
Selam! Sizlere bir soruyla geldim. Bölümleri kısım kısım atıyorum biliyorsunuz ki, isterseniz bütün şeklinde de paylaşabilirim?
Wattpad’de direkt tüm bölüm şeklinde paylaşıyorum, oradan da takip edebilirsiniz 🤍💫
'...izler
senden hatıra kaldı
...kalakaldım ardında'
PİNHAN
BÖLÜM 8: EVVEL ADIM
===
"Üzgünüm..."
Odamdan çıktığımda merdivenlerde karşılaştığım Aral'aydı söylemim.
"Ne için?" derken basamaklara adımlamıştı. Yanında yer edindim. "Uyuya kaldım. Oysa sonunu merak etmiştim. Nasıl bitti? Anlat lütfen..." Bowlingten sonra Özlem'in işi olduğu için Özgür'le bizden ayrılırlarken Aral sinemaya götürmüştü beni. Her zaman farklı filmlerin sergilendiği bir yer olduğunu öğrenmiştim. Bir filme girdiğimizde ortam o kadar loştu ki yorgunluktan gözlerim açık kalmıyordu. Sinema koltuğunda kapattığım gözlerimi sabah yatağımda açmıştım.
"İkinci yarıya başlamadan önce uyuduğun için devam etmedik. Eve geldik."
"Sana da mı izletmedim yani?!" diyerek yüzümü buruşturduğumda gülümsedi, "Sorun değil, bilinen bir konu. İkinci Dünya Savaşıyla ilgili. İzleriz sonra..."
"Tekrar izleme şansımız var mı yani?" İki kere üst üste istemsizce yani diye soru sormam komik gelmiş olacak ki güldü. "Evet. Evde de izleyebiliriz, nereyi tercih edersen." Yandan bir bakış atmıştı, "Tabii uyuya kalmamak şartıyla."
"Ya o çook yorgunluktan oldu," derken son basamağı da inmiştik. Salona girerken devam ettim, "Yoksa uykuya düşkün biri değilimdir..."
"Tabii... hiç."
"Dalga geçme!"
"Asla..."
"Aral!" Karşılıklı kahvaltı masasına geçtiğimizde Dağkan Bey görünürde yoktu.
"Savaş filmiydi Prenses, o seste uyuya kalman..." Güldüğü için problem olduğunu düşünmüyordum, sadece uğraşıyordu benimle. "Ya ama çok yorulmuştum. O kadar şey yaptık, sabah da kütüphanedeydim artık tüm bedenim isyan etti!"
"Sana insanoğlunun çabuk hamlandığını söylemiştim." Dünkü söylediğime gönderme yapıyordu hâlâ.
"Kondisyon kadar başına taş düşsün Aral." dediğimde sesli bir şekilde güldüğünü hem işitip hem de gördüm. Bu şekilde nadir güldüğü için görünce şaşırıyordu insan. "Bunu da mı Özlem öğretti?"
Gülümseyerek başımı iki yana salladım. "Atasözü ve deyimleri de bileyim yani... Tayfun abi söylemişti." Sohbetimiz arasına Dağkan Bey'in sesi girmişti. "Günaydın," Onun yanında istemsizce geriliyordum. Babamla benzerlikleri olduğunu söylerken aklım başımda değildi ki böylesi katı olduğunu görmemiştim. Aral, "Günaydın." diye karşılık verirken ardından ben de "Günaydın efendim." diye ekledim. Kendisi de yerini aldığında kahvaltıya başlamıştı.
"Bugün kütüphaneye gidecek misin?"
"Evet, kahvaltıdan sonra çıkacağım."
"Nasıl gidiyor çalışmaların?"
"Daha yeni olduğu için henüz çok iyi diyemem ama yabancı dilimi babamla küçük yaşta geliştirdiğimiz için sorun yok, gayet iyi." Geçen akşamki konuşmamız yüzünden gergin oluyordum onunla konuşurken. Her ne kadar babam mektubunda ona saygımı azaltmadığım sürece yanında kötü hissetmemem ve güvenmem gerektiğini söylese de bir adım gerideydim.
"Özgür'ün kız kardeşiyle birlikte çalışıyormuşsun?"
"Evet, Özlem'le efendim."
"Güzel, çabuk alışıyorsun. Bu oldukça iyi, babanın hoşuna gideceğinden eminim." Sözlerini bazen yanlışlıkla söylediğinden şüphelenmiyor değildim. Bana mektup gönderen babam sanki Dağkan Bey'le daha çabuk ve kolay iletişime geçiyor gibiydi. Hatta bu tarz söylemleri açıkça bunu sergiliyordu. Günlük yaptıklarımı ona iletmesi, yaptıklarımı o duymuş gibi konuşması... şüphe. "Bu akşam Alpakan amcana gideceğim Aral, akşam yemeğinde olmayacağım."
"Beni de yengem aradı, katılamayacağımı izah ettim. Sonrasında ziyaret edeceğim."
"Bugün bir işin olmadığını düşünüyordum? Alpakan amcana izah ettin mi?"
"Plan dışı değişiklik. Kendisiyle de görüştüm." Bazen çok resmî oluyordu konuşmaları, onların yerine de ben gerildiğimi hissediyordum. Kahvaltının devamında Dağkan Bey dün ne yaptığımı bilmezmiş gibi tekrarlattı ya da bilmediği için sordu. Anlayamıyordum neyi bilip neyi bilmediğini, karşısındakini allak bullak eden biriydi.
Kahvaltıdan sonra çantamı alıp avluya, Aral'ın yanına çıktım. Aral'ın Sancak'a gittiğimizde değiştirdiği büyük arabayı Rıza abide görüyordum. Beni getirip götürürken kullanıyordu. Aral ise spor araba dediği küçük arabaları daha çok seviyor olacaktı ki hep onları kullanıyordu. Kemeri takarken, dün akşam uyuya kaldığımda arabaya bindiğimi hissetmediğim geldi aklıma.
"Beni odama sen mi çıkardın?" diye sorduğumda bana baktı, "Gerçi soru olarak görme bunu, konu açılsın diye giriş yapayım dedim. Sana oldukça uğraş verdim, kusura bakma..."
"Sorun değil demekten sıkılacağım Prenses." dediğinde tavanda gezdirdim gözlerimi, "Prenses demekten de sıkılır mısın lütfen?" Ona indirdiğimde beni izliyordu, "Bana öyle seslenip durma çok sinir bozucu oluyor, aynı diyarlardayız ve prenses yok. Yoksa ben de sana A Plus derim."
"Ne?" Beklemediği için bir tepki kaçmıştı ağzından. Kıkırdadım, "Özgür diyordu ya,"
"Lila..." derken bakışlarını ön camdan yola çevirdi. Gülümseyip başını iki yana sallamıştı, "Pekâlâ."
Arabayı çalıştırdığında, "Anlaştığımıza sevindim." dedim.
"Anlaşıyorsak kusur kelimesini aradan çıkarmada da anlaşalım."
Çenemi buruştururken. "Ama oldukça zahmet verdim..." diye söylenmiştim.
"Yani..." Gözleri yoldayken dudaklarını ıslattı, "Görünüşte sorun olmayacağını düşünmüştüm, taşırken anladım,"
"Neyi?"
"Epeyce ağırdı..."
Dudaklarım şaşkınlıktan açılırken öylece bakakaldım, "Çok kötüsün!" Sırıttığında benimle uğraştığı anlaşılıyordu, burnumu büzerek, "Hadi oradan A Plus..." diye çıkışıverdim. Önüme döndüm, "Seni boks torbası görmekte haklıymışım."
"Sadece şakaydı Prenses."
"Çifte torba!"
"Tamam tamam, gerçekten şakaydı. Taşırken kucağımda olduğunu unutup odama gidecektim, ne ağırlığı?"
Yüzümü buruşturarak cidden mi dercesine ona baktım. Bana yandan bir bakış atarken "Kurtarmadı değil mi?" diye sordu.
Kahkahamı tutamadım, "İyice batırmış bile olabilirsin!" deyip gülerek önüme döndüm.
İlk günlerde garip ve soğuk diye adlandırmıştım ama sanırım o da alıştıkça açılan biriydi. Oturup uzunca sohbet edebiliyorduk ya da şakalaşabiliyorduk. Tayfun abimi kaybetmişken hissettirdiği onun yeriydi. Bu yüzden rahattım onun yanında, Tayfun Yereli'nin yerine koyuyordum sanırım. Birilerini birilerinin yerine koymak yanlış olabilirdi insan psikolojisi açısından ama elimizde olmuyordu, babam gelene kadar bunu engelleyebileceğimi düşünmüyordum. Gerek de yoktu, iyi geliyordu bana.
"Kütüphaneden sonra Özlem'e gideceğim. Davet etti de,"
"Planınız olmazsa ara."
"Neden? İşimiz mi var?" Sorumla gülümsedi, "Gezmek istersen evet."
Duyduğum cümle keyif vermişti, "Olur! Babam tarih ve coğrafyadan bahsederken İstanbul'da çok yeri merak ediyordum. Sığdırabilirsek, gidelim mi?"
"Gideriz." Başımı salladım. Telefon sesi geldiğinde Aral'a baktım. Onda hareketlilik görmeyince bana olduğunu anlamıştım. Çantaya attığım telefonu çıkartıp ekrana baktığımda mesaj geldiğini gördüm. Özlem'dendi, vardığını bildiriyordu. Ben de yolda gezdirdim gözlerimi, bilmediğim için pek anlamıyordum. Aral da çok hızlı sürmüyordu, yolumuz hâlâ var olabilirdi.
Hız demişken ona dönerek "Dün gece yarışacaktın, iptal mi oldu?" diye sordum.
"Hayır, neden?"
"Ne bileyim... akşama kadar beraberdik. Ne zamandı ki?"
"Gece yarısı oluyor genelde." Onda gezdirdim gözlerimi, yola bakıyordu. "Zor olmuyor mu? Bir de sonrasında şey yerlere gidiyorsunuz. Bu sabah da erkenden evdeydin."
Dudağı yukarı kıvrıldı, "Her yarış sonrası kulüp organizasyonu olmuyor."
Başımla onayladım. Telefon ekranında boş boş gezdiriyordum gözlerimi, "O tür yerlerde daha rahat gördüm seni, arkadaşların da vardı. Ben kütüphanede daha rahat olduğumu gördüm mesela, sakin yerleri seviyorum sanırım. Sen nasıl yerlerden hoşlanırsın?"
Arabayı durdurduğunda bir dudağı kıvrılırken bana çevirdi bakışlarını "Dağ bayır..." dediğinde neden durduğunu anlamak için bakışlarımı camdan dışarı çıkardığımda geldiğimizi görmüştüm. Göz devirdim. "Çok komiksin, bir kere bozmasan insancıl diyaloğumuzu olmuyor değil mi? Gıcık." Gülerek başını iki yana salladı.
Kemerimi çıkartırken kütüphaneyi işaret etti, "Çok çalış bak, muafiyetten kalırsan dilime dolanırsın."
"Sözde sen çalıştıracaktın beni." derken tek kaşımı kaldırmaya çalışmıştım.
"Yarın başlarız?"
"Gerçekten mi?" dediğimde yine gülmüştü. Kendi kendime kaşlarımı çattım, şu tepkiyi vermekten vazgeçmeliydim.
"Gerçekten." Ben de gülmeden edemedim. Hadi benimkisi alışkanlık olan bir tepkiydi ama cevap vermesi gerçekten komikti.
"Görüşürüz." diyerek kapıyı açıp indiğimde arkadan karşılık verdiğini duydum. Kapıyı kapattığımda hızla el sallayıp kütüphaneye doğru yürüdüm. Arabanın sıcaklığına alışınca bir anda dışarı çıkmak üşütmüştü.
Kütüphaneye girdiğimde Özlem'in uyukladığını gördüm. Yanına giderek bir kahve teklifinde bulunmuştum, mola köşelerinden birinde kahve içip tekrar masamıza yönelip çalışmaya koyulmuştuk. Tek başımayken molaları unutsam da Özlem'le düzenli çıkıyor ve bir şeyler atıştırıyorduk. On, on beş dakika öncesi çalışmam bitmiş ve Özlem'i beklemiştim. Saat iki suları biten çalışmamızla derince bir nefes çektik.
Biriyle çalışma arkadaşı olup birlikte ilerlemek oldukça keyifliydi. Üstelik Özlem şu bir haftalık süreçte sadece çalışma arkadaşım olarak kalmamıştı. Aral gibi birçok şeyi öğreniyordum ondan da. Bir kız arkadaşım olmuştu, ilk defa...
"İlk dizinin Aşk-ı Memnu olmasını çok isterdim ama çok uzun. Önce sıkılmayacağın mini dizilerden başlayalım. Örneğin Skam... kesinlikle gençleri ve dünyalarını anlamak için başlangıçta olur bir dizi. Ay, aslında kritik bir seçim, ilk dizin! Neysem, kötü bir tercih de olsa katlanırsın, olmadı farklı bir diziye geçeriz. Ayy... Avrupa Yakası da önemli aslında ama dur bakalım, bir sürü günümüz var değil mi? Hepsini izleriz!" derken sırıtmıştı Özlem, "Dün hangi filme gittiniz?"
"Ah... ismini unuttum. İkinci Dünya Savaşıyla ilgili bir filmdi. Tabii ilk yarıda uyuya kaldım..."
"Ne?!" diyerek şaşkınca ve gülerek bana döndüğünde, "Dur dur, şimdi anlatma, eve gidince konuşacağız bu konuyu, en sevdiğim şey, Gossip Girl olmak! Otobüse bineceğiz, ne olduğunu biliyor musun? Toplu taşıma aracı. İnsanların kendine özel arabaları olduğu gibi belli güzergahlarda giden büyük, herkese ait arabalar da var. Belli noktalar belirleyip durak denilen yerler yapıyorlar ve oralardan binip istediğin bir yere gidiyorsun. Benim ev de buraya yakın zaten, bilerek bu taraflarda tutmuştu abim, gidip gelmem kolay olsun diye. Ayy... ilk otobüse binişin de benimle olacak," nihayet nefes alıp gözlerini kırpıştırarak gülümsedi, "Çok tatlı... Lila! Sakın bunları unutma, resmen en yakın arkadaşın oldum! Hem de ilk kız arkadaşın!"
Beklediğimiz yer bahsettiği duraklardan biri olmalıydı. "Evet, ilk kız arkadaşımsın, hatta kitaplardaki gibi bir dostsun Özlem..." dediğimde kaşlarını yavru kedi misali büzerek bana baktı, "Lila... dışarıda deme böyle şeyler ağlarıım..." elleri belimi bulup sarıldığında önümüzde uzun bir araba durmuştu. "Aha geldi! Bin kız bin," diyerek beni ittirdi. Ben bindiğimde o da arkamdan gelip elinde dikdörtgen kartı yuvarlak bir şeye tutmuştu. "Bunlara kartla biniliyor, otobüs kartı oluyor herkeste." derken ilerletti beni. Arkaya doğru ilerlerken bir anda yalpaladığımda arkamdan Özlem, yandan ise bir adam tutmuştu. "Kız!" diyerek bir tepki kaçtı Özlem'den. "Sağ olun, arkadaş ilk defa biniyor da otobüse." derken bana işaret verdi, "Şu demirlere tutun aşkım," diyerek beni köşeye çekiştirip yanımda durdu. Birkaç göz bize döndüğünde garipser bakışları rahatsız hissettirmişti.
"Kız dizime dayanma, bir de balık etli! Kopardın bacağımı!" Karşıdan gelen yaşlı bir hanımefendinin sesiydi. Açık sarı saçları ve kırmızı ruju, leopar desenli elbisesiyle bana Serila'yı hatırlattı. Onun yaş almış hali gibiydi. "Kusura bakmayın, fark etmemişim." diyerek kenara çekilmişti bir kız.
"Sizin yaşınızda biz ne yükler taşırdık da sırtımızı dayayamazdık yine de, iki çantaya kıvrılıyorsunuz yahu..." diyerek yanındaki bir diğer kadına bakmıştı, "Bizim buralarında çarşısı pazarı iyi de gençleri böyle işte Azize."
"Teyze çarşıda indirimli fiyatı duyunca koştururken kopmayan bacağın kızın balık etine mi kopacak?" diye araya giren kişi Özlem'di. Şaşkınca ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
"Cık cık cık..." diye bir kınayıcı ses çıkarmıştı hanımefendi. "Terbiyesiz, insanca konuşuyoruz nasıl cevap veriyor. Ah gençlik ah..."
"Şişko derken insanca konuşmuş mu oluyorsun teyze? Düzgünce söylesen çekilir kız ki söylemediğin halde çekildi. Ayrıca balık et dediğin benimki gibi olur kızın otuz gramı var ona da ses etmeyip rahatını bozmasaydın. Sabahtan beri kütüphanede başımız ağrıyor bir de burada size laf yetiştirmeye çalışıyoruz. Az dilimizden anlayın, terbiyesizlik görmezsiniz. Gençlere böyle diyeceğinize kendinize bakın biraz."
Ben fısıltıyla "Özlem," derken, kadın homurdanarak önüne dönmüştü. "Her otobüste bir tane çıkıyor illa böyle, sesini çıkarmazsan üste çıkarlar." diyerek olayı açıklamaya çalışmıştı. "Keşke anlayış her insana yüklense, ne çekilir dünya olurdu."
"Sakin ol..." şaşkınlığımı fark etmiş olacak ki kıkırdadı, "Kız sakinim her zamanki halim bu. Günde bir doz yellozluk almadan duramam. Neyse neyse, markete uğrayalım mı? İstediğin bir şey var mı, sevdiğin bir atıştırmalık falan, abur cubur yer misin?"
Başımı olumsuz anlamda salladım, "Sıcak çikolata ve içeceklerde şekerden vazgeçemediğim için babam yedirmezdi. Şekerle yeterince sağlıksız beslendiğim için dengelemeye çalışırdı."
"Cidden babanı çok merak ediyorum, bir gün tanıştır. Neden bir insan her şeyden soyutlar bu kadar?.." Omuz silktim. Benim de nedenlerim ve sorularım arasında başı çeken buydu ama muhatabımla konuşamıyor, görüşemiyordum. Cevaplar için ise şu anda yaşamam gerekiyordu, hayatı öğrenmem...
Özlem, kapıyı açmak için önce üst kilidi, sonra alt kilidi çevirdi. "İlk ev görmen ilk kız arkadaşının evinde, ayol her ilkin benle kızım!" diyerek beni içeri çekmişti. Gülerken içeride gezdirdim gözlerimi, "Yakın arkadaşın var mı? Dostun?" diye bir soru döküldü, merak etmiştim. Sorumla durulmasını beklemiyordum. Üzerindeki hırkayı portmantoya atarken "Vardı," dedi. Bana dönüp benim üzerimdekini de aldı. Geçmiş zaman eki kullanması dikkatimi çekti. Beni içeri yönlendirirken devam etti, "Üniversiteye geçmeden önce... kaybettim. Yani vefat etti."
Şaşkınca ona baktım, "Özür dilerim... hatırlatmak,"
Gülümsedi, "Hayır, sorun değil. Lösemiyle savaşıyordu, LÖSEV'le birlikte yenecekti ama ailesiyle birliği olmaması onu çok üzüyordu, stres en büyük düşmanıymış, yenik düştü." Löseminin bir kanser türü olduğunu biliyordum. Babam, tıp okumamı istediği için sağlık alanında da eğitimler alıyordum, birçok terime aşinaydım ama LÖSEV diyerek kastetmek istediği şeyi anlamamıştım. Tedavi şeklinin ilik nakilleriyle olduğunu biliyordum. Bir tedavi ismi miydi LÖSEV? "LÖSEV nedir?"
"Vakıf," dedi. Vakfın ne demek olduğunu biliyordum. Babam anlatmıştı, çeşitli vakıfların olduğunu, örneğin bir çocuk vakfının çocuğun ailesi tarafından yalnız bırakıldığında onu desteklemek için var olduğunu anlatmıştı. O zamanlar tüylerim ürpermişti, benim babam beni bir yağmur damlasından dahi sakınırken terk edilen çocukların olduğunu düşünmek... bir insanın yapabileceği şey değildi. Cinayetti, katil giderek öldürüyordu.
"Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı. Lösemili ve kanserli çocuklara, ailelerine, kanser hastalarına tedavi ve eğitim hizmeti sağlıyor, maddi ve sosyal olarak destekleyen bir vakıf." Hatırladığı bir şey olacaktı ki gülümsemesi büyüdü, "O da doktor olmak istiyordu, lösemiyle savaşan binlerce çocuk var, unutturma, derdi. Matematiği olmadığı için zorlanıyordu ama senelerce mezuna kalsa da istiyordu. Senin ilk senede kazandığını duysaydı yakana yapışır bırakmazdı. O da benim gibi deliydi biraz," derken telefonu çaldı. "Otursana hadi," diye söyleyip kendi otururken beni de çekiştirmiş aynı zamanda aramayı da yanıtlamıştı. "Özümkuş?"
"Evet geldik... Evdeyiz... İyiyim... İyiyim gerçekten abicim, bir konu hakkında konuşuyorduk... Hayır, sorunsuz ulaştık... Peki peki, otobüste biraz atışmış olabilirim ama o bunak kadın haketti abiciğim... Tamaam, merak etme, öptüm, seni seviyorum." Aralarda karşı tarafı dinleyip aralarda göz devirmiş olsa da gülümseyerek kapattı telefonu. "Nasıl," derken etrafı işaret etti, "Beğendin mi benim yavru kuşumu?" Evi kastediyordu. Yavru yuvasıydı, "Yavruvam." Kıkırdadım, kendi kendime kelime üretmeyi durdurmalıydım. Mırıldandığım kelimeyi duyan Özlem de kahkaha attı, "Yavruvam mı? Ben bunu kullanırım, çok iyi!"
Oturma odası gerçekten Özlem'den beklediğim bir yerdi. Rengarenk, koltukları dahi. Çiçek ve bitkileri ise evi bahçe etmiş gibiydi. "Senin gibi cıvıl cıvıl bir yer." dediğimde sırıttı, "İç mimarlık mı okusaydım diye düşünmüyor değilim! Neyse kalk kalk, mutfağa gidelim, oraya da bir l koltuk attım. Daha çok orada vakit geçiriyorum. Ne içersin?" Yine söylenirken beni de elimden tutup çekiştirmişti. Aral da böyleydi, farkları, biri elimden diğeri bileğimden tutuyordu.
Omuz silktim, "Fark etmez." Mutfağının da oturma odasından aşağı kalır yanı yoktu, saksıları pencere önüne dizmiş, rengarenk yastıkları koltuğa donatmış. Böyle küçük ve tatlı bir evde ilk defa bulunuyordum, sıcaktı.
Özlem kahve yapmaya koyulurken ben de koltuğa geçmiştim. Fark etmez desem de kahve pek tercihim olmuyordu, olsa da yumuşak tat almalıydım. Dün Aral’ın tattırdığı vanilyalı kahve mesela… "Ben de yardım edeyim?"
"Hayır hayır, iki kahve zaten. Bırak yardımı da dünü anlat, abime kaş gözle anca anlatabildim. Ay bilseydim hiiç gelmezdik! Hiç de söylemiyorsun ki nereden anlayayım, dün gözle görmesem..." lafını böldüm. "Özlem?"
"Hı?"
"Neyi anlattın, neyi anladın?"
Arkası dönükken tepkilerini göremiyordum. "İşte Gurur abi ve seni!" Dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. "Ne olmuş?"
Elindeki bardakları tezgaha koyup bana döndü, "Kızım ne olacak? Sen oyunlarda halinizin farkında mıydın? Hadi senin şaşkın hallerini geçtim Gurur abinin gülüp durması? Yok kazanç yok Prenses yok bilmem ne... ben şok, nasıl oldu kız, anlat hadi?!
Gerçekten onca söylediğinden hiçbir şey anlamamam normal miydi? "Ne nasıl oldu?"
"Ayy!.." derken arkasını dönüp kupalara kahveleri koydu ve yanıma geldi. Önümüzdeki orta sehpaya elindekileri sürüp bana dönerek oturdu. "İşte bu yakınlaşmalar? Sevgili misiniz yoksa?! Allah için benden saklama varsa öyle bir şey..."
"Ne?!" derken inanamazca bir hal almıştı yüzüm, "Ne diyorsun Özlem, ne sevgilisi?"
"Of... tamam tamam. Hep unutuyorum. Sen bunlara alışkın değilsin, yavaş olacağım ama yani..." derken bir anda sırıtarak yükselmişti "Dün siz hiç de yavaş değildiniz!" Kahkahası mutfakta yankılanmıştı. Tip tip yüzüne bakmamla devam etti, "Ya ben boşuna mı filme kalmayıp bahaneyle gittim? Dün sizi öyle görünce neler kurdum var ya..."
"Özlem... Aral sadece bir şeyleri öğretiyor bana."
"Hıı... bilirim o öğretmeleri. Hocam olur kocam!"
Gözlerim duyduklarımla fal taşı gibi açılırken dudaklarım aralandı, "Oha Özlem ama!"
"Ne var? Mesela uyuya kaldım dedin, n'oldu sonra?"
"Ne olacak? Eve gitmişiz."
"Gitmişiz?.."
"Bilmiyorum, Aral götürmüş."
"Ha bir de öyleli..."
"Nasıllı?"
Sırıtarak yandan yandan bakmıştı. "Kucaklı, taşımalı..."
"Başka nasıl taşıyacak ki?" Sorularım ona anlamsız gelmiş olacak ki göz devirdi, "Lila! Seninle bunların dersine çalışmalıyız..."
"Ne dersi?"
"Aşk meşk, flört, fanfinfon dersleri canım, nemiç ne değilmiç dersleri... Dizi izlerken çok göreceğiz zaten." derken sırıttı. "Gerçi kız arkadaşın bile ilk defa oluyor, karşına çıkan ilk karşı cinsten hoşlanmanı ve onun davranışlarını anlamanı beklemeyelim şimdi. Yavaş yavaş, tanıdıkça ne tip erkolardan hoşlandığını da anlarız."
"Erko?"
"Erkeğin kısaltması. Hoşlantının da ne demek olduğunu soracak mısın?" diyerek kıkırdağında başımı salladım, "Bir yemek ya da aktiviteden hoşlanmak gibi mi?"
"Lila!" diyerek büyük bir tepki vermişti. "İşimiz çok zor... ama emin ellerdesin, halledeceğiz. Hoşlanmak derken bir insandan hoşlanmak. Böyle onun yanında iyi hissetmek."
Kahvemden bir yudum alıp ona döndüm, şekerli ve sütlüydü neyse ki. "Yani senden hoşlanıyorum, öyle mi?" diye sorduğumda bir kahkaha daha attı. "Lila beni gülmekten öldüreceksin!" derken bacaklarını koltuğa çekip rahat bir pozisyon aldı, "Öyle değil bak şimdi," derken duraksamıştı, "Ya da bilgisayarı getireyim, diziyi izlerken soracaksın hepsini zaten uzun uzadıya, iki üç bölüm anca bitiririz, bekle!" diyerek koşar adım mutfaktan çıkmıştı. Onu beklerken kahvemi yudumluyor, mutfağı inceliyordum.
Burası onundu ve yalnız yaşıyordu. Babası iş için hiç gitmiyordu ama burada da değildi, evleri ayrıydı, ilginçti. Bana anlattığında çok şaşırmıştım, sandıklarımın bir sanrıdan ibaret olduğu farkındalığı...
Ve bir farkındalık daha, Aral'a çıkarken haber verecektim. Özlem'le söylediği dizide birkaç bölüm izlemiş, travma üzerine travma yaşamıştım. Neyse ki aklım selimdi ve şaşkınlıktan kalakalsam da anlattığı çoğu şeyi anlamıştım, gördüğüm şeyleri ise pek sindirememiştim. Dünya tahmin ettiğimden daha fazlaydı.
"Aral'ı aramalıyım."
"Ara tabii ya ara, prensesi gelip alsın şövalye..." derken sırıtıyordu. İmâsını artık anlayabiliyordum, anlattıklarından sonra... "Planınız olmazsa ara demişti Özlem!"
"Demiştir canım ben dememiştir mi dedim?" dediğinde uslanmayacağı belliydi. Başımı iki yana sallayıp telefonu aldım. Şimdi çıkmam lazımdı aslında, Çağlar gelecekti ama Aral'ı beklemeliydim.
"Prenses?" diyerek açan Aral'a göz devirdim. Sesi de keyifli geliyordu ama bu ters çıkmama engel değildi, etrafım prenses diyenlerle dolmuştu! "Hani anlaşmıştık?!" diye çıkıştığımda gülüşünü işittim. "Şakaydı, anlaştık."
"Ben çıkacağım birazdan." dediğimde birkaç saniye sonra "20 dakika?" demişti. "Bekleyebilirim sanırım..."
"Tamamdır, en aza indirgeyeceğim."
"Görüşürüz."
"Görüşürüz." diye karşılık verdiğinde telefonu kapattım.
"Prenses nereden çıktı ki? Neden diyor yani, aranızda bir şaka mı?"
"Bilmem," derken omuz silktim. "İlk günler başka diyarlardan gelmiş gibi bir halim vardı, tamam yine avel avel bakıyorum ama hareketlerim daha çekilir. O zaman çok sorguluyordum gördüklerimi, ondan herhalde."
"Çok normal değil mi? Bildiğin tutsak edilmişsin kaç yıl boyunca... böyle rahatça söylüyoruz ama çok da yanlış bir şey ve saçma. Anlamsız yani. Neden babana sormuyorsun?"
"Babamla iletişimim yok şu an, hep iş seyahatlerinde olur. Geldiğinde soracağım, o zamana kadar da emirlerini yerine getirmem gerekiyor."
"Baba kız arasında emir mi olurmuş?!"
"Olmaz mı?"
"Babamla hiç öyle bir diyaloğumuz olmadı. Rica eder hep ya da istekte bulunur. Ama sanırım mesleği gereği sana da yansımış iletişimi." Atalay da bunu ima etmişti. Özlem'e babamı anlattığımda serbest meslek sahibi olabileceğini söylemişti, Atalay'a da böyle bahsettiğimde ikisi de meslekten dolayı olacağını söylemişti. "Serbest meslek ne demek?"
"Ne?"
"Babamın her şey yaptığını söylediğimde sana, serbest meslek demiştin. Yaptıkları öyle adlandırılıyor diye düşündüğüm için sormamıştım o zaman." Düşündüklerimi de sormam gerekiyordu yoksa bilinmeyenlerim azalmak yerine artacaktı.
"Bağımsız çalışarak gelir elde edenlere deniyor. Sen her şeyi yapıyor deyince, üstü kapalı bahsettiğin için şey sandım... hani biraz gizli işlerde,"
"Babamın ne iş yaptığını bilmiyorum."
Kaşları indi, bunu beklemiyor gibi bir hali vardı. "Nasıl yani?"
"Bana hiç açıkça şunu yapıyorum demedi," diye cümleme başlamışken araya girdi, "Mafyatik işlerde olduğu için olmasın?" sanki açık alandaymışız da kimse duymasın diye fısıltıyla söylemişti. "O ne?"
"Şey, nasıl tanımlayabilirim?.. yasaları biliyorsun," dediğinde başımla onayladım. "Bu yasaların dışında bir işle uğraşan kişilere deniyor. Tehlikeli ve sıkıntılı işler yani, bu yüzden gizliyor olmasın? Kitaplarda böyleleri genelde ailesini gizler, hele ki duyulmuş biriyse..." Söyledikleriyle istemsizce kaşlarım çatılmıştı. Bu olanaksızdı. "Babam tarihi çok sever, bana anlatırken de devletimizden hayranlıkla bahseder. Çok bağlı biri, böyle bir şey yaptığını asla düşünmem,"
"Yasa dışı dediğime bakma, mafyalar devletle arasını iyi tutar diye duymuştum. Devlet de mafyalarla tabii. Bilemeyiz şimdi, kesin bir şey söylemek olmaz ama anlattıklarında buna çıkıyor gibi? Hiç dışarı çıkmaman, arkadaşının olmaması, onca varlık içinde hiçlik yaşaman, annenin..." derken duraksamıştı. Bana baktı ve gözlerini yüzümde gezdirdi, ne diyeceğini bilemez bir şekilde. "Bir yandan düşününce de Kaleli'lerle bağlantısı varsa babanın, böyle bir şey olması mümkün gibi gözükmüyor. Soylu bir aile, bağlı olduğu kişiler tarafından isimlerini karalamak istemezler ama söylentiler de vardı bu tarz, çok iyi gizlediklerine dair. Gerçi öyle bir şey olsa abim asla arkadaşlık kurmaz... off," sıkıntıyla bir iç çekti, sanki tüm sorularımı ve bilinmeyenlerimi hissetmiş gibi, "Her şey olabilir, çok karışık."
Duyduklarım pek sindirilebilir değildi. Babam diğerlerinin de ihtiyacı var diye giderken onun bir çocuğa öğretmen, bir hastaya doktor olarak gittiğini düşünürdüm. Bana hepsiydi çünkü. Tümüyle dersler verirdi, öğretirdi, iyileştirirdi. Neden hiç sormamıştım? Ya da sorduğumda verdiği cevapları nasıl tatmin edici bulmuştum? Kendi dünyam sadece güvenden oluşuyor diye mi şüphe duygusuna gram yer yoktu? Bana açık olmadıkları için sıkıldığımda aptala oynuyorken aptal mı olmuştum? Sorular gelmemeliydi, babam gelmeliydi.
"Özür dilerim..." Özlem'in sesiyle girdiğim düşünce sarmalını çözüp ona döndüm, "Can sıkıcı şeyler düşünmen için değildi tahminlerim, sadece..."
Gülümsedim, "Sorun yok Özlem, ben de tahminler üretiyorum ama pek içinde olmadığım için böyle şeylerin sadece bana öğretilen kadarıyla üretebiliyordum. Şimdiyse geniş yelpazelerden bakabilirim."
"Aklın çok karışmıyor mu bunca bilinmez arasında?"
Bazen kendimi bile unutuyorum Özlem. Bazen onca ses oluyor ki aklımda, sağır ediyor, düşünmeyi dahi unutuyorum. Düşüncelere sağırlaşıyorum. Düşüncelere hissizleşiyorum.
Aptalı oynamak daha kolay, oynadıkça aptallaşmak da cabası…
"Bilmediğim için olmayan şeyi sorgulamıyorum herhalde." Yalancı demek isterdim kendime ama bu da doğruydu. Hissettiklerim arasındaydı bu da. Varlığını bilmediğim şeyleri sorgulayamazdım. Tahminler asılsızdı, kanıt yokken suale tutamazdım. Babamın demesiydi bu.
Ağırlaşan konuşmamızın arasına telefon melodisi girdi, Aral'dı. "Geldin mi?" diyerek açtım telefonu. "Evet," derken araya girip "Hemen geliyorum." deyip kapattım. Ayaklandığımda Özlem de kalktı, "Bekletmeyeyim."
Gülerek "Tabii tabii..." demişti. Kapı sesiyle kaşlarım indi, "Buraya mı geldi?" Dudaklarını birbirine bastırırken omuz silkti, "Herhalde... sen bir bak ben şunu kapatayım." deyip bilgisayara yönelmiş, söyleniyordu. "Ay ne zor kapanıyorsun, on saate kapanmıyorsun... kız gidip kapıyı açsana!" Onu izlemeye dalmışken araya girmesiyle ana dönüp çıkışa ilerledim. Kapıyı açtığımda kapı pervazına yaslanmış elinde çiçekle gülümseyen bir adet Çağlar vardı. Bakışlarımız kesiştiğinde ne ben ne de o bunu bekliyordu ki donup kalmıştık. Gülümsemesi düz bir hal alırken bakışlarını benden çekip arkada gezdirdi, "Özlem yok mu?" Az önceki gülümsemesine zıt sert ve şaşırmış nitelikteydi sesi.
"Aa..." söyleyecek bir şey aradım, "Ben de tam çıkıyordum. Özlem mutfakta, hoş geldin." diye düzensiz bir cümle kurdum. Bakışları aşağıda geziniyordu. Hep böyleydi, kimseyle direkt kontak kurmuyordu. Özlem hariç tabii...
"Çağlar?!" diyerek ardımdan gelen Özlem'le kenara çekildiğimde başını kaldırıp ona baktı. Yüzünde bir tebessüm oluşurken, "Selam," demişti. Kapısına çiçekle gelecek kadar yakınlaşmaları, ikisi de gerçekten hızlıydı ve centilmen Çağlar...
"Ayy... hoş geldin." Bakışmaları ardına girerek "Ben gideyim," dediğimde ikisi de bana döndü."Gideceğin yere kadar bırakalım?" diye soran Çağlar'dı. Başımı salladığımda görmeyeceği barizdi, gözleri Özlem'den başkasına değmiyordu pek. Bu gülümsememe neden oluyordu, babam da aşık olduğu kadını anlatırken fotoğrafına bakar, oradan gözlerini alamazdı. Fotoğrafın nasıl var olduğunu sorduğumda oldukça büyük makineler ve kimyasal işlemlerle yapıldığını bu yüzden nadir bulunan şeyler olduğunu anlatırdı hep. Benim de birkaç fotoğrafım vardı sadece.
"Teşekkür ederim, hiç gerek yok. Aral geldi zaten," dediğimde anlamamış olacak ki kaşları indi, "Arkadaşı," diye açıklık getirmişti Özlem. Başıyla onayladı. Özlem ceketimi ve çantamı uzatıp Çağlar'ı içeri almıştı. Koluna girmiş beni izliyordu, aceleyle çantamı omzuma geçirip ceketi elime aldım. "Bunu hep tekrarlayalım Lila, çok iyiydi."
Başımı salladım, "Evet, teşekkür ederim her şey için." derken "Üf ne teşekkürü!" deyip omzumdan ittirip sarılmıştı bana. "Akşam konuşur, haberleşiriz. Hatta eve gittiğinde diziye devam edelim! Çağlar," diyerek ona döndü, "Lila bugün benimle ilk dizisini izledi," kıkırdarken göz devirdi, "Senin ergen dizisi olarak göreceğinden eminim, öyle ama başlangıç için olur bir dizi bence!"
"Ergen de olsa seninle izlerken sıkılınmayacağından eminim..." Çağlar'ın bu cümlesi hoşuna gitmiş olacak ki gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı Özlem. "Neyse," diyerek konuyu değiştirdi, kızarmıştı. Özlem'den utanmasını beklemezdim, hem şaşırmış hem hoşuma gitmişti. Çok tatlıydılar. "Görüşürüz Lila'm." derken ben botlarımı giymiştim. "Görüşürüz." diyerek karşılık verdiğimde el sallamıştı. İlk katta olan ev sayesinde merdivenlerle uğraşmayıp direkt çıkışa yöneldim.
Dışarısı soğuktu, içeride ceketi giymediğim için kendi kendime göz devirsem de yüzümdeki tebessüm silinmiyordu. Hem Özlem'le güzel bir gün geçirmiş hem de iki sevgiliyle ısınmıştım. Dışarı bakındığımda Aral tam karşıda Aston Martin diye bahsettiği arabasına yaslanmış beni bekliyordu. Koşar adım ona yaklaşırken bende olan gözleriyle doğrulduğunda gülümseyerek bir elim omzuna giderken tek taraflı kısa bir sarılma gerçekleştirmiştim. "Selam!"
Heyecanımı alamayıp yaptığım şey, karşımda şaşkınca bana bakan Aral gibi beni de şaşırtmıştı ama bunu belli etmedim. İçeride biriken sevgi yumağı enerjimle muhtemelen sergilediğim tavır sorun olmazdı diye düşünüyordum, o da Tayfun abi gibi yakın olmuştu bana. Tek olan sorun bana gelen taze, acı kahve kokusuydu. "Aa..." ne diyeceğini bilemez halde bir nida döküldüğünde devamını "Selam," diye tamamladı.
"Çok beklettim mi? Hızlı olmaya çalıştım aslında,"
"Hayır," derken bakışları dışarıda gezindi, "Esiyor, durma daha fazla." diyerek kapıyı açtığında içeriye geçtim. Yanıma geçtiğinde ona döndüm, "Bugün muafiyet sınavının çıkmış sorularını çözdüm."
"Güzel, nasıldı?"
"Yani, iyi sayılır. Birkaç soruyu anlamadım, öğretmenliğin iyi mi?" şakasına sormuştum çünkü iyi olduğundan emindim, açıklamaları güzel ve anlaşılırdı her zaman. "Bilmem..." dediğinde o da benimle şakalaşıyordu, sırıtmasından belliydi. "Sence?"
"Yani... idare eder." dedim gülmemeye çalışarak, pek de başarılı sayılmazdım. Kemerimi işaret ettiğinde hemen taktım, bunu beklermiş gibi yola çıkmıştı. "Özlem'le bir dizi izledik biliyor musun? Yani, sezonlardan bahsetti, dört sezonmuş, biz ilk sezonunda birkaç bölüm izledik, bitiremedik çünkü durup durup her kelimeyi sordum neredeyse, sıkılmadan cevaplaması çok tatlıydı."
"Sevdin mi diziyi?"
"Evet, sayılır, sanırım. Daha başındayım ama bir konunun peş peşe bölünerek anlatılması hoşmuş, film bir solukta biterken dizi kitap gibi bölüm bölüm."
"Ne dizisiydi?"
"Gençlik dizisiymiş. Türkiye için biraz abartı olduğunu söylemişti Özlem, sosyal mesajları ve arkadaşlık ilişkileri için izliyormuşuz. Yani devamı olduğu için izleyeceğiz. Bir uygulamadan bahsetti, uzaktan da olsa beraber diziyi izleyebildiğimiz."
"Akşam eve geçince hallederiz de her gençlik dizisi altında olan yapımlar izlenmez, sosyal mesaj diye bilinçaltını karalar. Dikkat et," Arada yolu izliyor arada bana dokunduruyordu gözlerini, gün aydınlıkken siyah olan gözleri açık tona bürünüyordu, gece zifirisini kırıyor gibi. "Neden ki?"
"Yasal olmayan madde ve davranışlara özendirici içerikler oluyor bazılarında. Tabii farkındalıkla izlendiğinde sorun değil." Haklıydı, o dizi de yarı yarıya paylaşıyordu sanırım sosyal mesaj ve özendirici içerikleri. Özlem'le izlerken farkındalığımız oluyordu elbette. Hatta oldukça farkındaydık ki yarım saatlik bölümde yarım saat de üzerine konuşmuştuk. "Dizinin adı neydi?" sorusunu beklemiyordum.
Eğer diziyi biliyorsa insanların dudak dudağa görüntülerini gördüğümü de bilecekti, sanırım bundan utanırdım. "Niye ki?" düşüncelerimi yansıtan bir sesle çıkan geçiştirici soruma lanet okudum.
Ses tonum mu komik gelmişti anlayamadığım bir gülüş sergiledi, "Neyse, hallederiz uygulamayı."
Israrcı olmayıp konuyu kapatması işime gelmişti. Göz ucuyla ona baktığımda nereye gideceğimiz de merak uyandırdı ama duyulan melodiyle arabanın ekranında 'Poyraz Çakır K.’ yazısı çıkmıştı. Eli ekrana değdiğinde "Yarrağımı ben bu çocu-" sesini "Hop!" diyen Aral bölmüştü. Oldukça katı çıkmıştı nidası. "Yavaş gel,"
"N'oluyor lan?"
"Kızlayım," dediğinde gözümü ona değdirdim, devirerek. Kız kelimesini sözlüğünden silseydi ya? Ters ters baktığımı hissetmiş gibi bana baktı. "Acil bir konu yoksa sonra ara."
"Baştan desene a-arsasını biçtiğim. Neyse, zırvalayacaktım, sonraya artık."
"Fuat mı?" diye sordu Aral.
"Aynen, galeriyi açtığında araba alışverişini yapacağız. Bir de sözleşme istiyor yar- ya sabır! Ulan sövemiyoruz da sonra konuşuruz, böyle seyir zevkini si- lan kapat lan!" diye agresif bir tavırla konuşmuş, Aral'a kapat derken kendisi kapatmıştı. Endişeli gözlerle Aral'a baktım kaşlarımı kaldırarak, "O iyi mi?"
Yolda olan gözleri beni bulduğunda sesli bir şekilde gülmüştü, "Lila..." gülmesiyle istemsizce gülümsesem de şaşkınlığım devam ediyordu. "Boş ver onu, bana dondurma yediğinde hasta olmayacağın konusunda söz vermelisin." dediğinde önce anlamamış olsam da yan profilden incelediğim yüzüyle hızlı bir şekilde anlam kazandırmıştım.
Gülümsemem büyürken şaşkınlığım heyecandan oluşmuştu bu sefer, "Gerçekten mi?"
Bana baktığında gözleri yüzümde gezindi, gerçekten diyecekti bir saniye sonrasında. Alışkanlığımı ona da bulaştırmıştım sanırsamdı ki...
"Gerçekten."

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.96k Okunma |
264 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |