18. Bölüm

Bölüm 7: Su’âlât - Kısım 1

Destina
destinasyon

‘binbir soru var
cevabı uzakta soramam
durdukça kanar…’

PİNHAN
BÖLÜM 7: SU'ÂLÂT

===

Gözlerimi açtığım an aklıma dolan binbir soru varken uyumayı nasıl başarıyordum?

Başaramıyordum. Her ne kadar odam diye bahsetsem de orada uyumuyor, uykusuzluktan bayılıyordum. Babamla evime gideceğim güne kadar emindim ki devam edecekti bu süreç çünkü o geldiğinde tüm sorular yanıtlanacaktı.

Tüm cevaplarım, tüm sorularım ve tüm bendim ondayken olmaması zorlasa da beni bir sözüm vardı, gelene kadar bunu sürdürecektim.

İçimdeki seslerin dramalarını susturmalıydım. Çevreme gezdirdiğimde gözlerimi, birçok insanın dikkati önlerindeki kitaplardaydı. Bazen bir ben mi yıllarca yalnızlığa mahkum edilmiştim diye sorgularken bazen olacak iş değil diyordum. Babam ne yapması gerektiğini bilen bir adamdı, bana bunu yapmazdı, benim gibi birçok kişi vardı eminim ki.

Kuruyan dudaklarımı bitmeye yakın suyumu kafama dikerek ıslattım. Renksiz ve yorgun hissimi dağıtmak için nemlendiricimi dudaklarıma ve yanaklarıma sürerek toparlanmaya çalıştım. Sabahtan beri molasız burada olduğum için dengem şaşmıştı, bazen çalışmanın dozunu kaçırıyordum böyle.

Saçımdaki tokayı açarak yeniden bağladım. Saate baktığımda ikiye varacaktı. Atalay'a haber verip ertelemiştik buluşmayı çünkü bir saat daha çalışmak istemiştim. Sabah kahvaltıdan önce evden çıkarken Neslim Hanım tarafından elime tutuşturulan sandviç ve meyve suyuyla duruyordum bu saate kadar, iyi dayanmışım.

Atalay: Çıktı bölümündeyim, çoktan verdim seninkileri bu canavara. Bekliyorum.

Mesajıyla yerimden kalkıp çalışma bölümünden çıkarak koridora bakındım. Tabelalarda 'çıktı odası' yazan kısmı bulunca hemen oraya yöneldim. Odaya girdiğimde Atalay'ı makineye yaslanmış önünde bir çocukla konuşurken görmüştüm. "Atalay," dikkati beni buldu. "Çok beklettim mi?"

"Sayılır güzellik, üzdün..."

"Ya... keşke haber verseydin, hemen kalkardım."

Gülerek birkaç kağıt uzattı, "Şaka yapıyorum, bilerek erken geldim." Arkamı işaret etti, "Sıra olacağını tahmin ediyordum, beklemeyelim dedim."

"Teşekkür ederim, bu kadar mı?"

"Birkaç yaprak daha, sabırlı ol."

Gülümseyip önümdeki makineyi inceledim. Ben her şeyi elimle yazardım, böyle bir şeyin varlığı oldukça büyük bir kolaylıktı. Atalay uzanıp birkaç sayfayı da aldı ve bana uzattı. "Teşekkürler,"

"Rica ederim." derken çıkışa yönelmiştik. "Gurur'la nereden tanışıksınız?"

"Babalarımız yakın arkadaşmış. Üniversite için onlarla kalıyorum."

"Kaleli Malikanesi'nde mi?"

"Evet, Aral'la da babalarımız sayesinde tanıştık." Kaşları havalanmış, bana dönmüştü. "Mekanda görünce sizi, sevgili sanmış birçok kişi. Ben de bu yüzden şaşırmıştım bana gelmene. Tabii Derin değiller diye söyleniyordu da ondan pek emin olamamıştık."

"Derin'i tanıyor musun?"

"Doğal olarak. Hem aynı fakültedeyiz hem de yakın arkadaşımın eski sevgilisi."

"Aral yakın arkadaşın mı?"

Güldü, "Hayır, hatlar karıştı. Görkem yakın arkadaşım, Derin'le bir ara takılmışlardı." İnsanların birden fazla sevgilisi mi oluyordu? Bu zamanı ve hızı nereden buluyorlardı? "Garip, nasıl böyle hızlı olabiliyor insanlar?" diye mırıldandım bahçeye çıktığımızda. "Ne gibi bir hız?" diyerek bana döndü Atalay.

"Bilmem, işte öyle. Ben hayatta sadece bir sevgilimiz olur sanıyordum, onunla da evleniriz. Yani babam ve annem böyleymiş." Çünkü yıllarca evdeyken o kişinin seni bulması imkansızdı. Babam gibi olunca iş başında bulacak zannederdim, babam ve annem öyle bulmuş birbirlerini.

Sırıttı, "Onlar zamanelerde kalmış. Şimdi sevgiliyi geç flörtler başladı, sen de yapmışsındır birkaç manita." Dediklerine kaşlarımı kaldırmış ona bakıyordum, ne anlatıyor bu der gibi bir yüz ifadem olduğuna emindim. Engel olamamıştım. "Bir iki sevgili?" diye eklediğinde de devam etmişti ifadem. "Hah! Yeme beni, güzelim kızsın hadi bir sevgili diyelim."

"Daha önce bir arkadaşım dahi olmamıştı." diyerek başımı iki yana salladım. "Ne?" diye tepki verdi, cidden anlamamıştı. "Bildiğimiz, sizin gibi bir yaşantım yoktu. Yeni yeni alışıyorum bu çevreye de."

"Nasıl ya? Anlamadım." derken ensesine gitti eli, "Kıralan'a gidelim istersen, bir kahve?" dediğinde reddedememiştim. Ben yürüyüş yoluna ilerleyecekken o beni ters yöne çekerek arabaların olduğu tarafa yönlendirdi. İleride bir araca yaklaştığımızda ışıkları yanınca kapımı açmıştı, "Instagram da kullanmıyordun sen," diyerek binmemi bekleyip kapımı kapattı. Kendisi de şöför koltuğuna geçip devam etmişti. "Tıp kazandığına göre, asosyallik falan mı?"

"Hayır," diyerek gülümsedim. "Yani o yaşantıda olması muhtemel ama babam doğru eğitimle bunu engellemiş sanırım, ben de anlayamıyorum. Babam dışarı çıkmama izin vermezdi. Genelde evden çalışır, evden okur, evden olurdu tüm anılarım. Yani bu yüzden insan tanıma fırsatım olmadı, öğretmenlerim ve yardımcılarımız harici."

Kaşları çatık beni dinliyordu, anlamaya çalışıyordu sanırım. "Gittikçe ilginç bir kıza dönüşüyorsun Lila. Şaşırtıcı. Bildiğimiz ev hapsinden mi bahsediyorsun?"

Gülümsedim, "Hapis diyemem, babamı kötülemiş gibi olurum. Onun tutumu buydu."

"Baban ne iş yapıyor?" derken yola koyuldu. Özlem'e bahsettiğimde o serbest meslek demişti iş tanımına. Sanırım babamı anlattığımda en uygun tanımı söylemişti, ben de onu tekrar ettim. "Serbest meslek."

"Haa... anlaşıldı. Şimdi oturdu taşlar." dediğinde yandan ona baktım, yolu izliyordu. Meslekle anlattıklarımın alakasını ölçmeye çalışıyordum. "İlk tanıştığın kişilerden miyim demek oluyor bu?" diye sorduğunda gülümsedim, "Pek sayılmaz, Aral ve Özgür sırayı aldı. Yiğit ve Derin, Özlem de."

Gözlerini açıp bana döndü, "Neresi sayılmaz kızım, bir elin parmağını geçmiyor resmen tanıdıkların." Yola döndü, bana yandan bakıyordu. "Bir de bunlar tanışma, biz arkadaşlığa geçtik sayarım."

"Anlaştık." dediğimde birkaç dakika sessizlikten sonra devam etti, "Anlattığına göre o zaman sosyal medyadan da bir habersin, Instagram kullanmadığına göre."

"Teknolojik aletler diyelim. Bana PDF'den bahsettiğinde ne dediğini anlayamamıştım."

"Oha, o derece diyorsun."

"Evet."

"Prenses olabilir misin?" diyerek güldüğünde göz devirdim. Aral gibi prenses demeye başlamasa iyiydi. "Sanmıyorum."

Duran arabayla geldiğimizi anlamıştım. İçeriye girerken gözüm tezgah önündeki tekli taburelere çarptı, Çağlar da buradaydı. Özlem tezgaha dirseklerini yaslamış ona doğru eğilmişti ve gülerek bir şeyler konuşuyorlardı. Dün eve döndüğümde, konuşmaları ardından beni aradığında ona ilgisi dikkatimi çekse de bu kadar hızlı beklemiyordum, şaşırmıştım.

Atalay, "Bizim masaya geçelim, çocuklar akşama anca gelir zaten." dediğinde onayladım. "Hep bu masada mı oturuyorsunuz?"

"Evet genelde,"

"Neden ki?"

"Alışkanlık. Gurur'lar da genelde aynı masada."

"Aynı bölümden misiniz?" Sorduğum soruyla kaşlarını kaldırdı, "Hayır, ben siyaset okuyorum."

"Siyaset mi? Bu yaşta?"

"Temeli erkenden ve sağlam atmak gerekir. Mecliste vekil nedir bilmeden dolaşan çok, işin okulunu okuyup olunmasını savunan taraftayım ben."

"Doğru... ben pek içinde olmadığım için hakim değilim. Babam tarih anlatırken bile uzak tutuyordu gündemden. Sanırım aranızda tek bu üniversitede olmayan Özgür?" dediğimde yüzü donuklaşmıştı. "Aynen, Gurur departmanından torpilli lavuk. Buraya girişleri ondan."

"Onunla da mı anlaşamıyorsunuz?"

Sırıttı, "Benim sorunum bir onunla zaten. Tayfanın diğerleriyle pek tanışıklığım yoktur." Özgür'le sorunu olan birini düşünemezdim, eğlenceli ve iyi niyetli bir çocuktu. "Özgür çok sıcakkanlı biri aslında, nasıl sorununuz var ki? Onunla da tam tanışmamışsındır."

"Tanışmama gerek yok, varlığı batıyor piçin." Gözlerim açılırken dudaklarım aralandı. Şaşırdığımı gören Atalay, "Pardon," diye eklemişti ama sadece şaşırmamıştım, onun hakkında böyle konuşması hoşuma gitmemişti.

"Ne kadar birbirinizi sevmeseniz de o benim arkadaşım Atalay, onun hakkında böyle konuşma lütfen yanımda."

"Doğru doğru, ne kadar haz etmediğimi oradan anla, tutamadım. Neyse, sen fakültenin dönem grubuna girdin mi?"

"Nasıl?"

"Whatsapp uygulamasında grup açılıyor, sohbet ve duyuru grubu. Döneminle ilgili bilgileri kaçırmazsın, fakülteden birileriyle de iletişime geçmiş olursun. Ben arkadaşa söyleyeyim aldırsın seni de istersen." İşime yarayabilirdi. Onaylayıp "Senin fakülten nerede?" diye farklı bir konuya girdiğim sorum yarım kaldı. "Lila, Atalay?" diyen kişi Derin'di. Yanıma otururken aramızda kalan çantamı geriye doğru çektim ona da yer açılsın diye, "Sizi yan yana görmek şaşırtıcı." demişti. "Nasılsın Lila? Alışabildin mi?" diyerek koluma dokundu. İnsanlar hemen temas haline geçiyordu ve yakınlığı seviyordu. "İyiyim, teşekkürler. Alıştım sayılır, sen nasılsın?" diye karşılık verdiğimde Atalay "Siz tanışıyor musunuz?" dedi.

"Tanıştığımızı söylemiştim." Kaşları kalkan Derin dirseğini masaya koydu, "Siz neden birliktesiniz?"

"Kütüphanede işim vardı da Atalay da yardımcı oldu."

"Yaa... ne güzel," derken geçenki çalışan çocuk geldi masamıza, "Ne içersin?" diye soran Atalay'a "Fark etmez, sütlü kahve olabilir." dediğimde Derin ayaklanmıştı, "Ben saatlerdir buradayım, gına geldi. Kaçıyordum zaten görünce selam vereyim dedim, görüşürüz gençler." diyerek cevabımızı beklemeden selam verip gitmişti. Kızın olayı buydu sanırım, görünüp kaybolmak.

"Gurur mu tanıştırdı sizi?" diye sormuştu Atalay. Başımı salladım, "Hayır, seninle çarpıştığımız gün Aral ve Özgür'leyken masamıza gelmişti, öyle tanıştık." Bir nefes vererek gülmüştü. "Ulan Derin... Eski sevgili muhabbetini de ondan biliyorsun yani."

"Evet, sayılır." dediğimde gözü dışarıya çarptı, "Bizimkiler geliyor," diyerek bana baktığında "Rahatsız olur musun bize katılmalarından?" diye sordu. İsteklerimi sorması güzeldi, gülümsedim. "Hayır. Birazdan kalkarım zaten, eve dönmem gerekiyor." Eve dönüp babama yeniden bir mektup yazmak. Bana yazdığı mektupta Tayfun Abi'ye değinmemiş olması canımı acıtmıştı. Nedenlerin birkaçını sormak zorundaydım, cevaplamak zorundaydı gelene kadar.

Gelenlere baktığımda bahçede birkaç kişi muhabbet ediyorlardı. Atalay'a döndüğümde eş zamanlı olarak telefonumun sesi duyuldu, Aral arıyordu. Dün akşamdan beri yoktu, sabah da babasının dediği gibi gelmemişti, Rıza abi beni kütüphaneye bırakmıştı. "Kusura bakma, açmalıyım." diyerek telefonu yanıtladım. "Alo, Aral?"

"Prenses," diye karşılık verirken araya girerek "Bir sorun mu var?" dedim.

"Hayır, olması mı gerekiyor?"

"Yok hayır, arayınca..."

"Sadece sorun olunca mı arıyorum?"

"Bilmem, ilk araman." dediğimde gülüşünü işittim. "Lila, aklımı bulandırma... Bitti mi işin?"

İlk başta ismimi söylemeyişi özellikle sergilediği bir tutum olarak gelirken şimdi ismimi söyleyişi öyleymiş gibi geliyordu. Söylerken diğer kelimelerden farklı bastırıyor gibiydi. "Evet, Kıralan'dayım."

"Yorgun musun?"

"Sayılmaz, neden?" İki üç kelimeyle anlaşmaya çalışıyorduk resmen, geçen geceki uzadıya konuşmada aramızdaki kelimeleri harcamış gibi. Komiğime gitmişti bu. "Güzel," diyerek duraksadı, "On beş dakikaya oradayım."

"Tamam bekliyorum, görüşürüz."

"Görüşürüz." dediğinde kapattığım telefonla anlamsızca bakan bir Atalay olmuştu karşımda, "O nasıl bir telefon görüşmesiydi?" diye gülerek sorduğunda aynı şekilde gülümseyerek omuz silktim. "Yeni yeni alışıyorum. Bazen hâlâ garip geliyor, bu telefonların varlığından haberdar olduğumda çok şaşırmıştım."

"Baban nasıl böyle soyutlamayı başarmış seni? Belli ki mesleğinden ötürü ama takdire şayan, oldukça güçlü bir ismi olmalı. Soyadınız neydi?"

Babamın Mizan'dı, benim Pozan. Hangisini söylemem gerekirdi? İkimizinkini de sormasını beklemiyordum. Önüme konulan kahveyle birkaç saniye susma payımdan sonra bir yudum alıp "Pozan." dedim.

"Pozan..." derken düşünür bir hali vardı. "Çıkaramadım. Gerçi bu işlerde çoğunun adı sanı bilinmez,"

"Ne işleri?"

"Babanın işleri,"

"Neden ki?" diye sorduğumda beni süzdü. Göz kapakları birkaç kere kapanıp açılırken "Bakma sen bana her iş öyledir canım, insanlar işin ardındaki ismin bilinmesini istemez." diyerek dudağını ısırdı. "Bir elin sesini diğeri duymasın gibisinden," dediğinde gülerek düzelttim, "Bir elin verdiğini diğeri görmesin.

Gülümsedi, "İşte ondan." Kahveden bir yudum alsam da midemi bulandırmıştı, açken içmek kötü bir fikirdi. Arkamı dönüp bahçedeki çocuklara baktım. "Arkadaşların neden gelmiyor, ben buradayım diyeyse?.."

"Yok hayır, olay var herhalde." diyerek dudak büzdü, "Hararetli konuşuyorlar. Boş ver onları."

Telefondan saate baktım, "Birazdan kalkmam gerekir zaten,"

"Atalay," cümlemin arasına kapıdan bir ses girmişti. "Gelsene bir abicim." Atalay kapıya doğru bakarken tek gözünü kırpıp başını sallamıştı 'ne var?' der gibi. "Gel bi'."

"Bir bakayım," dediğinde başımı salladım. "Ben de Özlem'e haber vereyim çıktığımı."

"Tamam o zaman, görüşürüz yine." Çantamı alıp ayağa kalktığımda benimle birlikte ayaklandı. "Görüşürüz ve tekrar teşekkür ederim." dediğimde gülümseyerek "Rica ederim." dedi. O dış kapıya giderken ben Çağlar'ın olduğu yere ilerliyordum. Özlem ortalıkta yoktu.

"Selam," dediğimde bana arkası dönük olan Çağlar başını yan çevirdi, "Hoş geldin." Uzun bir tabure olduğu için parmak ucumda hafif yükselerek yanına oturduğumda etrafa bakındım, "Özlem nerede?"

"Gelir şimdi, işi vardı. Sana da birkaç kere el kaldırdı, görmedin." diyerek gezdirdi gözlerini. "Ya... hiç fark etmedim," derken iyi insan lafın üstüne gelmişti. "Oo Lila Hanım oo... sonunda fark edildik." diyerek alaylı bir alınganlıkla geldi yanımıza. "Özlem ya..." dediğimde araya girdi, "Tamam tamam şaka yapıyorum." deyip Çağlar'ın yanına geçti. Çağlar ortada kaldığı için Özlem'le görüşümüz açılsın diye geriye yaslanmıştı.

"Aral gelecek birazdan," dediğimde gözleri Çağlar'dan bana kaydı aniden, "Buraya mı?" Şaşırması şaşırtmıştı, zaten hep buralarda değiller miydi? "Evet?"

"Ay abim de gelir?" dediğinde omuz silktim, "Onu bilmiyorum."

"Bilmezsin tabii. Götle don gibiler onlar, birinin yanına diğeri promosyon." dediğinde söylediğinin ayıplığı öncelik değildi şu an çünkü aniden gelen cümlesiyle kahkahamı tutamamıştım. "Gülme gülme, ben kalkayım. Vicdansız ağabey, oturduğumda maaşımdan kestiriyor." diyerek ayaklandı. "Çağlar, yine görüşürüz." diye ona döndüğünde gülümseyerek ayaklandı Çağlar, "Anlaşıldı, benim vaktim dolmuş."

"Ya öyle değil..." diyerek sondaki i harfini uzatan Özlem'e şaşkın şaşkın bakıyordum. "Şaka yapıyorum, gitmem gerek benim de zaten. İşler beklemez." dediğinde Özlem öne atılarak sarıldı. "Görüşürüz o zaman, bugün erken bitecek zaten işim. Yarın da çalışmıyorum,"

"Haberleşiriz. Görüşmek üzere Lila." diyerek bana da selam verip çıkmıştı Çağlar. Pek yüzüne bakmıyordu yanındakinin, daha doğrusu Özlem'den başkasının. Tek kaşımı kaldırmaya çalışıp Özlem'e baktım, "Dünkü mesajlarında alay ediyorsun sanmıştım?"

"Ne alayı kızııım?.." derken Çağlar'ın yerine oturdu, hevesle bana döndü. Bu halleri çok tatlıydı. "Dün akşam sahilde takıldık biraz, hani yazarım dedi ya harbiden tam yazar. Şiir de yazabilir bence, öyle bir havası var. Ay gözleri bozulsa da gözlük aldırsam, fena yakışır. Ama nasıl hoş çocuk?! İşte bunu istiyorum ben de. Şöyle bir görüşte vurulayım... bak buna, nasıl bir görüşte çekti kendine." diye anlatırken şaşkınlıkla onu dinliyordum. "Özlem sadece bir gündür tanıyorsun?"

"Ülkenin yarısı arkadaşım, gözünden tanıma aşamasına geçtim artık. Ayrıca aşk dediğin ilk görüşte olur. Böyle göreceksin, içinde bir fırtına kopacak ama sen anlamayacaksın, sonra bum! Bir vuracak ki ah..."

Başımı iki yana sallarken "Sen delisin..." dediğimde gülerek onayladı beni. "Beğenmezsek bunu da postalarız, abim duymasın da," diye devam ettirdiği cümlesiyle açılan kapıyı işaret ettim, "Sessiz olmazsan duyar." dediğimde arkasına baktı. "Ayy... geliyor. İti an..."

"Ama Özlem!" dediğimde kahkaha attı. "Tamam tamam, abiye de yapılmaz de mi yani?.." diyerek ayağa kalktığında onun bu hallerine gülmeden edemedim.

"Ooo keyifler yerinde." diyerek bize dahil olan Özgür kaşlarını çattı, "Aşk olsun Mor Kız, kaç gündür yüzümü görmüyorsun insan biraz özler, üzülür."

Özlem "Abart abi, sadece bir gün." deyince kaşları çatık Özgür aynı şekilde ona döndü, "Sus kız sen, oturduğunu görmedim sanma. Git bana bir Türkümün kahvesinden getir. Gözünü sevdiğim memleketimin her şeyi güzel." diyerek Özlem'in kalktığı sandalyeyi çevirip oturdu. Daha biraz önce Çağlar oturuyordu orada, düşüncemle Özlem'e baktığımda göz göze geldik. Aynı şeyi düşünüyor gibiydik. Gülmemek için dudaklarını bastırdı, "Ayıp, insan rica eder abi..."

"Güzelim hadi bana bir kahve." dediğinde gülerek yumruğunu abisinin omzuna dokundurdu. İstemsizce gülümseyerek izliyordum onları, çok güzellerdi. Özgür omzuna vurulan eli tutarken ağzına götürüp ısırdığında Özlem'den bir 'ah' nidası dökülmüştü. "Acıttın abi öküz müsün?" dese de gülüyordu. Özgür "Hadi hadi, iş başına." diyerek itelediğinde yanımızdan ayrıldı.

"N'aber kız?"

"İyi, sen? Bugün ayrı bir enerjin var gibi."

"Ayıp, görmeyeli unutmuşsun, her zamanki halim." diyerek dalgaya vurdu. O sırada kapıdan giren Aral'la dikkatim ona kaydı. "Aral geldi." Eylül ayında gözlük takanları anlayamasam da Aral'a yakıştığını inkar edemezdim. Çıkardığı gözlüklerini ceketinin iç cebine koyup bize doğru geldi. Özgür, Aral'ın geldiği yöne dönüp onu görünce ayaklandı. Birbirlerine selam verdiklerinde Özgür yerine geçmezken Aral yanıma oturup Özgür ve bana doğru çevirdi bedenini. Oturduğumuz uzun taburelerin dönmesi beni zorluyordu, sağa sola hareket ettirmek istiyordum. "Ben bacımı da alıp kaçıyorum gençler, size müsaade." dediğinde "Bize müsaade değil mi o?" diye sordum.

"Tamam işte size," diyerek sırıttığında Aral'a döndü. "Geceye de sakla enerjini, yatırımım boşa gidemez Aral'ım." Varla yok arası sırıtan Aral başını öne doğru eğdi. "Kız, kahveyi bırak." diye seslenerek Özlem'in gittiği yöne giden Özgür'le ben de Aral'a baktım. "Gece ne var ki?" diye sorduğumda Özgür'ün ardından bakan yüzü bana döndü. "Yarış."

"Sen mi yarışacaksın?"

"Evet ama bugün gelemezsin." Gelmek isteyeceğimi tahmin edip üzerine itiraz etmesi bozmuştu bir miktar. Tayfun abi olsa birkaç kere ısrarcı olurdum onaylamadığı bir durumda ama o haddi şu an görmüyordum kendimde, bu yüzden nedenini sormamıştım, o açıklık getirmek istemişti. "Yarışı aldıktan sonra önemli birkaç işim var, orada olmayacağım. Yarış anında da yalnız kalamazsın, bu yüzden gelemiyorsun." Omuz silktim oralı değilmiş gibi. "Zaten benlik olmayan yerler." dediğimde nefesini işittim.

Ona baktığımda dudaklarını ıslatıp bana baktı, "Bir şeyler yedin mi?"

Başımı olumsuz anlamda salladım, "Pek acıkmadım." dediğimde inanmışa benzemiyordu. Kaşlarını çatıp "Sabah kahvaltı yapmadığın halde?" dediğinde göz devirmeden edemedim. Her şeyden haberdar oluyordu, babam da böyleydi. "Yemek yiyelim, sonrasında bakınırız."

"Neye bakınırız?"

"Her şeye hazıra konmak olmaz değil mi? Tablet işini çözelim, alışverişe çıkmadın daha önce?" Başımı salladım. "Kişisel bakımımla Sevila ilgilenirdi, diğerlerinde ise Tayfun abi." dediğimde daha öncesinde düşündüğüm isteğim aklıma gelmişti. "Aa... sana şeyi soracaktım," diyerek sandalyemle ona doğru dönünce dizim dizine çarptı, "Şey, sadece Sevila ilgilenirdi bakımımla. Şimdi ise Dağkan Bey'in dediğine göre sizinle çalışamaz ama,"

"Ama sen ondan başkasıyla rahat edemezsin." Başımla onayladım yine. "Hallederiz. Kalk hadi," diyerek bileğimden tuttu. "Nereye?"

"Yemeğe."

Bölüm : 07.03.2025 22:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...