
Selam!
Mayıs’ta atacaktım bölümü ama hazırlamışken bekletmeyeyim dedim,
Kitaba daha yeni başladık, önümüzde final için çok bölüm var. Bu yüzden okunma, oy, yorum sayılarına sınır koyarak ilerleyen biri değilim. Birkaç kişiyiz burada fakat biliyorum ki finalden sonra büyüyeceğiz çünkü kitapla ilgili düşündüğüm çok fazla proje var.
Hatta bir spoi verecek olursam biri Lila’ya duyacağı aşktan, ona birkaç parçadan oluşan bir albüm hazırlayacak. Ve bu albümü gerçekten de YouTube’da yayınlayacağım, tüm şarkıların sözleri de o karakterin ağzından, bana ait. O ‘biri’ tahminlerini alabilir miyim?
(Tahmin etmesi zor olmayacak ama şdkfşdkfşdk)
===
'Bir perde gözümün tam önünde
Tekinsiz bir şey var içimde'
PİNHAN
BÖLÜM 9: ONA OLAN LÜGAT
===
Hızla giden bir trende aniden yapılan frenleme bir arabayla yapılan ani duruşlara benzemiyor. Bir anda durmayan trenin birkaç seçeneği var. Bunlardan ilki, yavaşlama ve mekanizmasının bozulması; diğeri ise raylardan çıkan trenin felakete yol açması.
Bu hafta içerisinde Aral'la yolları tanırken öğrenmiştim bunu. Gördüğüm bir tren yoluyla ne olduğunu sorduğumda bahsi geçen konulardan biriydi.
On sekiz gün olmuştu. İlk geldiğim günüm ve on sekizinci günüm arasında uçurumlar vardı. Oysa doğduğum ilk gün ve on sekizinci yaşım arasında yıllar olsa da farkı bulamazdım. Günler yıllardan daha kısayken yaşananları nasıl sığdırabilmiştim, şaşılası...
Güçlü olduğumu çekinmeden söyleyebilirdim. Bazen aciz ve mahzun hissediyordum ama ruhun saflığı güçsüz olduğunu göstermezdi ki. Babam da öyle yetiştirmemişti beni. Mahzun değil mahsundum. Beni kuvvetlendiren babamdı. Yanımdakilere duyduğum güven ise buna katkı sağlıyordu. Saflığın güçle bir bileşkesi olmasa da güven güç katıyordu gücüne. Çünkü anlamsız kılınmıyordu adımların, güvendiğin ve sevdiğin insanlar içindi gücün.
Tren, zaman, güç.
Bahsettiğim konuların birbiriyle bağlantısı neydi?
Yoktu.
Aklım bulanıktı ve hissettiklerim bunlardı. Elimdeki not parçası beni hızla giden bir trendeyken aniden frene basmaya zorlamıştı ve bulunan iki seçenekten biri gerçekleşecekti, hangisini isterdim ki? Bu kağıt beni kapıldığım andan çıkarıp geçen zamanlarda ne olduğunu sorgulatmıştı, dönüp baktığımda güvendiğim insan sayısı artmıştı. Yani gücümün arttığını düşünmeliydim ama hissettiğim azaldığıydı.
Şüphe ve güven. Kime, hangisini duymam gerektiğini düşündüğümde keşke geçiştirmeseydim.
'Babana ne oldu Lila Mizan, Dağkan Kaleli'ye tekrar sormak ister misin?'
Duraksamış mıydım, dengem mi bozulmuştu; raydan çıkıp bir felakete mi gidiyordum?
"Lila?" Uğultuydu. Aklım bulanıkken hangi seçenek doğru gelecekti? "Lila?!" Daha şiddetli ve net gelen sesin Özlem'e ait olduğunu gördüm. Onu kafede sanıyordum, bugün çalışacaktı. Cuma günü yarım gün çalışacağını söylemişti.
Kaldırım kenarında titrerken yutkunup bir nefes çektim, oksijen sakinleştirebilirdi. Özlem bana yaklaşırken elimdeki notu buruşturup çantama attım tekrar. "Sesleniyorum duymuyorsun, kulaklığın mı takılı?" diyerek yanıma gelen Özlem gözlerini yüzümde gezdirirken kaşları çatıldı. "Sen iyi misin? Rengin çekilmiş resmen." Eli yüzümü buldu, "Hasta mısın? Hayır. Buz gibisin. Lila?"
"İ-iyiyim." Sessizken gürültü içinde olduğumdan doğru çıkmamıştı kelimem, kekelemiştim.
"Hiç inandırıcı değilsin. Neyin var? Gel, içeri girelim. Sana sıcak bir şeyler getireyim."
"Gerçekten iyiyim, gözüm karardı, biraz üşüdüm de o yüzden sanırım." Yolono sovmom bon. Yalancı Lila.
"Sen artık kat kat giyin bence," derken koluma girip ilerletmeye başladı. "Havalar soğuyor iyice, sen bir de artı üşüyorsun."
"Neden kafede değilsin? Çalışmayacak mıydın bugün?" Kapıyı açıp içeri girdiğimizde sıcak iyi gelmişti.
Gelmemişti, yalancı Lila.
"Yarım gün dedim ya, sabah değil de öğleden sonrası için ayarlamıştım." Burnunu büzerken "Sen sabah sandın değil mi?" Başımı salladım, "Neyse Allah'tan konuştuğumuz saatte gelmişsin. Ihlamur ister misin? Isınırsın biraz, ben yemiştim ama açsan atıştırmalık da isteyebiliriz?" Girdiğimizde Aral'ların her zaman oturduğu masa boştu, "Yok, hayır. Beni bırakmadan önce Aral'la yedik."
"Tamam o zaman," derken karşılıklı oturduk. "Ben bir şeyler alıp geleyim, Alper'e zahmet olmasın." Başımla onayladım. O giderken karşı masada oturan Derin'le göz göze gelmiştim. Beni gördüğünde kaşlarını kaldırdı. Yanındakilere göz gezdirdikten sonra kalkıp bana doğru gelmeye başladı. "Selam Lila,"
"Selam." demeden önce Özlem'in yerine geçmişti. "N'aber?" Birileriyle konuşmak değil düşünmek istiyordum. Birkaç dakika önceki anda takılıydım, geçemiyordum. "Teşekkürler, sen?"
"İyi, nasıl gidiyor, alışabildin mi İstanbul'a?"
"Evet, alıştım."
Etrafa bakındı, "Gurur veya Özlem'le olurdun genelde?
"Özlem içeri geçti."
"Anladım. Gurur nasıl? Bölümü dondurduğunu duydum."
Neyden bahsettiğini anlayamamıştım, ben devam ediyor diye biliyordum. "Nasıl? Kendisi mi söyledi?"
"Hayır, öyle dedikodu çıkmıştı. Ben de şaşırdım. Sorayım dedim."
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Böyle bir şeyden haberim yok. Kendisi iyi, çok yoğun hatta. Dondurduğunu sanmıyorum."
"Ben de sanmıyorum. Bir haftadır burada olsa da fakültede görünmüyordu, öyle bir dedikodudur. Sen?"
"Ben?"
Saçlarını geriye doğru çekip dudaklarını ıslatmıştı. "Sen işte, fakülten falan... nasıl gidiyor?" Karşılaşmalarımızda göz göze gelsek de pek konuşmazdı, sadece selam verir ya da gülümser geçerdi. Anlaşılan muhabbet etmek istiyordu benim aksime. Kabalık etmemek için sohbetine karşılık verdim. "Muafiyet sınavına girdim dün, bu sene hazırlık olduğu için."
"İngilizce okuyordun değil mi, doğru. Nasıl geçti? Sizin fakültede pek görünmüyormuşsun, birinci olarak bu okulu tercih ettiğin için seninle muhabbet etmek isteyenler vardı, onlar bahsediyordu."
"Evet, genelde Özlem'le kütüphanedeydik sınav için. Onun dışında Aral'la oluyorduk, vaktim olmadı kendi fakültemi görmeye."
Cümlem tek kaşını kaldırmasına neden olmuştu, "Whatsapp grubuna aldırmış seni Atalay, orada da aktif değilmişsin. Hatta özelden mesaj atanlar dahi oluyormuş, geri dönmeyişin biraz söylenti çıkarmış, haber vereyim dedim."
Bunu sınavdan önce kütüphanede de konuşmuştuk bölümümden birkaç kişiyle. Başımı salladım, "Telefon pek kullanmıyorum, birkaç kişiyle kütüphanede sohbet ediyorduk, duymuştum."
Yüzünde rahatsızlık duyduğu bir konunun hoşnutsuzluğu vardı, gözlerini gezdirip bende sabitledi. Sıkıntılı bir nefes vermişti, "Gurur'la görülmen de konuşuluyor, bunu duymamışsındır. Aynı evde kalmanız, hep birlikte olmanız... ilişkiniz varmış gibi dedikodular yayıyor."
Gözleri bende bir şey arıyor gibiydi. Neden bu kadar soru yönelttiğini anlayamasam da seçeneklerden birinin geçmişteki ilişkilerinden kaynaklı olduğunu düşünüyordum. Ama bunlar benim için dikkate alınacak konular değildi, Özlem bazı insanların yalan üretmekten ya da olmayan şeyleri öyleymiş gibi göstermekten hoşlandığını, kötü insanların var olduğundan bahsetmişti. Milletin ağzı torba değil ki büzesin diye de bir atasözü eklemişti.
"Duymazlıktan gelmek en doğrusu..."
"Çok rahat da olmamak gerek. Atalay'la da böyle bir duyum aldım." Bu duyumları nereden aldığı merak ettirmişti. "Üstelik bence de Atalay'la yakın gibisiniz?.."
Vaktimin çoğu Aral'la dışarıda ve derste geçse de Özlem'le kütüphaneye gittiğimiz ya da burada geçirdiğimiz vakitlerde onunla da görüşüyor, mesajlaşıyorduk. Tebessüm ettim, "Evet, yakınız diyebilirim. O da arkadaşım."
"Sadece arkadaş mı?" Değinmek istediği farklı bir konu varmış da çevresinde dolanıyormuş gibiydi.
"Derin," derken öne doğru ilerledim. "Demek istediğini açıkça izah edebilirsin." Bir anda duraksadı. Benden bunu beklemiyor gibiydi. Alt dudağını ısırdı, bu hareketiyle sürdüğü kırmızı ruju hafif silinmişti. Çok güzel bir kızdı, hoş duruyordu hareketleri onda.
"Son sınıfım. Son sınıflar bazen evlerinde organizasyon yapıyorlar, son senelerini kutlamak için. Parti gibi. Bu hafta sonu ben de düzenleyeceğim, seni de davet etmek istedim. Arkadaşınla falan gelsene, Gurur da olur. Çekinme, herkes geliyor, sadece bölüme özel değil fakültedekiler de dahil."
Bunu beklemiyordum. "Ben tıp fakültesindeyim?"
"Genelde burada takılıyorsun, alıştık sana, arkadaş sayılırız? Lütfen... hem sizin fakülteden de birkaç kişi olacak diye biliyorum. Bizim arkadaşlardan bazıları yanında misafir getiriyor, fakülteden tanıdıkları var. Ayrıca birinci olarak özel davetlim olmanı istiyorum, bizim bölümde de seni soğuk görenler var. Öyle bir kız olmadığını ben biliyorum, tanıştırmak istiyorum seni. Davetimi geri çevirme lütfen," derken araya Özlem girmişti. Elindekileri masaya bırakırken "Ne daveti?" diyerek tek kaşını kaldırmaya çalıştı, o da benim gibi bunu beceremiyordu, sinirimiz bozuluyordu.
Derin yan bir bakış attı Özlem'e, "Hafta sonu parti düzenleyeceğim, Lila'yı da davet etmek istedim."
"SSK partisi?"
"Evet," derken ayağı kalktı, "Sana konum ve saati atarım Lila, görüşürüz." Gözleri Özlem'le aramda gidip geldi, "Afiyet olsun," diyerek masasına geri dönmüştü. Göz deviren Özlem yerini alırken "Seni davet mi etti gerçekten?"
"Evet."
Gözlerini kıstı, "Hem farklı fakülte hem de yaşın küçük, ilk sınıfsın. SSK, son sınıf kutlama partisi. İlk sınıflardan çağırmıyorlar,"
"Sınavda birinci olmamdan, burada takılmamdan bahsetti. Bu yüzden daveti. Hatta bir arkadaşımla gelebileceğimi söyledi." dediğimde kıkırdamıştı. "Şimdi belli oldu,"
"Ne belli oldu?"
"Sen değil Gurur abi amacı kesin."
"Onunla da gelebileceğimi söyledi ama,"
"Aması yok, besbelli." Sırıttı, "Birlikte gidelim, sevinci takılı kalsın kursağında."
"Özlem..."
"Ne var? Amacı ne anlayamıyorum? Düşünsene, bitmiş bir şeyin peşinde koşar mısın sen? Üstelik karşındaki yüz vermiyorsa?"
"Hayır ama amacı belki de bu değil. Gerçekten sadece davet etmek istemiş de olabilir. Sadece Aral demedi, bir arkadaşın da dedi."
Ya da belki de hâlâ bir şeyler hissediyordu Aral'a karşı. Aral anlaşamadıklarından ayrıldıklarını söylediği için bu ihtimal düşüktü, anlaşamadığı birine karşı hisleri olması olası değildi. İlk gün, Aral yüzünden manyak olduğunu söylemişti, bu olumsuzluk içeren bir şeydi. Ya da tam tersi de olabilir. Gözlerimi kapadım, beni ilgilendirmeyen konuları düşünmemeliydim.
"Tamam işte birlikte gideriz, ne zamandı?"
"Hafta sonu dedi, bilmiyorum."
"Ay yarın olmasın da gidelim birlikte. Neyse, bak şeyi unutuyordum, abimin selamı var, diyor unuttu beni kaç gündür görüşemiyoruz." Konuşurken bana ıhlamur uzatıp kahveyi önüne çekmişti, ek olarak getirdiği tatlıyı ortamıza koydu. Gülümseyerek ona çıkardım bakışlarımı, "Çok yoğun mu çalışıyor?"
"Sanırım, şirkete çok uğramıyormuş ama dışarıdan yürütüyormuş. Görüşmeler vesaire olduğunu söyledi, ben bile doğru düzgün göremiyorum. Her gün bana gelirdi, birkaç haftadır azaldı." Sesi alınmış çıkıyordu, haklıydı. Babamdan ayrıyken benim de bir yanım hep eksik oluyordu, hissettiklerini anlayabiliyordum fazlasıyla. "Ay onu geç sana ne diyeceğim, üç haftadır köpek gibi ders çalışıyoruz kızım," sırıtmıştı, "Tamam ben arada kaçamak yapsam da sayılmaz. Bunaldık, hem çok da iyi geçti sınavlar, bunu bu gece kutlayalım. Çağlar'a sordum, gece bizimle olacak. Kız kıza olalım dersen gelmez tabii..."
"Nereye gideceğiz ki?"
"Her zaman takıldığım kulüp var ya bahsediyordum sana da, Nova. İtiraz etme bak, hiç gitmediğin bir yer,"
"Bir kere gittim."
"Nasıl?"
"Bir kere, ilk geldiğim günler Aral götürmüştü."
"Gurur abi?"
"Evet, Özgür'le araba yarışından sonra," kaşları çatılan Özlem bölmüştü beni, "Araba yarışı?" derken gözlerini kırpıştırmıştı, "Abim?"
"Evet, Aral araba yarışlarında. Özgür ise yatırım yapıyormuş." derken tepkilerini gördüğümde bunu bilmediğini fark ettim. Alt dudağımı ısırırken, "Bilmiyor muydun?" diye söylemeden de edemedim. Bunu Özlem'den saklıyor olabilir miydi Özgür? Söylenmemesi gereken bir konu muydu?
"Emin misin Lila?"
"Ben..." ne diyeceğimi bilemiyordum. Boşboğazlık ettiysem Özgür sinirlenir miydi? Bundan Özlem'in haberi olmasında bir zarar olacağını düşünmüyordum, bildiğini sanıyordum aksine.
"Araba yarışı, Gurur abi, abim. Yatırım." diye yenilemişti, sindirmek ister gibi. "Lila emin misin ya?"
"Bilmemen gereken bir konu muydu bu?"
"Bilmiyorum. Sadece haberim yoktu. Üstelik hâlâ yanlış anlayabileceğini düşünüyorum. Abim böyle şeylerle asla uğraşmaz."
"Aral götürmüştü, sonrasında da yarış organizasyonu olarak öyle bir kulübe gitmiştik hatta."
Gözleri ben konuşurken masada geziniyordu. Oldukça şaşırmış ve inanamaz bir yüz ifadesi vardı, "Nasıl bir yarış bu? Olimpiyatlardan bahsettiler mi? Gerçi gece kulübü, yatırım falan... yasal bir şeyden bahsediyor gibi değilsin ama..."
Yasal. O gün Baran ya da Yiğit yasa dışından bahsetmişlerdi, yasa dışı olduğu için demişlerdi ama pek anlayamamıştım ne kastettiklerini. Şimdi düşününce... "Yasa dışı olması," diye mırıldandım. Aral böyle bir durumun içerisine girer miydi? Bunlardan hoşlanan biri değildi tanıdığım bu süre içerisinde. "Tehlikeli değil mi?"
"Tehlikeyi geç, devlete ihanet. Abim Hava Lisesinde okumuştu, çok bağlı biri, bunu yapmaz Lila."
"Hava Lisesi?"
"Askerî Hava Lisesi."
"Özgür asker mi?" Tebessüm etti, "Hayır, olmak istiyordu."
"Üniversite okumadığını söylemişti, neden ki?"
"Uzun hikaye, burada konuşmayalım. Ama bu dediğin aklımı çok kurcaladı. Hâlâ inanamıyorum ama sen de neden böyle bir şey söyleyesin durup dururken, yanlış anlaman da imkansız gitmişsin resmen."
"Evet, yarış pisti, bir sürü insan, arabalar... eminim. İki kere gittik, basbayağı yarıştı."
"Burada değil de bende konuşalım bunları. Akşam kulübe gitmeden önce bana gel, hem sana da kıyafet ayarlarız, hiç dışarı çıkmadığına göre uygun giysiler yoktur."
"Ne gibi?"
"Bilmem. Etek, elbise, ayakkabı, makyaj malzemesi falan işte. Bir sürü şey."
"Serila dolabımda hiçbir şey eksik etmiyor. Elbet bir gün lazım olur diye tıka basa doldururdu. Bulabilirim bence, geçen gün geldiğinde de birkaç parça eklemişti." dediğimde omuz silkti, "Olsun. Bir bakarsın, olmadı geldiğinde hallederiz."
Başımla onayladığımda Özlem bileğimi işaret ederken gözüm arkasında masaya ilerleyen Atalay'a takıldı, "Atalay!" diye seslendiğimde çatık kaşlarıyla dönünce seslenenin ben olduğumu görüp ifadesini düzeltmişti. Ayağı kalktığımda bana doğru geldi, "Lila?"
"Selam,"
"Selam, n'aber? Dün sınavın iyi geçtiğinden bahsetmiştin. Muaf olacağın için fakülte civarında görmem diye düşünmüştüm."
Gülümsedim, "Özlem buralarda olduğu için uğruyorum," derken Özlem araya girmişti, "Tabii açıklandıktan sonra ben de burada olmayacağım için düşüncen doğru, görmeyeceksin." diyerek sahte bir gülümseme sergilemişti. Kaşlarım çatık sorgularca ona baktım. Cevap alamayınca çantamdan çıkardığım bilekliği uzattım Atalay'a, "Dün bunu düşürdün, önemli olabileceğini düşündüm."
Elimde tuttuğum bileklikle gülümsedi, "Ben de bunu arıyordum." derken elime uzandı.
"Ya, sevindim..."
Kaşları havalandı, "Yarın işin var mı?"
"Yok sanırım, neden?"
"Eğlence var, Derin'de. Bana eşlik etmeni isterim."
"Ya o yarın mı? Beni de davet etti Derin, yarın olacağından haberim yoktu."
"Seni de mi davet etti?"
"Evet."
Histerik bir şekilde gülmüştü, "Derin şaşırtıyor..."
"Değil mi? Ben de öyle dedim," diye araya giren kişi Özlem'di. "Yarın olması kötü oldu, bence de Atalay, eşlik eder sana Lila. Saat bildir, yarın benden alırsın, konum atarız sana." derken kolumdan tutarak oturtmuştu beni. Dediklerine şaşkınca bakmaktan başka tepki verememiştim.
"Çok iyi, o zaman yarın haberleşiriz güzellik."
Başımı sallayarak karşılık verdim. "Olur."
Atalay uzaklaşırken anlamayan bakışlarımı Özlem'e çevirdim. Az önce gayet doğalmış gibi farklı konuya geçti, "Bilekliğini nerede düşürdü kız, dün ne ara buluştunuz? İnsan bileğindekini nasıl düşürür ki hiç anlamam..."
"Sınavdan çıktığımda koridorda denk geldik, ayaküstü konuşmuştuk. Bileklik de kazağıma takılmış." Gözlerini kıstı, "Temas falan da var yani, siz ne ara böyle yakın oldunuz?"
"Abartma Özlem, sadece arada karşılaştığımızda oturup konuşuyoruz. Bir de Whatsapp'ta."
"Ben yarın gelemeyeceğim diye şey ettim. Bu Derin sırf Gurur abiyi göremesin diye de Atalay'ı soktum araya ama sen de hiç kem küm etmeden kabul ettin." Öne atılarak elime yavaşça vurmuştu, "Kız bana bak, ne kadar yakınsınız?"
"Özlem!" diyerek ikazda bulundum. Çok yükselmişti. Sırıtarak, "Tamam tamam," dedi. "Ama bak Lila, önüne gelen ilk erkeğe atlama. Onlardan çok var, birlikte seçeriz, eleme taktiği, tamam mı?"
Tek amacım babamı beklemekti benim. "Ben o taraflarda değilim. Sıra oraya gelene kadar fakülteyi falan bitirmem gerekiyor herhalde." dediğimde dudaklarını büzerek, "Hıı," diye bir tepki verdi. "Sen öyle san. Bir anda çıkıverir. Atalay dışı tabii, aman dikkat."
Gülerek göz devirirken ıhlamurdan birkaç yudum aldım. "Çocukla alıp veremediğin ne?"
"Benim değil, abimin var. Bir de çok şıpsevdi, oradan oraya atlıyor."
"Evet, bunu bir kez daha söylemiştin, neden anlaşamıyorlar Özgür'le?"
"Tatsız bir olay, akşam konuşuruz. Sana tatlı getirdim, ye hadi. Biraz renk gelsin yüzüne." diyerek bir kaşığı bana uzatıp diğeriyle tatlıdan bir parça aldı. Etrafta gezdirdiği gözlerini kısıp bana çekti, "Ay acaba Gurur’la gitmen daha mı sansasyonel olurdu kıız?" diyerek çikolata bulaşan alt dudağını ısırıp silmişti diliyle. "Ay yanlış plan mı yaptık acaba? Gerçi gelmezdi herhalde Gurur abi, doğrudur. Ama ya gelirdiyse? Üf bak bilemedim, Lila! Sen de hiç yardımcı olmuyorsun!"
Önümdeki çikolatalı tatlıdan yerken "Ne konuda?" diye sordum.
Özlem umutsuz bir vakaya bakar gibi bana göz gezdirip başını iki yana salladı. "Az aksiyon, heyecan, pırıltı falan arasan sen de vallahi yaşlanmayız!"
Benim aksiyonum beynimin içinde dönüyordu, susturmaya çalışıyordum. Bunu yansıtsam vallahi yaşlanırız Özlem.
Gülümsedim.
"Neyse neyse, bu hafta yeni bir diziye başlayalım. Rusça öğrenmeye başlayacağım, acaba bir Rus dizisi mi izlesek? Gerçi Fransızcam da köreliyor gibi, Fransız dizisine ne dersin? Yardımcı ol Lila," Ellerimi kaldırıp ardıma yaslandım, "Sen bilirsin..."
Özlem'le bir saat kadar oturduğumuzda saati geldiği için kalkıp işe koyulmuştu. Bu sırada Aral aradığı ve geleceğini söylediği için kalkmamıştım yerimden.
Lavabodan çıkıp koridoru döneceğim sırada aniden önüme çıkan kişiyle çarpıştığım için ağrıyan göğsüme aldırış etmeden birkaç adım geriye gitmek istesem de bunu yapamamıştım, Atalay düşeceğimi sanıp tutmuştu sanırım. Göğsüm ağrıdığı için ekşiyen yüz ifademi hızlıca sildim. Ellerim omuzlarını bulurken "Her karşılaşmamız çarpışmayla oluyor." diyerek gülümsemişti.
"Neyse ki bir yerlerimiz sağlam kalıyor." diye karşılık verdim gülümserken.
Yüzümü inceliyordu, "Emin değilim..." dediğinde sorun olduğunu düşünerek bir adım geriye çıkıp dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bir yerini mi acıttım? İyi misin?" diye sorduğumda histerik bir gülümseme vermişti.
Gülümserken sarı saçlarıyla uyumlu altın rengi gözleri daha da parıldıyordu ve bu uyum her insanı şaşkına çevirir cinstendi. "İyiyim iyiyim. Yarına sağlam bakmam gerekir kendime, sen de öyle..."
"Neden?" Sorumla sır verircesine gözlerini kısıp sesini alçaltmıştı, "Bir prensesi ilk balosuna götüreceğim."
Dediği cümle komik gelmişti. Gülerek bakışlarımı yana alırken geriye doğru çekildiğimde ileride, oturduğum masada Aral'la bakışlarımız buluştu.
Onu görmem bir saat öncesine götürmüştü beni, onunla mı paylaşmalıydım bunu hiçbir fikrim yoktu.
Karşısındaki Özgür de dikkatimi çekmişti. Ben lavaboya giderken yoklardı, yeni gelmiş olmalılardı. "Yarın görüşürüz o zaman." deyip bitirmiştim ayaküstü sohbetimizi. Karşılık verdiğinde birbirimize ters yönlerde ilerledik.
Masaya gidip Aral'ın yanına geçtiğimde inen kaşlarıyla gözleri bende gezindi, "İyi misin?" diye sorması biraz önceki sert çarpışma kaynaklıydı sanırım.
"İyiyim, sorun yok. Yeni mi geldiniz?"
"Evet." diye kısaca cevap veren Aral'la, yüzü pek hoşnut durmayan Özgür araya girdi, "Sen de maşallah Mor Kız, çarpışan araba gibi çarpıp duruyorsun şu lavuğa." Onun bu çıkışını beklemiyordum, üstelik birkaç gün sonra yeni görüşmüşken.
Ne diyeceğimi bilemezken cümlesi ardına Aral, "Özgür." diye ikaz dolu bir seslenmeyle girmişti. Yüzünü ekşiten Özgür bir nefes çekerken göz devirdi.
"Nasılsın?" Sorum Özgür'eydi. Üstüne alınması için ona bakıyordum. "İyi, sen?" Pek havasında mı değildi yoksa bana mı mesafeliydi anlayamamıştım. "İyi." dediğimde peşine "Allah iyilik versin." diye söylenmişti.
Tek kaşımı kaldırmaya çalışarak kinayeli bir ses takındım. Böyle davranması şaşırtıcıydı. "İyi olduğuna emin misin?" Bu sorumu bekliyormuş gibi bir anda "Şununla yüz göz olma." diyerek çenesiyle boşluğu işaret etti.
Neyi kastettiğini anlamıştım çünkü Aral ondan önce benimle konuşmuştu. Yine de Özgür kadar sert bir karşılık vermemişti. Üstelik şu an bir sorunumuz yokken çıkışması gereksiz olurdu.
"Sırası değil," diye araya giren Aral'ın yanına oturduğumdan beri bende gezinen gözleri Özgür'e değip tekrar bana döndü. "Seni bıraktığımda birkaç dakika kapı önünde kaldın. Duraksamış gibiydin?" Soru sorar gibi söylemişti.
"Özlem seslenince onu bekledim." Şaşırdığımı belli etmeyip anında cevap versem de kağıdı görüp görmediğini anlayamadım. Arkamda kalıyordu, görmüş olamazdı. Şu an sırası değildi bahsetmenin sanıyordum ki üstelik nottaki muhattap Dağkan Kaleli'ydi, çantama kimin bırakmış olabileceği hakkında ise hiçbir fikrim yoktu.
Bakışlarının hâlâ bende olması rahatsızlık verdiği için önümdeki çatalı alarak tatlıya uzandım. Bir iki çatal alsak da devamını getirememiştik Özlem'le. Yine ufak bir parça alıp bıraktım, iştah pek uğramamıştı. İyice ortaya doğru ittirdim, çenemi büzerken. "Şunu bitirin lütfen, kalmasın..." dediğimde Özgür sırıtmıştı. Önündeki Özlem'in çatalına atılırken "Tam olarak bunu bekliyordum Mor Kız," diyerek büyükçe bir çatal aldı. Sanırım tersliği birkaç dakika sürüyordu.
Gülümseyerek karşılık verdim, "Beklemene bile gerek yoktu Özgür."
"Sus kız, kaç gündür arayıp sormuyorsun. Hayırsız çıktın. Mor rengini sevmemem için nedenler arasına gireceksin, ayıp."
"Ne alaka ya?" Gerçekten anlamamıştım ve tam olarak yüz ifademe yansımıştı.
"Makara gırgır..." derken neredeyse bitirmişti.
"Yavaş ol," diye uyardım. "Aral'a da bırak."
"O tatlı sevmez." diyerek bitirmişti önündeki tabağı.
Bunu bilmiyordum, benimle sıcak çikolata içtiği için tatlı şeyleri sevmeyeceğini hiç düşünmemiştim.
Ona çevirdiğimde bakışlarımı onunkiler mekanda, orada buradaydı. "Gerçekten mi?" diye sorduğumda bu sefer gerçekten karşılığı yerine Özgür'e diktiği bakışlarla "Sayılır." demişti.
Bu, arada bir yediği anlamına çıkıyor olabilirdi.
"Aynen tabii sayılır." diyen Özgür'le ardından "Neyse," diyen Aral'dı. Bana döndü, "Kalkmamız gerek,"
"Neden?"
"Antrenmanın?" Bugün beni bırakırken bundan bahsetmişti. Tamamen çıkmıştı aklımdan. Geçen hafta Perşembeden bu yana neredeyse her gün çalışıyorduk. Babam zorunda kılarken isteksizce yaptığım aktiviteyi şimdi babam istiyor diye heyecanla ilerletiyordum.
Bana bu bir veda değil dese de her zamanki gidişinden başkaydı şimdiki, o video büyük bir veda gibi oturmuştu göğsüme. Hâlâ sindiremediğim için yaptıklarımı heyecan içinde ilerletiyordum, bunları duyup geri dönüşünde acele etmesi için. Çünkü biliyordum ki o da çok seviyordu ve özlüyordu benimle geçirdiği vakitleri. "O zaman kalkalım!"
"İyi patakla A Plus'ı Mor Kız." dediğinde alay ettiği bariz belliydi Özgür'ün.
Aral'ın sol kolunu kaldırıp sağ elimi yumruk yaparak kolumu yanına yerleştirdiğimde cevabım yeterli olmuştu.
İkimiz de gülerken Özgür kısa kesip "Yuh!" diye bir tepki vermişti. Kendisi de beklemiyordu bu tepkiyi ki der demez dudaklarını birbirine bastırdı.
"Ne oldu?"
Soruma "Hayır diyemiyorum..." diyerek dudak büzmüştü Özgür, bugün anlamadığım dilden konuşuyordu.
"Ne?"
Aral gözlerini kısıp Özgür'e kısa bir bakış attıktan sonra bana çıkışı işaret etti. Bileğime inen eliyle ilerlettiğinde dikkatimi elinin altındaki bilekliğim ve onun bileğindeki ip çekti. Az önce havaya kaldırdığımda görünen iplere olabilirdi Özgür'ün şaşkınlığı da. Keşke ona ve Özlem'e de alsaydım.
Arabaya geçtiğimizde önüme uzanarak açtığı kapakçıktan bir su şişesi alıp açarak bana uzattığında başımı iki yana salladım, istemediğimi belirtmek için. Kendisi bir dikişte bitirdiğinde yandan yandan şaşırmadan edememiştim. Her defasında böyle yapıyordu ama alışamıyordum. Çok fazla su içiyordu. "Suyu çok seviyorsun?"
Bir şeylerle uğraşırken sorduğum soruyla duraksayıp yüzü eğik olduğu için alttan bir bakış atmıştı. "Tavsiye ederim Prenses." dediğinde benimle dalga geçmesi sinir bozucu olsa da böyle bir cevap beklemediğim için boşluğuma gelmiş ve gülmüştüm.
Toparlayıp göz devirdim, "Boğulursan kurtarmam." diye alaya alsam da bir an tüylerim diken diken olmuştu.
Ne zaman suyla temasa geçsem irkiliyordum her zaman. İzlerken çok sevdiğim sıvı, tenime temas ettiğinde soluksuz bırakıyordu beni. Bu bir fobiydi, istemsizce korkuyordum. Boğulmak fiilini kullanmam rahatsız etti kendimce.
"Biliyor musun ben sudan-" cümlemi yarım bırakan arabada çalan arama melodisiydi. Ekrandaki kişiyi göremeden kapatmıştı Aral. "Neden kapattın?"
"Sözünü böldü."
"Sorun değil, açsaydın keşke, önemliyse?"
"Bekler."
Başımı sallayıp devam ettim, "Sudan korkuyorum." dediğimde "Biliyorum." demişti.
"Ne?" diye anlamazca baktım ona, bilmesi imkansızdı. Babam mı söyleyecekti, bunu neden paylaşsın? "Nasıl?"
"Söylemiştin, Atatürk Arboretumu'nda." diye hatırlatma yapmıştı. Doğru... aklımın bulanıklığı bahsettiklerimi de unutturuyor olmalıydı.
"Aklımdan çıkmış..."
"Liman amca bunun için bir çözüm bulmadı mı?" Babamın bana tek öğretemediği şey yüzmeydi sanırım, hangi yolu denerse denesin o havuza giremiyordum. Krizlerimin elimde olmadığını babam da bildiği için diğer eğitimleri gibi zorlamamıştı, aksine havuz ve benzeri göletlerden uzak kalmam için banyodaki küvetleri dahi kaldırmıştı. Bunu iyiliğim için yapsa da hoşuma gitmemişti çünkü sadece temasını sevmiyordum suyun, izlemesi keyifliydi; özellikle Tayfun abiyle çıktığımız tepelerden, indiğimiz sahillerden.
Tebessümle ondaki bakışlarımı ön cama çektim. "Bazen babamı tanıyarak konuşman garip geliyor. Tüm çocukların ben gibi olduğunu düşünürdüm, o yüzden. Hâlâ alışamadım diyemem ama alışılmadık his arada uğruyor." Babamı tanıması demişken aklıma Özlem'le olan konuşmamız geldi. Cümlemin bitmesi ardından söz hakkı ona geçmeden önce "Aral," diyerek girdim kendi konuşmam arasına. "Mafya ne demek? Kötü bir şey mi?"
Yola çıkmadan önce kaşları inik yandan bir bakış attı, "Özlem'le dizi izleme seanslarını kontrol mü etsek senin?"
"Tabii, emriniz olur..."
"En basitinden suç örgütleri ve örgüt mensupları diyebilirim."
"Suç mu? Özlem, devletle birbirleri arasını iyi tutarlar diye duyduğunu söylemişti. Yani yasa dışı işler yaptığını da söylemişti ama..."
"Dizi, film, kitap... mafya güzellemeleri oluyor genelde. İzlediğiniz hangi film bilmiyorum ama bunu düşündürttüyse size yarıda kesmenizi öneririm."
Sağa döneceği için kontrol ederken bana da değmişti gözü. "Bu örgütler insan ticaretinden uyuşturucu ticaretine, silah kaçakçılığına, cinayete kadar her türlü yasa dışı ve suç unsuru olan işleri yürütüyorlar. Güzellemesi olmayacak bir konu."
Özlem'le izlediğimiz diziler yanında babamın mesleği için yönelttiği acaba mafya olabilir mi sorusunu daha iyi anlayabileyim diye birkaç film de izletmişti. Bu suçları o anlarda bana anlatsa da izlediklerimizin birkaçı hiç de bu denli değildi. Aksine kötülere karşıydılar. Babama yönelttiği sorunun cevabı apaçık belliydi, babam öyle olamazdı.
"Anladım sanırım."
"Bu gibi konularda anlamadığın yer olmamalı Lila."
"Neden o zaman güzelleme yapıyorlar ki? Devletle işbirliği içindeymiş gibi gösteriyorlar filmlerde?"
"Normalleştirme çabası. Sigara, alkol, uyuşturucu, mafyatik olaylar, cinsellik... nicesi. Normalleştirerek farkındalıkları yıkmaya çalışıyorlar, insanları koyun olmaya mahkum bırakmak."
Babam geldiğinde önüme bunları serse ve bak güzel kızım, ben bu dehşetten korumak istedim seni dese, tüm nedenlerim silinir miydi? Haklı çıkartır mıydı kendisini? Bunu Aral'a da sormak istiyordum, düşüncelerine güveniyordum. Yine de şimdi sormadım, sırası değildi.

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.96k Okunma |
264 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |