Servis, her sabah olduğu gibi apartmanın önünde bekliyordu. Şoför, direksiyona yaslanmış, sıkıntıyla gazetesini okuyordu. Umut, servisin içine adım attığında tanıdık bir manzarayla karşılaştı: Öğrenciler, kendi dünyalarına dalmıştı. Ön sırada oturanlar yüksek sesle konuşuyor, arka sıradakiler kulaklıklarından müzik dinliyordu. Umut, en arkadaki köşeye oturdu ve başını cama yasladı.
Servis hareket ettiğinde, dışarıdaki dünya hızlı bir film şeridi gibi akmaya başladı. Sokak lambaları hâlâ yanıyordu, ama güneş ufuktan doğmaya başlamıştı. Yol kenarındaki apartmanlar, köhne dükkânlar ve aceleyle işe gitmeye çalışan insanlar… Her şey bir rutin içinde ilerliyordu.
“Bu kadar çok insan nereye gidiyor?” diye düşündü. “Hepsi bir yerlere yetişmeye çalışıyor, ama neden? Bu çabanın bir anlamı var mı gerçekten?”
Gözleri, yol kenarındaki bir bankta oturan yaşlı bir adama takıldı. Adam, elindeki poşeti karıştırırken yüzünde bir yorgunluk ifadesi vardı. Umut, bir an için o adamın hayatını düşündü. Belki de o da bir zamanlar gençti, umut doluydu. Ama zamanla her şeyini kaybetmişti.
“Zaman herkesi aynı sona götürür,” dedi kendi kendine. “Kim olduğunun, ne yaptığının bir önemi yok. Hepimiz sonunda birer gölgeye dönüşürüz.”
Servis, okula yaklaştığında Umut’un omzundaki çanta biraz daha ağırlaşmış gibi hissetti. Sanki yalnızca kitapların değil, içindeki tüm düşüncelerin yükünü de taşıyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |