

"Bu ne?" Elimde tuttuğum şeyi Aral'a gösterdim. Yemekten sonra beni büyük bir mekana getirmişti. Alışveriş merkeziydi ve bir sürü şey bir aradaydı, akıl alamayacak kadar çoktu her şey. "Saat, akıllı saat."
"Akıllı mı? Her şeye neden akıllı ismini kullanmışlar? Akıllı televizyon, akıllı süpürge, akıllı telefon... saatin akıllısı nasıl oluyor, ne özelliği var ki?" diye sorduğumda elimdeki saatin kare kısmına tıkladı. "Telefonunun ekranı buraya aktarılıyor diyebilirim, tüm komutları buradan verebiliyorsun. Aynı zamanda nabızölçer."
"Nabızölçer mi? Pulse oksimetre gibi mi?"
Söylediklerim ve şaşırdıklarım onu eğlendiriyor gibi gülümsüyordu, "Sayılır. Bilekten ölçüm yapıyor."
"Saatte neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar ki insan?"
"Sporcuların egzersiz performansı için ya da belirli yaşlarda dikkat etmesi gereken kişiler için oldukça," cümlesini yarıda kesen çalan telefonuydu. Kaşları inerken siyah kot ceketinin iç cebinden telefonunu çıkarıp kimin aradığına baktıktan sonra açtı. "Faydalı." diyerek bana olan cümlesini tamamladı. "Ne oldu?" Bana bakarken karşı tarafı dinledikten sonra "Evet," dedi.
"Çıkarız birazdan," dediğinde karşı taraftan sonra dudağının bir kenarı hafifçe kıvrılmıştı. "Sorayım," diyerek telefonu kulağından çekti, "Özgür, neredesiniz diye soruyor. Yorulduysan eve gidebiliriz?"
Gülümseyerek başımı iki yana salladım, "Hayır, gelsin." dediğimde telefonu kulağına yaklaştırdı tekrar. Ben de birkaç adımla ona yaklaşarak Özgür'ü duymaya çalıştım. Boyum yetmediği için ne yaptığımı fark eden Aral biraz eğilmişti. "Bir saat." diyen Aral'la "Geldim bile, Özlem'i bırakıp oradayım." diyen Özgür'ün arasına girdim. "Özlem'i bırakma, getir lütfen!" diye telefona doğru seslendiğimde yandan bana bakan Aral'a ek Özgür, "Oha telefonlarımız dinleniyor, bu ne terbiyesizlik!" demişti. Özgür'ün bu alaylı halleri beni oldukça eğlendiriyordu, abi kardeş öyle uyumluydular ki...
Geri çekilerek onların konuşmasına devam etmesi için izin tanıdım ve saatlerin ardına yürümeye başladım. Arkadan Aral'ın geldiğini işitiyordum ama karşıda duran kutular dikkatimi çekmişti. Telefonu kapatan Aral yanımda belirdi, "Kulaklık," diyerek. "Kalabalık bir ortamda müzik dinlemek için. Çevrene sesi iletmeden senin duymanı sağlıyor."
"Yok artık..." derin bir nefes alıp etrafta gezdirdim gözlerimi, "Başka bir gezegenden gelmiş gibi hissediyorum, başka bir evrenden ya da başka yüzyıldan." derken histerik bir gülüş sergiledim, "Gerçi yüzyıl seçeneğini doğru kabul edebiliriz. Mizan Malikanesi'nde geçmişteydim." desem de aniden konuyu değiştirdim, güzel gidiyordu bugün, bozmaya niyetim yoktu. "Özlem geliyor mu?" diyerek ona baktım. Onun gözleri zaten bendeydi. "Evet."
"Onunla gezmek eğlenceli, ilk buluşmamızda her şeye uzaylı gibi tepki versem de açıklamıştı," aklıma gelen konuşmalarıyla kıkırdadım, "Ve çokça da kendi fikrini katmıştı. Özgür'le çok benziyorlar, eğlenceli ve sevimliler."
"Özgür mü sevimli?" diyen Aral beni dinlerken gülümsüyordu, sorusuyla dudaklarını birbirine bastırdı. Omuz silktim, "Evet." Başıyla onayladı. "Çıkalım istersen?" dedi.
"Olur," derken dev ekran televizyonlarda oynayan görüntülere takılmıştı gözüm, "Bunlar neden burada açık? Baksana, çizgifilm de var." diyerek karşıyı işaret ettim. O da döndü. "Televizyon tanıtımı için," derken oraya doğru ilerliyordum ben. Bir sürü şey açıktı. Kiminde araba, kiminde çizgifilm, kiminde insanlar.
"İnsanların olduğu ekran, dizi mi var?" dediğimde oraya kaydı bakışları. "Evet." diye onayladı beni.
Bir konu üzerine çekilen görüntüleri saatlerce televizyonun başına geçip izlemek, ilginç bir aktivite olarak geliyordu bana. Aral tanımlarken de şaşırmıştım. Sağ alttaki yazıda 'Aldatmak' yazıyordu. Konusu bunun üzerine olmalıydı. "Neden bu konu üzerine bir görüntü çekerler ki? Böyle bir şeyi görmek istemem şahsen. Çok saçma." dediğimde Aral'ın da bakışları yazıya kaymıştı. "Her türlü konuları işliyorlar, gerekli gereksiz. Neler var daha..." diyerek beni ilerletmişti. Özlem'in anlattıkları aklıma düşünce alt dudağımı ısırdım, ona hiç hoşuna gitmeyecek şeyler hatırlatmış olmalıydım. Bunu bilerek yapmamıştım.
Mağazadan çıktığımızda düz koridorda ilerleyip yürüyen merdivenlere doğru gittik. Aral'ın koluna tutunup basamaklara bastım. Buna adımlarken dengem şaşmıştı ilk geldiğimizde, basamaklara geçerken Aral'dan destek almış, işin ehlini çözünce alışmıştım.
Yukarı çıktığımızda bir kahveciye girmiştik, yoğun kahve kokusundan anlamıştım bunu. Göğsüm sıkıştı. Yumuşak ve acı kahve kokusu buram buramdı. Aral'ın kokusunu anımsatmıştı biraz. "Kahve mi içeceğiz?"
"Özgür'ler yarım saate gelir, dinlen biraz." derken bir masaya ilerliyordu. "Olur da... ben hemen yorulan biri değilim, tamam hiç dışarı çıkmamış olabilirim ama kondisyonum yeterince gelişti, babam her zaman vücudumu çalıştırırdı." diyerek kolumu kaldırıp alayla güldüm. "Güzel de koşarım, nefes kontrolünü dengede tuttuğum sürece." Kaşlarını kaldırıp, "Allah Allah," dediğinde ciddiye almadığını görebiliyordum. "Sol direktimi bilsen beni ciddiye almadığın için vah çekerdin emin ol." Karşımda muhtemelen babam kadar güçlü biri vardı, abartsam da ben de tahmin ettiği kadar ham biri değildim.
Gülerek başını iki yana salladı, "Aksatma ama antrenmanları, insanoğlu çok çabuk hamlanır." dediğinde dudaklarımı büzdüm, cümleme girmeden önce bir çalışan gelmişti yanımıza. O konuşmadan önce araya girdim, "Özlem'le sütlü bir kahve içmiştik, fıstıklıydı. Ondan var mıdır burada?" dediğimde çalışana baktı Aral. "Mevcut efendim, Antep fıstıklı latte." Başımı salladığımda, Aral "Vanilyalısını denemek ister misin?" diye sordu. Bunu nereden çıkarmıştı bilmiyorum ama vanilyaya bayılırdım. Vücut kokularım, saç kokularım dahi... "Vanilya çok severim ama..."
"Dene hadi."
"Sıcak mı olsun soğuk mu?"
"Sıcak kardeşim." dedi Aral, çalışan baş selamı verip uzaklaşmıştı. Kaldığım yerden devam ettim, "Babam gelene kadar çokça aksayacak gibi, o olduğu zamanlar çalışıyorum bunlara çünkü kendisi çalıştırıyor." diyerek etrafa bakındım. Babamdan bahsedince istemsizce bu hareketi yapıyordum, bir anda bir yerden çıkıp gelecek hissiyle; iyi insan lafının üstüne gelirmiş atasözü, doğruluğunu kanıtlasın diye.
"İstersen birlikte çalışırız." Söylediği şeyle gözlerim onu buldu. Siyah ceketinin altında olan beyaz tişörtü dikkatimi çekti. Pek açık renkle görmemiştim onu. "Nasıl yani?"
Gülümsedi, "Aparkat vuruş fırsatlarını herkesle paylaşmam." dediğinde yine babamı hatırlatmıştı. Babam da böyle derdi, gerçekten benziyorlardı. Aparkatın çene ya da ciğer vuruşu olduğunu ve oldukça zor yakalanan fırsatlarla geldiğini söylerdi. Aparkat daha fazla profesyonellik istediği için kroşeleri tercih ettiriyordu bana. Ben ise kaba kuvvete pek hevesli olmadığım için oralı olmazdım, dövüş sporları tıpkı savaş ve kavga gibi itici gelirdi. Yine de iyiydim, Liman Mizan güç seviyordu.
Gülümsedim, "Babamı tanıdığını inkar etme, çok benziyorsunuz, bence tanışıyorsunuz." dediğimde nefesi dahi durmuş gibiydi. Beklemediği bir anda beklemediği yerden vurmuştum. Kaşları indi, "İnkar etmedim?"
Omuz silktim, "İlk gün baban, ben bahsetmiştim demişti," yerinde toparlanırken derin bir nefes aldı. "Kendi doğrusunu söyledi. Aracısız benden duymalısın ve bana sormalısın..." dediğinde kaşlarımı kaldırdım, "Prensibin falan mı?" Şimdi de ben onu alaya alıyordum. Sırıttı, "Prensipler önemli ve gereklidir."
"Benim de var mı acaba? Hiç dikkat etmedim," diye düşünürken "Sıcak çikolatayı kaşıkla içmek?" diyerek araya girmişti. Bir an gerçekten olabilir mi diye düşünsem de dalga geçtiğini anlamak zor olmamıştı. Benimle uğraşıyordu.
Gülsem de göz devirdim, "Çok komiksin gerçekten(!)" Ona bunu ironiyle söylesem de öyleydi, en az Özgür kadar eğleniyor ve iyi hissediyordum onunla. Gülerek "Bilirim." dedi.
Yemekten beri ona kendisi hakkında sorular soruyordum, bunu hiç yapmadığımı dün akşam fark ettiğim için bugün soru yağmuruna tutmuştum. Sıkılmadan cevaplasa da ben her an sıkılacakmış gibi hissediyordum. Yine de aklıma gelen soruyu sordum, "Bugün Atalay, Özgür'ü sevmediğinden bahsetti." dediğimde kaşları indi. Dirseğimi masaya yaslayıp yanağımı yumruk yaptığım elime yasladım. "Yani Özlem bahsetmişti ya pek hoşnut olmadığınızdan, ona da sormak," derken çalışan çocuk içeceği getirmişti. Diyeceğimi unutmamak için durdurmamıştım kendimi. "İstedim neden diye. Sadece Özgür'le anlaşamadıklarını duyduğumda çok şaşırdım. Onunla anlaşamayan birinin olduğunu düşünmezdim." Ben konuşurken içeceği masamıza bırakan çocuğa bir baş selamı vermişti, sanırım teşekkür mahiyetindeydi yine de dikkati bendeydi. "Hadi seni ve içlerinde Görkem diye bahsettiği çocuğu anlayabiliyorum ama," derken araya girdi, "Ben ve Görkem?"
"Yani birbirinizden neden hoşlanmadığınızı... önceden arkadaşmışsınız bir de galiba?"
"Yakın değil ama bir ara selamımız vardı." diye yanıtladı. Omuz silktim, "Bana da Özlem anlattı aslında," dediğimde güldü. "Dedikoduya da başladığınıza göre baya kaynaştınız siz?"
Özlem'den bahsedeceğim için gülümsemeden edemedim, "Evet, gerçekten çok sıcak biri. Kitaplardaki gibi bir dost, çabuk alıştım ona. Eski düzenime dönecek olsam onu çok özlerim sanırım. Dedikodu ne ki?"
Gülümsemesini azaltmak için dudaklarını dilinin ucuyla ıslattı, "Birilerinin ardından konuşmak," dediğinde kaşlarımı çattım. "Öyle bir şey değil Aral!" Birden çıkıştığımda gülmüştü, "Şaka yapıyorum Prenses. Yine de benimle ilgili bilmek istediklerini bana sorabilirsin." Haklıydı, üstelik hakkındaki bir şeyi ondan önce başkasından duymam hoş değilken bunu bildiğimi bilmemesi de rahatsız ederdi insanı. Ben olsam rahatsız olurdum. Özlem'le konuşmalarımızdan ona bahsetmekte bir mahsur görmüyordum.
"Soruyorum zaten. Sadece o an konu açılmıştı. Konu konuyu açınca Özlem bahsetmişti, yani sen değildin konu. Notlardan falan bahsediyorduk, öyle açılmıştı konu."
Saçma cümlemi dinlerken dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı, "Anladım, öyle bir konu yoktu ve kendiliğinden açıldı. Devam et,"
Yüzümü buruşturdum, "Ne diyeceğimi unuttum ki." dediğimde bugünkü gülme sınırını aşmış olacak ki gülüşünü tutmak için dudaklarını birbirine bastırdı. Önümdeki vanilyalı içecekten bir yudum aldığımda şaşkınlıkla bakışlarımı Aral'a kaldırdım. Çikolatayı içmek mükemmeldi. Vanilyayı içmek daha da mükemmel.
"Aral," diyerek ona baktığımda o çoktan çıkarmıştı bakışlarını bana. Hızlıydı refleksleri, "Denedin mi bundan?" diyerek elimdekini işaret ettim. Başını iki yana salladığında gözlerimi açtım, "Çok şey kaybediyorsun, bildiğin vanilya içiyorum. Sıcak çikolatada çikolata içiyorsun ya işte bunda da vanilya içiyorsun resmen! Tamam her zaman içilmez ama arada bir dilini şaşırtmak için güzel olur."
"Dilini şaşırtmak?"
Gayet yerinde ve güzel bir deyim olmuştu fikrimce. Tek kaşımı kaldırmaya çalışarak başımı iki yana salladım, "Evet, o da bir organ sonuçta. Şaşırır." dediğimde o da başını iki yana salladı gülümseyerek.
"Bazen çok tatlı oluyorsun."
Dudaklarından dökülen cümleyle gülümsemem yüzümde donmuştu. Gözlerinde öylece kaldığımda onun da benden farklı kalır bir yanı yoktu ve bu da cümlesinin bir anda çıktığını gösteriyordu. Gülümsemesi solarken birkaç saniye gözlerini kaçırıp tekrar bana döndüğünde bu sefer ben çektim. Bunu demesini beklemiyordum. Belli ki o da beklemiyordu. Şaşkınlığımı gidermek adına gözlerimi birkaç kere kırparak etrafta gezdirdim.
Zamanlaması çok güzeldi bazı anların, Özlem'in mesela. Çalan telefonumu "Efendim?" diyerek yanıtladım. "Lila! Üst katta mısınız? Kafede mi oturuyorsunuz?" Özlem'in soruları çok yanlış kişiyeydi. "Iıı..." mırıldanırken etrafıma baktım, Aral'a sormalıydım. Ona baktığımda bakışları bende olduğu için seslenme gereği duymamıştım. "Üst katta, kafede miyiz?" Üst kata çıkmıştık ama birçok yerden bahsediyor olabilirdi Özlem.
Gözlerini yumup onayladığında "Evet," dedim karşı tarafa. "Tamamdır, geldik geldik." deyip telefonu kapattı.
"Özlem'di." dediğimde "Anladım." diye onayladı. Önümdeki kupayı elime alıp dirseklerimi masaya yasladım. İçini üfleyerek yudum yudum içiyordum, neden gerildiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. İltifat etmişti sadece. Üstelik bazen demişti. Bazen mi tatlı gözüküyordum? Her zaman değil de ara sıra mı?
Yüzümü buruşturduğumu "Dilin mi yandı?" sorusuyla fark etmiştim. Daldığım iç konuşmadan çıkarak "Ha?" diye kabaca bir tepki versem de kıvırdım hemen üzerine. "Evet, biraz öyle oldu." Olmamıştı öyle falan. Düşüncelerimin saçmalığına buruşturmuştum yüzümü. Uydurukçu Lila.
"Dikkat et." dediğinde araya giren "Selam!" sesi Özlem'e aitti. Gülümseyerek "Hoş geldiniz." diye karşılık verdiğimde yerlerine geçmişlerdi. "Hoş bulduk Mor Kız,"
"Mor Kız demek sana yakışmıyor, ben diyeyim bence abi?" diyerek yanıma oturdu Özlem, Özgür ise Aral'ın yanına geçerken gözleri onda gezindi, "Yakışan kişi belli de neyse.” Mırıldanarak oturup "Ne münasebetkine? Ben kaptım." diye sataşmıştı Özlem'e.
"Hıı..." derken bana döndü Özlem, gözlerini kısıp abisine bakmıştı. "Var ya sen telefonlarını dinlemesen bu bana söylemeden beni evime atıp yanınıza gelecekmiş, abim diyoruz bir de!" diye söylenirken Özgür sırıtıyordu. Kaşlarımı yapmacık bir şekilde çatıp "Ayıp ama Özgür, yavru kediyi sokağa atar gibi... yapılır mı?" dediğimde kahkaha atmıştı.
"Bak bak laflara bak," diyerek ikimize baktı. "Siz birlikte takılmayın abicim. Double kaldırabileceğimi sanmıyorum." dediğinde Özlem dudaklarını büzerek "Hıı..." demişti tekrar. Gülümseyerek karşılık verdim.
"Ee ne yaptınız? Hediyem nerede?" diyerek sırıtan Özgür'e "Arabanı sürmeme izin verseydin ben alırdım sana şimdi işte," diye hayıflanmıştı Özlem.
"Kızım dua et minibüslerde süründürmüyorum evine taksi hizmeti sunuyorum." Alaycıydı Özgür'ün sesi.
"Amin canım amin." diyen Özlem, abisinin yanında daha da şımarıyordu. Anlamadığım için "Ne hediyesi?" diye sordum.
"Bugün benim doğum günüm," demesini beklemiyordum Özgür'ün. Dudaklarım aralanırken "Gerçekten mi?" diye sordum şaşkınca. Sırıtarak "Şaka şaka." dediğinde göz devirdim. Gözlerimi kısıp ironiyle "Çok komiksin," dediğimde bu halime gülmüştü, benimle uğraşacak günleri bugünü bulmuştu herhalde. O da tıpkı Aral gibi bir anda "Kız sen ne tatlısın bugün. Yanaklara bak al al." dedi. Bugün ikinci şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırırken istemsizce Aral'a kaydı gözlerim. Bende olan bakışlarıyla anında kaçırdım gözlerimi.
Çekinmem ya da utanmam gereksizdi. Dudaklarımı ıslatıp toparlamaya çalıştım, tek kaşımı kaldırmaya çalışırken "Sadece bazen mi?" diye sorduğumda dilimi ısırdım. Bazen değil bugün demeliydim çünkü bazen kelimesi Aral'ın cümlesinde kalmıştı!
Özgür, "Ne?" dediğinde Aral'ın nefes vererek gülümsediğini işitmiştim. Özlem girdi araya, "Öyle mi denir abi? Kız her gün güzel zaten, bugün ne?" diyerek gülerken omzunu omzuma vurdu, "Bir de daha da kızarttın kızı."
"Ohoo siz daha çok kızaracaksınız bugün. Bak bende ne kartı var?" diyerek cüzdanını çıkarıp içinden bir kart almıştı. "O ne?" diye sorduğumda araya Özlem girmişti, "Oha abi sende oyun alanının kartı mı var?! Benim niye haberim yok?"
Omuz silkti, "Aral'la takılıyoruz arada işte,"
"Dolu konuş Özgür,"
Sırıtarak, "Tamam ya manitalarla geliyoruz arada." dedi. Gözlerini kısarak ayıplar bir şekilde abisine bakıyordu Özlem. Dilinin ucunu damağına çarparak bir 'cık' sesi çıkardı. "Beni getirmeyip elalemi mi getiriyorsun abi?" diye sorduğunda Aral kollarını göğsünde birleştirdi. "Haklı."
Özgür, Aral'a göz büyüterek kardeşine döndü, "Ya canımın içi karıştırma şimdi oraları getirdik ya işte..."
"Benim zorumla?!"
"Kızım şaka yapıyorum. Bugüne özel alındı," derken tekrar araya girdim. "O ne ki?" Sırıtan Özgür "Minik bir eğlence..." dedi. Özgür'e göz deviren Aral ise daha bir açıklayıcı olmuştu. "Merkezlerde oyun alanları oluyor. Bilardo, bowling, video oyunları gibi çeşitli etkinlikler için. Alanın giriş kartı diyebilirim."
Bahsettiği etkinlikleri bilmesem de oyun kelimesinden park gibi bir alan olduğunu düşünmüştüm. Küçük yaşlarda evimizin bahçesinde kurulu bir park alanım vardı. Kaydırak, salıncak ve birçok alet dahil. Ama yaşım gereği gitmişti hepsi, babam artık yaşıma uygun olmadıklarını söylemişti. Şimdiyse o alanda bize uygun ne olabilir diye düşünüyordum.

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.96k Okunma |
264 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |