13. Bölüm

Bölüm 5: Tayfun - Kısım 1

Destina
destinasyon

Selam! Nasılsınız? Tatilinizin son günleri nasıl geçiyor?

Yıldızcıklarda ve yorumlarda buluşalım, iyi okumalar… 🤍💫

 

‘Hani insan
Sessiz kalır
Aklı sağır
Hiçbir veda kolay değil öncekinden’

PİNHAN
BÖLÜM 5: TAYFUN

===

Her gecemi yarının planlı oluşuyla kapatırdım, evimdeyken. Ne olacağını, ne yapacağımı bilirdim çünkü birkaç metrekarelik alanla sınırlıydı adımlarım. Burada ise gecelerimi kapatamıyordum ki yarınında ne olacağını bilerek kalkayım.

Kaleli Malikanesinde sabah sekiz kahvaltı saati oluyordu. Geç indiğim için Dağkan Bey’in sert ifadesiyle karşılaşmıştım. Oysa Aral da ortalıkta görünmüyordu. “Başlayabilirsin Lila. Aral evde değil,” Saatine baktı, “Erten’ler altıda yola çıkacaktı, sabah uğurlamak için çıktı. Bir saate gelmiş olur.” Onu onaylayarak işaretiyle başladığımda devam etmişti konuşmasına, “Dün günün nasıldı?”

Sorusu duraksamama neden olsa da belli etmeden devam ettim tabağımdaki bölme işlemine. Sonuca vardığımda bakışları bende olan Dağkan Bey’e baktım, sohbet etmek için değildi, reçetemizi istiyordu. İstediği şeyi verdiğimde ne olacağını merak ediyordum, oğluna soramadığı için mi benden istiyordu? Babam her zaman açıkça konuşurdu benimle.

“Günün çoğu kütüphanede geçti efendim. Akşam misafirlerden sonra ise Aral, sanırım vakit geçirdiği aktiviteleri göstermek amacıyla bir yarışmaya götürdü beni.”

“Araba yarışı mı?” Biliyorsa neden soruyordu? Yaptığı bir güven testi miydi bana karşı? “Evet.”

“O da mı yarışıyor?” Bir önceki soru gibi cevabı bilerek mi sormuştu? Yoksa öğrenmek mi istiyordu? Sorular benimle ilgili olsaydı zorlanmadan cevaplayabilirdim fakat başkasının yaptıklarıyla ilgili olunca neyi açıkça söylemem gerektiğini bilmiyordum. Yanlış ya da söylenmemesi gerekenler olabilirdi.

Ne kadar dikkatli baksam da zifiri olan gözlerinden düşündüklerini anlayamıyordum. Sanki neden baktığımı biliyor da perde indiriyordu. Doğruyu söylemek tek çaremdi, “Sanırım,” diyerek onayladım onu, “Öyle söylemişti.”

“Anladım,” dedi. Ayrıntıya girmediğimi ummaktan başka bir şey yapamazdım, üstelik Aral da söylemeyeceğin şeyler olursa belirtirim demişti. Belirtmediğine göre anlatmamda sakınca yoktu. “Devam edebilirsin.”

Kendi karmaşıklığım yetmezmiş gibi bir ailenin belirsizliğine girmek istemezdim, Dağkan Bey beni buna mecbur bıraksa da. Bilmek istediği şeyleri oğluna sormalıydı ya da ben kuruntu yapıyordum. Sorgu suali babamın isteği de olabilirdi. Gerçi böyle olsa babam elinde fırsat varsa onlar yerine benimle iletişime geçmiş olur, bana sorardı… diye umuyorum.

Çok geçmeden bir soru daha yöneltti, bu seferki benimle ilgiliydi. “Muafiyete çalışmaya başladın mı?” Bunca olan arasında başlasaydım takdir edilirdim eminim ki. “Hayır, yarından itibaren başlamayı düşünüyorum. Tayfun abi kitaplarımı getirecekti, yabancı dil için lazım olan kaynakları bekliyorum.”

“Eğer muaf olmak istiyorsan bir an önce başlamalısın, Kaleli’nin muafiyetleri oldukça zorlayıcıdır. Bir çalışma arkadaşı bulmanı da öneririm. Kaynak için genelde üniversitenin sitesinde öneriler yapılıyor, birilerinden bunu öğrenebilirsin. Tayfun’u beklemene gerek yok, lazım olacak kaynakları bugün Zahit’e bildir. Tayfun gelmeyebilir de.”

Öylesine söylediği bir cümle bende oldukça önemliydi. Dün gece Aral farklı konuşurken sabahında babası başka konuşuyordu. Kime inanmam gerektiğini de bilmiyordum. “Anladım efendim, öğrenip bildireceğim.”

Kahvaltımız sonlandığında izin isteyip odama çıktım. Dağkan Bey olumsuz konuşsa da Aral, dün Tayfun abinin geleceğini söylemişti. Olumlu ihtimal beni sabırsızlandırıyordu. İki gece önce yazdığım mektubu cebime koydum, bunu Tayfun abiye vermeliydim, babama ulaştırmalıydı.

Aral burada olsaydı Dağkan Bey’in bahsettiği kaynak konusunda yardımcı olabilirdi belki bana. Bir saat geçmeden geleceği bilgisini de almıştım ama her sorunumda onun yanında bitmem, bir bakıcıymış gibi hissettirebilir, rahatsız olabilirdi.

Dağkan Bey’in arkadaştan bahsetmesi Özgür’ü aklıma getirdi, kardeşinin muafiyete hazırlandığını söylemişti.

Babamın emrini yerine getirmek istiyorsam sadece Aral’la yapamazdım bunu, belli ki bilmediğim çok yol vardı ve babam benden bu yolları görmemi istiyordu. O gelene kadar tamamlamam gerekirdi.

Rehberde kendisini Öz’üm diye kaydeden Özgür’ü aradım. Birkaç çalıştan sonra “Mor Kız?” demişti. “Hayrola sabah sabah?”

“Şey, kusura bakma, rahatsız ediyorum.” dediğimde araya girdi, “Ondan değil kız, beklemiyordum, şaşırdım. Bir sıkıntı mı var?”

“Yok, hayır. Bir şey rica etmek için aramıştım.”

“Allah Allah, söyle bakalım.” Nereden girsem diye düşünürken doğru bir cümle kurmayı umdum, “Kız kardeşinin muafiyete hazırlandığını söylemiştin. Dağkan Bey üniversitenin önerdiği kaynaklardan bahsetti de,” cümlemi tamamlamak için kelime seçerken Özgür devam etti, “Anladım anladım. Numarasını vereyim diyeceğim de önce bir tanışın. Rıza’ya söyle, seni kütüphaneye bıraksın.”

“Çalışıyorsa sonra da,”

“Hayır, bugün çalışmıyor. Biraz önce kütüphaneye bıraktım. Sana numarasını atayım, ona da söylerim. Gidince arar, buluşursunuz. Gelmemi ister misin?” Reddetmek istemediğim bir soru olsa da bana kendisinin de çalıştığını söylemişti. Bir şeyleri kendim halletmeliydim. “Halledebilirim, teşekkür ederim.”

“Rica ederim, sıkıntı çıkarsa ara.” Başımı salladım, “Görüşürüz.” diyerek aramayı sonlandırdığımda birkaç dakika içinde bir mesaj gelmişti. Özgür numarayı atmıştı.

Hava dün gecenin aksine kötü görünmüyordu. Bir uzun kollu giyerek üzerime de ince bir hırka aldım. Aşağı indiğimde çıkmadan önce holde Zahit Bey’le karşılaştım. “Lila Hanım, nasıl yardımcı olabilirim?” Yardım istememiştim ya da bir şey söylememiştim, dışarı çıkacağımı anlamış olması gerekirdi.

“Ben kütüphaneye gidiyordum da…”

“Rıza’ya bildiriyorum. Öncesinde Dağkan Bey’in sizinle görüşmesi gereken bir konu var, kendisi salonda sizi bekliyor.” Neslim Hanım da başta sizli bizli konuşuyordu. Ona, buna gerek olmadığını söylediğimde ismim yanına kızım kelimesini ekleyerek daha samimi bir hitap şekli bulmuştu. Zahit Bey ise otoritesinden ödün vermeyen biriydi. Onu onaylayarak Dağkan Bey’in yanına uğradım.

Bahçeye bakan cam kapının önünde elindeki kupayla dışarıyı izliyordu, benim yaşlarımda bir oğlu varsa babamla yaşları yakın olmalıydı ki cüsseleri de benzerdi. Üstelik babamda birkaç beyaz tel görmüştüm, Dağkan Bey’in kumralları arasında ise tek bir beyazlık yoktu. “Dağkan Bey,” seslenmemle arkasını döndü. “Konuşmak istediğiniz bir konu varmış, kütüphaneye gidiyordum,”

“Gelebilirsin Lila,” kapıda beklediğimi görünce bu komutu vermişti. Yanına giderek karşısında durduğumda kupasını ilerleyip sehpaya bırakıp yanıma gelmişti tekrar. “Dışarıda yalnız olduğun zamanlar,” diyerek cebinden bir altın rengi kart çıkardı, “Bu kredi kartına ihtiyacın olacak. Telefonun gibi bu kartı da yanından ayırma.”

Uzattığı kartı alarak ön ve arka yüzünü inceledim. Neye yarar olduğunu anlamak içindi bu yaptığım ama pek anlamamıştım. Sormak istediğimde buna izin vermeden önce araya girdi, “Ayrıca arkadaşından aldığın kaynak önerilerini Zahit’e bildir, akşam odanda olacak.” çalan telefonuyla “Çıkabilirsin.” diyerek telefonunu açıp uzaklaşmıştı.

Dağkan Bey’in tavırları dışarıdan dengesiz gibi görünse de anlayabiliyordum. Babam da anlayışlı ses tonu ve cümleleriyle kendinden taviz verse de bazen o dengeyi sağlayamıyordu. Bu, babama oranla Dağkan Bey’de daha sıktı sanırım.

Avluya çıktığımda her ne kadar etrafımdakiler Rıza dese de benden yaşça büyük olduğu belli olan Rıza abinin yanına gittim. Tayfun abi kadar büyük değildi yaşı ama yetişkin biri olduğu belliydi. Arabanın arka kapısını açıp beni bekledi. Bindiğimde kendisi de ön koltuğa geçmişti.

Ellerim karıncalanıyordu. Beni götüren biri olsa da ilk defa kendi isteğimle çıkış yapmıştım evden, nereye gideceğime ben karar vermiştim. Üstelik yaşıtım biriyle tanışacak, görüşecektim. Nasıl davranmam gerektiğini bilmesem de Kıralan’da gördüğüm kadarıyla Aral’ın arkadaşları gibi samimi biriydi. Resmî konuşmalara girmeme gerek yoktu. Belki de Özgür gibiydi ve hiç zorlanmadan uyum sağlayacaktım.

Telefon zil sesiyle önce Rıza abiye çeksem de bakışlarımı, benden geldiğini anladığımda cebimdeki telefonu aldım. İsim değil de bir numara yazıyordu. Gerilmiştim, birini kaydetmeden beni arayabiliyor muydu?

“Alo?”

“Oha telefonu alo diye açan biri!” Yüksek ve enerji dolu bir sesti, “Lila! Ben Özlem, Özgür’ün kardeşi. Hani şu an yanına geldiğin kızçe…” diyerek kendini tanıttı. “Ah… kusura bakma Özlem, kaydetmeyi unutmuşum. Merhaba.”

Kahkaha atarak “Merhaba merhaba,” demiş, sonrasında eklemişti. “Büyükannem çok kullanırdı bunu… Neysem, neredesin? Yaklaştın mı?” Telefondan dahi hissettirebildiği bir enerji vardı. Fazla yüksekti.

Amaçsızca dışarıda gezdirdim gözlerimi, nerede olduğumu anlamayacağım bariz belliydi ama istemsizce yapmıştım. “Rıza abi, yaklaştık mı?”

“On dakika içinde kütüphanedeyiz Lila Hanım.” Onu başımla onaylayıp telefondaki Özlem’e döndüm, “On dakika kalmış.”

“Oo, iyi iyi. Kahve içer misin? Kafeteryadayım, sana da sipariş vereyim. Zaten anca yaparlar, sabahın köründe nasıl böyle kalabalık oluyor anlamıyorum?!”

“Zahmet olmasın…”

“Kız ne zahmeti sanırsın ben yapacağım,” derken kahkaha attı, sabahın körü diyordu ama enerjisinden haberdar mıydı? “Dilime kuvvet! Şu yakışıklı baristaya iki kahve söyleyeyim. Nasıl olsun?”

Pek sevdiğim söylenemeyeceği için kahveyi, şekerli ve sütlü içerdim, bazen. “Şey, sütlü ve şekerli, teşekkür ederim.”

“Ricamlar… geldiğinde ara bak, gerçi Kıralan’da görmüştün tanırsın, kütüphanenin yanındaki kafeteryadayım.” Başımı salladım, “Tamam, görüşürüz.”

“Bye…” deyip kapatmıştı telefonu. Birkaç günde kaç çeşit insan tanımıştım, saymam zor olur muydu?

Rıza abi beni direkt kafeteryanın önünde bırakmıştı. O giderken ben de içeriye girdim ve gözlerimi mekanda dolaştırdım. Siyah saçlı bir kız arıyordum ama birden fazlaydı. Masalara bakındığımda cam kenarında Kıralan’da gördüğüm kişiyi buldum. Özlem’di. Göz göze geldik. “Lila!” diyerek ayağı kalkmış ve el sallamıştı. Yanına gittiğimde ben el uzatacakken o kollarını uzatarak sarıldı, “Hoş geldin,” deyip geri çekildi, “Ay kafede çok inceleyememiştim, ne kadar güzelsin?! Gözlere bak…” Kendi gözleri masmavi değilmişcesine söylemişti bunu. “Neyse neyse, sakinim. Abim yavaş git demişti, ben biraz hiperaktifim de yetişemezsen durdur beni tamam mı?”

Hayıflanarak söylese de yüzü gülüyordu, bu halleri çok hoştu. Siyah saçlarına zıt mavi gözleriyle de garip bir uyumu vardı. Özgür sarışın olsa da kardeş olduklarını belli ediyorlardı. Gülümseyerek “Sorun değil, aksine enerjin çok güzel. Sadece ben biraz yabaniyim, kusura bakma lütfen…” dedim. Karşılıklı yerlerimize geçtiğimizde kahvelerin çoktan geldiğini gördüm.

“Abim Antep’ten geldiğini söyledi. Küçük şehirden İstanbul’a gelmek zorlayıcı olmalı senin için de.” Gözlerini belerterek vurguladı cümlesini, “Her tür insan tanıyacaksın. Çok eğlenceli!”

Ah bir de bana sor Özlem… “Evet, oldukça heyecan verici.”

“Sen bir de birincilikle kazandın değil mi burayı? Neden bu üniversiteyi tercih ettin ki? ”

“Babam, Dağkan Bey’le yakın arkadaşmış. Kendisi istemişti.” Kaşları havalanmıştı, “Dağkan Kaleli’yle arkadaş olan biri… vay canına! Gerçi şaşırmam da saçma, abim de bir Kaleli’yle yakın arkadaş. Yıllardır alışamayacağım…” Böyle konuşmasındaki nedeni merak etmiştim, sorsam sorun olacağını düşünmediğim için araya girdim. “Neden ki?”

“Kaleli’ler işte, biliyorsun… Soyları ağır bir aile. Her neyse, abim seninle çok iyi anlaşacağımızı söyledi. Muafiyete hazırlanıyormuşsun. Ah… kütüphane arkadaşına ne kadar ihtiyacım vardı bir bilsen! Tam vaktinde geldin diyebilirim.” Çok konuşsa da baymıyordu, oturup saatlerce dinleyebileceğim bir aktiflikle kullanıyordu cümlelerini. “Evet, aslında bu yüzden seninle konuşmak istemiştim. Sınav için kaynak önerileri oluyormuş sanırım, onları isteyecektim.”

“Ay evet, o kadar kurs aldım, B2 seviyesine çıkardım dilimi ama öyle çok abarttılar ki sınavı mecbur göt korkusu, çalışmaya başlamak zorunda kaldım. Kaynaklar da abidik gubidik şeyler, abartıldığı kadar olacak sanırım... Geçmiş sınavların da yüzde on beşini yayımlıyorlar, sorulara baktıkça içim kararıyor. Sanarsın dil tarih bölümü okuyoruz!” Kahvemi yudumlamaya başladığımda şaşırarak küçük noktasından içeriye bakmaya çalıştım. Fıstık tadı gelmişti damağıma, hatta fıstıklı baklava gibi… “Ayy… beğendin mi?!” diyerek güçlü bir tepki veren Özlem’e çıkardım bakışlarımı. “E-evet, beğendim ama şaşırdım. Kahve mi bu?”

“Sayılır! Yani latte. Sen sütlü deyince yumuşak kahve sevdiğini düşündüm. E Antepli demişti abim senin için, bu da fıstıklı latte. Çok iyi değil mi?!” Omuz silkerek devam etti, “Oralarda var mı bilmiyorum ama tatmak istersin diye düşündüm, sevdin mi?” Önümdeki sıcak kahve ayrı şaşırtırken karşımdaki kız apayrı şaşırtmıştı. Böylesine düşünceli biriyle tanışmak çok özeldi. “Sevdim, çok sevdim. Teşekkür ederim, çok düşüncelisin.”

Alt dudağını ısırırken sevdiğimi duymasıyla gözleri parıldadı, “Ya! Çok sevindim. Bazen bazıları sinirleniyor özellikle istemediyse farklı tatlar sunulmasına.” Kalbinde iyilik varsa her insan benzerdi bence, buna inanıyordum.

Omuz silktim, “Hoş bence.” dediğimde ekledi, “Tabii her zaman her zaman içilmez. Ben şu an sade içiyorum mesela. Böyle çok canın çektiğinde içilecek bir tat değil mi?” Sorusuyla bir yudum daha aldım, “Evet, sık sık tüketilirse bayar gibi…”

“Bence de!” Dışarıya gözü kaydığında bir saniye tutup tekrar bana aldı, kara bulutlar bazen geliyor bazen kayboluyordu. “Bugün başlayacak mısın? Kütüphaneye gidebiliriz istersen. Ya da İstanbul’da görmek istediğin yerler var mı? Sakın çekinme! Ben gezmeyi çok severim.”

“Aslında yarın başlayacaktım,”

“Tamam bugün gezelim, yarın da ders ders ders!” dediğinde bir an durulsa da göz devirip tekrar kendine gelmişti, “Abimi arayayım, o bizi bırakır!” Gözleri kısıldı, “Umuyorum yani, sen de varsın, kabul etmezse araya gir, duygu sömürümüzü ikiye katlayalım!” diyerek telefonuna yöneldi. Kulağına götürdüğünde karşı tarafı bekliyordu. “Özümkuş! Abimcan!” Özgür telefonu açmış olacaktı ki hevesle seslendi Özlem. Telefonu masaya koyup sesliye almıştı. “Ne isteyeceksin yine bacım?”

“Evet, bir şey isteyeceğim ama önemli yani…”

“Neymiş önemli?”

Sırıtarak “Bugün gezmek istedik. Yani gezmek de değil, kültürlenmek, şehrimizi tanıtmak, keşfetmek, öğrenmek…” dedi. “Kısa kes güzelim, şirketteyim ve çok gerginim.” Özgür’ü dinlerken dudaklarını yalayıp alt dudağını ısırdı. “Peki peki, işin ne zaman biter? Bizi bugün birkaç yere bırakabilir misin?”

“Bak bak nasıl da en naif cümlelere indirgiyor. Şöförlük mü yap diyorsun?”

“Ya abi lütfen! Kartımın ekstresi geldi.” Kolunu kaldırırken diğer eliyle de üzerinden tutmuştu, “Na böyle bir ekstre mekstre, bir görsen! Taksiye ne vereyim ben? Öpücük mü? Bu kızcağız yeni gelmiş, otobüslerde mi süründüreyim? Kendim için istemiyorum bak Lila var yani…” diyerek beni işin içine katmıştı.

“Kızım ben mi sana dedim sefil hayatı seç diye? Gel benim eve rahata er. Limitlerle de uğraşmazsın. Yoksa da gelir na öyle ekstre.” Özgür’ün bu sözleriyle yüzünü ekşitti. “Bana ne ya, bari misafire ayıp olmasın, annem duysa misafire hıyanetten beddua bombardımanı gönderir sana bak!” Özgür’ün kahkahası buraya kadar ulaşmıştı. Özlem cidden komik bir kızdı.

Lila’nın Aral’ı var kızım, arar gelir alır. Sen düşün ekstreni, kartını, limitini…” Kart diye bahsettikleri bugün Dağkan Bey’in bana verdiği karttan mıydı? Dışarıda yalnızken kullanmamdan bahsetmişti. “Ne kartı?” diye Özlem’e sorduğumda bana baktı, “Kredi,”

“Kredi?” dediğimde “Kullanmıyor musun?” diye sordu. Cebime koyduğum kartı çıkartarak ona gösterdim, “Bundan mı?” Altın rengi kartı gördüğünde gözleri açılırken “Oha!” diye bir nida döküldü dudaklarından. “Yani bundan da,”

“Güzelim ben kapatıyorum, toplantıya gireceğim. Acil bir şey olursa ara, ama bak a-cil.” Araya girerek hecelemişti Özgür. “Of abi ya…” diyen Özlem telefonu kapattı. “Benimki bunun bin katı altı falan. İnadım sağ olsun baba parası yemeyi reddetmiştim.”

“Nasıl yani?”

“Ya hani kafede çalışmam falan… Ben bizimkilere kafa tuttum üniversiteyi kazanınca kendi evime çıkacağım diye. İstemedi babam tabii, abim de dedi gel bende kal çok istiyorsan, dedim hayır kendi evimi istiyorum. Öyle böyle inatlaşınca sizden de bir şey istemiyorum kendim çalışıp kendim çıkacağım dedim. Tabii bu devirde hele ki İstanbul’da ah çıkarsın,” derken elini yumruk yapmıştı. “Bir yandan çalışıp bir yandan okuyorum.” Demek ki babalar kızlarını sakınıyordu her zaman, babalar aynıydı.

“Özgür neden desteklemiyor bu düşünceni? Oysa öyle biri gibi değil.” diye sorduğumda gülümsedi, “Ya yok, bakma böyle olduğuna. En destekçim o. Hatta o olmasa yapamazdım da, kart limitim yerlerde olurdu. Üçte ikisini o, birini ben ödüyorum. Hatta bazen iş yerim avans yapıyor, sözde avans. Özümkuş avansı. Bazen aşırıya kaçıyorum harcamalarımda, bu ayda öyleydi. Ondan biraz akıllanmamı istiyor.” Anlattıklarını masal dinler gibi dinliyordum, “Çok güzel… bir kardeşinin olması çok güzel olmalı.”

“Hele ki abi… sen? Sen kaç kardeşsin?”

“Tek.”

“Ay şimdi göz bebeklerisindir sen, üzerine çok düşüyorlardır…” Bu yüzden olabilir miydi? “Belki,” mırıldanışım duyulmamıştı sanırım. Konuyu değiştirdim. “E lazım olan bu kart ise kullanalım?”

Söylediğim cümleyle gülümsemişti, “Hiç kredi kartı kullanmamış gibi konuşuyorsun,” dediğinde başımı salladım, “Kartlarla işim olmadı daha önce, bunu da Dağkan Bey verdi.”

“Gerçekten mi? Oha. O zaman asla kabul edemem, belli ki öğrenimin için falandır.”

“Neden ki?”

“Limiti çok yüksek bunun, e birinci olduğuna göre burslu kazandın burayı. Benle aynı durumdasın belli ki, baban gönderemeyeceğine göre Dağkan Bey öğrenimin için vermiştir.” Limit ne oluyordu anlamasam da araya girdim. “Hayır hayır, babam göndermiştir. Kaleli Malikanesinde kalsam da hâlâ her şeyimle babam ilgileniyor. Hem babam böyle bir şeyi kabul etmez, kendisi vermiştir bu kartı.”

“Emin misin?”

“Evet, kesinlikle.” Alt dudağını ısırarak düşünmeye başlamıştı. “Pekâlâ ama borcum olsun, dardan çıktığımda ne kadar harcadıysak yarı yarıya bölüşeceğiz bak? Hatta abime söylerim o kıyamayıp geri dönüş yapar sana.”

“Özlem, gerçekten, gerek yok. Hem sen de bana kahve ısmarladın.” dediğimde kıkırdamıştı. “Ya kızım kahveyle bu bir mi? Annem görse seni, ne kadar mübarek bir arkadaş seçimi yaptığımı söyleyip şükür namazına kalkardı.” diye abartılı söylendiğinde karşılıklı gülüştük. Gözü bir yere takılı kaldı, “Ay senin bölümün tıptı değil mi?” sorusunu onayladığımda arkamda bir yeri işaret etti, “Şu gözlüklü çocuğu görüyor musun?”

İşaret ettiği yere baktığımda uzun boylu, kumral, gözlüklü bir çocuk elindeki kitap ve kahveyle masaya oturuyordu. “Son sınıf tıp. Ortalaması en yüksek öğrenci. Hem yakışıklı, hem uzun, hem gözlüklü hem de zeki. Daha ne olsun?” diyerek dudaklarını ıslattı. “Sevgilisi de yok, tam göz koymalık ama işte yaş farkı…” melül melül bakarken aklına gelen şeyle bana döndü. “Aaa, sevgilin var mı?”

Bu halleri güldürüyordu karşısındakini. Başımı olumsuz anlamda salladım, bu yaşta insanlar sevgili yapıyor muydu? Duvarlar arasında kaç insan tanıyorlardı ki ruhunu tamamlayacak o kişiyi anında buluyorlardı?

“Ay iyi iyi, bir de Antep’ten olsaydı, uzak mesafe!” Kulağını tutup elini yumruk yaparak masaya vurdu, “Allah korusun, zor olurdu.”

Kabalık etmemek için ben de karşılıklı sordum, “Senin?” Gülerken gözlerini açtı kocaman, “Yok tabii ki, olsa hayatta bakmam başkalarına. Bir de gözlüklüler ilgimi çekiyor hep ama tanışınca fıs çıkıyorlar, genelleme yapmam hoş değil ama denk geldiğim hepsi mi aynı olur?”

“Neden illa gözlüklü?”

“Yaa ne bileyim?.. Böyle masum ama çekici ve zeki duruyorlar. Sence de öyle değil mi?” diye sorduğunda kıkırdayarak devam etti, “Gerçi Gurur abi gibi bir arkadaşın varken kimseyi zeki görmezsin, benimki de soru…” diyerek bir anda yükseldi, “Ay! Neyse, lafa daldık bir kalkamadık. Kalk kalk hadi, travel time bitch!..”

Bölüm : 29.01.2025 22:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...