26. Bölüm

Bölüm 9: Ona Olan Lügat - Kısım 3

Destina
destinasyon

Eğlence mi, kaçış mı?

Tüm bu insanları bu gürültüye ve kalabalığa iten hangisi? Benim için ikisi de dahildi. Özlem'le vakit geçirmek için buradaydım, düşüncelerimin boğuculuğunu atmak için buradaydım.

Kaçmak eğlenceden uzak değildi o zaman. Ama sonucunda hep zarara uğrayan da sensin. Kaçmak, kurtulmakla bir değildi, kaçtıkça erteliyordun.

Anın eğlencesine kapılsam da sonunda yine o düşüncelere geri dönecektim. Yine de Özlem'in denemem için uzattığı kadehi kabul ettim. Abartmamamız gerektiğini belirtmişti, ben de katılmıştım. Kontrolü ise o sağlayacaktı çünkü bulunduğumuz ortamla ilgili Özlem'in anlattıkları dışında hiçbir fikrim ve tecrübem yoktu.

"Beğendin mi?!" Müzik oldukça yüksekti, sesimizi duyurmak için sesli konuşuyorduk. Elimdeki içecekten bahsediyordu, "Pek sayılmaz, tadı biraz... bilmiyorum, değişik."

"İlk defa denediğin içindir. Ben de pek sevmem ama kokteylde bazen iyi gidiyor, sadece denemen için söyledim sana." diyerek güldü, "Ben içmiyorum rahat ol, sarhoş olursan ayık tutarım."

"Bir iki yudum yeterli." desem ve tadını değişik bulsam da vücudumu ısındırması hoşuma gitmişti. Üşüyen biri olarak sıcaklık hissi güzeldi. Ya da sıcaklık, az önce Özlem'in hiç dans etmediğim için bana deneyimlendirmesinden gelmişti. Hiç duymadığım tarzda, oldukça uçuk müziklerdi ve insanlar ayak uyduruyordu. "Çağlar gelecek mi?"

"Evet, yarım saate falan burada olur herhalde. Çabuk gelse bari..."

"Sıkıldın mı?"

"Saçmalama! Seninle her şeyi yeniden deneyimlemek çok eğlenceli. Sadece," derken çaprazımızı işaret etmişti, "Şuradaki çocuk sinirimi bozdu, bakıp duruyor aptal." dediğinde işaret ettiği yere baktım, birden çok kişi vardı. Hangisini söylediğini bu tarafa bakan çocukla göz göze gelince anlamıştım. Oraya döndüğümde Özlem'e bakıp gülümsemişti. "Bir şey mi dedi sana?"

"Hayır, bakışları bile rahatsız edici." dediğinde yüzü buruştu aynı anda, "Yok artık, buraya geliyor."

"Rahatsız ettiğini söyler göndeririz, merak etme."

"Bunu ilk defa görüyorum burada, belli başlı kişilerden değil."

"Sor-" sözüm çocuğun araya girmesiyle kesilmişti. Özlem'in yanında durmuş ve "Selamlar," demişti yüzüne bir gülümseme eklerken. Muhatabı direkt Özlem'di, bakışlarından anlaşılıyordu. "Burada o selamı bulamazsın, dolu." diyerek göz devirdiğinde gülmüştü çocuk. "Masanın dolu olduğunu görüyorum bu yüzden bulabileceğimi düşündüm." Özlem'in dolu diyerek kastettiğinin masa olduğunu sanmıyordum.

"Yanlış düşünmüşsün." Gergince konuştuğunda, çocuk yine güldü, komik olanın ne olduğunu anlamamam benim problemim miydi? "Doğruya çekebiliriz, ben Taner." diyerek elini uzattı Özlem'e. "Komik olan ne?" diye araya girmeden edememiştim. Sorumla kaşlarını kaldırıp bana döndü, "Hırçınlığı? Ters tepiyor sansa da hoş duruyor."

"Görmezden gelip ters teptiğimi san, kız kıza keyfimizi bozma ve ikile." Oldukça düz tutmaya çalışsa da sesi sertleşmişti Özlem'in. İltifatına teşekkür edip kendisini geri çevireceğini sanmıştım, oldukça katı yaklaşmıştı.

Çocuk, hiç de kötü bir tepkiyle karşılaşmamış gibi sırıttı, "Bu asiliğin kaç kovalan taktiğinden mi?" Özlem, çocuğun sorusunu duyar duymaz inanamazca buruşturmuştu yüzünü. "Seni kim aldı içeri ya? Geri zekalı mısın? Siktir git demenin neyinden anlamıyorsun."

Çocuk biraz önce gülmüyormuş gibi ifadesizleşen yüzüyle "Hoş laftan anlıyorum demek ki." dedi. Özlem'in sinirini bozduğu kesindi, gözüm ikisi üzerinde gidip geliyordu, nedense dikleşmişti bedenim istemsizce. "Eşek hoş laftan ne anlar?" diye mırıldandım. Öyle bir aklıma gelmişti atasözü. Doğrusu da hoşaftı, sahneye yanlış telaffuzu uymuştu.

Özlem histerik bir gülüş atarken duyulduğumu fark ettirmişti. "Aynen öyle, neyse. Gel Lila," deyip bana uzandığında çocuk Özlem'in bileğinden tutup durdurmuştu. "Pekâlâ pekâlâ, sadece çok tanıdık gelmişti siman, kim olduğunu sormak istedim."

"Kimse. Şimdi uzaklaş." Netti sesi. Çocuk başını sallayarak birkaç adım geriye gidip uzaklaşmıştı. "Bazen böyleleri türüyor," dedi. "Çenenle sopalamazsan yapışır kalır."

"Neden ısrarcıydı ki?"

"Kendi gibi görüyorlar herkesi çünkü, yavşak. Bak işte böylelerini de tanı ki ne tepki vereceğini bil. Çekinme. İzlediğimiz dizilerde kötülere şaşırıyordun ya, bak kanlı canlısı."

"Biri hayır dediğinde neden üsteler ki insan?"

"Aman, bunların yaptıklarında neden aramayacaksın, amaçsızlar." diyerek göz devirdi, "Neyse neyse, keyfimizi bozmasın." Eline aldığı bardağı benimkine vurup birkaç yudum aldı, "Çağlar gelir birazdan, tuvalete gidip geleyim hemen." dediğinde başımı sallayarak onay verdim. Ben de gitmek istersem diye nereye gittiğini izlerken ardından giden biraz önceki çocuk takıldı gözüme. Kaşlarımı istemsizce çattım, hemen ardından gitmek istedim, tesadüf ise Özlem'in yanında kalırdım ama az önceki konuşmalarından tesadüfmüş gibi gelmiyordu.

Yetişmek için hızlı olmaya çalıştım. Girdikleri saçaklı kapıdan girdiğimde tahmin ettiğim görüntüydü karşımdaki. Özlem'i durdurmuştu. Bakışlarını çocuğun tuttuğu bileğine indiren Özlem, "Bırak." dedi. Gerilmiştim, umarım ikiletmezdi. "Sadece ismini alacağım, hep buralarda mısın?"

Özlem "Bırak dedim," diyerek kolunu çekiştirse de bırakmadı. "Ne bu inat?" diyen çocuğu anlayamıyordum, zor kullanıyordu şu an. Aral’ın kastettiği durumlar bunlardı demek ki.

Elim Özlem'i tuttuğu bileğini bulur bulmaz geriye doğru büktüm kolunu. Arkasından aniden gelen hareketi beklemiyordu, güçlü olsa da boşluğundan yararlandığım için bunu yapabilmiştim. Bir "Lan!" nidası döküldü ağzından.

"Bırak demişti," diyerek yaptığım savunmanın nedenini açıklama ihtiyacı duydum, zorda kaldığını görmesem başvurmazdım buna. "Temastan hoşlanmam, zor kullanan birini gördüğümde uyarmak isterim." derken hareket etmesini kısıtladığım kolunu oynatmaya çalıştı. Tahmin ettiğimden de güçlüydü. Başını yan çevirip beni gördüğünde "Küçük kaşara bak sen!" diye bir küfür savurup bana doğru döndüğünde daha da bükmeye çalıştım kolunu. Diğer kolu atılırken durdurmak için elimi siper edecekken o yakalamıştı kolumu.

Daha önce hiç deneyimlemediğim bir güçle kolumu sıktığında refleksle diğer elimi çekip sıktığı kolumdaki eline sardım. "Bu boyla ne cesaret yaptığın?" derken kolumu büktüğünde benden bir inilti kaçarken Özlem çantasıyla çocuğa vurmuştu, "Bırak dedim yoksa," dikkatini dağıtan Özlem'le boyumun dezavantajlarını nötrlemek için dizimi bel altına geçirdiğimde bir inilti duyulmuştu. Bunu Aral’la boy şakası yaparken öğrenmiştim, karşındaki senden uzunsa en kolay savunmasız hale getirebileceğin bir hareketti. Bedenimden güç alarak ittirip uzaklaştırdım onu. Yakınımda tutarsam bir atakla kendisi aynı savunmayı uygulayabilirdi bana. Ayağına ayağımı taktığım için sendeleyip düşmüştü. Söylediği sözler hoş değildi, sinirimi bozmuştu. "Boya takılma."

Kaşlarım inik Özlem'e döndüm, "İleri gideceğini düşündüğüm için zor kullandım, yoksa pek hoşlanmıyor-" diye açıklama yapacaktım ama pek duyduğunu sanmıyordum Özlem'in. Kolumdan tuttuğu gibi koridordan geri çıkardı beni. "Bırak şimdi zoru moru," dedi dudakları aralıkken.

"Çantamı unuttum," dediğimde masamıza yöneldik. "Çabuk," dediğinde kuruyan dudaklarımı ıslatmak için masadaki içeceği birkaç büyük yudumla bitirip çantayı aldım ve Özlem'i takip ettim. Dışarı çıkarken "Lila," dedi. Yüzüne bir sırıtış ekledi, "Yuh Lila," diye de tekrarlamıştı. "Nasıl yaptın onu kızım? Gören çelimsiz bir şey sanır seni, oha!"

"Tatsız bir şeydi..."

"Deli misin ne tatsızı? Çok iyiydi! Sen nasıl?.." diye söylenirken duraksadı, "Gurur abiyle mi öğrendin?" dediğinde başımı hayır anlamında salladım, "Onunla devam ediyorum. Bahsetmiştim ya, babam verirdi savunma ve dövüş derslerini. Neden olduğunu da anlamazdım," diyerek gülümsedim, "Hiç de sevmezdim hatta." Bu günleri ve böyle insanları mı öngörmüştü? Ya da bildiği için bir korunma yöntemi mi aşılamıştı bana?

Düşüncelerimi, hızlı olmamız için Özlem'in koluma girerek beni çekiştirmek istediğinde koluma giren ağrı bölmüştü. "Bir dakika, yavaş..." dediğimde bana baktı yürürken. "İyi misin?"

"İyiyim iyiyim." diyerek koluma çevirdim bakışlarımı, ağrısı çok olsa da neyse ki hafif kızarmıştı sadece. Dışarı çıktığımızda soğuk hava ürperttiği için ceketime gitti gözüm fakat içeride unutmuştum. "Kolunu çok kötü büktü, ağrın var mı?" Kaşları çatık koluma bakıyordu Özlem. "Biraz ama iyiyim."

"Geri zekalı şey, arsız." derken telefonu çaldı, titrek ellerini çantasına götürdüğünde arayan kişiyi belirtmek için "Çağlar!" dedi. "Geldin mi Çağlar, neredesin?" derken ileriden bize doğru yürüyen Çağlar'ı görür görmez elini kaldırdı.

"Neden dışarıdasınız?" diyerek yanımıza geldi. Gözlerini Özlem'de gezdirmişti, "Problem mi var?" diye sorarken araya girmek zorunda kaldım, böyle durursam hasta olacaktım. "Özlem, ceketimi içeride unuttum." dediğimde bana baktı. "Girip alalım," demişti Çağlar'ın sorusu yerine beni cevaplayarak.

"Özlem," Çağlar yinelediğinde, dudaklarını birbirine bastırarak ona döndü. "Önemli bir şey olmadı."

"Yalan söylemeyi öğren."

"Gerçekten hallettik."

"Neyi?"

"Ya," diyerek sesli bir nefes verdi, "İçeride biri, bir çocuk, biraz bulaştı da... iyiyiz ama sorun yok, Lila gerekeni yaptı zaten." derken Çağlar'ın gözü bana değdiğinde kolumdaki kızarıklığa ardından da dizimle vurduğumda çocuğun fermuarına takıldığı için kaçan çorabımdan dolayı belli olan su damlası benime baktı. Dizimin bir karış yukarısında minik lekeydi sadece. "Sorun yok, o yara değil, ben." diye açıklık getirdiğimde uzun zaman sonra ilk defa bakışları buldu beni. Gerçekten insan geriliyordu yanında.

"Tamam, kalın burada." diyerek içeriye doğru yöneldiğinde Özlem peşinden "Çağlar!" demişti. "Sadece Lila'nın ceketini alıp gel." Başıyla onayladı Özlem'i.

"Bir yazarın naif olduğunu düşünürsün değil mi?" diyerek bana döndü. "Bazen fazla katı oluyor, ben bile şaşırıyorum."

"Sorun çıkar mı?" diye sorduğumda omuz silkti. Ceketim olmadığı için oldukça üşümem gerekiyordu ama çok hissetmiyordum. Derin bir iç çektim, "Sıcak bastı," dediğimde inanamazca baktı Özlem.

"Bu havada, böyleyken?" diye onay ister gibi sormuştu. "Birkaç yudum aldın oysa." diye de eklemişti. Bahsettiği bana verdiği alkollü içecek ise çıkarken dilimi ıslatmak için büyük birkaç yudumla bitirmiştim sanırım. Boğazımı yaktığı için midemi bulandırsa da o an aldırış etmemiştim. "Aral'ı mı arasam?"

"Sendeki bu Aral sevdası da..." diyerek sırıttığında kaşlarımı çattım, "Ne alaka? Ne ilgili?"

"Hıı..." diyerek güldü.

"Nerede kaldı, dondum?"

"Sıcak mı bastı, dondun mu? Bir karar ver." diyerek alaya aldı. Ben de anlayamamıştım. Birkaç dakika sonra benim ve kendi ceketi elinde içeriden çıkan Çağlar, yanımıza gelerek ceketi uzattı. "Teşekkürler." dediğimde başıyla karşılık verdi. Arkasındaki arabayı işaret etmişti, "Geçin arabaya, geliyorum hemen."

Özlem, beni ilerlettiğinde ben arka kapıyı açarken o da öne geçmişti. Bana dönerek, "Kolun nasıl? Çok mu kötü?" dediğinde ceketin üzerinden elimi götürdüm. "O kadar kötü değil," Kemiğim kırılmış olabilir ya da ezik… abart, hafif kızarıklık olsa da ağrı fazlaydı. "Biraz kızardı sadece."

"Çantama taş dolduracağım bundan sonra, kafalarını kırmak için." diye söylendiğinde gülmemek için tutmamıştım kendimi. "Merak etme, ben koruman olurum. Maaş istemem." diyerek kıkırdadığımda kahkaha atmıştı. "Gidicisin Lila! Sakın kusma bak."

"Hayır, iyiyim." Midem bulanmıyordu ve kendimdeydim. Sol ön kapı açıldığında içeriye Çağlar girdi. Aral, daha havalı bir giriş yapıyordu.

"Gecenizin bu şekilde geçmesini istemezdim," diye söze girdiğinde Özlem göz devirdi, "Gayet eğlenceliydi Çağlar, hem bakma sona, gelmemen daha iyi oldu, kız kıza takıldık. Lila'nın da ilk deneyimi benimle olmuş oldu."

"Eve mi gitmek istersiniz yoksa bir şeyler mi yemek?"

"Aç mısın Lila?"

"Kusacağım..." dediğimde dehşetle döndü Özlem, "Sakın!" diyerek.

Kelimelerimi ben seçmiyordum nedenini anlayamadığım bir şekilde. Midem bulanmıyordu oysa. "Şaka şaka."

Çağlar kaşları inik ikimize bakıyordu, ne olduğunu anlamamıştı sanırım. Özlem ona döndüğünde "Bu da ilk deneyimi..." diyerek gülmeye çalışmıştı.

"Hayır Aral'laydı ilkim." diye saçmaladığımda gözleri kocaman açılmış "Ne?!" diyerek bana dönmüştü Özlem, Çağlar ise kaşları çatık dikiz aynasından bakıyordu. Ben de anlamıyordum hiçbir şeyi.

"Ne ne?"

"Neyden bahsediyorsun Lila?"

Bahsettiğim bir şey yoktu, ne konuştuğumuzu da anlamamıştım. "Bizden," kaşlarımı çattım, "Biz kim?" diye devam ettim.

"Eve gidelim Çağlar, anladığın üzere..." anlamamıştı bence. Alık bakıyordu çünkü. Ben de anlamamıştım, Özlem neyi anlamıştı onu da bilemedim. "Beni eve bırakamazsınız." Evim yoktu, adresimi bilmiyordum, babam gelseydi bilirdim. Tayfun abiye de sorabilirdim, yarım kalmış bir karşılaşmamız vardı, o da gelmeliydi. Üstelik bir not vardı, Dağkan Bey de gelmeliydi.

Herkes ihtiyaç duyulduğu zamanlarda gidiyordu.

Gözlerimi ovuşturdum, saçma sapan düşüncelere kapılmamalıydım. "Çağlar," bir anda seslendiğimde yolda olan gözleri beni bulup tekrar yola döndü, bu dinliyorum anlamındaydı sanırım. "Özlem'i seviyor musun?" diye sorduğumda hiç boşluk bırakmadan "Evet." demişti.

"O da seni." diye onayladım başımı aşağı yukarı sallayarak. "Ama birazcık robot gibisin, Özlem'e böyle olma."

Çatık kaşlarıyla baktı bana, "Değilim."

"Gibi mi değilsin, Özlem'e mi değilsin?" Sesli bir nefes verirken Özlem araya girdi. Gayet güzeldi sorularım oysa. "Bende kalıyorsun bu gece, de mi Lila?"

"Bilmiyorum."

"Bu halde bilmemen çok normal." diyerek gülümsedi. Kapıya doğru yaklaşıp camı açtım, uyuklamak istemiyordum. Temiz hava çarpıntısı iyi gelirken dönüş yolunu seyrediyordum. Aral'layken bakışlarım o ve yol arasında gidip gelirdi hep. Ama o da yoktu, o da gitmişti.

Güldüm kendi kendime. Gittiği yoktu. Şu an burada olmaması gittiği anlamına gelmiyordu, kimsenin gittiği yoktu. Çağırsam gelirdi. Aral, Tayfun abi, Dağkan Bey, babam. Gelirlerdi, emindim. Komikti dramalara girmem.

Şüpheye düşmem de mi komikti? Hayat hakkında ne biliyordum şüpheye düşecek? Bildiğin kadar şüphen olur, bilmediğin ise soru dahi sordurmaz. Sorularım var mıydı?

Özlem'in evinin önüne geldiğimizde kapıyı açtım, Özlem "Bekle Lila," derken.

"İyiyim." diyerek indim araçtan. Özlem de iner inmez koluma girdiğinde "Emin misin?" diye sormuştu. Başımla onayladım. "Yardım edeyim?" diye araya giren Çağlar'a kaşlarımı çatıp Özlem'e kaydım, "Hayır," dediğimde Özlem, Çağlar'a anahtar uzatmıştı, "Bir kahve içelim." diyerek.

İçeri girdiğimizde ikili koltuğa attım kendimi, ceketi çıkarıp geriye uzanmadan önce telefonumu çıkardım çantamdan. Mesajlar ve bir arama vardı. Aral'dandı.

"Çağlar," diye seslendiğimde bir cevap alacağımı sanmıştım ama yoktu. Ona çevirdim başımı, karşımdaki tekli koltukta oturuyordu. Seslendiğim için bakışları üzerimdeydi, fazlasıyla ruhsuzdu. Özlem'e böyle bakmadığını bilmek güzeldi, ürkütücü olabilirdi. "Boğucu bakıyorsun, Özlem'e böyle bakma sakın." Söyleyeceğim şeyler bunlar değildi, kendi tıkırında dökülüyordu.

"Bakmıyorum."

Haklıydı, Aral bana öyle baksa pek dayanılır olmazdı. Sadece Aral'la kıyaslama Lila, Özlem de baksa... pekâlâ onda biraz komik durabilirdi. Elimdeki telefonu, uzandığım için yüzüme doğru kaldırdım, mesaj atıp aramıştı.

Aral: Lila, [23:43]
Aral: Gelmemi istesen de istemesen de dön bana. [01:02]
Aral: Telefonun neden kapalı? [02:02]

Cuma sabahı fakültenin bahçesinde Lila ve Özlem'i bekleyen iki genç adam toplulukta gezdiriyordu bakışlarını. Özlem, geç kaldığı için oldukça heyecan yaratsa da yetişebilmişti. Gurur Aral, Lila'yı çoktan sınıfına ve hatta sırasına bırakmış geri dönmüştü bahçeye. Lila'yı ilk getirdiği günkü banka geçmişti, çıkışında çabuk bulması için kendisini.

"Ulan kaça bölünsem hepsine aynı anda yetişirim amına koyayım?" diyen Özgür, bankta yayılıp başını sağa doğru Gurur Aral'a çevirmişti. "Günün bir öğünü dahi kıçımın üzerinde oturamıyorum lan... bak bir öğünü dahi!" Varla yok arası dudağının bir kenarı kıvrılan Aral oturdukları bankı işaret ettiğinde "Siktir," diye bir nida döküldü dudaklarından. "Bu da gözüne batmasın siktir git." Parmakları arasındaki biten dalı söndüren Özgür yenisini yakmıştı.

"Şu mereti bu kadar içme." Aral, dirsekleri oturdukları bankın arkasına yaslı bahçeyi izliyordu.

Göz devirdi Özgür arkadaşının bu ikazına. Nadir de olsa o da içiyordu artık, çok da ciddiye almadı cümlesini. "Çektiğim duman kadar oksijen soluyorum canımsın, merak etme."

"Oksijeni de sikiyorsun."

"Hadi lan oradan kendine özel cigara paketin var amına koyayım, geçip yargı mı dağıtıyorsun?!" diyen Özgür alaya alıyordu, o hiç içmezdi, yirmisine kadar ağzına sürmemişti. Pekâlâ sürmüş olabilirdi ama tercih etmemişti kullanmayı, sigara kara gün mumuydu. Aral'ın bunlara gerçekten dikkat ettiğini biliyordu çünkü. Sadece birkaç yıl sendelemişti, toparlıyordu... yani sayılırdı?

Sırıtan Gurur Aral ellerini kaldırdı, "Benlik değil, soyum kurusun." Ailesine özeldi, belli başlı kişisel eşyalarında kale sütununun sembolü vardı.

"Tövbe de lan, ülke iflas eder mazallah." diyen Özgür'ün ensesine doğru elini atan Aral "Siktir oradan." diyerek omzunu sıkmıştı.

Özgür bir konuda sabit kalamazdı, oradan oraya atlardı, "Özlem kafayı yedi muafiyet diye diye, geçemezse nasıl burnumdan getirir tahmin bile edemiyorum. Kalırlar mı lan?"

Başını yukarı doğru kaldırdı Aral, "Sanmam, Lila'yı çalıştırırken farkındaydım çoktan halledebilecek kıvama geldiğinin. Bahsettiğine göre Özlem'le birlermiş,"

"Bireysel dersin de uçuktur senin ha, kaç para lan bir saatin, kardeşimize alırdık anasını!" Gurur Aral, Lila'yla birlikte Özlem'e de teklifi sunduğunda iş ve özel hayat yoğunluğu yüzünden kütüphane çalışmasının yeterli olacağından bahsetmişti Aral'a, bir de üstün zekalı bir öğretmenden alınan dersin ücretini karşılayamayacağından... abisiydi aynı. Başını iki yana sallayan Aral, umutsuz bir vaka gibi bakıyordu Özgür'e. "Bugün neden bu kadar boş konuşuyorsun sen?" dese de yanlış bir soru olduğunun farkındaydı. Her günü gırgırdı onun.

"Pazar günkü maçın sabırsızlığı. Geçen dikkat çekmeyelim diye kaybedene bastık malı mülkü, şimdi beş katını alayım da sikeyim ceplerini. Pezevenkler."

"Yatıran sen misin amına koyayım?! Sikik sikik yükselip triplere girme, az sabır. Finalde işimize yarayanı alacağız zaten."

Özgür sırıtarak "Ulan şu temizlik işi bittiğinde harbi girsek mi lan? Baksana eğlenceliymiş." diye Aral'ın koluna dirseğini çarptığında, Özgür'e yakın olan sol elinin yumruğunu işaret etmişti. Başını eğip iki yana sallarken gülen Özgür, Aral'ın elinde olan bakışlarını bileğine kaydırmıştı. Her zamanki saatinin üstünde kırmızı bir ip görmek onu oldukça şaşırtmış, hatta yanlış gördüğünü düşünerek bakışlarını kaçırmış ama bu kadar net bir görüntünün yanlış olamayacağını düşünüp tekrar çekmişti bakışlarını "Lan!" diyerek aniden.

"Senin ses tellerini dolayıp gö-"

Aral'ı bölerek "Hassiktir lan," diye tekrarlayıp ipi işaret etti. Bakışlarını tekrar dostunun yüzüne çıkaran Özgür kaşlarını indirmişti. "Bu ne lan?!"

Gurur Aral neyi kastettiğini bilse de gözlerini istemsizce bileğine indirip ipi kontrol ettikten sonra Özgür'e baktı, tekrar ipe çektiği bakışlarını saniyeler sonra önüne çevirdi. "Alo? Biraderim bu ne?"

"İp."

"Vay anasını avradını, ip ha?"

"Aynen kardeşim, ip."

"Lan taşak mı geçiyorsun benimle?"

"Evet,"

"Senin ben A Plus'lığını sikeyim, nereden çıktı bu, paket lastiğini bile bir saniye eline geçirmeyen sen bunu ne ara taktın?"

“A Plus deyip durma Özgür, kızın yanında da söylüyorsun şunları, hatırlarsa-” Özgür, göz devirerek sözünü böldü, “Doğruları bilmeli demiyor musun zaten?”

“Bizden öğrenmeli.”

“Hatırladıkça doğru soruları da sorar işte,”

“Sormaz.” diyen Aral, emindi. Kısa zamanda iyi tanımıştı Lila’yı, belli başlı soruları yöneltip gerisini kendisi tamamlamaya çalışıyordu, eskisi gibi. Tamamlayamazsa sorardı ancak. Omuz silkti Özgür, “Üç yaşında söylediği şeyleri de hatırlamaz kardeşim, üstüne basa basa söylüyorum tık yok Mor Kız’da.” Kaşlarını çatıp tekrar ipi işaret etti, “Bu nereden çıktı?”

"Kız taktı." dediğinde çatık kaşlarıyla onu izleyen Özgür, önce yüzünü düz bir hale getirmiş sonra ise kaşlarını havalandırmıştı. "Sen de he dedin öyle mi?"

Lila, Gurur Aral'a bakıp bir şey istediğinde zaman ne duruyordu ne ileri akıyordu. Geçmişe de akmıyordu ama derinlerden gelen yankı ona hayır demeyi yasaklıyordu, her isteği kabulüydü Savaşçı Prenses'in. "Hayır demeye gerek yok."

"Gerek olmadığından mı, diyemediğinden mi?"

"Diyemiyorum," diye de ekledi. Bir nefes çekti, iç çekiş de olabilirdi bu. "İkiside."

"Anladım."

Genç kız, on sekizinden sonra gözlerini açmışken isteklerini göz ardı etmek çalınan yıllarına katkı sağlardı, gerek yoktu.

Genç kız, on sekiz ayında ilk hayırını aldığında gözlerindeki parıltıyı azaltmışken bunu gören Aral isteklerini reddedemezdi, hayır diyemezdi.

Birkaç yıldır huzura açılan tek kapı Mizan Malikanesindeydi Gurur Aral için. Ağır eğitimlerden geriye kalan her günü buradaydı, çocuk olduğunu hatırladığı saatler, bebek kokusu ve gülücükler.

Yine içeriye giriş yapıldığında Dağkan ve Liman çalışma odasına çekilmişti. Gurur Aral, camdan kapının önüne yürümüş bahçeyi izleyen kızın yanına adımladı, “Lila!” diye seslenerek. Ardından gelen Tayfun kapı önünde onları izliyordu.

Küçük ellerini cama yaslamış çarpan damlalarla eş değer parmaklarını aşağı kaydıran kız tanıdık sesi duyar duymaz eli yere düşerken emekler pozisyonda arkasına baktı. “A Pas!.. Gel, Ayal!” derken ayağa kalkmış ellerini çırpıyordu. “Evet, Aral geldi Prenses.” diyerek önünde oturduğunda boyları eşlenir eşlenmez boynuna atladı küçük kız. Sevdiği şeyleri yeni yeni keşfediyordu ve en sevdiği şeylerden biri de sarılmak olmuştu.

“Ben de seni özledim, yağmuru mu izliyorsun?” sorusuyla ondan ayrılarak bahçede gezdirdi gözlerini çocuk. “Yaz yağmuru Lila. Birazdan diner ama ıslaktır her yer, bugün içeride kalırız.” dediğinde başını iki yana salladı kız. “Bahşe bahşe,” diyerek kolunu tuttu Aral’ın.

“Yaz da olsa hasta olabilirsin Prenses, bu sakıncalı.” dese de Lila yürüyerek cam kapının önünde durmuştu. “Lüf lüf!”

“Asıl sana lütfen Lila,” diyerek Lila’nın peşinden gidip kucağına alan Aral, koltuklara ilerlemişti. Dizine oturttuğu Lila’yı kendisine çevirdi. “Yarın yoğunum ama diğer gün gelirim ve çıkarız olur mu? Şimdi onay çıkacağını sanmıyorum,” derken kucağından kayıp orta sehpadaki çikolatayı aldı Lila. Bir parça izni olduğu için yarısını yemiş ve yarısını da Gurur Aral’a saklamıştı. Tekrar Aral’a dönüp elindeki paketi uzattığında, Gurur yarıda kalan cümlesine ek gülümseyip “Biliyorsun Lila’m, şeker tüketmiyorum.” dese de bayık bakışlarını üzerinde gezdirdi Lila. Biliyordu ki itiraz edemezdi. “Pekâlâ, sadece bir parça.” Gurur Aral, kırdığı çikolatadan ağzına atıp pek hoşnut olmasa da yemişti.

Paylaşımının ardına heyecanla araya girip “Ayal, bahşe!” dedi kız, biraz önce olumsuz bir cevap gelmemiş gibi.

Bu küçük kızı reddetmek kalbini kaynar suyla yıkamak gibi hissettiriyordu Gurur Aral için, her şeye evet demek şımarıklığa yol açardı biliyordu ama engel olamıyordu. Her zaman, tehlikeli de olsa, tüm önlemlerini alıp yerine getiriyordu küçük hanımın isteklerini. Fakat bugün iki üssü de pek keyifli değildi, değil izin vermek, izin istemek için bile yanlarına gitmek sakıncalıydı. “Olmaz Prenses…” deyince Lila’nın bükülen kaşları ve dudakları arasında solan gözleri duraksattı Aral’ı. Aralarındaki ilk hayırdı, oldukça üzmüştü ikisini de. “Tayfun abi,”

“İzin çıkacağını sanmam Küçük Bey,”

“Yaz yağmuru, birkaç dakika sadece, girer girmez üzerini değiştiririz. Olmadı şömineyi bile yakarız, hasta olmasına izin vermeyeceğimi biliyorsun.”

“Şu an doğru bir zaman değil gibi.”

“Sorumluluğu üzerime alıyorum Tayfun abi, izne gerek yok. Yanımızda kimse yoksa emirleri benden aldığını biliyoruz ikimiz de.” Liman’ın, Gurur Aral’a özgüven kazandırması için bir emriydi bu. Küçük yaşta sorumluluk sahibi olması, gelişimine katkı sağlıyordu çocuğun.

“Küçük Bey… bu seferlik hayır,”

“Diyemem. Biliyorsun, ona olan lügatımda hayır yok...”


===

 

Selam! Bölüm nasıldı?

Keşke Lila da hatırlasa bunları… Gurur Aral her bir anlarında geçmişi hatırlayarak düğümleniyor 🥹

Bölüm : 10.05.2025 19:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...