9. Bölüm

Bölüm 3: İltibâs - Kısım 3

Destina
destinasyon

Avuçlarım içinde babamı tutuyordum.

"Bu şeyle tekrar tekrar izleyebileceğim öyle mi?"

"Evet, öyle." Geriye doğru uzanıp pencereye yaslandım. Elimdeki belleği inceliyordum. Yeşil. Babam çok severdi yeşili. Yeşil bizim rengimizdi. Özellikle koyu yeşillere bayılırdı, gözlerimi de çok severdi.

Aral, kucağımdaki bilgisayarı alarak kapatıp arkasına koydu, "Hadi," diyerek işaret verdi kalkmam için. Doğrulsam da kalkmamıştım, bir sorum vardı. "Amcanlar nasıl biri? Arkadaşların samimiydi, resmiyet yoktu ama bu insanların yaşları da var. Resmî mi olmalıyım?"

Tebessüm etti aklına bir şey gelmiş gibi. Elini bileklerime koyarak beni iyice doğrultup oturur pozisyona getirmişti. "Tabii. Alpakan amcam biraz serttir hatta oldukça diyebilirim ama kelimelerini seçmene gerek yok, konuşma diliyle konuşabilirsin." Sesi eğlenir tondaydı. İlk günden bahsediyordu, o gün kullandığım üslubuma gönderme yaparak. "Onlarda mı şehir dışından geldiğimi sanıyor?"

"Herkes. Babam, ben, Özgür harici herkes için böyle bu."

"Doğru, Özgür sizin herkes olmadığınızı söylemişti." dediğimde minik bir tebessüm verdi, "Bunu sen belirleyebilirsin. Fakat bu üç kişi dışında Pozan'sın. Kimlikteki soyadını kullanacaksın ve Gaziantep'ten gelmiş olacaksın. Babanın senin kimliğinde yazan ismini kullanmalısın. Çünkü kendi malikaneniz dışında kimlikte yazan doğrudur."

Ben Ankaralıydım. "Diğerlerini anlayabiliyorum Aral, insanlar kağıt üzerinde neyse onu doğru kabul ederler ama ben Gaziantepli değilim ki, bu nereden çıktı?" Gözlerini ilk saniyede benden alarak yummuştu. "Resmiyette bu da farklı kayıtlı, bu yüzden..."

Mizan Malikanesinde Lila Mizan olan ben kapıdan dışarı adım attığımda yine Lila olsam da Pozan soyadını aldığımda farklı bir kişiliğe bürünüyordum. Bu asla anlayamayacağım bir durumdu ve nedenini sadece babam bilebilirdi, ben bile bilmezken Aral'dan bunu bilmesini bekleyemez, soramazdım. "Babam bir an önce gelse keşke, daha üç gün oldu ama yüzlerce sorum birikti." Sesli düşünmem yanlış olur muydu onun yanında? Rahatsız olur muydu bilmiyorum ama öylece dökülmüştü. Babamın yanında hissettiklerim onun yanında da aynıydı. Babam emsali yakındık sanki, babam emsali emir-saygı komutası vardı aramızda sanki, babam emsali bana yumuşak olmaya çalışsa da sert mizacı zorlaştırıyordu bunu sanki. Aynı evdeydik ve benim öğreticimdi. Babamın yerini almıştı, farkları ise öğrettikleriydi.

"Üstümü değiştirmem gerekir mi? Misafirleri nasıl karşılamalıyım?" Sesim ilk defa bir yabancıya karşılama yapacağım için heyecanlı ve sabırsız çıkmıştı. Evet, Aral'ın bahsettiği gibi benim için geldiklerini düşünmüyordum yine de benim de o ortamda bulunacak olmam beni hem tedirgin ediyor hem de heyecanlandırıyordu. İlk gün, götürüldüğüm evin bir odasında babamı bekleyeceğimi sanan ben için bunlar büyük hadiselerdi.

"Kıyafetlerin gayet uygun, nasılsan öyle ol. Sadece... Alpakan amcamın tavrını kişisel algılama, herkese katıdır." Söyledikleriyle gerginliğimi almak istemişti sanırım ama hiç de öyle olmamıştı. Aksine daha çok gerilmiştim. Aral gözlerini üzerimden çekerek yanımı işaret etti, telefonumdu işaret ettiği nokta. "Telefonu da sessize al." Misafir ağırlarken bir kural olmalıydı ki uyarmıştı. Dediğini yaparak sessize aldığım telefonu cebime koydum.

Keşke Tayfun abi de misafirim olarak gelebilseydi.

"Aral," seslenmemle üzerimde bir noktaya dalan bakışları gözlerime çıktı. "Tayfun abiye haber gönderebilir miyiz?" Cümlem yetersizmiş gibi hissettiğim için devam ettim, "Kalan birkaç eşyamı gönderecekti, o getirebilir mi? Ben haber vermek isterdim ama evin adresi hiç öğretilmedi bana, biliyorsan ya da baban biliyorsa bir mektup gönderebiliriz. Babama da bir mektup yazdım çünkü, onu da vermek istiyorum. Belki aramıştır da babam, evimizde masaüstü bir telefon var, onu arar hep ya da mektup gönderir. Gönderdiyse ve Tayfun abi bana vermek için benden haber bekliyorsa..."

"Anladım," cümlem yüklemsiz de olsa anladığı için sevinmiştim, "Hallederiz." diyerek ayaklandığında peşi sıra ben de takip ettim onu.

Dağkan Bey salonda, benim için oldukça geniş fakat bu insanlar için gayet ideal olan koca oturma grubunun başında, cama yakın dışarıyı seyrediyordu. Aral, tok, üç tık sesi çıkarmıştı girmeye izin ister gibi yahut varlığımızı haber vermek amacıyla. Dağkan Bey yaslandığı yerden doğrulduğunda içeri Zahit Bey girmişti. Malikaneden sorumlu olan Zahit Bey'in girişi misafirlerin geldiğini anlatıyordu. "Efendim misafirleriniz Dağhan Kaleli ve Erten Kaleli malikaneye giriş yaptılar."

Başıyla onaylayan Dağkan Bey'e Aral kaşlarını çatıp bakmıştı, soru sorar gibi. "Alpakan Kaleli?"

"Rahatsızlandığı için gelemiyor, biliyorsun ki yormaması gerek kendini." Açıklaması üzerine Aral da babası gibi başını onaylarcasına eğmiş, ek olarak "Anlaşıldı." demişti.

Konuşmaları beni Alpakan amcasının oldukça yaşlı olduğu kanısına vardırmıştı. Bulunduğumuz yeri değiştirerek salonun ortasına geldiğimizde eş zamanlı olarak misafirleri de içeri girdi.

Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilmediğim için yaptığım tek şey Aral'ı kopyalamaktı. Gerilmiş ve şaşırmıştım çünkü karşımda Dağkan Bey vardı, iki tane. Ondan küçük duran adamın elinden tutan küçücük bir kız çocuğu görmem de ilklerime giriyordu ama karşımda iki Dağkan Kaleli görmek sıralamada başı çekiyordu.

Biyoloji, genler, ikiz kardeşler.

Dağkan Bey'in bir ikizi ve gerçekten ayırt edilemeyecek bir benzerlikleri vardı. Zorlanmadan tahminde bulunabileceğim bir diğer konu ise Dağhan Kaleli olarak bahsettikleri adamın tam olarak bu adam olmasıydı. Dağkan ve Dağhan, isimler ve ahenkler...

Küçük kız babasına baktığında istediği bir izni almış olacak ki babasının elini bırakarak benim kenara kaymamı sağlayıp Aral'la aramda oluşan boşluğa girmiş, bacağına tutunmuştu.

"Deniz seni iyice çökertmiş, Kaleli." diyerek ikizine selam vermişti Dağkan Bey.

Karşımda bir aile vardı. Karşımda birden fazla aile vardı ve bir küçük kız çocuğu evinden dışarıya çıkmıştı. 'Çocuklar yalnızlıkla büyür Lila, bir süre...' Büyüdüğümü, o sürenin bittiğini düşündüğüm için yalnızlıktan çıkarıldığım seçeneğini ekliyordum nedenlerime, o neden elenmişti şimdi. Böyle mi bulacaktım nedenlerin cevaplarını, babam gelmeden?

"Lila, Lila Pozan. Bir süre bizimle birlikte olacak Ayana." Çocuklara karşı dahi sesi oldukça kalındı Dağkan Bey'in. Düşüncelerime kapılışım ortamdan geride bırakmıştı beni, ne konuşmuşlardı kulak ardıma gitmişti. Saygısızlığa girebilirdi bu, daha dikkatli olmalıydım. Aral'ın yanında kaşlarını kaldırmış aşağıdan bana bakan küçük kıza gülümsemeye çalışarak bakışlarımı diğer misafirlerde gezdirdim, "Memnun oldum efendim." Hafifçe öne eğilmiş, her birine bütün bir selam vermiştim.

"Geçelim," diyerek oturma grubunu işaret etti Dağkan Bey, "Tanışma faslına devam ederiz, abim hakkında ayrıntı istiyorum Erten. Neden sıklaştı bunlar?" Önden kendisi giderken ardına takmıştı hepimizi, ikizi Dağhan Bey ise bahsettiği konu hakkında pek ciddi değildi. "Ah Emekli Amca sende de alzheimer başlangıcı olabilir mi? Bir ayağı çukurda Yalpalı Alpakan Dede. Daha ne ayrıntı olacak?" Konuşması Karadeniz ağzına benziyordu. Hatta benziyordu değil bu ağzı taklit etmişti. Babama şive, ağız, lehçenin ne demek olduğunu sorduğumda bana her birinin açıklaması ardına taklidini yapmış ve öğretmişti. Tayfun Abi de benimle ilgilenirken çokça göstermişti bu tarz şeyleri, yabancı değildim bu ağızlara.

İkizler ortamın en büyükleriydi, bu belliydi. İkisi tekli karşılıklı koltuklara geçerken Dağkan Bey'in Erten diyerek hitap ettiği adam ve yanındaki kadın üçlüye geçmişti. Ben nereye oturacağımı bilemezken yanımda bulunan Aral kucağındaki kız çocuğu ile ikili koltuğa ilerlerken beni de yönlendirdi.

"Yosun mu sendeki bu kafayı yapan, anlayamıyorum Dağhan." diyen Dağkan Bey, konunun alaya alınmasından pek hoşlanmışa benzemiyordu, ikizine bakışı oldukça öfkeli olmuştu. "Devam et Erten,"

"Biliyorsun amca, tütününü eksik etmiyor. Kahyasını da sıkı tutuyor, pek bilgi alamıyoruz ama her öksürük atağında nabzı yükseldikçe halsizliği artıyor. Bıraksa şu sigarayı-"

"Erten." Dağkan Bey uyarıcı bir ses tonuyla bölmüştü cümlesini, "Ne yapacağını bilir o. Siz ne zaman yolcusunuz? Ziyaret edeceğim kendisini."

"Nasip olursa yarın sabah. Direkt Ankara'ya geçmeyeceğiz, öncesinde Sakarya'ya uğrayacağız." Erten Bey'in bilgilendirmesi üzerine Aral'ın kucağında oturan kız ritimli bir şekilde "Sakarya'da kurtuldu şan otağım." diyerek kucağından inip dizlerinin arasında durmuştu. Yaşı küçük olduğu için dili dönmüyordu, bir de oldukça inceydi sesi. Dağkan Bey'in yüzünde bir tebessüm oluştu. "Annecim..." diyerek kaşlarını kaldıran kadın Ayana'yı uyarmış gibiydi.

Anneciğim. Küçük kızın annesiydi. Anneler ölmüyordu, bazı anneler yanı başındaydı çocuklarının. Ben hiç hissetmediğim için sorular sarmıyordu düşüncelerimi ama anneler de vardı ve Aral'ın annesini görmemiştim. Eve geldiğim günden beri üç kişiydik, Aral'ın da mı annesi dönmemek üzere gitmişti? Anneler böyle mi hissettiriyordu, uyarıcı?

"Kız sen onu ne ara öğrendin? Gurur iki mi olacan başımıza?" diyen Dağhan Bey dirseklerini dizlerine yaslayarak öne eğilip ellerini açtı, kendisine doğru gelmesini işaret etti. Koşarak elleri arasında yerini almıştı Ayana. "Gurur abim öğretti büyük amca. Daha neler öğrendim sen yokken bir bilsen..."

"Büyük amca mı? Kim öğretiyor kız sana bunları, bak bakayım var mı bu tipte büyük amcalık? Taş gibi amcayım ulan." Dağhan Bey kucağına gelen Ayana'yı havaya kaldırıp kendini göstermişti. Kıkırdayan Ayana Dağkan Bey'i işaret etti. Gülüşürlerken Aral bana eğilmişti, "Ayana, kuzenim Erten abinin kızı." Yaptığı açıklamayla şaşırarak ona döndüm, "Kuzenin mi var?" Beni başıyla onayladı, "Birçok."

Dağhan Bey devam ediyordu konuşmasına, "Sen sadece bu emekli bunağa büyük amca de. Bana yok, bana sadece amca. Abi olacak herifim de neyse..."

"Dua et çocuk var," diyerek kucağındaki Ayana'yı işaret etti Dağkan Bey. Bana dönmüştü, "Dağhan Kaleli, tahmin etmişsindir. İkizim olur kendisi Lila, maalesef." Sonunu bastırırken Dağhan Bey araya girip "Ondan genç duruyorum, kıskanıyor." dedi. Dağkan Bey ortamdaki otoritesinin sarsılmasını istemediği için bu diyaloglara girmiyor gibiydi, yüzünü ifadesiz tutuyordu. İkizi ise bunun için özen göstermiyor aksine ortamı ısındırıyordu.

"Erten abi ve eşi Jülide yenge, bugün gelemeyen Alpakan amcamın oğlu." İkizlerin üzerindeki gerginliği atmak için Aral girmişti araya.

"Duyduğumuza göre Kaleli Üniversitesi'ni kazanmışsın Lila, üstelik birincilikle tercih yapmışsın. Bayhan amcam övünüyordu geçenlerde, o da yakın zamanda ziyaretine gelir. Tebrik ederiz." Derin'in tanıması şaşırtmıştı ama Erten Bey şaşırtmamıştı çünkü üniversite sahibi onlardı. "Teşekkürler Erten Bey,"

"Tıp Fakültesi'ydi değil mi?" soruyu soran Jülide Hanım'dı. "Evet, tıp."

Dağhan Bey diken üstünde oturur gibi durduğumu hissetmiş olacak ki beni yumuşatmaya yönelmişti. "Dağkan pek misafir kabul etmez ama baban en sevdiği devresiydi. Seni misafir olarak görmediğine eminim. Nasıl, alışabildin mi?" Devre ne demekti bilmiyordum ama cümle içinde kullanımına bakılırsa arkadaş anlamında söylemişti. Yakın dost olduklarını biliyordum, bu çıkarımı yapmak zor olmasa gerekti, Aral'ı böyle boş sorularla doldurmak diğer sorularım için bunaltırdı. "Alışmaya çalışıyorum efendim."

Kapı başlangıcında beliren Neslim Hanım, Dağkan Bey'in görüş alanına girince Dağkan Bey "Yemekte devam edelim," diyerek bizi yemek masasına yönlendirmişti.

Masanın yarısı dolmuştu. Bir yemek masasında sandalyeler çekiliyor, önlerine servis açılıyordu. Mizan Malikanesinde bunu görmek imkansızken Kaleli'de daha üçüncü günden tatmıştım. Büyük bir aile olarak masaya oturmuş, yemek ve sohbet eşliğinde zamanı akıtıyorlardı.

Gerçek bir aile vardı önümde. Böyle söyleyince babama haksızlık etmiş gibi hissetsem de tek tek masadakilere gezdirdiğimde gözümü aile kelimesinin gerçekten kalabalık bir bağdan türediğini düşünüyordum. Dolu dolu, aile. Evet, babam da benim ailemdi, birimdi ama bu çokluk aile kelimesine daha da yakışıyordu sanki.

Bir neden daha eklenmişti. Biz neden yalnızdık?

"Baban hâlâ devam ediyor değil mi Lila, emekliye ayrılmadı?" Zaten onun işlerini bitirmesi için buradaydım, çalışıyor olduğunu tahmin etmek pek zor olmamalıydı ama ortama beni de dahil etmek için basit sorular yöneltiyordu sanırım Dağhan Bey. "Evet efendim, çalışıyor. Şu anda da,"

"Antep'te o yaşta emekliye ayrılanı barındırırlar mı Dağhan?" diyerek araya girdi Dağkan Bey. Göz deviren ikizi tabağıyla ilgileniyordu, "Gençlerin dilinden hiç anlamıyorsun. N'aptı bu emeklilik bunamayı da beraberinde mi getirdi sana ikizim?" Dağhan Bey ikiziyle alay etmekten hiç kaçınmıyor, katı mizacından etkilenmiyordu. "Bunak Dağkan mı?" Bunu sorarak aralarına giren Ayana'ydı.

Sorusu üzerine Dağhan Bey kahkaha atarken Aral dudaklarını birbirine bağlamış başını eğmişti. Annesi endişeyle ve gözleri açılmış, kızına dönerken babası ise beklemediğini belli eden bir ses tonuyla uyarmıştı. "Ayana! Bir daha büyüklerin konuşmalarına izinsiz dahil olma. Özür dileyerek yemeğine devam et."

"Kız özür dileme, doğru söze ne denir. Harbi Bunak Dağkan." Gülerek biraz önce uyarılan Ayana'ya destek çıktı Dağhan Bey.

"Uyarılan çocuğu destekleme Dağhan. Disiplini sağlamakta zorluk çekerler." Dağkan Bey Ayana'ya döndü. "Dağhan amcanı taklit etmeni yasaklıyoruz Ayana. Duyduğun yabancı bir kelimede önce babana danış ve kullanım yerini öğren." Küçük bir çocuk bu emir dilinden anlar mıydı? "Özür dilerim büyük amcacım." Ya da ben hiç bu yaşlarda küçük bir çocuk görmediğim için bilmiyordum.

Homurdanan Dağhan Bey yüzünü ekşitmişti, "Ulan aylar geçiyor sen geçmiyorsun. Çocuklara şöyle konuşmayı bırak artık."

"Senin de olsun görürüz diyeceğim de mal belli."

"Dağ taş insanda sinir mi yapıyor anlamıyorum ki? Gel ben seni bi'okyanuslara açayım, mis gibi yosun." Birbirleriyle atışan ikizlerin arasına giren telefon sesiydi. Aral kaşları çatık babasına bakarken Dağkan Bey masadakilere göz gezdirerek oğlunda durdurmuştu gözlerini, "Önemli bir arama bekliyordum bu yüzden sesli de bırakmıştım. Hemen geliyorum." Dağhan Bey başıyla onaylarken Aral gözlerini almamıştı babasından. "Lan oğlum aynı babanla Alpakan amcansın, az bana da benzeyeydin ya ne bu gerginlik?"

"Masada kurallar belli amca."

"Oralara girersek beni yersiniz... neyse, yemekten sonra seninle konuşalım az." Amcasını başıyla onayladı. Dağhan Bey Ayana'yı işaret ederek, "Okula başlıyor mu?" dedi. "Dört yaşında daha," diyerek söze giren Erten Bey'di. Sözüne devem edemeden amcası bölmüştü, "Bir Gurur daha gelseydi ne olurdu?" Erten Bey gülümseyerek devam etti, "Yüzde iki üçün hepsi bizim aileden mi çıksın amca?" Eşi Jülide Hanım da katıldı konuşmaya, "Altısına basınca başlatmayı düşünüyoruz."

"Neden altı?" Aral sormuştu bunu. Jülide Hanım tekrar cevapladı, "Anaokuluna göndereceğiz bir sene, yaşıtlarıyla pek anlaşamıyor. Dördünde anaokuluna vermeyi düşünüyorduk, ben tekrar çalışmayı istiyordum fakat bana çok düşkün; beş yaşına kadar eğitimini biz devam ettirmeyi düşünüyoruz, beşinde de anaokulu..."

"Bana da sorsanıza anneciğim, ben başlayacağım ne de olsa. Gurur abimle aynı yaşta başlamak istiyorum ben de." Ayana konuşurken bazı harfleri yutuyordu. Bu yumuşak sesine çok yakışıyor ve onu çok tatlı kılıyordu. Tüm çocuklar böyleyse onlarla her vaktimi geçirmek isterdim, dayanılmaz tatlı bir görüntü vardı karşımda. Onun cümlesiyle masada bir gülüşme geçmişti, bu sırada Dağkan Bey de dönmüştü. "Kahveleri kış bahçesinde içelim?"

"Tüttüreceksen tüttür gel kardeşim, ben pasif dahi katlanamıyorum. Biz takılırız içeride sen gelene kadar,"

"Pekâlâ... Aral," Dağkan Bey Aral'a bakarak konuştuğunda Aral başıyla onaylayıp sandalyesinden kalktı. Onlar bahçeye yönelirken Dağhan Bey de "Biz de salona geçelim," diyerek işaret verdi. Herkes onu bekler gibi ayaklandığında ben de onları izleyerek tekrar ikili koltuğa yöneldim.

Yanımda Aral olmayınca sanki bir şeyleri yanlış yapacakmışım hissi oluşmaya başlamıştı, bilmediğim yerlerde beni yönlendirdiği için bunun oluşması normaldi ama kırmalıydım; o, ben keşfederken yanımda bulunan bir yabancıydı ya da biraz biraz arkadaş.

"Yönelmek istediğin belli bir alan var mı Lila yoksa okurken mi karar vereceksin?" Konuyu başlatan Jülide Hanım'dı, sorusu ise cevap verebileceğim bir soru değildi. Kararlarım babamdan geçerdi. "Henüz yok, babamla karar vereceğiz."

"Kutsal bir meslek, babanın mesleği gibi. İsteyerek seçtin değil mi? Hevessiz yapılacak bir iş değil." Erten Bey'in cümleleriydi bunlar. İstek miydi bilmiyorum ama kendimi bildim bileli iyileştirmek üzerine kuruluydu öğrendiklerim, bana çizilen yol buydu ve kirletmeden yürümeye çalışmıştım. Dayatıldı diyemezdim çünkü bu yolu ben de çizseydim sanırım tıpı seçerdim, seviyordum.

Karşımdaki bir insana tamamen açık olmalı mıydım? İçimdeki dramatik kelimeleri insanlara yaymak istemiyordum. "Evet efendim, severek seçtim." Yalan söylememiş oluyordum bence.

Sohbetimiz arasında Dağhan Bey ayaklanmış, sessizce çıkmıştı. Masada Aral ile konuşacağını söylemişti, onların yanına gittiğini düşünüyordum. "Aslında buraya gelmemizdeki amaç babamın seni tanımak istemesiydi Lila," diyen Erten Bey'di. "Alpakan Kaleli titiz bir adamdır, ailemize giren ya da çıkanları yakından tanımak ister. Kendisi bu ziyareti istemişti fakat rahatsızlığı nedeniyle aramızda değil. Duyduğumuz kadarıyla uzun zaman burada olacaksın, en kısa zamanda yeniden bir görüşme isteyeceğinden eminim." Aral, Alpakan Kaleli için amca demişti. Babasının abisi ise en büyükleri o olmalıydı ki bu kadar saygın bir şekilde bahsediyorlardı.

Yapboz çözer gibi yabancıların hayatını çözümlüyordum, böyle böyle mi tanıyacaktım hayatı?

Ne diyeceğimi bilemesem de karşılık vermem gerektiğini bildiğim için cümleme başlayacakken Aral gelmişti. "Gurur abi!" diyerek ona koşturan Ayana kucağına çıkmak istemişti ki ellerini kaldırıp Aral'ın pantolonuna tutunmuştu, onu kolları arasına alarak yanıma gelip oturdu. "Yaylaları söyleyelim hadi!" diyen küçük kız parmağını yanağına dayamıştı. "Ya da biz dağlara," derken Aral araya girmişti, "Bugün olmaz güzellik, çıkmam gerekiyor. Sözüm olsun olur mu?" Sesi birkaç gündür duyduğum Aral'dan daha yumuşak çıkmıştı.

"Of... pekâlâ. Tabii birkaç ay sonra anca..." diyerek göz devirmişti Ayana. Gülüşürlerken Aral tebessümle "Bakarsın daha erken de olabilir, bilemeyiz." Kolunu kaldırıp saatine baktı, "İstersen bahçeye çıkabiliriz, biraz vaktim var gibi?"

"Uçak?" diyen Ayana'yı onayladı, "Uçak."

"Koşabilir miyim?" Anne ve babasına bakarak onayı alan Aral, Ayana'yı yere bırakarak "Havuza yaklaşmamak şartıyla." demişti. Ayana heyecanla bahçeye açılan kapıya koşturmuştu, bahçede Dağkan ve Dağhan Bey olduğu için rahatlardı. Aral'ın gözleri beni buldu, "Gel hadi... istersen?" Emir cümlesine son anda eklediği soru işaretine onay vererek peşinden gittiğimde Ayana'nın boyuna inmiş olan Dağkan Bey ayağı kalkmıştı. İkizler içeri girerken biz bahçede kalmıştık.

Açık alana açılmadan önce bir verandaları vardı, birkaç basamak yükseklikteydi. Aral beni durdururken "Esiyor," diyerek basamakları inmemi engellemişti. "Yerler de ıslak," bahçe oturma grubunu işaret etti, "Biraz oturur çıkarız." dedi. Başımla onaylayıp işaret ettiği yere gittim, oturduğum koltuk bahçeye dönük olduğu için onları görebiliyordum. Aral, Ayana'nın peşinden indi. Her ne kadar koştursa da adımları küçük olduğu için, Aral'ın büyük adımları yetişiyordu yeğenine.

"Gurur abi yakalarsan uçak olurum!" küçük kızın sesi öyle keyifliydi ki tüylerim diken diken olmuştu. Soğuk ayrı ürpertirken karşımda gördüğüm çocuğun eğlencesi tanıdık gelmişti.

'Tayfun abi bulursan sıcak çikolatayı ben yapacağım!' Babam yoktu, hep o ebe olurdu, saklanan ise ben. Beni hiçbir zaman bulamaz, sıcak çikolatayı yapardı. Saklambaç severdim ama oyunlardaydı bu sevgim, gerçekten oynamayı istememiştim şimdiki gibi; babam yoktu, ebe bendim, saklanan ise Tayfun abi. Sıcak çikolata yapma sırası bendeydi sanırım.

Dikkatimi karşıya verdiğimde Aral, Ayana'yı çoktan yakalamış ve kol altlarından sarmalamış döndürüyordu. Ayana'nın kahkahaları dahi yumuşacıktı. Hatırımda olanlar yüzümde bir tebessüm olsa da özlem yaratmıştı, ben de küçükken babamın gelişlerinde onun kucağına koşar ve kolları arasına girerdim. Otoriter tavrı bazı bazı azalırdı...

Nefes nefese ve peş peşe "Gurur abi!" diyen Ayana'yı sabit tutarak ona çıkardı bakışlarını Aral. Çenesini yavaşça sıktı, "Durdum durdum," çimleri işaret ederek, "Biraz ıslaklar sanki? Top oynayamayız, kayabilirsin." dedi. Kucağındaki Ayana ile bana doğru ilerledi, "Yemekte konuşamamıştık, oyun yerine biraz sohbete ne dersin?"

"Olur," elleri Aral'ın omuzlarındaydı, minik olduğu için Aral'ın kucağında oyuncak bir bebek gibi duruyordu. "Sen kaç yaşında başlamıştın okula?" Soru ile dudağının bir kenarı kıvrılırken nefesiyle gülüş sergilemişti, çaprazıma otururken cevapladı Ayana'yı, "Her insan başkadır Küçük Hanım, zamanlamamız farklıdır." Aral cümlesine devam etse de takıldığım nokta burasıydı. Küçük Hanım.

Tayfun abi bana her zaman Küçük Hanım derdi. Kendimi bildim bileli benim için taktığı lakap buydu. Karşımda geçmişi izliyor gibiydim. Beni kolları arasına almış bir Tayfun abim vardı ve saklambaç sonrası sıcak çikolata için kaşık iddiası üzerine tartışıyorduk.

Tartışma yoktu, konu sıcak çikolata değildi. Tayfun abi de Gurur abi olmuştu.

"Bir birey olsan da henüz erişkin olmadığın ve kendini yeni yeni tanımaya başladığın için annen ve babanla vermelisin bu kararı. Bu yüzden benim ne zaman başladığımla değil senin ne zaman hazır hissettiğinle ilgilen."

Küçük bir çocuk böyle uzun uzadıya cümleleri anlayabilir miydi bilemiyorum ama Aral karşısındaki anlıyormuş gibi konuşuyordu. "Of ya, neden sadece ben erişkin değilim? O da mı öyle?" Bakışları bana çıkmıştı Ayana'nın. "Kendisine sorabilirsin, tanıştınız."

"Sen de mi erişkinsin?" Erişkin sayılır mıydım? Bazı şeylere hâlâ eriştiğimi düşünmüyordum ama çoktan on sekizime basmıştım. "Evet," hoşnutsuzluğunu gidermek istemiştim "Ama açık olmak gerekirse pek hissettiğim söylenemez."

Kaşları havalandığında "Neden ki?" sorusunu Aral araya girerek yanıtladı, "Hâlâ erişemediği yerler var, mutfak dolapları gibi..." diyerek Ayana'nın kıkırdamasına neden olmuştu.

Söylediği komik olduğu için gülmek isteyen dudaklarımı zorla tutmaya çalıştım. Neslim Hanım'ın bana sıcak çikolata yaptığı geceden bahsediyordu. Ona yardım etmek için bardağı kendim çıkartacaktım fakat dikkatimi çeken kupa oldukça yüksekte kaldığı için uzanmış fakat alamamıştım, bu sırada kendisi içeri girmiş ve ne yaptığımı izliyordu. Şimdi de boyumun kısalığına dem vuruyordu. Pekâlâ aynı cümleyi kurmuş, erişemediğim şeyler olduğunu düşünmüş olabilirdik ama benim kastettiğim dolaplar değildi. Boyum da kısa değildi, o uzundu.

"Ay ben de yetişemiyorum! Kaç yaşındasın Lila abla?" Abla. Birkaç saatte abla olmuştum.

"On sekiz." Dehşet içinde bakakalmıştı Ayana, "E hani on sekizimizde erişkin oluyorduk Aral abi? Ben de mi o yaşa gelince yetişemeyeceğim dolaplara?" Küçük bir çocuk ortamı şenlendiriyordu, gülümsemeye neden oluyordu, soruları çok tatlıydı.

"Muhtemelen sen oldukça uzun olacaksın Ayana. Boyun babana çekmiş."

"Babam gibi mi olacağım?!" İstemiyor gibi sormuştu bunu, "O zaman sevgilimden uzun olurum, ben mi kucaklayacağım onu? Filmlerde tam tersi oluyor." duyduklarımla yüz ifadem şaşkınlığımı ele veriyordu bence. Ayana çok açık dilli bir çocuktu.

Aral yüz ifadesini oldukça düz tutarak "Bu konuları yaşın gelince açmalısın Ayana. Üstelik annenin sana film izlettiğini düşünmüyorum, nasıl izliyorsun?"

"Çizgi film Gurur abi. Manny ve Ellie, Anna ve Kristoff... Ay, biliyor musun Karlar Ülkesi'nin yeni filmi çıkmış? Eve dönünce söz aldım, izleyeceğiz." bahsettiği isimler Aral'ın anlattığı çizgi filmlerde geçen kişiler olmalıydı. "Sen izliyor musun Lila abla?" Küçük bir kızın sorduğu sorular çok zordu, benim için. "Herkes Elsa'yı seviyor, ben Anna'cıyım. Olaf'ı en çok seven de o bence."

Olaf. Bu ismi bilen ikinci kişiydi Ayana. Tayfun abi benim için oluşturduğunu söylerken farkında mıydı yalan olduğunun? "Bahsettiğin Olaf, kardan adam mı Ayana?" dediğimde içimde biriken soruları duymuş gibi bana baktı Aral. "Evet! İzliyorsun demek, bizimkiler sıkıcı deyip duruyor. İzliyorsan kar yağdığında seninle yapabiliriz bence Olaf'ı Lila abla," derken Aral'ın kucağından kayarak inmişti. "Elsa ve Anna oluruz!"

Yaratıcısı Tayfun abi iken onsuz Olaf yapmak.

Yaratıcısı Tayfun abi iken mi?

Birden çok kişi bilirken onu oluşturanın hâlâ Tayfun abi olduğunu düşünmek acizliğe girmez mi Lila? Yalana inanmak. Yalanı sürdürmek.

"Ayana," araya giren Aral'dı. "Üzgünüm, şimdi çıkmamız gerek. Bir dahaki gelişinde devam ederiz olur mu?"

Dudakları büzülse de başıyla onayladı, "Olur Aral abi. Önemli olmasa gitmezsin bunu öğretmiştin. Yarın sabah erkenden gideceğiz ama geleceksin değil mi?"

"Evet, sabah beşte kapında olacağım. Uyanamamazlık yapma sakın." Gülümseyerek onay veren Ayana'nın elinden tuttu Aral. Ayağa kalkarken "Hadi," diyerek benim de kalkmamı istemişti. İçeri girdiğimizde Aral gideceğimizi söylediğinde benim de dahil olmama şaşırmış gibiydi Erten Bey. Ben de şaşırıyordum, birkaç günde ne çabuk alıştığıma.

Aral gideceğimiz yerin oldukça kalabalık olduğunu söylediği için siyah bir pantolon ve kazakla değiştim üzerimdekileri. Ne kadar alışmış gibi gözüksem de pek dikkat çekmek istemiyordum. Yarım kazak göbeğimi açık bırakıyordu ve üşüyeceğimi biliyordum fakat yanımda başka siyah bir şey yoktu, diğeri ise kirlideydi. Siyah kot ceketimi giyerek soğuğu en aza indirgedim. Saçlarımı açmak istemiyordum ama soğuk olduğu için toplamak da boynumu üşütüyordu bu yüzden öne gelecek tutamları arkamda bir tokayla sabitledim.

Odadan çıktığımda Aral merdivenlerden yukarı doğru çıkıyordu. Beni görünce, "Geliyorum," diyerek odasına yöneldiğinde duraksadı. "Telefonunu aldın mı?" Ceplerime bakarak başımı olumsuz anlamda salladım. "Yanında bulundur."

Odasına girdiğinde ben de çıktığım odaya geri dönüp telefonumu aldım. Ben çıkarken eş zamanlı olarak Aral da çıkmıştı, aynı zamanda bir melodi duyulmuştu. Elimdeki telefon titrediği için ekrana baktığımda Öz'üm yazısını gördüm. Kendini böyle kaydettiğini görmemiştim, gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Bir ekrana bir Aral'a baktığımda kaşları çatık buraya bakıyordu. Yanıtlayıp kulağıma götürdüm telefonu, "Alo," diyerek Aral'a doğru merdivenlere ilerledim.

"Mor Kız?"

"Özgür?" diyerek Aral'ın yanında durdum çünkü o da ilerlemiyordu. Sanırım duyduğu isimden dolayı eski set yüzüne dönerken ilerlemeye başladı. "N'aber? Geliyorsun değil mi?"

"Evet, geliyorum. Şimdi çıkıyoruz hatta."

"Güzel güzel... yalnız önden hazırlıklı ol, epey kalabalık bir yer."

"Biliyorum, Aral anlattı. Sen gittin mi?" Sorumu sorarken Aral dış kapıyı açıp bana yol verdi. Önümüzdeki araba ilk bindiğim arabaya benzerdi. "Evet, çoktan. Manitaları bile taktım koluma, sizi bekliyorum." Bindiğim koltukta kemerime uzandım. "Arabadayız, çıkıyoruz yola."

"Tamamdır, A Plus'a selam çak, görüşürüz." Selam çak ne demek bilmesem de Aral'a aynı şeyi iletmek en doğrusu olacağı için uzatmadım. "Görüşürüz." Kapadığım telefonu ceketimin cebine koyup yanda kemerini takan Aral'a döndüm, "Selam çak dedi," dediğimde nefes vererek güldü. "Selam söyle anlamında mı?"

"Aynen."

"Peki manita ne demek?" Sorumla arabayı çalıştırmadan önce kaşlarını çatıp bana dönmüştü. "O nereden çıktı?"

"Özgür dedi de..." Bende gözlerini gezdirerek direksiyona kaydırmıştı. "Kısa süreli ilişki yaşadığın birine verilen bir takma ad. Argo bir kelime, şimdiki gençlerin argosu. Sevgilinin basit hali gibi düşün." Son cümlesiyle Özgür'ün cümlelerini birleştirdiğimde anlamı biraz biraz oturmuştu. Alayla söylediği cümlesi şimdi komik gelmişti.

Yola çıktığımızda yolları izledim. Görülen dağların uçları beyazlamaya başlamıştı, Ekim'e geçecektik. "Ayana," diyerek Aral'a çevirdim başımı, karlar konuşmamızı hatırlatmıştı. "Olaf'tan bahsetti. Çizgi film dedi. Yiğit de öyle demişti, Karlar Ülkesi. Söyledikleri ne oluyor? Olaf'ı nereden biliyorlar?"

"Tayfun Yereli'nin senin için oluşturduğu bir karakter diye düşünüyordun?" Cümle kursa da soru sorar gibiydi. "Evet."

"Dönünce, evde konuşsak daha iyi olur."

"Pekâlâ..." Bazen geçiştiriyor gibi hissediyordum ama itiraz edemezdim, ipin uçları iki kişideydi çünkü.

"Cevapsız bırakıyorum sanma, sadece senin için uygun anı yaratıyorum."

"Anladım."

Bölüm : 18.01.2025 20:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...