

6 ay sonra
Şehir yıkılmışta sadece altında bir ben kalmışım gibiydi. Herkes üstümde tepinmiş, Varlığım yokluğuma eklenmişti. Hayat dört duvardan ibaret bir hal aldığında, bana benden başka kimse kalmamıştı. Dört duvardan oluşan bir tabuttu evim.
Yaklaşık bir sene olmuştu Dila Safir olmamın üzerinden. Karnımda doğmak üzere olan bebeğimle, bir başıma geçirdiğim koskoca altı ayım vardı elimde. Bir yıl içinde iki adamla evlenmiş ikisini de kaybetmiştim.
Bir toprağın içindeki mezardaydı, diğeri dünyadaki cehennemin mezarındaydı. Boran benden vazgeçmişti. Tıpkı benim ondan vazgeçtiğim gibi oda tek kalemle silmişti beni.
Onu o kadar az görüyordum ki, çoğu gece gelmemişti. Çoğu günü bir başıma bitirmiştim dört duvarın arasında. Ara ara Hicran ve Larin geliyordu. Annem ve Lal ayda bir kere uğramışlardı yanıma. Cemile hanım eve geri dönmüştü, elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyordu ama yalnızdım. Yapayalnızdım.
“Suyunu hazırladım hanımım, geç istersen banyoya.” Diyen Cemile hanımın sesiyle koltuktan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştığımda kalkamayacağımı anlayınca Cemile hanımdan destek aldım. “Tutun bana hanımım, istersen seni ben yıkayayım.” Koluma girerek bana destek olmaya çalıştığında bir elimi de omzuna yasladım. Yürümek bile çok zor geliyordu artık. Doğumun eli kulağındaydı, bu yüzden sürekli hazır ol da bekliyorduk Cemile hanımla.
“Hayır demem biliyor musun, yanımda dursan bile yeter.” Diyerek gülümsediğimde salondan çıkmıştık. Yavaş yavaş merdivenleri çıktığımız sırada bahçe kapısının açılıp kapanma sesiyle duraksadık. Hafifçe omzumun üzerinden dönüp baktığımda Boran’ın içeri girdiği gördüm. Yaklaşık bir haftadır hiçbir şekilde gelmemişti, bu yüzden onu görmek garip hissettirmişti. Yavaşça tekrar önüme döndüm ve diğer elimi karnımın altına koyarak yürümeye devam ettim.
Benim aksime Cemile hanım saygıyla “Hoş geldin ağam.” Diyerek onu selamladığında Boran muhtemelen baş işaretiyle onu karşılık vermişti, çünkü sesini duymamıştım. Yavaş yürüdüğümüz için varlığını birkaç basamak ardımda bittiğinde Cemile hanım bana garip bir bakış atarak “Hanımın benim fırında yemek vardı, Boran ağam geldiğine göre yıkanmana yardım eder. Yemek yanmasın.” Dediğinde, kaşlarımı çatarak durdum ve ona kızgın bir bakış attım. Kendince iyilik yapmaya çalışıyordu ama işe yaramazdı. Merdivenlerin başında duraksadım ama Boran’a bakamadım. “Olur mu ağam.”
Boran nefesinin sesini duydum. Sonrada “Sen işine bak Cemile hanım.” Dediğini. Cemile hanım aldığı cevaptan memnun kalarak bana kaş göz işreti yaptığında bu kez gözlerim kocaman açıldı. Ona onaylamaz bakışlar atarak korkuluklara tutundum ve ellerimi ondan çektim.
Kızdığımı anlamış olacak ki hızlıca merdivenleri indi. Boran’ın varlığı varlığımın yakını gelmeden hemen önce bütün kuvvetimi korkuluklara tutunarak kalan son iki basamağı da çıktım. Gerçekten karnı burnunda adım atmak bile çok zor geliyordu. “Bekle.” Diyen Boran’ın sesiyle hafifçe yavaşladım ama durmadım. En hızlı olabileceğim şekilde yatak odasına girdim. Boran ardımdan hızlıca içeri girdiğinde “Gerek yok, kendim hallederim.” Diyerek ona bakmamayı sürdürdüm. Çünkü canım acıyordu, bu kadar yakınımda olup aramızda bu kadar uçurum olması beni mahvediyordu. “İçeri gir Dila.” Diyerek kolumdan tuttuğunda aylar sonra onunla ilk defa temas ettiğim için elim ayağım buz kesti. Yutkunarak kolumu tutan eline baktım. Sıkmıyordu, daha çok ayakta durabilmem için kendine çekiyordu.
Oda en az benim kadar suçluydu, bana hiçbir şey anlatmamıştı. Babamla yaptıkları anlaşmayı söyleseydi böyle olmazdı. O istemişti ki, koşulsuz şartsız ona boyun eğeyim. Anlatsaydı, böyle olmazdı ama o hiçbir açıklama yapmadan bizi mecbur bırakmaya çalışmıştı.
Beni tanımamıştı.
Banyoya girdiğimizde kolumu hızlıca çektim ama yeniden yakaladı. “Rahat dur.” Diyerek uyarıcı bir sesle beni kuvveti altına aldığında “Gerek yok.” Diye fısıldadım. “Aylardır tek başıma hallediyorum, şimdide hallederim.” Diyerek bakışlarımı omuzlarına diktim bu kez de. Göz göze gelmek için can atan gözlerimi usulca kapatıp açtım. Gözleri kehribarlarından korumak için dizginlemek zorunda kalıyordum resmen.
“Soyun Dila.” Diyerek beni kendine çevirdiğinde az önce söyledikleri duymazlıktan gelmişti. Bir adım geriye gitmeye çalıştım. “Niye soyunacağım karşında, sen benim neyinsin ki?”
“Dila!” dedi, sessiz ama uyarıcı bir sesle. “Beni uğraştırma, sana her şeye rağmen yardım etmeye çalışıyorum. Düşüp kalma banyoda diye ama şansını zorlama.”
“Düşüp kalmam umurundaymış gibi konuşma lütfen.” Diyerek gözlerimi devirdiğimde hırıltıya benzer nefesinin sesi saçlarımdan içeri doğru aktı. “Umurumda olan sen değil karnındaki çocuğum.” Dedi.
Tabi, başka ne olacaktı ki! “Tabi.” Diyerek gülümsedim. “Hadi.” Diyerek beni yavaşça harekete geçmem için sarstığında gözlerimi omuzlarından boynuna doğru kaydırdım ve beyaz gömleğinin yakasındaki kırmızı lekeyi gördüm. Muhtemelen ruj iziydi. Buraya başka bir kadının kollarından mı çıkıp gelmişti.
Öyleydi, başka bir açıklaması olamazdı. Yavaşça ona doğru bir adım attım ve belli etmeden koklamaya çalıştığımda üzerinden tatlı bir kadın parfümünü duyumsamam çok geç olmadı. Buraya bir kadının yanından ayrılarak gelmişti. Zaman birkaç saniyeliğine durdu, sonra hızlıca aktı.
Altı aydır değil bana dokunmak odaya bile girmemişti, az çok tahmin edebiliyordum başkalarıyla yatıp kalktığını ama böyle bu gerçekle yüz yüze gelmek çok zoruma gitmişti. “Çek elini üzerimden.” Diyerek aniden bağırdığımda, oda şaşkınlıkla irkilmişti. “Dokunma bana.”
“Dila!” dedi. “Kendine gel.”
“Başkasına dokunduğun ellerini sürme bana.” Dedim söylemekten çekinmeden. Sustu, o sustu bende sustum. Kalbim ezilip bükülüyordu içimde sanki. “Neyin hesabını soruyorsun bana Dila hanım. Ben sana demedin mi artık çocuğumun annesinden başka hiçbir şey değilsin diye? Ayrıca sen değil misin çekip giden, Ne bekliyordun? Yıllarca senin yasını tutacağımı mı? Benden vazgeçmiş kadına tutulup kalacağımı mı?”
Hayır, beni ezip büken oydu. Oydu göğsüme elini sokup kalbimi avuçlarının arasında ezen. “Beni gitmeye sen mecbur bıraktın.” Dedim yarık bir sesle.
“Sen hiç gelmedin ki.”
Buruk bir gülümsemeyle gözlerimi gözlerine diktim. İnsanın ruhundaki sızı bedenine sıçrar mıydı? Her hücrem sızlıyordu, Boran kehribarlarına ektiği zehri gözlerime bırakırken “Öyleyse, gelmediğim yerden de gidemem.” Diye fısıldadım. Boran onaylarcasına başını sallayarak kollarımdaki elini dirseklerime indirdi. Yüzünde tek bir mimik oynamadı.
“Gidemezsin.” Dedi, beni tekrar ederek. “Sen hiçbir yere gidemezsin.”
Elleri direklerimden belime kaydığında gözlerim dolmasın diye derin bir nefes aldım. Elleri belime yerleşmeden üzerimdeki geniş tişörtün eteklerini kavradı. “Hayatın bu evden ibaret artık, tek işinde çocuğumuzu büyütmek olacak.”
“Beni böyle mi cezalandıracaksın?” diye sorduğumda, tişörtü başımdan çıkarmıştı. Kolları geniş olduğu için kolaylıkla çıkardığı tişörtü kirli sepetine attığında, çıplak göğüslerimde baş başa kalmıştı. Süt toplayan göğüslerime sutyenlerim küçük geldiği için çıplaktım. Zaten evdeydim ve yalnızdım. Çekineceğim kimse olmadığı için rahat rahat geziniyordum ortalıkta, zaten havalar çok sıcaktı. Boran çıplaklığımla başa çıkmaya çalışırken, başkasına dokunan ellerini tenimde hissetmek sadece midemi bulandırıyordu.
Bakışlarını göğüslerimden hızlıca gözlerime kaldırdı. “Bu senin için ceza sayılmaz, ödül gibi bir şey hatta. Başından beri istediğin bu değil miydi? Karı koca olmak istemeyen sendin.” Dediğinde, suçlayıcıydı. Haklıydı da. Bana dokunduğu için döktüğüm göz yaşlarını dün gibi hatırlıyordum. İlk gecemizi ve içime yerleştirdiği tohumu. Mecbur olduğumuz için Arslan’a ihanet ettiğimizi unutmamışım, unutmamıştık.
“Öyle.” Diyerek onayladım. Yavaşça eşofmanıma uzandığımda belim ağrıdığı için duraksadım. Yapamayacağımı anladığında uzanıp pantolonumu da çıkardı. Sıra iç çamaşırıma geldiğinde parmakları iç çamaşırın belinde duraksamıştı. Yutkunuşunun sesini duydum. Gözleri dibindeki kocaman olmuş karnımda oyalandığında derin bir nefes aldım. Yazın sıcağında ateşim iki katına çıkmıştı bile.
Sıcaktan terleyen ve tenime yapışan saçlarımı huysuzca geriye doğru atıp “Hadi.” Diye mırıldadım. Zaten ayakta kalmak bile çok zordu benim için. Boran gözlerini gözlerime kaldırdığında ikimizde aynı anda yutkunmuştuk.
Yapamayacağını anladığımda, ellerimi ellerinin üzerine koydum. “Bu kadar mı korkuyorsun benden?” dedim, aptal bir cesaretle. Dudağının kenarından kısa bir gülümseme geçti. Sonra hızlıca iç çamaşırımı aşağı çekip ayaklarımdan sıyırdı. Tamamen çıplak kalmanın etkisiyle tüylerim diken diken olduğunda Boran doğruldu.
“Hadi.” Diyerek beni kabine doğru hafifçe iteklediğinde, aynı anda eli belimden karnıma doğru kaymıştı.
Cemile hanımın hazırda akıttığı sıcak suyun altına girdiğimde kabin camlarına tutundun ve ona arkamı döndüm. Benimle birlikte ıslanmaya başladığında üzerindekileri çıkarma gereği duymamıştı. Kendince önlem almaya çalışıyordu yüksek ihtimalle. “Tamam, çek ellerini.” Diyerek kendimi ondan kurtarmaya çalıştığımda bu kez direnmedi ve çekti ellerini üzerimden. Çok uzaklaşmadan kabinin tam önünde duruyordu.
“Buradayım.” Dedi sanki varlığı yeterince belli olmuyormuş gibi. Sırtımı tamamen ona çevirdim. “Gerek yok, kimin yanından geldiysen geri ona git.” Dedim söylenerek. “Yalnız bırak beni.”
“Buradayım.” Dedi üzerine basarak. “Doğum vaktin yaklaştı, doğurana kadar evde olacağım.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 98.95k Okunma |
4.97k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |