2. Bölüm

1.YEŞİL CENNET

dia S.
diasarend

 

‼️

BU KURGUDA SİZİ RAHATSIZ EDECEK ÖGELER BULUNABİLİR. ŞİDDET, KAN, ARGO KELİME, KÜFÜR, CİNSELLİK VB. İÇERİR. UYARIYI DİKKATE ALARAK OKUMANIZ RİCA OLUNUR.

KURGU FANTASTİK OLMAKLA BİRLİKTE İÇERİSİNDE GEÇENLER TAMAMİYLE HAYAL ÜRÜNÜDÜR.

‼️

 

 

"Tanrı bağlamıştı tüm kalpleri ama belirtmemişti zaman dilimi,
Ya şimdi ya geçmiş, her halükarda bulurdu birbirlerini."


 

 

Mezuniyet balosu
Pazar Gecesi 01.42

Pazar akşamı olan mezuniyet balosundaydım. Bu sene mezun olan 12. Sınıfların balosuydu. Ben liseden çoktan mezun olmuştum ama kafamın biraz dağılmaya ihtiyacı vardı. Sessizliğin sükunetin de olan sokaklar adeta beni boğmuştu. Aklıma düşen mezuniyet balosuyla kendimi burada bulmuştum. Neredeyse son iki saattir bar kısmında öylece oturmuş etrafı izliyordum. Tabi ki de gizliden girmiştim. Aileler bile içeri alınmazken beni almaları saçma olurdu. Ama bu mekanı adım gibi bildiğimden çıkış kapısı dışında başka bir kapı olduğunu da biliyordum.

Her ne kadar bal kabağı gibi ortada da dursam kimsenin beni fark etmeyeceğini biliyordum.
Şampanyamı yudumlarken -evet öğrencilere sadece şampanya veriyorlardı- dans eden bedenlere bakıyordum. Şuan da bu kadar eğlenmeye ve mutlu olmaya ihtiyacım vardı. Zihnim son zamanlarda beni çok hırpalıyordu. Belki susarlar diye uyumaya çalışıyordum ama gördüğüm kabuslar bana hiç yardımcı olmuyordu.

Biraz hava alma ihtiyacıyla mekandan dışarı çıkmak için oturduğum yerden aşağı indim. Bardağı masanın üzerine koyup sakin adımlarla dans eden bedenlerin arasından geçmeye çalıştım. Zor bela da olsa bedenlerin arasından hızla sıyrılıp dışarı çıktım.

Kapıdan çıktığımda yüzüme çarpan soğuk rüzgarın esintisiyle biraz durdum. Esinti saçlarımın arasından geçip onları dalgalandırıyor, kendimi dünyadan soyutlanmış gibi hissetmemi sağlıyordu. Bizim mahallenin geleneği haline gelmiş olan sonbahar balolarını, etkinliklerini, eğlencelerini seviyordum. Ve hiç kimsede bu durumdan rahatsız değildi.

Göz kapaklarımı yavaşça araladım. Soyutlandığım yerden gerçek dünyaya geri döndüm. Karşı taraf ormanlık alandı, mekanın diğer kısmı mahalleye açılıyordu. Gözlerim biraz daha vuran rüzgarla kısılırken ormanlık alana bakıyordum. Önüme gelen saçlarımı omuzuma doğru ittim. Yeşil cennetten gelen temiz havayı içime çektim. Orman kokusuna bayılırdım. Hele ki yağmur sonrası toprak ananın bütün suları içine çekip, bize armağan ettiği o kokuyu daha çok severdim.

Gözlerim rüzgarla uyum içerisine girmiş yapraklarda dolaşıyordu. Tam o sıra yeşillerin arasında bir fener ışığı gördüm. Hemen kapanmıştı ama gördüğüme emindim. Kaşlarım çatılmıştı. Etrafa göz gezdirerek ışığı gördüğüm yöne doğru ilerledim. Hem etrafa bakıyordum hem de hızlı adımlarla ilerliyordum. Ormanlık alana yaklaştığım zaman kafamı çevirip arkamda bıraktığım ışıltılı mekana baktım. Elimdeki telefonun fenerini açıp açmamak arasında kaldım.

İçimden bir ses açmamam gerektiğini söylüyordu. Zaten ne işim vardı burada bilmiyordum. Geri dönmeyi düşündüğümde, dönemedim. Ayak bileklerime saki zincirler bağlanmıştı. Rüzgar sırtımdan sıyrılarak Yeşil Cennetin içine doğru süzüldü. Dallar adeta bana yol açmıştı. Ama bunlar saniyelik sürdü. Sanki biri beni davet ediyordu. Yeşillerin arasına girdiğimde etraf iyice sessizleşmişti. Rüzgarın sesi, gökyüzünün sesi her şey bir anda durmuştu. Sessizlik rahatsız edici cinstendi. Çalılıkların arasından geçerken biraz zorlanmıştım. Az önceki gibi kimse yolumu açmıyordu. Adımlarım az önceki gibi hızlı da değildi. Etraf karanlık olduğundan önümdeki su birikintisini görmemiştim. "Allah kahretsin!"

Bacağıma kadar gelmeyi nasıl başarmıştı? Eğilip bacağımdaki çamurlu suyu silmeye çalıştım. O an bir koşuşturma sesi duydum. Kafamı hızla kaldırdım. Bir elim telefonda, diğer elim bacağımda öylece kalmıştım. Saçlarımın bir kısmı yüzümü örtüyordu. Gözlerimi karanlığın içinde dolaştırdım.

Karanlığın içinde, onun efendilerini görmeyi beklemen saçmalık.

Bacağımla ilgilenmeyi bırakıp, sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye başladım. Bu karanlıkta gezmek delilikti resmen! Telefonumun fenerini yaktım ve önüme doğru tuttum. Sol tarafımdan hızla sıyrılan havayla yanımdaki ağaca yapıştım. Nefeslerim artık düzensizleşmişti. Göğüs kafesim alarm veriyordu. Gözlerim korkuyla etrafa bakıyordu ama nafile. Elimi göğsümün üstüne koydum. Sakinleşmeyi ümit ederek, biraz öyle durdum.

Rüzgar olduğunu düşünmek istedim ama tek bir yaprak bile hareket etmiyordu. Sadece sol tarafımdan geçen bir...havaydı.

Biraz da olsa kendime geldiğimde yaslandığım ağaçtan sırtımı çektim. Nereye gittiğimi ya da neden gittiğimi bilmiyordum. Elimdeki telefon feneri ve gökyüzündeki ay yolumu aydınlatıyordu. Ayın erişemediği yerlere ise fener erişiyordu. Işığı yerde tutuyordum. Sanırsam karşımda birini ışık altında görmekten korkuyordum. Gördüğüm şeylerin sadece kuru ve ıslak yapraklar olmasını diliyordum. Fenerin aydınlattığı yerlerde koyu bir sıvı gördüğümü sandım ama su birikintisi olduğuna inanmak istedim. Yanından geçerken, onun ne olduğunu biliyordum. Kendime yalan söylüyordum. Sesli bir şekilde yutkunmama neden olan bir çift ayakla olduğum yere çakılı kaldım. Feneri kaldırmaya cesaretim yoktu. Zaten buraya girme cesaretini nereden bulduğumu da bilmiyordum. Çıplak ayaklar ağaca yaslıydı. Bacaklarından aşağıya doğru yol çizmiş kanlar yere damlıyordu. Feneri yavaşça yukarı kaldırmaya başladım. Yeşil elbisenin açıkta bıraktığı bacaklarından yine kanlar akıyordu. Feneri biraz daha kaldırdım. Belinden ve kollarından ağaca bağlanmıştı. Göğsü kanla kaplıydı. Hançerle yaralanmıştı. Hala göğsünde duran hançerde gözlerim gezindi. Semboller vardı ama şuan bir şeyleri anlamam mümkün değildi. Kim olduğuna bakmak için yavaşça yaklaştım. Her adımımda korkunun da benimle geldiğini hissediyordum ama belimde baskı varmış gibi oraya itiliyordum. Bir şey duygularımla oynuyor vermek istediğim tepkiyi veremiyordum. Feneri yüzüne tutmamla ağzımdan firar eden çığlığa mani olamadım. Prangaya vurulmuş ağzım aniden özgürlüğüne kavuşmuştu. Karşımdaki yüzün badem gözlerinden gözyaşlarıyla karışmış kanlar kurumuştu. Gözleri dehşetle açılmış adeta yalvarıyordu ama aynı zamanda korku vardı. Son nefesini vermeden önce hissettiği duygular üzerine yapışmıştı.

İrislerinin etrafını çevreleyen akların damarları kırmızıya boyanmıştı. Zihnimin beni yanılttığını düşünüyordum. Bu gerçek olmazdı. Hemen buradan gitmeliydim.

Feneri kapatıp son kalan gücümle koşmaya başladım. Hem koşuyor hem de böylesi bir vahşeti kim neden yapar diye düşünüyordum. Kızı tanımıyordum, ilk defa görmüştüm. Ve son defa olmuştu. Ormanlık alandan nasıl çıktığımı anlamamıştım ama bir şekilde çıkmıştım. Mekana bakmadan koşmayı kesmeyerek mahalleye girdim. Evin önüne gelince elbisemin cebindeki anahtarı çıkardım. Ellerim titriyordu. Nefes seslerim kulaklarıma geliyordu ama aynı zamanda nefesim kesilmiş gibi hissediyordum.

Ellerimin titremesinden kaynaklı doğru anahtarı bulmakta zorlanmıştım. Artık ışığım sokak lambası olmuştu. Doğru anahtarı bulunca kilide takmaya çalıştım. Çok ses çıkardığımın farkındaydım ama onu umursayacak durumda değildim. Kapıyı açınca hızlı adımlarla eve girdim. Anahtarı yere attım ve odama ilerledim. Odaya girince ardımdan kapıyı kapattım. Çıkarmayı unuttuğum ayakkabıları bir çırpıda çıkartıp, yatağın yanına savurdum. Odanın içi çamur ve leke şeklinde kanlarla kirlenmişti. Hemen yatağa geçip, özel bir numaradan polisi aradım. Özel numaradan aramak aklıma nasıl geldi bilmiyordum. Gözlerimin önüne gelen cansız bedenle, parmaklarımla gözlerimi ovdum. Çağrım cevaplandı, konuşmalarına müsaade etmedim.

"Yeşil Cennette dilek ağacına bağlı bir ceset var."
Aynı gece bütün mahalle ayağa kalkmıştı. Polisler cesedi bulmuştu ve balodaki öğrencilerden birine ait olduğunu söylemişlerdi. O gece balodaki ve mahalledeki herkes sorguya çekilmişti ama sonuç elde var sıfırdı. Beni asıl ürperten şey ise polislerle balonun olduğu mekanın güvenlik kameralarını izlemek olmuştu. Benim oturduğum yerde kimse yoktu. Kapıya baktığımda tek bir kişi dahi çıkmamıştı. Ben neredeydim? Biri beni adeta görüntülerden silmişti.

Polisler katili arama çalışmalarına devam etmişlerdi. Ama bulamamışlardı. Bir yıl sonunda dosya her zaman olduğu gibi alınan canla ve dışarıda rahat bir şekilde gezen katilin sadece bilinmiyor olarak kaldığı şekilde, çözülmemiş, masumların kanlarıyla kaplı ama tozlarla üstü örtülmüş raflarda yerini aldı.

Dosya sadece bir katilin işlediği cinayet değildi. Karanlıkta saklanmış iblislerin eseriydi.

 

Tam bir sene önce, karşımda bütün eşsizliğiyle duran Yeşil Cennette cinayet işlenmişti.

Hafızamdan asla silemediğim o hararetli geçen gece bende travma olmuştu. Ceset siyah bir torbadayken açtıklarında gördüğüm görüntü kalbime amansız bir ağrı sokmuştu. Devamlı olarak kabuslarla kalkıyordum.

Normal cinayet gibi de durmuyordu. Hırsla ve kinle yapılmış bir şeydi, emindim. Bir insanın canını almak bu kadar kolay mıydı gerçekten? Daha beş dakika öncesine kadar mezuniyetini kutlayan,hayalindeki üniversite hayatına ilk adımını atmadan önce arkadaşlarıyla gülüp eğlenen Yeliz Açık; Yeşil Cennette ölü bulunmuştu.

Öldürülen sadece Yeliz değildi; hayalleri, hedefleri, geleceğe dair umudunu asla yitirmeyişi, belki de saf bir aşkla çarpan kalbi de dilek ağacında sonsuzluğa kavuşmuştu.

Daha 18 olmasına iki ay vardı halbuki. Hayat değildi acımasız olan, içinde olan çürüklerdi.

Bu düşüncelerle tepede oturmuş Yeşil Cennete bakıyordum. Sonbahar mevsimine girmiştik ve haliyle hava da biraz esinti vardı. Bacaklarımı tepeden aşağı sarkıtmış, bedenimi de geriye doğru atarak uzanmıştım. Parmaklarımın arasında buraya gelirken yerde bulduğum köpek dişi vardı.

Dişi incelemeye o kadar dalmışım ki kafamın yanına atılan çantayla irkildim.

"Oha."

Çatılan kaşlarımla kafamı kaldırıp gelen kişiye baktım. Göktuğ. Tepemde durmuş öylece bana bakıyordu. Hafiften rüzgar olduğu için gözleri kısılmıştı.

"Okulu ekmişsiniz hanımefendi?"

Kafamı koyduğum yere yeniden uzandım. Göktuğ da yanıma oturdu. Bir bacağını aşağı sarkıttı, öbürünü kendine doğru çekip dirseğini yasladı. Bakışlarını karşımızda kalan ormanlık alana çevirdi. Her zaman stres olduğunda yaptığı gibi dudaklarını kemiriyordu. Alt dudağında yer yer kırmızılıklar vardı.

"Kafam çok bulanık Göktuğ. Kabuslarım daha çok arttı, sanki bir şey olacakmış gibi. Ders dinleyecek kafada değilim."

Aynı zamanda elimdeki dişi çeviriyordum. Dişi çoktan atmam lazımdı ama zihnimi dağıtıyordu. Göktuğ'un gözleri elimdeki dişe değdi, kemikli parmaklarıyla dişi benim elimden aldı. İncelemeye başladı, bir yandan da bana söyleniyordu.

"Bana neden bundan bahsetmedin? Her şeyi söyleyebileceğini biliyorsun."

Yüzümün düştüğünü görünce konuyu değiştirdi. "Böyle yapmaya devam edersen antrenmanları daha çok ağırlaştırırım."

"Saçmalama zaten hayvan gibi çalıştırıyorsun."

Elindekini avuç içine alıp kapattı. Bana doğru döndü. Yine ciddi bir şekilde bakıyordu. Sevmiyordum bu bakışını.

Gözleri gözlerimin en derinine bakıyordu. Kaşları gerilmiş, çenesi kasılmıştı.

"Yaşanan o olaydan dolayı hepimiz yıprandık. Bir süre toparlanamadık. Zaten asla aklından çıkmasını beklemiyorum. Ama bunları düşünerek, kendine acı çektiriyorsun. Bir şekilde devam ediyor hayat. Maalesef ki tek dileğimiz böyle bir olayın tekrarlanmaması."

Söylediği cümleler zihnimde donmuş anıları tekrar canlandırdı. O gece o kadar kötü olmuştum ki, resmen kendimden geçene kadar ağlamıştım. Hayatta nefesi kesilen bir cana, haksız yere öldürülen bir genç kıza daha, işlenen ve asla sonu gelmeyen cinayetlere ağlamıştım.

"Beni ve kızları ne pahasına olursa olsun koruyacağını biliyorum. Ve kendimi korumam için de beni çalıştırıyorsun." Derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim.

"Merak etme bana bir şe-" sözümü kesmişti.

"Merak ederim."

"Sen merak etmiyorsun. Takıntı haline getirmişsin." Anlaması için gözlerinin içine bakıyordum. "Yanlış anlama ama devamlı olarak tepemdesin Göktuğ. Aa desem şahlanıyorsun."

"Ben," kelimeleri toparlamaya çalıştı. "bu denli rahatsızlık verdiğimi bilmiyordum. Özür dilerim."

"Özür dile diye demiyorum dingil. Sadece şu korumacı abi tavırlarından vazgeç."

Yeniden önüne döndü. Daha fazla konu uzamasın diye şakaya vurmayı tercih ettim. Omzumla omzuna vurdum. Yüzüme hınzır bir sırıtış yayılmıştı. Kafasını çevirmeden gözleriyle huysuzca baktı.

"Az Deniz gibi ol ya, sal beni gülüm."Dediğimle gülmeye başladı. "Çocuğa diyorum ki kızlarla piyasa yapacağız o diyor ki İkra'yı kenarda bir yerde atın da öyle yapın, kafa şişirir."

Onunla bende gülmeye başladım. Deniz ve Göktuğ arasında uçurumlar var diyebilirdim. Yere attığı çantayı alıp, bana verdi. Beni çalıştırdığı için böylesi fırsatları hiç kaçırmıyordu. Çantayı sırtıma attım.

Yüzündeki sırıtmayla beni kolunun altına alıp, Yeşil Cenneti arkamızda bırakarak yürümeye başladık. Ağaçların yere serpiştirdiği yapraklar, her adım atışımızda eziliyordu. Bakışlarını elinde olan dişe indirdi. Baktı. Baktı.

"Boklu diş lan bu? Üstüne sıçılmış he bu kir değil, alma eline boklu bak."

Gözümün içine sokmaya çalıştığı dişle kafamı geri çektim.

"Sensin boklu hıyar. Ver dişimi."

Elimi ona doğru uzattım. Tiksinerek bana geri verdi. Dişi alıp cebime koydum.

Bakışlarım önümüzdeki yoldaydı. Mahalleye giden yol çok uzak değildi ama çabuk bitmişti. Bizim soytarıların yanına gidiyorduk. İçinden geçtiğimiz çalılıklardan sonra Karayel mahallesi tam karşımızdaydı. Top oynayan çocukların yanından geçtik. Kapının önündeki merdivenlerde oturup, çiğdem çıtlayan teyzelerin yanından geçerken yerde duran poşetten bir avuç aldım. Teyzelere selam vererek yolumuza devam ettik. Elimi Göktuğ'a doğru uzattım. Açtığı avucuna çiğdemden bıraktım.

"Kiz finduk faresu benum Deniz uşağimi gördün mi?"

Fadime teyzenin sesiyle kafamı yukarı kaldırdım. Balkonda durmuş kafasında arka başı yaptığı yazma ve elinden eksik etmediği oklavayla, üstü unlu bir şekilde aşağıya bakıyordu.

"Yok Fadime teyze bende birazdan görücem hayırlı uşağını."

Gök omzumu dürttü. Kısaca ona bakıp omuz silktim.

"Eyi tamam. Akşam gelun bize börek açayim şimdi, yeruz yaninda çayla."

"Tamam teyzem geliriz."

Fadime teyze kafasını sallayıp içeri girecekti ki yine seslendi.

"Göktuğ uşak o porsik süratliya söyle, Fadime eve gelince oni da ha böyle açacakmiş. Sen deyuver o anlar."

Biz de anladık Fadime teyzeciğim, emin ol. Gök tamam dedikten sonra, biraz daha yürümüştük ve eve varmıştık.

Bu ev bizimkilerle toplandığımız evdi. Kiracılar çıkınca Kayra ve Deniz'in ilk yaptığı iş burayı tutmak oldu. Dışı koyu yeşil ve bir balkonu olan tek katlı evdi. Göktuğ zile bastı. Birkaç saniye sonra otomatik zilden İkra'nın sesi geldi.

"Kimsin. Ne diye rahatsızlık veriyorsun?"

Gıcıklığı yine üstündeydi.

"Benim Göktuğ."

"Eğer ki yanında Tansuyla gelmediysen boşuna bekleme. Çünkü almayacağım içeriye."

"Burdayım!"

"Şükür kızım ya."

Kapını açılma sesiyle, çelik kapıyı ittirdim. Önden ben, arkadan Göktuğ içeri girdik. Bir merdiven sonrasında evin kapısının önündeydik. Kapıyı açan Elif'di. Üzerindeki mor çiçekli elbiseyle ve yüzünden asla eksik etmediği gülümsemeyle bizi karşılamıştı.

"Kız bücür olmuşsun yine çiçek bahçesi."

Söylediğim şeyle seslice güldü. Göktuğ ile ikimizde önce ayakkabılarımızı çıkartmış, ardından içeri girmiştik. Yol boyunca Göktuğ'un acımadan taşıttığı, içinde eşek ölüsü olduğunu düşündüğüm çantayı portmantoya koydum.

Göktuğ içeri geçerken, ben su içmek için mutfağa gittim. Masanın üzerinde duran sürahiden kendime su doldurdum. Suyu içerken içeri Deniz girmişti.

"Kaçak gelmiş."

Bardak halâ dudaklarımdayken gözlerimi devirdim. Biten suyla dudaklarımı yaladım.

"Oo diğer kaçakta gelmiş."

Buzdolabına doğru giden Deniz güldü.

"Ben niye kaçak oluyorum."

Bardağı tezgâha bırakarak ellerimi kenarlarına yasladım. "Bilmem, Fadime teyzeye sormak lazım."

Dolabı karıştırırken durdu. Avucunu alnına vurdu.

"Hay Allah ya, pis dayak yiyeceğim kesin."

"Evet o konuda spoiler aldım."

Gülerek onu mutfaktan bırakıp çıktım. İçerisi nadiren rastlanılan bir şekilde temizdi. Talya'm buradaydı. Aralarındaki tek temiz oydu çünkü.

Elif yere oturmuş her zamanki gibi boncuklarla uğraşıyordu. Yanındaki Göktuğ ise eline aldığı boncuğu ipe geçirmeye çalışıyordu. Bu anı hemen çekmem gerekiyordu. Cebimdeki telefonu çıkartıp onların fotoğrafını çektim. Ruhları duymamıştı gerçekten. Elif inciği boncuğu seviyordu. Göktuğ ise bir şeyle ilgilenmeye başladığında konsantre olur etrafı duymazdı.

Asena yine tuvalinin karşısında yeteneğini konuşturuyordu. Yerdeki ıslak bezi almak için eğildiğinde beni gördü. Yüzünde tebessüm oluştu.

"Hoş geldin güzelim."

Göktuğ'u fark etmişti ama duymayacağını bildiğinden boş boş bakıp yeniden bana döndü. Elindeki ıslak bezle elini silerken, sandalyeden kalkmış bana doğru geliyordu. Gelip karşımda durdu aynı zamanda bizimkilerin uğraştığı boncuklara bakıyordu.

"Talya nerede?" İkra da buhar olmuştu galiba. Asena kafasını bana doğru çevirdi. Saçını yeni fark etmiştim. Sarı saçlarını tepesinde topuz yapmış ve fırçalarla sabitlemişti.

"Talya aşağıya indi birazdan gelir. Ödevi yetiştirmem gerekiyor ve etrafla pek ilgilenemedim. Bütün iş ona kaldı."

Şu sıralar ödevler artmıştı. Asena'nın yanağına öpücük kondurdum.

"Önemli değil gülüm. Sen biraz kafanı dağıt istersen."

Kafasını minnetle salladı ve ellerini yıkamak için lavaboya gitti. İkra neredeydi acaba? Eve girdiğimde tuvaletin ışığı açıktı belki de oradaydı.

Salonun ortasında mal gibi kaldığımı fark edince, hava almak amacıyla balkona çıkmayı düşündüm. Elif ve Göktuğ'a son kez bakıp, balkon kapısına doğru yürüdüm. Sürgülü kapıyı sağa doğru çekerek açtım. Bastığım fayansın soğukluğuyla bedenim titredi. Temiz havayı içime çektim. Ama burnuma gelen sigara kokusuyla kafamı sola çevirdim. Kayra sandalyede yayılarak oturmuş, elinde sigarasını içiyordu. Bakışları gökyüzündeydi.

İlerleyip demirliklere dirseğimi yasladım. Balkonlarda oturmuş gazete okuyan, derin bir sohbet içerisinde olan çiftlere, sokakta koşuşturup top oynayan çocuklara mutlu bir şekilde baktım. Mahallesine aşık büyümüş bir çocuktum. Sadece ben değil Talya da öyleydi. Göktuğ aksimize üniversiteyi de bitirip gitmek istiyordu. Diğerleri de aynı şekilde.

"Baya mutlusun, yüzünden gülücükler eksik olmuyor."

Kayra'nın iğneleyici sözleriyle ona döndüm. Bakışları bu sefer bendeydi. Kaşlarım çatılmıştı. Karın ağrısını biliyordum, hepimiz biliyorduk.

"Sana mı soracağım gülerken?"

İki ay önce bana karşı duyguları olduğunu fark etmiştim. Bunu bizimkilere söyleyince en büyük tepkiyi Göktuğ göstermişti. Ama Kayra o kadar tuhaftı ki benden hoşlanan bir insan değil de nefret ettiği kişiymişim gibi davranıyordu. Beni sevmesindense böyle davranması daha makuldü.

Çünkü Kayra bunu bana söylediğinde çıkma teklifi ettiği bir kız vardı. Bu benim için bir şey ifade etmiyordu. Ona karşı duygularım özel değildi.

"Sen kimseye bir şey sormazsın zaten Tansu."

Söylediği şeyler çok anlamsızdı.

"Niye sorayım Kayra, kafan mı güzel senin?"

Ne istediğini bilmiyordum. Yaptığı şeyler ve söylediği şeyler bir değildi. Deniz de tepki göstermişti ama Göktuğ gibi değil. Onun bu davranışını kimse doğru bulmuyordu. Mesela o gün Kayra'nın yüzünü dağıtması gibi.

"Sakin ol Tansu. Olay çıkarmak gibi bir derdim yok sadece çocuklarla takılmaya geldim. Ve o tek kaşını indir istersen Talya ile ikiz gibisiniz. Yakında ikinizin de kaşı öyle kalacak."

Tek kaşımı kaldırdığımın farkında değildim. Alışkanlık olmuştu. Talya ile ikimiz devamlı olarak bu hareketi yapıyorduk. Bir şeyi incelerken, birini dinlerken, özellikle sinirliyken.

Sigarasını parmağıyla söndürüp çöp kutusuna attı ve yanımdan geçerek içeri girdi. Peşinden bende gittim.

Kayra salondan çıkacağı dakika Göktuğ onu fark etmiş ve elindekileri bırakıp ayağa kalkmıştı. Az önce boncuklarla uğraşırken ki yüzünde olan tatlı, masum ifadesi yerine, resmen soğukkanlı bir celladın ifadesini almıştı.

Kayra, Göktuğ'un ayağa kalkmasıyla adımlarını durdurdu. İkra ve Deniz de içeriye gelmişlerdi. Elif hala yerde oturuyor ama onlara bakıyordu. Asena ise kapıda durmuş tedirginlikle ikisini izliyordu.

"Ne işin vardı lan Tansu'nun yanında! Ben sana, kafanı sike sike söylemedim mi yanına yaklaşmayacaksın diye."

Her kelimesinde biraz daha Kayra'ya yaklaşıyordu. Evin içi mi soğumuştu yoksa oluşan gerginlikten miydi bilmiyorum, ellerim buz kesmişti.

"Yalnız ben orada oturuyordum, Tansu yanıma geldi birader."

Göktuğ birader lafına daha çok sinirlendi ve aniden Kayra'nın yakasını kavradı. Hemen öne atıldım.

"Göktuğ hayır."

Kavga istemiyordum, ucu bana dokunan hiçbir şeye karışmalarını istemiyordum. Deniz de hemen gelip, omzundan iteklemişti.

"Göktuğ kardeşim tatsızlık çıkamasın da hadi." Bunu söyleyen Deniz'di.

"Laz haklı, tatsızlık çıkmasın."

"O tatsızlık seni rahatsız ettiyse ben o sik kafanı ağzımda kırtlatayım nasıl fikir?" Bunları gülerek söylemişti. Komikti sanki.

"Bırak diyorum sana çocuğu."

"Göktuğ abi çok kötü bakıyorsun."

Elif kavga hiç sevmezdi. Korkup saklanırdı. Geçmişin bıraktığı izlerden biriydi. O yüzden kimse ona bir şey demedi.

Göktuğ kafasını iyice Kayra'ya yaklaştırmıştı. Elinin sert tutuşunun biraz yumuşadığını, yumruk yaptığı elini bırakması için tuttuğumdan anlamıştım.

"Ya siz nasıl halâ bununla konuşuyorsunuz aklım almıyor. Şerefsizin hem sevgilisi varken, başka birine açılıyor hem de bu kişi Tansu oluyor!"

"Asıl senin bu saçmalıklarını anlamıyorum ben! Çizgiyi aşacak derece rahatsız olan sensin. Bir tek sen böyle davranıyorsun Kayra'ya." Ellerimi ondan çekmiştim. "Ben de biliyorum herhalde şerefsizlik yaptığını, açıldığı benim ya hani!"

Kayra ile aramız açılmıştı, aynı şekilde kızlarda arada konuşuyordu. Tek konuşan Deniz'di. Aramızın düzelir miydi bilmiyordum.

Elini tamamiyle çekti Kayra'nın üstünden. Rahat bir nefes verdim. Bakışları tekrar Kayra'ya döndü. Ardından sertçe göğsünden ittirdi.

Kayra tam masaya doğru düşeceği sıra nerden çıktığını anlamadığım Talya'nın üzerine düştü. Zamanlaman harika bebeğim. Kayra'nın tüm ağırlığı üstünde olan Talya'nın ağzından inleme sesi ve küfür çıktı. Kayra birinin üstüne düştüğünü fark ettiğinde yüzünde oluşan endişeyle hemen ayağa kalktı.

"Siklerini dürdüğümün erkekleri! Bokum çıktı burda!"

Kayra onu yerden kaldırmak için elini uzattı.

"Çok özür dilerim bilerek olmadı."

Uzatılan eli tuttu. Ayağa kalkarken belini tuttu ve inledi. "İkinizi de tebrik ediyorum." Diyerek Talya'nın yanına gittim ve beline baktım.

Kızlarda yanıma gelmişti. Elif ise açık olan balkon kapısını kapatmaya gitmişti.

"Talya gerçekten bilerek olmadı. Bilmiyordum orada olduğunu özür dilerim."

Dedi Göktuğ.

"Tamam susun gerçekten belim kırıldı. Sizin şu kavgalarınızın kredisi bize kesiliyor. O kredileri götünüze sokucam bir gün."

Belinin sağ kısmı morarmıştı. Düşerken masanın köşesine sürtünmüştü. Dokununca ağrıdığını bildiğimden dokunmadım.

"İkra krem getirsene." Kafasını sallayıp kremi almak için gitti.

Kayra hala mahcup bakışlarla Talya'ya bakıyordu. Asena gelen kremle tişörtü biraz kaldırdı. Kremi alıp kapağını açtım ve bir kısmını parmağıma sürüp kapakla İkra'ya uzattım.

"Kayra tamam bilerek yapmadığını biliyoruz. Üzülme sende." Dedi Asena.

Kayra kafasını salladı. Deniz ise elinde iki bardak suyla geldi. Birini Kayra'ya diğerini Talya'ya verdi.

Göktuğ kanepeye oturmuş yüzünü sıvazlıyordu.

Ona baktığımı hissedince gözleri gözlerimi buldu. Güzel bir yumruğu hak ediyordu.

Göktuğ'a bakmayı bırakıp, Talya'nın tişörtünü aşağı indirdim. Yüzünü buruştuyordu. Gerçekten canı yanmıştı.

Geçen zaman diliminde Kayra, Elif'i eve bırakarak gitmişti. Talya'nın ağrısı biraz daha dinmişti. Göktuğ kanepede uykuya dalmıştı. Ben ise gözlerim elimdeki kitabın satırlarında geziyordu.

Aydınlık hava yerini kasvetli karanlığa bırakınca, kitabı kapattım. Etrafta bakışlarımı gezdirince Talya'nın yüzüne krem sürdüğünü gördüm. İkra telefonuyla uğraşıyor, Deniz ise ortalıkta gözükmüyordu. Talya aynaya bakarak kremini yüzüne iyice yedirirken benimle konuşmaya başladı.

"Göktuğ'u uyandır bence, birazdan çıkarız. Deniz eve geçti, çıkmadan 'hakkınızı helal edin merdane götüme girecek ama çıkmayacak gibi duruyor' dedi."

Kremle işini bitirmiş, dudağına ruj sürüyordu. Gloss dan nefret ederdi. Mat ruj kadınıydı Talya Kazlow.

Ben Göktuğ'u uyandırmaya yeltenirken, İkra da ayaklanmış dışarıda bekleyeceğini söyleyerek, salondan çıkmıştı.

Oturduğum yerden kalkarak Göktuğ'un olduğu kanepeye gittim. Başında dikilip, birkaç saniye yüzüne baktım. Ona seslenerek uyandırırdım ama bugün çok kaşınmıştı.

"Talya."

Ne istediğimi biliyordu. Yönümü değiştirmeden sadece elimi arkaya doğru uzattım. Elime fırlatılan yastığı sıkıca kavradım. Beklemeden sertçe yüzüne geçirdim.

"Siktir, noluyor?" Kolları hava da kalmış, kaşları çatılmış etrafına bakıyordu. Beni ve elimdeki yastığı görünce kollarını indirdi.

"Deniz doğuruyor Göktuğ. Hem de altı santim kalınlıkta bir merdane."

Talya aynasını çantasına koyarken kahkaha attı. Göktuğ yüzünü ovuyor aynı zamanda söyleniyordu.

"Çok komik. Ne güzel uyandırıyorsun insanı."

"Değil mi?"

Talya oturduğu yerden ayaklandı, elindeki çantayı bana fırlattı. Make up time.

"Dışardayım ben güzelliğim fazla oyalanmayın." Uzaktan öpücük attım.

"Karşımda neler yapıyorlar, ahlaksızlar."

"Sensin o pislik."

Araya girdim. "Bir de siz başlamayın." Makyajımı yapmak için banyoya gittim. Fazla makyaj yapan biri değildim. Fondöten kullanmazdım, kapatıcı yetiyordu. Kapatıcıyı mor süngerle yüzüme uyguladım. İşim bitince rimeli çıkardım. Kirpiklerime iyice yedirmeye başladım.

Aynaya yaklaşmış kirpiğime rimel sürerken, banyonun açık kapısından Göktuğ göründü. Kendine gelmek için yüzünü yıkayacaktı sanırsam. Ona alan tanımak için geriye doğru çekildim. Göktuğ gelip, musluğu açarak yüzünü yıkamaya başladı. Halâ kendimi görebildiğim aynaya bakarak kirpiklerime fırçayı son kez sürdüm. Göktuğ da işini bitirmişti. O lavaboya girerken bende rimeli yerine bıraktım.

Ruju da sürdükten sonra glossu alıp iyice sürdüm. Dudaklarımı birbirine sürterek tam bulaşmasını sağladım. Makyaj çantasını alıp lavabonun önünden ayrıldım. çantasının içine attım ve çantayı da sırtıma attım. Okul çantası olduğundan ağırdı. Portmantoya yaslanıp saate baktım. Saat 19.56 idi.

Dakikalar içerisinde Göktuğ çıkmıştı. Ellerini yıkayıp, kuruladı. Lambayı kapatıp yanıma geldi.

"Şükür ya bir haftalık çişini mi biriktirdin ne yaptın?"

O dediğime gülerken ben kapıyı açarak dışarı çıkmıştım. Evden çıkmamız, aşağıya indiğimizde bir de İkra'nın sitemlerini dinleyerek, toplasanız bir on dakikada çıkabilmiştik.

Evlerin arasında fazla mesafe yoktu. O yüzden beş dakikada varmıştık. Şu an ise kanepelerde oturmuş kediye dönmüş Deniz'e bakıyorduk. Anlaşılan Fadime teyze sağlam dövmüştü. Fadime teyze Deniz'in öz annesi değildi. Yetimhaneden evlat edinmişlerdi. Geç yaş da edindikleri için de Fadime teyzenin yaşı şuan baya vardı. Yetimhanenin soğuk duvarlarında bulamadığı aile duygusunu, Fadime teyzelerde bulmuştu.

Hepimiz yan yana dizilmiştik. Burada olmayan sadece Elif ve Kayra'ydı. Elif büyük ihtimalle benim evimdeydi. Evde sadece kedim ve annem vardı. Babam vefat etmişti. Fadime teyze söylediğine göre Kayra'yı da çağırmış ama o yorgun olduğunu söylemiş.

"Kizlar hele gelun da el atun şu çaylara."

İkra, Asena, Talya ve ben hemen ayaklandık. Mutfağa geçtiğimizde Fadime teyze İkra'nın eline sofrayı verdi. İkra çıkınca biz üçümüz kalmıştık.

"Finduk sen gel ha buraya." Ocağın başında duruyordu. Yanında gittiğimde kafasıyla demlikleri işaret etti.

"Sen buları içeru taşi. Asena kiz sende börekleri tabaklara koy. Bölmişim ben zaten onlari. Mavili sende bardaklari taşi bakalum."

Talya'ya mavili demesindeki neden saçlarının aralarında maviler olmasındandı. Demliği elime aldım ve kızlara kısaca bakıp, mutfaktan çıktım. Arkamdan Talya'nın geldiğini görmüştüm. İçeri girdim. Gök ve Deniz bir konu üzerine konuşuyor, İkra ise açık olan televizyonun fişini çekiyordu. Tek dizimin üstüne çöktüm ve demliği sofranın üzerine koyacağım sıra demlik altını getirmediğimi fark ettim. Gök'e seslendim.

"Gök bana mutfaktan demlik altını getirir misin?" Konuşurken bana dönmüştü. Kafasını sallayarak, mutfağa gitti. Talya tepsiyi yanıma bırakıp boş olan koltuğa atlamıştı.

Gök altlığı getirip sofraya koymuştu. Elimdeki demliği üstüne koydum.

Fadime teyzede gelmişti. Asena börekleri getirmiş, herkes kendi tabağını alarak yere oturmuştu. Çayları da doldurduktan sonra herkese dağıtmıştım. Televizyonda açık olan Masterchef programını izliyorduk.

"Beyza'nın yüzü yanıyordu değil mi?"

"Ay evet ya, çok kötü."

"Habunin mi yaniyi yüzi?"

"Evet anne hatta ha şu uşak sözde seveyi dilerdi ama hiç kıçına bile takmayi."

Deniz'in arada ağzı kayıyordu.

Bir yandan börekleri yiyor, bir yandan da çaylarımızı içiyorduk. En nihayetinde Beyza'nın yüzünün yandığı sahne gelince televizyona kitlendik. Oradakilerin sesleri ve Fadime teyzeden çıkan ufak bir uy sonrası biraz daha izlemeye devam ettik.

Her zamanki gibi bir asırlık reklam girince, biten çayları doldurmak boş bardaklara uzandım. Ben Deniz'in çayını doldururken, Fadime teyze boğazını sesli bir şekilde temizledi.

"Uşaklarum size bir efsane anlatayim mi?"

Demliği yerine bırakıp çayı Deniz'e uzattım.

"Ay çok güzel olur aslında."

İkra'nın sözlerine katılarak ben de kafamı heyecanla salladım.

"Durun önce televizyonu kapatmalıyım."

Asena kumandayı alarak televizyonu kapattı.

Fadime teyze ellerini önünde bağlamıştı.

"Bundan yüzyıllar önce yaşadığımız bu mahallede başka insanlar yaşıyordu."

Sesi derinden kederli geliyordu. Yöresel ağzını arada bırakırdı, o zamanlardan biriydi.

"İnsan demek ne kadar doğru olursa tabi."

"Nasıl yani?" sorumla bana döndü.

Derin nefes aldı ve devam etti. "Rivayetlere göre bütün insanlardan izole yaşayan varlıklar varmış. O zamanlar var olduğu iddia edilen Tanrıça; bu varlıkların bir noktadan sonra kendilerini insanlardan üstün göreceklerini, onlara eziyet edeceğini bildiğinden bu mahalleyi onlara yuva yapmış."

Hepimiz can kulağıyla ilk defa duyduğumuz efsaneyi dinliyorduk.

"Ama yine de çıkabilirler mahalleden." dedi Deniz.

Fadime teyze gülümsedi, "Tanrıça bunu da düşünmüş elbette. Qishtuya Orman'nına bir Celfis cadısı yerleştirmiş. Giriş ve çıkışlar artık onun sorumluluğundaymış. Her neyse konumuza dönelim. Bir gün bir cadı kuralları çiğnemeye kalkmış. Sonucunu bile bile ormanı aşmaya çalışmış. Celfis cadısı onu yakaladığında sadece gözlerine bakmış, bakışlarında infazını görmüş. Cadı ne kadar ağlasa da haykırsa da bunun geri dönüşü yokmuş. Önce Zemheri ağacından yapılmış uzun direğe bağlamışlar sonra yaş almış bilge cadılar gelmiş. Hepsi sırayla cadının yüzüne ve vücuduna kızgın yağlar atmışlar. Her bittiğini düşündüğünde, yağın kavurup soyduğu deriye bir yenisi daha ekleniyormuş. Celfis cadısı en sonunda onları durdurmuş."

"Kurtarmıştır diye düşünüyorum."

İkra ince sesiyle mırıldandı.

"Onları durdurmuş evet ama artık işini bitirmek için durdurmuş. Sadece kendisini ve o cadıyı içine alacak şekilde etrafa alevden çember çizmiş. Celfis cadısı acımasız gözükse de merhametliymiş. Öleceği kesinmiş ama acısız olsun istemiş."

"Celfis cadısı zarif parmaklarını gökyüzüne doğru kaldırmış. Ayın titreşimi, yıldızların ona çekilmesi yer yüzünde hissedilmiş. Ayın topladığı bütün enerjiyi kendine doğru çekmiş. Büyüleri içinden tekrar ediyormuş. Gözleri yanmaktan bitap düşen cadıya kaymış. Alevler boylarını aşmış, ay dan gelen akımların çıkardığı gürültülerle kimse kimseyi duymaz olmuş. Cadı haykırarak son kez Celfis cadısına bir şeyler söylemiş. Kimisi Cehennem de yanması gerektiğini, kimisi son kez af dilediğini söylemiş, en tuhafı ise sonuncusuymuş."

"Neymiş?"

"Bir adamdan söz ettiğini duymuş bazıları. Adam kimdir bilinmez, sevdiği de olabilir düşmanı da."

"Bunu duyan ya kesin duymuş ya da götünden sallamış kusura bakma anne."

Deniz'in dediğine istemsizce güldüm.

"Valla gotünden mi başindan mi bilmem ben size duyduğumi anlattum."

Yöresel ağzına yeniden dönmüştü. Aklıma gelen şeyle kalkmakta olan Fadime teyzeye sorumu yönelttim.

"Fadime teyze varlıklar demiştin. Cadı dışında hangi varlıklar vardı biliyor musun?"

Fıtığından dolayı yavaş yavaş yürüyen Fadime teyze, "Vampirler, iblisler bi de cadi sonra Tanruça," ellerini havaya kaldırdı.

"Tovbe yarabbim. Ha bu gada galiba. Varsa da bilmeyim siz de boşverin zibarun tosunlarım hadu Allah rahatluk versun."

"Fadime teyze."

Zaten uykusu geldiği için huysuz olan Fadime teyze sinirle Göktuğ'a döndü.

"Celfis cadısı dedin, bu cadıyı diğerlerinden ayıran ne?"

Fadime teyze tekrar kapıya döndü. "Onu da anlatırım bir ara." Ve odadan çıktı.

"Bence bu kısmı heyecanlı olurdu." Dedi Deniz.

Katılıyordum.

"Çok garip bir hikayeydi. Niye bu zamana kadar duymadık ki?"

"Efsane olduğu için olabilir Talya. Sonuçta buradakiler efsane diye inanmıyordur kesin."

Asena'nın dediği mantıklıydı.

Ama efsane benim hoşuma gitmişti. Umarım Fadime teyze anlatmaya devam ederdi.

"Bulaşıkları halledelim ondan sonra çıkalım." Söylediğim şeyle kafalarını salladılar.

Biz kızlarla bulaşıkları hallettikten sonra içeri geçmiştik. Erkekler bizi görünce ayaklandılar. Eşyalarımızı aldıktan sonra ayakkabılarımızı giydik.

"Bakın yarın tatil, alışverişe çıkacağız unutmayın."

Hepsi beni onaylayınca Deniz'e iyi geceler deyip, evden ayrıldık. Önce sırasıyla kızları eve bıraktık. Talya, ben ve Göktuğ yürüyorduk. Etraf sessizdi. Karanlık yol sanki sonu yokmuş gibi gözüküyordu. Talya'nın evinin önüne gelince adımlarımız durdu.

"Gel desem de gelmeyeceksin o yüzden dikkat et kendine. Ana öğütleri vermek istemiyorum." Onu kendime çekip sarıldım. Anında sarılışıma karşılık verdi.

"Beni boşver sen. Evde kılıcım var biliyorsun. Anında Octavia'ya dönüşürüm."

Söylediği şeyle güldüm. Aşırı savaşçı bir ruhu vardı. Evde kendi kendine kılıç kullanıyordu.

"Hava soğudu güzelim hadi geç içeriye."

Uzun bir vedalaşmadan sonra Göktuğ ve bende evlere geçmek için yürümeye başlamıştık. İkimizde konuşmuyorduk. Konuşmadığımız zamanlar beynimiz olmuş veya olası senaryoları düşünür ve mentalimizi etkilerdi. Bazen üzücü düşüncelerimiz bilmeden surat ifademize yansırdı. Şu an nasıl gözüküyordum bilmiyordum. Beynim düşünmeye devam ediyordu ama aramıza perde koymuştu sanki.

"Evet, bende ayrılıyorum artık."

Göktuğ sessizliği bölünce etrafıma baktım. Hiç konuşmadan onun evine varmıştık bile. Yüzüme yerleştirdiğim gülümsemeyle ona baktım.

"Bugün için kusura bakma, özür dilerim."

"Sorun değil bu konuyu tekrar konuşmayalım. Yaşandı bitti, tekrarlamayacağına inanıyorum. Ne olursa olsun öfkeni yönetmeyi bil."

Kafasını salladı, sokağa kısaca göz attı gözleri tekrar beni buldu.

"Haklısın bunun üzerinde biraz çalışmam lazım."

"Aynen öyle."

Hala durduğumuzu fark edince elimle evi işaret ettim.

"Gideyim ben, sende eve gir istersen."

O da şu an fark etmiş olacak ki güldü.

"Ah evet geçeyim ben eve, sende çok dolanmadan doğru eve."

"Emrin olmaz Göktuğ Komutan."

Ağzını yayarak benim taklidimi yapınca gülerek omzuna vurdum.

"Hadi iyi geceler."

Artık eve gitmek istiyordum, çünkü buz tutmuştum. Kısa kestiğimiz vedadan sonra yoluma devam etmiştim. Yüzüme çarpan rüzgardan hasta olacağım belliydi. O yüzden adımlarımı hızlandırdım. Evin önüne gelince anahtarımı çıkartıp kapıyı açtım. Basamakları sessizce çıkıyordum, annemler daima erkenden yatardı. O yüzden fazla ses çıkarmamaya özen göstererek evin kapısından içeri girdim.

Eşyalarımı portmantoya bıraktım. Hiçbir lamba yanmıyordu, ses de yoktu. Adımlarım önce annemin odasına gitti. Kapı hafiften aralıktı, yavaşça iterek içeriye baktım. Annem pikeyi beline kadar çekmişti. Siyah saçları yastığına dağılmıştı, huzurlu bir uykuda olduğu belli oluyordu. Yatağa yanına doğru ilerledim. Pikeyi omuzlarına kadar çektim. Yüzüne gelmiş birkaç tel saçını elimle geriye doğru atarak güzel simasına baktım.

Benim meleğimdi o.

Hafiften kıpırdayınca ellerimi geri çektim. Uykusunu bölmek istemiyordum, o yüzden sessizce odadan çıktım. Bu sefer Elif'in kaldığı odaya gittim. Onun kapısı kapalıydı. Ses çıkarmamaya özen göstererek araladım. Tam da tahmin ettiğim gibi, pikeyi boğazına kadar çekmişti ve peluş ayısı kucağındaydı. Onu aynı şekilde bırakarak, mutfağa geçtim. Lambayı açarak tezgâhın önüne gittim. Annemin yaptığı köstebek pasta vardı. Yüksek ihtimalle dayanamayıp uyumuştu ve benim mutfağa geleceğimi bildiğinden dolaba koymam için rahatça burada bırakmıştı.

Streçle sardığı borcamı aldım ve dolabın kapağını tek elimle açıp içine koydum. Yiyecek bir şeyler var mı diye içeriyi karıştırmaya başladım. Aç değildim sadece ağzına bir şeyler atacaktım. Bulduğum jelibonlarla yüzümde zafer gülümsemesi oluştu. Aldığım paketle dolabın kapağını kapattım. Gözlerim pakette gezinirken sanki balkondan birinin bana baktığını hissettim.

İnsan sağına ve soluna aynı anda bakamıyordu evet ama yine de bulurlu bir şekilde görebiliyordu. Karanlık olan bir yerde nasıl siyah bir silüeti gördüm bilmiyordum. Kafamı yavaşça sağıma doğru çevirdim. Balkon camında sadece kendi yansımamı görüyordum. Jelibonu diğer elime alıp, sol elimle çekmeceyi açtım. Gözlerimi yansımamdan ayırmadan elime aldığım ilk bıçağı kavradım. Gerginlik ruhuma uğramadı bile. İçeride annem ve Elif vardı çünkü.

Çekmeceyi kapatarak balkon kapısına doğru gittim. Kulpu indirip hızla kendime doğru çektim. Aynı anda bıçağı daha sıkı kavradım. Koca bir boşlukla karşılaştım. Kuşların ötüşleri ve kuru soğuk vardı. Yine de biraz öyle durdum.

İşte böyle ol sevgilim.

Cesur ve korkusuz.

Önce korkuyu karşı tarafa sal, mimiklerin bu konuda harika iş çıkartıyor.

Balkonda olan pencereden tekrar kendime baktım. Gerilmiş yüzümle karşılaşınca içimi titreme aldı. Son kez etrafa bakıp içeriye girdim. Her zaman tetikte olduğum için garipsediğim bir durum olmamıştı.

Bıçağı aldığım yere tekrar koyarak odama doğru yürüdüm. Jelibon paketini açıp içinden üç tane aldım. Üçünü birden ağzıma atarak üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Sütyen ve kilotla kalınca dolabıma ilerledim. Kapağı açarak, rahat bir şeyler aldım. Altıma siyah eşofmanı geçirdim. Üzerime ince, belimin üzerinde biten hangi takıma ait olduğunu bilmediğim bir gecelik üstü geçirdim. Krem rengiydeydi içimdeki siyah sütyen belli oluyordu. Rahatsız olacağımı düşündüğüm için üstümü hiç çıkartmadan alttan sütyenimi açarak, sandalyemin üstüne koydum.

Petekler olduğu için içerisi soğuk değildi ondan ince bir şeyler seçmiştim. Jelibonu daha fazla yemek istemediğim için koyduğum yerde bıraktım. Işığı söndürüp, yatağıma doğru geçtim. Pikenin altına girdim, başımı yumuşak yastığa bıraktım.

"Yine Göktuğ'un Kayra krizi tuttu Hamsi."

Kafamı yastıkta sağıma çevirdim. Yere oturttuğum en az 1.40 boylarında olan oyuncak ayıma baktım. Yapay gözleri karşıya bakıyordu. Tepki gelmeyince bu sefer yanıma döndüm.

"Bu erkekler niye hep sorun çıkartıyor Turan?"

Yatağımda yatar pozisyonda, kucağıma sığacak kadar olan atıma baktım. Asla at olduğu için ona bu ismi vermemiştim.

Ay ve yıldızın ışıkları altında bölüm sonu konuşmalarımı yaptığım iki dostumlaydım. Ben uyumaya hazılanıyordum onlar ise benim uyku ilacımdı. Uykum ağırlaştığı için Turan'ı kucağıma çektim.

"Yani, iyi bir dinleyicisiniz diye konuşmak zorunda değilsiniz."

Kelimeler ağzımda yuvarlanıyordu.

"Konuşamayanların sessizliği bazen dile gelenlerden daha kıymetlidir."

 

 

finito🤝

Bir oy verirsiniz dimi kurban olduklarım🥺

 

Sevgiler diasarend,,

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

finito🤝

 

 

 

 

kelime hataları var şuan düzeltemiyorum, boş vaktimde halledeceğim

 

 

 

 

Sevgiler diasarend,,

Bölüm : 25.11.2024 14:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
dia S. / İBLİSİN PİYESİ / 1.YEŞİL CENNET
dia S.
İBLİSİN PİYESİ

25 Okunma

9 Oy

0 Takip
2
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...