22. Bölüm

Bölüm 8: Evvel Adım - Kısım 2

Destina
destinasyon

Ona imrenerek bakmam rahatsız eder miydi? Ya da teşekkürümü gülümseyerek versem kabul eder miydi? Veya hissettirdiği duyguyu ifade etmek için sarılsam anlar mıydı?

Dondurma yemeye gideceğimizi sanırken öncesinde birçok yer göstermişti bana. Tarihten anlatılanları gözle görmek, coğrafyada neden var dediklerimin neden var olduğunu öğrenmek daha da anlam kazandırıyordu adımlarken. Öğrenirken ilk defa bu kadar eğlendiğimi görüyordum, üstelik uçsuz bucaksız kalmışken kırgınlığa ve yorgunluğa bürünmek yerine gülümsüyordum. Tayfun abi ya da babam burada değildi ama ben dondurma yiyor ve denizi izliyordum... pardon, göl. Gölcük. Atatürk Arboretumu. Elimdeki de pek dondurma sayılmazdı, dondurmalı sıcak bir tatlıydı. İrmik helvası. Yanımdaki ise ne Tayfun abi ne babam, Aral.

Farkındaydım ki günler, saatler, saniyeler geçtikçe Aral'ı onların yerine koyuyor, bu yüzden sevgimi ve ilgimi artırıyordum.

Uzaktan seyrettiğim su, şimdi dibimdeydi. "Biliyor musun ben sudan korkuyorum?" diyerek elimdeki kaptan bir kaşık attım ağzıma. Dondurmadan sonra en sevdiğim tatlı olacaktı kesinlikle, bu yaşıma kadar neden denememiş olduğumu sorgularken cevaplar kaydığı için girmiyordum oralara.

Şaşırmış bir Aral, kaşları inik bana baktı. "Gerçekten mi?" diye sorduğunda iyice inen kaşlarıyla yüzünü buruşturdu, "Dilime doladın Lila... Nasıl yani, bir nedeni var mı?" Tepkisine gülümserken omuz silkip göle baktım, "Bilmiyorum, babam küçükken birkaç defa havuzda yüzme öğretmeye çalışmıştı, en sevmediğim zamanlardı, o anlarda hüngür hüngür ağlardım. Elimi bile dokundursam ürperiyorum."

"Bunu beklemiyordum, şaşırdım. Bilmem iyi oldu."

Alayla gözlerimi kısıp ona baktım, "Neden? Yoksa beni suya atma hayallerin mi vardı?" Dudağının kenarı kıvrılırken başını sağa doğru yatırdı, "Tüh, yakalandık."

Gülerek önüme döndüm, sonbahar ağaçları öyle güzel boyamıştı ki gölete yansıyan renkler karanlığın ardında mayıştırıyordu, böyle bir güzelliği geç keşfetmek üzücüydü. Biraz soğuk olsa da Aral'ın bagajdan çıkardığı kapüşonlusu ceketimin üzerine anca olmuştu, üstelik sweatleri hep yumuşacıktı ve sıcak tutuyordu, bana da lazımdı onlardan.

Yarılanan tatlıyla kabı Aral'a uzattım, ben bir şeyler yerken birileriyle yiyip içmeyi severdim ama Aral tam tersiydi sanırım. Bir kaba bir de bana baktı, "Üşüdüm, bunu da sen ye, yazık atarsak bir daha bulamayız."

"Bulamayız mı?"

"Evet. Bir keresinde dondurmamı yiyemediğim için atmıştım sonra üç ay bulamamıştık. Babamın cezasıydı bu biliyorum ama yine de aynı şeye çıkıyor, israfa gerek yok." Anlattığım anım komik gelmiş olacak ki gülümserken bankın arkasına yaslı olan sağ dirseğinin konumunu bozmadan avucunu açtı. "Ye bak, ziyan olmasın! Ben yiyemem, dudaklarım dondu."

"Hasta olamazsın, söz verdin."

"Sen de beni iyice çocuk yaptın, sözle hastalık mı kovulur?" diye homurdandığımda bu ara sık tekrarlanan bir sesli gülüşü duyuldu.

Kaptan bir kaşık alıp yerken "İrmik tatlısıyla da donmazsın." diyerek onu ifşa ettiğim gibi beni ifşa etti.

Gülmemek için dudaklarımı yalarken tek kaşımı kaldırmaya çalıştım, "Aman, düşünende kabahat, yeme! Ben yerim," diyerek blöfle aldım kabı. Elindeki kaşığa uzandığımda sırıtıyordu, göz devirip yediğimde sırıtışı yüzünde donakalmış, şaşırmıştı. Ben de blöf yapacağım sanıyordum fakat doymamıştım ki istemsizce yiyivermiştim.

"Tamam tamam bakma öyle, al ye..." diyerek tekrar uzattığımda "Hayır, devam et."

Kaşlarımı yukarı kaldırarak "Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar, bilir misin?" dediğimde gülerek başını iki yana salladı. "Oha bilmez misin?"

Derin bir iç çekerken "Lila," demişti. Devamı gelmediğinde uzattığım kabı avucunu açıp bıraktım.

"Ağaçların renkleri çok güzel değil mi? Gölette çok güzel duruyorlar." Yandan göz ucuyla ona bakıp kabı işaret ettim, "Ye." Başıyla onayladığında gökyüzüne kaldırdım yüzümü.

Hava kararmıştı, ışıklandırmalar gölete yansıyan sararmış ağaçların rengini alacalı yapıyordu. Beni bunlardan neden mahrum bırakmıştı babam? Neydi o bilinmeyenim? Cevabı bulsam da değişmeyecekti bunlar belki ama... aması da yoktu.

"Dün gece, yarışta yendin mi?" diye sordum. Nereden çıkmıştı bilmiyorum, biraz daha kalmak istediğim için açtığım bir konuydu sanırım.

"Evet." Pekâlâ insanların birden fazla hobisi olabileceğini söylemiş olabilirdim ama her konuda başarılı olamazdı. O ise bunu olduruyor gibiydi. "Kazanamadığın bir konu var mı?" diye sorarken onda gezdirdim gözlerimi. Bana bakmamıştı, sorumla kısılan gözleri karşıdaydı. "Var." Ukalalık yapacağını düşünürken bunu beklemiyordum. Ben anlatırken o pek açılmıyordu, sordukça cevaplıyordu. Soruların yanlış demişti, sorunca cevaplıyordu. Kazanamadığı konu Derin olabilir miydi?

"Aşk mı?" diye sorduğumda karşıda olan bakışları bana kaydı, bunun nereden çıktığını düşüncelerimde arıyor gibiydi. "Hayır, onun için erken."

Beni şaşırtıyordu, "Nasıl yani aşık olmadan mı sevgili oldun?"

"Ne demek istediğini açıkça belirtir misin?"

"Bu konuda konuşmak rahatsız ederse cevaplamayabilirsin, bilerek değildi, yani istemeden geldi buraya." Saçlarımı geriye çekip dizlerinde gezdirdim gözlerimi, "Derin'le ayrılığınız... aldatmış. Yani sen var deyince, ben bir kadın tarafından hayal kırıklığına uğradığın için..." biriyle canını acıttığı bir konuda konuşmak çok zordu.

""Hayır. Hayal kırıklığı bir kadın ama Derin değil. Aldattı diyemem."

"Nasıl yani?"

"Aldatmak diyerek kimseyi zan altında bırakamam. Bu ağır bir itham. Evet, yaptığı yanlış olabilir ama tüm suçu ona yükleyemem. En başta bir kadın olarak bunu yapamayacağım gibi bir de geçmişte olan arkadaşlığımıza saygımdan bu tabiri kullanmam ona karşı. İki taraflı sorunlar vardı, o olay yaşanmadan önce bitmişti."

Anlamlandıramadığım için gözlerine baktım, "Bitecekse neden sevgili oluyor insanlar?" İlk defa gözlerini kırpıştırdığını görmüştüm. Dudakları aralansa da bir şey demedi, yüzümde gezinip önüne döndü bakışları. Onu yargılamıyordum ya da insanları. Sadece babam böyle öğretmemişti.

"Bitecek diye girmiyorsun bir yola." Bana baktı tekrar, "Sadece ilişki konusunda değil birçok şey için geçerli bu Lila." Su yankı yapar gibi ismim dalgalanmıştı sanki. Ondan çıktığında hep böyle oluyordu, derinden gelen bir ses gibi yankı yapıyordu. Tayfun abi ve babamı duyuyor olabilirdim, ondan çıkan Lila'larda. Yankı bu yüzdendi.

Gülümsedim, "Doğru!" Dudaklarımı büzerken gözlerimi etrafta gezdirmiştim. "Buraya da bitecek diye gelmedik ama gideceğiz birazdan, her güzel şeyin bir sonu varmış."

"Ya da sonsuz," dediğinde ben de olan gözlerine çevirdim tekrar gözlerimi, "Sona gelmiş olmuyor. Anılarda kalıyor, seninle."

"Bazen çok fazla haklı konuşuyorsun, bu sinir bozucu durabiliyor, söyleyeyim..."

"Evet, mesela şu an üşüdüğün konusunda da haklıyım. Kalkıyoruz," dedi. Komik gelse de gülmemek için göz devirdim, "Gerçekten bak, durabilmiyor, direkt sinir bozucuymuş."

Güldüğünü işitsem de göletteydi bakışlarım. "Hadi," dediğinde eli yine bileğimdeydi, elindeki kabı cebine atıp ilerlediğinde etrafa göz gezdirdim, "Neden bir çöp kutusu yok?"

"Girişte var sadece. Arboretum'a yiyecek ve içecek ile girmek yasak."

Gözlerim açılırken ona baktım, "Yasak mı çiğnedik?" Ellerim havalanırken gözlerimi kıstım, "Ben bilmiyordum, cezayı sen çekersin!" dediğimde gülerek başını sallamıştı. "Beşten sonra da kapanıyor, girişler yasak."

"Doğru söyle, amacın dondurma değil ceza yedirmek değil mi?"

"Tabii..." derken etrafına göz gezdirdiğinde ben de eşlik ederek, "Ben burasının adresini mi alsam? Hep gelirim." dedim.

"Bir de kar yağdığında gör."

"Gerçekten mi? Açık oluyor mu, gelebiliyor muyuz?"

"Geliriz."

"Kolumu bırakırsan sindirerek yürümek istiyorum, hafızama kazıyayım yolları." Nefes vererek güldüğünü işittim. Bıraktığında "Çok hızlı yürüyorsun, yavaşla lütfen." dedim. "Üstelik boy farkından dolayı adımların da daha büyük. Koşayım mı?"

"Kondisyon sağlam, koşarsın." Gülerek kolunu ittirdim, "İnsanı gıcık etmeden duramıyorsun." İlerlerken ikinci göletin yanından geçmeden önce gözlerim aydınlatmanın vurduğu ışıkla suda yüzen yaprakta takıldı. Okyanusta küçücük bir sandal misali salınıyordu.

"Ay!" Önümü dönerken takıldığım şeyle sendelerken ayağıma dolanan parçayla geriye doğru adımlayacakken arkaya doğru düşeceğim sanmıştım. Yetişen ise Aral'dı. Elleri beni sarmalarken "Koşmadan önce yürümeyi öğrenmemiz gerekir, değil mi?" dediğinde "Hıı." derken yüzümü ekşitip toparlanarak ona baktım. "Çok komiksin." dediğimde gülmüştü.

"Elimin altında tutmakta haklıymışım ama..."

"İlk adımımı on aylıkken atıp bu yaşıma kadar öğrenememiş miyim yürümeyi?"

Yüzündeki sırıtışı silmiyordu. "Öyle görünüyor."

"Yazıklarım olsun bana." derken gülmeden edememiştim. Takıldığım şeye baktığımda dal parçası esip gitmişti. İlk adımımda takıldığım paspası eserek atan Tayfun abi gibi... "Sen kaç yaşında yürümeyi öğrenmişsin?" diyerek ona döndüm.

Tek kaşını kaldırırken yüzünde ukala bir ifade vardı, "Yaş mı?" dediğinde karşımdaki kişiyi bir anlık unutmuştum. Elimi sallarken "Sormadım sormadım, sormadım var say," diye gelen tepkime gülümsedi. "Hem ben de ilk adımımı on aylıkken atmışım, yaş almadan." Gayet doğaldı, insan bedeni sekiz, on sekizinci ayında yürüyebilirdi. Ellerimi kapüşonlunun içine sokuşturdum. "Babam görmemiş, Tayfun abiyleymişiz," diye söze girdiğimde oldukça dikkatini çekmiş gibi beni dinliyordu. Halbuki öylesine bir anıydı, bitirse de gitsek dediğine emindim.

"İşte de değilmiş halbuki, çalışma odasında çalışıyormuş. Yine de kaçırmış. Tayfun abi anlatmıştı, ilk defa bir yere tutunmadan yürüyeyim demişim onda da paspas engel olmuş. Bir de geriye doğru düşüyormuşum. Şöminenin orada, paspas dediğimde küçük kürklü bir kilim. Ayaklarıma dolanınca düşmeden önce yetişmiş." Şimdiyse yetişen Aral'dı. "Yetişmesem kafayı da totoyu da kırıyordun, demişti. O zaman da öyle demiş." diyerek tebessüm ettim. Bu kadar bahsetmem sıkıyor muydu acaba onu? Bahsetmelerim özlem duyduğumdan çoğalmıştı sanırım.

Gözleri kısılmış yüzümde geziniyordu. Bunu bir şey anlatırken sık yapıyordu. Ya anlattığım şeylerde hayal ediyordu nasıl göründüğünü ya da düşüncelerini ve duygularını belli etmemek için siper ediyordu kirpiklerini.

İç geçirmişti sadece, alakasızca "Zamanı gelince konuşulacak konular." diye mırıldandı.

"Bir yaşında yürür,"

"Evet, en geç on sekiz aya kadar bekleniyormuş. Tutunarak yürüyebiliyor, yakında dayanaksız da yürür, çalıştırırız."

Gurur Aral, minik kızın ellerinden tutmuş destek vererek yürütüyordu onu. Önden önden yürüyen Lila bazen yorulduğu için arka üstü düşüyor bazen Aral'a asılarak onu kucağına almasını istiyordu.

Tayfun işini bitirdiğinde arada yanlarına uğruyor, bazen birkaç kare fotoğraf yakalıyor bazen de iki çocuğun kahkahalarını dinliyordu. Çocuklarını özledikçe giderdiği hasret böyleydi onunda. Başka çocuk sesleri.

Sıkıca tutulduğu için koşmaya çalışıyordu kız, "Yavaş ol Lila, yürümek istiyorsan oyuncakları toplamalıyız. Ayağına batabilir." diye açık ve net konuşan Aral'a avel avel bakan bir on aylık çocuktu. "To." diyerek taklit etmişti her zamanki gibi Aral'ı. Beş yaşında bir bebek bakıcısıydı sanki Aral, her gün yeni şeyler öğrenerek bunu kendinden dört yaş küçük bebeğe de aşılamaya çalışıyordu. "Evet, to." diye güldü.

"Yakında şakır şakır konuşacak da ha!" diyerek şenlenen Tayfun Yereli koltuğa geçti. Gözü iki çocuktaydı.

"Konuşsun artık, anneme her gün nasıl erkenden konuşmaya başladığımı sormaktan kadın illallah etti. Beni her an evlatlıktan reddedebilir." diye alayla söylenen Aral'la Tayfun gülmüştü. Bacak kadar çocuk kendisinden iyi espri yapıyordu, Türkçesi bile daha temizdi resmen.

"Gel Lila," diyerek kızı ileriye doğru hareket ettirdi Aral, sepetin yanına oturtup oyuncakları toplatmaktı amacı. Sonrasında yürüyeceklerdi. Hızla yönlendirdiği yere doğru gitmeye çalışan Lila'ya kıkırdadı Aral. "Yavaş ol kızım, koşmadan önce yürümeyi öğrenelim bi'dur!" Söylenmesiyle çığlık atan Lila'nın dudaklarına parmağıyla ritmik bir şekilde vurdu. Susturma yöntemiydi bu, anında gülüyordu. "Tamam tamam kız yok, Lila, Lila..."

"Otur bakalım," diyerek yanındaki bir oyuncağı uzattı, "Bunu sepete at, ortalığı toplayacağız sonra yürümek..." kendisi de birkaç oyuncak alıp sepete attı. Lila, Aral'ı kopyalarken şöminenin önünde duran teraziye doğru sessizce emekledi. Oraya ulaştığında Aral sepete attığı oyuncaklardan gözlerini alıp Lila'ya bakındığında şömine tarafında olduğunu fark etti. "Lila!" diyerek oraya adımladı, yanına giderken omuzları düştü, "Neyse ki yanmıyor şömine, habersiz böyle yerlere yaklaşma."

"Ya!" diye tepkisel sesler çıkaran Lila Aral'ın kalktığını ve ona doğru geldiğini görünce taklit etmek istedi onu. Kenarıda bulunan duvara tutunup kalkarken birkaç adım attı, "Lila!" Gurur Aral gördüğü görüntüye şaşırmıştı, Tayfun ise arka bahçede diyalogda olan iki korumayı izliyordu. "Yürüyorsun, inanamıyorum. Dikkat et!" diyerek etrafında korunak olmak için hızla yanına yaklaşayım derken, Lila kayan kürkle takıldığı için geriye doğru sendeli. Düşmeden önce yetişen Aral'dı. Onu sarmalayarak kucağına alan Aral kilimin kayganlığını hesaba katmadığı için dengesini kaybedip düşmüştü.

Tayfun alelacele çocukların yanına giderek ikisini de kaldırdı. "İyi misiniz?"

Gurur Aral büyükçe bir nefes vermişti. "İyiyiz iyiyiz," derken az önceki görüntüyle gülümsedi, "Gördün mü Tayfun abi? İlk adımını attı." Tayfun başıyla onaylarken karşılığında gülümsemişti. "Gördüm gördüm..."

"Ayal at, ayal."

"Evet Prenses, adım attın ama yetişmesem kafayı da totoyu da kırıyordun. Bir de bıyak diyorsun, el altında tutmakta haklıyım..."

"Hak."

"Küçük Bey , dirseğin!" diyerek Gurur Aral'ın koluna uzanan Tayfun kanayan yarayı inceledi. Şöminenin uç kısmına çarpmış olacaktı ki oldukça derin bir yarıktı, telaş içinde bahçedeki bir adama seslendi. "Cemal, sağlık kitini getir!"

Dirseğini çevirip bakmaya çalışan Aral, Tayfun'a çıkardı bakışlarını. "Sorun yok Tayfun abi, acımıyor, iyiyim."

"Fazla derin Küçük Bey, dikişlik. Dağkan Bey'e haber vermeliyim."

"Kanı durdursan yeterli," Gelen kitten gazlı bezi çıkaran Tayfun çocuğun dirseğine bastırarak kanı durdurmaya çalıştı. Aral ise Lila'nın bolca akan kanı görmemesi için elindeki teraziyi sallıyor dikkatini farklı yöne çekiyordu. "İki dakika içinde nasıl olur?" diye söylenen Tayfun'a sırıttı Aral. "Boşuna Savaşçı Prenses demiyorum. Her an ortalığı savaş alanına çevirebiliyor. Askerî disiplin şart..." diyerek kıkırdadığında Tayfun da istemsizce burukça gülümsedi. "Birlikte büyüseniz Prenses yerine sadece Savaşçı kalır oysa..."

Gurur Aral şüpheyle baktı yanındaki adama, "O ne demek? Birlikte büyüseniz?"

İç geçirmişti Tayfun Yereli sadece, "Zamanı gelince konuşulacak konular aslan parçası..."

Bölüm : 04.04.2025 18:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...