

Diğer gün Savaş’ı bulma çalışmaları tam gaz devam etmişti. Hatta diğer ailelerde kendi adamlarını göndererek Safir’lere destek olmuştu. Boran onu bulmadan kimseyi uyutmayacağını kesin bir dille dile getirirken, evde kadınlar dışında hiç kimse yoktu.
Cemile hanım dışında kimse benimle iletişime geçmiyordu zaten, odamdan dışarı çıkma gereği duymamıştım. Kapım tıklandıktan sonra kafasını içeri uzatan Cemile hanım “Yedin mi yemeğini hanımım” Diye sorduğunda gülümseyerek başımı salladım. İçeri girip yedikten sonra kenara bıraktığım tepsiye kaldırdı. “Afiyet bal şeker olsun ikinizi de.” Gülümseyerek karnıma bakıyordu, orada bir bebek olduğunu düşünerek.
“Teşekkür ederiz.” Diyerek oyunu bozmadım. Nereye kadar devam edebilecektim bilmiyordum ama hamile olmadığımı öğrendikleri an kopacak kıyamet ben korkutuyordu.
Cemile hanım odadan çıkıp gittikten sonra kapım bu kez çalınmadan açıldı. Boran bitik bir halde içeri girerken, kirlenmiş üzerinde gözlerimi gezdirdim. Belli ki eli yine boş gelmişti. “Duş almaya geldim, hemen geri çıkacağım.” Diye açıklama yaparken doğruca banyoya girmiş bir şey dememe fırsat vermemişti.
Ardından kalktım ve peşinden içeri girdim. Soyunurken geldiğimi fark etse de durmadı. “Yemek yemez misin, çıkana kadar hazır olur?” diye sordum, gözlerimi yüzünde tutmaya dikkat ederken. “Hayır, gerek yok.” Derken bana sırtı dönük bir şekilde üzerindeki son parçaları çıkarıp suyun altına girdi. “Bir haber var peki?” diye sordum bu kez de. Hemen gideceği için konuşacak zaman bırakmayacağını biliyordum. Omzunun üzerinden bana bakıp konuşacak başka yer mi kalmadı der gibi bakış attığında sertçe yutkundum.
Çok iyi görünüyordu, bir film sahnesinden fırlamış gibiydi. “Bir haber yok Dila, olsa burada ne işim var?”
“Acaba düşündüm de….” Aklımdaki fikirden hiç hoşnut olmayacağını bilsem de söylemek zorundaydım. “Ne düşündün Dila?” Artık bana bakmıyor duşunu almaya devam ediyordu. “Kızmayacağına söz ver?” güldüğünü duydum. “Konu sen ve düşüncelerin olunca tepem atmadan son bulmuyoruz.” Dediğinde ona hak vererek yüzüm ekşittim. Düşüncelerimi duyduktan sonra tepki göstermemesinin imkanı yoktu.
Ortamı daha öncesinde yumuşatmasını umarak ona birkaç adım attım. Bundan sonrası tufandı nasıl olsa, şu an yaşamak zorunda kaldığım hayat buydu. Boran Safir’in karısı Dila Safir olmak. Bütün aşiretin bir bebek beklediği gelin, Dila.
Üzerimdeki uzun hırkayı çıkarak kanara bıraktım. Üzerimde saten ince geceliği çıkarmaya cesaret edemeyerek suyun altına girip, kollarımı arkadan ona sardım. Boran irkilerek adımı fısıldadığında sırtının çukuruna dudaklarımı bastırdım. “Söz vermeni istiyorum.” Dedim kısık bir sesle. “Demek ki söz veremeyeceğim bir şey.” Demişti, ellerini ellerimin üzerine koyup. Bir daha öptüm, ardı ardına onu yumuşatacağını düşündüğüm şekilde öpücüklere boğdum sırtını. “Söz vermezsen, bunu sabaha kadar sürdürürüm.”
Onda hissettiğim şey Arslan mıydı bilmiyorum ama kaybettiğim sıcaklık eskisi gibi hissettirmişti.
Arslan’a sarılıyordum sanki. Yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu hissetsem de kendime engel olamadım. Kardeşlerdi, karakterleri çok benzemese de yapıları, gülüşleri, boyları aynıydı.
Boran bana Arslan gibi gülümsemese de, Arslan gibi sıcak bir yuvadaymış hissini veriyordu.
“Çıkmam gerekiyor Dila, şimdi mi buldun bana bunu yapacak vakti.” Ellerimin altındaki karın kasları gerildiğinde dudaklarımı omur iriliğine doğru kaydırdım. “Söz veriyor musun?” Boran bir küfür savurup kolumdan çektiği gibi beni önüne alıp, sırtımı soğuk banyo duvarına yasladı. Sıcak su ikimiz arasında kaldı. Islanarak üzerime yapışan geceliğin altından gözüken vücudumda göz gezdirip “Söyle.” Dedi emredir gibi. Islak kirpiklerimi kırpıştırdım. “Söz vermeden olmaz.”
“Söz veremem, konu sensen hiçbir şey için söz veremem.” Kaşlarımı çatarak gözlerinin içine baktım. Aramızda bir santim kadar mesafe vardı. Bunu korumaya gayret ederek beni tutuyordu. Çıkması gerektiği için kendini dizginlemeye çalışıyordu belli ki. “O zaman bende buna devam ederim.” Aramızda mesafeyi kapattım ve dudaklarımı bu kez boynuna bastırdım.
Titreyen dudaklarım acemi bir şekilde boyun girintisine dokundururken, kokusu beni çileden çıkardı. Arslan’ın şampuanıydı, onun kokusuydu. Acıyla gözlerimi kapattım ve ellerimi omuzlarına götürdüm. Bir an için Arslan’a sarıldığımı sandım. Gözümden düşen yaşı sudan dolayı ne o ne de ben fark ettim.
Boran boğuk bir sesle başını yukarı kaldırıp derin bir nefes aldı. Kalbi deli gibi atıyordu. Ona yaptığım şey onu bertaraf ederken eli belime kaydı ve vücudumu kendine yasladı. “Söz.” Dedi çenemden tutup onu öpmemi engellemek için. “Söz kızmayacağım. Anlat, yoksa şu odadan üç gün boyunca ne sen çıkabilirsin nede ben.”
Başımı usulca salladım ve titreyen bedenimi duvara yasladım. “Savaş o gün beni beklediğini söylemişti, beni aradığını ve beni kurtaracağını söyledi.”
Boran’ın anında kaşları çatılırken yanağıma yapışan saçları yüzümden çektim. “Sen ne söyledin?”
“Yalan söyledim bu fikrinden vazgeçsin diye. Seni sevdiğimi ve mutlu olduğumuzu söyledim.“
Boran’ın dudakları tek bir çizgi halini aldı. “Yalan.” Diye tekrarladı beni, sesinde hayal kırıklığı vardı. Ne bekliyordu, onu sevmemi mi? O an ki gözlerindeki ifadeyi görmemezlikten geldim.
“Evet ama Savaş bunu kabul etmedi. Bana yeniden ulaşmak isteyecektir. Bir tür hastalık gibiyim onda, ölüm bile onu vazgeçiremez. Diyorum ki, ona ulaşmak için beni yem olarak mı kullansan?”
Boran’ın gözlerinde o an binlerce duygu geçip gitti. Söylediklerimi hazmetmeye çalışsa da bunu başaramadı ve kontrolsüz bir şekilde, yaslandığım duvara üst üste yumruklarını geçirdi. Hayır cevabını açıkça belli ederken irkilerek gözlerimi kapattım.
O öfkesini söz verdiği için benden değil de duvardan çıkarırken nefes almadan bekledim, bekledim ve bekledim. Bir sonunun gelmeyeceğini anladığımda paramparça olan ellini tuttum ve korkarak bağırdım. “Yeter, tamam yeter.” Öyle sıkı tutuyordum ki elini, onun yerine benim canım acıyordu. Parmak boğumları çok kötü durumdaydı. Ateş saçan gözlerimi gözlerine saplayıp “Çık git.” Diye kükredi yüzüme. “Siktir git Dila.”
“Elin.” Derken titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Elimi tutan elini ittirerek suyun altından ayrıldığında, beline bağladığı havluyla beraber banyodan çıktı. Kabul edeceğini hangi akılla düşünmüştüm ki zaten. Tek istediğim eğer Arslan’ı vuran Savaş’sa eğer, bir an önce yakalanmasıydı.
Boran’ın ardından içeri girdiğimde bacaklarından kumaş pantolunu geçiriyordu. O gün Miran’ın getirdiği ilk yardım çantasını bulup önüne dikildiğimde, üzerimden sular akıyordu. Havluyla arada elini silerek gömleğini giymeye yeltendiğinde “İzin ver elini sarayım, yoksa kıyafetlerin kan olacak.” Dedim titreyen bir sesle. Beni görmeye tahammül edemediğini bakışlarıyla belli ederken “Bakma bana öyle.” Dedim, aynı anda tir tir titriyordum. Islak geceliğim soğuğu vakumluyordu resmen.
“Yasemini çağır o halleder.”
Tek kaşımı kaldırarak saçlarımı geriye attım. “Yasemini çağırayım öyle mi?”
Başını evet anlamında sallarken her yerimin ortada olan vücudumda gözlerini gezdirdi. “Yasemini çağıracağım, benim yatak odama girecek, sana dokunacak ve seni iyileştirecek, öyle mi?”
“Evet, senin açtığın yarayı Yasemin saracak.”
Kalbime bıçak saplasa canım daha az acırdı. “Öyle mi?”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 99.14k Okunma |
4.97k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |