11. Bölüm

Bölüm 4: Tahattur - Kısım 2

Destina
destinasyon

Portions, porsiyonlar demekti. Girdiğimiz yerin tabelasında yazan da buydu. Soluk kırmızı aydınlatmalarla karanlık bir miktar kırılmıştı. Büyük bir girişten girdiğimizde karşımızda ikili kapı vardı ve ardından müzik sesleri geliyordu. Ben oraya doğru yöneleceğimizi sanırken solumuzdaki takım elbiseli adam elini cebine atarak yanda bir koridor açmıştı. Başını eğerek bize yol verdiğinde koridora girdik. Birkaç adımla ilerleyip asansör düğmesine ceketinden çıkardığı bir kartı okuttu Aral. Kapı açıldığında bana yol vererek arkamdan geldi.

"Gideceğimiz yer rezervasyonlu bir mekan, bu yüzden giriş farklı." Sorgum gözlerimden okunuyordu ki sormadan açıklama yapmıştı bana. Düşüncelerimi saklamayı başardığımı sanıyordum, yanılıyormuşum ya da o iyi okuyordu. Yüz ifademe pek yansıtmıyordum çünkü. "O zaman çok kalabalık olmayacak?"

Sırıtmıştı, "Kalabalık anlayışına göre."

Kapı açıldığında karşımızda üç kişi karşılamıştı bizi. İki adam kapının yanında beklerken bir kadın elindeki büyük ekranla uğraşıyordu. "İyi eğlenceler Gurur Aral Bey." dediğinde Aral başıyla onaylamakla yetindi sadece.

Kapıyı açtıklarında gürültülü bir müzik ve pembe, kırmızı, sarı, mavi... ışık karmaşası sarmıştı gözümün önünü. Loş bir ortamdı ve kimi ayakta kimi kısım kısım ayrılmış bölümlerde oturuyordu. Ceketlerimiz üzerimizden alındığında bir anlık ürperti gelse de içerisi sıcaktı. Yine de ister istemez üzerimdeki yarım kazağı aşağı çekiştirdim, uzamayacağını bildiğim halde.

Aral'ın adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordum çünkü pek geride kalmak isteyebileceğim bir yer değildi. Biraz önceki yer kadar olmasa da kalabalıktı.

Ortasında, ellerinde bardaklarla içecek hazırlayan iki kişiyi çevreleyen bir tezgahın başında bulunan birine doğru yürüyorduk. Bizi gördüğünde oturduğu tabureden ayaklanmıştı, "N'aber?" diyerek elini havaya kaldırıp tam temas tokalaşma yaptılar. "Kazananla tanışıyorsun değil mi?" Aral soruyu cevaplamadan yeni bir soru yöneltmişti.

"Destur be kardeşim... evet, tanışıyorum."

"Güzel." diyerek beni ön plana çıkardığında yanımıza söylenerek bir kadın geldi. "Özgür'ü boğacağım," derken benimle göz göze geldiğinde "A-ha Lila!" dedi oldukça beklemedik bir sesle. Şaşırmalı mıydım yoksa o da Derin gibi okuldan mı tanıyordu beni? "Yani... selam. Ben Asi, hoş geldiniz." diyerek elini uzattı bana, son kelimesinde Aral'a da bakmıştı. "Selam," diye karşılık verip elimi uzatsam da şaşkınlığım anlaşılırdı bence. "Birden öyle daldım kusura bakma, gerginlikten hep..."

"Ne zaman gergin değilsin ki?" diyen yanımızdaki adamdı. Elini uzattı bana doğru, "Poyraz." Karşılık versem de ismimi söyleme gereği duymadım, adının Asi olduğunu öğrendiğim kadın tanıtmıştı zaten. Aral nihayet araya girmişti, "Poyraz yarışmadan, kendisi de yarış pilotu. Turnuvada beraberiz."

"Son turnuvada." diye eklemişti Poyraz sırıtarak. İçerisi her ne kadar sıcak olsa da hava soğuktu ama Poyraz'ın üzerinde sadece incecik bir siyah gömlek vardı. Üstelik üç düğmesi açıktı ve boynundan asılan metalleri görünce onun yerine ben titremiştim. Oturduğumuz katta da bizimleyken fark etmemem benim dikkatsizliğimdi. Çevremi pek incelemiyordum belli ki, oysa yeni keşifler yaparken ayrıntılarıyla incelenmesi gerekirdi.

Bu düşünceyle istemsizce gözlerimi etrafta gezdirirken Özgür'ü gördüm, buraya doğru geliyordu. Göz göze geldiğimizde sırıtarak yanıma yaklaştı ve kolunu omzuma attı, "Mor Kız," deyip diğer elini Aral'a uzatmıştı. Aral kaşlarını çatıp sert bir şekilde karşılık vermişti selamına. Arkadaşlarıyla hep tam temas tokalaşma yapıyorlardı.

"Görmeyeli nasılsın?" dediğinde gülümsemeden edemedim, görüşmemiz en fazla bir saat önceydi. "Özlem dolu..." diyerek onu alaya aldığımda oyununu sürdürmem hoşuna gitmiş olacak ki kahkaha atmıştı. "Sen bırak bu A Plus'ı benim bacıyla takıl, belli ki açıldıkça cozutanlardansın bak." Etrafta müzik olduğu için biraz önceki gibi yüksek sesle konuşmak yerine kulağıma eğilip söylemişti. Eğildiği için birkaç santim ayak ucumda yükselerek kulağına yetiştim, "Sana ayak uyduruyorum Özgür," dediğimde eliyle saçlarımı karıştırdı.

O geri çekilirken ben dağıttığı saçlarımı düzeltiyordum. Özgür sıcaktı, yanında Mizan Malikanesinde, Lila Mizan gibi hissediyordum. Aklıma kendisini kaydettiği isim gelmişti, kaşlarım havalanmış ona dönmüştüm ama oldukça yukarıda olduğu için yükselmek zorunda kaldım. "Öz'üm ne?" diye sorduğumda bir kahkaha daha dökülmüştü dudaklarından. Sesli güldüğü için önümüzdeki üç kişinin de dikkatini çekmiş olacaktık ki Poyraz'la göz göze geldik. Bir bana bir Özgür'e bakmıştı. "Beğendin mi? Çok iyi değil mi?"

Tek kaşımı kaldıramasam da ona benzer bir yüz ifadesi yapıyordum. "Neden hep takma isimler takıyorsun?" Soruma kaşlarını indirip kaldırdı birkaç kez, "Severiz." dedi. Gülümseyerek önüme döndüğümde konuşmalarına kulak misafiri oldum. "Fuat'ın yanındakini araştır, siması tanıdık." demişti Aral, "Şimdi." diye de eklemişti. Bunu dediği kişi Asi'ydi.

Başıyla onaylayan Asi, önüne gelen perçemlerini geriye atarak bizden uzaklaştığında ardından ona baktım. Genç dursa da benden büyük gibiydi, babam ayağımı incitebileceğim için büyüyene kadar topuklu giydirmezdi bana. Serila birçok kez denetse de evde giymem gereksizdi. Asi ise üzerine giydiği kırmızı elbise ve ten rengi topuklularıyla yaşının küçük olmadığını gösteriyordu.

"Nereden tanıdık?" Az önceki eğlencesinin aksine şimdi oldukça düzdü Özgür'ün ifadesi. "Anlarız." dedi Aral. Onlar anlasa da ben onların konuşmalarını pek anlayamıyordum. "O zaman ben kaçar, Vardar'la sohbet koyuydu." Gözü bana değdi Özgür'ün, "Dondurma severlerden kendisi."

O uzaklaşırken ben de etrafı seyrediyordum. Etraftaki insanların neredeyse yarısından çoğuna gözüm değdiği gibi çevriliyordu, pek bakılmaması gereken pozisyonlardı. Ya da onlar için bu gayet olağandı ki açıkça sergiliyorlardı yakınlıklarını.

Gözlerimi kırpıştırıp önüme dönerken derin bir nefes aldım ama almasam daha iyiydi. Alışık olmadığım, ağır bir koku vardı. Midemi bulandırmıştı. "Özgür'le ne ara tanıştınız Lila?" Sorulan soruyla Poyraz'a baktım. Ardına yaslanmış bana bakıyordu. "Fakülteyi ziyaret ettiğimizde." Ben cevap verirken Aral bir bardak uzatmıştı. Ona baktığımda bardağı işaret etti, elinden alarak bir yudum aldım. Karışık ama yoğun olmayan bir içecekti.

"Çocuğun hızına ışık dahi yetişemez anasını satayım," diyerek Aral'a döndü, "Ayıp ayıp, bize de buralarda tanışmayı mı layık görüyorsun lan?"

Aral sırıtarak "Gün yüzü gördüğün mü var?" dediğinde Poyraz gülmüştü. Aral bir dirseği tezgaha yaslı elindekini yudumluyor, etrafta gezdiriyordu gözlerini. Verdiği içecek iyi gelmişti, hiç değilse midemdeki ekşi his mayalanmıştı. Çevredeki gözleri beni bulduğunda bana doğru eğilerek kulağıma fısıldadı, "Yoruldun mu?"

Pek değildi ama biraz sonra yorulacak gibiydim, ayakta durmaktan değil de ses ve insan karmaşasından. Omuz silktim, bilmem dercesine. "Locaya geçelim," bunu Poyraz'a söylemişti. "Dikkat çekmeyelim?"

"Şu an tek çekilecek dikkat Fuat'ın olur, o da iki rakip diyaloğundan." derken bileğime yerleştirdiği eliyle beni önden yürüterek ilerledi. Poyraz sırıtarak "Ben diğer rakiplerine benzemem yalnız."

"Ona ne şüphe..." Geçtiğimiz yer bölümlere ayrılan cam odacıklardı. Hemen ardımızdan Özgür de gelmişti. "Yatırımımı sağlam adamlara yapmak isterim gençler, yer var mı?"

Aral bileğimi bıraktığı için u şeklinde olan koltukta köşeye geçerken Poyraz, Özgür'e "Zevzek," demişti.

"Ah, kalbim..." diyerek alaya alan Özgür yanıma konumlandığında karşıya geçen Poyraz'ın yanına da Aral oturmuştu. Oturduğumuz yer u şeklinde olduğu için biraz daha kayarak açık olan kapıdan dışarıya çektim bakışlarımı. Asi buraya doğru geliyordu. "O ne kokteyli?" diyen Özgür bardağıma uzandı. Bir yudum aldığında, "Aral kokteyli..." diyerek tekrar yerine koydu. "İçebilirsin." dediğimde "Hadi oradan," diye bir tepki vermişti. "Gerçekten, benim canım istemiyor." Başkasının içtiği bardaktan içemezdim. Kulağıma eğilerek "Aral kokteylini her yerde bulamazsın." dedi. Omuz silktim. Farklı ve güzeldi, evet ama içemezdim.

Asi içeri girdiğinde Aral'a doğru yönelerek yanına oturdu, elini sarılırcasına omzuna koyarken kulağına yaklaştığında diğer elini de siper etmişti. Oldukça, fazlasıyla oldukça yakın duruyorlardı... ve uyumlu. O kulağına bir şeyler fısıldarken Aral'ın gözleri kısılmış karşıya bakarak dikkatle dinliyordu. Birkaç saniye sonra kaşları havalandığında gözlerini benim olduğum yöne kaydırmıştı. Göz göze geldiğimizde bakışlarımı üzerinden alıp tekrar dışarı verdim.

İnsanlar bu kadar yakın olmaktan rahatsız olmuyorlar mıydı? Herkes resmen ağız ağıza duruyordu, pek benlik değildi. Babam bu yüzden mi uzak tutmuştu beni? Hayatın çoğu kısmı bu şekilde miydi, fakülte harici? Bir de kütüphane. Sanırım bana uygun yerler belliydi, buraların insanı değildim. Bu yüzden bu akşam ait hissedemiyordum, sabahın aksine.

"Neye bakıyorsun kız öyle kaşların çatık?" Kulağımdaki fısıltıyla irkilsem de Özgür yine Özgür'dü. Kaşlarımı çattığımı farkında bile değildim, "Dalmışım."

"Ankara bebesinin de gemisi olmaz ki batsın." dediğinde boşluğuma denk geldiği için kıkırtımı tutamadım. Oysa bir ayrıntı daha vardı, Antepli bilindiğime dair. "Sen biliyor musun?"

"Sadece üç kişi." diyerek Aral'ın o üç kişiyi sayıp bunlar dışında herkese Pozan'sın deyişini hatırlatmıştı sanki. Başımla onayladım. Ayaklanan Aral'la bakıştığımda, "Beş dakika sonra geliyorum, çıkacağız." deyip gitti.

"Birinci sınıftın değil mi Lila?" Aral'ın ardında olan gözlerimi Poyraz'a çektim, "Evet. Yani bu yıl hazırlık dönemi." Kaşları çatılan Poyraz şaşırmışa benziyordu. "Tıpta hazırlık da mı vardı?"

"Belli üniversiteler İngilizceyi de bulunduruyor," diyerek araya giren Asi'ydi. "Tıbbi terimler olmasa da İngilizce gelişimi için artı bir yıl da ekleyerek yedi yıla çıkarıyorlar. Kaleli de bunlardan biri."

"Ulan yedi yıla ömür mü dayanır?" Poyraz yüzünü buruşturmuştu. "Kaç yaşında bitirmiş oluyorsun?"

"Yir-" tekrar araya girmek isteyen Asi'nin sözünü Poyraz, "Kıza sordum." diyerek bölmüştü. Aralarında bir gerginlik vardı, benim gibi yabancı olan biri de olsa anlayabiliyordu çünkü pek hoş değildi birbirlerine olan bakışları. "Yirmi beş, yirmi altı." diyerek belirsiz bir yaş tahmininde bulundum.

"Maşallah." diye tepkisini koyan Poyraz'a ek Özgür "İnşallah." demişti. Yüzünü ekşiten Asi, önündeki çerezlikten bir tutam alıp Özgür'e attı. "Şunun dalgasını dahi geçme!"

"Tamam be kızım."

"Düzgün durun." Poyraz, Özgür'e nispeten daha ağırdı. Bilmesem ve Aral'ın arkadaşı hangisidir diye sorsalar Özgür'e gözüm değmeden Poyraz derdim, daha benzerlerdi. "Fuat boşta, sıra sende." Asi onları uyaran Poyraz'a göz devirerek söylemişti bunu. Seslice bir nefes çekerek ayaklanıp çıktı. Peşinden etrafa bakarken gözlerim Aral'ı aradı, neyseki yanımda Özgür vardı. Yine de durgunlukta yalnızlığı bilen ben alışmalıydım kalabalıkta yalnızlığa da.

"İlk mi?" Boşluğa dalan birini bir anda soru sorarak çıkarmak alışkanlıkları mıydı? Asi'ye baktım, "Anlamadım?"

"Böyle bir mekana gelişin, ilk gibi?" Bulunduğum yerlerde bu kadar mı aykırı duruyordum, anında anlaşılacak kadar?

"Ben..." desem de devamını getirememiştim. Göz kapaklarım birbirine çarparken bakışlarımı ondan alıp karşıya verdim. Asi'ye ne cevap vermem gerekiyordu? Doğruyu söylemem doğru olur muydu? Yalanlar mı doğruydu artık benim için? İstemsizce gözlerim Aral'ı arıyordu. "Burada lavabo var mı?" Kısık çıkmıştı sesim, umarım Özgür duyar ve götürürdü. "Var, var da... iyi misin?"

"İyiyim, sadece biraz midem bulandı." Yalan değildi, biraz önce bulanıyordu. Asi Özgür'e seslenip beni işaret etti, "Çarptı mı kız? Alkol de koymamış oysa." diyen Özgür kolumdan tutarak kaldırmıştı beni. Özgür'le paylaşabilirdim, beni bilen üç kişi arasındaydı. "Hayır, ondan değil. Burası biraz boğdu."

"Pek senlik değil." derken ilerliyorduk. Başımı salladım, "Sanırım." Duyulsun diye söylememiştim, kendimeydi, bu yüzden mırıltıyla çıkmıştı. İçerideki loş ışık kırılmıştı bir hole girdiğimizde. Biraz ilerledikten sonra yukarıdan salınan bantları kenara çekerek önce benim geçmemi bekledi, ardımdan kendi de gelince siyah bir kapıyı işaret etti, "Bekliyorum burada." Başımı sallayıp işaret ettiği kapıdan girdim. İçerisi bembeyazdı, ışıklar dahi.

Loşluğa alışan gözüm bir anda parlak bir geçiş yaşadığı için kamaşmıştı. Lavaboya ilerleyip suyu açtım, beklesem de ısınmıyordu, buz gibiydi. Kollarımı kıvırıp üşümek pahasına avuçlarıma doldurduğum berraklığı yüzüme çarptım. Çarpmam ve geri çekilmem bir olmuştu, saliseler olsa da sanki dakikalarca suda tutmuş gibi nefes nefese kalmıştım. Çok soğuktu. Anlık titrerken kabinlerden iki kişi çıktı. Biri ellerini yıkarken diğeri saçlarını şekillendiriyordu. Fazla... lüks giyinmişlerdi.

Solumda bulunan peçetelikten birkaç peçete alıp yüzümü ve boynumu kurulamaya başladım, kazağımın yakası biraz ıslanmıştı.

Ellerini yıkayan esmer kız beni süzdü, bakışları ağır gelmişti. Dikkatimi aynaya verip saçımdaki tokayı çıkartarak ellerimle saçlarımı taradım, yorgunluğumu alması için.

"Kaleli'nin yanındaydı." Bana mı söylediğini anlamak için yana baktığımda arkadaşıyla konuştuğunu gördüm. Yanındaki kumral saçlı kız "Ben Şahmar'ın yanında gördüm." dediğinde benden bahsettiklerini bariz belli etmişti. Onlara baktığımda tekrar süzmeleri rahatsız etmişti. Cevap vermem gerekiyor muydu bilmiyorum ama benden bahsettiklerine göre dahil olmalıydım, dediklerini anlamasam da.

"Anlamadım?" İstemsizce çatılan kaşlarımla onlara döndüğümde bunu beklemiyor olacaklardı ki rahatsız bakışları şaşkınlığa dönüşmüştü. "Yok, yok bir şey." diyen esmer kızdı. Bakışlarını kaçırırken kapıyı işaret ederek çıkışa yöneldiler.

Telaş edecekleri bir şey söylememiştim, onların bana şaşırdığı gibi ben de onların tavırlarına şaşkınlıkla baktım, arkalarından. Ses tonumu ayarlayamadığım için miydi?

Daha fazla oyalanmadan dışarıdan siyahken iç kaplaması beyaz olan kapıya yönelip dışarı çıktığımda Özgür yerine Aral'ı gördüm. "İyi misin?" Yanına giderken başımı salladım, "Evet, sadece, gidiyor muyuz?" Duraksayarak söylediğim kelimelerden sonra cevap vermeden önce birkaç saniye bana baktı. Sanırım kelimelerimi tartmıştı. "Gidiyoruz." diyerek beni geldiğimiz yöne doğru ilerletti. Çıkışa ulaştığımızda ceketlerimizi alan kişiler tekrar geri getirmişti. Aral giymeye yönelmediği için ben de giymemiştim ama o giymem için işaret vermişti. Hava soğuktu ki bunu istemiş olmalıydı.

Dışarı çıktığımızda önümüze sürülen arabanın kapısını açtı, binecekken duraksadım. Ona döndüğümde kapının başında bekliyordu. "Bir şey sorabilir miyim?" Çok düşündüğüm için sabırsızdı dilim, daha fazla dayanamamıştı, ortamın uygunluğuna bakmadan çıkmıştı.

Aral etrafına göz gezdirdiğinde yer uygunsuzluğunu anlatmak istemişti bana sanırım. "Beş dakika ver." diyerek oturmamı sağlayıp kendi de yerine geçti. Arabayı çalıştırdığında ne yaptığını anlamıştım, olur bir yere çekecekti.

Ben bir köşeye çekmesini beklerken birkaç dakika içinde önü şehre bakan bir boşluğa gelmiştik. Birkaç araba daha vardı etrafta. Sanırım bulunduğumuz mekanın bir kısmıydı. Aracı durdururken "Dinliyorum." dedi. O böyle söyleyince gerilmiştim, oysa öyle birkaç kelime dökülecekti ağzımdan. Şimdi ise çokça doluluk hissediyordum, önümdeki boşluk sanki doldurmam için açılmıştı ama hissettiğim doluluk içinde sorumu da bulamıyordum. Olanlar dönüyordu gözümün önünde sadece, kelimeleri seçip de doğru soruyu çıkartamıyordum.

Gece vakti cam kenarına konan böcek takıldı gözüme, ışık saçıyordu. Ateş böceği miydi?

Hah, Lila! Yaz geceleri dışında çıkar mı ateş böceği?

Mizan duvarları dışına çıkar mıydı Lila Mizan?

Aynı şey değil.

Bu karmaşa üzerine istemsizce yüzümü buruşturdum. Doğru kişide mi sorgu sual arıyordum? Az önce bana yöneltilen soruyu bence cevaplayamadığım için rahatsız oldum, bunun huzursuzluğunu karşımdakinden mi çıkartacaktım? "Sen yokken bana yöneltilen sorular... cevaplayamıyorum." Bir yerden tutunmam gerekiyordu içime serpilen konu başlıklarına. "Yani, sen gelsen de cevap versen diye bekliyorum sanki. Bana artık Pozan'sın denildiğinden beri böyle ya da ne bileyim belki de bir anda kalabalığın içine atıldığım için böyle geliyor bilmiyorum ama," dediklerim tutarsızdı, gülesim gelmişti, dudaklarımı ıslattım. Doğru soruyu mu arıyordum?

"Bunca yıl kapıdan dışarı adımını atamadığını sorgulamazken şimdi bunları mı sorguluyorsun diye de düşünecek olabilirsin ama... aması yok işte. Biri bir soru yönelttiğinde nasıl cevaplayacağım ben?" Bu muydu sorum, demek istediğim?

"Biraz önce arkadaşın Asi sordu, ilk gelişin mi diye. Bilemedim ne diyeceğimi." Kaşlarım indi, dilim çözülmüş gibiydi. "Ne yalan söyleyebiliyorum ne de doğru. Doğruları söyleyecekken doğru mu olur diye düşünmek... yalanlar mı benim için doğru artık?"

İkinci sorum mu olmuştu? Ya da üç. Düşündüklerim ve söylediklerim karışıyordu. Bunları düşünmem gerekirken dilime vuruyordum oysa birkaç kelime çıkacaktı ağzımdan sadece, karşımdaki kişi üç günlükken üç kelimelik bir soru hakkım olmalıydı, üç satırlık değil. Sanırım tam karşıya baktığımdan ona değil de karşımdaki boşluk içinde parıldayan ışıklara anlatıyor gibi hissediyordum, dilim çözülmüştü kendi evimde olmadığım halde.

"Bana Mizan olarak sorsalar asla duraksamayacağım sorularda Pozan iken susup kalıyorum. Ürkek bir kişiliğe sahip değilim ben. Babam beni asla böyle yetiştirmedi," Düşüncelerim ardına babam girdi, "Hatta geldiğinde bu hallerimi anlatınca çok kızacağından da eminim ama yalanlarla da büyütmedi beni, bu yüzden işin içine bunlar girince ne yapacağımı bilmiyorum..."

Ona döndüm, beni izliyordu, yanlış anlamasını istemediğim için açıklama yapasım gelmişti. "Bu söylediklerim sana soru değil de bir isyan gibi geliyor olabilir ama değil, sadece cevapları oturtamadığım gibi soruları da oturtamıyorum. Hatta belki de oturtamadığım bir diğer konu da bu söylemlerimi yanlış kişiye ifade etmek, alıcısı sen değil de baban, baban değil de babam." Duraksadım. "Babam yok," dediğimde "Baban yok," diye tekrarlamıştı. "Baban..."

"Babam cevapsız bırakır."

"Sen,"

"Kendin ol, derim."

Cevabı gözlerimi kırpıştırmama neden oldu, "Nasıl?"

"Neysen osun," dedi. Sesi netti, gözlerindeki siyahın netliği kadar netti sesinin tonu. "Lila." Şu üç günde ismim ilk defa çıkmıştı dudaklarından. Ondan duymak garipti, babasıyla benzeyen ses tonları bazen farklılaşıyordu, bazı kelimelerde.

Gözlerini kaçırmadan devam etti, "Sen Mizan Malikanesindeyken Mizan'dın. Kimliğinde Pozan varken, sicilinde Pozan yazıyorken insanlara kendini Mizan diye tanıtamazsın çünkü dış dünya yaşadığın malikaneyle bir değil." Durdu, söyledikleri bana ulaşıyor mu diye tartıyordu. Bir nefes aldı, "Dış dünyada işler, resmiyetle işler Lila." İki.

Kuruyan dudaklarımı ıslattığımda aynı şekilde taklit etmişti beni. Kelimeler kuraklık yaratıyordu. "Sana bu yüzden üç kişiye Mizan olmak istersen olabilirsin fakat bunun dışında Pozan'sın dedim." Gözlerini kıstı, "Asıl soruna gelecek olursak sen Lila'sın. Mizanmış Pozanmış bunlar önemli değil, sen hâlâ Lila'sın."

İsmimi söylerken diğer kelimelere nazaran bastırıyordu. Üç güne sığacak Lila'lar bir anda dökülmüştü.

"Cevaplarını neysen ona göre ver, yalan söyleme." Önüne döndüğünde gitmeden önce yeniden araladı dudaklarını, söylemek istediği son cümleler için. "Birilerine seni tanıtırken benim yalan söylediğimi düşünüyorsan üzgünüm, kayıtlarda olan kimliğinde soyadın Pozan, ikametgahın Antep gösteriyor. Baban, babamın yakın dostu. Yani aile dostumuz. Birkaç gün önce ikamet yerin değiştirilerek Antep'ten İstanbul'a çekildi. Lila Pozan, şehir değişikliği yaparak aile dostları olan Kaleli Malikanesine geldi. Bu kadar. Yalan yok. Kimsen, osun."

Ne itiraz ne de farklı bir durum, geri dönüş beklemeden sarf etmişti bunları. Bu üç gün birkaç kelimeyle geçmişti, isimsiz. Şimdi ise nokta misali kullanılan isimle üç güne sığacak satırlardı bunlar, bu ana dökmüştü hepsini.

Lila'ydım... Lila kimdi peki, bunu biliyor muydum?

Bölüm : 25.01.2025 23:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...