
Ballarım selam,
Final bölümüne son bir bölüm kaldı. Bilmenizi isterim.
Çok söz etmiyorum bugün, keyifli okumalarrrr
Lütfen oy ve yorumlarınızı eksitmeyin, hayalet okuyucu olmayın rica ediyorum 🙏
Tuğkan Demirsoy’un anlatımıyla…
Nefeslerim birbirine karışmış, ayaklarım bile birbirine dolanmıştı.
Yerden yükselen dikenli, kırmızı güller, bacaklarımı sıyırıyor ve uyuşmamı sağlıyordu. Gözlerimi kapatmamaya yemin etmiş gibi sadece önümde yürüyen kadını takip ettim. Siyah bir elbise giymiş, ayakları ise yalındı. Benim koşarak aşmak istediğim yolları o yürüyerek geçiyor, arkasına dahi bakmıyordu. Arkasından boğazım yırtılırcasına seslenmelerimi bile dinlemiyor, ya da duymuyordu.
Tenimi sıyırıp geçen rüzgar ilk kez bu kadar yakıcıydı. Kulağımın kenarından geçerken bile sanki konuşuyor gibiydi. Bedenimi geriye savurmaya, beni ondan uzak tutmaya çalışıyordu. Fakat terk etmedim, anneme ulaşmama az kalmıştı.
“Anne!” Boğazıma girip, bütün bedimi kurutan o rüzgarla yutkunmak istedim ama sanki bunu başaramadım. Bacaklarım da bana ihanet eder gibi yavaşladığında ensemden aşağı soğuk terler akıyordu. “Bir kez,” Derken oldukça yavaşladım. O da bana ayak uydurmak istiyor gibi yürümeyi yavaş yavaş sonlandırdığında nefes nefeseydim. “arkanı dön ve bana bak.”
O an sanki beni duymuş gibi olduğu yerde, uçurumun hemen kenarında durup bana baktı. Unuttuğum yüzü, yavaş yavaş tekrar zihnime karıştığında nefesim kesildi. Okyanus mavisi gözleri, al gibi olan yanakları ve beni yakıp geçen rüzgarın aksine, naif bir rüzgarın tenine vurması.
Bu annemdi.
Yüzünü unuttuğum annem, acılarımı yeşertmiş olan annem.
"Anne, yoruldum.” Bacaklarım, sanki daha fazla dayanamayacakmış gibi dizlerim üstüne beni düşürdüğünde kollarım da iki yana düşmüştü. Düştüğü yerde ki çiçekler ezilip, büzülürken dikenleri tenimi yakıyordu. “Gerçekten yoruldum." Dizlerim üzerinde nefes nefese ona seslendiğim de sesim uçurum kenarında yankılandı. Hala vücudumu kurutan ve acıtan rüzgar beni geriye savurmayı amaçlıyordu. Annemin hissiz gözleri benden uzağa, tekrar uçurumdan aşağı doğru döndü."O kadar yoruldum ki, bir kez olsun başımı okşa."
Bu bir gereksinim miydi? Bir istek miydi yoksa ihtiyaç mı bilemedim. Dudaklarımdan dökülen kelimeleri kendim bile seçmiş değildim. Sanki ne olduğuna ya da ne olacağına sadece rüzgar karar veriyordu. Kulaklarıma değen rüzgarın kulağıma fısıldıyor olduğunu düşündüm. Çok boğuk ve kısık bir sesti ama biri konuşuyordu. Bunu biliyordum.
Annemin gözleri, uçurumdan bana döndü. Bir süre yüzüme tebessümle baktı. Gözlerinde ki hayat gitmiş gibiydi. Bomboştu. Hiçlik gibiydi.
Annem, bende hiç olmadı, ben onda bir hiç miydim?
"Gel yanıma." Annem elini bana uzattığında gözlerim uzattığı eline döndü. Bembeyaz teni son gününü andırıyordu. Buradan bakınca damalarını bile görebiliyordum. Ama neden yanına gitmemi istiyordu anlamıyordum. "Gidelim ikimiz de buradan. Çok güzel bir hayat yaşayalım." Sesi, kulaklarımda bir melodi gibiydi. Rüzgarın şiddeti arttı, beni geriye doğru düşürmek üzereyken zor bela yerden destek aldım.
Uzattığı eli bir süre öylece havada kaldığında buna anla veremedim. “Nereye?” Dedim en nihayetinde. Onunla nereye olsa giderdim. Sadece elini tutmam gerekiyordu. Neden gitmiyordum? Onun elini son kez de olsa tutmak için canımı verirdim, peki neden şimdi sorguluyordum?
Yüzünde bir tebessüm oluştu, gözlerinin dolmuş olduğunu gördüm. Burnunun ucu şimdiden kızarmıştı. “Neden soruyorsun?” Sesi, oldukça üzücü çıkmıştı.”Benimle, gelmez misin?” Gelirdim.
Eskiden olsa hiç düşünmez gelirdim.
Ama şimdi, gelemezdim. Anlamıyordu. Ben buradan gitmek istemiyordum ki. Parla buradaydı. Onu bırakıp nasıl giderdim?
Kafamı önüme eğip üstüne diz çöktüğüm çimenlere ve bacaklarımı kanatan, acı içinde sızlatan dikenli güllere baktım. Hepsinin rengi solmuş gibiydi. "Gitmek istemiyorum." Tekrar ona kafamı kaldırmamla elimi uzattım ona karşı. Gitmezdi belki. Gitmek yerine benim yanımda, benimle kalırdı. "Sen gel, gidelim. Evimize gidelim. Parla'yla tanıştırayım seni." Sana o kadar bezeyen kızla tanış. Seni gördüğüm o kızla tanış.
Dizlerim üzerinden kalkarken ona gülümsedim. Gözlerinde ki ifade bir an olsun değişmemiş, bana uzattığı elini yavaşça indirerek öylece bakmaya devam etmişti. Bakışları donuklaştı. Sadece dolu gözlerle beni izledi.
"Gelemem Tuğkan'ım." Kafasını iki yana sallayıp gerisinde kalan uçuruma baktı. "Sensiz de gidemem." İçinde fırtınalar kopuyor gibiydi. Gözleri, yanında gitmemi istiyordu ama en önemlisi o gitmek istiyordu. Tekrar yavaşça kafasını geri bana çevirirken umutla baktı yüzüme. "Gel benimle, birlikte gidelim buradan. Sonra Parla da gelir yanımıza."
Sözleri bir anlık durdurdu beni. Parla nereye gittiğimi bilmiyor gelemez yanıma. "Olmaz. Parla bilmiyor nereye gittiğimizi. Onsuz gitmem ben." Çocuk gibi inatlaşıp gitmemek için direndim. Aslında benim direncim Parla üzerineydi. Haber bile vermemiştim ona. Merak ederdi beni. Onsuz gitmek mi? Nereye gittiğimi bile bilmezken, Parla’yı gerimde mi bırakmamı istiyordu?
Annemin sağ gözünden bir damla yaş akarken güldü. "Ben gideyim mi o zaman? Siz, sonra yanıma gelirsiniz, olur mu?" Yüzünde acı çeken bir ifade var gibiydi fakat oldukça mutlu da görünüyordu. İsteği, ihtiyaç duyduğu şeyin oraya gitmek olduğunu biliyordum fakat neden gitmek istiyordu?
Hava da esen rüzgar, sanki beni uyarmak istiyor gibi daha da şiddetlendi. Yerde ki çimenleri, etrafta olan her şeyi yok etmek ister gibi sert esti fakat anneme dokunmuyor gibiydi. Annemin ise siyah elbisense değen naif rüzgar, saçlarının da dalgalanmasına neden oldu. "Geleceğim yanına." Diye teminat verdim. Güven vermek ister gibi gülümsedim. "Parla'yı alıp geleceğim yanına."
Annem huzura erişmiş gibi sevindi. Gözyaşları, gözlerinden boşalırken gülmeye devam etti. "Söz mü?" Beni bu kadar yanında istiyor muydu yani?
Usulca kafamı salladım. "Söz." O da bu sözlerimi bekliyormuş gibi iki elini bir yumru haline getirip göğsünün ortasına yerleştirdi. Gözlerinden boşalan yaşlara rağmen gülümsüyordu. "Dikkat et kendine. Çok değil, hemen geleceğim yanına."
Beni usulca onayladı. Kafasını tekrar geriye çevirdiğinde titrek bir nefes verdi. "Sende dikkat et oğlum. Gelmek için acele etme. Parla'ya teşekkür ettiğimi söyle." Bana son kez bakıyor gibi baktı.
Dizlerim üzerinden yavaşça kalkarken şiddetli esen rüzgar yavaş yavaş yok olmuş gibiydi. Bacaklarıma batan ve canımı acıtan o güller yok olmuştu bir anda. Bedenim, aynı annem gibi huzura boğulurken omuzlarımdan bir ağırlık kalktı. Ayaklarım geriye doğru giderken onu onayladım. "Seni seviyorum." Diye son kez konuştuğum da gözlerini uçurumdan ayırmadan karşılık verdi.
"Seviyorum seni."
Ona son kez bakıp arkamı döndüğüm de geldiğim yolu geri takip ettim. Yerde ki güller bir anda kaybolmuş, gerisini papatyalar almıştı. Nasıl bir anda bu kadar huzura boğulabildim diye düşündüm. Gerçekten nasıl bu kadar rahatlamıştım? İçimde ki huzuru Parla ile paylaşmak için çok heyecanlandım.
Bir süre sonunda adımlarım yavaşlayıp arkamı dönüp anneme bakmak istediğim de onun orada olmadığını gördüm.
Gözlerimi yavaşça araladığımda bedenimin ne kadar ter içinde kaldığını fark edebiliyordum. Ciğerlerime doldurduğum nefesim bile bedenime bir ağrı veriyordu. Öte yandan, yatağımın hemen yanında ki masanın üstünde duran ve sistematik bir melodi ile çalıyor olan telefona doğru uzandım.
Rüyamın garipliği ve annemi görmemin heyecanı ile kalbimin deli gibi attığını hissedebiliyordum. Bedenim, sanki gerçekten koşmuşum gibiydi. Terler beni boğuyor, dışarıdan odama süzülen rüzgar, tenimi buza kesmişti neredeyse.
Telefon ekranına bakma ihtiyacı duymadan açtığımda derin bir soluk verdim. “Efendim?” Yatakta doğrulmaya çalışırken aynı zamanda diğer elimle alnımı karışlıyor, alnımda biriken terleri siliyordum.
“Uyuyor muydun?” Kadir’in, kulaklarıma dolan sesi ile yataktan çektiğim ayaklarımı yere doğru uzattım. Üstümde ki kazak, beni terletmişti anlaşılan. “Saat daha on bir bile değil anasını satayım.” Bıtkın sesi ile kaşlarımı çattım.
On bir bile değildi demek. Parla’nın evden gitmesi üzerinden iki saat bile geçmemişti ve ben uyumuştum. “İçim geçmiş.” Uyandığımdan bu yana hızlı atmayı sürdüren kalbime uzandı elim. Yavaşlamasını, ritmik ve sakin bir hızda atmasını diledim. “Sen niye aradın?”
Gözlerim aralandığında odayı dolduran sokak lambasının aydınlattığı yerlerde gezindi. Masaya ait sandalye bile, Parla oturduğundan bu yana yatağa doğru dönük şekildeydi. “User konusu işte.” Kadir’in ilk kez bu kadar sakin ve rahatsız konuştuğuna şahit olmuştu kulaklarım. User konusu diye geçirdim içimden. Bana yazan user.
“Ne bulabildin?” Yataktan kalkarken sandalyeden destek aldım. Çok mu yorulmuştum bilemedim fakat ayaklarıma giren ağrıyı hissedebiliyordum. “Kim olduğunu öğrendin mi?” Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp hoparlöre alarak masanın üstüne bıraktım ve üstümde ki kazağı tek harekette çıkarttım.
“Yani,” Kadir oflarcasına soludu. “Numara kime ait buldum ama User’i bulduğum söylenemez.” O da ne demekti? Gözlerim bir anda telefonu bulduğunda çatık kaşlarıma yakışan bir sertlikle konuştum.
“O ne demek?”
Kadir bir iç çekmiş ve öksürmüştü. “Şöyle,” Derken daha da meraklanmama neden oldu. “Numarayı sorgulattım. Yusuf Piyade diye bir adama ait gözüküyor.”
“O kim?” Masaya yaklaşarak ellerimi iki yanına dayadım. Bizim okulda öyle birisi olduğunu düşünmüyordum. “Bizim okuldan mı?”
Kadir ise oldukça karamsar bir eda ile cıkladı. “Hayır. Adamın doğum yılı 1994 olarak yazıyor burada. Kim bilmiyorum, doğum yeri bile Denizli diyor.” İşte bu oldukça şaşırmama neden olmuştu.
Gözlerim bir süre telefonda gezindi, neler olduğunu anlamaya çalıştım. Demek ki başka birisine ait bir numaradan yazmıştı bana. “Bir boklar var.” Diye derin bir iç çekerek yerimde doğruldum. Elimde, tor top topladığım kazağı çıplak vücudumda ki terleri silmek için kullandım.
“Onu bende fark ettim.” Benim gibi düşünceli ve neler olduğunu çözmeyi odaklayan bir ses tonuyla konuşmuştu. “Ama tam olarak ne olduğunu bilmiyorum.”
Bu kişinin kim olduğunu bulmalıydım. Ne olursa olsun bulmam gerekiyordu. “Kadir,” Aklıma düşen şeyi dile getirmek istedim. “Ne olursa olsun bulmamız gerekiyor.” Ne kadar şey biliyor onu bile bilmiyorduk. Benim hakkımda ne biliyor, ne kadar şeyi biliyor bilmiyordum ve bu oldukça sinir bozucu bir boyuttaydı.
Kadir de aynı benim gibi, bana uyan bir şekilde konuştu. “Biliyorum kardeşim.” Sesi düşünceli, bir şeyleri ölçüp tartan boyuttaydı. “Okulda ki öğrenciler arasında Piyade soyadında birileri var mı diye baktım az önce.” Telefonun diğer ucundan, bilgisayarın klavyelerine bastığına dair sesler geldi. “Bulmaya çalıştım ama yok, okulda aynı soyada sahip birisi.”
İş gittikçe tuhaflaşırken elimde ki kazağı önümde ki sandalyenin üzerine bırakıp kendimi tekrar yatağa attım. Telefonu elime alırken gözlerim bir süre boşlukta takılı kaldı. “Bu kişi kimse,” Diye bir ses geldi Kadir’den. “Panelden bakacak olma ihtimalimizi düşünmüş olmalı.”
“Hay, şansımı sikeyim.” Diğer elimle yüzümü sıvazlarken kimin olabileceğini düşündüm. Kim olabilirdi? Hasan mı? Hasan olsaydı bu kadar rahat ve umursamaz olmazdı. Aksine, bunu yaptığını gözüme sokmak için elinden geleni yapardı.
Kadir’in olduğu taraftan hala klavyeye vuruş sesleri kulaklarıma gelmeye devam etse bile konuşmayı da ihmal etmiyordu. “Hasan olmadığından emin misin?” Sesi düşünceli, Hasan olduğundan oldukça emin bir şekildeydi.
“Ne zamandan beri klavyenin arkasına saklandığını gördün?” Derken sesim sakindi. Hasan’ı tanıyordum. Herkesten daha iyi tanıyordum ve bu en nefret ettiğim şeylerden biriydi. “Hasan değil.”
“Nasıl bu kadar eminiz Tuğkan?” Kadir’in sitemkar sesi ile derin bir soluk verdim. Bir anda aramıza sessizlik girmişti. Öfkelendiği açıktı. “Lan bu çocuk hayatını sikmedi mi? Sevdiğin kızı anlattıktan sonra gidip kızla sevgili olmadı mı? Nerden geliyor bu rahatlığın?” Öfkesini hissedebiliyordum fakat kaşlarımı çatmama engel olamadım.
Yerimde doğrulurken kafamı sol omzuma doğru düşürdüm. Uzun zamandır aklımda olan bir düşünce vardı ve bunu ilk kez Kadir’e sunmayı planlıyordum. “Rahat falan değilim.” İçimde dolup taşan o hissi gizlemeyedim. “Hayatım sikilmiş. Herkes sikmiş benim hayatımı, rahat mıyım sanıyorsun?” Telefonu dudaklarıma yaklaştırırken sert bir nefes verdim. “Ne sanıyorsunuz siz, Hasan’a güveniyorum falan mı?” Kadir sabır dilercesine bir nefes aldığını fark ettim. Benim gibi o da bu durumdan bir hayli sıkılmış görünüyordu.
“Hasan yapmadıysa kim yaptı?” Kadir’in cevabını oldukça merak ettiği o sorusu ile birlikte bir süre sessizliğe gömüldüm. “Hasan’dan başka yapabilecek adam var mı? Kim, sana niye düşman olsun? Niye yapsın bunu?” Kadir, o denli emindi ki Hasan olduğundan. Başka hiçbir ihtimal düşünmüyordu.
Gözlerim biraz uzakta kalan, duvarda asılı bir şekilde duran ilkokul da çekildiğimiz sınıf fotoğrafına kaydı. Fotoğrafta ki onca çocuklar arasından, sıranın en sonunda Hasan ile birbirimizin omzuna ellerimizi attığımız yere odaklandım. Hasan mıydı bunu yapan?
“Kadir,” Sesim, gerektiğinden daha kısık çıkmıştı ve duyup duymadığından şüphe etmeme neden olmuştu. “Parla’ya söyleyemedim.” Konu bir anda nasıl buraya geldi bilmiyordum fakat içimde ki sıkıntının bir diğeri de bundan ibaretti.
Ondan ses gelmedi. Bir süre hırıltılı nefeslerini duydum sadece. O da benim gibi benim derdime düşmüştü. Komik, derdime derman nedir bilmiyordum. Çok komik. “Ne oldu?” Az evvel esip gürleyen kendisinden geriye bir şey kalmamış, aksine sesi sakin ve rahatsız bir şekilde çıkmıştı.
Kafamı önüme eğerken sertçe yutkundum. “O kadar güzel seviyordu ki beni,” Dedim tane tane. Acelem yoktu. Onun beni sevdiği gerçeğini hemen yok saymak istemedim. Uzun uzun sevsin dedim. Kelimelerim bitmesin, sevgisi bir an olsun tükenmesin istedim. “kıyamadım. Bencil miyim ben Kadir? Bu bencillik mi? Sadece sevdiği için mi tutuyorum onu yanımda? Bu beni kötü bir insan mı yapar?”
Kolay sanıyordum. Söyler geçerim dedim fakat içimi yiyip bitiren huzursuzluk, başıma bela gibi beni bırakmıyordu. “Nasıl?” Kadir hayret ediyordu artık. Benim bu kadar sakin ve bu kadar kayıtsız kalmam herkesi hayrete sürüklüyordu. “Tuğkan… Kaç kez dedim sana, Parla seni bırakıp gidecek bir insan değil.”
Parla beni bırakıp gidecek bir insan değil.
Parla beni ölüme terk edebilecek bir insan.
“Bunu bilemezsin.” Dedim sadece. Ne desem anlamıyorlardı nasılsa. Ne anlatsam, ne dilde konuşsam anlarlardı beni? Kardeşim dediğim çocuk bile beni anlayamazken, nasıl olur da Parla’dan beni anlamasını isteyebilirdim? “Son bulsun istemiyordum.” Elimi enseme attığımda, buza kesmiş olan bedenimi sıktım. “Parla sevsin beni, bırakmasın.”
Utanmasam küçük çocuk gibi oturup ağlayacak gibiydim. Ağlardım, Parla benden gitse ben hep ağlardım.
“Çok geç olmadan,” Dedi Kadir. O da bunu biliyor gibiydi. Parla’nın beni bırakmayacağını söylüyordu fakat beni bırakacağından emin gibi konuşuyordu. “konuş onunla. Anlayacaktır seni.”
“O kadar güzeldi ki,” Diyebildim. Nefesimi kesiyordu. “Gidecek biliyorum. Beni bırakacak. Sadece biraz daha fazla zaman geçirmek istiyorum.”
“Tuğkan,” Kadir’in ikaz dolu sesi ile sessizliğe gömüldüm. “konuş onunla.” Kadir de mi hissediyordu her şeyin geç olduğunu? O da mı düşünüyordu Parla’nın gidebilecek olma ihtimalini? “Ölüm var kalım var, Hasan’ın işi belli olmaz. Şerefsizin kulağı hep bizde.” Haklıydı aslında.
Söylemem gerektiğini biliyordum fakat bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. “Ya gerçekten giderse?” Giderdi. Gidecekti. Ben mi öyle hissediyordum bilmiyorum fakat gidecek gibiydi.
Aramıza uzun sayılabilecek bir sessizlik girmesinin ardından Kadir konuştu. “Gitmemesini dile.”
Benim dileklerim hiçbir zaman kabul olmazdı.
Derin bir nefes eşliğinde ayağa kalkarken adımlarımı odanın kapısına doğru döndürdüm. “Hasan’la konuşacağım.” Koridordan ilerleyip mutfağa girdim.
“Ne hakkında?” Kadir’in meraklı ve tedirgin sesi ile gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp geri açtım. “Ne konuşacaksın?”
“Her şeyi.” Diye soludum. Şu ana kadar yaşanmış ve yaşanacak her şeyi. “Belki o beklenen yüzleşmenin vakti gelmiştir.”
******
Parla Yıldızlı’nın Anlatımıyla…
Bir Sonra ki Gün…
Tarih derslerini şu yaşıma kadar hep sevmiştim. Bana öğrettiği geçmiş her zaman içimi ısıtır, eski zamanlarda neyi, nasıl çözdüklerini bilmek istememi arttırırdı. Ortaokuldan bu yana gelen bu meraklım tarih dersinde hep en iyi olmamı sağlamıştı.
Hoş, çoğu kişinin ilgi duymadığı, hatta o derste uyudukları şeyi can kulağı ile dinleyen tek kişi bendim. “… Bunun üzerine Mustafa Kemal, Trablusgarp’a gitmişti.” Filiz hoca, tahta da ki animasyon haritada gösterdiği yere baktım. Sınıfta herkesin farklı şeylerle ilgilendiğini hesaba katarsak, Filiz hocanın gözlerimin içine bakarak ders anlatması normaldi.
“Parla…” Sıranın altına sığınmış olan Gizem’e kafamı eğdiğim de elinde ki telefonu bana doğru döndürdü. “Ravza nöbetçi ya, çıkışta sıra olacağımızı söylüyor.”
Bugün yılbaşı günüydü.
31 Aralık.
“Bunu zaten biliyoruz Gizem.” Diye fısıldadım. Her sene tekrar eden, konuşmaları yapacaktı Mustafa hoca. “Artık klasikleşti.” Gözlerimi tekrar tahtaya çevirdiğim sırada Filiz hocanın konu anlatımından çıktığını gördüm. Eh, bu da dersi bitireceğinin bir kanıtıydı.
Arkama yaslanırken Gizem bacağımı sarstı. “Bitirdi mi dersi?”
“Dersi dinleyen yok, bitirdi en sonunda kadın.” Masanın üstünde ki kitabı kapatırken Gizem ise doğrularak masanın altından kalkmış, telefonu ise tekrar gizlemişti. Önümüzde oturan, daha doğru yatan Fadime ve Merve’nin kıyafetlerinden çekiştirdi Gizem. “Merve!” Kısık bir sesle fakat yüksek sayılabilecek bir şekilde seslendi. “Kanka uyan, birazdan sıraya gidecekmişiz.”
Merve, kafasını sıradan kaldırırken yüzünde izi kalmış olan defter teline dokundu. Kendisi iki saattir uyuyordu ve haliyle bu kadar içinin geçmesi normaldi. “Ne?” Tek gözünü kapatarak baktı Gizem’e. “Bu yağmur da?”
Hemen pencereden dışarı baktığımızda yağmurun şiddetli bir şekilde yağdığını görmüştüm. “Koridorda toplarlar.” Arkamda ki duvar askısına uzanıp montumu aldığımda omuzlarım üzerine yerleştirdim. “Dışarıda toplayacak halleri yok.” Diyebildim.
Fadime, yanağına yasladığı eli ile gözleri bizim üzerimizde gidip geldi. “Kaçıncı dersteyiz ki?” O da yeni uyanmış olmanın verdiği şaşkınlıkla Gizem’i işaret etti. “Son ders mi?” Derken esnedi.
Merve ise çoktan çantasını açmış ve içinden aynasını çıkartarak yüzüne bakmıştı. “Ay! Bu yüzle aşağı asla inemem!” Yüksek sesi birkaç kişinin bize dönüp bakmasına neden olsa dahi Fadime tarafından kafasına bir şaplak yemişti bile. “Fadime, benim maskaram sende miydi? Versene iki dakika.” Tamamen bizim sıraya doğru döndüğünde elinde ki aynayı Gizem’in sırada duran çantasına yasladı fakat o an kafasına bir darbe daha geldi. “Oha!”
“Cin cücüğü gibi bağırıp durma.” Kadir’in sesi ile Merve, bozulmuş topuzundan tutarak Kadir’e döndü. Ona vurmaya yeltsense dahi Kadir bu vuruştan kaçmıştı. “Kulağımın dibinde, sabahtan beri çenenizi çekiyorum zaten bir susmadınız.”
“Kes sesini Kadir.” Gizem’in lafıyla Kadir’in konuşmaya devam etmek için açılan ağzı tekrar kapandı ve Gizem’e ters ters baktı. “Ne yaptığını sanıyorsun? Salak mısın, kızın topuzunu bozdun.”
“Öküz işte!” Merve bozulan topuzunu eliyle düzeltmeye çalışsa dahi nafile olmuştu. “Allah’ından bul Kadir. Kaç saatimi alıyor şu topuzu yapmak.” Merve’nin öfkeli sesi Kadir’i güldürmüştü.
Hayır, gülünecek bir şey de değildi arkadaş. “Pislik işte.” Fadime’nin azarlayan tonda ki sesi ile Kadir göz devirmiş sıraya yasladığı eline, yanağını bastırdı.
“Neyse,” Dedi Kadir, o malum şakayı yapmadan önce ki ifadesini takındı yine. “Bir sene görüşmeyeceğiz nasılsa.” Al işte. Yine başladık.
“Bir insanın mizah seviyesi hiç mi olmaz arkadaş ya?” Fadime dalga geçer gibi sorduğu soru ile Kadir yüzünü buruşturdu. “En son ilkokulda söylüyordum bunu.”
“Bana ne.” Diye tersledi Kadir. Bugün sol tarafından kalkmış gibi gözlerini kıstı Fadime’ye. “Ben liseye geldim hala söylüyorum.” Sonunda derin bir iç çekmiş ve sırıtmıştı. “Kültür farkı bu aslan parçası.”
“Ya ya,” Derken zoraki bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. “Ne kadar büyük bir kültür farkıymış o öyle.” Gizem tarafından, uyarıcı bir tonda kolumdan çimtiklendiğim de yüzümü buruşturdum.
“Uyma şuna.” Gizem dişleri arasında mırıldanırken sıkıntılı bir iç çekerek kitaplarımı toplamaya başladım. “Sende sus Kadir. Dön önüne.” Gizem’in ikazına birkaç saniye öylece sessizce bekleyen Kadir kaşlarını kaygılı gibi yakınlaştırdı.
“Çok kırıcı olduğunu bilmen gerekiyor Gizem.” Kadir yalandan alınmış gibi önüne tekrar döndüğünde gülmemek için kendimi zor tutarken Merve bir anda ayaklanarak Filiz hocaya seslendi.
“Filiz hocam! Lavaboya gidebilir miyim, şu ayı topuzumu bozdu.” Kadir’in sırtına bir anda vurduğunda Kadir bir anda acı ile iki büklüm kesilmişti fakat Merve bunu umursamadan sıradan çıktı.
Filiz hoca, sanki Merve’nin çenesiyle uğraşmak istemediği için hemen izin vermişti. Normalde asla izin veren bir hoca değildi. İzin vermeseydi Merve tarafından kötü sözlere maruz kalacağını biliyor gibiydi.
Merve sınıftan gitmiş, herkes yavaş yavaş toparlanmaya başlamışken sıranın altından çıkarttığım telefondan internetimi açarak Tuğkan’dan bir mesaj gelmiş mi diye uygulamaları kontrol ettiğim de Whatsapp’tan bir mesaj olduğunu görerek girdim.
Tuğkan; Sarı
Tuğkan; Alt katta ki koridorda toplayacaklarmış öğrencileri
Tuğkan; O kalabalıkta bulamam seni
Tuğkan; Zil çalınca koridorda bekle, gelirim hemen yanına
Son attığı mesajı beğenirken hemen yanıt yazdım mesaja.
Parla; Tamamm
Telefonu tekrar kapatığımda beklemeye başladım. Herkes yavaş yavaş ayaklanırken bende onlardan biri olarak ayaklandım. Gizem de son kez ayna da kendine baktıktan sonra çantasını toplayıp hazırlanmıştı. Fadime de hem kendi çantasını hem de Merve’nin çantasını toplamakla uğraşmış ve en sonunda topladığında zil çalmıştı.
“Hadi gençler, herkese iyi tatiller.”
Kadir sınıftan çıkmadan önce Filiz hocaya el salladı. “Seneye görüşürüz hocam!”
Diğerleriyle birlikte sınıftan çıkarken koluma girmiş olan Gizem göz devirmeden edemedi. “Hala küçük çocuklar gibi davranıyor ya, inanmıyorum!” Sitemkar sesi ile kıkırdadım. Yanımıza ulaşan Fadime, Merve’nin çantasını elleri arasında tutuyordu.
Sınıflardan çıkan öğrenciler giderken biz biraz daha yavaş ilerliyorduk. “Aptal işte.” Derken yüzünü buruşturdu önden giden Kadir’e karşı.
“Merve daha bitirmedi mi işini?” Gözlerim sağ tarafta ki kızlar lavabosuna döndüğünde bir süre Merve geliyor mu diye baktım fakat gelmediğini gördüğümde önüme geri döndüm.
“Siz gidin,” Dedi Fadime lavaboya doğru ilerlerken. “Biz geliriz Merve’yle.” Bir şey dememize fırsat vermeden lavaboya girdiğinde Gizem de beni çekiştirmeye başlamıştı bile.
Önüme döndüğüm de karşıdan gelen Tuğkan’ı fark ettim. Üstüne bugün montunu giymişti. Ben söylemesem onu da giymeyecekti de işte, zorla giydirmiştim. “Seni montla görüyorum.. Gözlerim yaşardı resmen.” Yanıma yaklaştığında yüzünde bir sırıtma vardı.
“Tercihim hala senin montundan yana ama neyse demek istiyorum.” Bana çapkın bir bakışla göz kırptığında Gizem de bizim bu küçük atışmalarımıza sırıtarak bakıyordu. “Birini mi bekliyorsunuz?”
“Kadir Merve’nin topuzunu bozdu.” Diye iç çektim. Merdivenlere doğru ilerlerken Tuğkan’ın gözleri hala benim üzerimdeydi. “Topuzunu yapmaya gitti ama daha gelmedi.” Merdivenlerden inmeye başlamışken o da bizim yanımızda ilerliyordu. “Sen ne yaptın?” Kafamı ona kaldırdığım da o da bana doğru eğdi.
“Son dersimiz Önder hocayaydı. Soru çözdük.” Derken montunun fermuarı ile oynamaya başlamıştı. Aşağı yaklaştıkça çoğalan öğrenci sesleri ile sesini biraz daha yükseltti. “İtiraf olayını soruyorsan, Lala’yla halledeceğiz.”
Kadir, itirafı atanı panel yardımıyla bulacağını söylemişti fakat bulamamıştı. Daha doğrusu numaranın kime ait olduğunu bulmuş olsa bile kim olduğunu bulamamıştık. Denizli’de yaşayan ve bizden yaşça büyük bir adama ait bir telefon numarası olduğunu öğrenmişlerdi. “Bu kadar uzun sürmüş olması kötü değil mi?” Sorumu duyamamış gibi kulağını bana doğru yaklaştırdı. “Bu kadar uzun sürmesi iyi değil, değil mi?” Diye sordum kulağına doğru.
Tekrar yerinde doğrulduğunda derin bir nefes verdi bu defa. “Yani, biraz iyi saklanıyor sadece.” Derken gülüyordu hala. Soğuktan kızaran burnunu montuna doğru gömerken aşağı kata ulaşmıştık bile. “Bulacağım ama. Az kaldı.” Ellerini montun cebinden çıkartıp parmakları arasında az bir mesafe bıraktı. “Zürriyetini seveceğim onun.”
“Kibar küfür.” Dedi Gizem özenmiş gibi iç çekti. “Kadir’e de şu şeyleri öğretir misin lütfen?” Bu da Gizem’in çilesiydi işte. Tuğkan’ın gözleri bu kez Gizem’e döndüğünde, “Rica ediyorum, geçen gün herkesin içinde yeni keşfettiği küfürleri sıraladı.” Bundan oldukça utanıyormuş gibi yüzünü kapattı. “Herkes bize baktı, çok korkunçtu.”
Bu sözler üzerine Tuğkan bir kahkaha atmış ben ise Kadir’in niye böyle bir şey yaptığını sorgulamaya başlamıştım. “Şaka gibi.” Hayret edercesine konuştum.
Kalabalığın arasından geçip giderken kapıya yakın olan tarafa ilerledik. Hemen çıkıp erkenden gideriz diye. “Benim de çok var öyle,” Arkasında ki duvara yaslanırken beni işaret etti çenesiyle. “Sarı söylememi istemediği için yanında söyleyemiyoruz işte.” Söylenmemesi gerekirdi zaten.
Ona yandan bir bakış attığımda gözlerimi kıstım. “Bir hanımefendinin yanında küfür etmek hiç etik değildir kimse söylemedi mi bunu?” Kalabalıktan sesler yükselmeye başlarken yanımıza doğru, öğrencileri ite kalka gelen Akın’a döndü gözlerim.
“Etikliği umursayan kim?” Tuğkan gibi çoğu şeyi hiçe sayan bir insana bundan bahsetmek akıl karı değildi nasılsa.
Yanımıza gelen Akın nefes nefeseydi. Üstünde ki montun fermuarını açarken derin bir nefes verdi. “Piştim lan.” Çantasını omzundan çıkartıp Tuğkan’a uzattığında, Tuğkan isteksizce çantasını tutmuştu. Üzerinden çıkarttığı mont ile, altında ki ince bir kazakla kaldı. “Oh be,”
“Pardon da,” Kaşlarımı çattığımda ona bakıyordum hala. “Birazdan dışarı çıkacağız niye çıkartıyorsun?” Eliyle salla dercesine hareket yapıp Tuğkan’dan çantasını aldı. “Hasta olursan görürüm seni. Annem hem Ateş’le hem senin uğraşırsa işimiz var.” Kardeşim ateş de hasta olmuş, son birkaç gündür okula gitmemişti. Bir de üstüne Akın hasta olursa, evde ki diğerlerinin de hasta olması muhtemel olurdu ki bu da annemin çıldırmasına bir nedendi.
“Çıkarken giyerim.” Tuğkan gibi duvara sırtını yasladığında, etrafta ki öğrencilerin sesleri bir türlü kesilmek bilmedi. Merve ve Fadime de daha gelmemişti. “Şşt,” Akın’ın sesiyle ona yandan bir bakış attım. Gözleri hem bende hem de Tuğkan üzerinde gidip geldi. “Siz, hayırdır?”
“Ne?” Tuğkan’ın umursamaz sesiyle Akın gözlerini kısıp şüpheci bir şekilde baktı ikimize.
“Dün gece siz hayırdır?” İmalı ses ile Gizem bir anda kahkahalara boğulurken Tuğkan ve ben ise öylece kalka kalmıştık. Daha doğrusu ben öylece kalka kalmıştım. Tuğkan ise düm düz Akın’a bakıyordu. “Şuna sordum bir şey söylemedi de, var sizde bir şeyler.”
“Sik sik konuşma.” Tuğkan’ın sert sesiyle birlikte ikisi arasında gidip geldi gözlerim. “Sana ne, ne yaptıysak yaptık.” Akın’ın gözleri gerektiğinden de fazla açılmış Tuğkan’ın ve benim hakkımda ne gibi bir varsayımlarda bulunduğunu merak etmemi sağlamıştı.
O sırada yanımıza ulaşan Merve Fadime olayı anlamak adına Gizem’e karşı kafasını salladı. “Doğru,” Dedi Akın aşağılar gibi Tuğkan’ı incelerken sesini biraz kısık tuttu. “Siz benim yanımda şapur şupur birbirinizi gö…” Akın’ın şu an burada olmasaydık kesinlikle öldürmüştüm.
Tuğkan eliyle Akın’ın ağzını kapatmış, susması için tehdit edercesine bir bakış atmıştı. “Sen mi kesersin sesini, ben mi keseyim sesini?” Sözleri tamamiyle tehdit doluydu. “Nerde ne konuşacağını bilmiyor musun lan sen?” Elini ağzından çekerken Akın tarafından kınayan bakışlara maruz kalmıştık çoktan. “Asabımı bozma.”
“Siktir lan oradan.” Akın’ın sesiyle Tuğkan bir sabır çekip önüne geri dönmüştü. Ben ise ikisi arasında gidip gelen bir bakışma içerisindeyken Gizem tarafından kolum, yerinden çıkarılmak istercesine sarsılmaya başlanmıştı.
“Ah!” Kolumun acısı ile yüzümü buruşturarak Gizem’e döndüğüm gibi Gizem kulağıma fısıldadı.
“Ne zaman, nerde, hangi alanda bu gerçekleşti?” Sanırsam, az önce Akın’ın bahsettiği o öpüşme faslından söz ediyor olmalıydı.
Kolumu ondan kurtarmaya çalışırken Merve ve Fadime hala olaya Fransız kalmış görünüyordu. “Gizem, kolumu alabilir miyim?” Yüksek sesimle birlikte kolumu bıraktığında derin bir nefes vermiştim. Bana da yavaş yavaş ateş basmaya başlamıştı.
“Anlat kız anlat.” İşveli, cilveli bir şekilde söylendiğinde Merve de ikimizin arasına girmeye çalışarak konuya dahil olmak istedi ama onlardan bıkan ben cevap vermek dahi istemiyordum ve sanki bu dileğimi Tuğkan duymuş gibi kolumdan tutarak beni ken tarafına doğru çekmiş ve bütün herkesten beni uzaklaştırmıştı.
“Kesin sesinizi, önünüze dönün.” Hala oldukça sakin takılması ile kafamı ona kaldırıp bakmama neden olmuştu. Bütün koridorun, Mustafa hocanın ikazı ile önlerine dönmelerinin verdiği gazla koluna biraz daha sarıldım. Kafasını eğip bana baktığında kulağıma doğru eğildi. “Hoşuma gidiyor.”
Neyden bahsettiğine anlam verememiştim. “Nedir hoşuna giden?” Diye fısıldadım.
Kulağıma temas eden sıcak nefesi ile, kulağımdan başlayıp boynumun sağ kısmında ki tüylerimin üpermesine neden olmuştu. “Bu konularda utanıp kıpkırmızı kesilmen.” Cidden kıpkırmızı kesilmiştim ve kesinlikle o bunu fark etmişti.
Uzaktan beni gören herhangi birisi de bunu anlayabilirdi. “Pisliğin tekisin Tuğkan.” Önüme tekrar döndüğümde kulağımın dibinde güldüğünü hissedebildim.
“Pisliğin teki olduğumu söyleyen çok oldu ama senin dudaklarından böylesine şahane bir şey duymak büyüleyiciydi yavrum.” Sözleri öylece kala kalmama neden olmuştu. Nefesinin tenimden uzaklaştığını hissetsem dahi ona bakmadan, biraz ileride ki Mustafa hocaya bakmaya çalıştım.
Onun gözleri ise hala benim üzerimde, bana odaklanmış durumdaydı. “Dön önüne.” Ona ikazda bulunmamla birlikte sözüme itaat etmiş ve önüne dönmüştü.
Sonrası çok da yoktu aslında. Mustafa hoca tarafından konuşma yapılmış, İstiklal Marşı okunmuştu. Herkes yağmurda koşarak giderken bizde onlara yakın, hızlı hızlı yürüyerek gidiyorduk. Durağa yaklaşmaya yakın, Gizem bizim yanımızdan ayrılırken yola ben, Akın, Kadir, Lala ve Tuğkan devam ediyorduk.
“Bu gece Rexstar’a gidelim diyordum.” Kadir’in, şiddetli yağam yağmuru bastırmak adına yüksek çıkan sesiyle Akın ve Lala’nın gözleri onu buldu. “Gidelim mi Tuğkan?”
“Bu yağmurda mı?” Diye sordum hayretler içinde. Kaza yapma riskinin yüksel olduğu bir zaman diliminde bile bunu mu düşünüyorlardı yani? “Yılbaşı bugün Kadir.”
“Yani?” Dedi umursamaz bir ses tonunda. Güldüğünü görebilmiştim. “Eğleniriz işte. Gidelim.” İkna etmeyi amaçlayan sesi ile birlikte Akın hemen ona katıldı.
Nasıl bu kadar eğlence düşkünü olduklarını merak ediyordum ve kendime soruyordum. Gerçekten, bu yağmurda bile insan evine gitmek isterdi. Tabi dershane yolu gözüken bana pek de işe yaramazdı ama onların eve gitmesi daha iyi olurdu bana kalırsa.
“Gidelim lan.” Dedi Akın üstüne basa basa. Gözlerim bir anda onu bulduğunda yüzüme vuran soğuk hava ve küçük su taneleri ile kaşlarımı çattım. “Sevdim ben orayı.”
Hayır, sanki babamı bilmiyormuş gibi konuşması kaşlarımı çatmama neden oluyordu. “Sen nereye? Babam gönderir mi sanıyorsun sen?” Yandan bir bakış attı bana fakat hala keyfi yerinde gibiydi.
“Amcam babamın yanına gitti. Ne anlatıyorsun? Yengemi de sen idare edersin.” Uzanıp yanağımdan bir makas aldığında elini ittirdim.
Kadir Akın’ın ona katılacak olmasının verdiği heyecanla bir anda Akın’ın koluna girmişti ve Lala ile Tuğkan’a bakmıştı. “Siz gelmiyor musunuz lan?”
“Oturun evinizde. Bu yağmurda, ne işiniz var?” Onlar beni pek ilgilendirmiyordu açıkçası. Tuğkan gitmesin yeterdi benim için. Ki Tuğkan da bunu fark etmiş gibi kafasını bana çevirip baktı. “Hiç gereği yok ve senin için annemi idare falan etmeyeceğim Akın.” Sözlerim ona dokunduğunda beni başından savmak için gülerek kafasını sallaması yetmişti.
“Lala sen?” Kadir’in yüksek sesiyle ilk kez Lala’ya karşı döndü bakışlarım. Montunun kapüşonunu kafasına geçirmiş, sırtında ki çantası ve çantadan sarkan siyah beyaz bir kramponu vardı. Bugün antrenmanları yoktu anlaşılan.
“Beni saymayın.” Dedi herkesin sesine ters bir sakinlikle. “Babamlarla bu gece davete gideceğiz.” Yılbaşı günü bir davet…
Gerçi, bildiğim kadarıyla Lala’nın ailesi varlıklıydı. Tuğkan’ın babası gibi bir galerisi, aynı zamanda dedelerinden kalma müteahhit firmaları vardı. Tam olarak onların olmasa dahi babasının da söz hakkı olduğunu düşünüyordum. Bunu geçen senenin başlarında duymuştum. Sanırsam okulda bu kadar popüler ve sözü geçen biriydi. Fakat neden hala bir Anadolu lisesine geldiğini merak ediyordum.
Kadir inanmamış gibi omuz attı sırtına. “Siktir lan. Yılbaşı günü ne daveti?” Kadir ve Tuğkan o kadar alışmış gibi görünüyordu. “Gelmemek için bahane aramak senin bu yaptığın.” O an Lala’dan oldukça sert bir bakış aldı Kadir.
“Kadir, kız var şurada açtırma ağzımı. Ben isteyerek gidiyorum sanki.” Sert sesi ile birlikte Kadir göz devirmişti.
“Bir şey demedik.” Göz devirmeden hemen önce söylendi. Bu kez gözleri Tuğkan’a döndü fakat Tuğkan’dan hemen sonra bana baktı. “İzin var mı?” Diye çenesiyle Tuğkan’ı işaret ettiğinde kaşlarımı kaldırarak hayır anlamında bir algı yarattım.
“Tabi ki hayır. Bu yağmurda, o araba yarışına gideceksiniz, Allah korusun başınıza bir iş gelse ne olacak?” Kadir pek memnun olmamış gibi göz devirmişti.
“Eğlenceli değilsiniz.” Derken Akın ile birbirlerine baktılar. “Biz birlikte gideriz değil mi aslan parçası?”
“Eğlenmeyi bilmeyen şerefsizler.” Akın’ın kınayan bakışlarına maruz kaldı Lala ve Tuğkan.
Lala artık bu konuşmadan sıkılmış gibi, yürüdüğümüz kaldırımda bir elini montunun cebinden çıkartıp Kadir’in ensesinden tutarak karşı kaldırma geçirmeye çalıştı. “Kesin artık sesinizi.” Lala tekrar arkasına dönüp bizle vedalaştıktan sonra tekrar onlara dönmüş ve gözden kaybolmuşlardı.
“Nereye gideceksin sen şimdi?” Ona merakla sorduğum soru ile derin bir nefes verdi. “Eve mi?” Diye sordum bu defa. Durağa vardığımız zaman durağın içine geçmiş ve kapüşonlarımızı çıkartmıştık. Ayakkabılarımın içinin suyla dolduğunu hissettiğimde yüzümü buruşturdum.
“Galeriye gideceğim.” Babası mı çağırmıştı yine? “Birkaç işim var.”
Gözlerim, otobüsün geldiği tarafa döndü. “Çok mu?” Geceyi evde mi geçirecekti yoksa dışarı da mı kalacaktı bilmiyordum fakat bu beni oldukça endişelendiriyordu. “Geceye kadar, bitmez mi işin?”
Montunun fermuarını birkaç defa inip çekerken gözleri benim üzerimdeydi. “En fazla akşam dokuzda biter işim.” Peki ya sonra? Eve mi gidecekti?
“Eve mi geçeceksin sonra?” Lala da bir davete gidecekse, evde de kalmayacaksa o zaman Kadir’le birlikte araba yarışına mı gidecekti?
Gözleri bir süre, bineceğim otobüsün geldiği tarafa kaydı. Bir süre orayı inceledi. “Büyük bir ihtiamlle.” Dedi sakin bir sesle.
“Dikkat et kendine.” Koluna dokunduğumda tebessüm ettim. Yavaş yavaş yaklaşan otobüs ile Tuğkan da bana tebessüm etmişti. Uzanıp saçlarımdan öptü.
“Sende güzelim.” Önümde duran otobüsle, binmeden önce ona veda ettim.
******
“Akın, yok diyorum yok!” Çıldırmış gibi nefes alıp verirken içime dolan sıkıntıyı yok sayamıyordum. Dershaneden üç saat önce gelmiştim ve saat gece yarısına oldukça az bir zaman vardı.
İçeri odada annem Ateş ve Güneş ile birlikte Yılbaşı Özel Programları izlerken ben ise kendi odamda Tuğkan’a saatlerdir ulaşmadığım için çıldırıyordum. Üstüne, içimde ki sıkıntıyı asla yok sayabileceğim bir küçüklükte değildi.
“Sakin ol,” Akın’ın sesi cızırtılı gelirken öksürmüştü. Arkadan gelen yağmur sesleri ve insanların yüksek sesli konuşmaları kulağıma geliyordu. Gerçekten Kadir ile birlikte Rexstar denilen o araba yarışına gitmişti fakat Tuğkan orada yoktu ve uzun zamandır da haber alamamıştım.
Üstüne üstlük Lala da bana yazmış, Tuğkan'a ulaşamadığını dile getirmişti. Bu kadar uzun süre mesajlarıma ve aramalarıma dönmemesi içime öyle bir kuşku düşürüyordu ki, aklımdan geçen aptalca düşüncelere bile aldanabiliyordum.
"Kadir arıyor şimdi." Akın'ın beni sakinleştirmek adına söylediği sözler daha da endişelenmeme neden oluyordu aslında. "Ulaşamazsak bizde gelir bakarız." Akın, her ne kadar sakin durmaya çalışsa da sesinde bir gariplik vardı.
Odanın içinde dolanmayı bırakıp bir elimi göğüs kafesime yerleştirerek içime dolan sıkıntının gitmesi adına o yeri ovaladım. "Akın, gideyim mi evine?" Artık o kadar çaresiz hissediyordum ki kendimi, onun evine gitmekte bulabilirdim çareyi.
Aklımda milyon tane senaryo oluşuyordu saniyeler içinde ve hepsi Tuğkan adına oldukça kötü olan senaryolardı.
"Saçmalama." Dedi Akın. Sesi sert çıkmıştı. "Bu saatte nereye gideceksin?" Bir yandan da arka plandan Kadir'e sesleniyordu. "Kadir, ulaşamadın mı?"
"Ulaşmış mı?" Umut dolu sesimle ona doğru seslendim. Annemin bir anda odaya gelecek olmasından korktuğum için sesimi kısık tutuyordum fakat ağlayacak kadar kötü hissediyordum kendimi.
Dört saat, koskoca dört saat boyunca ondan haber alamamıştım. "Hayır." Diye iç çekti Akın. "Tamam, sakın evden falan çıkayım deme biz geliyoruz Kadir'le."
Bir şey dememe fırsat vermeden telefonu kapattığında elimde ki telefona baktım. Tekrar Tuğkan'ı arama fikri bedenimi öyle bir ele geçiriyordu ki, buna engel olamıyordum.
Yatağıma oturdum, göğsüm üstünde ellerimizi gezdirdim. İçimde ki sıkıntının tamamı bekli de gerçekten Tuğkan üzerineydi. "Neredesin?" Babası mı bir şey yapmıştı? Uyuya mı kalmıştı?
Eğer uyuya kalsaydı içimde bu denli sıkıntı olmazdı.
Telefonu elime alıp tekrar tekrar ona yazdım.
Parla; Neredesin?
Parla; Başın bir şey geldiğinden korkuyorum
Parla; arıyorum açmıyorsun
Parla; cevap vermiyorsun
Parla; kaç saattir aktif bile değilsin
Parla; Evine geleceğim Tuğkan
Parla; Ciddiyim
Parla; lütfen neredeysen söyle
Parla; içimde bir sıkıntı var
Parla; canımı acıtıyor
Parla; lütfen Tuğkan
Bir süre, sadece kısa bir süre mesaj yazmasını bekledim fakat bu bekleyiş içimde ki sıkıntının artmasına neden olmuştu. Mesajlarım bile tek tikte kalmıştı.
Allah'ım, dedim içimden. Lütfen ona bir şey olmasın. Yataktan kalkıp kapıya doğru ilerlediğim sırada kapıyı açarak evin çelik kapısına doğru ilerledim. "Anne ben çıkıyorum!" Buna bu kadar kayıtsız kalamazdım.
"Ne?" Annem hemen koridora geldiğinde bana baktı. "Nereye bu saatte? Dışarıda ne kadar yağmur yağıyor!"
"Akın," Dedim nefes nefese. Hiç uğraşmadan terliklerimi giyip üzerime montumu alarak ona döndüm. "Markete çağırıyor, onunla gelirim ben birazdan." Bir şey demesine fırsat vermeden evden çıkarak merdivenlere koşarcasına varıp hızlı hızlı inmeye başladım.
"Parla! Gel buraya!" Annem de birkaç basamak arkamdan inse bile peşimden gelmemişti, bende onu dinlememiştim.
Hızlı hızlı indim merdivenleri. Camdan duvarı gördüğüm de dışarıda yağan yağmur oldukça şiddetli görünüyordu. Bu saatte dışarı mı çıkmıştı acaba?
Hiç düşünmeden dışarı çıktığımda montumun kapüşonunu kafama geçirip adımlarımı site çıkışına doğru döndürdüm. Koşarcasına ilerliyor, ayaklarıma sular dolmasına rağmen hızımı kesmiyordum.
Bir yandan elimde ki telefonla Tuğkan'ı arıyor, her açmadığında tekrar tekrar arıyordum.
Siteden çıktığımda dışarıda kimsenin olmadığını görmek beklediğim bir şeydi. Bu yağmurda dışarı çıkmak akıl kârı değildi ancak konu Tuğkan'sa bunu yapardım.
Önümü görmek için kafamı kaldırdığımda yüzüme vuran yağmuru yok saymaya çalıştım. Üstüne çıkan rüzgar da oldukça kuvvetliydi fakat bu umursayacağım bir şey değildi.
Biraz sonra Tuğkan'ların sitesine varmış içeri girdiğim gibi gözlerim onların olduğu apartmanı bulmuştu. Adımlarımı oraya çevirirken her tarafta olan su dolu çukurlara ayağım giriyor, paçalarımdan itibaren sırılsıklam oluyordum.
En sonunda apartmana vardığım da içeri girerken nefes nefeseydim. Üzerimden yere doğru süzülen yağmur suları, beni deliye çeviriyordu.
Adımlarımı merdivenlere çevirip hemen çıkmaya başladığım da bir yandan da demirden destek alıyordum. İçimde ki sıkıntı geçmek yerine biraz daha artmış, beni daha fazla sıkıntıya sokmuştu.
Onların katına vardığım da gözlerim hemen dairelerin olduğu tarafı buldu. Hemen gidip birkaç kere zile bastığımda ses gelmedi. "Tuğkan!" Dedim kapı tokmağına vururken. "Tuğkan orada mısın?" Burada değilsen seni nerede bulacaktım ben?
Birkaç kere daha zile bastığım sırada kapıdan biraz uzaklaşmış ve beklemiştim. Sessiz bir bekleyişti. Açmasını ummuştum fakat kapı açılmayınca adımlarım beni tekrar merdivenlere doğru sürükledi.
Onu burada da bulamamıştım ve bu çok acı veriydi. Neredeydi? Ne yapıyordu? Başına bir şey geldiği kesindi fakat nasıldı? Hala galeride miydi yoksa başka bir yerde mi?
Merdivenlerden bir adım atmıştım ki arkamdan işittiğim kapı açılma sesi ile olduğum yerde öylece kala kaldım.
"Çok geç geldin." Ses tüylerimin ürpermesine neden olduğunda kalbimin deli gibi attığını duyabiliyor gibiydim.
Arkamı yavaşça dönüp kapı da duran kişiye baktığım da bu kişinin Tuğkan'ın babası olduğunu görmek tüylerimi ürpertmişti.
"Tuğkan," Döküldü dudaklarımdan. O mu zarar vermişti Tuğkan'a? Vermemişse bile biliyor muydu nerede olduğunu?
"Nerede olduğunu bilmek mi istiyorsun?" Diye konuştu adam. Yüzü ve bedeni tıpatıp Tuğkan'a benziyordu. Onu onaylamak adına yavaşça kafamı salladığım da içimden bir ses buraya keşke gelmeseydim diyordu.
Yüzünde bu defa bir gülümseme oluşmuştu. Sinsi bir gülümsemeydi. "Bence, bilmek isteyeceğin daha büyük gerçekler var."
Kapıyı aralayarak beni içeri davet etti.
"Tuğkan'ın sana nasıl yalanlar söylediğini bilmek istemez misin Parla?"
.
.
.
.
.
Ballarım ben geldimm
Bölüm hakkında ki görüşlerinizi allalım hemenn ️💁♀️💁♀️
Bu arada asla beklemiyordunuz dimi...
Neyse çok söze gerek yok, diğer bölüm 1. Kitap finali...
Oy ve yorumlarınızı lütfen eksitmeyinn
Bir de Lala ve Merve'ye ait olan GÜN IŞIĞI kitabı ilk bölümüyle yayında ballarım okumayanlar koşup okusunlarrr
Bizi buradan takip etmeyi unutmayın ballarımm deusnaz
Kendinize dikkat edin ve sağlıcakla kalınnn görüşürüüzzzz
İnstagram: deusnazz
tuğkann_ddemirsoy
parla._.yildizlii
giryeofficial
Wp kanalı profilimde mevcuttur.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |