"Kardan adam yapsak senle," ritimle söylenen sözlere eşlik ediyordu, dışarıda yağan yağmurun sesi. "Oyunlar oynasak. Artık seni görmüyorum," Cama çarpan damla takıldı gözüme, birlikte kaydık. "Sanki gittin, uzak ülkelere..."
Ses önümdeki bilgisayardan geliyordu. Küçük bir kız çocuğu Elsa diyordu, eskiden çok yakındık. Şarkıyı bitirdiğinde üçüncü defa tekrarlatmak yerine tekrar sardım asıl kısma.
"Herkese merhaba, ben Olaf ve sarılmaya bayılırım!"
Hayır hayır, Tayfun abi değildi bunu söyleyen. Burada da değildi. Kış da yoktu, kar da yağmıyordu. Gök gürültüsüyle karışık yağmur vardı dışarıda. Önümde ise bir kardan adam ama bizim yaptığımız değil, çizgi film.
Çizgi film. Her an, her yerde, herkesin ulaşabileceği, bildiği bir izlenim. Tayfun ve Lila değil, tüm dünya biliyor.
"Sıkı sarılırsan dağılabilir Küçük Hanım." demişti. Çocuk hüznü, surat asıp "Dağılmasın," desem de tekrar atlamıştım, "Ama sarılmaya bayılıyorum!" Birkaç parça düşse de yerine yerleştirmiştik. "Adını ne koymalıyız Tayfun abi?!" demiştim, eldivenlerim ne kadar küçük olursa olsun zayıf parmaklarıma büyük geliyordu. Parçaları yerleştirirken yamuk takmıştım. Tayfun abi ise arkasına geçmişti kardan adamın, "Merhaba, ben Olaf. Sarılmaya bayılırım!"
"Senin için..." demişti. Benim için yaptığını söylemişti. Oysa ne o yapmıştı ne de benimdi. Yalandı. Haberdardı. Bu dünyadan, teknolojiden, telefondan, internetten... haberdardı ama yok demişti. "Bunlar yok, gelecekte belki."
Babam, yok deyip bir görüntülü mesaj gönderiyordu. Tayfun abi, yok deyip bir filmden alıntı yapıyordu. Benden saklanan şeyler yoktu, bana yalan söylenenler vardı.
Saklananlar açığa çıkardı da yalanların yerini doğrular alırken kaç bellek silinirdi? Silinenlerin yanında kaç anı giderdi? Nedendi?
Tekrar... ve tekrar dinledim. Hem yağmuru hem oynatılan sesi. Midem ekşimişti artık, durdurup yıkanan camın ardına baktım. Gökyüzü karanlık olsa da havuzun aydınlatmaları ne kadar şiddetli yağdığını suya düşen damlalarla gösteriyordu. Bir de cama vuran takırtılar.
Tayfun abi gelecek miydi? Yarın gelseydi ya, torunumdan duydum deseydi. Biz ne biliriz bunları deseydi. Diyecekti belki de. O da bilmiyordu ve duyumlarla getirmişti bana da belki de. Babam bilse bunları, kağıt israfı yapar mıydı onca gidişinde? Tayfun abi bilse çocukluğumdan bahsederken taklidimi yapmak yerine açıp izletmez miydi o hallerimi? Bilseler saat başı arayıp sormazlar mıydı beni?
Önümdeki bilgisayarın kapağını kapatıp arkamda duvar köşesine yaslanmış Aral'a uzattım. "Teşekkür ederim."
Saatlerdir ben pencere önü koltuğumda otururken o orada dikiliyordu. Çizgi filmin ne olduğunu göstermek istemişti sadece, ben ise bahsettikleri Olaf'ı sormuştum. Tüm cevapları bir arada vermişti, birkaç saat önce arabada yaptığı gibi.
Uzattığım laptopu elimden alıp masama koydu. Saat dörde geliyordu, üç dört saat sonra gün açacaktı. "Kusura bakma, seni tutmak istemedim."
"Yarın gelsin mi?" dediğim şeyle alakasızdı sorusu. "Nasıl?"
"Tayfun abi." Duyduğum isimle şaşırdım, hemen gelebilir miydi? Gelse şimdiye gelirdi. İşleri bitmemiş olacak ki eşyalarımı da daha getirmemişti.
Başını salladı, "İstersen." Ben de başımı salladım, onun gibi ağır olmamıştı.
"İyi geceler." diyerek ardını dönüp çıkışa yöneldiğinde karşılık verdim.
Tek kaldığımda tekrar çevirdim yüzümü, dışarıya. Düşünmek istemiyordum, yarın Tayfun abiyle düşünmek istiyordum, daha az yorucu olurdu birlikte ararsak cevapları. Üzerimde bir battaniye varmış da doluca yağan yağmur altında ıslanmışım gibi büyük bir ağırlık hissediyordum. Duş almalıydım ama bu saatte alırsam çok üşüyeceğimi de biliyordum. Yine de kalktım, bu ağırlığı atamazdım, atamazsam uyuyamazdım. En azından sıcak su hafifletir, kat kat giysi de sıcak tutardı. Bir de sıcak çikolata, Tayfun abinin yapmayacağı.
Sıcak su saçlarımı çok dökse de soğuk değince tenime sinirleniyordum. Dökülmeleri pahasına sıcakla aldığım duş sonrası kızaran yanaklarımı yatıştırmak için elimle bir rüzgar oluşturdum. Bir büstiyer, bir tişört, bir kapüşonlu. Üst üste giydiğim üstlükler bir zahmet sıcak tutmalıydı. Altıma geçirdiğim tayt ve panduflar da yeterliydi. Sadece saçlarım ıslaktı, birkaç saate anca kuruyacaktı. Daha fazla saat yemeden aşağı indim. Sabahı görmeden uyumak istiyordum, mayışmak için sessizce bir çikolata yapabilirdim.
Mutfağa girdiğimde kapıyı kapatıp arkamı dönmem ve çığlığımı yutmak için ellerimi dudaklarıma siper etmem bir olmuştu. Led ışıklar açık olduğu için orta tezgahta gördüğüm kişinin Aral olduğunu bilsem de bir anda görmem irkiltmişti. "Benim," diyerek gördüğüm kişiyi onaylaması da pek katkı sağlamadı. "Korkuttun." Karşı tarafına ilerledim.
"Amaçlamasam da tahmin ettim."
Önüme bir kupa sürdü. Üzerinde dumanları içinde ise bir kaşık ve sıcak çikolatası olan bir kupa. "Bunu da mı?" Sesim hayret doluydu.
Karanlıkta önüne çıktığın bir insanı korkutabileceğini tahmin edebilirdin amenna fakat onun sıcak çikolata içeceğini tahmin etmek biraz... garip mi demeliydim, ürkütücü mü?
"Öyle olmuş." Tatmin edici bir cevap değildi. Yine de üstelemedim çünkü sıcak duşun verdiği bayıklığı açmak istemiyordum, uykum gelmeliydi. Her ne kadar az önce çığlık atsam da... "Neden uyumadın?"
"Sen neden uyumadın?" Cevap vermek yerine aynı soruyu sormak kabacaydı, hoş olmuyordu. Önümü işaret ettim, "Bunun için."
Sessizlik oluştuğunda kaşığı alarak çikolatayı içmeye başladım. Bir kaşık daha aldığımda tadı şaşırtmıştı beni. İçtiğim sıcak çikolatalardan farklıydı, Tayfun abi süte çikolata ekleyerek yapardı, bu ise daha yoğun ve daha... tabirsiz kalmıştı, farklıydı işte.
Aklıma gelen diyalogla ona baktım, "Gece, kulüpte, midem kötüydü, bu yüzden kalkmıştım." Ben yanında yoksam bulunduğun yerden ayrılma demişti, ona ithafendi bu cümlem. Kaşları indi önce, nereden çıktığını sorgular gibi. Sonrasında soru yöneltti. "Kokteyl mi?"
"Ne?" Karanlık olmaması işime gelmişti, karşımdaki insanın tavırlarını görememek sinir bozucu oluyordu yoksa. "Dokunan içtiğin içecek mi? Daha doğrusu içmedin..." bir gözünü sorarca kıstı, "Beğenmedin mi?"
"Hayır hayır, iyiydi. Yani beğenmiştim, daha önce tatmadığım bir içecekti. Hatta o an Özgür'e bu yüzden gıcık kapmış bile olabilirim." diyerek gülümsediğimde tebessüm etti, "Sadece... biriyle aynı bardaktan içemiyorum."
"Bugün sadece bir saat buradayız Aral. Bu yüzden direkt çalışma odasına çıkıyorum, bu süre zarfında tetikte ol." Buraya her geldiklerinde duyduğu bu sözlere alışkındı, ezberlemişti artık. Sesini daha da gürleştirerek devam etti Dağkan Kaleli, "Anlaşıldı mı?!"
"Anlaşıldı." Altı yaşında da olsa bu emirler basitti onun için, gerçekten anlamış ve hazır olda bunu bildirmişti, emir komutasına karşı imiş gibi.
"Sadece bir saat, indiğimde kapıda ol."
"Güzel." diyen Dağkan salondan çıkmıştı. Liman Mizan, Aral'a yaklaştı. "Rahat ol aslanım." Elini başında gezdirirken, "Ben onu oyalar iki saate çıkarırım, dört gündür A Plus diye ağlıyor güzel kızım." dedi. Karşılıklı gülümsediler, Liman'ı babası kadar seviyordu Gurur Aral, her yaşı bu adamlarla geçmişti.
Kaleli'nin ardından giden Mizan'la birlikte salonda bir bebek bir de Aral kalmıştı. Tayfun'a dönüp bir su alacağını belirttiğinde onu durdurmuştu. "Ben getiririm Küçük Bey," A Pas, diye çığlık atarak kollarını Aral'a açan Lila'ya baktı Tayfun, "Sen bekletmeden geç yanına."
"Teşekkürler." Gülümseyip Lila'ya dönen Aral, "Prenses! Geldim, sessiz ol. Ayrıca anlaşmıştık?" diyerek yanına ilerledi. Dizlerini kırıp karşısına oturduğunda küçük kız anında sarılmıştı. "A Plus yoktu hani, A-ral." diye heceleyip saçlarını karıştırdı Gurur Aral.
"R'leri söylediğin zamanı dört gözle bekliyorum Lila'cığım. Bakalım nasıl Aral diyeceksin?.." Tayfun, getirdiği kupayı Aral'a uzatıp köşeye geçmişti. Gurur Aral'ın yanında oturan Lila'nın bir eli küçük adamın dizinde diğer eli terazide yukarıda tutuyordu. İki yana sallarken "Miz miz miz..." diyerek kendince bir ritim tutturmuştu.
Kupadaki suyun yarısını bitiren Aral hızlıca bardağı kenara alıp Lila'nın elini tuttu, "Yavaş ol Prenses, yüzüne çarpacak." Elinden aldığı teraziyi bir yana bırakırken kulplu bardağa uzanan Lila, içindeki suyu dökmeden Aral yetişmişti, bir yaşındaki ellere kupa ağır gelebilirdi. "Dikkat et," bardağı tutsa da kız bırakmadığı için çekmedi, "Ama benim bardağım," dese de dilini suya doğru uzatan bebeğe kıyamamıştı.
"Pekâlâ pekâlâ... iç bakalım, ama büyüyünce başkasının bardağından içme, bu pek sağlıklı değil Lila."
&&&&&
Aralara giren görsellerin anlamları anlaşılabiliyor değil mi? Saat görseli geçmiş zamanı temsil ederken kale görseli Kaleli Malikanesinde geçen zamanları, kale ve terazi birleşimi görseller ise diğerlerini temsil ediyor.
Hikaye akışı nasıl gidiyor, düşüncelerinizi alabilir miyim?
Basılı bir roman misali yazım ve görsellere dikkat ederek, editöryel süreçten de geçirerek düzenlemeye çalışıyorum. Umarım açık ve anlaşılır bir biçimdedir,
Çokça sevgi…🤍
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
937 Okunma |
97 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |