
Ballarımm biz geldikk
Nasılsınız?
Bu bölümden sonra 1. Kitap finaline 2 bölüm kalmış olacak. Fırtına öncesi sessizlik bölümüne hoş geldiniz demek istiyorum ballarım...
Bölümlere oy ve yorum sayısı oldukça az geliyor lütfen elinizden geldiğince paragraf arası yorumlarda bulunun, ve oylamayı unutmayınn
Bölümü okurken dinleyebileceğiniz şarkılar;
Cihan Mürtezaoğlu- Sen Banasın
Keyifli okumalarrrrr
******
“Bir itiraf daha geldi.”
Merve’nin endişeli sesinin arkasına gizlenen kasveti fark ettiğim gibi oturduğum yerden kalktım. Yanımda oturan Tuğkan da aynı şekilde yerinden kalktığında hepimiz Merve’ye odaklanmıştık. İki gün üst üste gelen itirafların asıl odağı olan biz, kasvetin ortasında kalmış gibiydik.
“Ne yazmış?” Lala’nın kolunu tutmaya devam eden Merve bakışlarını ona çevirdiğinde, Lala bir şeylerin ters gittiğini anlamış gibi Merve’nin elinden bir anda telefonu alarak yüksek sesle okumaya başladı. “Mustafa hocaya, benden bahsedecek olmanız sizin pek de aleyhinize olmayacaktır. Her şeyin bir karşılığı vardır, öyle değil mi Demirsoy?” Lala okumayı yarıda kesip kafasını kaldırarak Tuğkan’a baktığında benim de gözlerim Tuğkan’ı bulmuştu fakat o sadece kaşlarını çatmış, Lala’nın devam etmesini istercesine kafasını sallamıştı.
“Benden bir şey alırsan, bende senden bir şey alırım. Eğer, gidip konuşmak istiyorsanız Mustafa hocayla, yanında bu fotoğrafları da götürün.” Ne fotoğrafı? Hepimiz o andan sonra sessizliğe gömülürken Merve eğilerek Lala’nın elinde ki telefona baktı. Lala, kafasını kaldırmış, kaşlarını çatmıştı.
Anlayabildiğim kadarıyla, bu user kimse Tuğkan’ın büyük bir düşmanı olmalıydı. Şayet, kim olurdu da böylesine bizimle uğraşmayı isterdi?
“Ne fotoğrafı?” Tuğkan ile aynı anda zikrettiğimiz şeyle birlikte Lala elinde ki telefonu Merve’ye uzattı. Merve telefonu alırken gözleri tekrar tekrar yazıları okuyordu. “Lala, söylesene.” Sıradan çıkarken benim peşimden de Tuğkan çıkmıştı. Olayı bilmeyen bir ben, bir de Merve olmalıydı çünkü Lala’nın Tuğkan’a karşı ne halt edeceğiz bakışları her şeyi açıklıyordu.
O an, Lala’nın çatık olan kaşları farkına vardığını gösteren bir şey olmuş gibi düz bir şekilde kaldı. İçinde yaşadığı anlık bir çeliki duygusu vardı fakat bunu önemsemeden Merve’ye döndü bir anda. “Bunu kimseye söyledin mi?” Merve, telefondan kafasını kaldırıp Lala’ya ve bir de bana baktı fakat yanıtı bende olmayan soru ile tekrar Emirhan Lala’ya döndü. Ne olduğunu anlamamış bir şekilde ona bakarken kaşlarını çattı.
“Ne?”
Lala bir anda Merve’nin kolundan tuttuğunda sesini kısık tutmaya çalışarak sordu tekrar. “Bu olanları kime söyledin?”
Her şey çok karmaşık bir yere doğru ilerliyordu ve bu benim içimde ki sıkıntıyı gün yüzüne çıkartıyor gibiydi. Merve, bir bileğine bir de Lala’nın gözlerine gidip gelmek arasında kalırken kaşlarını daha da çattı fakat yanıtını da esirgemeden Lala’ya konuştu. “Kimseye. Niye bahsedeyim, bırak kolumu.”
“Onu demiyorum kızım.” Lala sabır çekercesine iç çekti. Sinirlenmiş gibiydi. “Mustafa hocaya şikayet etme fikrini, başka kimseye söyledin mi?” Lala’nın aklından ne geçiyor bilinmez, bir şeylerden şüphelenmiş olduğunu fark etmemek elde değildi. Merve’den mi şüphelenmişti?
Merve, gözleri bir süreliğine Lala’nın gözlerinde oyaladı fakat en sonunda kafasını iki yana salladı. “Söylemedim. İlk kez, burada söyledim.”
Emirhan, birkaç saniye daha Merve’ye bakıp ardından kolunu bırakarak hızla sınıfın kapısına doğru ilerleyip kapıyı açtı.
Merve ve ben birbirimize anlamayan bakışlar atsak dahi gözlerimi tekrar Tuğkan üzerinde durdurdum. “Tuğkan, neler oluyor?” Sadece bir cevaba ihtiyacım vardı ve bu cevabı Tuğkan da dahil kimse vermiyordu.
Merve, tekrar telefonunu açarken başını bana kaldırdı. “Mustafa hocaya söyleme fikrini ilk size, burada söyledim.” O da bir şeyleri anlamış gibi kafasını Lala’ya çevirip, kapı eşiğinde koridora bakan onu inceledi. “Eğer Mustafa hocaya söyleyeceğimizi biliyorsa,” Merve devam edemeden konuşmayı Lala üstlendi.
“O itirafları atan kişi de buradaydı, söylediğin şeyi duydu.” Sesi tam olarak soğuk ve mesafeliydi. Kaşlarını çatmış, sinirden kaskatı kesilmişti. “Bu user, midir her ne sikimse, bizi dinledi.”
Cidden biz neyin içine düştük?
“Ne? Burada mıydı yani?” Şaşkınlığımı üzerimden atamayarak konuştum. Bu kadar yakınımızdaydı ve bizi dinlemişti. Bu kişi kim bilmiyordum fakat içime düşün huzursuzluğun tarifi yoktu. “Tuğkan?” Gözlerim onu bulduğunda tepkisizdi. Hatta öyle tepkisizdi ki, gözleri bile sanki bir şey olmadığını iddia eden bir ifade ile bize bakıyordu.
Sakince bir nefes verip arkasında ki sıraya yaslandı, ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirirken omuz silkti. “İstediğini aldı.”
“Eşekler mi sikti kafanı?” Lala’nın öfkeli sesi ile sırtım yay gibi gerildi. Onun böyle sinirli ve sert sesini duymak cidden ürkütücüydü. “Hangi fotoğraflar onlar?”
“İtirafa atmadı mı?” Şok üstüne şok yaşarken sorduğum soru ile Tuğkan cebinden çıkarttığı telefonu bana doğru uzattı. Ekranda yabancı bir numaradan gelen mesaj vardı ve üç adet fotoğraftan oluşuyordu bu mesaj. “Bu,” Derken telefonu elime aldım. “Bahsettiği fotoğraflar mı?” Tuğkan yavaşça kafasını sallarken fotoğraflara göz gezdirdim.
Öğretmenler odasında çekilmiş bir fotoğraftı. Tuğkan vardı fotoğrafta ve masa üstüne eğilerek elinde ki kalemle, sınav kağıdının üstüne bir şeyler yapıyordu. Fotoğrafa bakarken kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. Tuğkan oldukça gergin bir şekilde kaşlarını çatmış, kağıtlara bir şeyler yapıyordu.
“Sınav kağıtları.” Diyebildim. Tuğkan’In aklıma gelen şeyi yapmamış olmasını, benim yanlış anladığımı düşünmek istedim fakat kafamı kaldırıp onunla göz göze geldiğinde anladım ki düşüncem tamamen doğruydu. “Sınav kağıtlarını mı değiştirdin sen?”
“Oha!” Merve’nin hepimiz adına verdiği tepki ile Tuğkan omuz silkti. “Şaka mı?”
“Sessiz ol.” Lala’nın Merve’ye karşı olan ikazı ile etraf sessizliğe gömülmüştü. Ben ise öylece Tuğkan’a bakıyor, nasıl eğitim hayatını böylesine bir riske attığını anlamaya çalışıyordum.
“Şaka, dimi?” Derken telefonu ona doğru uzattım. “Tuğkan,” Hayretler içerisinde konuşurken şaşırmıştım. Onun bu kadar umursamaz olmasına bakılırsa böyle bir şeyi bekliyor gibiydi. “nasıl bu kadar sakin olabilirsin? Eğitim hayatını mı bitirmek istiyorsun sen?” Sesimi kısık tutmaya çalışarak konuştum. Neredeyse fısıldayacaktım fakat sesime yansıyan öfke karışımı hayret buna pek izin vermiyordu.
Tuğkan, gözlerini benden ayırıp Lala’ya baktı. Yüzünde bir anlık kaygı gördüm fakat sadece bir anlıktı. Sakin ve tasasız görünmeye çalışıyor olsa dahi bunu başaramıyordu da. “Bunu isteyerek yapmadık.”
“Sende mi?!” Merve’nin sesi, Lala’dan asla beklemediği yönündeydi ve ifadesine bakacak olursanız, bunu oldukça belirgin bir şekilde görebilirdiniz. “Yuh!” Merve, konu Emirhan’a gelince gülmesini bastırmaya çalışıyordu fakat bunu başaramıyor gibiydi çünkü eliyle dudağını gizlemeye çalıştı.
Lala ise düz bir şekilde Merve’ye dönerken kaşlarını çattı. “Sana ne?” Derken Merve’ye karşı bir düşman bayrağı çekmiş gibiydi fakat hemen sonra Tuğkan’a geri döndü. “Orada kimse yoktu.”
“Demek ki varmış.” Tuğkan’ın hararetli sesi ile gözlerim onu buldu. Kaşlarını, bilinmezlik ile çatmış bir şekilde Emirhan’a bakıyordu. “Oraya seni boşuna mı koyduk?” Derken Emirhan’a sinirlendiği açıktı.
“Kadir nöbet tutuyordu.” Lala’nın yavaş yavaş öfkelenen sesi ile yandan bir bakış attım ona. Şu an cidden yakalandıkları için birbirlerini mi suçluyorlardı? “Laf yapacaksan ona yap. Benlik bir durum yoktu.”
Tuğkan ise sıkıntılı bir of çekip elleriyle yüzünü sıvazladı. “Böyle bir şeyi yaptığınız için değil de yakalandığınız için mi birbirinizi suçluyorsunuz? İyi misiniz siz?” Bu kadar umursamaz olmaları can sıkıcı bir dereceydi ve sinirlerimi iyice bozuyordu. “Tuğkan, niye yaptın?”
Tuğkan, elleri yüzündeyken parmakları arasından bakışları beni buldu. “Söylersem kızarsın.” Derken sesi boğuk çıkmıştı. Sıkıntıya düşmüş gibi bakışlarını kaçırdı.
“Ne? Neden kızayım?” Kızmak ne kelime, burnundan fitil fitil getirecektim aksine. “Yaptığınız şey normal mi? Sınavlara çalışmak yerine cevapları değiştiriyorsunuz. Suçtur bu.” Mustafa hoca veya herhangi bir hocanın kulağına gidecek korkusu bedenimi sararken bu kez hiçbir şekilde kurtulamayacakları garantiydi.
Ellerini yüzünden indirip bakışlarını benden kaçırdı. Söyleyip söylememek arasında bir kararsızlıkta kalmışken Lala’ya döndü gözleri. “Bana hiç bakma.” Arkamdan ona seslenen Lala halinden hiç de memnun görünmüyordu. “Sen açtım başımıza bu işi.” Belki Lala bile kurtaramayacaktı başını.
Kurtarması şaşırtıcı olurdu asıl. Bütün okullarda geçerli olan bir ceza tutanakla birlikte okuldan atılmaktı ve bununla baş edemeyecekleri açıktı. “Neden çalışmadın?” Sinirim yavaş yavaş gün yüzüne çıkarken endişeliydim de. “Başımızda onca dert varken bir de üstüne bu.”
“Kızmaz mısın artık bana?” Tuğkan’ın utana sıkıla dile getirdiği şeyle ellerini önüne birleştirip kafasını önüne, ellerine, eğdi. “Küçük kalbimi kırıyorsun.”
“Ciddi misin sen?” Derken hayretler içerisindeydim. “Ders çalışmayıp sınav kağıtlarını değiştirmek, nasıl bir suç biliyorsun değil mi? İkiniz de, hatta üçünüz de okuldan atılabilirsiniz.” Kadir’i de yanlarına kattığım da sert bir nefes verdim. Çok mu tepki verdim? Hayır, az bile. Okuldan atılabilecek olma düşüncesi bile midemi bulandırıyordu.
Kafasını biraz kaldırıp gözleri beni bulduğunda yerinde doğruldu. “Amacım kötü bir şey yapmak değildi.”
“Yaptığın şey, başlı başına kötü.” Kollarımı göğsümde birleştirirken gözlerimi bu kez Lala’ya çevirdim. “Neden izin verdin böyle bir şey yapmasına?” Aralarında en aklı başında olan kişinin Lala olduğunu düşünmekle hata mı ettim diye bir anlık kararsızlık içinde kaldım fakat Lala’nın yüzünde ki bıtkınlık ifadesi Tuğkan’ı işaret etti.
“Söylemedim mi sanıyorsun? Bin kere yapmayalım, beni bile aşar dedim.” Lala’yı bile aşar. Her tarafa eli, kolu yeten adamı bile aşan bir işe girmiş olmaları daha da midemin bulanmasına neden oldu. “Kendi çok biliyor gibi değiştirdi cevapları.”
“Siktir lan,” Tuğkan alaylı bir şekilde güldüğünde sıkıntılı bir nefes verdim. “85 garanti geldi.” Derken cidden çok biliyor gibi gururla doğruldu.
“He amına koyayım, alemin bir akıllısı sen kaldın.” Lala artık bunlarla uğraşmak istemiyor gibi kapıya doğru ilerlerken Merve de onun arkasından baka kaldı.
“O da okuldan atılacak mı?” Sorusu Lala üzerineydi ve Tuğkana’a bakarak sordu. “Lütfen gidecek der misin?” Umut dolu bir şekilde baktı Tuğkan’a. “Buna çok ihtiyacım var.”
“Merve.” Uyarıcı sesimi fark etmiş olsa bile omuz silkti. Elinde ki telefonunu cebine atarken ben ise Tuğkan’a döndüm. “Söyle şimdi, neden yaptın?”
Bana üstten bir bakış atarken yüzünde bir sırıtma oluştu. Şu konuyu bile alaya alması hayret etmeme neden oluyordu. “Bir şey yapmak için neden mi gerekir? Canım istedi.” Tekrar o gıcık haline dönmesi gözlerimi kısmama neden oldu. Bilerek yapıyordu ve bu can sıkıcıydı.
“Okuldan atılabilirsin? Nasıl hala bu kadar rahatsın? Hep başına kötü şeyler geliyor ve hiç takmıyorsun Tuğkan?” Bu kadar kaygısız ve umursamaz olması kaşlarımı çatmama neden oluyordu. Beni cidden öfkelendiriyordu ve bunun farkında gibiydi. “Sınav kağıtlarını değiştirmek ne?”
Omuz silkerken Merve’nin bizi izlediğini hissettim. Şaka gibi, Merve şu an mı yani? “Değiştirmem gerekiyordu.” Ders çalışmamasının sebebini merak ediyordum. Acaba yine mi babasıydı sorun?
Bir süre sessiz kalıp öylece yüzüne baktığım da kafasını omzuna doğru düşürdü. “Ya gidip söylerse Mustafa hocaya?” Elden bir şey gelir mi? Tuğkan’ın hayatı tam biraz olsun düzeldi derken olanlar can sıkıcı derecedeydi. “Ya atılırsan okuldan?”
“Atılabilirim.” Derken yüzünde tebessüm oluştu. “Bu sorun değil.”
“Tabi ki sorun, aptal.” Anlık yüklenen cesaretle dolu sarf ettiğim sözlerle yüzünde ki gülümseme daha da genişledi. O sırada Merve’nin de Lala gibi dışarı doğru ilerlediğini işittim. “Nasıl sorun olmadığını söyleyebilirsin?” Her şey bu kadar kolay mı Tuğkan?
Kollarını göğsünde göğsünde birleştirdiğinde gözlerini sadece bana odakladı. “İnan ki Sarı,” Derken sesini oldukça kısık tutuyordu. “asla sorun olmazdı.” Nasıl sorun olmaz?
Seni göremeyeceğim nasıl sorun olmaz?
Gerçekten atılır mı düşüncesi içimde git gide büyürken rahatsız bir şekilde yerimde kıpırdandım. “Olurdu.” Dudaklarımdan çıkan kelime oldukça cılız bir şekilde çıktı. Ona kızmak, hatta dövmek istiyordum ama yapamıyordum. “Kendi açından pek sorun olmaz gibi.” Sözlerimin ucu ona dokunurken kafamı omzuma doğru eğdim. O ise dikkatle beni izliyor, gözlerini yüzümden çekmiyordu. “Seni göremeyecek olmam benim için sorun olurdu.”
O an yüzünde ki ifade biraz donuklaşmış, kaşları bile kasvete boğulmuş gibi çökmüştü. Benden duyduğu bu şeyler ona bir sorun yaratmış gibiydi. Elini uzatıp yanağıma dokunduğunda, elinin soğukluğunu iliklerime kadar hissettim. “O sorunu ortadan kaldırmam gerekecek.” Soğuk parmakları yanağımdan uzanıp saçlarıma değdi. Önüme düşen birkaç saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Beni görmek istiyorsan,” Yüzüne bir tebessüm yerleştirdi. “Hep gözünün önünde olurum Sarı.”
Benim için değil, kendisi için yapması gerekiyordu.
O an anlamıştım ki Tuğkan hayatını kendi kararları üzerine yaşamıyordu. Küçüklüğünden beri ötekileştirilmiş bir çocuk kendi kararını değil, sevdiği insanların kararı üzerine yaşardı. Bunca zaman öyle değil miydi zaten? Annesinin istediği şekilde yaşamıştı ve şu an annesine olmasa bile benim düşüncelerime göre hayatını şekillendirmeye çalışıyordu.
Ne zaman kendini seveceksin Tuğkan?
“Nasıl yapacaksın?” Derken sesim hala kısıktı. “Bildiğin tehdit ediyor seni. Dibimize kadar giriyor ama kim bilmiyoruz.” Eğer Merve’nin dediği gibi o kişi bir kızsa, kimdi? Bizim bu kadar yakınımıza gelen ve bizi izleyen kişi kim olabilirdi?
Yerinde doğrulurken gözleri bir anlık benden uzaklaşarak arkamda ki kapıya döndü ve tekrar beni buldu. “Oyun isterse, oyun oynarız.”
“Gördünüz mü itirafı?” Gizem’in arkadan gelen sesi ile kafamı arakaya çevirerek kapının eşiğinde, yanında Kadir ve arkalarında Akın ile duran Gizem’e baktım. Tuğkan’dan bir adım uzaklaşarak onlara doğru döndüğümüz de Gizem sınıfa girmiş ve kaygılı gözlerini tekrar telefonuna çevirmişti. “Fotoğraflar demiş ama fotoğraf yok ortada.”
“Bana attı.” Derken Tuğkan sakindi. Cebine uzattığı elini, telefonla birlikte çıkarttığında Kadir’e baktı. “Sınav kağıtlarını değiştirirken o da oradaymış.”
“Sınav kağıtlarını mı değiştirdiniz siz?” Gizem ve Akın’ın aynı anda sorduğu soru ile herkesin bakışı Kadir’i bulmuştu. Arkadan gelen Merve ve onun peşi sıra gelen Lala da sınıfa girince kapı kapanmıştı. “Oha Kadir!” Gizem’in isyankar sesi ile Kadir umursamaz bir şekilde Tuğkan’a ne iş bakışı attı.
Tuğkan, elinde ki telefonu açıp , kendisine gelen numaradan olan fotoğrafları açtığında hepsinin gözleri fotoğraflar üzerinde gezindi. “Bu ne lan?” Akın, arkadan gelerek telefonu eline alıp biraz daha yakından inceledi. “Niye değiştirdin lan kağıtları?”
“Sana ne?” Tuğkan’ın artık bu sorudan sıkıldığını belirten sesi ile ellerini ceplerine yerleştirdi. “Şu dangalak işini iyi yapsa bir sik olmazdı.” Çenesiyle Kadir’i işaret ederken Kadir ise her şeyden bir haber gibi görünüyordu.
“Ne alaka ben?” Üstüne almak istemediği yük ile itiraz dolu bir sesle konuştu. “Ben ne yapmışım?”
“Elinin körünü.” Lala araya girdiğinde kaşlarını çatmış, Kadir’e mal mısın bakışları atıyordu. “Kapıda beklemek senin görevindi. Bende Önder hocayı oyalayacaktım.”
“Bekledim zaten!” İsyankar sesi ile yerinde dikleşti. “Götümden terler aktı bekleyene kadar.”
“Siktir git,” Tuğkan’ın sabırsız çıkan sesi ile gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp derin bir nefes verdim. “Görüyoruz nasıl beklediğini. O zaman bu nasıl geldi de çekti beni? Kabak gibi meydandayım.” Eliyle, Akın’ın elinde ki telefonu gösterdi.
Kadir ise göz devirerek kafasını omzuna doğru eğdi. “Çay ocağında olamaz mı yani? İçeri girse görmez miyim koca adamı?”
Merve arkadan bir anda olaya dahil oldu. “Yalnız, o kız.” Bu kez bütün gözler onu bulduğunda, mükemmel bilgisi ile gurur dolu bir bakış attı. Fakat Lala bunu bozmuş gibi histerik bir şekilde güldü.
“Kendinden çok eminsin.”
“Hiçbir erkek bu işle uğraşmaz?” Merve, Lala’ya karşı ters bir şekilde konuştuğunda Lala kollarını göğsünde birleştirip arkasında ki sıraya yaslandı.
“Haklısın,” Derken gülüyordu. Sinirden miydi yoksa cidden eğleniyor muydu bilmiyordum fakat cidden gülüyordu. “Erkekler o kadar da işsiz değil.”
Ne yapmaya ya da neden şu an burada tartışmaya karar verdiler bilmiyorum ama Merve yine sinirden köpürmüştü. “Aşağıda gördük.” Dedi en sonunda Merve. Derin bir nefes verip sakince ve zoraki bir şekilde güldü. “İşsiz gibi, pardon gibi fazla kalır sana. İşsiz bir şekilde onu, bunu sıkıştırıyordun. Eşkıyasınız siz!”
Lala, yüzünde ki sırıtması daha da büyürken keyif aldığını anlamak zor olmadı. Merve’nin gözlerine odaklandı. “Çok yükseldin yardımcı.”
“Kes sesini!” Merve’nin ters sesi ile Lala’nın şaşırmış bir şekilde kaşları havaya kalktı. Cidden Merve’nin bu tepkisini beklemiyor gibiydi. Ben bile beklemiyordum açıkçası. “Muhatap olma ya benimle. Ben seninle konuşuyor muyum?” Ona arkasını dönüp Gizem’e kaş göz yaparken oldukça sinirliydi ve eliyle yüzüne karşı salladı.
“Konumuza mı dönsek?” Gizem’in olayı dağıtmaya ve odağı tekrar itirafa döndürmeyi amaçlayan sesiyle birlikte Akın da ona katıldı.
“Bence de. Çok geri planda kaldım.” Kendini belli etmek adına yerinde gerildiğinde elleri ceplerinde ileriye doğru birkaç adım attı. “Şimdi, şu olay ne?”
Kadir, ellerini havaya kaldırıp masum olduğunu gösterdi. “Ben bir şey yapmadım. Okları bana döndürmeyin.”
“Kadir,” Oflarcasına konuştu Akın. “Konu zaten senin bir şey yapmaman.” Kadir, bu sözleri kabul etmiyormuş gibi yüzünü ekşittiğinde Gizem de bir ona bir de bize bakıyordu.
“Orada bile değildin. Neyin boşunu yapıyorsun?” Kadir’in üstünlük sağlamayı amaçlayan sesi ile Akın göz devirmekle yetindi sadece. “Neyse ya,” Cebinden çıkarttığı sakız paketiyle umursamaz bir ifade takındı. Paketi ilk Gizem’e uzattı. “İster misiniz Gizem hanım?” Gizem, Kadir’e göz devirmiş ve onu reddetmişti. Kadir ise çok takmadan bir sakız çıkartıp ağzına atıp paketi tekrar cebine koydu.
Bize uzatma zahmetine bile girmedi.
“Çok tatava yaptınız.” Sakızını çiğnerken Akın’ın elinde ki telefona uzandı ve Akın’ın ona vermesini istedi. Akın dediğini yapıp telefonu ona verdiğinde kafasını Tuğkan’a kaldırdı. “Numaraya panelden bakarız. Oldu bitti. Ne abarttınız?” Gözlerini tekrar telefona döndürdüğünde telefonu inceledi.
“Halleder misin?” Halletmesini umarak konuşmamla birlikte Kadir sayılır derce elini salladı. “Kim olduğunu yani, bulabilir misin?”
“Hallederiz.” Diye güven verdi Tuğkan. Arkamdan uzanan elleri omuzlarımda durmuştu. Dokunuşunun üstümde ki kazaktan bile sıcacık olduğunu hissedebiliyordum. “Sana demiştim, kolay iş.”
Pek öyle olduğunu düşünmüyordum ama sessiz kalmayı sürdürdüm. “Senin,” Diye Kadir’e doğru konuştu Gizem. “Ne zamandan beri panelin var?”
Kadir yüzünde oldukça memnun bir ifade yerleşirken gözlerini bizimkilerin üstünde gezdirdi. “Ne? Sizin paneliniz yok mu? Siktirin lan.” Herkesin yüzünde ki düz ifadeyi görünce yüzüne şaşkın bir ifade yerleşti. “Lala, senin vardı.”
“Bıraktım o işleri.” Emirhan olduğu yerden, telefonuna bakarken konuştu. Büyük ihtimalle hala paneli vardı fakat açık etmeyi sevmeyen bir insan olmalıydı ki bunu dile getirmeyi de istemiyordu.
“He,” Diye omzuna vurdu Akın. Lala telefonundan kafasını kaldırıp başında bekleyen Akın’a odakladı. “İnandık aslanım.” Lala ses etmeden yerinde dikleşerek telefonu cebine geri attı ama sessizliğini korudu.
“Her neyse.” Merve’den yükselen sesle birlikte kapıya doğru ilerliyor olması bütün bakışların ona çevrilmesine neden oldu. “Zilin çalmasına on dakika var. Yunus hoca malzemelerin toplanmasını istedi.” Kapıyı açıp sınıfta ki bize döndüğünde kapıya ilk ilerleyen Lala olmuştu. “Sende, aldığın o futbol topunu ver.” Merve’nin Lala’ya karşı olan düz sesi ile Lala yanından geçecekken kapı eşiğinde durup yanında ki Merve’ye baktı.
“Emir?” Merve kafasını kaldırıp Lala’ya baktığında aralarında nasıl bir bakışma geçti bilmem ama Akın bize dönüp onları kaş göz ederek sırıttı. “Ne o,” Derken ellerini ceplerine yerleştirdi Lala. “Emirlerin biraz erken başladı sanki?”
Merve kaşlarını çatarak onu izlerken duruşunu dikleştirdi. “Unutma diye diyorum, sözlerimi bir yerlere çekme.”
Lala, bir süre sessiz bir şekilde Merve’yi izlediğinde onları izleyen biz ise yoğun bir sessizlik içine girmiştik. Özellikle Gizem sürekli kolumu sarsamaya, Kadir ise çok içinde onları izlemeye başlamıştı.
“Yazık oldu.” En sonunda Emirhan konuştuğunda yerinde dikleşti fakat Merve’ye bakmayı sürdürdü. “Emir vermene alışmaya başlamıştım yardımcı.” Kapıdan geçip giderken gözden kaybolmuştu. Merve ise arkasından bakmaya devam ederken koridora doğru seslendi.
“Topu, Yunus hocaya teslim etmeyi unutma!”
“Unuttum.”
Merve, kapı eşiğinde öylece beklerken, sabır çekerek bize döndü. “Ne var?” Azarlar tonda ki sesine bakılırsa benim kafamızda romantize ettiğimiz o şeyler Merve’nin kafasında olmamıştı. “Mal mal triplere giriyor şu arkadaşın, enişte.” Kapıyı tekrar kapatırken kaşları çatıktı. “Söyleyin şuna benimle uğraşmasın. Şu antrenmanlar yüzünden yetirince katlanıyorum zaten.”
“Hasiktir, çok geç Merve!” Gizem koşarak Merve’yanin yanına vardığında koluna girmişti bile. Yüzünde ki o ifadeye bakılırsa yeni çiftini bulmuş gibiydi. “Aranızda ki çekime öldüm, bittim, kahroldum yani!” Merve için gerçekten aynı şey söylenemezdi.
Gizem’e karşı şaşkın bir şekilde bakarken Kadir’de onlara doğru ilerledi. “Vay anasını,” Nutku tutulmuş gibi konuşması ile kıkırdadım. “Bizim Lala, ona emir verilmesinden hoşlanıyormuş.” Kendi söylediklerine inanmıyor gibi konuştuğunda Akın da güldü.
“Herkese hır, Merve’ye mır oldu artık.” Akın bunu dile getirirken gözleri bize dokundu. “Aha, bunun gibi işte.” Arkamda kalan Tuğkan’ı işaret ettiğinde kafamı kaldırarak hemen arkamda ki ona baktığımda yüzünde bir gülümseme olduğunu gördüm.
Merve ise daha fazla dayanamamış gibi Gizem’den uzaklaştı. “Mal mal konuşmayın! Parla, bir şey söylesene şunlara.” Bana karşı olan öldürücü bakışları ile Gizem’e döndüm.
“Ne diyebilirim ki?” Soluklanırken konuştum. “Ben bile aranızda ki o vahşi çekime bittim yani.” Gizem, bu dediklerim üzerine yerinde tepinmeye, heyecandan Merve’nin kolunu sarsmaya başladı. “Gizem ne yapsa arkasındayım, o derece.”
“Allah da sizi kahretsin.” Merve’nin bizim iflah olmayacağımıza dair inancı yeşermiş gibi hayretle baktı yüzümüze. “Asabımı bozdun cidden.” Lala ile anılmak bile istemiyor olması bir yana, Lala’yı çoktan düşman ilan etmiş gibi görünüyordu.
Merve, kolunu Gizem’den kurtarmaya çalışarak kapıdan geçmeye yeltendiği anda Gizem daha çok konuşmaya, Lala hakkında bahsetmeye koyulmuştu. “Sarı,” Tuğkan, omuzlarımda ki ellerini uzatıp kollarını bana doladığında kollarına dokundum. Kazağına sinmiş olan yoğun sigara kokusu ile kafamı biraz kaldırdım.
“Hm?” Ondan yanıt beklerken kafasını biraz yana eğerek bana baktı. “Noldu?”
Gözleri bir süre gözlerimde kaldı. “Çorbamı yapmadın hala.” Boğazından yükselen boğuk sesi ile kaşlarım kaygıyla yakınlaştı. “Hastalıktan geberiyorum, hiç önemsediğin yok.”
“Yapacağım bugün.” Gözlerini kısarak inanmadığını sunduğu bir bakış attı bana karşı. “Valla yapacaktım. Okul çıkışı,” Derken kazağını biraz daha sıktım. “Dershanem yok bugün. Eve geçip çorba yapacaktım sana.” Aklımda olan ve yapmayı planladığım şeyi gün yüzüne çıkartırken Tuğkan keyifle kaşlarını kaldırdı.
“Harbi mi?”
“Harbi.” Derken inanmasını istiyordum çünkü gerçekten yapmayı kafama koymuştum. Bir tencere mercimek çorbası onu anca iyileştirirdi. “Ama nasıl vereceğim işte sana, onu bilmiyorum.” Derken kollarını benden uzaklaştırdı ve yerinde tekrar dikleşerek karşıma geçti. “Bir yerde buluşup ver…”
“Gelsene bize.” Sesine yansıyan heyecanı bertaraf etmek amacıyla konuştu. “Babam yok, Hasanlar’da kalacak bugün.”
Tuğkan, hatırladığım kadarıyla Hasan’ın babası ile babasının oldukça yakın olduğundan bahsetmişti. Normal, ortak galeriye sahip insanların yakın olması gayet doğaldı fakat onlarda yatıya kalacak kadar yakın olmaları garip gelmişti. O adam başlı başına garipti oysa, Tuğkan’a korkutucu derecede benzemesi ve o bakışları beni ürkütüyordu.
“Bilmem ki,” Derken anneme söyleceğim yalanı düşündüm. Nasıl bir yalan söyleyebildim de Tuğkan’ın evine gidebilirdim? “Anneme, Gizemler’e gidiyorum derdim o zaman.” Tuğkan’ın yüzünde ki gülümseme biraz daha büyürken ne kadar sevindiğini tahmin etmesi zor değildi. Gözlerinde bile o heyecanı görebiliyordum.
“Ders çalışırız.” Özellikle matematik çalışmaya çok ihtiyacım vardı. Özde Bir denemelerinde hep batırıyordum ve sayısalcı olan sevgilimden de bana anlatmasını istemem gerekiyordu. “Özellikle matematik.”
“O gün, bugün mü?” Yüzünde ki çocuksu coşku, itiraf olayını bile hiçe sayar nitelikteydi. “Anlatırım Sarı. Onu da anlatırım… Ha bir de,” Kolunu omzuma atarak ilerlemeye başladığımız sırada kafasını eğip bana baktı. “Yemek yapacağım sana.”
“Sen?” İnanamayak sorduğum soru ile beni onayladı.
“Ben.” Bu hasta haliyle mi yemek yapacaktı bir de? Tuğkan’ın pek yemek yapabildiğini düşünmüyordum açıkçası. Her şeyi boş vermiş birisi nasıl yemek yapmayı bilirdi ki? “Yine şaşırttım seni dimi? Valla şaşırttım.” Beni şaşırtmış olmasına bile sevinen birisiydi.
“Bu hasta halinle, yapmana gerek yok. Ben yapar ge…”
“Olmaz. Ben yapacağım. Birlikte yaparız hatta.” Akında, o anın hayali vardı belli ki çünkü bir anlık boşluğa bakıp güldü. “Daha doğru sen oturursun, ben yaparım.”
Ona eşlik ederek gülümsediğim de kapıdan çıkmış, koridora geçmiştik. “Zaten.. Yemek yapmasını bilmem ben.”
“Allah aç kalmaman için beni sana göndermiş.” Saçlarıma bir öpücük kondurup geri çekildiğinde kafamı omzuna doğru yasladım.
“Ya ya, ne demezsin.” Derin bir nefes verirken, “Ne kadar marifetlisin göreceğiz bakalım.”
“Seni de göreceğiz Sarı.” Merdivenlere ulaştığımız da ondan uzaklaşarak, ona baktım.
Gözlerimi kısıp onu incelerken keyifle tek kaşımı kaldırdım. “Meydan okuma mı bu?”
Omuz silkerken keyfi hala üstündeydi. “Çorba vs tavuklu, mantarlı ve kremalı makarna.” Bir anda oluşturduğu menü ile etkilenmiş bir şekilde baktım ona. “Nasıl? Güzel bir meydan okuma oldu sanki.”
“Susar mısın?” Kimse benim çorbamı ezikleyemez tamam mı? “Benim çorbamın nesi var?” Alınmış bir şekilde sorarken o ise sesli bir şekilde gülmüştü.
“Olur mu öyle?” Derken benden birkaç aşağıdaki basamakta durup kafasını bana çevirdi. “Senin elin değmiş, fazlası var, eksiği yok.” Sonunda göz kırptığında gülmemi bastıramayak omzuna yavaşça vurdum.
******
“Anne dedim ya sana,” Ayakkabılarımı giyerken başımda bekleyen ve beni uzun bir sorguya tutuyor olan anneme kaldırdım kafamı. “Gizem hasta.”
“Annesi yapamamış mı çorba?” Derken sesinde bilinmez bir şüphe vardı. Gözlerini kısmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. “Bir tencere dolusu yaptın, Gizem nasıl içsin bu çorbayı?” Annemin inanmadığını gösteren sesi ile mutfak kapısında, elinde sarma dolu tabakla Akın çıktı. Gözleri bizim üstümüzdeyken annemin fark etmediği bir zaman diliminde kaş göz yaptım.
“Noldu yenge?” Akın hemen kapın yanında ki duvara yaslandığında annemin bakışları onu buldu. Eline aldığı sarmayı ağzına atarken gözleri annem üstündeydi.
“Gizem’e mi gidiyor bu?” Yuh anne! Yuh yani, cidden yuh!
“Anne!” Ona sitemkar bir şekilde seslendiğim de eğildiğim yerden doğrularak kapının koluna tutundum. “Yalan mı söyleyeceğim sana?”
Akın, ağzını açıp tek kelime etmeye kalmadan annem sertçe baktı bana. “Nereden bileyim ben? Belki yine Hasan’la buluşursun.” Annemin ağzından adını duymak bile kaşlarımı çatmama, öfke ile anneme bakmama neden olmuştu.
Hasan ile sevgili olduğumuz zamanlar sürekli bir bahane uydurur, evden çıkar onun yanına giderdim. Annemin de Hasan’dan haberi olduğunu için genelde babama karşı beni idare etme görevi annemde olurdu. “Saçmalama anne.” Bedenim bile gerilmiş, midemde tarifini veremediğim bir ağrı başlamıştı. “Ayrıldık biz, biliyorsun.”
“Yok yenge,” Akın en sonunda olaya dahil olduğunda, elinde ki sarma dolu tabaktan bir sarma alıp anneme doğru uzattı. “Valla ben kefilim, Gizem’in yanına gidiyor.” Anneme uzattığı sarmayı annem ağzını açarak almıştı.
Gözleri tekrar beni bulduğunda uyarıcı bir tonda konuştu. “Geç kalayım deme.” Annemi ilk kez böyle görmüyordum nasılsa, fakat hala Hasan ile buluştuğumu düşünmesi sinir bozucuydu. Anneme Hasan’ı anlatmak yanlış bir karar gibi gelmeye başlamıştı.
“En geç akşam dokuzda gelirim.”
“Abartma sende.” Akın’ın dolu ağzı ile konuşmasıyla kafamı çevirip onla göz göze geldik. Kaşlarını çatmış, hayırdır sen bakışları atıyordu. “Ne dokuzu? Elin evinde saat dokuza kadar ne yapacakmışsın?” Akın, Tuğkan’ın evine gittiğimi biliyordu ve zaman kavramını kendine sorun ediyordu.
“Kız kızayız, salak mısın Akın?” Derken çelik kapıyı aralamış ve askılıkta asılı olan montumu giymeye başlamıştım. “Ayrıca sana ne?” Montun altından saçlarımı çıkartırken o ise söylediklerimi tekrar etti.
“Kalamazsın o kadar.”
“Annem karışmıyor, mal mısın nesin ya?” Bunlar beni delirtmeye yemin etmiş gibi birlik olmuşlardı anlaşılan. “Gizem, Gizem. Senin kankiton olan Gizem.” Annem artık bizden sıkılmış gibi mutfağa doğru ilerlerken Akın, annemin arkasından bakmış ve gerçekten gittiğine emin olduktan sonra kaşlarını çatarak bana yakınlaşmıştı.
“Dokuz ne lan?” Kendisi benden büyük olunca, abi içgüdüsü oluşmuştu anlaşılan. Kaşlarını sertçe çatmış, bir yandan da ağzında ki sarmayı çiğniyordu. “Hayırdır, ne yapacaksınız o saate kadar?” Hesap sorarcasına fısıldadı.
“Yemek yiyeceğiz sonra da ders çalışacağız. Salak salak konuşup asabımı bozma, siktir git başımdan.” Kapıdan çıkmadan önce yere bıraktığım çorba dolu tencereyi aldım ellerime. Hala üstünden dumanlar yükseliyordu. Akın ise tekrar annemin gelip gelmediğini kontrol edip bana biraz daha yaklaştı.
“Bana bak,” Ters bir ifadeyle ona dönerken o ise bana tehdit edercesine parmağını salladı. “Size hiç güvenmiyorum ben. Altından bir bokluk çıkartmayın, yarım saate bir arar yoklarım. Ona göre.”
İçinde bulunduğum mont şimdiden bana sıcaklık sunarken sertçe saçlarımı geriye doğru savurttum. “Akın bak delirtme beni, sanki bilmiyormuşsun gibi konuşma.”
Bu söylerimin hemen ardından benim gibi kapıdan çıkmış ve arkasından kapıyı kapatarak sertçe bakmıştı bana. “Neyi biliyormuşum pardon? Lan siz benim gözümün önünde öpüşen adamsınız, utanma arlanma ne gezer sizde? İşiniz belli olmaz bak, valla gelir basarım o evi.” Dile getirdiği sözler ile gözlerim irice aralanmış ve dudaklarımın şaşkınlıkla aralanmasına neden olmuştu. Biz ne zaman Akın’ın gözü önünde öpüşmüştük?
“Terbiyesizlik yapma.” Utancım yüzüme doğru yavaş yavaş yükseliyordu ve bunun tek suçlusu Tuğkan’dı. Her şeyin başı oydu zaten.
Hayretler içerisinde baktı bana. Yüzünde alaylı ama bir o kadar da alaydan uzak bir sinir vardı. “Ben miyim terbiyesiz? Şapur şupur götürdünüz birbirinizi gözümün önünde.. Evde kim bilir ne…”
“Akın, kesecek misin sesini?” Utançla dolup taşsam dahi araya girdiğim de Akın’ı sessizliğe gömmüştüm. “Bağır bağır, annem duymadı!” Birkaç adım ileride ki asansör düğmesine basarken ona ters bir bakış attım. “Durmadan arayıp rahatsız etme.”
O ise yüzünü buruşturarak bakmış, iğrenç bir böceğe benzediğimi göstermek ister gibi kaşlarını yakınlaştırmıştı. “Adam gibi dersinizi alışın, gelin. Valla ilk gördüğüm yerde çökerim ensesine.” Sonrasında bir şey olmamış gibi arkasında ki kapıya uzanarak açmış ve içeri girmeden önce elinde ki sarmalardan birini uzattı bana fakat reddetmiştim bile. Sinirimi çıkartmıştı aptal. “Zıkkım ye Sarı.” Yüzüme kapanan kapı ile göz devirmiştim bile.
“Geri zekalı.”
Gelen asansör ile asansöre binmiş ve zemin kata basmıştım. Bir süre sonra geldiğimizin sinyalini veren ses ile çıkmış ve apartmanın açık olan dış kapısından geçmiştim. Yüzüme vuran soğuk hava, sıcak olan bedenimde bir denge sağlamıştı.
Babam bugün geç gelecekti eve. İş yerinde mesai saatine kalmıştı. Ateş ve Güneş ise odalarınca çizgi film izliyordu. Onlara görünmeden çıkmış olamam büyük bir şanstı, eğer beni görselerdi gelmek için ağlayabilirlerdi.
Bizim siteden çıkıp, adımlarımı hemen bizim sitenin yanında ki diğer siteye doğru çevirdiğimde elimde ki çorbanın kapağının kenarlarından sızan sıcak hava buharı bu soğuk hava da buluşuyordu. Elimde ki tencere çok büyük olmasa bile tek kişiye iki veya üç gün yetecek kadar vardı ve Tuğkan için yeterli gibiydi.
Hasta olan bedeni, çok fazla belirti göstermiyordu en çok da buna şaşırıyordum. O kadar soğuk havada kalmasına ve ateşi çıkmasına rağmen çabucak toparlanmıştı. Garipti. Ben olsam bir hafta yataklarda sürünür, şimdiye kadar çoktan hastane yolunu tutmuş olurdum.
Beş dakikalık yolun ardından onların sitesine geçiş yapmış ve tarif ettiği gibi 8. Apartmana doğru ilerlemeye başlamıştım. Görüşüme giren apartmanları ile iyice meraklandım. Yeni yapılan apartmanlardan biriydi, bizim apartman kadar eski değildi ve boyası bile yeni yapılmış olduğunu gösteriyordu.
Yaklaşık on katı olduğunu varsaydığım apartmanda, gözlerim söylediği gibi üçüncü kata doğru yükseldi .Tuğkanlar’ın evi üçüncü katta, dördüncü dairedeydi.
Havaya sıcak nefesimi verip apartmanın merdivenlerinden çıkarak içeri ulaştığım da aralık bırakılmış olan kapıdan içeri girmiş ve adımlarımı asansöre doğru çevirmiştim. Nedensiz olarak şimdiden nefes nefes kalmış ve montun içinde terlediğimi hissetmiştim. Evlerine varabilseydim, rahat bir nefes alacaktım.
Asansöre binip üçüncü kata geldiğim de hemen sağımda kalan daireye doğru ilerleyip zillerine bastım. Bizim zilin aynısı olan ses evde yankılanmaya yeni başlamıştı ki bir anda açılan kapı ile bozguna uğramıştım. Bu kadar hızlı açacağını asla tahmin etmezdim.
Karşımda, evde kısa kollu tişörtle dolanan bir Tuğkan beklemiyordum. “Sarı,” Yüzünde, beni gördükten sonra oluşan o gülümsemesiyle seslendi. “gel.” Kapıyı geçmem için biraz daha açarken yüzümde ki tebessüme engel olamadım. İlk kez onun evine geliyordum ve çok garip bir histi.
Ayakkabılarımı çıkartmaya çalışırken elimde ki tencereyi almış, üstünde tüten dumanlar ile kaşlarını şaşkınlıkla havalandırmıştı. “Sıcak, dikkat et elini yakmasın.” Ayakkabılarımı çıkartıp içeri girdiğim de o da benim arkamdan itekleyerek kapıyı sertçe kapatmıştı.
“Bir tencere dolusu?” Dedi hayretle. Benden beklemediği bir davranıştı anlaşılan. “Beni iyileştirmeye yemin etmiş gibi görünüyorsun Sarı.” Yüzünde ki memnuniyet dolu ifadesini gizleyemedi.
Ben ise evin içinde ki sıcaklık ile bunaltıcı havaya bir nefes verdim. “Ellerimle besleyeceğim seni, merak etme.” Üstümde ki montu çıkartırken kaşlarımı çattım. “Niye bu kadar sıcak bu ev?” Montun altında ki kazağımla kaldığımda gözlerim Tuğkan’ı buldu. Fakat o bana yüzünde ki sırtımasıyla bakıyordu. “Ne oldu?”
Sorumun hemen ardından kafasını benden çekip mutfak olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerledi fakat yüzünden sırıtması eksilmemişti. “Yok bir şey.” Arkasından ilerlerken kollarım arasında kalan mont ile evi inceliyordum.
Düz, sade bir evdi. Duvarlarda herhangi bir şey yoktu. Oldukça eşyaları minimumda tutmaya çalışmışlar gibiydi. Evde onlara ait herhangi bir şeye yer verilmemişti. “Sen gelene kadar, manava gidip geldim.” Mutfaktan içeri girdiğim de etrafı incelemeyi bırakıp ona döndüm. Elleri arasında ki tencereyi mutfak tezgahının üzerine bırakmıştı. Mutfak da diğer yerlerden beklendiği gibi sadeceydi. Sadece iki erkeğin yaşadığı bir eve göre oldukça düzenli olması şaşırmama neden oldu. “Mantar aldım.”
Mutfakta küçük bir masa vardı. Duvara yaslanmıştı ve iki sandalyesi vardı. “Tavuklu, mantarlı ve kremalı makarna için.” Tuğkan’dan beklemediğim bir yemek çeşidiydi aslında.
Arkasını dönüp bana baktığında üstünde ki lacivert rengi tişört gerilmişti. “Yapacağıma dair insancın yok gibi konuşuyorsun.” Derken bana dönüp tezgaha yaslandı. Elleri, tezgahın iki yanına uzanırken ben ise arkamda ki sandalyeye oturmuştum. “Küçük kalbimi kırdın.” Sahteden dudağını büzerken ben ise histerik bir şekilde güldüm.
“Normal değil mi sence de?” Montu, dizlerim üzerine yerleştirirken ardıma yaslanarak onu izledim. “Sen ve yemek yapmak? Kusura bakma ama komik geliyor.” Bu söylediklerimi bana yutturacağını hissetsem dahi geri adım atmadım. Tuğkan’dı bu. Her şekilde beni şaşırtmayı, beklenmedik hareketlerde bulunmayı seven birisiydi.
O ise benim gibi gülmüştü fakat yüzünde bir ego vardı ve bunu hissedebilmiştim. “İzle de gör, sana hayatının en güzel yemeğini tattıracağım.” Bunu söylerken hiç de yalan söylüyormuş gibi değildi. Fazla iddialıydı.
“Göreceğiz bakalım.” Oturduğum yerden kalkıp onun yanına doğru ilerlediğim de tezgahın üstüne yerleştirmiş olduğu manavdan aldığı sebzelerin poşetleri vardı. “Benim mercimek çorbama karşılık senin makarnan.” Mercimek çorbasını hiç kimse hafife alamaz.
Bu sözlerim onu güldürmüştü ve güldüğünü gizlemek için dudakları üzerine elini mühürlemişti. “Mercimek çorbama gülme.” Sahteden kaşlarımı çatarken o ise gözlerini benim üzerimde buluşturdu. “Senin yemeğinden daha güzel.”
“Bunu zaten biliyorum.” Derken bana biraz daha yaklaşmış ve uzanarak saçlarımı geriye doğru ittirmişti. “Sadece sen sevecek misin diye merak ediyorum.” Elinin sıcaklığı, yanağıma dağılırken yüzünü izledim. “Sever misin Sarı?”
“Severim.” Diyebildim. “Sen yapıyorsun, sevmem mi?”
Parmakları tenimi okşarken sırıtması yüzüne yayıldı. “Bilmem,” Dedi kısaca. “Güzel olursa, ödül isterim.” Çocuk gibi şart koşması gözüme o kadar tatlı geliyordu ki, kaşlarımı merakla çattım.
“Ödül?”
“Öp beni.” Öyle sakince zikretti ki sessizleştim. Onun gözleri ise yüzümde geziniyor, yüzünde ki o imalı sırıtmayı saklamıyordu. “Ödülümü bu olarak seçiyorum.”
“Fırsatçısın sen.” Gözlerimi kısarak yüzünü izledim. “Her şeyi, kendi işine gelen şekilde çeviriyorsun.” Yalan değildi. Aramızda olan her şeyde, en karlı çıkan kişi oydu.
Kafasını omzuna doğru eğerken gözlerini gözlerimde durdurdu. “Ve bundan keyif alıyorum.” İtirafı sonrası bana göz kırptığında öylece kala kaldım. Yüzünde, bu sabah gördüğüm ve yeni çıkmaya başlamış olan sakallarını kesmişti. “Sana da keyif vermiyor mu yani? Hoşuna gitmiyor mu seni öpmem, iltifat etmem?” Topu bana attığında dumura uğramıştım.
“Ne?”
Yüzünde genişçe bir sırıtma peydah vermişti o an. Ne söyleyeceğimi bile bilemiyordum. Böylesine yakınlığımızdan dolayı ve bana yönelttiği sorudan kaynaklı hızlanmış olan kalbimin atışlarını duyuyor gibiydim.
Ben Tuğkan gibi değildim. Onun kadar umursamaz ve açık sözlü değildim. En çok da bu halimden nefret ediyordum. Bana her şekilde yakın davranan, sevgisini gerçekten hissettiren sevgilime bile aynı karşılığı veremiyordum.
"İlla duyman gerek değil mi?" Bıtkın bir nefes verirken ne söyleyeceğimi kestiremedim. "Yani, belli edemiyor ola..."
"Sarı," Sözümü keserken bana bir adım daha yaklaşmıştı. Gözleri dudaklarım üzerindeyken fısıldadı. "Sadece hoşuna gittiğini söyle."
Yakınlığımızdan kaynaklı, kısık tuttuğu sesi ile nefes almayı bırakmıştım. "Evet," Diyebildim zorlukla. "Hoşuma gidiyor."
O an beni öpeceğini düşünmüştüm ama benim düşüncemin aksine yüzünde tatminlik dolu bir ifade oluşmuş ve benden uzaklaşmıştı. Ne olmuştu yani? Neydi bu?
Beni, öylece utancımla bırakırken kendisi ise tezgahta ki, poşetlerin içinde olan sebzeleri çıkartmaya başlamıştı. "Ne bu şimdi?" Sesinde beklemediğim kadar hesap sorma vardı.
Neyin hesabını soruyorsam.
Bana yandan bir bakış attığında sırıtması yerli yerindeydi. "Neymiş?"
"Öpecektin beni." Derken kaşlarımı çoktan çatmıştım. "Pislik misin Tuğkan?"
Kafasını bana döndürdüğünde gözlerini kıstı. "Öpecek miydim?"
"Evet." Hep öyle yapardı çünkü. Hep önce istediğini alır, söylememi istediği şeyi söylerdim ve sonra beni öperdi. Kendince bir taktik geliştirmişti ve aptal ben her defasında aynısını yapıyordum. "Yani hep öyle olur, sonra da sen beni öperdin."
"Vay vay," Sahteden şaşırmış gibi bir ifade yerleştirdi yüzüne. "Yazık oldu, bu sefer öpmeyeceğim çünkü."
Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu benimle.
Ona sorgulayı bakışlarımı esirgemediğim o zaman diliminde önüne dönmüş ve poşetten çıkarttığı mantarları yan tarafta duran kabın içine doldurmuştu.
"O niye?" Neden beni öpmeyeceğini kastetmiştim.
Yaptığı işine devam ederken kahkahalarla gülmeye başladı bir anda. Hatta öyle güldü ki, kafasını koluna bastırmış, kendine gelmek için tezgahın iki yanına yasladığı kollarından destek alarak birkaç saniye vermişti kendine.
Vücuduma yavaş yavaş yüklenen utanç ve sinirle ne yapacağımı bilemeyerek onu izledim o ise, en sonunda kafasını bastırdığı kolundan kaldırarak bana baktı. Gülmekten kızarmış olan yüzüyle karşılaşmayı asla beklemiyordum.
"Öpeyim mi seni?" Derken hala keyifliydi. Ben ise keyfi kaçmış olan taraftım. "Öpemem ki."
"Öpme zaten." Yanından geçip giderek tekrar kalktığım sandalyeye oturdum. "İstemem."
"Alla alla?" Bana döndüğünde meraklı bir şekilde baktı. "O niye?"
Bir de soruyor muydu? İnsanda heves mi bıraktın? "Öyle. İstemem." Montu tekrar dizlerim üzerine bıraktığım da Tuğkan da öylece bana bakıyordu.
"Kızdın mı bana?" Derken kafasını omzuna doğru düşürdü. "Bu kadar seni öpmemi istediğini bilmiyordum Sarı." Gururlanmış gibi yerinde dikleşti. Fakat sıkıntılı bir nefes verdi havaya. "Öpemem ki ama."
Niye öpemezdi? "Onu soruyoruz işte, niye?" Her defasında pat diye öpen adam şimdi mi öpemiyordu?
"Hastayım ya," Dedi içinde ukte kalmış gibi. "Sana da bulaşır, ondan öpemiyorum." Utana sıkıla söylediği şeyle sessizleştim.
Daha önceden de hasta olmuştu. Bu halinden daha kötü halleri de vardı. "Çok mu kötüsün?" Oturduğum yerden tekrar kalktığım sırada evin neden bu kadar sıcak tuttuğunu anlıyor gibiydim.
Ona doğru birkaç adım attığımda tam karşısına geçtim. "Yok, o kadar da değilim." Elimi uzatıp alnına dokunduğum da vücudunun alev gibi yandığını fark ettim.
"Ateşin var senin." Sesine yansıyan endişeye gizleyemedim. "Bir de evi bu kadar sıcak yapmışsın." Kendime engel olamayarak ona kızdığım da güldü.
Ona kızılmasından hoşlanıyordu herhalde. Ya da ona kızmamdan. "Üşüyorum çünkü."
Bedeni de en az yüzü kadar yandığı bir gerçekti. Ateşi vardı ve bana yemek hazırlamaya mı çalışmıştı bu? "Ateşin olduğu için üşüyor olabilir misin acaba? Geç otur."
"Sarı," Koluma dokunduğunda tebessüm etti. "İyiyim ben. Valla bak."
Ona bu konuda inanmıyordum. Sırf yanına geliyorum diye heyecanlanmıştı ve bana yemek hazırlayacağına dair söz verdiği için hastalığını bile bir kenara bırakıp benimle geçireceği zamanların tadını çıkartmak istemişti.
"Değilsin Tuğkan. Vücudun nasıl yanıyor haberin var mı?" Elimi alnından çekip sağ yanağına bastırdım. "Kaloriferin derecesini düşür. Sana çorba koyacağım." Gözleri bir süre üstümde kaldığında kaşlarını çattı.
"Yemek hazırlayacağım, söz vermiştim." Bu kadar dert etme Tuğkan. Bu kadar düşünme beni, beni düşündüğün kadar kendini düşünsen, yeterdi aslında.
Ona tebessüm ettiğim sırada elinden tuttum. "Bir daha ki sefere. Ateşin çok yüksek, belli. Nasıl yapacaksın bu şekilde?"
"Yaparım." Dedi benden uzaklaşırken. "Kolay, yarım saatimi almaz." Derken gözleri mantarlara döndü.
"Hayır dedim." Bu kadar inatçı olmasına hiç gerek yoktu.
Gözleri tekrar bana döndüğünde tuttuğum eliyle onu sürüklemeye başladım. "Odan nerede? Yatağına yat, çorbanı getireceğim." Gözlerim, geçtiğimiz odalar da kısa bir anlık geziniyor, fakat Tuğkan'ın odası olmadığını fark ettiğimde geçiyordum. Gerçi Tuğkan'ın odasını da bildiğim yoktu, ben Tuğkan'ı sürüklüyordum ve peşimden geldiği sürece odasının da oralarda olmadığını fark edebiliyordum.
"Bebek gibi benimle mi ilgileneceksin böyle?" Arkadan gelen sesiyle kafamı çevirip ona baktım. Halinden memnun gibiydi ama hala bir şeyleri kabullenmemeyi istiyordu. "Yani rahatsız olduğumdan değil, aksine dehşet hoşuma gidiyor ondan merak ettim yani." Yüzünde ki sırıtmasını gizleyemedi.
"Gördüğün üzere," En son geldiğimiz oda ile olduğum yere durup Tuğkan'a döndüm. "Burası mı odan?" Kafasını yavaşça aşağı yukarı salladığında içeri gitmişti. Ardından bende girdiğimde hemen kapının karşında ki yatağa doğru ilerleyip yatağın üstünde ki yorganı çektim. "Geç, uzan. Üstüne çekme sakın şu yorganı." Dediğimi yapıp yatağa oturduğun da gözleri beni buldu.
Birkaç saniye baktıktan sonra arkasında ki yastığı düzeltip arkasına yaslandı fakat vücudunun buna rağmen titrediğini gördüm. "Ateş ölçer falan var mı evde?" Ne yapacağımı tam olarak bile bilmiyordum.
"Yok." Tok sesinin ardından yatağa biraz daha yerleşti. Üşüyor olduğu belliydi ve titriyordu. "Gerek de yok. Sen çok abartıyorsun Sarı." Çok rahat görünmeye çalışıyordu ama öyle değildi işte.
İşler o kadar kolay değildi. "Üstüne çekme sakın. Bir de bu halinle yemek yapmaya çalışıyorsun Tuğkan. İnanmıyorum sana." Hayret ve sıkıntı ile konuştuğum sırada gözleri hala benim üzerimdeydi.
"Kendim için asla uğraşmam." Bakışlarını benden kaçırırken bulanık olan havaya doğru, yatağının hemen yanında ki pencereden baktı. "Senle ilk kez bir şeyler yapacaktık." Diye fısıldadı. Onda bile çenesi titriyor, dişleri birbirine değiyordu.
"Yapıyoruz zaten." Yatağın ucuna otururken ona baktım. "Seninle olmak başlı başına güzel hissettiriyor zaten. Bunlara gerek yok. Sınırlarını zorlamana hiç gerek yok Tuğkan." Göz ucuyla bana baktığında derin bir nefes verdi.
"Birazdan, " Yatak başlığına dayadığı kafasını bana çevirirken içli bir şekilde baktı. "O yemeği yiyelim tamam mı? O yemeği sana tattıracağım."
Bu kadar inatçı olduğunu bilmek bile sinirlerimi oynatıyordu fakat sessizce kafamı salladım. "Daha iyi olursan, birlikte yaparız."
"İdeal ilişkiyi yaşatacağım sana." Zoraki bir gülümseme yerleştirip göz kırptı.
Her şekilde bu kadar sakin ve gülümsemesi onda en sevdiğim şey olabilirdi. Takmıyordu, daha doğru takmak istemiyordu. İçine sıkıntıya dair bir şey kalmasın istiyordu.
Boş vermeye ve o boş vermişlikle yaşamaya çalışıyordu.
"Meraklıyım bu konuda." Tebessümümü esirgemeden konuştum. "Bekle, iki dakikaya geliyorum." Yanından kalkıp mutfağa doğru gitmiş ve hemen, hala sıcak olan çorbayı, zor uğraşlar sonucu bulduğum bir kaseye bırakmıştım. Kase bile yoktu evde.
Birkaç bardak, az sayıda kaşık ve çatal vardı. Evde ekmek de yoktu anladığım kadarıyla. Buzdolabı ise içler acısıydı.
Sadece bira ve viski şişeleriyle doluydu. Tuğkan'a ait olduğunu düşünmüyordum, daha doğrusu düşünmek istemiyordum. Babasınındı hepsi büyük ihtimalle. Onun dışında, peynir ve birkaç tane siyah şeyin vardı dolabın içinde ki küçük bir kasenin içinde.
Tuğkan ne yiyip, ne içiyordu?
Dolabı kapatıp bulabildiğim bir diğer kabın içine doldurduğum soğuk su ile mutfakta, fırının hemen üstünde ki bezi alarak iyice birkaç kere yıkamış ve suyun içine bırakmıştım. Ateşini düşürmemiz gerekiyordu. Böyle giderse asla düşmeyecekti.
Bulabildiğim kadarını alıp, küçük bir tepsiye yerleştirmiş ve Tuğkan'ın yanına gitmiştim. "Evde pek bir şey yok sanırım. Ekmek aradım ama bulamadım." Yatağın hemen yanında ki masanın üstüne bıraktım tepsiyi. "Ateşini düşürmemiz gerekiyor."
Tuğkan ise yerinde biraz daha doğrulmuştu. "Asla o şeyi bana dokunduramazsın." Tepkisi kaşlarımı çatmama neden olmuştu.
"Ateşin var, ne yapmamızı öneriyorsun?" Derken yerimde dikleştim. "Ateşini düşürmemiz gerekiyor." Hala bazı şeylerin farkında değil gibiydi ve söylediğim her şey ona batıyor gibiydi. "Eğer duşa girmeyeceksen," Diye bir umut baktım yüzüne fakat asla bu düşünceyi onaylamayan bir bakışla karşılaştım.
"Üstümü çıkartayım mı?" Yerinde doğrulduğu sırada yüzümde ki gülümseme yok oldu.
"Niye?" Anlık, vücuduma basan ateşi göz ardı etmeye çalıştım.
Bana omuz silkerek karşılık verdi. "Ateşim var. Cayır cayır yanıyorum böyle, içimde cehennem kopuyor sanki." Derken abarttıkça abarttı. "İçim içime sığmıyor böyle. Ateş düşürmek için en ideal yöntem diye düşündüm."
Bir süre yüzüne ciddi misin sen bakışları atsam bile en sonunda derin bir nefes verdim. "İlk şunu bir deneyelim. Eğer olmazsa çıkartısın." Bezi, kabın içinde ki suya daldırıp sonrasında sıktığımda o bezi de katlayarak alnına bıraktığım an bedeni titremişti. Su ılık olmasına rağmen ona oldukça soğuk geliyor olmalıydı.
Daha sonra çorbaya geçtiğim sırada dizlerim üzerine bıraktım küçük tepsiyi.
O vücudunu ele geçiren soğukluk ile baş etmeye çalışırken onu lafa tutmaya çalıştım. "Geceleri nerede kalıyorsun?" Derken masaya tezat bir sandalyeye oturdum. Gözlerim onu bulduğunda bakışları çorbanın üstündeydi.
Birkaç saniye sustu. Gecenin dondurucu soğuğunda dışarıda kalmıyordu herhalde? Lala veya Kadirler'de kalıyor olabildiğini düşündüm.
"Değişiyor." Diye kestirdi.
"Nasıl?" Babası olduğu sürece bu evde değildi ve evde olduğu sürece yemek yediğini düşünmüyordum. Ne yediğini de merak ediyordum. Okulda sadece birkaç kere çikolatalı süt içtiğini ve bir simit yediğini görmüştüm. Tost bile değildi. Sadece kuru bir simit.
Çorba tepsisini dizlerim üzerine aldığımda kafasını yatak başlığına dayadı. "Lala var, bazen Kadirler'de, babam olmadığı zaman burada." Tepkisiz bir şekilde dile getirdiği şeyle bir soluk verdim.
Camide veya dışarıda kalmadığı için sevinmem gerekiyormuş gibi hissettim. "Baban çok sık geliyor mu eve?"
"Galeri de kalıyor." Dedi oldukça umursamaz bir ifadeyle. "Ne yaptığı da zerre umrumda değil."
Çorbaya daldırdığım kaşıkla dumanı üstünde tütmeye başlamıştı bile. "Sen iyi ol da." Kısık sesimle birlikte kaşığı ona doğru uzattım. Bir bana bir kaşığa baktığında sırıttı.
"Harbi bebek gibi yediriyorsun ha? Şaka yapıyorsun sanmıştım." Çorbayı içtiğinde güldüm.
"Niye şaka yapayım?" Tuğkan'ın tekrar iyileşmesi için elimden gelen her şeyi yapardım ve ona çorba içirmek de dahildi buna. "Hastasın ve hasta olduğunu bile kabul etmiyorsun."
Gözleri çorba kasesi üstünde kaldığında kafasını omzuna doğru düşürdü. "Bir kaşık daha versene." Gözleriyle kaseyi gösterdiğinde yerimde kıpraştım.
"Beğendin mi? Güzel mi yani, annemden aldım tarifi ona göre yaptım. Yoksa çok beceremem yani bunu da." Tadına bakmıştım evde tabi ki fakat sıcak olmasından pek bir şey anlamamıştım annem de iyi olmuş diyerek geçiştirmişti.
Kafasını onaylarca salladığında diğer kaşığı bekliyor gibiydi. "Benim Sarı'mın eli değmiş, güzel olmaz mı sence?" Diğer kaşığı da ona uzattığım da gülümsedim.
"Bir tencere yaptım nasılsa." Derin nefesimi vermeden önce konuştum. "Isıtır içersin." Evde yiyecek bir şeyi de yoktu, çorbayı birkaç gün içebilirdi belki.
Sessizce kafasını sallarken devamınında ikimizden de ses çıkmamıştı. O çorbayı bitirene kadar sessizliğini korurken bende aynı şekilde sessizdim.
Saat kaç olmuştu bilmiyordum ama en sonunda çorbayı bitirdiğinde masanın üstüne geri bırakmış, alnında ki bezi de kaldırarak tekrar bezi sıkıp alnına bırakmıştım.
"Üşüyor musun hala?" Sandalyeden kalkıp yatağın yanından ona baktım. Gözleri yarı kapalı beni izlerken bir eli, elimi tuttu.
"Biraz... Benimle ilgilendiğin için teşekkür ederim Sarı." Baş parmağı tenimi okşarken gözlerim hala ellerimiz üzerindeydi.
"İyileşmen için her şeyi yaparım." Derken gerçeği kast ediyordum. Nasıl olurdu da onu hastalığa terk edebilirdim ki? O iyi olduğunda iyi olur, o kötü olduğunda kötü olurdum. "Çabucak iyileşmen gerekiyor."
O an yüzünde asla beklemediğim bir zamanda sırıtma oluştu. "Daha çabuk öpüşmemiz için mi?"
"Saçmalama." Kaşlarımı çattığım sırada sırıtması yüzünde daha da genişledi. Yerine daha rahat bir konuma gelirken ben ise ters ters baktım ona. "İyileşmen için diyorum, konuyu niye farklı bir yöne çekiyorsun?"
"Ne yani, istemiyor musun?" Sahte bir şaşkınlıkla baktı. "Şu an paramparçayım. Bilmeni isterim." Parmağı hala tenimi okşamaya devam ediyordu bu zaman diliminde.
Kafamı omzuma doğru eğerken gözlerimi kıstım. "Bir hastaya göre oldukça iyi şaka kabiliyetin var bunu biliyor muydun?"
"Sana yavşamam için bana zaman ve mekan fark etmiyor yavrum." Sözleri oldukça rahat bir şekilde çıkartıyordu dudakları ardından.
Hani hiç mi utanma, hiç mi arlanma yoktu? Yoktu arkadaş! Utanma da yoktu arlanma da.
"Sayende, fark edebiliyorum." Hoşuma gidiyordu yine de. Gitmiyor diyemezdim. Gözlerimi en nihayetinde ondan çekip odanın içinde gezdirdim.
Yatağın yanında, hemen önünde oturduğum bir ahşaptan masa vardı. Masa üstünde birkaç fotoğraf ve defter vardı.
Fotoğrafları incelerken dikkat kesildim. Bir kadın ve önünde tuttuğu bir çocuk vardı.
Tuğkan ve annesi.
Kadın, Tuğkan'la birlikte kameraya bakarak gülümsüyordu. "Bu, annen ve sensin öyle değil mi?" Fotoğrafı işaret ettiğim de kafasını fotoğrafa doğru döndürdü.
Birkaç saniyeliğine durup beni onayladı. "Evet." Diye kısaca yanıtladı.
Yüzümde tebessüm oluşmasına engel olamadım. Kadın çok güzeldi ve fark edebildiğim kadarıyla kendime benziyordu. Anlamamıştım ama benziyodu işte. Bir şeyimiz, yüzümüzün herhangi bir kısmı veya başka bir şey.
"Çok güzel çıkmışsınız." Diyebildim fotoğrafı incelerken. Parka falan mı gitmişlerdi acaba? Bu günün tarihi neydi, hepsini merak ediyordum.
Bakışlarını fotoğraftan çekmeden konuştu. "Fotoğrafı babam çekmişti." O an odayı bir sessizlik boğdu.
Rahatsız edici ve gerici bir sessizlik. Araya giren boğucu bir sessizlik.
Acaba dedim içimden. Acaba Tuğkan ve babasının bir fotoğrafı var mıydı?
"Koridorda aile fotoğrafı var." Diye tekrar sözü o üstlendi. Gözlerim bu defa ona döndüğünde kafasını koridora doğru çevirmişti. "İlk ve tek bir arada olduğumuz fotoğraf. Annem asmıştı ölmeden önce, ondandır dokunmayız ikimiz de o fotoğrafa."
Tuğkan'ın annesi nasıl bir kadındı? Ne istiyordu? Tuğkan'ı gerçekten seviyor muydu yoksa seviyor gibi mi yapıyordu? Yoksa, Tuğkan mı sadece onu kafasında ulaşılamaz konuma getiriyordu?
"Fark etmedim." Diyebildim sadece. O ise benim söylediğimi takmayarak öylece oturmaya devam etti. Bir süre sessiz kaldığında tekrar baktım masanın üstünde ki fotoğrafa.
Onun yanında bir fotoğraf daha vardı ve onu da inceleyebildim. Tekrar annesi ile olan bir fotoğraftı fakat diğer fotoğrafa göre farklı olan bir şey vardı.
Herhangi bir şey.
"Dokunmaktan çekinme." Tuğkan'ın sesi ile gözlerimi zorlukla fotoğraftan ayırdım. Bana bakıyordu. Gözlerinde tarifini bulamadığım bir ifade vardı. "Deftere mi bakıyorsun?"
Hemen fotoğrafın altında ki deftere kaydı gözlerim. "Fotoğrafa bakıyordum ama bu defter ne?" Uzaktan işaret ettiğim defter ile bir süre sessiz kaldı. "Önemli bir şey mi?" Eğer onun için önemli ve değerli bir şeyse dokunmak, bakmak istemiyordum.
"Günlüğüm." Dedi sadece.
Tuğkan günlük mü tutuyordu? "Günlük mü tutuyorsun?" Dedim şaşkınlıkla. Bakışları hala üstümde, vereceğim tepkiyi görmek ister gibi gözünü kırpmadan odaklanmış durumdaydı.
"Her gün değil." Sesi git gide kısıldı. Onu kötü hissettiren bir şey var gibiydi. "Sadece kafamda ki sesleri susturamadığım zamanlar yazıyorum."
"Ne gibi sesler?"
"Senin anlamanı istemeyeceğim kadar acı dolu sesler." Anında verdiği yanıt ile dudaklarımı birbirine bastırdım.
Ne var Tuğkan?
Söyle bana, anlat.
Ne gibi sesler acıtıyor canını?
Annen miydi acıtan yaranı?
Gözlerim bir süre yüzünde gezindi. Acısını ölçmeye, hissetmeye çalıştım ama başaramadım. "Okusana." Dedi hiç ummadığım bir anda.
"Neyi?" Dedim şaşkınlığa boğulurken. "Günlüğünü mü?" Anlam vermedim.
Elimi tutmayan elini uzatarak alnında ki ıslak bezi alıp masanın üstüne bıraktı ve yerinde doğrulduğu. "Söylemediğim gerçekleri görmek istemez misin Parla?"
Bakışlarım bir süre gözlerinde takılı kaldı. "Herkesin söyleyemediği bir şeyler vardır Tuğkan." Bunu günlüğünü okuyarak öğrenmeyi istemiyordum. Bana sen anlat istiyordum. Senin dudaklarından çıkan kelimelere inanır, aldanırdım. "Dudaklarından söylemediğin şeylere itimadım yok."
"Hiç mi?" Dedi nefesi kesilmiş gibi. Düz bir bakışla baktı bana. "Hiç mi itimadın yok?"
Kafamı iki yana sallayarak günlüğüne baktım. Deri bir yüzeye işlenmiş, üstünde buradan okuyamadığım bir yazı vardı defterin. "Sen anlayamıyorsan, benim öğrenme gibi bir gayem olamaz." İçinde, bana anlatmadığın ama özgürlüğün uğruna savaştığın bir savaş vardı. Kendi benliğin, geçmişinle çelişkiye düştüğün bir sürü an vardı. Bunları bana anlatamayabilirsin, ben de anlatmadım.
Kafasını tekrar arkasında ki yatak başlığına yasladı. "Yapma." Dedi bu kez beklemediğim bir şekilde. "Söyleyemiyorum Parla. Yapma. Oku şu günlüğü. Acı çektirme bana." Art arda sıraladığı sözler ile nutkum tutuldu.
Ses etmedim. Sessizce yüzünü izledim. Neydi Tuğkan'ın içinde ki o yara? Neydi bu kadar korkutan onu? "Zamanı gelince söylemez misin zaten bana?" Gerçekten okumamı mı istiyordu yani?
Kafasını iki yana salladı. "Zamanı gelince ben gideceğim ama."
O an öyle bir ağırlık çöktü ki yüreğime konuşmayı bile unuttuğumu düşündüm.
Ne demek gideceğim? Ne demek istiyordu ki? "Ne?" Diyebildim. Nasıl gideceksin? Diyemedim. Nereye gideceksin? Diyemedim. Sadece ne dedim.
Gözleri yüzümde bir süre gezindikten sonra sanki kendine gelmiş gibi yerinde doğruldu. "Ne gitmesi lan?" Az önce söylediği sözleri yalanladı bu defa. "Şaka yaptım, seni bırakıp gider miyim ben hiç?" Fakat gözlerinde, hala bir yerlerde az önce ki ifade yatıyordu. Bunu görebiliyordum sadece ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum.
Yüzüne tebessümlü bir ifade yerleştirdi. "Yüreğime indirdin." Bir elimi göğsüme doğru uzattığım da derin bir nefes verdim. "Ne gitmesi?" O ve benden gitmek?
"Ben senden gidemem." Dedi fakat bakışları tam tersini söylüyor gibiydi.
Sanki, ben senden gidemem ama sen benden gidersin demek ister gibiydi.
Bakışları tekrar günlüğe döndüğünde, "Annemi özleyince yazıyorum bazen. Günü gününe tutmam hiç." Sessizce dinledim onu.
En sonunda yataktan ayaklarını aşağı sarkıttığında düşüncelerimden ayrılmış ve ona doğru uzanarak elimi alnına, yanaklarına bastırmıştım. "Biraz daha düşmüş." Az önce alev alev yanan elime şimdi çok da bir sıcaklık gelmiyordu. O ise oturduğu yerden kalktı.
"Tavuklu, mantarlı ve kremalı makarna yapmaya gidiyorum ve sende benimle geliyorsun Sarı." Yüzünde ki gülümseme yine yerli yerindeydi. Bakışlarında bile heyecan vardı.
Oturduğum yerden kalkarken güldüm. "Şunları toplayıp geliyorum, git sen." O tepsiyi eline alırken ben ise şu dolu kabı ve yanına bıraktığı bezi aldım. O çoktan odadan çıkarken gözlerim günlüğün üzerinde gezindi. Tabi ki günlüğü okumayacaktım. Kimsenin bana yapmasını istemediğim bir şeyi başka birine yapmayacaktım.
Sadece, gözlerim Tuğkan ve annesinin fotoğrafı üzerinde gezindi. Uzanıp elime aldığım küçük fotoğraf ile daha yakından inceledim fotoğrafı. Altında çekindikleri tarih yer alıyordu.
24.03.2010
Fotoğrafın arkasını çevirdiğimde bir el yazısı ile yazan yazıyı görüyordum.
İlaçlar etkisini yitiriyor, ben seni unutuyorum diye ölüyorum anne.
Tuğkan'a ait el yazısı ile çatık olan kaşlarım son kelimeyi de okumakla birlikte bozguna uğramış bir şekilde, düz bir şekil aldı.
Ne ilaçlarından bahsediyordu?
"Sarı," Koridordan gelen Tuğkan'ın sesi ile gözlerim koridora doğru döndü ve elimde ki fotoğrafı masanın üstüne bırakıp odadan çıktım. Çıkarken ardımdan kapıyı kapatmış ve onun yanına, mutfağa ilerlemiştim.
"Efendim?" Mutfağın girişine, kapı kirişine yaslanırken onu izledim. Çoktan mantarları yıkamaya başlamıştı bile.
Sesim ile gözlerini bana çevirdiğinde sırtıması genişledi. "Ne kadar yetenekli bir erkeğin olduğunu görmek istersin diye düşündüm." Dedi.
Erkeğin. Yüzümde bir gülümseme oluştuğu sırada yanından geçerek kalktığım sandalyeye oturdum. "Yeteneklerin ve sen beni bitiriyorsunuz." Sandalyeye oturup onu izlerken o ise mantarları bir kabın içine toplamış ve mantarları soymak için bir kabın içine yerleştirmişti. "Getir ben yapayım." Yerimde doğrulsam bile kafasını benden tarafa çevirdi biraz.
"Her şeyi ben yapacağım."
"Fazla iddialı." Diye gerçekliği ortaya sürdüğüm de yüzünde kendini beğenmiş bir gülümseme oluştu.
"En iyisini yapacağımı biliyorum çünkü." Onu mutfakta yemek yaparken görmek garipti fakat oldukça hoştu da.
Sahteden kaşlarımı çattım. "Bu da fazla ego sahibi birinin söyleyeceği bir şey." Bana dönmese bile güldüğünü bilecek kadar iyi tanıyordum onu.
"Ego sahibi bir insan olmadığımı mı düşünüyorsun?"
"Belki." Diye kestirdim. Kesinlikle egolu biriydi fakat gün yüzüne çıkartmıyordu.
Histerik bir şekilde güldüğünde kafasını bana çevirdi. "Egomu tatmin edecek icraatlere sahibim Sarı." Bunu şu zamana kadar zaten görmüştük.
Onu, böyle izlemek oldukça keyif vericiydi ve oturduğum yerde biraz daha rahat bir şekilde oturdum. Aradan geçen dakikalarda Tuğkan yapma çalıştığı yemeğe bek de yakın olmayan bir konumdaydı fakat benim desteklerim hal onunlaydı. "Bak, ideal ilişkiyi yaşıyoruz. Ben burada oturup seni destekliyorum, sende bize yemek hazırlıyorsun."
Arkasını dönüp bir süre bana baktığında yüzünde sahteden bir gülümseme vardı. "Ya ya ne demezsin." Dedi sıkıntı dolu bir nefes verirken. "Burada başıma gelmeyen kalmadı ama yemeği bitireceğime dair inancın asla bitmedi."
"Tabi ki de bitmedi!" Gülmemi dizginlemeyen çalışırken konuştum. "Yaparsın sen," Dedim onu övercesine. "Beni aç göndermezsin eve." Bu onu gaza getirmiş gibi işini daha hızlı ve daha iyi yapmaya çalıştı.
En sonunda önüme gelen yemek ile şaşırmış bir ifade yerleştirdim yüzüme. "Gerçekten tebrik ediyorum, bu kadar saat sonunda başarabildiğin için."
Karşıma oturmadan önce masaya bir göz gezdirdi ve bir şey eksik mi diye kontrol etti. Ve sanki bir şeyi unutmuş gibi bana baktı. "Bir dakika ver bana." Ben bir şey demeden mutfaktan çıkmış ve bir yere gitmişti ama nereye gitmişt bilmiyordum.
Saat çoktan sekiz buçuk olmuş, Akın ise bir kere bile aramamıştı. "Tuğkan," Diye seslendim koridora doğru. "Her şey var, nereye gittin?"
Tam o sırada mutfağa girmiş ve ellerini arkada birleştirerek arkasında bir şeyler sakladığını belli etmişti. "O ne?" Yanıma kadar geldiğinde merakla baktım yüzüne.
"Küçük bir şey." Dedi utana sıkıla. Yüzünde bir gülümseme vardı fakat hala çok memnun değildi. "Hatta pek de değeri olmayan bir şey ama seviyorsun sen."
Ona şaşkınlıkla bakarken heyecanlanmıştım. "Ne demek değeri olmayan bir şey?" Sen bana bir şey veriyorsun ve o değersiz mi oluyor? "Senin verdiğin bir şey değersiz mi yani senin gözünde?"
"Sana layık değil." Diye kestirdi. Gerçekten bundan utanıyor gibiydi.
"Tuğkan, lütfen." Ellerimi dizlerim üzerinde birleştirdiğim de gülümsemem yüzümde asılı kaldı. "Hadi, göster."
Bir süre bekledi. Kafasını geriye çevirip elinde ki o şeye baktı ama en sonunda arkasından çıkarttığı papatya buketini bana doğru uzattı.
Küçük bir buketti. Özenle seçilmiş papatyaların bazıları Sarı bazıları beyazdı fakat o kadar güzel ve naif görünüyorlardı ki dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı.
"Sana daha güzelleri layık biliyorum." Dedi fısıltıyla. "Bilemiyorum, sen sevince bende almak istedim." Oturduğum yerden kalkarken elinde ki bukete uzandım.
Hayatımda aldığım ilk çiçek buketiydi.
Ellerime aldığım buketi incelerken yüzümde ki tebessümümü esirgemedim. "Tuğkan," İçimde ki o çocuksu coşkuyu saklamak istemedim o an. "Çok güzeller."
"Daha da güzellerini alacağım." Sesi gerçekten mahcubiyet doluydu. "Aceleyle aldım, son kalanlardı. Görünce aklıma sen geldin."
Beni, sana hatırlatan bir buket çiçekse, seni de bana hatırlatan bir buket çiçek olur.
"Hayatımda aldığım en güzel buket." Sen tarafından verilmiş, paha biçilemez bir buket. Ne ilk olması önemli ne de son. Senin verdiğin bu buket, dünyalara değer tek şey sevgilim.
Tuğkan gözlerini, kollarım arasında ki buketten ayırıp bana kaldırdı. "Daha güzellerini almış olmalısın." Sesinde bile hissettiğim o utanma duygusu bakışlarımı ona kitlememe neden oldu. "Sorun değil, daha güzelini alacağım sana."
Parmak uçlarıma yükselip yanağından öperek geri çekildiğim de gülümsedim. "Senin aldığın çiçek zaten en güzel çiçek Tuğkan. Bir başka çiçeğe veya başkasının aldığı çiçeğin güzelliği benim için önemli değil." Kalbim heyecandan hızlıca atmaya başlamıştı. "Gerçekten bana ilkleri yaşatmaya yemin etmiş gibisin." Her şeyin ilkini seninle yaşamak bile güzeldi.
Yüzünde tarifini bilemediğim bir coşku oluştu. Sevinmişti. Bunu gözlerinde görebildim.
Uzanıp saçlarıma bir öpücük kondurduğunda fısıldadı. "Bana ilkleri ve sonları yaşatacak sensin Parla..."

Ballarım yine biz geldikk 🙋♀️
Nasılsınız? Biz bomba gibiyizzz
Bu bölümden sonra Girye 1. Kitap finaline son iki bölüm kalmış oluyor sayaçlarınızı hazırda bulundurunnn
Fırtına öncesi sessizlik bölümümüzden sonra sizi asıl fırtına bölümüne alacağızz bu arada gelecek duyurular için Whatsapp kanalını ve burada bizi takip etmeyi unutmayın deusnaz
Bölümlerle oy ve yorum oranı çok az geliyor lütfen oy ve yorumlarınızı eksitmeyin. Sizin için bölümleri yazabildiğim kadar uzun yazıyorum 🙏🙏
Diğer bölüm için düşünceleriniz?
İnstagram; deusnazz
tugkann_ddemirsoy
parla._.yildizlii
Tiktok; krizantemqw
Wp kanalına wattpad hesabımdan ulaşbilirsiniz.
Sizi çoookkk seviyorummmm kendinize çoookkk dikkat edinnnn
(Lala ve Merve'nin kitabı 9 Ağustos'ta yayınlanacaktır.)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |