

Boran tam ağzını açmıştı ki, kapı tıklandı. Miran’ın ayak sesler uzaklaştığında kapıyı açıp, kapı önüne koyduğu çantayı aldığım gibi etrafıma bakmadan kapıyı kapattım. Emredici bir sesle “Buraya gel bana yardım edeceksin.” Dediğinde alayla güldüm. Ona yapacağım tek yardım onu öldürmemek olurdu. “Anamla uğraşmak istemiyorsun, buraya gel.”
Açık açık beni annesiyle tehdit ediyordu. Yanına oturdum. Çantayı açtıktan sonra dik dik yüzüne bakarken üzerindeki kazağı ikiye ayırıp yarasını ortaya çıkardım. Kana bulanmıştı sargısı. Hiç özen göstermeden sargısını açarken dişlerini sıktı ama bir şey söylemedi. Dikişleri neyse ki patlamamıştı ama kötü durumdaydı. İlk önce yarasını ilaçla temizlediğimde yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bir an için ona azıcık üzüldüm ama hemen sonra bu histen kurtuldum. “Hastaneye gitmelisin.”
“Bu halde odadan çıkmamam. Hastaneye gidene kadar idarelik bir şey yap.”
Cevap verme gereği duymadan en fazla bir iki saat idare edecek bir şekilde yarasını yeniden sararken ona yakın durmamak için elimden geleni yapsam da sargı bezini her omzundan geçirişimde dibine kadar giriyordum.
“Kaç gündür duş almıyorsun?” Ağzım açık bir şekilde yüzüne baktım, aynı zamanda utancımdan yerin dibine girmeye hazırdım. Vurulduğundan beri yüzüme değen tek şey gözyaşlarımdı. “Miden mi bulandı kokumdan?” derken yarasındaki sargıyı sıktım.
“Ahh.” Özellikle saçlarımı yüzüne doğru savurdum ki, pis kokuyu iliklerine kadar hissetsin istedim. Sargıyı bir kez daha omzundan dolandırıp yara bandıyla sargı bezini tutturdum. Ondan yavaşça ayrılırken “Saçların hala güzel kokuyor.” Dediğinde, yarasına yumruğumu bir kez daha geçirmemek için kendimi zor tuttum.
“Kıyafetlerin nerede?” diye sordum çıplak göğsüne bakmadan. “Odamızda?” anlamayarak kaşlarımı çattığımda yattığı yerden doğruldu. “Odamız burası değil.” Diyerek bakışlarını odanın içerisinde dolandırdı. “Kimse abimin odasına girip eşyalara dokunamıyordu. Bende kim kurduysa o yıksın istedim.”
Ne diyeceğimi bilemedim. Bu oda da kalmayacağımıza sevinseydim yoksa geçmişimi paramparça ettiğime mi üzülseydim bilemedim. Kendi ellerimle kurduğumu kendi ellerimle yıkmıştım. “Senden nefret ediyorum.” Derken öfkeyle ayaklandım. “Odamız bir üst katta.” Hırsla kapıyı açıp dışarı fırladığımda Boran hiç çekinmeden yarı çıplak vaziyette ardımdan tıpış tıpış geldi. Bizi balkon terasından fark eden yaşlı kadınlar hemen dedikoduya başlarken Boran elini belime kaydırmıştı. Onlar cilveleştiğimizi düşünse de Boran sadece beni kontrol altında tutmaya çalışıyordu. “Herkes bizi gördü, Allah seni kahretmesin Boran.”
Utanç içinde onun odasına girerken yüzüm kıpkırmızı bir şekilde kapıyı ardımızdan kapattım. Bu oda yıllardır boş duruyordu, Boran’ın odası olduğunu söylemişti Arslan. Eğer bir gün evlenip ,Karısıyla birlikte eğer Türkiye’ye dönmek isterse kalacağı yer hazır olsun demişti. Burukça gülümseyerek odanın içinde gözlerimi gezdirdim. İki kişilik bir yatak, bizimkinin aksine daha küçük görünüyordu. Bir duvarda dolaplar, diğer tarafta küçük bir oturma alanı vardı. “Abin burasını sana ve karına ayırmıştı.” Sertçe yutkunduğumda Boran’ın bakışları yerdeydi. “Seni hep çok özlerdi. Bazen sana olan sevgisini kıskanırdım biliyor musun?”
Yıllarca neden hiç gelip görmemişti onları bilmiyordum. Halbuki ailesi tarafından çok seviliyordu. Üniversite sınavını kazanır kazanmaz yurt dışında okuyacağım diye tutturduğunu hatırlıyordum. O son sınıfken ben daha liseye yeni başlamıştım. Okul birincisiydi, herkesin gözdesiydi, dersleri de çok iyiydi sosyal hayatı da. Neden kaçarak gittiğini asla anlamamıştım. Arslan o sırada zaten işletme ikinci sınıftı. Daha sevgili bile değildik.
Boran’ı okuldan almaya geldiği bir okul çıkışında görmüştük birbirimizi. Ardından geçen on yılda Boran ortadan kaybolmuştu. “Neden gittin?” Boran sorum karşısında bakışlarını yerden kaldırıp gözlerimin içine, acıyla baktı ama bir cevap vermedi. “Seni ilgilendirmiyor.”
“Tabi.” Derken, dolapları karıştırmaya başladım. Kıyafetlerimin hemen hemen yarısını buraya getirmişlerdi. İçinden uzun bir elbise çıkarıp siyah iç çamaşırı takımına uzandım. Odanın içindeki banyoya doğru yürürken bakışları üzerimdeydi.
Kapıyı kapatırken gözleri hala bendeydi. Kapıyı ardımdan kilitlemek için uzandığımda kilidinin olmadığını fark ederek kapıyı geri açtım. “Anahtar nerede?”
“Yok.” Sertçe nefesim dışarı verdiğimde “Benden utanmayı bırak artık.” Diye kızdı. “Sapık gibi seni dikizleyecek değilim.” Sanki az önce bana saldıran o değilmiş gibi rahat rahat konuşuyordu birde! “Az önce yaptıkların neydi öyleyse?”
“Bir şey yapacak değildim Dila! Sana ders vermek istedim sadece ama bir daha aynı konuları açarsan seni vururum.”
Alayla güldüm. “Vurmazsan kocam değilsin.” Konuşmasına fırsat vermeden kapıyı sertçe suratına kapattığımda “Ama sen beni vurarak karım olduğunu ispatladın değil mi Dila Safir!” demişti.
Kıyafetlerimi üzerimden çıkarıp doğruca çöp kutusuna attım. Aynada kısaca kendimle göz göze geldiğimde bir an kendime inanamadım. O kadar zayıflamıştım ki, kendim için üzüldüm. “Boran.” Diye bağırdım kapıya doğru. “Ben açım, söyle yemek getirsinler.”
“Ne zaman doydun ki?” Boran’ın homurdanışına gözlerimi devirmeden edemedim. Vakit kaybetmeden sıcak bir duşla tertemiz olana kadar yıkandım. Giyinip saçımı kuruladıktan sonra istemsizce üzerimi koklayıp, temiz koktuğumdan emin olmak istedim. Boran’ın şampuanıyla yıkandığım için onun gibi kokuyordum. Tokam olmadığı için saçlarımı açık bırakmak zorunda kalırken elbisemin eteğini düzeltim. Kalın tok kumaşlı uzun bir elbiseydi.
“Dila, hadi…” Boran’ın sesiyle banyodan çıktım. Üzerini giyinmiş ayakta bekliyordu. “Yemek gelmedi mi?”
“Söyledim ama aşağıda hazırmış, misafirlerle birlikte yememizi istedi annem.”
“Aşağı inmek istemiyorum.” Dedim, yumuşak çıkmasına özen gösterdiğim bir sesle. Onunla kavga etmek elime hiçbir şey geçirmiyordu. “Ayıp olur.”
“Umurunda değil.” Diye karşılık verirken gözlerimi gözlerine kaldırdım. “Seni vuran benim ve sen vurulduğun için bu insanlar buradalar.”
“Korkuyor musun?” Boran’da sorduğu soruya inanmamıştı. Tek kaşımı kaldırdım. “Sence?”
Ellerini ceplerine koydu. “O zaman?”
“Ne olur evimize gidelim.” Boran yeni bir tartışmanın eşiğine geldiğimizi hissederek gözlerini devirirken başını iki yana sallamıştı. “Benimle birlikte aşağı inip, misafirle ilgileneceksin. Yemeğini de orada yiyeceksin. Kavga istemiyorum, anlıyor musun?” Yanıma gelip elimi ellerinin arasına alırken “Gelmeyeceğim.” Diye direttim.
“Aşağıda insanlar bizi bekliyorlar, evin gelinini görmek istiyorlar. Ben artık bu ailenin başıyım ve sende benim karımsın.“ hırıltılı bir nefes bıraktı dışarı. O sırada kokumu içine çektiğini hissettim. “Bütün hayatımı bırakıp burada kalmaya karar verdim, sırf abimin katilini bulmak için buraya ve sana mahküm kalmak zorunda kaldım. Önümde bir ton adam eğiliyor ama ben sana söz geçiremiyorum.” Çenemi ellerinin arasına sert olmayacak bir şekilde alırken “Kendi karıma söz geçiremiyorum, kafayı yiyeceğim.” Dedi. Ona, onun karısı olmadığımı söylemek istesem de sustum. “Ya severek yada zorla, şimdi benimle birlikte aşağı iniyorsun, sana karşı sabrım tükendi artık Dila, şansını daha fazla zorlama!”
Beni tehdit mi ediyordu? Açlıktan ölsem de inmezdim artık. Kelimelerin üzerine basa basa konuştum. “Gel-mi-yor-um!”
Boran iki adımla beni arkamdaki duvara yapıştırırken, çenemdeki ellerini sıkmıştı. “Bana mı zorun var Dila!”
Çenemi çekmeye çalıştım. “Evet, sana zorum var Boran!”
“Hiç değişmemişsin…” derken burnu boynuma değiyordu. “Hala aynı dik kafalı, burnu havada Baybars’ların şımarık kızısın?”
“Hala, derken?” sesim soru işaretleriyle doluydu. Beni nerden tanıyordu ki, nasıl böyle konuşabiliyordu? Eskiden adımı bile bilmediğini düşünürdüm. “Hala inatçısın.” Dediğini duydum içi geçmiş bir sesle. Sorumu yanıtsız bırakmıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 98.95k Okunma |
4.97k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |