[Görsel kaldırılmıştır. Diğer kullanıcı hesaplarımda mevcuttur.*]
[Nevra ve Araf]
Bu bölüm birlikteyken muhabbetleri nasıl, neler yapıyorlar, yoğun bir şekilde ikisi içeriyor. Özel bölüm gibi düşünebilirsiniz.
| SAKIZ |
-24. Bölüm: Dağ Evi-
~~~
Sabah Araf'ın seslenmeleriyle uyanmıştım. Bir gözümü açarken "Araf pazar pazar sabahın köründe kalkılır mı?" diyerek hayıflanmıştım. Lafın gelişi değil gerçekten sabahın körüydü. Beni götüreceği yer için erken çıkmamız gerekiyormuş yola.
"Kalkılır bebeğim, dün gece konuştuk bunu ve sen de onayladın."
Kafamı yastığa gömerken üzerimdeki yorganı iyice çektim. "Kandırmışım seni, yalanmış. Vazgeçmişim." dediğimde gülüşünü işittim, sonrasındaysa öpücüklerini yüzümün her yerinde. Yüzüne ellerimi siper ederek gözlerimi açtım, "Tamam tamam uyandım ya..."
"Günaydın güzeller güzelim." dediğinde onu kendime çekerek yanıma yatırdım, üstüne çıkıp öptüğümde gözlerini kapattı. "Oho... beni uyandırdın kendin uyuyorsun!" Gülümsediğinde, gülüşünden öptüm. Sesli bir şekilde "Günaydın!" diyerek enerjimi yükselttim, bugün güzel bir gün geçirecektik. Onun yatarak bana sırnaştığını gördüğümde karşımdaki aynadan bir fotoğraf çekmek için komidinden telefona uzandım. Çok güzel gözüküyorduk şu anda.
Yatakta doğrulup ayaklarımı sarkıttım. Panduflarıma bakındığımda kenarıda olduğunu görünce oraya uzandım, alıp giydim. Araf da doğrularak duvardaki saate baktı, beşi kırk geçiyordu. "Sabah saatleri su gibi geçiyor." Hayıflanmıştı. Onu ben dışında bir şey için ilk defa böyle görmüştüm, çok komik, aynı zamanda hoştu. "Nasıl bir yere gideceğiz, makyaj yapayım mı?" diyerek ayaklandım. Ona göre hazırlanma süremi ayarlayacaktım çünkü dün gece altı gibi çıkarız demişti.
"Gerek yok bebeğim, rahat takıl." dediğinde lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp karanfilli diş macunumla dişlerimi fırçaladım. Karanfil seviyordum. Bol bol kremimi sürdüm, kuru bir cildim vardı, kremsiz yapamıyordum ama yine de seviyordum cildimi. Kuru olduğu için pek sivilce ya da gözenek oluşmuyordu. Sadece bazen lekelenmelerim oluyordu ve genelde sivilceler omuz bölgemde çıkıyordu, çok sinir bozucuydu. 2
Banyodan çıktığımda Araf'ın perşembe sabahı bende bıraktığı takımını giydiğini gördüm. O gün yıkayıp ütüleyip dolabıma koymuştum, gelip kalırsa bir daha lazım olur diye. Çünkü bir giydiğini diğer gün giymiyordu. Şimdi bıraktığı takımını da aynı şekilde yaparak bir sonraki sefere saklamalıydım. Onun eşyalarını bende bırakmasını seviyordum.
"Sen ne zaman uyandın?" Dolabın önüne adımlamadan önce komidinden bir sakız alıp ağzıma attım, dolabıma giderek kapaklarını açtım, ne giyeceğime karar vermeye çalışıyordum. "Yarım saat oldu." Alarmsız erkenden uyanması bana şaşırtıcı geliyordu.
"Spor giyebilirsin, rahat bir yer. Ayrıca üşürsün, çok ince giyme."
Onu süzdüm, sadece evinde birkaç kere eşofmanla görmüştüm, bir de gece yatarken şortla. Hep resmiydi, spor bir kıyafetle nasıl olacağını hayal etmeye çalıştım. "Sen takımlasın ama?"
"Gideceğimiz yerde kıyafetlerim var güzelim, senin için de öyle."
"O zaman ben de orada giyerim?" Başıyla onaylayıp pantolonunun düğmesini kapatıp gömleğini üzerine geçirirken yanıma geldi, dolabın önünde durmuş ve göz gezdirmişti kotların olduğu bölüme.
Dolaba bir kolunu yasladığında, düğmelerini kapatmadığı için açılan ön kısmı sabah şöleni yaratıyordu. Ağzımın sulanmaması için yüzüne çıkardım bakışlarımı, her noktası beni aniden iştahlandırıyordu.
Daha çok şort ve etek görmesi kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. "Şort ya da etek giyme üşürsün." Kesinlikle bahaneydi.
Eli pantolonlarıma gitti, birini aldı. "Bunu giy, yeteri kadar sıcak tutar." Mayıs ayında sıcak tutmasından bahsediyordu. Tamam, sabahları soğuk olabilirdi ama arabayla gidecektik, gidene kadar ısınırdı hava. Neyse ki tuttuğu pantolonun kalça kısmı yırtmaçlıydı, bunu bilmeden seçtiğine emindim, sözünü dinleyecektim. Üzerime de bir crop seçtim ve o gömleğinin düğmelerini iliklerken ben de seçtiğim arkası ipli cropumu giydim. Pantolonu da kalçalarımdan geçirip makyaj masama yönelmiştim.
Sadece allık ve parlatıcı sürmeyi düşünüyordum, rahat olmam gerektiğini vurguladığı için. Birkaç malzeme de yanıma alarak gittiğimiz yerde içime sinmezse tamamlardım. Saçlarıma krem sıkıp tarayarak mandal tokamla sabitledim. Fırçamı elime aldığımda Araf'ın sesini duydum.
"Nevra?" Aynadan ona baktım, gözleri kalçamda ve sırtımdaydı. Boğazımı temizledim sesimin alaylı çıkmaması için, ben buydum, böyleydim, kabul etmesi gerekirdi. "Efendim aşkım?"
Dalgındı ve kaşları çatıktı. Kafasında bir şey sorguluyor gibiydi, sanırım farkında olup olmadığımı düşünüyordu. Ellerimi yırtık olan dekolteye götürdüm, "Beğendin mi? Modelini sevdiğim pantolonlardan birisi." dediğim şeyle birlikte kaşları çatık değilmiş gibi iyice indi. "Nevra ne modeli bunun götü yırtık?"
Dediği şeyle kahkahamı tutamadım, öyle bir gülmüştüm ki nefes almayı unutmuştum. Böyle bir şey beklemiyordum, "Araf saçmalama dekolte o."
"Dekolte mekolte bilmem ben kızım, giydiğin etekler bile daha akıl alır cinsten. Ayrıca tişörtün yarısı yok, iple dolamışlar." derken yanıma geldi, üstümdekine baktı, "Nereden aldın bunu? Seni tişört diye kandırmışlar."
"Bunları giymeyeceksen ayı da olurum güzelim, hadi çıkartalım." diyerek pantolonumun düğmesine gitti eli. Ellerini tutarak geri adımladım, bu halleri komik olsa da anlayış gösterirsem yüz bulurdu, çizgimi biliyordu kıyafet konusunda, konuşmuştuk. Bu konuda kıskanç biri olduğundan bahsetse de alttan almaya çalışacağını söylemişti. "Hayır Araf, sen seçtin."
"Kızım ben götünün yırtık olduğunu ne bileyim? Uzun diye aldım verdim işte amına koyayım." dediği şeyle gözlerimi kıstım, üşürsün diye ayak çekiyordu bir de. "Üşürsün Nevra, şunu giyme Nevra..."
Sırıttı, eli belimi bularak kendine çekti. "Tüh, yakalandık." Ellerimle yakasını düzelttim, "Yakalarım." diyerek bir öpücük kondurup aynaya döndüm, allığımı ve parlatıcımı sürerken Araf arkada sessizdi. "Neyse, üzerine bir şey alırsın. Üşüme." diye mırıldandı. İçinden ağlıyordu kesin.
"Güzelim," dediğinde işimi tamamlayıp ona döndüm. Bana adımlayıp bir anda dudaklarımızı birleştirdi. Öpmüyor, yiyordu resmen. Bir yandan geri çekilmeye bir yandan eşlik etmeye çalışıyordum, çilekli parlatıcımı bitirmiş olacak ki geri çekildi. Dudaklarını yalayıp yutkunarak "Bayılıyorum tadına." dedi.
Hoşuma gitse de gözlerimi devirdim, daha yeni sürmüştüm. Çantama attığım parlatıcıyı almaya üşendim ve mırıldandım. "Neyse artık, arabada sürerim."
"Bence de güzelim," kolundaki saate baktı, "Çıkmalıyız."
"Atıştırmalık bir şeyler ister misin ya da kahve?"
"Nasıl?" dediğimde elini belime sararak çıkışa ilerletti beni, "Aşağıda." Evden çıkıp site bahçesine indiğimizde bir titreme gelmişti, gerçekten bu saatlerde soğuk oluyormuş. Araf'ın ben demiştim egolarıyla karşı karşıya kalmamak için üşüdüğümü belli etmedim. Çaktırmadan ona bir yan bakış attığımda bana bakıyordu. "Ah söz dinlesen..." diyerek ceketini çıkarıp omuzlarıma bıraktı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, bu sefer haklıydı.
Nereye ilerlediğimize bakmak için önümü döndüğümde Yunus'u gördüm. Sabahın altısında adam zınk gibi ayaktaydı, hiç uyumuyor muydu? Onu süzmeyi bırakıp arkasındaki arabaya verdim odağımı. Bu her zamanki arabası değildi Araf'ın, bir arazi aracıydı. Sorgulamadan ilerlediğimde Yunus'a doğru yaklaşmıştık. "Günaydın Yunus!"
"Günaydın Nevra Hanım." diye karşılık vererek Araf'a araba anahtarını uzatmıştı. "Bir vukuat var mı?"
"Hayır efendim, her şey sorunsuz."
"Güzel, Aras bugün dönecekti. Söyle akşam bana geçsin."
"Anlaşıldı efendim." dediğinde bana döndü Araf. "Güzelim arabaya geç, üşüyeceksin." Ses tonu kesinlikle itiraz istemeyeceği bir şekildeydi. Yanımda işle ilgili her şeyi açık açık konuşamıyordu. Arabanın içerisinde duymayacaktım sanki, bu yüzden aldırış etmeyip kabul ettim. Yerime geçtiğimde cekete daha sıkı sarıldım, arabanın içindeki sıcak kahveleri ve atıştırmalıkları fark ettiğimde şaşırmıştım. Her şeyi düşünüyordu. Kahvelerden birini elime aldığımda sıcaklığıyla vücudum rahatlamıştı. İyi gelmişti.
Kahvemden bir yudum alıp arabanın önündeki onlara çektim bakışlarımı. Bir şeyler konuşuyorlardı ama neden duyulmuyordu?
Karşılıklı konuşmaları bittiğinde Araf elini Yunus'un omzuna atıp sıkmış, sonrasında şöför koltuğuna ilerleyip yanıma geçmişti. Çok uykum olduğu için sorumu sonraya erteledim.
Kontağı açtığında birkaç ayarla arabayı ısıtmıştı, oturduğum yer de ısınırken ceketi üzerimden çektim. Sıcak ve soğuk zıtlığıyla tüylerim diken diken olmuştu, biraz bekleyince kendime gelmiştim. "Bunları ne ara düşündün Araf?"
Yan bir bakış atıp sırıttı, boşta olan elimi tutarak dudaklarına götürdü. "İçinde sen olan her konu ayrıntılanıyor bebeğim." Gülümseyerek karşılık verdim. Beni şımarttığında ne diyeceğimi bilemiyordum. Nereye gideceğimizin heyecanı da vardı üzerimde. "Biraz uyusam olur mu? Kaç saatte gideriz?"
Gözleri sorduğum soruyla beni buldu. O da heyecanlıydı belli ki, her bakışında gülümseme gizliydi. Bana yaklaşarak dudağımı öptü, üzerimden çekilmeden koltuğumu biraz geriye yatırmıştı. "Uyu bebeğim, iki saatimiz var." Kahvemden birkaç yudum daha alıp bitirdikten sonra sakızımı içine attım. Araf'ın telefonunu elime alıp bağlı olan arabada kısık sesle şarkı açtım. Yolculukta uyurken arkadan çalan şarkı mayıştırıyordu. O arabayı sürmeye başladığında ben de geriye yaslanıp gözlerimi yumdum. Birkaç dakika sonra üzerimde sıcaklık hissetmiştim, Araf'ın ceketiydi bu. Ayakkabılarımı çıkarıp koltuğun üzerine topladım ayaklarımı ve cekete daha çok sarıldım.
Gözlerimi açtığımda yan döndüğüm için karşımda direkt Araf'ı gördüm. Bir eli direksiyonda bir eli dudaklarındaydı. Tekrar yumup açarak kendine getirmeye çalıştığım gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım. Koltukta esneyip dikleştiğimde Araf'ın gözleri beni bulmuştu. Yola baktığımda bir dağ yolunda olduğumuzu fark ettim. "Güzelim?" Seslenmesiyle ona döndüm ve telefonundan saate baktım, "Bir saat uyudum mu ben?" diyerek dudaklarımı ıslattım, yanda duran su şişesini alıp içerken Araf "Yarım saatimiz var, istersen biraz daha uyu."
Dağ yolu olduğu için kıvrımlıydı yollar, "Araf,"
"Dağ ayısı mısın sorumu cevaplamak için mi buradayız?" diye sorduğumda bunu beklemiyor olacaktı ki boşluğuna gelmiş bir şekilde kahkaha attı. "Tabii, öyle de denebilir." Gülerek gözlerimi yoldan alıp ona verdim, çıkan güneş yüzünden gözlüğünü takmış, yola bakıyordu. Sevgilim diye demiyorum ama çok yakışıklıydı. Ya da sevgilim diye diyorum.
Güneşin doğduğu yerden vuran ışık çok güzeldi, o yola bakarken ben de fırsattan istifade bir fotoğrafımızı çektim. Arkada kısık çalan şarkıyı değiştirerek biraz sesini açtım. Uyuyup uyandığım için midem bulanıyordu. "Midem bulandı."
"Torpidoda bir şeyler var güzelim, atıştır istersen." Dediğiyle torpidoyu açtığımda aralarından tuzlu krakeri seçtim. Paketi açarken dudağımı büzdüm, "Uyanıp tekrar uyuduğumda hep böyle oluyor, hiç sevmiyorum." diyerek çıkardığım birkaç krakeri Araf'a uzattım. Elimden almadan yemişti. Bu adamın her hareketinde düşmek zorundaysam, yerden kalkamayacaktım kesin.
"Ben bu yollarda kullansam kesin uçurumdan uçardık." Gülse de kaşları çatıldı, "Arabalarla her anın kaza ile ilgili Nevra, sana şoför tahsil edelim. Böyle olmaz."
İşime gelirdi aslında, buna itiraz etmezdim ama zaten genelde onunla çıkıyorduk dışarı. "Sen varsın ya aşkım, yeter."
Kaşlarını kaldırıp sırıttı, "Ha her şeyimsin diyorsun?" Her şeye bir kılıf uyduruyordu şapşal, komikti hazır cevap olması. Gülerek koluna vursam da yanağına uzandım, bir öpücük kondurarak geri çekildim. "Yo, alakası yok." diyerek dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım. Gözlerini kısıp bana baktığında devam ettim, "Şaka şaka, hadi çabuk sür."
Kraker iyi gelmişti, biraz da olsa yatıştırmıştı midemi. Gidene kadar biraz şarkı söylemiş, biraz Araf'la uğraşmış, biraz da etrafa bakınmıştım. Bir dağ oteline gideceğimizi düşünmüştüm ama karşımda gördüğüm evle bu düşüncem yanlış çıkmıştı. Yukarılarda, böyle bir ev, çok güzeldi. Aralıklı olarak birkaç yerde daha görmüştüm evleri. Araf arabayı park ettiğinde onu beklemeden kapıyı açarak dışarı çıktım.
Önümde gördüğüm ev, manzara, konum... çok güzeldi. Tam bir pazar tatili havası vardı. Gezmeyi, aktiviteyi severdim ama burası insana yalnızlığı sevdirirdi. Arabadan inen Araf yanıma geldiğinde heyecanla ona döndüm. "Araf burası çok güzel."
Gülümseyerek sardı beni, "Beğendin mi?"
"Deli misin? Bayıldım! Sen nereden biliyorsun böyle yerleri? Hadi içeri girelim!" diyerek onu bileğinden tutup çekiştirdim. Arabayı kilitleyerek bana ayak uydurdu. Kapının önüne geldiğimizde anahtarını çıkarıp bana uzattı, her hareketinde bu kadar romantik olması gözümden kaçmıyordu, etkisi büyüktü.
Elinden aldığım anahtarla kapıyı açarak içeri adımladım. O da peşimden geldiğinde geniş bir salon karşılamıştı bizi, duvarlarla bölünmemişti ev. Yüksek tavandı ve üst kata çıkan bir merdiven vardı. Manzarayı kapatmamak için büyük camlarla kaplı olan evin mutfağı da kapalı değildi. "Önce kahvaltı mı istersin yoksa evi mi gezelim güzelim?"
Kahvaltı masası hazırdı, şaşırmıştım buna. Ama öncesinde üst katı görmek istiyordum. "Ev." diyerek ona döndüm. "Ve üst kattan başlayalım." Heyecanım hoşuna gitmiş olacak ki gülerek elimi tuttu ve üst kata çıktık. Oldukça büyük olmasına rağmen çok odalı değildi. Merdivenler direkt yatak odasına açılıyordu, geniş bir yatak ve terasa açılan bir pencere vardı. Evin her detayı ahşap rengiydi. Arkamda olan Araf'ın sesini duydum, "Bazen kafa dinlemek için geliyorum buraya,"
"Tam amacında kullanıyormuşsun." diyerek ona döndüm, gözlerimin içine bakarak bana doğru geldi. Elimi tutup bir öpücük bıraktı boynuma, "Artık birlikte kullanacağız." Hiç itiraz etmezdim, tabii çok sık olmaması kaydıyla. Genelde heyecan sevdiğim için her zaman evde olmak sıkardı beni.
"Gel bakalım." derken yukarıya tırmanan merdivenlere çekerek ilerletti. Çıktığımızda karşılaştığım yer, hayal ürünü bile olamayacak kadar güzeldi. Hamağa yaklaştığımda altının boş olmadığını görmek iyi gelmişti, rahatlıkla oturabilirdik. "Araf burası çok güzel..." karşıdaki manzaraya baktım, elini tutarak yanına çektim kendimi. "Tüm günümüzü burada geçirebiliriz." El ele tutuştuğumuz kolunu bana sardı, "Sen nasıl istersen güzelim. Ama önce," diyerek aşağıyı gösterdi, "Kahvaltı."
Aşağı inip mutfağa geçtik. Biz gelmeden hemen önce hazırlanmış olmalıydı masa, hâlâ sıcaktı. "Her zaman gelir misin buraya?"
"Genelde kış aylarında." dediğinde etrafa bakındım. Kar yağınca çok güzel olurdu buradaki görüntü, girdiğimizde salondaki şömine dikkatimi çekmişti. "Bembeyaz görüntü, çok güzel olur."
"Yine geliriz." Ona döndüm, her zaman geleceğe yönelik konuşuyordu. Ayrılığı hiç düşünmüyor, uzun yıllar birlikte olacakmışız gibi hissediyordu. Ben de onun kadar emin olmak isterdim. "Kahvaltıdan sonra ormanı gezmek ister misin?"
Gözlerim açıldı, "Kaybolmayalım?" dediğimde tepkim komik gelmiş olacak ki gülümsemişti. "Hayır güzelim, ben yanındayken şu korkularını at."
"Egondan boğulma korkum da dahil mi Araf Bey?" Su içtiği için hafif öksürerek güldü. Ben de gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Onunla konuşurken hep gülüyorduk, gülümsüyorduk. Birlikte muhabbet etmeyi seviyorduk. Tek kaşını kaldırarak "Bak ona bir şey diyemeyeceğim." diye sırıttı.
Ağzım aralandığında gözlerimi kıstım, "Çok gıcıksın." Elimi tutarak dudaklarına götürdü. Sonrasında önümdeki tabağı işaret ederek yemem gerektiğine vurgu yaptı. Kahvaltımıza devam ederken aklıma gelen soruyu sordum. "Sen de Aras da çok hızlı yiyorsunuz. Babandan bir alışkanlık mı?" Annesinin olmadığını biliyordum, o yüzden babasını vurguluyordum sadece. "Askerlikten kalma, Aras da benimle büyüdüğü için bana benziyor."
"Doğru, biz de Yağmur'la kardeş olmadığımız halde bazı huylarımız benziyor. Büyüdüğü ortama göre şekilleniyor insan. Aras çok şanslı, onun için çok özen gösteriyorsun."
Küçükken acaba bir abim ya da ablam olsaydı, ailemle büyüseydim nasıl biri olurdum diye düşünüyordum. Rabia annem ise bu konuda çok hassastı, bunları düşünmemem için elinden geleni yapardı. O acabaların içinde olmayı sevmezdi, bunu değiştiremeyeceğimiz için düşünüp duygularımıza esir olmamız yanlıştı. Anı ve olanı kabul edip sevmeyi o öğretmişti, isyansız büyütmüştü beni.
"Şans değil de olması gereken. Ayrıca," diyerek bana baktı, düşüncelere daldığımı anlamıştı. Elimi tuttu, "Tüm özenim sensin." Beni nasıl güldürmesi gerektiğini biliyordu, her şeyi bildiği gibi. İşinde de eşinde de zeki bir adamdı. Küçük yaşta sınıf atlamalarından belliymiş. Garip olan egoyu sevmesine rağmen bunlarla övünmemesiydi, garip ama çekiciydi. Ne kadar ona karşı egoist desem de öyle olmadığını görüyordum.
O pek anlatmasa da ben konuşturuyordum. Çokça da konuşuyordum. Yine tekrarlardan biri yaşandı, çok konuşarak onu da konuşturdum. Onunla olduğumdan beridir konuşmalarımızdan sıkıldığını hiç düşünmedim. Beni güzel dinliyordu, bazen düşüncelerini belirtiyor bazen de tüm düşüncelerimi ve duygularımı hissetmek ister gibi gözleri yüzümün her noktasında oyalanıyordu.
Kahvaltımız bittiğinde masayı toparladık ve beni yukarı çıkardı. Topluluk konusunda pek özenli sayılmazdı, düzensiz bir topluluğu olması onu dağınık gösteriyordu.
Dolaba yönelerek kapaklarını açtığında, "Yine üşürüm diye uzun şeylerle doldurmuşsundur dolabı sen..." diye söylenip yanına gittim.
"Evet, öyle istemiştim. Dağ ayıları çok fazla etrafta. Ama," derken sözünü bölmüştüm. Koluna dokunarak alaya aldım, "Sen yetersin sevgilim." dediğimde kolunu boynuma sararak başımı kendine çekip sıkıştırarak saçlarımı karıştırdı. Bunu fazla güç kullanmadan yapmıştı. Gülerek boğuk çıkan sesimle onu ittirdim, "Öküz müsün Araf boğuluyorum!" diye abartılı bir tepki verdim. Geri çekildiğimde yanağıma dudaklarını değdirdi. "Soğuk olmayacağı için pek rahat edemeyeceğini söylediler," yüzü bir şeyi hatırlarcasına buruşmuştu, "Gösterdiklerini görünce onlarla neden çalıştığımı sorgulamadım değil. Neyse ki sonunda yarım bir şeyler bulabildi."
O anlatırken ben dolaptaki kıyafetlere bakıyordum. Biker taytlardan bahsediyordu, bir de birkaç sporcu atleti, ince sweatler vardı. Bunları kim hazırlıyorsa onunla görüşmem gerekirdi, zevkleri güzeldi ama Araf'ı dinlememeliydi. "Göndermeden önce kontrol mü ediyorsun bir de Araf?" İnanamazca baktım yüzüne. Sırıtıyordu, "Tabii kızım ne sandın?"
Göz devirerek seçmek için birkaç tayta baktım, "Çok fenasın." Arkamdan belime sarılarak boynumu öptü, "Evet, sana."
Siyah sporcu atleti ve beli yüksek bir tayt seçerek Araf'ın omzuna koydum. Bir de ince krem bir sweat alarak ona döndüm. Seçtiklerimi eline almış bakıyordu, taytı gösterdi. "Bunun otuz altı beden olduğuna emin miyiz güzelim? Kalçalarından çıkacak mı?" diyerek üzerime tutmuştu.
"Araf tayt o, toparlıyor. Ayrıca kalçalarıma büyük mü demeye çalışıyorsun sen?"
"Olur mu öyle şey güzelim? Yani olur, öyle ama öyle değil. Büyük anlamında değil, ideal anlamında." diye cümleler sıralayıp yüzünü buruşturdu, ne saçmalıyorum ben dercesine. Dalga geçtiğimi fark etmişti. Gözlerini kıstı,"Ayıp, koskoca adamı düşürdüğün hallere bak."
Kahkaha atarak elindekileri aldım. "Üzgünüm, yanımda beş yaşında oğlan çocuğusun Araf." diyerek yatağa doğru adımladım. O da sırıtarak dolaba çekmişti bakışlarını, kendisi de değiştirecekti üstünü. Elimdekileri yatağın üzerine bırakıp büstiyerimi çıkardım ve üstümü giydim. Pantolonumu da taytla değiştirdiğimde kombinime beyaz yarım çorapların uyacağı kanaatine vardım. Umarım istemiştir Araf. Ona baktığımda giyeceği şeyleri seçmiş gömleğini çıkardığını gördüm, onu en son Aras'la kahvaltıda denk geldiğimizde görmüştüm spor bir kıyafetle.
Üzerine siyah bir tişört ve altına da aynı renkte şort giymişti. Bana uydurmuştu. Hangi birine takılmalıydım; uyumlu olmamız için dikkat etmesine mi, giydiklerinin ona çok yakışmasına mı?
Kısa kollu tişörtü kolundaki dövmeleri açıkta bırakıyordu, kendisini kasmasa da şişkin duran kol kaslarıysa bu görüntüyle birleşince tarif edilemez bir his oluşturuyordu. Bakışlarım şortuna kaydığında yutkunmadan edemedim, basit günlük kıyafetlerdi ama onda ilk defa görmem heyecanlandırmıştı beni.
"Neden hiç spor giyinmiyorsun Araf?" Sorum istemsizce dökülmüştü dudaklarımdan, onu süzerken. Çıkardığı takım elbisesini yatağa bıraktı. "Her an işim çıkabiliyor güzelim."
"Olsun." diyerek kendimi toparlayıp çıkardığımız kıyafetleri katlayarak dolaba koydum. Biraz daha baksaydım üzerine atlamadan duramazdım. Farklı bir al benisi vardı. Üstelik çekiciliği yanında bana yaşattığı anlar da gözüm önüne gelince yanıyordum. Bunu belli etmemeye çalıştım.
Seçtiğim ince sweati belime bağlarken Araf yanına bir çanta almıştı. Dolabın çekmecesini açarak beyaz bir çorap uzattı bana. Ağzım aralanırken, "Çorap isteyeceğimi nereden anladın?" demiştim. Göz kırparak ilerledi.
Aşağı indiğimizde mutfağa uğrayarak büyük su mataralarını ve birkaç şeyi daha çantaya koydu. Bir şey unutmuş olacak ki tekrar yukarı çıktı. Atıştırmalıklardan biraz attım ağzıma, abur cubur seviyordum. Sağlıksız şeyler yemenin hobi olması çok yanlıştı ama umrumda değildi, Yağmur'la çok fazla hareketli olduğumuz için enerjilerini atıyorduk.
Araf geldiğinde ellerimi yıkayıp bir bardak su içerek ona döndüm. "Bir şey mi unuttun?" dediğimde elindeki güneş kremini gösterdi. Bana doğru gelirken kapağını açtı ve eline birkaç damla sıktı. "Bu kadar düşünceli olmak yormuyor mu beyefendi?" Elindeki kremi yüzüme noktalar halinde bırakmıştı, sırıtarak "Seni düşünmek tüm yorgunlukları alıyor." dedi.
Alt dudağımı ısırarak kollarımı boynuna dolayıp ona daha çok yakınlaştım, yüzümü kaldırarak saçlarımın geriye gitmesini ve kremi daha kolay sürmesini sağladım. Dağıtmadan önce dudaklarıma indi bakışları, minik ve yumuşak bir öpücük bırakmıştı. Kremi dağıtırken gözlerimi kapattım. Boynuma, omzuma, kollarıma da sürmüştü. Boynuma bıraktığı damlalardan bir tane alıp yüzüne dokundurdum. "Kendine de sür." diyerek elimi açtım. Elime sıktığı kremi yüzüne yedirmiştim.
Kremin yanında getirdiği şapkalardan birini bana takmıştı, diğerini de kendi taktığında uyumumuz hoşuma gitti. "Araf, boy aynası var mı?"
Onu da çekiştirerek girişe yöneldim. Ne yapacağımı anlamıştı, fotoğraf çekmeden duramıyordum güzel bulduğum şeyleri. Hiç fotoğraf çekilmese de nasıl çekilmesi gerektiğini çok iyi biliyordu, bana anlık kareleri çok güzel veriyordu. Arkamdan belime sarılırken boynuma bir öpücük kondurduğunda şapkası yüzünü gizlemişti. Tam hikayede paylaşmalık bir kareydi, sosyal medya kullanmadığı için o fark etmeden istediğim şeyi paylaşabiliyordum.
"Hadi güzelim." diyerek çıkmam için komut vermişti. Bazen bir anda ciddileşip keskin oluyordu, sesi ve duruşu itiraz istemezcesine. Bunu karşı tarafa aşılıyor ve komutuna uyduruyordu. Ne zamanlar net olduğunu anlayabiliyordum.
Elimi tutup çıktığında dışarıda ılık bir rüzgar vardı, hava güzeldi; ne üşütür ne yakar. Ağaçlıklara doğru ilerledik, "Araf,"
Yüzüm tereddütlü bir hal almıştı. "Burada yılan falan çıkar mı? Ya gerçekten ayı varsa?"
Gözlerim dehşetle açıldı, "Gerçekten mi?"
"Evet, Nisan ayında uyanırlar genelde. Bu aylarda da pek aç olurlar."
Dalga geçtiğini anlamam uzun sürmemişti, "Bir ara boks kursuna gitmiştim, sen kendini düşün. Gerçi arkadaşlarınla anlaşırsın." diyerek önden yürümeye başladım. Kahkahası yankılanırken kolumdan tutup yanına çekti, "Gel buraya."
Kaşlarımı çattım, onunla uğraşmak güzeldi, benim de hoşuma gidiyordu. "Benimle dalga geçme."
"Hı-hı." diye bir onay sesi çıkartırken kolunun altına aldı beni. Ellerimi beline sararak başımı kaldırıp ona baktım, "Bu arada boks konusunda ciddiyim," diyerek yumruk yaptığım elimi gösterdim. "Hatta kursta yanlışlıkla bir çocuğun burnunu kırmıştım."
Gülmemek için dudaklarımı bastırdım, "Sinirimi bozuyordu, karşılıklı partner olduğumuzda biraz sert kullanmışım..."
Yüzü buruştu, "Artık öyle şeylere gerek yok, benimle yaparsın her şeyi." Düşmemek için önümdeki yola çevirdim bakışlarımı, neye sinir olduğunu anlamıştım. "Araf gerçekten katıksız ayısın, kurs partneri, üstelik burnunu kırdım diyorum." Bazen, hatta bazen değil her zaman yobazdı bu konuda. Bir erkekten bahsetmem anında yüzünü düşürüyordu, ne olursa olsun. Fazla kıskançtı.
Giderek içerilere giriyorduk. Araf'ın yardımıyla büyük kayalıkların üzerine çıkıyordum bazen, bazen de üzerinden atlıyordum. Bir dal parçasıyla Araf'ın arkasından gidip boynuna sürtmüştüm birkaç defa. Hiçbirinde de irkilmemişti. Bana boşluğum anında bir defa aynısını yaptığında ağaçlardaki tüm kuşları uçuracak kadar cırlamıştım.
"Araf!" diyerek kolundan ittirdim, "Çok gıcıksın, hiç mi bir şeyden korkmaz insan ya?" İttirdiğim kolumdan tutarak kendine çekip duraksadı, belimi sararak burnunu burnuma sürttü. "Sen korkma diye korkusuzum."
Bu cümleleri nereden buluyordu, nasıl kuruyordu bilmiyorum ama bende nereye ulaşıyordu çok iyi biliyorum. Dudaklarımı dudaklarıyla buluşturdum.
Romantik dediğimde hep bir öküzlüğü geliyordu ardından, öküz dediğimdeyse dünyanın en romantik adamına dönüşüyordu. Bana hissettirdikleri da aynı onun gibiydi, dengesiz. Ona bazen deli oluyor bazen de deli gibi istekli oluyordum. Aşk böyle bir şey mi bilmiyorum ama giderek bağlandığımı hissediyordum. İlk defa Rabia annemin sözünden çıkıyordum, hataya düşeceğimi bildiğim halde. Küçükken ne zaman onun sözünden çıktıysam hep ağlamıştım, büyüdüğümdeyse hiç gözyaşım akmamıştı; onu, düşüncelerini, sözlerini öğrenmiş, o olmuştum.
'Öyle sıkı bağlarlar ki, kıpırdayamazsın. İz bırakırlar, canını acıtan izler. Onlar aşkla değil halatla sararlar.'
Gözlerimi açıp geri çekildim, tüylerim diken diken olmuştu. Gülümseyerek yanağına bir öpücük bıraktım, etrafıma baktım. "Belirli bir yol var gibi aklında?"
"Evet güzelim," diyerek elimi tutup yürüdü. "Suyu sevdiğini söylemiştin."
Dağda ne suyu diye düşünmedim değil. Ama konu Araf ise dağa bile havuz çıkarmış olabilirdi. Gideceğimiz yere varana kadar etrafta farklı farklı bitkiler, mantarlar, ağaçlar gördüm. Araf buraları iyi biliyor gibiydi, ne olduklarını, zehirli-zehirsiz olanları, çoğu şey hakkında bilgi sahibiydi. Çoğu ülkeyi gezdiği gibi ülkedeki çoğu yeri de gezmişti, ben de gezmeyi seven biriydim. Birkaç ülkeye gitsem de her şeyi ve her yeri görme fırsatım olmamıştı, iş için gitmiştim. Gezmek için fazla birikmişliğim olması ya da Araf gibi para basmam gerekirdi.
Sıcakladığı için duraksayıp çantayı tek eline alırken diğer eliyle de tişörtünü çıkarttı. Tişörtü çantaya sıkıştırıp matarayı alarak kapağını açtığında bana uzattı. Birkaç yudum alıp ona geri uzattığımda yarısını bitirip geri koymuştu yerine. Elimi tutup tekrar ilerledi. Onu süzmeyi bırakmalıydım, alışkanlık haline gelmişti. Ama gördüğüm görüntüden bakışlarımı ayırmak imkansız gibiydi. Müsait bir yerde kesinlikle fotoğrafını çekip kendime saklamalıydım, heykel gibi adamdı mübarek. Dudaklarımı ıslatıp önüme dönecekken yerdeki bir şeye takılıp tökezlemem aynı anda olmuştu.
Araf'ın elleri beni buldu, "Dikkatli ol güzelim." Gözlerimi devirdim, "Dikkatliyim, neye bakacağım sanki, önüme bakıyorum, oraya taş mı konur?" diyerek söylendiğimde arkamı dönüp baktım. Gülümsedim, "Çalıymış." Onu süzdüğümü anlamaması için saçmalamıştım. Hoş, neden böyle bir çabaya girdiğimi de anlamadım, utanan birisi değildim, açık olurdum. Ki kendisi de sevgilimdi, doğaldı.
Birkaç yürüyüş, birkaç fotoğraf ve birkaç sakarlığım sonucu geldiğimiz yerde beni böyle bir şeyin karşılayacağını tahmin etmemiştim. Şelalenin yaydığı ses ve görüntü büyüleyiciydi.
Belime sarılarak çenesini omzuma koydu,"Beğendin mi?" diye sorduğunda ona çevirdim yüzümü, "Beni daha ne kadar şaşırtacaksın acaba?" diyerek tekrar önüme döndüm. Böyle bir yere geleceğimizi bilsem yanımıza mayo aldırırdım, suya girmek için çok güzel bir yerdi. Adımlayıp dizlerimi kırarak suya yaklaştım, ellerimi içerisine daldırarak gezdirdim. "Araf, lütfen girelim."
"Gireceğiz güzelim." dediğinde ona döndüm, "Nasıl yani mayo aldın mı yanımıza?" Gülümseyerek başıyla onayladı. Ayağa kalkıp ona doğru ilerledim, bir buse vermek için...
---
Yorgunluğum eve yaklaştıkça gün yüzüne çıkıyordu. Araf'ın koluna asılmış, başımı omzuna yaslamıştım ve eve ilerliyorduk. Dudaklarımı büzerek "Yorgunluktan bayılacağım." dediğimde bu anı bekliyormuş gibi kendimi aniden Araf'ın kucağında bulmamla küçük bir çığlık kaçtı ağzımdan. "Araf!"
"Bu yüzden söylememiştim," desem de hoşuma gitmişti, ayaklarımı sallıyordum. Sırtındaki çantayı hatırladığımda ellerim omuzlarını okşadı, haddinden fazla güçlüydü. "Neyse ki bu kaslarını bugünler için yaptın." diyerek yanağımı yanağına dokundurdum. Sırıtarak bana çevirdi yüzünü, "İleri görüşlülük desen, o da var." dediğinde gözlerimi devirdim, egosunu okşamasa olmuyordu.
Eve geldiğimizde bedenim direkt duş istemişti, benden sonra da Araf girdiğinde mutfağa indim. Acıkmıştım, ben acıktıysam Araf hayli hayli açtır.
Buzdolabını açtığımda bir günlük olacak kadar yiyecek görmek şaşırmamı sağlamıştı. Sabah da kahvaltı hazırdı, uğraşmamız gereken bir şey yoktu. Sadece dondurulmuş pizzayı ve patatesi fırına atmam gerekiyordu. Onları halledip masayı hazırlarken Araf inmişti.
Gülümseyerek onayladı. O otururken ben de mutfağın ardında olan salona doğru ilerleyerek koltuğun yanında saçlarımı sardığım havluyu çıkardım. Birkaç kez gezdirerek nemini alıp koltuğun kenarına bıraktım havluyu. "Beni şöyle izleme, en basit bir şeyi bile yapamıyorum."
"Alışmalısın, her daim böyle izleyeceğim."
'Sardıkları halat çiçeklidir, sen önüne serdikleri halı sanarak geleceğe adımlarsın. Halbuki bağladığı halatın kuyruğudur o.'
Yanına giderek ben de yerime geçtim. Suyumdan bir yudum aldım, "Bir şey fark ettim, bilmiyorum farkında mısın, konuşmalarımızda hep geleceğe yönelik konuşuyorsun."
"İleri görüşlü olduğumu söylemiştim." diyerek sırıttı. Alaya alsa da ben ciddi olmak istiyordum, "Olsun, çok kesin konuşma, her şey olabilir." dediğimde sözlerimdeki tereddütü anlamıştı.
"Bana güven Gece'm. Bir şey söylüyorsam o kesindir, aksi olmaz."
Her zaman söylüyordu güvenmem gerektiğini, ona güveniyordum. Beni çok sevdiğini, koşulsuz güveni hissettiriyordu bana. Biliyordum.
"Biliyorum biliyorum, bunu hep vurguluyorsun." diyerek pizzadan bir ısırık aldım, fast food seviyordum. Aklıma gelen şeyle gülümsedim, "İlk öpüştüğümüz geceyi hatırlıyor musun?" Soru olarak sormamıştım bunu, hatırlatmak için söylemiştim. Gözlerimi kısarak devam ettim, "Tabii o zamanlar dengesizin tekiydin." Araya lafımı sıkıştırmadan olmazdı, uygun anda acımazdım. "Attığım fotoğrafı hatırlayıp dondurma almıştın, çok şaşırmıştım. Senin gibi bir hödükten beklenmezdi."
"Neden almıştın? Peşimden gelmen de şaşırtmıştı gerçi." diyerek kolamdan bir yudum aldım.
"Seni öpmemin aniden ve öylesine olduğunu düşünmemen için." Haklıydı. Öylece gitseydi bunu düşünebilirdim. Ama aniden olduğunu sanıyordum, bu hiç değişmemişti. "Aniden değil miydi?"
"Hayır güzelim, o an öpmek istediğim için öpmedim seni." Kaşları çatıldı. "Tek taraflı istekle böyle bir şeyi yapmam."
"O gün seni geri çevirmemdeki neden karışık olmamdı."
"Biliyorum. Sorularına cevap niteliğindeydi dondurma iması."
Dudaklarımı büzdüm, "Ayrıca regl dönemimdeydim. Duygularımı da kontrol edemiyordum. Eve alsaydım seni yerdim." dediğimde onu güldürmüştüm. Onu hep güldürüyordum.
"Araf." demiştim sondaki a harfini uzatarak.
"Güzelim." Beni taklit etmesini ve onu taklit etmeyi seviyordum. Aramızdaki cilveyi kıvılcımlandırıyordu. Benimle muhabbet ederken her zaman bir teması olması da bunu artırıyordu; bazen elimi tutuyor, bazen parmağımı, avucumu, bileğimi okşuyor, bazen tırnaklarımla oynuyor, parmak ucunu gezdiriyordu. Saçlarımı geriye doğru taramayı ya da perçemlerimi sıkıştırmayı seviyordu. Beni seviyordu, güzel seviyordu.
Yemeğimizi yediğimizde Araf konuşmamızı daha güzel bir yerde devam ettireceğimizi söyleyerek beni yukarı çıkardı. Çatı bölümünde manzaraya karşı bulunan hamak yerine getirmişti. Köşeye ilerleyip bir kolu çektiğinde açılan kapakla dolap olduğunu anladığım yerden yastık ve pike çıkartarak üzerine attı.
"Hadi ben neyse de, bu seni taşır mı ayol?" diyerek ona atıştım. Sırıtarak tek kaşını kaldırıp bana döndü, belimden tutarak kucağına aldı beni. "Deneyimleyelim." diyerek oraya ilerlediğinde kollarımı boynuna doladım. "Neyse, düşersek de birlikte artık." Düşmeyeceğimizi biliyordum, sağlam olduğu belliydi. Ayrıca daha önce de geldiğine göre her zaman kullanıyordu. Böyle şeylerden korkmuyordum.
Uzanarak beni de üzerine aldığında saçlarımı yana atıp manzaraya döndüm. Sakinlik yerine karmaşayı daha fazla severdim nedense, ama onunla en sakin an bile eğlenceliydi. "Normalde yalnız kalmayı sevmem, sıkılırım. Ama seninleyken hep o anda olup soyutlanmak istiyorum." Manzaraya karşı söylediğim cümlelerimi bitirerek ona döndüm, göz göze geldik. Saçlarım aramıza düşerken onları geriye attı, yanağıma dudaklarını bastırdı. "Hayatıma girdiğinden beri tüm somutum da soyutum da sensin Gece'm."
Tüm somutu bendim, tek gördüğü şey; tüm soyutu bendim, tek hissettiği şey.
"Mesleğini yanlış seçmiş olabilir misin? İnşaatta binaları dizen bir adam değil de şiirlere mısraları dizen bir şair gibisin sevgilim." dediğimde sırıttı, ne diyeceğini tahmin edebiliyordum. Onu yavaş yavaş tanıyordum.
"Şiirim sensin, beni şair eden."
'Dizdikleri kelimeler taştan duvar, ardını görmemen için. Dikkat et.'
Gülümseyerek elimi yüzüne götürdüm, yanağını okşayarak göz devirdim. "Takım elbisesiz daha yumuşaksın sanki?" dediğimde gözlerini kıstı, yüzü düz bir hal aldığında sert bir mizacı olduğu için anında gizlenebiliyordu duyguları. "Emin misin?"
Onu bildiğim için bu halleri komik geliyordu, ciddiye alamıyordum, işaret parmağımla burun ucuna dokundum."Hâlâ evet canım." diyerek başımı salladım. Dudaklarımızı birleştirdi, "Doğru."
Kucağında doğrulup oturur pozisyona geldim. Bir dizimi kendime çekip yanağımı yaslayarak dağların üzerinde gezdirdim gözlerimi.
'Kaya gibi semsert görünürler, seni korurmuş gibi. Halbuki ana kuzusu çömezler.'
"Annen yaşasaydı bir kadına ihtiyaç duyar mıydın Araf?"
"Ne?" Sesi gerçekten anlamadığını destekler nitelikte çıkmıştı. Yüzüne baktığımda kaşları da çatılmıştı. Oturduğum yerde toparlandım, "Yani, Rabia annem, baban olmadığı için bir adama ihtiyaç duyacaksın, bu boşluğunu kullanmak isteyenler çok olacak dikkat et kızım, derdi. Başta saçma gelmişti ama kendisine de öyle olmuş, zamanında babasından görmediği ilgiyi başkalarında aramış."
Bu dediğimle daha fazla kaşları çatılan Araf arkasındaki yastığı düzelterek kendisini dikleştirdi. Beni de kendisine daha çok çekerek sırtımı göğsüne yasladı, çenesini omzuma koyarak konuştu, "Bunu bir ihtiyaç olarak görürse kullanılır ya da kullanır insan, cinsiyet fark etmeksizin güzelim."
Yüzümü ona çevirdiğimde dudaklarım şakaklarına değmişti. "Nasıl yani?" dediğimde beni kucağındayken kendisine çevirerek dizlerini kırdı ve arkama yaslanmamı sağladı. "İlgiye ya da sevgiye ihtiyaç duymadım, duymam da. Seni ihtiyaç gördüğüm bir boşluğu doldurman için hayatıma almadım Nevra Gece,"
Saçlarımla oynamaya başladı, gözleri her zamanki gibi yüzümde geziniyordu. "Aşk ya da sevgi bu değil. Nedensizce varsın, bu yüzden o neden ne bir gün yok olacak ne de bulunacak. Annem yaşasaydı da biz olacaktık," Baş parmağıyla yanağımı okşadı, "Geçmişinin boşluğunu dolduramam ama geleceğinin doluluğu olabilirim; ailenin yerini dolduramam ama ailen olabilirim."
Dudaklarını yaladı, duraksayarak konuşuyordu. Onu ilk defa böyle görüyordum. Normalde akıcı konuşan Araf şimdi kelimelerini fazlasıyla seçiyordu. "Anne ve babanın sevgisini bir başkasında arayamazsın güzelim, çünkü sevgiler kıyaslanamaz." Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, "Bu konularla seni üzmek istemiyorum, tekrar tekrar hissettiğin eksiklikleri gün yüzüne çıkarmak istemiyorum bebeğim ama baban değilim, seni baban gibi sevemem. Ya da annen..."
Eksiklik. Bu kelime bende yoktu. Vardı ama yoktu. Rabia annem bu kelimeyi yasaklardı bana, o vardı çünkü. Tüm eksikliklerimi doldurup, gideriyordu. Bu yüzden üzülmüyordum ya da eksikmiş gibi düşünmüyordum.
"Yanlış düşünme sakın, sevmiyorum değil sevgimi benzetme diyorum. Seninle zorunlu bir bağım yok, sen olduğun için seviyorum seni. Bu yüzden ne sen bir başkasının yerini doldurmak için hayatımdasın ne de bir başkası senin yerini doldurabilir."
"Yanlış düşünmedim aşkım." Omuz silktim, "Ayrıca eksik hissetmiyorum sanırım, Rabia annem özellikle tembihlerdi. Hiç hissetmedim onun sayesinde." Gözleri gözlerimde asılı kaldı. Çeneme indirdiği parmağıyla yüzümü yüzüne yaklaştırarak dudaklarımızı birleştirdi. Narindi öpücüğü, seni seviyorum der gibi. Geri çekildim, "Bir hafta oldu ama bir sene geçmiş gibi hissediyorum Araf." dedim. Neyi kastettiğimi sorarcasına göz kırptı. "İlişkimiz."
"Pazartesi açıldın bana canım, ben o günü sayarım." dediğimde sırıtarak perçemimi parmağına doladı. "Bir önceki öpüşmemiz, beni öpmen, odamda uyuman, toka bahanesiyle yazmaların. Ben bunları da sayarım."
Omzuna vurdum. "Hadi oradan be, bahane değildi tokam." dediğimde kendimi bile kandırmak istesem de başarılı bir sonuç elde edemedim. Göz devirerek, "Pekâlâ biraz flört etmek istemiş olabilirim."
"İşte adı konmamış oynaşma," deyince yüzü ekşimişti. "Başlarım oynaşmana, ne o öyle? Aslanlar gibi ilişkimiz vardı, net." Kaşlarım dalga mı geçiyorsun dercesine kalkmıştı, "Net mi? Biz?"
"Ya tamam başta bi' dengemiz şaşmıştı ama o da vurgundan yavrum," diye konuşurken omzuna vurarak böldüm onu, "Şöyle kabadayı kabadayı konuşma." dediğimde sırıtarak burnunu burnuma sürttü. "Hm... neden?"
Ne yapmaya çalıştığını anladığım için bozmak istedim, çıkışırca "*zıyorum Araf," dediğimde kahkahasını tutamadı. "Ya sabır, konuşma işte. Hem, hiçte net değildik. Yani ben değildim." Duraksayıp dudaklarımı ıslattım dilimin ucuyla, gülmemek için alt dudağımı ısırdım. "Sana sövüp duruyordum." İşaret parmağımla çenesinde çıkan kirli sakallarını okşadım. "Tabii bir yandan da pis bi' albenin vardı." diyerek sırtımı yere yatırıp başımı saçlarımla birlikte aşağı sallandırdığım da Araf ellerini belime sardı. "Dikkat et."
"Parça?" diyerek üzerime uzandı. Açıkta kalan boynuma bir öpücük bıraktı. "кусок."
"Pedazo." dediğimde belimden sarsmıştı, aniden ufak bir çığlık kaçtığında ağzımdan kollarına tutundum. "Pekâlâ pekâlâ... morceau." dediğimde kaşlarını çatsa da gülüyordu. Anlamıştı, Fransızca bildiğini unutmuştum. Burnumu buruşturdum, "Ay sen de Fransızca biliyordun de mi?" derken sonundaki harfi uzattım.
"La seule langue que je connais est ta langue."2
Şöyle cümleleri kurup, bana bahşetmesi çok güzeldi. Hoşuma gitse de aramızdaki çekişmeyi bozuntuya vermedim, "Yalan da ağzına yuva yapmış."
Sırıtışı yüzünde, bir eliyle iki yanağımı da sıkarak dudaklarımı öne çıkardı, "Ağzıma yuva yapan tek şey dudakların bebeğim." diyerek öpücük bıraktı. Uzanarak beni üzerine çekti, tekrar eski pozisyonumuzu aldık. "Senin böyle biri olacağını hiç düşünmezdim."
"Seninle böyleyim." Gözleri gözlerimde sorumu yanıtladı. Bunda da haklıydı, iş yerinde yanımda olduğu gibi değildi ya da dışarıda. "Ailen? Yani baban ve Aras. Onlarla nasılsın? Aras'tan bahsetsen de babandan çok bahsetmiyorsun. Ya da akrabaların?"
"Gerek var mı? Tanışacaksın zaten." Bu konuda da iş konusunda olduğu gibi ketumdu. "Neden bahsetmiyorsun ki?"
"Seni huzursuz etmek istemiyorum güzelim."
Gülümseme eklendi yüzüme, rahatsız olacağımı düşünüyordu. "Neden öyle olsun Araf? Rabia annem: yoksa yoktur, üsteleme, olan yeter, üzülerek kazanamazsın, derdi. Haklı da, bu yüzden hiçbir şey için üzülmem ya da huzursuz hissetmem." Gözleri bendeyken kaşları çatılmış, dudakları bir şey demek için aralanmıştı. Aralık dudaklarını kapatarak dilinin ucuyla ıslattı. Konuyu değiştirmek istedim, böyle huzursuz edici konularda sıkılıyordum. "Dün ne yaptınız kulüpte? İş için neden orada toplanıyorsunuz?"
"Çocuklarla Cumartesi geleneğimizdir. Toplantı ve ilgili konuları hakkında konuştuk güzelim," sözünü böldüm, "Tamam da evde çok da büyük çalışma odan var, orada toplanın neden kulüp?"
"Belli bir nedeni yok, Timur orada takılırdı, öyle uyarladık. Aras da gözümün önünde oluyor."
Yüzüm buruştu, mırıldandım."Her b*kun altından çıkmasa olmuyor."
Kaşlarımı kaldırdım, "Timur, arkadaşın. Gıcık oluyorum ona, çok gıcık." dediğimde güldü. "Görüyorum ama kendini sinir etmene gerek yok güzelim," diyerek saçlarımı okşamaya başladı. Devam edeceği belliydi cümlesine ama böldüm onu, "O sinir ediyor, ilk karşılaşmamızda kendisi söyledi, yok seni hiç gözüm tutmadı yok dikkat et."
"Biliyorum biliyorum. Ama merak etme öyle bir konuşma geçmeyecek yeniden."
"Olsun gıcık oluyorum yine de, dakika başı senin yanında bitiyor," deyip kollarımı ona sarıp başımı göğsüne yasladım, "Ben paylaşımcı biri değilim, gitsin başkalarının yanına." dediğimde gülerken saçlarıma öpücük kondurdu. "Hep böyle açık ol güzelim."
Dediğini tam anlayamamıştım, yüzümü ona çevirdim. "Nasıl?"
"Çekinmeden söyleyebiliyorsun bana her düşünceni, bayılıyorum bu huyuna."
'Her şeyi paylaşma, bazıları sadece kendi içinde kalmalı, kimseye bahsetmemen gerekir yara almamak için.'
Omuz silktim, "Beni yadırgamayacağını ya da anlayacağını düşündüğüm için rahatım. Hem neden çekineyim, sen söylemiştin: sevgi ve sadakat, güven ve dürüstlükten geçer. Bu yüzden her şeyimi paylaşmam gerekmez mi sevgilimle?”
'Gerekmez, paylaştıkça tıpkı bu gibi yaralar alırsın, bazı şeyleri içinde tut Gece.'
Hoşuna gitmişti onun söylediklerini hatırlamam, alnıma dudaklarını bastırdı, "Söz dinleyen bir sevgilim var sanırım?"
Tekrar omuz silktim, "Bana da doğru geldi, benim için de eş bu demek sanırım." dediğimde boynuma ve omzuma öpücükler bıraktı.
Umarım Rabia annem kızmazdı. Onunla düşüncelerimiz aynıydı fakat Araf da ona zıt konuşmasına rağmen doğruydu. Kim haklı bilmiyordum, Araf bu yüzden dengemi bozuyordu sanırım, düşüncelerim karmakarışık bir hâl alıyordu. Konuyu değiştirdim, "Yunus'la ne konuştunuz bu sabah?" Dudaklarımı büzdüm, "Arabadan da duyarım diye kabul edip gitmiştim ama hiçbir şey duyulmadı," kaşlarım çataldı, "Gıcık oldum, neden boğuk geldi sesler?"
Sırıttı, "Ses izolasyonu var güzelim."
"Her yerde kullanıyorum, evde fark etmedin mi?"
"Gerçekten mi, evinde de mi var? Hiç dikkat etmedim. Neden kullanıyorsun?"
"Migren." dediğinde anladım, "Doğru," yüzüne yaklaşarak dudaklarımı dudaklarına sürttüm. "Yatak odan da dahil mi?" Bakışları dudaklarıma indi, "Dahil."
Dilimin ucuyla dudaklarımı ıslattım, "İstediğimiz gibi ses yapabiliriz yani?" dediğimde dudağının bir kenarı kıvrıldı, beni kendine çekti. "Ben migren diyorum," alt dudağımı emerek ısırık bıraktı, "Bebeğim neler düşünüyor?.." dediğinde daha derin karşılık vererek öpüşmemizi devam ettirdim. Hiç öpüşmemiş gibiydi öpücüklerimiz. Onu, onunlayken bile istiyordum.
Dudakları üzerine fısıldadım. "Araf devam edersek…" Derin ve sık nefesleri onun da aynı durumda olduğunu gösteriyordu. "Kalkalım mı?"
Nefesini vererek kısıkça güldü, "Çoktan uçuşa geçti bebeğim."
"Ne?" dediğimde yerimizi değiştirerek beni altına aldı. Bacaklarımı sararak onu kendime çektim. Öpüşmeyi onunla öğrenmek çok güzeldi.
Boynuma inen öpücükleriyle orada biraz oyalandıktan sonra durarak yüzünü boşluğuma gömdü ve derin bir nefes çekti içine. "Gece'm," Sesi boğuk ve koyu çıkmıştı. "Kalkalım, kalkalım..." dedi.
Biraz daha soluklandıktan sonra kalkmıştık. Aşağı indiğimizde yatağa oturup bağdaş kurdum. "Ne zaman gideceğiz?"
Gülsem de kaşlarımı çattım, kollarımı kaldırarak sırtımı yatağa verdim, "Hayır, hep kalabiliriz bile." dediğimde bana doğru gelen ayak sesleriyle yanıma oturdu ve karnıma bir öpücük bıraktı. "Birkaç gecelik planla geliriz bir dahakine." dedi. Bakışlarımı ona çevirerek yeniden oturur pozisyona geldim, "Bence de."
Yatağın üzerinde bulunan telefonunu alarak saate baktı, birkaç şeye daha göz gezdirip kaşlarını çattı. "Aras aramış." diyerek onun numarasına tıklayıp telefonu kulağına götürdü. Bacaklarımı çözerek başımı dizlerine yatırdım, onu görmek için yüzüm yukarıya dönüktü. Elleri saçlarıma giderek onları geriye doğru okşamaya başladı. "N'oldu oğlum?" Karşı tarafı dinledi.
"Neden?" derken saçlarımı okşuyordu, beni mayıştırıyordu bu. O beni izlerken ben gözlerimi kapadım.
"Birkaç saate geleceğim Aras, otur oturduğun yerde."
"Bekle." dediğinde gözlerimi açtım, telefonu kulağından çekmiş ekrana tıklamıştı. Sanırım sesi kapatmıştı. "Bende kalmak ister misin güzelim?" Başımı iki yana salladım, "Eve gitmem gerek." dediğimde alnımı öptükten sonra tekrar telefona yöneldi.
"Gece yokum, yine de bende kal."
"Oğlum gevşek misin? Sözümü ikiletme." Sesi itirazsız ve sert çıkmıştı. Kardeşine de bazen katı olabiliyordu. Telefonu kapattığında işaret parmağımın ucuyla çenesinin altını okşadım. "Gece neredesin?"
"Sende." Dizinden kalkarak oturur pozisyona geldim. "Gelmene gerek yok ki, eve gidebilirsin."
"Seni bıraktıktan sonra önce eve geçeceğim zaten güzelim, birkaç işim var. Ama gece döneceğim."
Saçlarımı seviyordu sanırım, hep onlarla uğraşıyordu, perçemimi geriye attı. "Yalnız kalmanı istemiyorum." Göz devirdim, "Ben hep yalnızdım Araf, tek başıma kalabiliyorum."
"Biliyorum, kalmanı istemiyorum."
"Mecbur isteyeceksin, her gece bende kalamazsın."
"Tamam," dediğinde bu kadar çabuk ikna olmasına şaşırmıştım. Uğraştırır sanıyordum. "Bana taşınırsın." Şaşırmamı geri alıyorum.
"Bebeğim yakın koruma istemiyorsan bir müddet böyle olacak."
"Yanlış insanlarla denk düşmeni istemiyorum. Yakın koruma istemedin, bunu kabul ettim. Ama benden daha fazlasını bekleme, sana işim gereği bunların olacağından bahsetmiştim."
Göz devirdim, öyleydi ama sinir bozucuydu bu. Sıkıya gelmekten sıkılırdım. "Yanımda kal aklımda kalma diyorsun yani."
"Yanımda olsan da her daim aklımdasın diyorum." 1
Beni alt etmeyi başarıyordu, sıcak cümleleriyle yakıyordu, acıtmadan. Yanağına bir öpücük kondurarak ayaklandım, onu da elinden tutup kaldırdım, yola çıkmak için.
&&&&& Bölüm Sonu &&&&&
Ayy, bölüm nasıldı? Ben yazarken çok aşk doldum, hepiniz böyle aşklarla karşılaşırsınız umarım 🥹3
Aralarındaki çekimi ve ilişkiyi seviyor musunuz?
Nevra'nın düşünceleri ve kendisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Araf'ın aşk konusundaki düşüncelerine katılıyor musunuz? Sevdiğiniz kişi ihtiyaçtan doğmamalı mı?1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
22.07k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |