
Yıldızcıklarda ve yorumlarda buluşalım, iyi okumalar… 🤍💫

"Sen şimdiden üst sınıfların temsilcisinden not alsana. Birler hep böyle yapıyor, hazırlıkta üst dersleri de çalışarak dengelemeye çalışıyorlar ya da hazırlıktan muaf olduklarında direkt birinci sınıftan başlıyorlar ya kolaylık oluyor."
"Temsilci?"
"Bölüm temsilcisi. Her bölümün bir temsilcisi oluyor, tıp fakültesinde nasıl işliyor bu bilmiyorum ama bizim fakültede her sınıfın ayrı temsilcisi var. Genelde üçüncü sınıf temsilcilerinde toplanıyor tüm notlar. Biz de onlardan istiyoruz." diyerek çantasında bir şey aramaya başladı.
Sabah Özlem'le kütüphanede buluşma kararı almıştık. Öğlen on ikide işe gideceği için birkaç saat çalışmıştık. Çıkmadan önce kütüphanenin dinlenme bölümünde koltuklardan birine çekmişti beni, şimdiyse küçük bir kap çıkartmış termosundaki sıcak suyu ona döküyordu. "Nereden bulacağım ki?"
"Fakültenin yanındayız, birini çevirsen tıp öğrencisidir, temsilcilerden birinin numarasını verir."
"Kıralan'da biriyle çarpışmıştım, üst sınıftan tanıdığı varmış. Numarasını vermişti, ona sorsam olur mu?"
Tırnaklarını sıcak suya batırıp bekletmeye başladı. "Olur tabii, kim o? Tanıyorumdur kesin, belli kişiler geliyor oraya." Birkaç saniye duraksayıp adını hatırlamaya çalıştım. "Ata mı demişti?" diye söylenirken yüzünü ekşitip yandan bir bakış attı, "Atalay mı?"
"Evet, Atalay."
"Hiç şaşırmadım nedense, çocuğu lunaparka hızlı tren diye satsan büyük kâr edersin." diyerek alayla güldü. "Abimlerle pek anlaşamasalar da zararı dokunmaz, sadece biraz çapkındır. Olur, işin düşünce kullan anacım. Erkekler bunu hak ediyor." Gözlerim yaptığı şeye kaydı, amacını anlamamıştım. "Ne yapıyorsun?" diyerek su kabını işaret ettim.
"Sıcak su, tırnaklarımı çıkartıyorum."
Gözlerim açılırken "Ne?" diye bir nida döküldü ağzımdan. "Tırnaklarını mı çıkartıyorsun?"
"Neden hiç görmemiş gibi bakıyorsun?" diyerek güldü.
"Görmedim çünkü."
"Doğru... takma tırnak bu. Yapıştırmalı. Kolay çıkması için de birkaç dakika sıcak suda bekletiyorum. İş yerinde izin vermiyor patron. Üniversiteli gençlerle dolu, ne olacak sanki? Maksat iş olsun işte." Ellerini çıkartıp süzdürerek bir eliyle diğer tırnaklarını çıkarmaya başlamıştı. Cidden tırnak kırar gibi çıkartıyordu. "Sen niye takıyorsun ki bunları?"
"E güzeller. Tamam kendi tırnaklarım da güzel ama oje sür sil, sür sil uzun iş. Bunlar hem süslü hem pratik." Başımı salladım. "Sen oje mi kullanıyorsun?" Serila bazen sürerdi bana da. Bir parlatıcım vardı, canım sıkılınca onu kullanıyordum. Tayfun abiye bile denemişliğim vardı. "Bazen. Arada parlatıcı sürüyorum."
"Uzun zamanımız olursa alıştırırım ben seni bu işveli cilveli şeylere." derken kabı almış yanındaki saksıya dökmüştü. Toparlandığında "İstersen sen de Kıralan'a gel benimle," diyerek saatine baktı, "Bir kahve içeriz, patron bugün yok."
"Olur." dediğimde ayaklandık. Kütüphaneden çıktığımızda havanın o kadar da soğuk olmadığını fark etmiştik. Eylül ayı dengesizdi. "Yürüyelim mi? Yirmi dakika en fazla buradan oraya."
"Çok iyi olur, sabahtan beri oturuyoruz." diye onayladığımda koluma girerek gideceğimiz yöne çevirdi beni. Fazla sıcakkanlı biriydi, her şeye hemen ayak uyduruyordu. Öyle ki sabah kütüphanedeyken daha önce hiç görmediği birini çalıştığı yere davet edip bir kahve sözü bile vermişti. Çok şaşırmıştım.
"Atalay'a mesaj mı atmalıyım yoksa aramalı mıyım sence?" Kıralan'a yaklaştığımızda sorduğum soruyla bana baktı Özlem. "Bir kahve iç sonra ara, bazen geceden kalma oluyor o. Görmeyebilir." derken mekanın kapısını açıp bana öncelik verdi, girdiğimizde "Vazgeçtim görür, iti an çomağı," derken sözü bildiğim için gözlerim açılmış ona dönmüştüm, "Özlem!"
Gülmemek için dudaklarını bastırırken omuz silkti, "Şaka yapıyorum," diyerek etrafa bakındı. "Neyse, sen geç şöyle otur, ben de hazırlanıp iki kahve kapıp geleyim. Hazır boş mekan," İşaret ettiği yere ilerleyip oturdum.
Aral beni kütüphaneye bırakırken işim bittiğinde onu aramamı istemiş, hadsizce nereye gittiğini sorduğumda işi olduğunu söylemişti. Okuldayım dediğini duymadım hiç, okumadığını düşünecektim neredeyse ya da okul kendilerinin olunca es geçtiğini. Hangi bölüm okuduğunu da hiç sormamıştım, fırsat olmamıştı. Çantama uzanıp telefonu aramaya başladım, dipsiz kuyuydu bu çanta.
Dışarı çıkmadığım için her zaman Serila'nın neden dolabımı kıyafet ve çantalarla süslediğini merak ederdim. O ise ne olursa olsun herkesin bakımlı ve hazır bulunması gerektiğini söylerdi. Şimdilerde teşekkür ediyordum çünkü neredeyse her şeyim tamdı sayesinde.
Telefonu çıkarıp Aral'ın ismine tıkladım. Onunla telefonda ilk konuşmam olacaktı, "Söyle," diye bir ses duyuldu. Telefonu kulağımdan çekip yanlış birini mi aradım diye baktığımda gayet Aral yazıyordu. "Aral?"
"Lila?" derken şaşırmış gibiydi, duraksadı. "Kusura bakma, bir arkadaşın aramasını bekliyordum."
"Anladım... sorun değil. Şey, benim işim bitti şimdi Özlem'le Kıralan'a geldik. Biraz oturacağım."
"Tamamdır. Rıza gelecek seni almaya," diye cümlesini devam ettirirken araya girdim, "Sen?" dilimin bir duru olmalıydı ya da insanlarla bağ kurma işini yavaşlatmalıydım.
Birkaç saniye sessizlikten sonra "Ben... akşam yemeğine yetişebilirim ancak." dedi. Araya girdim, "Tamam tamam, Özlem geliyor, kapatıyorum, görüşürüz." diyerek alelacele telefonu kapattım. O Tayfun abim değildi ve bu kadar darlayamazdım, hakkım yoktu. Özlem de gelmiyordu, yalancı Lila.
Birkaç dakika sonrasında gelen Özlem'le aslında pek de yalancı sayılmazdım. Elinde tuttuğu tepsiyle masaya gelip karşıma oturdu. "Ee, sordun mu?"
"Ne sordum mu?"
"Temsilcinin numarasını?"
"Aral'a mı?"
"Atalay'a Lila, o nereden çıktı?" diyerek içeceği önüme uzatmıştı. "Ha, onu diyorsun. Az önce Aral'la konuştum da ondan şaşırdım konuları." Kahvesinden bir yudum alıp bardağı işaret etti, "Kahve pek sevmiyorsun diye meyve suyu tazeydi, getireyim dedim." Devamında kaşlarını kaldırıp dudaklarını büzmüştü, "Gurur abiye abimden başkasının Aral diyor oluşuna hâlâ alışamadım."
"Neden?"
"Ne bileyim, herkes Gurur der."
"Evet, bunu Derin de söylemişti ama Aral nasıl alıştıysam öyle söylememde sakınca olmadığını belirtti."
"Derin mi söyledi?" diyerek yüzü buruştuğunda başımla onayladım, tepkisini anlayamamıştım. "Kafeye ilk geldiğinde görmüştüm sizi. O da en fazla on dakika, ne ara söyledi?" Gözleri kısılırken sırıtmıştı, "Gıcık olmuştur yelloz, ondan kinayeli kinayeli söylemiştir o. Eski sevgilisiydi Aral abinin, şimdi kaybetti tabii hâlâ gözü var. Doymaz akıllanmaz!"
"Özlem... neden öyle diyorsun? Arkasından konuşur gibi olur." diye rahatsızlığımı dile getirdim. Ön yargıyı sevmezdim. Her ne kadar kitaplarda karakterler üzerinde bunu çokça yapsam da şimdi birini tanımadan önce farklı birinden hoş olmayan sözlerle duymak iyi hissettirmemişti.
Özlem gülerek omuz silkti, "E gibi değil arkasından konuşuyorum. Yüzü olsa yüzüne de söylerim. Yelloz," diyerek kendince eğlenmişti. "Hakkını yiyemem şimdi iyi olmaya iyi insan da bu konularda aç gözlü. En sevmediğim tiplerden."
Yelloz deyip duruyordu, Özgür'le takma isimlerden hoşlandıklarını söylemişti. Ona da isim takmış olmalıydı. "Yelloz ne demek?"
"Ne?"
"Yelloz dedin ya, ona da mı bir takma isim taktın?" dediğimde kıkırdadı, "Hayır, bu argo. Yani... biraz fazla rahat takılan biri demek diyebilirim."
"Neden argo o zaman, nesi kötü?"
"Gevşeklik derecesinde rahatlık bu, çevrene rahatsızlık veren."
"Anladım." diyerek başımı salladığımda "Sen şimdi küfür de bilmiyorsundur, ailen doğal olarak yanında konuşmuyordur." dedi eğlenerek. "Ben sana hepsini öğretirim rahat ol. Öf! Bir sayar söveriz ohoo..." Tepkisine göz devirsem de güldürmüştü.
"Peki neden öyle diyorsun? Sana karşı bir yanlışı mı oldu?" diye sorduğumda öne doğru eğilerek bana yaklaştı. Beni de aynı şekilde konumlandırdı. "Gurur abiyi aldattı bu, ondan ayrıldılar. Ya abi senin Yunan tanrısı gibi yakışıklı, Newton gibi zeki, Acun abi gibi zengin sevgilin varken niye gidip arkadaşıyla aldatırsın ki? Hani aldattığı kişi de oradan buradan değil, Gurur abinin arkadaşı. Yani, aslında abim ilişkilerinin çok önceden bittiğini söylüyordu, sadece isim varmış bu olayda üzerine tuz biber olmuş ama yine de aldatmak olur bence. Ne de olsa resmî bir bitiş yok yani, sence de öyle değil mi? Benim etiğime aykırı şahsen." Özlem öyle hızlı gidiyordu ki cümlelerine yetişmek için iki kat efor harcamam gerekiyordu. "Aldatmak?"
"Aldatmak işte, başkasına kayarsın ya, yatak döşek hani?"
Tabirleri gerçekten garipti, "Yatak döşek?"
"Aşk-ı Memnu, fanfinfon, o senin yengen?"
Dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum ve anlamadığımı yüz ifademle de belli ediyordum. "Sana dizi bile yasaktı değil mi? Kahrolsun böyle hayat be, bir tıp için çekilecek çile mi? Neyse izleriz seninle Gossip Girl'ler." derken alt dudağını ısırdı, "Hani sevgilinle birliktelik yaşarsın ya, hem duygusal hem fiziksel. Bunları onunla devam eden ilişkiniz varken başkasıyla yaparsın." Fiilin açıklamasını biliyordum, sadece bunun var olduğunu düşünmüyordum. Ne dosta ne sevgiliye böyle bir şey olamazdı.
"İçim ürperdi..."
"Aman, neyse. Ben iş başına geçeyim, sen de hazır Atalay buradayken konuş istersen?"
"Olur, olur. Kolay gelsin sana," dediğimde öpücük atıp ayaklanarak uzaklaşmıştı. Arka çaprazıma baktığımda üç kız, Atalay ve bir erkek oturuyorlardı masada. Telefonu çantama atıp toparlanarak yanlarına gittim, "Atalay," diye seslendiğimde tüm gözler bana çevrilmişti. Atalay ise şaşırmışa benziyordu, "Iıı," diye bir nida dökülürken "Lale?" dedi.
"Lila," diye düzelttim onu.
"Lila, doğru, kusura bakma."
"Sorun değil, ben senden bir şey rica edecektim." dediğimde şaşkınlığı artmış ve karşısında oturan arkadaşına dönmüştü. Birkaç saniye bakıştılar. "Benden?"
"Evet," diye onayladığımda kaşları çatıldı, "Gurur'un haberi var mı bundan?" Sorduğu soruyla ona eş değer benim de kaşlarım çatıldı, Aral ne alakaydı? "Bir birey olarak biriyle iletişime geçerken neden diğerine haber vereyim?"
Birkaç saniye bana baktıktan sonra karşısındaki arkadaşına döndüğünde benim de gözüm oraya kaydı. Kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu, şaşırılması gereken bir durum varsa katiyen anlamıyordum. Omuz silkti arkadaşı, "Haklı." diyerek. "Tabii tabii," diye katıldı Atalay, ayağa kalkıp oturduğu yerden yanıma geldi. "Dinliyorum." diyerek gülümsemişti.
"İlk karşılaşmamızda tıp fakültesinde bir arkadaşın olduğundan bahsetmiştin. Bir temsilcinin numarasını isteyebilir misin diye soracaktım."
"İsterim tabii, neden lazım?"
"Derslerle ilgili notları isteyeceğim de..." başını salladı, "İstersen direkt notları ister, PDF olarak gönderirim sana?" dediğinin ne olduğunu bilmiyordum, bildiğim dilden konuşmayı sürdürsem iyi olurdu. "Hiç gerek yok, direkt elden alırım ben."
"Elden verilmiyor. PDF gönderir sana, sen elinde olsun istiyorsan kütüphanede çıkarttırırsın. İstersen alayım, çıkartırız kütüphaneye uğrar?" Teklifi uygundu. "Olur, ben zaten kütüphanedeyim."
"Güzel, o zaman haberleşiriz."
"Tamam, görüşürüz." Gülümseyip "Görüşürüz." diye karşılık verdiğinde ona arkamı dönerek Özlem'e bakındım. "Özlem," seslenerek yanına ilerlediğimde bana döndü. "Ben gidiyorum,"
"Tamam canım, yazışırız za-" yarım kalan cümlesi arkamda olan bakışlarına ekti. "Çağlar?.." derken bir de yanına "Yani abi." diye ekledi. Arkamı döndüğümde bu sabah kütüphanede tanıştığı adamı gördüm. Bu kadar erken beklemediğim için şaşırmıştım, Özlem de benimle aynı durumdaydı belli ki. "Selam," diyerek ortama giriş yaptı.
"Selam! Ay çok şaşırdım, bu kadar erken beklemiyordum ondan." deyip gülümseyerek bir taraflı sarıldı, "Hoş geldin."
"Hoş buldum." derken bana da baş selamı vermişti. Gülümseyerek karşılık verdim. "Otur otur," önümüzdeki masayı işaret etti Özlem, "Hatta Lila'yla oturun da bir kahve getireyim, sakinleşince ortam katılırım ben de size." diyerek uzaklaştı. Bir anda programı kurup onu uygulamaya geçiren biriydi Özlem. Ne yapacağımı bilemez şekilde bakınırken "Senin acelen varsa gidebilirsin Lila, tutmayalım?" dedi Çağlar, abi?
"Yok, hayır. Vaktim var," dediğimde önümüzü işaret etti. Oturduğumda kendisi de yanımdan ayrılarak karşıya geçmişti. Özlem, abi dediğine göre yaşı büyüktü. Gerçi Özlem Aral'a ve Özgür'e de abi diyordu diye düşünsem de onların da yaşları bizden büyüktü, ben istisnai durumdaydım. "Benim de zamanım varken davete icabet edeyim dedim." Gözleri mekanda geziniyordu.
"Ne güzel. Kusura bakmayın ben de beklemiyordum bu kadar çabuk, ondan şaşırdım."
"Sorun değil. Genelde kafam yoğun olduğu için tanıştığım kişilerle olan anlaşmamı hemen yerine getirmeyi tercih ediyorum. Yoksa sonrasında çıkıyor aklımdan."
"Okuyor musunuz?" diye sordum. Şaşırmıştım çünkü oldukça büyük duruyordu. "Okumanın yaşı olmasa da yirmi altı olduğum için durdurayım dedim. Okumuyorum."
"Kütüphanede tanıştığımız için öyle sordum,"
"Anladım... yazıyorum bu yüzden oralardayım." dediğinde kaşlarım havalandı. "Yazar mısınız?"
Pek göz teması kurmuyordu, "Evet," dedi. "Ama yaş farkından dolayıysa sizli konuşmana gerek yok, hâlâ yeterince gencim." Aramızda sekiz yaş olsa da gerçekten oldukça genç duruyordu. Ya da ben pek insan tanımadığım için her gördüğümü genç duruyor sanıyordum, bu da bir seçenekti ama siyah ve canlı saçları onu üniversiteli gibi gösteriyordu, hakkı yenemezdi. "Sadece yaştan değil, ilk defa karşılaştığım birine saygısızlık etmek istemem. Bu yüzden dikkat ediyorum."
Dudaklarını birbirine bastırıp başını aşağı yukarı salladı, "Senin gibi gençler az kaldı. Bunu koruman güzel,"
Ne yanıt vereceğimi bilemediğim için "Teşekkür ederim." demekle yetindim. Konuşma aramıza yetişen Özlem iki kahve bıraktı önümüze. Biraz önce içtiğim meyve suyundan dolayı bana da kahve getirmişti büyük olasılıkla. "Allah'tan bugün patron yok, sık oturduğumu görse beni nanay..." diyerek çaprazımıza geçti.
Çağlar tek kaşını kaldırarak Özlem'e baktı, "Kaleli'de okuduğun ve soy isminin Şahmar olması bana Şahmar'larla bir bağlantın olduğunu düşündürmüştü. Ama sanırım yok," derken araya girdi Özlem. "Şahmar Holding'i biliyor musun?"
"Tabii ki. Yani her ne kadar ilgi alanım edebiyat olsa da yazarlıkla geçinilemez. Bu yüzden ticaretle de ilgileniyorum, oradan duymuştum."
"Düşüncen doğru o zaman, kızları olurum şahsen..." diyerek kıkırdadığında Çağlar şaşırmıştı, "Cidden mi? Peki burada çalışman? Kendi isteğin mi?"
"Hıhı," diye bir nidayla başını salladı, "Ayrı eve çıkmak istediğim için kendi kendime baş etmeyi seçtim," bana bakıp güldü, "Her ne kadar arada toslasam da..." Kart ekstrelerini ima ediyordu.
"Beni her cümlende şaşırtıyorsun." diyerek gülümsedi Çağlar.
"Yani... çok şaşırılacak bir tarafım da yok aslında, her şımarık ergen gibiyim denebilir." Gülerken göz devirdi. Özlem'in kendisiyle barışık olup birçok şeyi alaya almasını çok sevmiştim. Her zaman şen bir kızdı. "Sen? Genelde siyaset hakkında yazdığından bahsetmiştin,"
"Evet, bazen kurgu bazen de gerçekler üzerinden eleştirel bakış açısıyla karalıyorum bir şeyler."
"Karalama mı? Üç kitap bastırdığını söylemedin mi? Ben bir tane bile yazsam yazarım diye geçinirim. Peki eleştirinden dolayı sorun yaşamıyor musun?" Siyaset konusunda bilgili değildim, babam da yetişkin olana kadar pek konuşmazdı benimle bu konuda, her konu için bir yaş sınırı getirmişti. Dışarıda neler olup bittiğini pek sorgulamamam içindi bu tutumu diye tahmin ediyordum. "Hayır, pek sorun yaşamadım şimdilik."
"Umarım böyle devam eder."
"Öyle olacak gibi." Onlar yeni konuya girmeden önce aralarına girerek "Ben kalkayım artık," dedim. "Rıza abi gelecekti, çoktan gelmiştir." Çağlar, söylediğimin Özlem'e olduğunu anlayıp aramıza girmek istemez gibi ona çevirmişti bakışlarını. "Tamam aşkım, bak yarın sabah yokum ben, buradayım. İstersen akşam gidelim çalışmaya yoksa da sen git, dönüşte uğra bana."
Başımı sallayarak "Tamam, haberleşiriz." deyip vedalaştım. Dış kapıdan çıktığımda solda park etmiş dışarıda bekleyen Rıza abiyi görmemle yanına yöneldim.
"Rıza abi," dediğimde bana dönmüştü. Gördüğü gibi birkaç adımla arka kapıya yaklaşıp kapıyı açıp beni bekledi. "Ne zaman geldin, çok beklettim mi?"
"Görevim bu Lila Hanım." demesini beklemiyordum. Duraksasam da daha fazla bekletmeden arka koltuğa geçtim.
Biri görevim değil derken diğeri görevim diyordu. Ama ikisi de görevden bahsediyordu. İnsanlar için bir görev olarak görülmek hoş hissettirmiyordu, zorundalıkla yanındaydılar. Tayfun abi zorundalıkla mı yanımdaydı?

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.96k Okunma |
264 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |