“Anladım seni Dila Safir.” Bileğimi öperken gözlerimin içine karanlık bir ifadeyle bakmaya devam ediyordu. Sadece elimi öpüyordu ama tüm bedenim zangır zangır titremeye başlamıştı. “Güzel.” Derken dişlerimi sıktım.
Boran dudaklarıyla ellerimi bertaraf ederken “Çocuk işini ne yapacağız peki?” diye fısıldadım. Neredeyse iki ayı bitirecektik ama hamile olduğuma dair bir belirti yoktu. “Bilmem, dua et demiştim sana, ediyor musun?”
“Şakanın sırası değil.” Derken, sertçe yutkundum. “Gerçekleri konuşmamı isteyeceğini düşünmüyorum.”
“Sana dokunmamı da istemiyorsun.” Dedi.
Sessizce gözlerine bakmaya devam ettim. “Leyleklerden iste o zaman.” Başka zaman olsa gülerdim, ama Sevda hanımın baskısı yüzünden ciddiyetimi bozamadım. “Bakma bana öyle Dila.”
Boran bileğimdeki dudaklarını çekip, ellerimi kucağıma bıraktı. “Bana yardımcı olmuyorsun.”
Boran hafifçe güldü. “Sana yardım etmemi istemeyen sensin. Halbuki istesen sana en büyük yardımı ben yapacağım.” Kelimelerin altındaki imayı fark ederek kaşlarımı çattığım da Boran saçlarımı omuzundan aşağı sallandırdı. Bana dokunmadan nefesiyle boynumu okşarken kesik kesik nefesler içinde yumruklarımı sıktım. “Sana hayatının en büyük iyiliğini yapabilirim.”
Kalbimin sesini ne kadar duyuyordu? “Kaç kadını kandırdın böyle?”
“Hiç.” Dediğinde onu soruyla tekrarladım. “Hiç?”
“Kandırmama gerek kalmazdı.” İstemsizce yüzümü yüzüne çevirdim. Dudaklarımız arasında santimler kalmıştı. Her kızın hayali olan yakışıklı bir yüze ve fiziğe sahipti, ayrıca kültürlü ve zekiydi. Boran Safir, çok can yakacak bir güzelliğe sahipti. Ona bakarken içimin acıdığını hissettim.
Neler düşünüyordum ben böyle? Kendime kızarak yüzümü hemen önüme çevirdiğimde Boran çenemden tutup, tekrardan bizi aynı pozisyona getirdi. “Sana yardımcı olmamı ister misin Dila Safir?”
“Boran…” tam o sırada kapı tıklandığında, irkilerek ve rahatlayarak başımı kapıya çevirdim. Hicran karnı burnunda bir şekilde içeri daldığında Boran rahatsız olmuş bir vaziyette kardeşine ölümcül bakışlar attı. “Rahatsız mı ediyorum?”
Hemen Boran’dan uzaklaştım. “Hayır tabikide…”
Boran benim aksime “Öyle.” Diyerek ayağa kalkıp kardeşinin karşısına dikildi. “Gideyim o zaman.” Aceleyle ayağa kalktım. “Boran şaka yapıyor Hicran.”
Boran’a sert bir bakış atarak Hicran’a sarıldım. “Hoş geldin.”
Kız çekinerek “Umarım hoş buldum.” Dediğinde Boran “Hemen de alınıyorsun Hicran.” Diyerek kardeşinin karnına dokundu. “Eee isim belli mi?”
Hicran genişçe gülümsedi. “Ben Arslan olsun istiyorum, Baran da karşı çıkmadı. Nasıl olsa abim ve Dila sayesinde biz kavuşabildik. Her ne olursa olsun, Arslan abim Baran içinde çok değerli.” Boran bir anda durulan bakışlarını bana çevirdiğinde ona bakamadım ve burukça gülümsedim.
“Hayırlı olsun, umarım abim gibi arslan bir çocuk olur.” Boran karnını biraz daha okşayıp “Neyse ben çıkayım.” Diyerek odadan çıktığında Hicran’la baş başa kaldık. Uzun zamandan sonra ilk defa karşılaştığımız için konuşacak çok şeyimiz vardı. Boran’ı vurduğumda hayal kırıklığına uğramıştı ama şu an iyiydi.
“Kaya nasıl?” diye sorduğumda “Biraz daha iyi. Abimi vurduğun gün seni kurtarmak için hastaneye gittiler ama seni saklamışlardı. İlk üç gün seni arayıp durdu her yerde. Annemin sana zarar vereceğini düşünüp çok korktular.” Dedi. Boran yetişmeseydi Sevda hanım beni çiğ çiğ yerdi.
“Neyse ki Boran iyileşti ve olaya el koydu. Uyanır uyanmaz Kaya’yı aradı ve sana hiçbir şey olmayacağının yeminini etti. Seni her zaman koruyacağını söyledi Kaya’ya.”
“Alacak verecek kalmadı.” Derken dolan gözlerimi kırpıştırdım. “Kaya senden vazgeçmedi Dila ama artık seni Baybars konağına götürecek tüm köprüler yıkıldı.”
“Biliyorum.” Derken yutkunamadım bile. “Benim yerim Boran’ın yanı.”
“Boran sana gözü gibi bakıyor. Biliyorum senin için çok zor ama kendine ve ona bir şans vermelisin.”
“Arslana ihanet mi etmemi istiyorsun?” derken, paramparça olmuş bir şekilde gülümsedim. “Hayır. Arslana ait olan Dila’yı göm diyorum sadece. O Dila artık yaşamıyor, göm ve ondan kurtul.”
Göz yaşlarım avuç içlerime doğru yuvarlandı. “Onu gömmeme yardımcı olur musun?”
“Beni buradan çıkar, sonrasını anlatacağım.” Hicran kuşkuyla gözlerimin içine bakarken onu beni buradan çıkmama yardımcı olmasını ikna ettim. Boran ortalıkta görünmüyordu, kapıda duran Miran’a sağlık ocağına gideceğimizi söyleyip, yanımıza bir koruma alarak konaktan ayrıldık.
“Beni mezarlığa bırakın, sonra ben kendim dönerim.” Hicran itiraz etse de sonunda kabul etti ya da etmek zorunda kaldı. Arabadan iner inmez Boran’a haber vereceğine adım kadar emindim zaten.
Çok vaktimizin olmadığını bilerek Arslan’ın mezarına doğru yürüdüm. Toprağındaki çiçekler değişmişti. Toprağı tertemiz ve yeni sulanmıştı. Yanına uzanıp yüzümü toprağa yasladım. “Seni çok özledim Arslan.” Kar ayazından dolayı toprak buz gibiydi. “Seni çok özledim canımın içi.” Onunla vedalaşmaya gelmiştim ama bunu asla yapamazdım.
“Sana ait olan Dila’yı sana emanet etmeye geldim.” Kalbim sanki yerinden sökülüyordu. “Ona iyi bak olur mu?”
“Ne çok seveni varmış bu Arslan Safirin…” duyduğum sesle birlikte ayağa sıçrarken, karşımda gördüğüm yüz beni şaşkına uğrattı. “Savaş?”
“Bende seni gördüğüme çok sevindim Dila prenses?”
“Senin ne işin var burada, ne zaman çıktın hapisten?” korkuyla etrafıma bakındım. Savaş annemin tarafından uzak bir akrabamızın oğluydu. Akli dengesi yerinde değildi, benimle evlenmeye hakkı varmış gibi sürekli boş boş konuşup takıntı haline getirmişti. Küçükken ben her ne kadar rahatsız olsam da aile üyelerim ona gülüp geçerdi. Ciddi bir uyarıyla karşılaşmadığı içinde çocukluk sevdasını asla vazgeçmemişti. Delinin tekiydi, başı beladan asla kurtulmazdı. Her sene hapse girer çıkardı ama en son adam yaralamaktan tüm dava dosyalarını yaktığı için on beş yıl ceza yemişti. Burada olmasının imkanı yoktu. “Bana sarılmak yerine neden böyle sorular soruyorsun?”
“Günlerdir seni bekliyorum burada.” Derken siyah gözleri bilinçsiz bir şekilde gözlerime tutunmuştu. “O Boran piçi seni zorla karısı yapmış, sana yetişemedim ama eninde sonunda buraya geleceğini biliyordum. Seni kurtaracağım merak etme.”
“Hapisten mi kaçtın yoksa?” etrafımızda hiç kimsenin olmayışı korkumu artırırken, Arslan’ın mezarına ufak bir bakış attım. “Merak etme Dila, seni Safirlerden kurtaracağım.” Bana doğru adımladığını görünce talaşla elimi ona doğru uzattım. “Sakın bana yaklaşma.”
“Hayır.” Diye bağırdım. “Kimsenin beni tehdit ettiği yok. Ben Boranla evlendim ve mutluyum. Sakın saçma sapan bir şey yapmaya kalkışma!”
“O piç seni tehdit ediyor değil mi?” Onunla konuşmanın bir faydasının dokunacağını asla düşünmüyordum, bu yüzden tek isteğim şu an Boran’ın beni bulmasıydı. “Hayır.” Diye fısıldadım, korktuğumu belli etmemeye çalışarak. Kara rağmen üzerinde kısa kollu bir tşört vardı. Kolunda boydan boya uzana derin bir yara izi gözüküyordu. “Kendi isteğimle onunlayım. Boran’ı seviyorum.” Yalan söylediğimi anlamaması için elimden geleni yaptım.
“Ama seni benden daha çok kimse sevemez Dila.”
“Ne diyorsun lan sen?” Sonunda beklediğim sesi kulaklarım işittiğinde derin bir nefes aldım. Boran iki adımla yanıma gelirken arkasında on adam daha vardı. Savaş’ı tek eliyle yere sererken onu benden uzağa atmıştı. “Ne işin var lan senin benim karımın yanında?”
Boran onu yakasından tutup bir kez daha yere atarken nefesimi tutmuştum. “Ben senide özledim Boran?”
“Dayağımı mı?” derken Boran yüzüne sert bir yumruk geçirdi, Birbirlerini tanıyorlardı. “Neden dinlemiyorsun lan sen beni?” Boran onu öfkeyle hırpalarken Savaş ona karşılık vermiyordu. Vermesinin de imkanı da yoktu. Boran onun en az iki katı kadar kalıplıydı. “Seni öldürmem için mi yapıyorsun lan?”
“Sana on yıl öncede söyledim Boran Safir.” Savaş dudağının kenarını sertçe sildi. “Dila’dan ölsem de vazgeçmem.” Savaş’ın sözleri karşısında Boran’ın kararan gözlerine baktım. On yıl önce Boran benim adımı bile bilmiyordu nasıl olurdu da Savaş’la benim için kavga etmiş olabilirdi? Arslan yaptırdı desem, Arslan’la o zaman tanışmamıştık bile! “Bende seni öldürürüm o zaman Savaş, on yıl önce sadece kolunda kurtardın ama seni şimdi öldürürüm o zaman bende.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
90.83k Okunma |
4.83k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |