

"Hiç düşündüğüm gibi bir yer değilmiş," Etrafımda gezdirdiğim gözlerimle mırıldandım Özlem yanımdayken. Ardımızda kalan Aral ve Özgür bir adamla konuşuyorlardı. İstemsizce güldüm, "Oyun falan deyince dedim hiç park görmedim sanıp beni parka mı götürecekler," düşüncelerimin kahkahaya dönüşmemesi için avucumu dudaklarıma bastırdım, "Düşünsene Aral ve Özgür'ün kaydıraktan kaydığını..." dediğimde ben kendimi tutmaya çalışsam da Özlem tutamayıp kahkaha atmıştı. Onun gülüşüne ek benimki de daha fazla duramadı.
"Lila!" diyerek gülerken Aral, Özgür ve adamın bakışları bizi buldu. "İşeyeceğim! Hayal ettim de... ay, bayılacağım gülmekten!" Kısıkça söylüyordu bunları onlara ulaşmaması için. Gülüşümü durdurmak için ellerimi yelpaze niyetine kullandım. "Yavaş ol," dese de kendisi devam ediyordu gülmeye. Ben kendimi dizginlediğimde o da burnunu çekerek durdurmuştu. "Bunu duymasınlar, abim neyse de Gurur abi böyle bir şeye gelebilir mi bilemiyorum..."
"Ne bileyim, Aral bilardo diye bir şeyler söylese de oyun alanı deyince ne olacağını tam kestiremedim. Babam ben çok küçükken bahçemize kurmuştu bir alan, salıncaktan falan oluşuyordu. O geldi aklıma."
"Öyle yerlerde var ama burası genç yetişkinler için." diyerek bir yerleri işaret etmeye başladı, "Şurada oyun makineleri var, sanal oyunlar oynanıyor." Diğer bir tarafa çevirmişti, "Şurada da küçük basket atışları, masa oyunları, bilardo, bowling gibi alanlar var." Etrafına göz gezdirerek alt dudağını ısırdı. "Sanırım abimler kapattırmış, normalde dolu olur. İkimiz gelseydik bir sürü insanla tanışırdık var ya, abim milletin ortasında böyle şeyler yapmaya gelemez ondan kapattırdılar kesin. Gurur abiyi bilmiyorum ama o abimden daha da oturaklı. Onun da büyük etkisi vardır kesin. Bir de sen yeni yeni öğreniyorsun ya, rahat ol diye de olabilir. Neyse neyse, sonuçta eğleneceğiz! Gel gel," diyerek Aral'ları beklemeden beni bir yere çekiştirdi.
"Basketbol sever misin? Biz buraya gelince iddiaya giriyoruz. Daha eğlenceli oluyor, bak mesela..." derken dudaklarını büzdü, "Kart yok," diyerek Özgür'e baktı. Özgür buraya gelirken Aral adamla el sıkışıyordu. "Abi!" diye seslendi Özlem, "Koş koş," diyerek hızlı olmasını söyledi. Özgür yanımıza gelirken alayla gülüyordu, "Lan bu boylarla basketi mi seçtiniz?"
Özlem'in boyu pek de kısa sayılmazdı ama Özgür söyleyince kabul edilebilir bir cümle oluyordu. "Seni bir yeneyim de gör boyu işlevi," diyen Özlem'in ensesine Özgür elini atmıştı. "Nesine lan?" Onlar tartışırken ben Aral'a döndüm. Yanındaki adam uzaklaşırken o buraya geliyordu. "Lila, hadi." diyerek ona dönmemi sağlayan Özlem elime bir basketbol topu sıkıştırdı. Yüzümü buruşturdum, "Baskette pek de iyi sayılmam." Basketbol oynamayı pek sevmezdim, voleybolu tercih ediyordum.
"Olsun! Buna bakma sen," diyerek Özgür'ü işaret ettiğinde "Lan ben ne yaptım, çekil kız," diyerek Özlem'in yerine kendisi geçmişti. "Bak güzellik," diyerek benimle birlikte potaya döndü. Ellerimle topu kaldırdı, "Tek yapacağın şey bunu fırlatmak," diyerek topu benimle birlikte attığında isabetin yanından geçmemişti. "Şans meselesi canım, arada olur öyle şeyler." diyen Özgür'e ve bu halimize gülen Özlem'e ek ben de Özgür'e göz devirdim. "Özgür basketbolu biliyorum herhalde," diye hayıflandığım sırada Aral yanımıza gelmişti. "Önemli olan zaten atmak?" dediğimde Özgür sırıttı, "Tüh, iddiaya gireriz de kazanırım dedim lan. Yemedi." derken önümüzdeki alete yasladı omzunu. Aral ise dahil olmayıp telefonuyla uğraşıyordu, kulağına götürerek tekrar uzaklaştı bizden.
"Kız cahil değil abi sadece bunlardan uzaktı." diyerek abisinin kucağına basket topu attı Özlem. Özgür omuz silkerek topu parmağının ucunda döndürdü. "Topumu geri ver!" dedi Özlem. "Lila, bu süreli. Boş ver isabeti. Önüne gelen topları Allah ne verdiyse at. Ben öyle yapıyorum." deyip gülmüştü. Topu Özlem'e yumuşakça geri atan Özgür yanımızdan ayrılıp Aral'ın yanına gitti.
Özlem'e baktım, topu avucuma alıp vurarak "Babam işini şansa bırakma derdi," deyip kaşlarımı kaldırdığımda güldü. "O zaman insiyatif falan kullanmayacağım kızım, hodri meydan!" dediğinde sırıtarak başımı salladım.
Her ne kadar çevreden uzak kalsam da bunlardan uzak değildim. Babam beni sakınırken mahrum bırakmadan yetiştirmek istiyordu ki benden hiçbir şeyi eksik etmemişti. Bazı şeylerde bilgisizliğim devamlı maruz kalmamamdan kaynaklanıyordu. Bunun farkındaydım.
Birkaç tur durmaksızın top atmaktan ve gülmekten yorulmuştuk. Son turda ikimizde isabetsiz atışlarla pes etmeye yakın yavaşladığımızda Özlem "Ay!" diyerek topu yere atıp kendisi de kenara kayarak duvara yaslandı. "Kollarım koptu, benden bu kadar."
Ona gülümseyerek önüme döndüm, ben de son birkaç saniyenin bitmesi için boşa sallıyordum hepsini. Son topu atmadan önce ardımda hissettiğim beden topu ve ellerimi havada durdurmuştu. "Gücün tükendiği yerde akıl devreye girmeli." diyerek çenemden kaldırıp bakışlarımı potayla aynı hizaya getiren kişi Aral'dı. Diziyle dizimin arkasına bastırarak hafif kırıp sonrasında topu atmam için benimle hareket ettiğinde saniyeler dolmadan önce potaya girmesini sağladı. "Ağırlığı sadece kollarına değil vücuduna eşit şekilde paylaştırırsan yorgunluğunu kontrol edebilirsin." diye de eklemişti.
Dudaklarım aralandı. Şut atması ya da basketbol bilgisi de olduğu için değildi şaşırmam, insanın birden çok hobisi olabilirdi. İlk cümlesineydi. Gücün tükendiği yerde akıl devreye girmeli. Arkamı döndüğümde ona bakarken de şaşkınlığım devam ediyordu, o da şaşırmamı bekliyor gibiydi.
Bunu bana babam söylerdi her zaman. Her branşta bana bu cümleyi hatırlatıyordu. Savunma hareketlerinde, potaya attığım topta, fileden geçen atışta ya da darta isabet eden iğnede gücün bir yere kadar gittiğini, aslolanın taktik ve teknik olduğunu söylerdi. Aral da şu an bunu söylüyordu, üstelik farklı değil öge dizilişi bile aynı olan cümlesiyle.
Açıkça çok yakından tanıdığını belirtiyordu, konuşmamızın devamı gelmese de 'inkar etmedim' derken de bunu kastetmişti.
"Basketbola da mı ilgilisin?" diye sordum. Tek gözünü kısarak başını eğmişti, "Sayılır." İlgisi olmasa da bilgisi olabilirdi, üç yaşında ve öncesi okuma yazmayı çözen bir çocuk bilim dünyasında üstün zekalı olarak tanımlanıyordu. Her ne kadar kendisi bahsetmese de babası bunu açıkça söylemişti bana. Şaşırmam gereksiz olurdu. "Sayılır mı öyle mi? Ona göre meydan okuyacağım..." dediğimde tek kaşı kalktı, "Emin misin?"
"Şaka yapıyorum," diyerek göz devirirken gülümsedim. Kollarımı iki yana atıp omuzlarımı düşürdüm, "Azıcık dinleneyim, kırıldılar sanırım..." derken Özlem'e bakındım. Bir oturma alanına geçmiş uzanıyordu. Aral'a baktım tekrar, sırıtıyordu, "Kondisyona ne oldu?"
"Sen orada telefonla konuşurken ben kol çalıştırıyordum tamam mı?" dediğimde gülmüştü. "Geçerli bir isyan değil, hadi bilardoya." diyerek bileğimden tuttu. Bunu alışkanlık edinmişti sanırım.
Yönlendirdiği tarafta bir kapıdan içeri girdik, Özgür buradaydı ve elinde iki çubuk vardı, ucuyla uğraşıyordu. Ben "Bilardo ne?" diye sorarken ardımızdan Özlem de gelmişti. "Masa oyunu," derken masaya doğru yaklaşmıştık, bileğimi bıraktı. "Basitçe, amaç topları ceplere sokarak en yüksek puana ulaşmak."
Özgür çubukları yerine bırakıp ortada bulunan renkli topların çevresindeki üçgen bir levhayı kaldırdı. Özlem kenarıda bulunan koltuklardan birine geçmiş ve bağdaş kurmuştu, "Ben yokum, o yumurtaları patlatasım geliyor asla girmiyorlar. Lila, abimi yenersen sana baklava açacağım!"
"Hadi oradan yumurta kırmayı bile bilmiyorsun," diyen Özgür'le gülmeden edemedim. "Ben de bilmiyorum." diyerek Özlem'i savunurken dehşet içinde bakıyordu Özgür bana. "Kızım on sekiz yıldır evdesin nasıl bilmiyorsun lan? Kocanıza acıyorum..." diyerek elindeki çubukla bir topa vurdu. Masadaki toplar dağılmıştı. "Yavaş ol," diyen Aral'a baktım. Neye dediğini bilmiyordum ama oldukça hızlı vurmuştu Özgür, vuruşuna dediğini tahmin edebiliyordum.
Dudaklarına fermuar çeker gibi yapan Özgür devam etti. "Aral'ım kazanırsam bir gün benimsin." diyerek bir istekte bulunduğunda başıyla onaylayan Aral'la tek kaşımı kaldırmaya çalıştım, "Nasıl yani?"
Özgür, "Bir dilek hakkım olacak, Aral'ın servetini üzerime yapacağım Mor Kız." derken Aral da çubukların olduğu yerden bir tane kendisine almıştı. "Psikolojik baskı var, sıra hâlâ bende niye alıyorsun lan sopayı?" diyen Özgür'dü. Aral ise ona bakıp sırıtarak yanıma geldi.
Kaşlarıyla devam et dercesine masayı işaret ettikten sonra bana baktı, "Oyunun birçok çeşidi var: snooker, üç bant, pool gibi. Başlangıçtaki birinin pool bilardonun mantığını anlaması daha kolay. Şimdi seninle pool oynayacağız. Elimde bulunan bir isteka. Özgür oyunu başlatırken istekasını beyaz topa vurdurarak üçgen şeklinde dizilmiş renkli topları masa üzerinde dağıttı. Dağıtım esnasında toplardan biri ceplere düşerse o top türü, oyuna başlayan oyuncu tarafından kullanılıyor. Özgür çizgili topları aldı, bu toplar onunken düz renkler benim. Sayı aldığı sürece atış hakkı elinde olacak." diyerek Özgür'e bakmıştı. Özgür masaya eğilerek beyaz topa vurup bir diğer topu da deliğe soktu. "Eğer beyaz topu deliğe atarsa faul sayılır." dediğinde bir atış daha yapmıştı. Bu sefer hiçbir top girmemişti.
Yüzünü buruşturan Özgür "Kesinlikle dikkatim dağıldı," diyerek geri çıkmıştı. Aral tuttuğu çubuğu bana uzattı, "Hiçbir top isabet etmezse sıra rakibe geçer." diyerek beni masaya doğru yakınlaştırdı. "Ben mi atacağım?" Sorum tedirgin çıkmıştı çünkü daha önce deneyimim yoktu ve bir iddiaya girmişlerdi, sıra ondayken atış hakkını boşa çıkarmak istemiyordum. "Dene," diyerek pozisyonumu düzeltti. Araya giren Özgür sırıtıyordu, "En azından artı bir sayım olacak..."
Özgür'e yandan gözlerimi kısarak bir bakış attığımda gülerek omuz silkti. Aral ise elimi açarak cebinden değişik bir eldiven çıkarıp bana giydirmişti. "Masa, isteka ve parmakların arasında bir pürüz olmamalı. Sürtünmeyi etkileyecek engelleri en aza indirirsen hızını daha iyi ayarlayabilirsin. Fizik ve geometriyi birleştirmelisin."
Vücudumu masaya doğru eğerek kendi de eğildi. İlk denememin gerginliği yanında kahve kokusu da göğsüme ağırlık veriyor, dikkatimi dağıtıyordu.
Önümüzde hiçbir şey yokken bileklerimden tutup isteka dediği çubuğu parmaklarım arasında kaydırdığında nasıl vuruş yapacağımı anlamıştım.
"Topa vurmadan önce bir kere daha dene," diyerek beni serbest bıraktığında acı kahve kokusuyla birlikte ayrılmıştı yanımdan, benim için kolaylık olmuştu. Birkaç kere istekayı parmaklarım arasında kaydırdım. Eğlenceli bir şeye benziyordu. Heyecanlanmadan sadece bir tane atıp Aral'a devredebilirdim, hem Özgür'le de uğraşmak eğlenceli olabilirdi.
"Güzel, şimdi topa vuralım." dediğinde beyaz top ve önünde bir düz renkli topu arka arkaya vuracak şekilde pozisyon almaya çalıştım. Benimle birlikte eğilen Aral isteka ucunu parmaklarımda hareket ettirerek daha konforlu bir şekle sokarken bedenimin yönünü biraz daha çevirmişti. Yüzümüz yan yana olduğu için yeni çıkan sakalları yanağımı huylandırmıştı, acı kahveyi kesmek için nefesimi tuttum. Pozisyonumda herhangi bir kayma olmaması içindi.
Gözümün ucuyla ona baktığımda o önümüzdeki topa bakıyordu, "Dikkatini toptan alırsan atışı kaçırırsın." dediğinde bakışlarımı önüme çeksem de kaşlarımı çattım. Şakaklarında gözlerimi vardı?
"Şiddetini yükseltme, topun cebe yakın olduğu için sadece çarpmalısın. Beyaz topun duracağı yer ardında olan bir diğer topu hizalamana da kolaylık sağlayacak. Açı-kenar mantığı."
Kendisi "Atış serbest," diyerek geri çekilip beni orada bıraktı. Söylediği 'topa vurabilirsin' anlamına çıkıyordu ki geri çekilmişti.
Dediğini yaparak istekayı beyaz topa vurdum. Sadece dokundurmuştum çünkü diğer top gerçekten deliğe yakındı. Ama bunun pek iyi bir fikir olduğunu sanmıyordum şu anda. Beyaz top yavaşça renkli topa dokunduğunda renkli top öyle yavaş ilerliyordu ki deliğe girmeden duracaktı muhtemelen.
Alt dudağımı ısırıp kaplumbağa misali ilerleyen topu takip ettiğimde renkli top delikte duraksadı. Ben tahmin ettiğim şeyin gerçekleştiğini sanırken top ardından biri dokunmuş gibi deliğe girmişti.
"Oha ama!" diyen Özlem tam olarak iç sesimi taklit etmişti. Gözlerim hızla açılırken Aral'a döndüm, arkadan Özgür'ün sesi geldi. "Kesinlikle acemi şansı!" dediğinde gülerek kaşlarımı kaldırıp ona baktım. Özlem, "Ağlama abii..!" diye araya girerken ben de Özgür'ün sırıtışını taklit ediyordum.
"İflas etme Özgür?" diyerek biraz önceki Aral'a olan isteğine gönderme yaptım. Ağzı aralanırken omzunu tutmuştu, "Deştin be Mor Kız..."
Gülerek Aral'a dönüp istekayı uzattığımda "Devam et." demişti.
Güldüğümü mü söylemiştim?
Gülüşüm yarıda kalırken başımı iki yana salladım, "Sadece tesadüftü, kaybedersin vallahi..." dediğimde gülümsedi, "Bu da bir kazanç."
Bahsettiği kazancın ne olduğunu anlamasam da omuz silktim. Anlattığı gibi tekrar pozisyon aldığımda benim olan iki top vardı. Sağdaki apaçık bölmeye girmek için bekliyordu, sağdakini seçtim.
Ucu ona doğru çevirirken Aral beni durdurmuştu, "Bir sonraki adımını da düşünerek oynamalısın. Eğer sağdakini vurursan bir sonraki atışın zorlaşır ve muhtemelen sıra rakibine geçer. Soldaki şimdi bir doz zorlasa da ileri adımlarında oldukça kolaylık sağlayacak."
"Yani bu demek oluyor ki solu seç?"
"Tercih senin." dese de soldaydı gözü, onu seçmemi istediğine emindim. Yönümü çevirerek soldakini isabet almaya çalışsam da hangi deliğe isabet ettirmem gerektiğini çözememiştim.
Göz ucuyla Aral'a baktığımda gözü zaten üzerimde olduğu için seslenmeden yardımıma koşmuştu.
Dudaklarımı ıslatıp beni konumlandırmasını beklerken bir eli belimi buldu. Yanımda eğilirken yüzlerimizi tekrar aynı hizada tutmuştu. Beni kendine doğru çektiğinde biraz önceki yoğun kokuyu tekrar aldım.
Ürkütücü bir sertliği yoktu ama nasıl böyle yoğun olduğunu çözememiştim, aldığım koku ağır da gelmiyordu yine de bir sıkışıklık yaratıyordu içimde; babam da şekersiz ve sütsüz, sade kahve tercih ettiği için sevmesem de alıştım sanıyordum kokusuna ama yanılmıştım sanırım. Babamın dediği gibi gerçekten hiç hoşlanmıyordum ki her defasında hissettiğim çarpıntı tüm beni sarıyordu.
Düşüncelerimi dağıtan sesi oldu. "Seçeceğin cep oldukça önemli. Ortadakini seçersen beyaz topla birlikte girer ve faul yaparsın, üst cepte renkli topu sokup beyaz topu çarptırarak bir diğer hamleye devam edersin." Anlattıklarına göre konumlanırken yardımcı olup tekrar geri çekildi. Sürtünmeyi ölçmek için birkaç kere parmaklarım arasında hareket ettirdim istekayı. Atış yaparken istemsizce nefesimi tutup topa vurdum. Doğrulup topu izlerken elimdeki istekanın ucuna yasladım çenemi. Beyaz top renkli topa vurduğunda ikisi de yuvarlanmaya başladı.
Sonucunda deliğe giren renkli topla birlikte "Oha oha oha!" diyen Özlem ve yerimde zıplayan ben gülerek Özgür'e döndük, ikimiz de aynı soruyu aynı tonlamayla söylemiştik. "N'oolduu?.."
"Ya acemiyle oyun oynanmaz derler, hep acemi şansından bunlar!" diyerek yerini değiştirip karşıma doğru geldi. Sırıtarak "Hıı..." diye bir nida sergiledim.
Doğru olabilirdi ama Özgür'le uğraşmak eğlenceliydi, "Ne acemi şansı?" Kolumu Aral'ın koluna sardım. "Hocam Aral."
Özgür sırıtarak ellerini kaldırdı, "İkna oldum şu an."
Gülerek başımı yukarı kaldırdım Aral'a bakmak için. Bakışlarımız buluştuğunda istekayı ona uzattım, bu sefer itirazsız almıştı çünkü gittikçe zorlanıyordum. O kaldığım yerden devam ederken Özlem'in yanına oturdum. Yorulmuştum. "Ben kazandın sayarım, abimle dalga geçeceğim!" dediğinde yorgunca kıkırdadım. Başımı geri yasladığımda kulağıma yaklaşıp elini kapattı, "Ayrıca yalnız kalınca soracaklarım var. Sakın unutturma, şoklardayım!" Kaşlarım inerken ona baktım sorarca. "Sonra," dedi.
Karşıda Aral'ı izliyordum. Üçüncü topu isabet ettirdikten hemen sonra hiç beklemeden dördüncüyü de göndermişti. Elindeki bir şeyle isteka ucunu temizler gibi yaparken "O ne?" diye sordum uzaktan. "Bilardo tebeşiri," diye yanıtladı Aral. "Top ile isteka ucu arasına gerekli olan sürtünmeyi ekliyor. Kayma ihtimalini düşürüyor."
Birkaç defa aynı işlemi yapıp tekrar pozisyonunu aldı. Beşinci toptayken Özgür araya girdi, "Aral'ım sen hepsini atadur ben bir soda kapıp geleyim kendime, anca sindiririm." diyerek kapıya ilerlediğinde Özlem'le gülmeden edemedik. Özgür'ün her şeyi alaya bağlaması çok tatlıydı. Odadan çıkarken Özlem ardından "Abi bize mısır da al!" diye oldukça yüksek sesle bağırmıştı.
"Sen baklava yap ne mısırı!" diye geri dönüş yapan Özgür'le kıkırdadım. Özlem homurdanırken birkaç şey gevelemişti ağzının içinde. "Yersin de mi Lila'm?" deyip ayaklandı. Başımı salladığımda bağırarak "Beni bekle!" deyip koşarak abisinin peşinden gitmişti.
Aral'a baktığımda beşinci topu da yerine gönderdi, "Siyah top neden bir tane?" Dikkati altıncı toptayken sorumla bana kaydı bakışları. "Eğer tüm topları ceplere doldurursan siyah topu sokmak üzere bir cep seçiyorsun, siyah topu belirttiğin cebe sokabilirsen oyunun kazananı sensin. Siyah top herhangi bir cebe girmezse atış hakkı rakibe geçiyor. Siyah topun belirttiğinden farklı bir cebe girmesi durumunda ise rakibin galip oluyor." Açıklaması üzerine başımı salladım, "Anladım sanırım." diyerek oturduğum yere dizlerimi kırıp ayaklarımı koydum ve sırtüstü uzanarak Özlem'in kalktığı yere başımı yasladım. Ellerimi karnımda birleştirdiğimde tavanı izliyordum.
Birkaç dakikadır sessizlik vardı. "Teşekkür ederim." dedim sessizliği bozarak. Derin bir nefes çektiğini duydum. Duraksamıştı muhtemelen, sessizliği sürdürüyordu. Birkaç dakika sonra işittiğim adım sesleri yanıma geldiğini gösteriyordu. Başucuma oturduğunda tavandaki bakışlarımı ona kaldırdım. Böyle bakmak çok ters gelmişti, yüzüstü dönerek dizlerimi kırıp topuklarımı kalçama yaslarken dirseklerimi koltuğa koyup çenemi avuçlarıma aldım. "Ne için?"
Yukarıda, yüzünde olan bakışlarımı aşağı çektim, etrafta gezdirirken "Her şey," demiştim. Öyleydi, bir anda içimden gelmişti, her şey için. "Her şey için. Bunlar," derken toparlanıp koltukta bağdaş kurarak oturdum. Kapıyı işaret ettim, "Onlar," Özgür'den, Özlem'den bahsediyordum. "Bir haftada bana kattığın her şey için. Tamam, bir şeyleri evimden ibaret sanmıyordum elbette ki ama bu kadarı da tahminlerime sığmıyordu. Zorunda olmadığın halde bana öğret-"
"Lila," diyerek araya girdi. Güzel bir yankı yapıyordu ismim onda. Benzerliklerinden dolayı babamdan gelen bir Lila sanıyor olabilir miydim? Olasılığı oldukça yüksekti.
"Bu konuda zorundalık kelimesini literatüründen kaldırabilir misin?" İlk defa soru eki kullanmış olabilir miydi? Hem bu düşünceme hem de söylediği soruya istemsizce gülümsedim.
"Zorunda olayım ya da olmayayım bana teşekkür etme." Gözlerini yüzümde gezdirdi, "Bunları tek başına da yapabilecek bir kızsın sen. Ben sadece yanında bir figüranım."
Diyecek bir şey bulamadım. Cevapsız bırakmıyordum aslında cümlesini, susarak cevap vermek istedim sadece. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu, burun ucuma parmağını çarptırmıştı, ardından ayaklanıp masaya doğru gitti ve istekayı tekrar eline aldı. Ben de yanına geçerek masanın köşesine oturup onun ne yaptığını izlemek istedim.
Onunla konuşmalarımızda bir anda konudan konuya atlayabiliyordum. Yarım kalmış gibi hissettirmiyordu. "Babam mektupta Tayfun abiden bahsetmemiş."
Vuruş için kendisini hazırlasa da cümlemle durdu. Eğik durduğu için gözlerini yanında oturan bana doğrulttu. "Nedenini çözemiyorum. Bir yandan," üzülüyorum diyemeden duraksadım.
Aslında diyemeden değil demeden. Güzel geçiyordu günümüz, bunu bozmak istemezdim. "Sence Tayfun abi neden yoktu mektupta?" Sorumla bende olan bakışları karşıyı buldu. Birkaç saniye sonra önündeki topa çevirdi gözlerini. "Babam istediği için."
Kaşlarım indi. Beklemediğim bir cevaptı. Aslında hiçbir cevap beklemiyordum, ben anlam çıkartamadığım için ondan seçenek istemiştim sadece. O ise beklemediğim bir cevap vermişti. Anlayamamıştım. Devamını getirmesini bekledim, babası ne alakaydı?
Dikkatini toptan bana vermesi için oturduğum yerde ayaklarımı sallıyordum ama nafile, atışa odaklanmış, beni söylediği cümleyle öylece bırakmıştı. Kaşlarımı iyice çatıp topları ittirdiğimde dikkatini çekebilmiştim. Tek kaşını kaldırıp bana baktı.
Oyununu bozduğumu yeni idrak ediyordum. İstemsizce yaptığım bir hareket olmuştu bu. "Pardon..." diyerek çenemi büzdüğümde dudağının bir kenarı kıvrıldı, "Sorun değil,"
Derin bir nefes çekerken arkaya attım kendimi, düşünceler sadece aklımı değil bedenimi de yoruyordu sanki. Sırtım masaya yaslanırken açılan kazağımı aşağı çekiştirdim, "Bana açık olur musun?" Tepkisini göremiyordum, tavanı izlediğim için.
"Açığım."
"Ne dediğini anlayamıyorum."
"Sorularının cevabını veriyorum." Sesli bir nefes çekerken dirseklerimde doğruldum, "Evet ama,"
"Lan!.. Kız geri bas!" diyen biri cümlemi yarıda kesmişti. "Bakma kızım senin yaşın küçük," Ses tanıdıktı, kaşlarım çatık değilmiş gibi iyice çatılırken yukarı doğru baktım, Özgür'dü bu.
Özlem'i geriye ittirip arkasını çevirmiş, kendisi karşıya bakıyordu. Ters gördüğüm için ne yaptığını anlayamıyordum. Aral elini uzattığında tutarak doğrulup arkamı döndüm,
"Haber etseniz rahatsızlık vermezdik oğlum."
Ne dediğini de anlayamıyordum. "Ne?"
Gözlerini deviren Aral, "Boş konuşuyor," diyerek soruma cevap verip dik dik Özgür'e bakmıştı.
"Ya abi bıraksana!" diyen Özlem çırpınıp abisinin elinden kurtuldu.
"Tabii... boş konuşuyorum... birileri doldursun diye," diyerek sırıtıp masaya doğru ilerledi Özgür.
Ben de masadan inip Özlem'e baktım, göz göze geldiğimizde gülerek mısır kutularını elinde salladı. "Atari oynadın mı hiç Lila?!" Ona gülümseyerek başımı iki yana salladığımda bir kutu mısırı bana uzatırken çekiştirerek odadan çıkardı. Aral ve Özgür'ü geride bırakmıştık.
"Bu makineler oyun makinesi." diyerek üzerinde 'gamebox' yazan bir kutuyu işaret etti. "İçerisinde birçok oyun var," beni birinin önüne çekerek mısır kutularını yana bıraktı. "Hadi! Önce karşılıklı oynayalım, anlarsın ne olduğunu. Dövüş oyunu sever misin?" dese de duraksamadan devam etti, "Bilmediğin şeyi nasıl sevesin benim salak saçma sorular vol bilmem kaç..." deyip önümüzde bir görüntü açmıştı.
Dövüş oyunu dediği, babamın savunma sporu için verdiği dersler gibiyse pek hoşlanmazdım. Asla anlayamıyordum çünkü karşı tarafa zarar verecek davranış biçimlerini. Geçmişte her ne kadar bir dünya için bir düzine savaş çıkmış olsa da babamın deyişiyle biraz Pollyannacı düşünce sistemim vardı, bir miktar...
Açtığı oyun her ne kadar tahmin ettiğim gibi bir şey olsa da hoşlanmam diyen ben şu an güle oynaya eğleniyordum. Özlem'in kendisini savunmak için önündeki tuşlara basışı, ağzında gevelediği homurdanmaları ve aynı zamanda bana öğretmek için çabası beni gözümden yaşlar getirtecek kadar güldürüyordu. "Lila oraya değil şuna bas! Lila çaksana suratıma bir tane! Lila aduketimin tadına bak!.." gibi birçok cümlesi biraz önceki uyku durgunluğumu açmıştı.
Bölüm sonu kazanan doğal olarak oydu, mutluluğu ise bulaşıcı. "Abi!" diyerek yüksek sesle abisine seslendi. Özgür ve Aral bize doğru geliyordu, "Hani acemi şansı? Kabul et Lila seni yendi!" diye kahkaha atıp tekrar bana döndü. "Tek kişilik de oynayalım," derken yine bir şeyler açmıştı, "Önüne bir sürü adam çıkacak, hepsine Allah ne verdiyse giriş tamam mı? Tüm tuşlara girişiyorum ben, en iyi taktik!" diyerek kıkırdayıp bulunduğumuz makinenin arkasına gitmişti. Orada da bir makine vardı, yüzünü görmesem de seslendim, "Başladı mı bu?"
"Hayır! Hemen ölme diye başlatmadım, sen başlat! Düğmeye bas düğmeye." dediğinde önümdeki birçok düğmeye baktım.
"Kırmızı,"
Yanımdan gelen ses Aral'a aitti. Geldiğini fark etmemiştim, ona baktığımda makineye dirseğini yaslamış ekran ve ben arasında gidip gelmişti bakışları.
Kırmızı bir buton vardı, onu işaret ettiğimde, "Aynen." dedi.
Oyun başladığında biraz önce Özlem'in öğrettiği gibi tüm tuşlara basıyordum, aslında çözmüştüm. Tuşlardan kimi yumruk atarken kimi tekme atıyordu ama hangisinin ne olduğunu anlamadığım için ve heyecandan her birine basıyordum. İlerledikçe önüme gelen karakterler çoğalıyor ve hızlanıyordu.
"Aral bu gitmiyor!" derken önümde asla kaybolmayan adamı yumrukluyordum. "Of git ya git!" Yanımda bir gülme sesi işittim. "Gülme, yardımcı ol!" Heyecandan kibarlık soru ekleri kenara çekilmişti.
Bir sürü tuşa aynı anda bastığımda giden adamla iki tane daha belirdi. "Bunlar bitmiyor!" dediğimde kısık bir gülüş duydum. "Tüm tuşlara basman sadece hareketlerini yavaşlatır."
Kaşlarım indi, "Ama bana böyle öğretilmedi yalnız," dediğimde bir anlık gözümün ona değmesiyle gülümsediğini görmüştüm, önüme döndüğümde ise 'game over' yazıyordu.
"Al işte öldüm senin yüzünden!"
"Ne?" Gülerken şaşırdığında çok komik olduğunu biri ona söylemiş miydi?
Kıkırdamamak için alt dudağımı ısırdım, "Şaka şaka. Heyecandan şey oldu," derken dudaklarımı bastırdım, "Benim hatam."
Gülümseyerek oyunu yeniden başlattığında ne yapacağını beklerken arkama adımlayıp benimle birlikte tuşları buldu elleri.
Hareketli butonu sol elimle tutmamı sağlayıp "Bununla ilerliyorsun," derken sağ eliyle sağ elimi iki buton üstüne yerleştirdi.
"Bu oyunda iki butonu kabul ediyor sadece, biriyle yumruk atarken diğeriyle tekme atıyorsun." Anlatırken aynı zamanda oyunda ilerliyorduk da. "Kolu yukarı çekip aşağıdaki butona basarken havada tekme atabilirsin." derken hareketi de göstermişti.
"Ay ben onu tüm tuşlara basıp yapıyordum." dediğimde güldüğünü işittim.
Ben tuşlara basarken o da ardımdan beni yönlendiriyordu. Birkaç dakika birlikte hareket ederken arkamda olan desteği duraksadığında "Bak yine hızlandı bu!" dedim.
"Bu yüzden sen de hızlanmalısın,"
"Parmaklarım yetişmiyor Aral!"
"Yetişemediğin yerde el atacağım." Ben konuşurken istemsizce durduğumda o devam ediyordu. Yorulduğumda kendisi devam ettikçe ilerliyorduk.
"Şuna da yapsana aynısını," biraz önceki karakteri yok edişi çok hızlıydı, "O yemez."
"Hepsi aynı değil mi işte, yer yer." diyerek dahil olduğumda gördüğüm kadarıyla iki tuşa da basıp kulbu hareket ettirdiği yönde hareket ettirerek aynısını uygulamaya çalıştım. Birkaç defa üst üste yaparken canım azalıyordu, "Aral öleceğiz!"
"Fıstıklı helva yerine kahve dağıtırız." dediğinde yaptığı espriyle yüzümü buruşturarak ona döndüm, komikti ama yardım edeceğine laf yetiştirmesi gıcık etmişti. Gülmeyecektim.
Ona bakarken o ekranı işaret ettiğinde oyunu unuttuğum için aniden önüme döndüm, bir sürü tuşa istemsizce bassam da kurtulamamıştım.
"Ah be!"
Bir ayağım yere çarparken başımı geriye yatırdığımda hafifçe Aral'ın omzuna çarptı. Yandan ona baktığımda yüzü karşıya dönüktü, gözlerim boynu ve çenesinin hizasında, çok yakın olduğu için mimiklerini görememiştim, biraz kaydırarak görüş açıma getirdim yüzünü. Aldığım acı kahve kokusuyla sıkışan göğsüm yüzünden nefesimi tuttum. Dejavu.
Üstten bana baktığında gözlerini kıstı, "Sanırım omzum çıktı..."
Şaka yaptığını biliyordum, o kadar sert çarpmamıştım ve acıtsa sırıtmaz yüzünü ekşitirdi. Ayrıca benim çarpmamla çıkmayacak kadar d'omuzu sağlamdı.
İçimden geçirdiğim kelime oyunuyla benzetmeye gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bunu dışarıya dökemezdim, kendimce komik olsa da çok ayıp bir hitaptı. Pekâlâ cidden domuz gibi omuz olsa da çok çok ayıptı, öküz dahi bir nebze tolere edilebilirdi fakat kelime oyunlarını sevdiğim için iç sesim bu benzetmeyi daha uygun ve komik bulmuştu.
"Abart abart, benim kafam kırılır senin omzuna tüy dokundu sanırsın." diyerek göz devirdiğimde gülse de kaşları çatık yüzünü bana çevirdi.
İyi bir fikir değildi bu, burun buruna geldiğimizde ben yüzümü geri çekerken o belimdeki elini gevşetip bir adım gerilemişti.
"Kızım basma lan basma, kıracaksın, tüm tuşlara basılmıyor lan!" diyen kişi tahmin edilir üzere Özgür'dü. "Mor Kız," diyerek başını yandan çıkarıp göz ucuyla bana bakarken sırıtıyordu, "Bunun öğrettiğiyle oynuyorsan gel kapışalım."
"Bana bak abi aduketi senin üzerinde denerim görürsün!" diyerek altta kalmayan Özlem'in sesi vardı görüntüsü yoktu.
Bu sırada araya bir melodi girmişti. Aral'ın telefonuydu bu. Her zamanki gibi.
Yanıtlayarak birkaç adımla bizden uzaklaştığında ardından bakarken önümde bir el sallanıyordu, "Öeğey!.." diye garip bir seslenme stiliyle beni kendisine çeviren Özgür, sırıtışını artırarak "Nesine?" demişti.
"Sakın Lila sakın, soyar soğana çevirir bu Kolpaçino."
Özgür "Abiye neler diyor, ayıp ayıp!" diye söylenirken Özlem yanıma gelmişti, "Biz ikimiz sen tek abi, nasıl?"
"Çok iyi, çifte soygun!" diyerek yanımıza geldi. Özlem "Koskoca Şahmar mirası üzerine yine de doymuyor!" diye kulağıma fısıldamıştı.
"Nasıl kalkındırdık seni sanıyorsun güzelim? Bu üç yaşında otuz kiloydu, evi yiyor anca doyuyordu..."
"Ya abi!" Özgür'e tekme savuran Özlem bana tutunmuştu. "Sen çok mu farklıydın? Fotoğraflarını görsen iki tane öküz yemiş sanırsın Lila!" diyerek gülmüştü.
Onları izlerken her zaman gülümsüyordum, bana tartışmaları dahi çok tatlı geliyordu. Gerçekten tartışmıyorlardı, kırmadan şakalaştıkları belliydi.
Aklıma gelen kelimeyle "Öküzgür," diye Özlem'in kulağına fısıldayıp kahkaha attığımda benimle birlikte onun da kahkahası duyulmuştu.
"Ay çok iyi!" derken Özgür gözlerini kısmış bizi izliyordu, "Neymiş iyi olan?" diye sorduğunda gözlerim açıldı, "Ayıp," desem de Özlem sırıtmıştı. "Ben bunu kullanırım ki, Öküzgür!"
"Sen de mi be Mor Kız?!" diyerek bana dehşetle baktığında gülümseyerek omuz silktim. "Sizi bowlingte devireyim de bir görün, Aral'ım nerede?"
"Telefonda... her zamanki gibi." Sorusunu yanıtlarken sessizce fikrimi de belirtmekten alıkoyamamıştım.
Mırıltımı duymuş olacaklardı ki Özgür sırıtmıştı, "İş güç iş güç, sinirlenme abisi..."
Dediğini anlayamadığım için kaşlarım çatık kabaca bir "Ne?" çıktı ağzımdan istemsizce.
"Bowling diyorum, siz geçin geliyoruz diyorum." derken Aral'ın yanına ilerledi. Özlem'e döndüğümde omuz silkerek beni ilerletmişti.
Girdiğimiz yerde uzunca parkeler ve toplar, koltuklar vardı. "Oha..." diyerek ilerleyen Özlem beni de çekiştirmişti, ilerlediği yerde dört çift ayakkabı vardı. "Bunu abim düşünmez, net Gurur abi düşünmüştür. Hadi giy, oyun alanında kaymasın diye bunlar."
"Burası neresi?"
"Bowling alanı, aşırı eğlenceli..." diyerek koluma girip beni ilerletti. Koltuklar ve önünde uzunca ahşap zemin, yanlarında toplar bulunan yan yana bölmeler vardı. Ortaya geçerek karşılıklı koltuklardan birine oturmuştuk.
"İkimiz olursak abimler her türlü yener bizi," dediğinde omuz silkerek araya girdim. "Olsun," desem de gözlerini büyükçe açtı, "Olmaz olmaz, toplar da ağır vallahi kolumuz budumuz kopar. Sen Gurur abiyle ol ben abimle, çok iyi eşleşme..." derken ayağa kalkıp topların olduğu yere gitti. "Her birinin farklı ağırlıkları var, gelsene."
Yanına adımladığımda tuttuğu bir topu ellerime bıraktı, bıraktığı top hafifti. "Dün tanıştığın, bizden oldukça büyük olan Çağlar'a abi demeyip Aral'a abi demen?" Gülsem de soru sormuştum. Garibime gitmişti.
Dediğim şeyle gülümsedi, "Alışkanlık, abimin arkadaşları olunca ister istemez onlara da abi diyorum. Bir de Gurur abi," derken ellerini kaldırıp havada tırnak işareti yapmıştı, "Bugünü hariç tutuyorum," iyice bastırdı, "Bak bugün hariç, oldukça ağır biri." dediğinde başımı salladım anladım dercesine.
"Neden bugünü hariç tutuyorsun diye sormayacak mısın kızım? Özellikle bastırdım bir de ya!"
"Nasıl?"
"Ayy çatlatırsın insanı vallahi, her an gelirler diye açmıyorum konuyu yarın net konuşalım yoksa şuracıkta bayılanzi. İşte de değilim bak, kütüphaneye gideriz sonra bana gelirsin sonra Çağlar'la buluşurum, hem ev görmesi de olur ay çok iyi fikir." Hızlıca ve fısıltıyla söylemişti, Aral ve Özgür girmişti salona çünkü.
Yanımıza geldiklerinde ben elimde ağırlaşan topu yerine bırakırken Aral sırıtarak Özgür'ün karşısına oturmuştu, "Kondisyon önemli Özgür." diyen Aral'la dudaklarım aralandı. Benimle resmen dalga geçiyordu.
Ona dönerek kaşlarımı çattım, babamla çalışmalarımı onun üzerinde deneyebilir miydim? Belki de bu gibi durumlar için çalıştırmıştı!
"Seni şu an bir kum torbası olarak görüyorum A Plus..." dediğimde sırıtması yüzünde duraksamıştı. Yerinde dikleşirken kirpiklerini kırpıştırmıştı birkaç kere.
Özgür bunu söylediğinde gözlerini kısarak bakıyordu her zaman, gıcık olduğu belliydi. Bir süre sonra yutkunup gülümsemişti, Özgür ise seslice gülmüştü.
Özlem, abisinin yanına gidip oturduğunda ben de karşısına geçerek Aral'ın yanına oturmuş bulundum. "Sadece bir yakışmadı, o kadar zayıf durduğumu düşünmüyorum Prenses..."
Gülmemek için kendimi zorlasam da tutamıyordum, pek başaramasam da gizlemek için yüzümü buruşturarak "Çok komik," diye söylendim. "Özlem, bir olmalıyız." diyerek karşıya döndüğümde kızarmış bir Özlem duruyordu. Abisine gözlerini kısıp bakarken, "Bence de! Yoksa bağcığımla boğacağım abimi!" diyerek Özgür'ün yanından kalkıp yanıma oturdu.
"Daha bağlamayı bilmiyorsun ne boğması kızım?" diye alayla gülen Özgür'e ters bakışlar atmayı ihmal etmiyordu.
"Sus abi! Çözmeseydin ne güzel bağlamıştım!"
Özgür "Ya da düğüm atmıştın..." diyerek sırıttı.
"Bağlayamıyor musun?" Tebessüm ederek sormuştum. Yüzünü buruşturarak başını iki yana salladı. "Ben de pek başarılı sayılmazdım," bağlamaya çalıştığı iplere uzanarak yardımcı oldum. "Hatta böyle basit bir şeyi babama söylemeye utandığım için uzunca bir süre bağlamadan ipleri ayakkabı içine sıkıştırarak geçirdim. Tabii sonrasında fark edip öğretmişti." diye sözümü tamamlarken diğer ayakkabı ipini de bağladım.
"Ya, teşekkür ederim. Hadi kalk!" diyerek elimden tutup kaldırdı. "Önce biz başlayalım. Gel şimdi," topların olduğu yere çekiştirip bir top tutuşturdu elime. "Bunu alacağız ve ileride gördüğün uzuunca şeritten atarak şu pinleri devireceğiz." Omuz silkti, "Karpuz fırlatır gibi fırlat, ben öyle yapıyorum." diyerek güldü.
"Evet Mor Kız, sen de öyle yap, kazanalım." derken sırıtarak ayaklarını öndeki orta sehpaya uzatan Özgür'dü.
"Görürsün abi, bir yenelim de seni gör..." deyip beni atış yapacağım yere ilerletti. "Eşitlik olması için her atış serbest olsun bize! İki elle de atalım noluur?" diye de arkasını dönüp önceki cümlesine zıt ortamı yumuşatmıştı. Ben de döndüğümde Özgür'ü Aral'ın yanına geçmiş bizi izlediğini gördüm. Alttan alttan gülerken başıyla onaylamıştı Aral, içinden ne de olsa kazanamayacaksınız dediğine emindim.
"Acemi şansı var kızda, hayatta olmaz." diyen Özgür'e, Özlem "Gurur abi onay verdi bile..." diyerek önüne dönüp beni de çevirmişti. "İstediğin gibi yuvarla Lila'm, yeter ki tekte hepsini devir. Bu izbandutlar harcar bizi. Ben yerime geçiyorum," deyip uzaklaşarak Özgür'lerin yanına gitti.
Hepsini devirmesem kaybetmiş mi olacaktık? Pekâlâ babam dart gibi isabet oyunlarıyla atışlarımı geliştirmem gerektiğini, ileride doktor olursam katkı sağlayacağını söylerdi ama böyle büyük bir isabet oyunu oynamamıştım hiç. Sadece Tayfun abiyle karşılıklı bağdaş kurup voleybol topunu sektirirdik. Bu ise oldukça ağır bir toptu.
Her pozisyon serbest dendiğine göre bağdaş kurup atmamda bir sakınca olmazdı. Yere oturdum topu iki elim arasına aldığımda arkadan Özlem'in kahkahası duyulurken "Lan o kadar serbest demedik lan!.." diyen Özgür'dü. Arkama baktığımda Özlem başını iki yana sallıyordu, "Gayet dediniz, atarız bize ne!" dese de Aral gülümseyip ayaklandı.
"İlk atışında başarısız olursan istediğin gibi at Prenses," diyerek yanıma gelmişti.
Oturduğum yerden başımı kaldırarak ona bakarken, "Niye? Tüm atış pozisyonları serbest değil mi?" diye sordum.
Kollarımın altından tutup beni kaldırdığında "Hayır, bu faule girer." diyerek elimdeki topu alıp ağırlığını ölçtü. Elime uzanarak üç parmağımı topun üç deliğine geçirip "Bu şekilde tutarak," deyip ardımda konumlandı. Bana pozisyon aldırıp topu bırakmamamı söyleyerek atış hareketini göstermişti. "Atmalısın. Topun hafif olduğu için atmadan önce atış hızını kolunla ölçerek gönderir ve birkaç santim ileriye atarsan strike yapabilirsin."
"Strike ne?"
"On pinin de devrilmesi. Tüm pinleri devirmesen de kaybetmiş sayılmazsın. Devirdiğin pin kadar puan eklenir hanene. Karşıdaki çerçeve puan tablon." diyerek karşı tabelayı işaret etti. "Yerde gördüğün şeritler 39 tane, oklar ise 5'in katlarına yerleştirilmiş. İleri seviye oyuncular bunları referans alarak atış yapıyor. İstersen ayrıntıya girebilirim ama öncesinde tadını çıkar. Artı olarak parkeler düz bir parke değil, oyuna özel yağla kaplanmışlar, sapmaları hesaba katmalısın."
"Matematik ve geometri diyorsan kazanırım ona göre..." dedim alayla.
Sırıtıp başıyla işaret verdi, "On yedi ve on sekizinci şerit arası, altı derece." diyerek bir adım geriledi.
Dediğinden bir şey anlamasam da kolumu birkaç kere hareket ettirip topu bıraktığımda tek dilediğim topun aralarına girip pin dedikleri lobutları devirmesiydi. Birkaç saniye sonra top öndeki pine çarpıp ardından diğerlerini devirirken hepsi sırayla birbirine çarpıp devrildi.
Şaşkınlıktan dudaklarım aralanırken aynı zamanda gülüyordum. Gözlerim açılmış onlara döndüğümde Özlem havaya zıplarken Aral ve Özgür bakışmıştı.
"Şey, neydi? Strike?..." gülerek dediğim şeyle Aral gülmemek için dilini dudağında gezdirirken kaşlarını kaldırdı.
"Yuh ama," diyen Özgür'e ek Aral da ellerini havaya kaldırıp oraya doğru ilerledi ve "Kesinlikle acemi şansı." dediğinde bir kahkaha kaçtı ağzımdan.
Aral'la koltuğa ilerlerken Özlem'in kaşla göz arasında abisinin yanına geçtiği gözümden kaçmamıştı. Oyuncaklarım dahi olsa ben de babamı paylaşamazdım, küçükken elinden tutan ben olmak isterdim hep. Onun bu hallerini anlıyordum, bozulmak yerine hoşuma gidiyordu.
"Ya siz erkekler yenilmeye alışsanız mı?" diyen Özlem abisine dudak büzmüştü.
"Ben demiştim Aral'ım," diyerek gözlerini bana çeken Özgür kısmıştı, "Şeytan tüylü acemi seni, kalk kız oturma bir atışın daha var." deyip arkayı işaret etti.
Gülerek ayağa kalkıp omuz silktim, "Bir tüm daha devireyim bari..." Desem de son atışıma kadar ilk yaptığım atışı asla tutturamamıştım. Faul yaparak pinlerin dibine kadar yürüyüp topu atsak dahi Özlem'le büyük bir yenilgi alıyorduk. Bazen de halimize gülmekten kaçırıyorduk atışları. Aral ise eliyle dizmiş gibi geri dağıtıyordu tüm pinleri...
"Ya ama her atışında da devirmezsin!" diyerek topların dizildiği makineye yaslanmış yerde otururken yüzümü buruşturdum. Aral dudağını yukarı kıvırmış bir şekilde yanıma geliyordu. Kaşlarım indi, "Nasıl isabet ettirebilirsin hepsine?"
Sırıtarak, "Meslek sırrı." deyip bana elini uzattı.
"Tüm hukukçular duba deviriyor zaten(!)" Göz devirsem de elini tutup ayaklandım. Elini bileğime çıkardı, "Yere oturma." diyerek koltuğa yöneldiğinde dudaklarımı büzdüm, "Hıı, nenem seni." dediğimde şaşırarak bana baktı, "Onu nereden öğrendin?"
Gülümserken atış yapan Özlem'i işaret ettim, "Özlem öğretti."
"Kardeşim diye demiyorum çok iyi öğretmendir." Alayla araya girdi Özgür.
"Aynen öyle," diye onaylarken sesimi yükseltip Özlem'e "Abine fırlattığını hayal et Özlem!" demiştim.
Kıkırtısı duyulduğunda topu sertçe attı. Özgür'ün şaşkınlıktan gözleri açılmıştı, "Eve dolmuşla dönersin canım kardeşim!" diye bir tehdit savurduğunda Özlem gülerek "Sadece şakaydı en sevdiğim abim!" diye seslendi.
"Zaten bir tane abin var..." mırıldanan Özgür'e gülmeden edemedim.
Koltuğa dizlerimi çekip yan oturmuş Özlem'i izlerken dirseğimi koltuk arkasına yasladığımda arkamdaki Aral'ın uzanan koluna denk gelmişti. Kolunu geri çektiğinde pozisyonumu bozmadan devrilen pinleri izlemeye devam ettim. Beşini devirmişti. "Onunu devirsen de kazanan biziz kardeşim."
"Sus abi biz kendimizle yarışıyoruz!" Çekişmeleri asla son bulmuyordu, Özlem ikinci atışını da kullanıp beş puanla bize doğru gelirken Aral'ın telefonu çalmıştı.
Arkamda kalan Aral'a baktığımda ekrandaki bakışlarını bana çıkarttı, tekrar telefona dönerek cevaplarken bizden uzaklaşmıştı.
Dakika başı telefonunun çalıp durması sinir bozucuydu. Sıra da Özgür'deydi. "Ağabeyinden az ders al güzelim." diyerek Özlem'in yanağını sıkıştırıp yerine gitmişti.
"İnşallah atamaz da görür dersi." diyen Özlem'le sırıtarak bize baktı, "Anam kadın ne der bilir misin kardeş?"
"Beddua edeni bulur!" İkisi de aynı anda aynı cümleyi söylediğinde bir kahkaha kaçmıştı benden. "Mükemmelsiniz." diye de ekleyivermiştim.
Özgür atışlarına dönerken Özlem yanıma gelip arkamdan sarıldı ve kolumun altına girdi. "Hiç değilse hazırlıklıydık yenilgiye..."
"Şimdi bir onluk atayım da görsünler!" Özgür'ün atışlarını bitirmesini izliyorduk. "Uykum geldi," diyen Özlem'e ben de katıldım. "Oysa saat on bile olmadı ama bıraksan gözümü kapattığımda uyurum."
Özgür'ün buraya doğru geldiğini gören Özlem kalçama vurmuştu, "Kalk kalk, git bir onluk al gel."
Ağırca bir top seçip atış yaptığımda tam olarak onluktu ama devrilen değil devrilmeyen.
"Ya ben yeniden acemi olabilir miyim?" Onlara dönerek sorduğumda Özgür sırıtıyordu, "N'oldu kız hani hocan Aral'dı?" diye sorduğunda bakışlarım Aral'a kaydı. Hâlâ telefondaydı.
Topların yanına gittiğimde, "Aral!" diye de seslenmiştim. Telefonu kulağından çekip bana döndüğünde kaşlarımı çattım, "Olmuyor bu, nasıl atacağım?"
"Hileciii..." diyen Özgür'e dudak büzüp önüme döndüm. Aral'dan da fayda yok diye düşünüyordum ki top seçerken arkamda varlığını hissettim, "Nasıl atacağım değil hangi topu seçmeliyim diye sormalısın Prenses. Başta kontrol edebileceğin bir ağırlık seçtiğin için yapabilmiştin." Bir topa uzandı, "Al,"
"Bunu mu?"
"Evet." diyerek benimle geldi, arkamda konumlanırken parmakları parmaklarımın üzerine kapandı.
Yüzümü yan çevirip "Hadi faul yapalım," diye kulağına fısıldadım.
"Ne?"
"Yardım maksatlı canım... ben atmış gibi yapayım sen at." Güldüğünde yeni çıkan sakalları yüzüme batmıştı, geri çekilip ona baktım.
"Hile diyorsun yani?"
"Ne münasebet? Sadece bir arkadaş yardımı... Lütfen lütfen lütfen!"
"Çok ayıp Prenses, hileye teşvik var."
Gülerken dirseğimle dürttüm onu, "Yahu yardımlaşma... yazık insanlık da ölmüş."
O da gülerken başını salladı, "Gel hadi," diyerek atış pozisyonuna geçirdi beni.
Birlikte hareket ederek topu elimden çıkardığımda dudağımı ısırarak devrilecek pinleri bekledim.
Pinler birbirini devirirken, "Oldu!" diyerek uzun aradan sonra devirdiğim tüm pinlerle aniden ona dönüp sarılmıştım. Kesinlikle hocam Aral'ken acemi şansım geri geliyordu.
Gülüşüm gülümsemeye döndüğünde farkındalığım sonradan oluşmuştu. O Tayfun abim değildi, ani reflekslerle bunu yapamazdım.
Kaymamam için belime sarılan elleri gevşediğinde geriye çekildim. Ellerim omuzlarında kaldığında boy farkımız yakından daha da şaşırtmıştı.
Ona baktığımda bakışlarının çoktandır ben de olduğunu gördüm. Bir göz rengi kesinlikle siyah olmamalıydı, ne düşündüğü zor okunuyordu.
Kıstığı gözleri yüzümde gezindi. "Soruların yanlış." dedi. "Doğru sorular sonuca ulaştırır."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.96k Okunma |
264 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |