünemiyordum, yalnız olsam da içimde oluşan birçok ben çokça konuşuyordu.
Binlerce kitap vardı burada, milyonlarca yazılan sayfa, bir sürü yazıyla konuşan dil. Burası babamın kütüphanesinden hatta Kaleli Malikanesinde bulunan çalışma odasıyla bir olan kütüphaneden daha büyüktü. Yüzlere yakın insan vardı, kimi ortalara serili masalara serpilmiş kimi kıyıya köşeye saklanmıştı. Önlerinde kitaplar, defterler, çıkarım yapamadığım bir sürü araç gereçler vardı. Kendi kendilerine ama birlikte çalışıyorlardı.
Önünde bulunduğum kitaplık, boyumun katlarca fazlası kadar uzundu. Daha fazla kalabalık etmemek için yumuşak bastığım yerleri geri dönerek Aral'ın yanına gittim. Telefonu çalınca açabileceğini söylemiştim, bana kütüphaneyi anlatmayı bitirmiş, bakınmak istediğim için geziniyorduk. Sorun olmayacağını, hemen yanına döneceğimi söylemiştim.
"Özgür, abicim, keyfî mi katılıyoruz lan? Oynarsan ibne evladı-" Arkası dönük olduğu için beni görmemişti, yine de bir anda dönmüştü bana doğru. "Neyse, kapatıyorum." Kulağından uzaklaştıracakken duyduğu şey sinirlendirmiş olacak ki kaşları indi. "Ulan... kız geldi, kapat." Karşı tarafı dinleyip göz devirdi, "Kendin sor." diyerek kapattı telefonu.
"Her an telefonun çalıyor, anlık bildirimler için de kullanıyorsunuz sanırım?" Başıyla onaylarken arkamdaki bankı işaret etti. Oraya yöneldik. "Evet, istediğin zaman kullanabileceğin bir araç."
"Bu yüzden mi yeni tanıştığımız biri numaramızı istiyor?" Banka oturduğumuzda ona döndüm. "Yeni tanıştığın birine numaranı vermek gibi bir zorunluluğun yok. Kimseye yok. İletişimde olmak istediğin biriyle paylaşman yeterli."
"İnternet ne peki? Derin beni tanıdığını söylemişti. Oradan duyduğunu belirtmese sevgilin olarak bilmesi tuhaf gelmezdi ama internet dediği bir yerden beni bilmesi..." doğru kelimeyi arıyordum, "Biraz ürkütücü, ben kimseyi, hiçbir şeyi tanımazken."
"Sevgilin?" diyerek anlamaz bir ifadeyle bana döndü. Yanlış bir kelime mi kullanmıştım, sevgili kelimesini mi bilmiyordu? "Sevgili işte. Aşk, sevgi, birliktelik yaşadığın insana verilen isim." Dudağı belli belirsiz kıvrılırken göz devirdi, "Ne olduğunu biliyorum, Derin'le ilişkim yok."
"Ama öyle söylemişti,"
"Eski olarak bahsetmiştir, yanlış anlamış olabilirsin. Eski sevgili."
"Eski sevgili mi? O ne? Eskiyor mu yani?" Yüzüm buruşmuş, dediğini anlamaya çalışırken gülmüştü sorularıma. "Ayrılınca insanların birbirine taktığı bir sözcük. Biriyle bir ilişkine son verdiğinde eski sevgili ya da eski arkadaş olarak belirtirsin."
"Anladım." diyerek önüme dönmüştüm. "Ama ayrı değilsiniz? Yani ilişiğiniz hâlâ devam ediyor ki seni oldukça iyi tanıyor."
Kaşları indi, "Derken?"
"Dün sen gerginken halledeceğini söyleyip yanında olmak istemişti. Hatta seninle geldi."
"Özgür'le gitmek isteyen sen," derken cümlesini yarıda kestiğinde neden duraksadığını anlamak için ona döndüm. O ise kaşları inik önündeki manzarayı inceliyordu. "Neyse," diyerek bana baktı, "Oldu baya, ayrıyız, eski." Başımla onaylayıp tekrar önüme döndüm.
Fakülte deniz kenarındaydı, kütüphane fakültenin yanında olsa da dışında kalıyordu. Sadece okulun öğrencileri değil ihtiyacı olan herkes için açık olan bir kütüphaneymiş, bu yüzden böyle konumlandırıldığını söylemişti Aral. Sahili ilk görüşümde ise dilim tutulmuştu. Böyle bir yerin varlığı... tıpkı kitaplardaki gibi.
Kütüphaneye giren çıkan insanlar, deniz kenarında uçan kuşlara yem verenler, kütüphane kapısını kendisine yuva bilmiş kediyi besleyen güvenlik görevlisi... neydi beni bunlardan uzak tutan? Bu yaşamı bana çok gören bir neden vardı, babam geldiğinde öğreneceğim. Emirlerini hızla yerine getirsem çabuk gelir miydi?
"İnternet," Aral'ın sesiydi bu, ona döndüm. Gözleri üzerimdeydi. "Tüm dünyada kullanılan bir araç. İletişim, bilgi edinme, paylaşmayı sağlayan bir veri ağı. Kimi iyi kimi kötü, her amaca yönelir." Daha açık olmalıydı. "Telefonunda bir uygulama göreceksin, Safari. Ona gir," Komutuyla cebimdeki telefonu çıkardım ve dediğini yaptım. Uygulamayı açtığımda elini uzatmıştı, telefonu avucuna bırakırken parmak uçlarım temas etti. Soğuk dediğim Aral'ın, elleri sıcaktı benim parmaklarım aksine.
Yaptıklarını ve dediklerini izliyor, dinliyordum. Usta bir öğretici gibi anlatıyordu. Öğretmen olsa yakışabilir cinsten. Belki de okuduğu bölüm eğitim üzerineydi, hiç sormamıştım.
Ekranı ve işaret ettiklerini görmek için arada olan kısa mesafe ondan gelen kahve kokusunu yoğunlaştırıyordu. Arada biraz uzaklaşıp kokuyu azaltmaya çalışıyordum, acı kahveye alışamıyordum, küçüklüğümden beri hiç sevmediğimden bahsediyordu babam da. Kahve yaptığı bir akşam anlatmıştı, acı bir kahveydi yaptığı ve duyduğumda bana bir dejavu yaşatmıştı. Babamla paylaştığımda, üç dört yaşlarımda ondan aldığım kokuyla hoşlanmadığım için uzak kaldığımdan bahsetmişti. Bu yüzden anlamsız bir anımsama sarmış olacağını söylemişti. Haklıydı da, kokuyu duyduğumda içimde bir ağırlık oluşuyordu, sevmediğimdendi büyükçe ihtimal, acı kahve kokusu ağırdı.
Diyaloğumuz devam ederken telefonu çalmıştı yeniden, bana anlattıkları üzerine yeni şeyler eklerken de birkaç kere çalmıştı ama önemsememişti. Ne çok çalıyordu telefonu, müzik dinlemeyi sevsem de yarıda kesilmesi hoş olmuyordu. Dilime dolanıyordu melodisi.
Ben saatlerdir anlattıklarını sindirirken aramayı yanıtlayıp ayağa kalkmıştı. "Bakmam gerek." Onayladığımda birkaç adımla uzaklaştı.
Aral yenilerini anlattıkça farkına varıyordum, daha yolun başında olduğumun. Bu, babamın gelmesinin de daha zamanının olduğunu gösteriyordu. Oysa şu üç günü üç ay gibi görmüştüm, yormuştu beni. En azından Tayfun abiyle görüşmeliydim, özlemiştim ve babamdan bir mektup ya da arama getirmesini bekliyordum. Yahut dün gece yazdığım mektubu göndermeliydi.
Yosun kokusu fazla gelmişti bünyeme, midem ekşimişti. "Gurur," Aral demeye alışmışken Gurur demek sesimin aksamasına neden oluyordu. İçimden Aral derken dudaklarım arasından da bir a harfi çıkıyordu.
Ayağı kalkıp birkaç adım attım, yaklaşmamıştım konuşmasını duymamak için. Telefonu kapatıp çatık kaşlarla bana döndü, bugün çok çatmıştı kaşlarını. Bana doğru geldiğini fark edince ben de ona doğru yürüdüm.
Benden önce o söze girmişti, "Aral diyordun, ne oldu?" Ses tonu sabırsızcaydı, rahatsız olmuş gibi. Ayarlayamamıştı sanırım sesini. "Şey, Aral denmesinden rahatsız oluyormuşsun bu yüzden-"
"Özgür mü söyledi?"
"Derin,"
"Aral dememek için duraksıyorsun. Nasıl alıştıysan öyle devam et." Ayakkabı uçlarıma inen gözlerimi kırpıp başımı aşağı yukarı salladım. "Yoruldun mu?"
"Hayır, neden?" dediğimde aklıma Özgür gelmişti. Yaptığı taklit. Olaf. Çizgi film, Tayfun abi. Aral'la bunu konuşmayı atlamıştık. "Kıralan'da çocuklar, istersen gidebiliriz?" İlk defa emir cümlesi yerine soru sormuştu. İstemiştim, öğrenecek çok şey vardı ne de olsa.
Arabaya geçtiğimizde "Çizgi film?" dedim, umarım anlaşılırdı. Ceketin içinden telefonu alıp yan tarafa koymuştu. Bana baktı. Fark ettiğim bir şey de açıklayacağı ya da öğreteceği bir konu olunca birkaç saniye karşısındakine bakıyordu. "Çocuklar için uzun, kurgulu videolar. Çizilerek oluşan resimler arka arkaya veriliyor ve bir video oluşturuluyor. Telefon kamerasından çektiğin bir videoyu seyredebildiğin gibi bu çizgi filmlerini de seyredebiliyorsun."
Anlatırken arabayı çalıştırmış, yola çıkmıştı. "Anladım sanırım." desem de hayal etmek zordu, aklımda bir görüntü oluşmuyordu anlattığına dair. "Eve geçince misafirlerden sonra gösteririm. Sana bir laptop da ayarlamıştık, ilk gün benden istediğin video, onu da ayarladım." Babamın görüntüsünden bahsediyordu. "Gerçekten mi?"
Fazla gereksiz heyecan yapmıştım sanırım, aniden dönüşümle dudaklarını birbirine bastırdı. "Gerçekten." Başıyla onaylayıp devam etmişti yola. Tayfun Abi'nin benim için oluşturduğu Olaf'ın ise çizgi filmle alakasını çözememiştim, akşam gösterdiğinde belki çözümleyebilirdim. Olmadı sorardım. Aral'ı ne kadar soğuk bir enerjiyle tanımlasam da bir şeyleri açıklarken sıkılmıyor, ayrıntısına kadar öğretiyordu.
"Özgür de orada mı?" Arabayı kenara çekip durdurmuştu. Etrafa baktığımda geldiğimizi fark ettim. Yan bir bakış atmıştı telefonunu alırken, "Evet." diyerek emniyet kemerini çözmüş ve inmişti. Peşinden onu takip edip yanına yetiştim. "Diğer arkadaşların biliyor mu? Yani dün Derin'e şehir dışından geldiğimi söylemiştin ama Özgür doğruyu biliyor. Onlar biliyor mu?"
Sorumla durdu, ceketinin cebindeki bir elini çıkarıp kolundaki saate bakmıştı. "Hayır, sadece Özgür. Dün gece bunu seninle konuşacaktım, bu geceye kaldı. Soru soran olursa bana bırak." Başımı sallayarak karşılık verdim.
İçeri girdiğimizde dün oturduğum yer boş olsa da açık alan tarafına yürümüştü. Özgür, Yiğit ve bir çocuk daha vardı masada. Yaklaştığımızda Özgür, Aral'la göz göze gelmiş, sonrasında diğerlerine dönerek bir işaret vermişti. Ellerindeki dalları ortadaki minik tabağa bastıran çocuklar ardına biz de masaya geçmiştik. Gülümseyen Özgür göz kırptı, "Hoş geldin Mor Kız, görüşmeyeli n'aber?"
Neden göz kırptığını anlamamıştım, alaya aldığı bir cümle miydi kurduğu? Sadece nasılsın diye sormuştu oysa. "Hoş bulduk. İyiyim," Aral'ın işaret ettiği yerime geçerken göz gezdirdim üçüne de, "Siz?"
"İyi de dün niye gelmedin?" Özgür'ün sorusu üzerine masamıza dünkü çocuk gelmişti, burada çalıştığına emindim artık. Aral bana baktı, "Acıktın mı?"
"Hayır." Şu anda etrafımda görsem dahi dışarıda yemek yemek hâlâ şaşırtıcı geliyordu. Aral kendisine yiyecek bir şeyler isterken bana sıcak çikolata istemişti. Özgür'e baktım, "Yorgundum da..." cümlemi tamamlamasam da anlamıştı, onayladı beni. Masada dün tanıştığım Yiğit'e ek biri daha vardı, Aral onu işaret ederek "Baran," dedi. Karşımda oturan Özgür'ün yanında yer alan Baran elini uzattığında ben de karşılık verdim, "Lila." Özgür araya girdi, "Mor Kız." Taktığı lakap komikti, bastırarak söylüyordu bir de, gülümseyerek karşılık verdim.
"Özgür." Uyarıcı ses tonu Aral'dan gelmişti. "Raporlar ne durumda?" Bakışları Baran'a kaydı, ona yöneltmişti bu soruyu.
"Tamam, ayrıntı Rıza'da. Kendi girdiğin yarışları niye istiyorsun ki abi hâlâ anlamadım." diyen Baran'ın ensesine Özgür elini atmıştı. "Oğlum demek ki işin sırrı orada. Ne kurcalıyorsun?"
"Doğru, ne katladık ama var ya! Merdiven altını bırakıp yasala kaysak uluslararasına bile açılırız anasını satayım." Neyden bahsettikleri hakkında fikrim olmasa da dinliyordum, Aral yine çıkardığı kibrit kutusuyla oyalanıyordu. Yiğit, "Yasal böyle kazandırmaz, yarışların ardında olanlar merdiven altı olduğu için basıyor bu kadar. Zevkine. Haz alıyor pezevenkler yasalara aykırılıktan,"
"Oğlum yavaş." Aral, Yiğit'i bölmek için araya girdiğinde çalışan önüme sıcak çikolatayı uzatmıştı. Dün gece uyuya kaldığım için içememiştim, kaşığı alarak üstten birkaç yudum ağzıma aldım. Kaşıkla içmesi daha çok hoşuma gidiyordu. Sıcak çikolatamın yanına kaşık istediğimde Tayfun Abi bu huyuma söylenirdi her zaman. İçecek kaşıkla mı içilir, derdi.
"Aral," bir anda seslenişim masada sessizlik oldurmuştu. Tüm gözlerin bana çevrilişi germişti, Özgür muhabbeti devam ettirirken Aral kaşları havalanmış bana bakmıştı. Aslında söyleyeceğim şeyi kütüphane önünde söyleyecekken araya farklı şeyler girmişti. Şimdiyse pek ortamı değildi. "Neyse, pek uygun bir ortam değil. Sonra söyleyeyim."
"Konu ne?"
"Tayfun Abi ve babamla ilgili."
"Acilse şimdi söyleyebilirsin,"
"Hayır hayır, eve geçtiğimizde konuşuruz." Yüzümde gezinen gözlerinden kazağına indirdim bakışlarımı, yeşil olan gözlerim eş değer renge baktığında daha çok yeşilleniyordu. "Eve geçebiliriz?" Sorusunu cevaplayacakken araya ince bir ses girmişti. "Abi," karşımızda biraz önceki çalışan çocuğun önlüğünden takmış bir kız, Özgür'e bakıyordu. "Bir dakika gelir misin?" Bakışlarım ikisi arasında gidip gelirken şaşırdığımı pek belli etmiştim sanırsam ki Aral kulağıma doğru açıklık getirdi, "Özgür'ün kız kardeşi, Özlem."
Özgür ve Özlem. İnsanlar gerçekten isimlere büyük anlamlar yüklüyordu ve bir ahenk içinde olmasını istiyordu. Tıpkı kendi ismim gibi.
Kaşlarım havalanırken Aral'a döndüm, "Gerçekten mi?" Bu kelimeyi çok kullanıyordum. Aral'a komik gelmiş olacak ki gülüşünü sessiz tutmaya çalışıp başını eğmiş, iki yana sallamıştı. "Gerçekten."
Özgür, kız kardeşiyle uzaklaşırken ardından baktım. Abisi sarışınken Özlem siyah saçlıydı. "Bu geceye gelecek misin?" Baran önündeki minik tabakla oynarken Aral'a sormuştu. Aral lokmasını yutup "Bakarız, akşam büyük misafir var." diyerek cevapladı.
"Has..." Baran'ın gözleri açılırken elini yumruk yapıp dudaklarını kapatmıştı, "Alpakan Kaleli mi? Biz seni unutalım o zaman."
"Belli olmaz, haberleşiriz."
Yiğit telefonuyla uğraşıyordu, başını kaldırdığında, "Dördüncü sınıfların ikinci dönemine yeni zorunlu ders eklenecek diyorlar, doğru mu lan?" dedi.
"Ulan zaten götümüzü yırtıyoruz daha ne dersi?"
Önündekileri bitirmiş elini temizleyen Aral mendili tabağa bıraktı. Karşıya dik bakışlar atarken, "Ağır ol," dedi. "Bu sene değil. Yeni öğretim yılında eklenecek." Onlar konuşurken masada bulunun Aral'ın kibrit kutusunu elime aldım. İçini açtığımda bir sürü küçük kibritle karşılaştım. Babam uzun ve büyük kibritler kullanırdı, şömine kibritiydi. Aral'ın ise küçüktü. Kapatıp yerine koydum ve başımı masadakilere eş kaldırdığımda Özgür'ün geldiğini gördüm. Ardımızdaki masadaysa dün çarpıştığım çocuk Atalay ve birkaç kişi vardı. Göz göze geldiğimizde bakışlarını benden alarak arkadaşlarına çekti. Ben de önüme döndüğümde Özgür'le karşılaştım. "Kardeşin neden gelmedi?"
"Yasak ona oturmak. Burada çalışıyor, otursun bak patronuna nasıl şikayet ediyorum." Kendisi alaylı olsa da sesi ciddiydi. "Burada mı çalışıyor?"
"Evet, kendi tercihi. Bir ara tanıştıralım sizi de. O da muafiyete hazırlanıyor, birlikte girersiniz. Kütüphaneye falan da gidiyor arada, güzel fikir he," diyerek Aral'a dönmüştü. "Takılırlar." Sırıtarak bana baktı. "Anlaşır mısınız bilmem ama," alnını işaret ederek, "Benimkinde biraz kırık." demişti. Arkasındaki masada sipariş alan ise Özlem'di, bunu bilmeyen Özgür'ün kulağına doğru eğildi, "Evet abiciğim, seninki kırık." deyip birkaç adımla uzaklaştı. Gülmeden edememiştim, bu halleri samimi ve çok tatlıydı. Kardeşlik farklı bir duygu olsa gerek.
"Biz kalkalım," diyen Aral'ın zamanlamasına teşekkür etmek istedim. Özgür, "Nereye lan, bu ne hız?" dediğinde Aral beni işaret etti, "Birkaç işimiz var."
"Gece geliyorsunuz? Bu sefer uyuklama Mor Kız, bana bunak diyene bak..." Dünkü konuşmamıza gönderme yapmıştı. Gülerek cevap verdiğimde Aral yanıtladı, "Bakarız, Alpakan amcam olacak akşam."
"Sen onu da halledersiin..." Cümlesini yaymıştı. Aral ayağı kalktığında onu taklit ettim. Bana önden yol verip ardımdan geldi. Çıkışa geldiğimizde arabasını koyduğu yeri hatırlamaya çalışıp göz gezdirdim, tanıdık gelir ve oraya yönelirim diye. Sola çarpan gözüm doğru yönde olduğumu gösteriyordu.
"Kemerin,"
"Ha?"
"Emniyet kemerini tak." Gözüm üzerimde gezindiğinde takmadığımı gördüm, aklımdan çıkmıştı. "Baban iki amcandan bahsetmişti. Kaç kardeşler?" O, arabayı park yerinden çıkarırken sordum. "Beş."
Kaşlarım havalandı, "Hepsi ziyaretinize gelir mi böyle? Çok güzel olmalı, babamın hiç yoktu kardeşi. Akrabamız da yokmuş, bu yüzden bizde misafirlik yoktu." Sorum mu kasılmasına neden olmuştu yoksa bahsettiklerim mi bilmiyorum ama amacım bu değildi, konuyu akşama çekip odamda bulunabileceğimi söylemekti. "Beni tanımıyorlar, orada bulunmam hoş olur mu bilemiyorum. Odamda kalsam daha uygun olur sanırım?"
Kaşlarını çatmış, yolda olan gözlerini bana çekmişti. "Saçmalama," bu düşüncemden hoşnut olmamıştı, oysa sabah konuşmasında böyle düşündüğünü zannetmiştim. "Senin içindir zaten ziyaretleri, misafirimiz olduğunu duymuşlardı. Amcamın meraktan geldiğine eminim."
"Benim için mi?"
"Evet." Benim için bir misafir ziyareti... Kaleli Malikanesi benim için ilkler malikanesiydi. Bu ilkleri babam birlikte yaşamak istememiş, bana bir yabancıyla yaşatıyordu. Gurur Aral Kaleli, ilkleri yaşatıyordu.

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.96k Okunma |
264 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |