
!!! Bu kitabı böyle seveceğimize inanıyorum. Sadece sonradan ortaya çıkaracağım bazı şeyleri başlarda size tanıtmalıydım. Gidişat biraz yanlıştı.
Kuzey karakterimizin ismi Kaya oldu. Kaya Demir Karahanlı. Onu ve Lacivert gözlerini seveceğimize inanıyorum. İyi okumalar...
🤍
"SON KEZ DENEN HER ŞEY ASLINDA
BİR BAŞLANGIÇ. "
🥀
ÖNCESİ
1
... İKİ HAFTA ÖNCE ...
MARDİN
~NUSAYBİN~
•ASKERİYE•
Askeriyenin mavi duvarlarına gözlerini gezdire gizdire ilerledi hızla asker. Bir yandan da yanına gideceği adam için içinden bir ürperti geçmiyor değildi.
Soğuk koridorlarda, mavi dosyayı koltuk altına yerleştirerek ellerini birbirine sürte sürte başka bir koridora geçti. Hızla ilerlemeye devam ederek bir kapının karşısında durdu.
Karşısındaki kapıya baktıkça daha da ürperirken gözleri kapının sol üst köşesindeki yazıya gitti.
KIDEMLİ ÜSTEĞMEN KAYA DEMİR KARAHANLI.
Öyle bir titredi ki bir an bedeni yerli yerinden oynadı. Önce yutkundu sonra ise derin bir nefes vererek kapıyı yavaşça çaldı.
Bir süre içeriden komut bekledi. Bekledikçe heyecandan titredi. Bu adamın yanına her gittiğinde böyle olmak zorunda mıydı?
Sonunda komutu alarak kapıyı açtığı gibi içeri girip kapıyı arkasından kapattı. Bir kaç adım öne çıkarak sol ayak sabit sağ ayak sert bir şekilde sol ayağının topuğuna geçirerek asker selamını verdi.
"Teğmen Efe Subaşı! " diye bağırdı gür bir sesle.
Kaya masasında başı eğik, bir şeyler yazarken duruldu. Elindeki kalemi yavaşça bırakarak başını yavaşça kaldırdı. "Gel Efe. "
Efe sadece bir iki adım daha atarak durdu. Karşısındaki adamdan fazlasıyla çekiniyordu, bazen konuşmasına bile gerek yoktu çünkü koyu lacivert gözleri yetiyordu. Adamın gözleri öyle bişeydi ki bazen simsiyah bazense normal lacivert rengini oluyüordu. Gözbebeği yok gibiydi. Henüz o kadar uzun bakma cesaretini kendinde bulamamıştı çünkü ne zaman buna yeltense titriyor ve o gün kendine gelemiyordu.
Elindeki mavi dosyayı yavaşça Komutanının masasına bırakarak geriledi. "Her yıl istediğiniz dosya komutanım. "
Kaya'nın gözleri Efe'ye kaydı. Koyu laciverte bürünmüş gözleri sakince askerinin açık mavi gözleriyle kesişmesiyle gözlerini yavaşça kıstı. Efe'nin alnı yavaşça boncuk boncuk terler kaplarken derin bir nefes verip arkasına iyice yaslandı.
"Ne bu hal asker?! " diye sorarak başını dikleştirdi.
Efe yerinde titrerken bir an kendini sorguladı. Gözleri etrafa kayarken kendine son dakikada engel olup karşısındaki adamla bakışlamalarını kesmemeye gayret etti.
Ağızı açılıp açılıp kapanırken söyleyecek söz bulamadı. Onun yerine Kaya bir kez başını sallayarak durumun ne olduğunu anlamıştı. "Dik dur! " diye komut vermesiyle asker hemen yerinde doğruldu. "Omuzlar dik! Çene dik! BAŞ DİK! " demesiyle asker harfi harfine komutanını dinledi.
"Tamam, sen işine geri dönebilirsin. " demesiyle derince ama fark ettirmeden nefesini koyuverdi Efe. Bir an canına fena okuyacak sanmıştı. Bu korku bile ona bir yıl daha yeterdi.
Bu adam bambaşkaydı. Gerçekten bazen konuşması gerekmiyordu zaten fazla konuşkan biri de değildi. Gerekmedikçe ağızını bıçak açmazdı, hep sessizlikle hall ederdi işlerini, gözleri en büyük paydı tabi.
Eğer karşısındakini korkutması gerekiyorsa bir kaç cümle yetiyordu ya da hiç konuşmadan gözleriyle bir dakika bile bakması yetiyordu. İki karanlık çukuru andıran bu gözler sanki insanı ölüme itiyordu.
O iki karanlık çukur bazen iki ölüm çukuru oluyordu. Bazen lacivert bazen ise iki kara ölüm çukuru...
Çıkan askerle Kaya'nın eli bir anlığına havalandı, ancak geri havalandığı yere kondu. Eli dosyaya gitmiyordu ama merak da ediyordu. Gözlerini mavi dosyadan bir dakika bile ayrımadan dişlerini birbirine geçirerek gıcırtada gıcırdata oynattı.
Saçları üçe vurulmuştu ancak uzun bir görevden geldiği için kesememişti, şimdi ise hafif uzun önler ise alnına akıyordu. Üzerinde asker forması masasında bordo beresiyle oturduğu yerden karşısındaki dosyayı izliyordu. Ağızında bişey varmış gibi çiğnerken keskin yüz hatları oynuyor kaşları çatıldıkça gözleri kısılıyordu.
Bir süre sadece masasına konulan dosyayı izledi. Gözlerinden ufak bir sis geçti, yaşamı o dosyaya bağlıydı.
Ya yaşayacaktı bugün, ya da ölecekti.
Derin bir nefes vererek sonunda kendinde bulduğu cesaret kırıntısını elini uzatarak bulmuştu ki tekrar kapının çalmasıyla dosyayla olan o küçücük teması da ateşe dokunmuş gibi geri bırakarak çekti. Kapıya bakarak elini tekrar kendine çekti.
Gel komutunu vermesiyle içeri bir asker girdi. Mavi bereli asker sertçe sağ ayak topuğunu sabit duran sol ayağına geçirerek eliyle selam verdi. "Ezher Kara, Adıyaman! " diyerek elini indirdi. Kaya başını yavaşça oynatarak onu konuşmaya teşvik etti. Ardından asker, "Selim Albay sizi Harekat Merkezi'ne çağırıyor komutanım. " dedi.
Kaya'nın kaşları çatılırken başını bir kez daha salladı. Asker bir kez daha selam vererek odadan çıkarken Kaya'nın bakışları masadaki dosyadaydı. Her yıl tek cesaret edemediği şey bu dosyanın kapağını aralayamamak olabilirdi.
Yavaşça ayağa kalktı. O da biliyordu ki o mavi kapak illaki açılacaktı bugün. Masasındaki bordo bereyi alarak başına dikkatle ve özenle yerleştirdi. Bu işe gönüllü olmuştu. Gönüllü girmişti, isteyerek.
Adımlarını kapıya doğru atarken postallarından çıkan kalın seslerle odayı terk etti. Çıktığı koridorda selam verenlerin selamını alarak sakin bir şekilde geniş koridora ilerledi. Bu koridorun geniş olmasının en büyük sebebi karşısındaki çelik kapıdan dolayıydı. Koridor geniş olunca çelik kapının da geniş olmasını sağlamıştı. Çünkü harekat merkezi neredeyse askeriyenin üçte ikisi oranındaydı. Büyüktü, fazla büyük.
Ellerini arkasında birleştirerek sakin adımlarla dik başıyla ilerledi bir süre. Çelik kapının karşısına gelmesiyle elini yeşil ışıklarını saçan düğmeye bastı. Sıradan bir düğme gibi durabilirdi ancak aynı zamanda parmak izi okuyan bir akıllı cihazdı. Tekte açılan kapı iki kapağını da iki yana doğru açarak ona geçiş sağladı.
Dik bir şekilde içeri girdiği gibi kapı tekrar kapanıp kitlendi. Bu merkeze sadece Tim askerleri, komutanlar ve diğer üst rütbeliler ancak girebilirdi. Onun haricinde normal bir vatandaş veya diğer askerler isteselerde giremezlerdi. Elini bastığı gibi ilk önce kırmızı ışıklarını saçar sonra ise her bir bölüme acil uyarı alarmı verirdi.
"KIDEMLİ ÜSTEĞMEN KOMUTAN KARAHANLI!" diye bağırarak asker selamını verdi.
"Gel Kaya. " dedi Selim Ablay eğildiği masadan doğrularak. Bir kulağında siyah ajan kulaklığı vardı. Kablosu dönerek yakasına iniyordu. Üzerindeki formasıyla Kaya'nın karşısında durarak yaşlı yüzüyle hafiften gülümsedi.
Kaya ise onun aksine ciddi bir yüzle Albay'a bakmaya devam etti. Selim Albay arkasında birleştirdiği bir elini elinden çekerek karşısındaki en güvendiği askerinin omzunu patpatladı. "Ne tür büyük bir iş başardığının farkındasın değil mi? "
Kaya'nın koyu lacivert gözleri bu sefer Albay'ın ela gözlerini buldu. "Tek başıma yapmadım." Kısa ve öz.
Albay gülümsedi. "Fikir senin. " dedi hiç düşünmeden. "Saniyeler içinde aklına gelen bu riski düşünmeden uyguladın." Yaşlı kaşları yavaşça kalktı Selim Ablay'ın. Neredeyse Kaya'nın babası yaşındaydı, ancak o kadar iri ve genç gibi duruyordu ki sanarsın otuzlarındaydı. Emin ki saçlarını ve kaşlarını boyasa aynen öyle olurdu. Onu yaşlı kılan tek şey grimsi saçları ve hafif beyazlaşan kaşlarıydı.
"Bu riski almayabilirdin. " diyerek ciddileşti. "Ancak sen kendini ve Tim'ini yönlendirerek, canınızı bir kez daha ortaya koydunuz. Milletinizi kurtardınız. "
Kaya'nın gözleri yavaşça koyulaştı. "Pişman değilim. "
"Olmada zaten." diyerek gülümsedi Albay. "Seninle gurur duyuyorum asker. Bir kez daha üstün zekanı ve ne kadar hızlı olduğunu kanıtladın. "
"Sen ve senin Tim'inle gurur duyuyorum. "
Kaya başını bir kez eyvallah dercesine salladı. Hiçbişey demedi, bu sözleri duymak bile onu içten içe aslında çok mutlu etmişti, çünkü gerçekten çok iyi iş çıkarmışlardı bunu pekala kendisi de farkındaydı. Ancak içinde yaşadığı hiçbir duyguyu yüzüne yansıtmadan Albay'ın karşısında durmaya devam etti.
"Şimdi son kez Tim'inle göreve çıkmaya hazır mısın? " Albay'ın sorusuyla Kaya'nın kaşlarının kavissi yavaşça çatıldı. Son kez mi?
"Son kez? "
Albay başını salladı. "Son kez. " dedi. "Geri döndüğünde seni büyük bir görev bekliyor olacak. Merak etme, Allah'ın izniyle tek parça döndüğünde sana görevinin ne olduğunu bizzat ben bildiriceğim. "
Kaya başını salladı. "Peki, şimdiki görev ne? "
"Sansarın adamlarında bu sefer fazlasıyla kayıp var, " diyerek tekrar ellerini arkasında bağlayarak koca masanın başına ilerledi. "Ancak, büyük bir kayıpları olması tekrar yerini yenileriyle kaplamayacağı anlamına gelmiyor. "
Kaya kaşlarını çatarak bir kaç adım atıp Albay'ın arkasında durdu. Selim Albay'ın bakışlarını takip ederek karşısındaki projeksiyoonun yasımasına baktı. "Bu depo Sansar'ın kadın erkek fark etmeksizin kendine mahkum ettirdiği yer. Yani sizin mültecileri kurtarıp bütün teröristleri topallayarak patlattığınız yer. "
Kaya'nın kaşları daha da çatılırken ortasındaki kırışıklar belirdi. "Depoyu daha çok hapishaneye çevirmiştiler. Orası depo olmaktan çıkmıştı. "
"Öyle. " diyerek başını salladı. "İçeride binbir türlü işkenceye maruz kalıp ölen insanlar vardı. İnsanların çoğu mülteci. İran, Suriye, Filistin ve Gazze'den gelen insalarımız vardı, şuan hepsi de olması gereken yerdeler. . "
Yavaştan arkasına dönerek arkasındaki askerine baktı. Kaya'nın ona dönen lacivert gözlerine bakarak, "Hepsi masum, Kaya. Hepsi masum. " dedi.
Kaya'nın bir eli yumruk olurken dişlerini kırarcasına sıktı. "Hepsi iyi şuan. "
"Evet." dedi Albay. "Son göreviniz. Bunu da başaracağınıza gönülden inanıyorum asker. " diyerek hafiften gülümsedi tekrardan. Yaşlı adam çok gülümseyen biri değildi ancak karşısında ondan korkmadan ve dimdik başarılı bir askeri varken ister istemez gülümseyesi geliyordu. Kendi belki zamanla farkına varacaktı ancak Kaya'yı kendi oğlu gibi sahiplenmişti.
"Emredersiniz Komutanım! " dedi Kaya gür sesiyle.
"Akşam Timi'ni toplayıp buraya gel. Herkese görev dağılımı yaptıktan sonra çıkarsınız. "
Kaya asker selamını vererek geri geri bir iki adım atıp arkasını dönmüş büyük çelik kapıya ilerliyordu ki, "Bugün de yaşıyor musun Komutan Karahanlı? " diye sorulmasıyla adımları taş kesildi.
Gözleri ilk defa titredi bu soruya. Yavaşça yutkunup arkasını döndü. Albay hala aynı şekilde elleri arkasında bedeni ona doğru dönüktü. "Bakmadım." dedi dudakları en son. Boğazı anında kuruduğu için sesi çatallı çıkmıştı.
"Baksan iyi edersin, " dedi Albay. "Bak ki bizde bilelim yaşayıp yaşamadığını. "
Selim Albay'ın sözlerinin altındaki her bir imâyı kendi içine saklayarak başını sallayıp tekrar asker selamı verdi. Arkasını dönerek anında çelik kapıdan çıkıp Harekât Merkez'ini terk etti.
Bugün doğum günüydü, bugün ya yeniden doğacaktı ya da cenazesi çıkacaktı.
🥀
Yemekhane masasında oturmuş yemeklerini yerken bir yandan da etrafına bakınıp duruyordu. Timi yanında hem birbirleriyle takılıp hem de tıkınırlarken bir yandan onları izliyor, yemeğini yiyor, bir yandan da masasındaki dosyanın sahibi düşünüyordu. Tüm bunları aynı anda yapabiliyordu ancak bu başını ağrıtmaktan başka bir işe de yaramıyordu.
"Komutanım! " dedi en son Seyfettin. "Bu Sergen varya, " dedi bir yandan gülüp bir yandan kurufasulyesini kaşıklarken. Hergün kurufasulye verseler -ki veriyorlar, hiç sıkılmadan Seyfettin ve Bünyamin yerdi. "Geçen ki görevde dalmışız içeri, giriceğiz odaya. " Kahkaha attı. "Girdik de ama karşımıza terörist yerine siyah bir köpeğin çıkmasıyla az daha elindeki silah milah, bütün takım erdevatlarını salıp kaçıyordu da ensesinden yakaladım. " diyip kahkaha atmaya devam etti.
Seyfettiğin'in anlattıklarına Tim gülerken sadece Kaya ve Akın burnundan gülmekle yetinmişti. Sergen ise Tim'in çaylağı olduğu için sesini çıkaramadan Seyfettin'i izliyordu. "Komutanım biliyorsunuz korkuyorum o yaratıklardan. "
Masumca konuşmasına karşı Bünyamin pilavını kaşıklarken bir yandan Sergen'e bakıyordu. "Sen gel asker ol, teröristlerin korkulu rüyası ol ama bir köpekten kork ha, valla iyi iş. "
Kaya bu sefer hafiften güldü. Çünkü garipti. Sergen, Bünyamin Komutanına bakarak başını eğdi. "Çocukken çok severdim de birisi tarafından feci ısırılıp hastanelik olunca işte, " dedi. Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Korkmadan edemiyorum. "
Sergen, gözleri koyu kahverengiyken saçları açık kahve tonlarındaydı. Hafif keskin ama ince bir yüzü vardı. Uzun boylu, fazla kaslı değildi.
Seyfettin ise hafif kumral ve yeşil gözlüydü. Normal denecek şekilde geniş omuzlu, yüz hafları Sergen'in ki kadar olmasa da normal erkeksi hatları belirgindi.
Bünyamin sarışındı, ela gözlü hafif sarışın üçe vurmuş saçları ile Koray kadar olmasa da tamamıyla uzun boyu ve kas yığınıydı. Aralarından Kaya komutanından sonra en uzun olarak o geliyordu.
"Dalga geçmeyin oğlum çocukla! " dedi Harun kaşları çatık şekilde. "Travma kalmış demekki. " diyerek Sergen'in omzunu patpatladı.
Harun aralarında en büyükleriydi. Otuzbeş yaşındaydı. Onun da gözleri maviydi. Saçları yoktu, kel ama bir o kadar babacan bir adamdı.
Sergen, Harun Komutanına gülümseyerek baktı. "Valla beni de bir tek siz anlıyorsunuz Komutanım ya. "
Masaya yavaş ama baskın adımlarla gelen adamı görmeleriyle sustular. Şahin yavaşça sandalyesine oturmasıyla, "Noldu lan? " dedi. "Beni görünce bir susasınız geldi. "
Şahin normal ela gözlü ve kumraldı. Tek fark saçları hep üçe vurulduk olurdu ama önü hep bir tık daha uzun kalırdı. Asla o önü kesmezdi. Geniş alnını ortaya koymaktan nefret ederdi.
"Yok, " dedi Bünyamin. Bakışları durulmuştu. Çünkü dün Şahin'in ölen kız kardeşinin ölüm yıldönümüydü. Kardeşi de polisti ve şehit düşmüştü. Şahin, kız kardeşinden sonra zor toparlamış ama toparlamıştı, çünkü vazgeçmeyen bir yapısı ve kız kardeşi için alması gereken bir intikamı vardı.
Şahin ne olduğunu anlamasıyla yüzü kaya kadar sertleşti birden. "Siz bana bakmayın. " diyerek gözlerini kaçırdı.
"Nasıl bakmayak oğlum? " diye sordu Sertaç. Yemeğini her zaman bitiren adamın bile iştahı kaçtığı için yarım bırakmıştı. Birbirlerine o kadar bağlanmışlardı ki biri acı çektiğinde hemen hepsi içinde his ediyordu o acıyı.
Sertaç belkide aralarından saçlarına kıyamayan tek kişiydi. Saçlarını üçe vurmuyordu, en büyük sebebi ise annesinin hastalığından dolayı saçlarını kaybettikten sonra kapanmasıydı. Bu onda travmatik kalmıştı. Annesinin o kıyamadığı saçları yoktu bu yüzden kendi saçlarına da hafif dokunuşlar yapmadığı sürece hep aynıydı. Diğerlerine göre daha uzundu. Normal dağınık önü alına dökülen tarzdan.
"Şimdi nasıl hissediyorsun, Şahin? " diye sordu Kaya elindeki çay bardağını çevire çevire oynayarak. Arkasına yaslanmış karşısında oturan bedenden gözlerini bir dakika bile ayırmıyordu.
"İyiyim komutanım. Ancak daha da iyi olmamı istiyorsanız bir göre ayarlayabilirsiniz? " diyerek ihtiyaç gözlerle baktı Komutanına. Göreve çıkmak kardeşini öldüren o kalleşin adamlarını yok etmek istiyordu.
Koray, "Yuh oğlum! Lan yeni geldik, Allah'tan kork, " dedi.
Akın güldü. Hep sessiz sakindir ama en çok da o eğlenir. Eğlendiğini de gülen suratından anlarlardı. Onun haricinde ciddi bakışlarla etrafına bakardı. Akın'ın kara gözleri vardı. Kaya'dan sonra en korkunç gözler aslında Akın'a aitti çünkü iki boşluk gibiydi gözleri. Siyah saçlar kara gözler...
Ayrıca ense kısmında kulaktan aşağı doğru koca bir bıçak yarası vardı. Şah damarının yanında bitiyor önü olduğundan daha çekici gösteriyordu.
Önceki görevlerin birinde işkenceye maruz kalmıştı. Adamlardan biri bıçağın ucunu şah damarına doğru sürerken o sadece kahkahalarla gülmüştü. En son bıçağın ucu şah damarına gelecekti ki Keskin nişancı olan Sertaç son dakika da adamın kafasını delik deşik ederek kurtarmışrı Akın'ı.
Seyfettin tam kaşığı ağızına götürmüştü ki ağızını açan Şahin'den önce davranmış, "Asıl sen Allah'tan kork lan, bu kadar yakışıklı bir veletken konuşma tarzına bak! " demişti. Haklıydı. Koray gerçekten yakışıklıydı. Esmer bir ten, koyu kahve bir saç ve yine aynı şekilde koyu kahverengi göz harelerine sahip, keskin yüz hatları olan bir askerdi. Aynı zamanda aralarındaki en irileri de o olabilirdi. Çünkü spora aşık bir adamdı.
Bu kadar yakışıklı bir adamken herşey konuşana kadardı Tim için. Gerçi onlar alışmıştı ama Koray görünüşüyle insanları büyüler konuşunca da 'keko musun amına koyayım? ' dedittirirdi.
İşte buna yarıldı Akın. Kahkaha attı. "Harbi,"
"Ya Konutanım. " dedi Şahin. "Yok mu görev? Gözünüzü seveyim."
Kaya, Şahin'e bakarken araya Bünyamin girdi. "Valla Komutanım iki gündür kukuma kuşu gibi oturuyoruz, tatile mi geldik anasını satim ya? "
"Var." dedi en son Kaya. Gülümseyerek baktı hepsine. Normalde bu kadar bile konuşsalar az çok susturudu, ancak aklında hâlâ Albay'ın sesi çınlıyordu. Son kez diyordu. Son kez dediyse ayları belki de yıllarını alacak bir görevdi, ya da bırak ayları yılları direkt ondan canını alacak bir görev de olabilirdi.
Bu yüzden silah arkadaşlarına son kez bakıyordu, onları daha ilkinden Timi'ne almasıyla sevmişti. Ne kadar bazen boş yapsalarda hepsi adam gibi adamlardı. Vatan uğruna canlarını verecek olanlardı. Bu yüzden ikinci ailesiydi burası onun.
"Ne zaman gidiyoruz? " Bünyamin'in ışıldayan gözlerine baktı Kaya bir süre.
Derin bir nefes verirken çayından bir yudum aldı. "İki saate Harekat Merkezi'nde olun. Çünkü bu görev de en az bir önceki görev kadar önemli. "
Sonra ekledi. "Yanlış anlamayın. " dedi hepsine tekrar teker teker bakarak. "Bütün görevler önemlidir. Ancak aralarından bazıları daha da önemlidir. Bu görev önceki görevle bağlantılı sadece. Sansardan aldığımız yüzlerce adamlardan sonra daha da sinirlecektir. "
"Kendi oturduğu yeri yakamaz o. " diye mırıldandı hafiften Sertaç. Ancak o da biliyordu. Düşman asla hafife alınmazdı. Kaldı ki karşılarındaki adamda da her boku yiyebilecek kabiliyet fazlasıyla vardı.
Hepsi başını sallarken Kaya yerinden kalkarak odasına gitmeyi planlıyordu ki Sertaç, "Doğum gününüz kutlu olsun Komutanım. " demişti. Onun ardından bütün hepsi aynı anda demeleriyle başını salladı Kaya.
"Eyvallah, sağolun." diyerek dudaklarında yarım bir gülüşle odasının yolunu tutmuştu.
Tim ise hâlâ oturmaya devam etmişti, Komutanlarının gideceğinden hiçbirinin haberi yoktu. Bu hepsini üzecekti çünkü aralarından en büyük Harun da olsa hepsi Kaya'yı abi bilmişlerdi.
Kaya onlar için zor bir komutandı, çünkü en küçük bir hataya gelmezdi, kolay kolay affetmezdi hatta ceza verirse en ağırından verirdi.
Ateş Timi Komutanlarını en iyi şekilde tanıdıkları için neyin ne olduğunu bilir ve ona göre hareket ederlerdi. Ancak hiçbir zaman kötü görmemiş hep abi olarak bilmeye devam etmişlerdi. Kaya onlar için imrenilecek biriydi. Duruşu, konuşması, zekası ve hareketlerinin yerine göre olması buna en büyük paydı.
Şimdi ise yemeklerini yemiş çay içiyorlardı. Hala aynı yerde oturmuş şekildelerdi. Bünyamin oturduğu yerde karşısındaki Sergen'in dalıp gitmiş gözlerine baktı. Yaslandığı sandalyeden sırtını ayırarak masaya doğru eğilip ıslık çaldı. "Hoo! Lan! "
Sergen kendine gelerek Komutanına baktı. Başını iki yana salladı daldığı yerden sıyrılmak için. "Bişey mi oldu komutanım? "
Bünyamin kaş göz işareti yaparak geri arkasına yaslandı. "Noldu nereye gittin? Daldın gittin bir an. "
"Haaa." dedi Sergen. Arkasına yaslandı yavaşça. "Şey ya komutanım önceki görevi düşünüyordum. Bütün adamları paket yaptık o'nda kaldı aklım. "
Hepsinin yüzünde bir tebessüm oluştu. "Harbi." dedi Seyfettin. "Ne heyecanlı bir görevdi. " Gözlerini büyüttü bir anda. "Dedim ki oğlum Seyfo, valla bu sefer hakkı rahmetine koşacaksın oğlum! Allah sana da nasip edecek bugün şehitliği inşallah dedim..."
Harun güldü. "Ee sonra? " diye sormasıyla Seyfettin'in gülen yüzü soldu.
"Hala yaşıyorum amına koyayım! Bir şehit olamadık! " demesiyle hepsi kahkaha attı.
"Psikopat herif. " diye mırıldandı Akın ilk defa konuşarak. Genelde ya gülerdi ya da ciddi ciddi otururdu.
"Karışmayın oğlum, adamın öteki tarafa rezervasyonu var. " dedi Şahin de.
"Ama cidden güzel görevdi. " dedi Harun da. "Son dakikaya kadar hepimiz ölecez sandık. Kaya komutanım son dakika da yaptı naptıysa. "
"Bir an serçe parmağım bile kalmayacak sandım. " dedi kaşlarını kaldırarak Bünyamin.
"Bırak serçe parmağı, kanım son damlasına kadar helal olsun be! " Şahin yumruğu havada gaza gelmiş şekilde bağırmıştı.
"Mültecileri çıkarıp teröristleri içeri tıkıp patlattık ya, valla, " diyerek kahkaha attı Seyfettin. Nefesi kesilmişti bir an. "Arkamı bir döndüm Bünyamin kayaya sırtını yaslamış sigara içiyor. Lan nerden buldun, diyorum; mültecilerden birinde vardı abi, diyor. "
Bünyamin kahkaha attı. "Sigarayı bitirip gittim, depoya attım. Ateşiniz bol olsun beyler, diye! " Hepsi aynı anda güldü.
Sertaç'ın yüzü ciddileşti bir anda aklına gelenlerle, "Sansar itini bir gebertemedik." dedi dişlerini sıkıp elini yumruklayarak.
"O gün de gelecek. " dedi Akın başını yavaşça sallayarak.
"Aga benim canım çok sıkılıyor ya! " Ortalıktaki o gergin havadan artık gına geldiği için biraz o sisli havayı dağıtmıştı Seyfettin.
"Çık oğlum masaya, oyna. " dedi Harun da ciddi ciddi.
"Şu halimize bak. " dedi Şahin. "Sanki tatile geldik. "
"İkinizi dağa bıraksak biz tatile geldik dersiniz. " dedi Sertaç.
"Oğlum siz manyaksınız, vallahi bak siz ikiniz tımarhaneliksiniz. " dedi Koray da.
Şahin ve Seyfettin aynı anda bakışları Koray'a kitleyerek, "Sen sus yakışıklı velet! " dediler. Velet dedikleri yirmi beş yaşında koca adamdı ancak Koray artık anlatamamaktan o kadar sıkımıştı ki sesini bile çıkarmıyordu.
Akın kahkaha atarken Bünyamin, "Adın çıktı oğlum senin. " diyerek Koray'a baktı.
"Yakışıklı olmak suçsa bulduğum ilk bombanın üstüne oturacağım." Koray'ın sözleriyle Akın bu fırsatı kaçırmadan sırıttı.
"Bomba gördüğüm an Koray'a sesleniceğim. Bu fırsatı kaçıramam. "
Koray, Akın'a döndü. "Oğlum sussun pussun ama harbi kaypaksın da. "
Akın omuz silkerek sıcacık çayını tekte bitirip Sergen'in önüne koydu. "Tazele koçum. "
Sergen Tim'in çaylağı diye bütün ayak işlerine yarım yamalak koşardı. Bazen acırlardı bişey demez yaptırmazlardı ancak bazen zorbalar iş de yaptırırlardı. Sergen sorgulamadan kalkıp çaycının başına gitti.
Harun, Sergen'in arkasından hafif güldü. "Bir gün birinizin çayına çok pis tükürecek ama hadi hayırlısı. "
Akın'ın midesi bulandı. "Sokma şöyle şeyler aklıma. "
Sertaç ciddi ciddi Akın'a baktı. "Balgamlı."
"Ses tellerimi değiştiricem." dedi Koray bir anda.
Bünyamin içtiği çayı karşısında oturan Sertaç'ın yüzüne püskürdü. Sertaç küfür ederek ayaklandı. "Formanın anasını ağlattın! "
Bünyamin şok olmuş şekilde Koray'a baktı. Şuan Sertaç'ı ve kirlenen üstünü pek düşünemiyordu. "Lan sendeki sorun sesinde değil ki konuşma tarzında. " Aslında her ikiside.
Sertaç onun bu haline daha çok küfür yağdırarak yemekhaneden ayrılırken Sergen, Akın'ın çayını getirdi. Çayı Akın'ın önüne koymasıyla, Akın yüzünü buruşturdu. Çaya şöyle bir baktı, temiz gibi de duruyordu sanki.
Sergen Akın'ın yanına oturmasıyla buruşturan yüzünü gördü. "Noldu abi, soğuk mu? " diye sordu saf saf. Oysa daha içmemişti bile.
Harun, Akın'ın bu halini görmesiyle masanın altından ayağına vururken Akın hemen Sergen'e döndü. Sormadan edemeyecekti. "Tükürmedin dimi oğlum? "
Sergen sudan çıkmış balık gibi şaşkınca Akın'a bakarken Seyfettin kahkaha attı. Bazı gözler bu masayı bulsa da Bünyamin ve Koray da gülmüştü. Harun bile dayanamadan gülme isteğini bastırmaya çalışmıştı ancak pek işe yaradığı söylenmezdi.
Sergen, "Yoo abi, niye tüküreyim de? " diye sordu.
"Balgam da atmadın? " diye sordu Akın gözlerini kısarak. Bu Sergen'i üzmüştü, ona güvenmiyor muydu?
Şahin, Akın'a göz devirerek önündeki çayı kaptığı gibi bir kaç yudum alıp içti.
"Canını emanet ettiğin çocuk ve sana emanet ettiği cana güveniyorsun koruyorsun da getirdiği çay için sorduğun sorunun cevabına mı inanmayıp güvenmiyorsun? "
Akın, Şahin'e baktı önce. Haklıydı. Sonra Harun'a baktı. Kaşları çatıldı. Harun ise iki elini havaya kaldırdı. "Ben suçsuzum. Sadece bir teori atmıştım. Şahsen bu kadar şeyi bana yapsaydınız çoktan böyle bir bok yerdim. Siz dua edin de, Sergen de peygamber sabrı var. "
🥀
Koyu lacivert gözleri pencerenin dışından masasındaki mavi kapaklı dosyasına çevrildi. Ölüp bitiyordu meraktan, ama bakamıyordu da.
Geri önüne dönerek gözlerini bir kaç saniye kapadı. Ancak her gözlerini kapattığında bozuk tüplü televizyon gibi göz kapaklarının altı karıncalanıyor ve önüne mavi gözlü bir kadın koyuyordu. O kadın bir küçülüp bir büyüyordu. Sağ eli sol göğsünü avuçlarken sert nefesini koyuverdi ve kulaklarında bir ses yankılandı: "İki hafta olmuştu, gelmedun o da beklemeyup evlendu. Bekleyemedu, ölunla ya da dirunla seni hiç beklemedu."
Başını iki yana salladı ama sesler hiç susmadı. "Resmu nikahlarınu ise İstanbul'da kıymaya karar verduler. Ahu seni kandurdu Demir. Senunle paran için birlikteydu. "
Dişlerini birbirine öyle bir bastırdı ki bir an dişleri sanki parçalanıyormuş gibi sesler çıkmıştı. Aniden aldığı kararla arkasını döndüğü gibi masasına ilerledi ve dosyanın kapağını tekte açtı. Gözleri her bir yazıda gezdiğinde öldüğünü gösteren bir hiç belirti veya tarih olmadığını görünce derin bir nefes koyuverdi. Yaşıyordu...
Gözlerini bir kaç saniye kapatıp içindeki öfke ve korkuyu içinden saldı. Yaşıyordu işte, o yaşıyorsa kendisi de bir yıl daha yaşayabilirdi.
Sevdiği kadın hayattaydı.
Gözlerini tekrar araladığında koyu gözleri kendini hafiften siyaha bırakmıştı. Eli masaya doğru kalkmasıyla gözleri küçük vesikalığı buldu. Eli yavaş yavaş giderken bir süre vesikalıktaki mavi gözlü siyah saçlı kadını seyretti.
Solmuştu. Ona mı öyle geliyordu bilmiyordu ancak neredeyse beş yıldır aynı fotoğraftı. Solan vesikalık değildi, solan kadının beyaz teninin sararan yüzüydü. Bakışları boştu, dudaklar her an ağlayacakmış gibi bükük, kaşların ortası kırışmaya yüz tutmuş gibiydi.
Kaya'nın kaşları çatıldı. Yine aynısı oluyordu. Bu resme her baktığında içine kötü hisler yuva yapıyordu. Yavaşça yutkundu. Sert yüzünde hiçbir ifade olmadan cebinden çıkardığı cüzdanının arka bölümünü açtı. Araya sıkıştırmış olduğu küçük sararmış ve hafif buruşmuş fotoğrafı çıkardı.
Bir süre fotoğrafa bakmış sonra ise küçük vesikalığı kağıda yapışık olan yeni vesikalığın yanına yakınlaştırarak birde öyle baktı. Aralarında dağlar kadar fark vardı.
O'nda olan fotoğrafta mutluydu, ama dosya da yapışık olan fotoğrafta her an ağlayacak gibiydi.
Elindeki vesikalığı kendine çekti. Yüzüne yaklaştırarak bir süre sevdiği kadının, fotoğrafın eskimesine rağmen güzel yüzünü izledi.
Bu fotoğrafta yüzü, gözleri parlıyordu. Gülüşü genişti. İnci gibi bembeyaz dişleri görünüyordu. Çünkü o zaman da Kaya onun yanındaydı. Kameranın arkasında durmuş fotoğrafı çeken adamın hemen arkasında sevdiği kadına gülümsüyordu. Ahu ise Kaya'nın ona gülümsemesiyle aynı şekilde karşılık vermiş aşık gözlerle onu izlerken çekilmişti.
Bu fotoğraf belki şuan Ahu da bile yoktu onun için, ama yıllardır bütün sırları içine hapis etmiş bu vesikalık bir tek o'nda vardı.
Lacivert gözlerinden bir sis geçti. Kaşlarının ortası kırışır gibi oldu. Çok özlüyordu. İnsan yıllardır görmediği bir insanı özler miydi?
Kaya özlüyordu.
Özlemekle de kalmıyordu, her aklına geldiğinde kalbi hızla çarpıyordu. Gözleri yanıyordu, canlı canlı ölüyordu.
Derin bir nefes vermeye çalışarak bu sefer dosyadaki vesikalığa baktı. Aldığı nefes boğazında kalırken kaşları çatıldı. Bu durumdan nefret ediyordu. İstemediği duyguları yaşamak ona azap gibiydi.
Yaşıyordu ama, bu onun için önemliydi. Yaşıyordu...
İyi olsun, yaşasın varsın yoksun ondan uzak olsun. Bu onun için yeter.
"Bu görev de en az bir öncekiler kadar riskli. "
Tim Harekât Merkez'in de toplanmış masanın etrafını sararken en başta Selim Albay olmak üzere diğer başta Kaya vardı. Albay ve Tim komutanı olarak karşı karşıyaydılar. Tim'in geri kalanı ise dörder şekilde masada karşılıklı şekilde oturuyorlardı. Herkesin üzerinde forması başlarında bordo bereleriyle ciddi bir pozisyonda sıradaki görevlerinin ne olduğunu merakla dinliyorlardı.
Ciddi bir yüzle Albay'ı izleyen Kaya Demir gözlerini yavaşça kısmış vaziyette olan biteni anlamaya çalışıyordu. "Görev yeri? "
"Bir davet. " dedi Albay kaşlarını kaldırarak. "Mültecilerin kaldığı depoyu ortadan kaldırdık ve bu onları daha çok kızdırdı, şuan ise kalabalık bir ortam seçtiler. Kendi yarattıkları bir ortamı. "
"Neresi? " diye sordu Koray ciddi yüz ifadesiyle. "Çarşı, lunapark, düğün? Veya havaalanı, konser, herhangi bir davet?"
"Aslında düğün. " Hepsinin kaşları çatılırken Albay ayağa kalktı. Büyük masanın etrafında da yer yer orta boyda masalar vardı. Birinde oturan askerine kafa işareti yaparak bir vidyo başalttırdı. Tepeden dron ile çekilmişti. Şuan izledikleri, evet, bir düğündü. Kır düğünü.
Uzunca bir halay vardı, halayın başı var sonu yoktu. Herkes mutlu şekilde ellerindeki mendili sallayarak halay çekiyor bazıları ise masalarında oturup yemeklerini yiyorlardı. Belliydi yemekli bir düğündü ve fazla insan vardı. Çok fazla...
"Ama sıradan bir düğün değil. " Albay tekrar büyük masada oturan askerlerine döndü. "Sansar kız kardeşini kendine muhtaç etmek istiyor ancak kız kardeşi daha doğrusu ablası vatanına aşık biri. "
Herkes pür dikkat asıl konunun ne olduğunu bilmek için sessizliğini korurken Selim Albay ellerini açarak devam etti. "Kardeşi Sansar ise ona bir tuzak kurarak en yakın arkadaşını ablasına gönderdi. "
Bir ablasının olduğunu biliyorlardı ancak ablası erkek kardeşi gibi değildi. Vatanına toprağına sadık ve bağlıydı. Yeri geldiğinde kendi kardeşini bile ihbar etmiş bir kadındı.
Kaya gözlerini kısarak bir elini çenesine koydu ve koyu gözlerini düğün görüntülerinde gezdirdi.
"Ablasını en yakın arkadaşına aşık ettirerek evlenmelerini sağladı."
"Ne? " dedi Bünyemin şaşkınca. İçinden küfür etme tuvanı olsada Albay'ın yanında kendi sıkarak dişlerini birbirine geçirdi. Hepsinin yüz ifadesi anında değişmişti.
Başını salladı Albay. "Ablasını kendisine muhtaç edecek. "
"Niye böyle bişey yapıyor? " diye sordu Kaya en son. Tahminlerinin arasında aslında bir çok şey vardı. "Bir amacı olmalı. Böyle adamların hiçbir amacı olmadan günlerini buna harcamaz. "
Albay başını yavaş yavaş sallayarak, "Var tabiki. " dedi. "Ablası kimyager. Yüksek lisans yapmış birisi. Ayrıyetten, açıktan fizik bitirmiş bir kadın."
"Bomba yaptıracak. " diye fısıldadı Sertaç. Her zamanki gibi bir eli yumruktu. Diğer eli ise o yumruğun üstünü örtüyordu, bunu genelde sinirliyken yaptığı bişeydi.
"Sadece bomba değil, bir çok patlayıcı yaptıracak. Sansarın arkadaşı büyük bir düğün planladı, bu planda davetli olanlar yok sadece. Davetli davetsiz bütün herkesin katılması serbest. "
"Ne kadar insan o kadar kan diyor namussuz! " Bünyamin'in sözleriyle Sertaç başını salladı. Öyleydi.
"Komutanım, napıcaz peki? " diye sordu sakince Sergen.
Albay derin bir nefes vererek eliyle ekranı gösterdi. "Düğün çok kalabalık. Burası Mardin, buradaki bütün aşiretlerin düğünü normalde insan sayısının bilmem kaç küsürünün üstündedir. Şimdi ise aşiretler birleşmiş vaziyette. Yani çok çok fazlalar. "
Normal bir aşiret düğününün beş yüzden fazla insanın katıldığını herkes bilirdi. Şimdi ise sadece bir aşiret değil, hemşehri sayılarak bir çok aşireti davet etmiş bir araya getirmişlerdi.
"Ayrıca, sadece bu kadar da değil, yapılacak o kadar bombanın hangi depoda yapıldığını da bulmanız gerekiyor, onu da zaten bir Sansar ve sevgilisi Siyan bilir. "
Seyfettin, Koray ile göz göze geldi. Bu konuda ikisi bir istihbarançı olarak devreye giriyorlardı.
"Buralarda kimliğini değiştirerek bir otelde kalıyor. " Seyfettin ve Koray'a baktı. "Kaldığı odaya girip bilgisayarına ulaşmalısınız. Çünkü bizden çalınan o patlayıcıların hepsiyle bağlantılı. Bilgisayarına ulaşabilirseniz deponun kameralarından konumunu tespit edebilirsiniz. " İkisi başını aynı anda sallayarak görevlerini üstlendi.
Geçmiş zamanda Türk yapımı olan bir çok füzeyi etkisiz hale getirilip parçalarını toplayarak götürmüşlerdi. Bunun sebebi de bizden aldıkları patlayıcıların parçalarını kullanarak yeni patlayacılar elde etmekti.
Bize karşı savaşıyorlardı ancak bizden de çalmaya asla çekinmiyorlardı.
Diğerleri zaten az çok ne yapacaklarını anlamıştı. Sertaç bir keskin nişancıydı. O kadar kalabalıkta takip etmesi belki zor olacaktı ama yapacağına inanıyordu. En çok da kır düğünü olmasına sevinmişti.
Albay ellerini arkasında birleştirerek başını kaldırdı. Bu hareketi masada oturan Tim'i ayaklandırmıştı. Hepsi ayağa kalkarak rahat pozisyonu alırken başları dikti. "Ben sizi buradan yöneldiriceğim. Yolunuz açık, Allah yardımcınız olsun. "
"SAĞOL! "
🥀
Kaya siyah gömleğinin yakasını düzenleyerek girdiği düğün kapısından etrafına kısa bir bakış atarak ilerlemeye devam etti. Kır düğünüydü ancak giriş diye ağaç dallarından ve sarmaşıklardan 'Hoşgeldiniz' yazısıyla orta boy bir kapı yapmışlardı. Kısa ama geniş kırmızı bir halı ve etrafta yer yer, yere sabitlenmiş üçerli uçan balonlar vardı.
Sanki tüm bunları birbirlerine katmayaklarmış gibi, sanki cidden iki birbirini sevmiş insanın düğünü gibiydi.
İçeri girdiği gibi arkasında Harun ve Sergen'le rastgele bir masaya oturdular. Harun etrafa kısa bir bakış atarak yanında oturan Sergen'e sanki onunla konuşuyormuş gibi, "Son durum ne? " diye sormuştu. Hafif kısık ama anlaşılırdı.
Kaya bir elini sanki gerçekten ağaymış gibi ters bir şekilde dizine koyarak etrafa bakmaya devam etti. Onu gören gerçekten bir ağa olduğunu düşünebilirdi, çünkü üzerindeki siyah gömlek ve hemen onun üzerindeki kolsuz yelekle takımın bir parçası olan ceketi ile bir ağa gibiydi.
Elini de burada genelde erkeklerin yaptığı, onlara özgü hareketi olan elini ters çevirerek dizine koymasıyla tam o havayı kendine katmıştı. Siyah saçları, esmer teni ve koyu olan gözleriyle sanki gerçekten buraya, bu yörelere aitmiş gibiydi. Etrafına kendinden ödün vermeyen ciddi bakışlarını atarken sağ kulağında olan ten rengi ile aynı, içine gömülen kulaklıktan konuşmaları dinledi.
"Arka taraftayız. " dedi Bünyamin. Düğünün arkasında kalan küçük evlerin ordaydılar. Yapacakları şey kıyılacak olan nikahı iptal etmekti. Daha doğrusu kıyacakları nikahı gerçekten kıymalarına izin vermeyeceklerdi. Dışardakilerin hepsi nikahın gerçekten kıyıldığını sanarken aslında olacak olan tuzağa düşmüş bir genç kızı kurtarmak olacaktı.
"Sertaç." dedi Harun başını eğerek. Sanki sakallarını kaşıyormuş gibi yaparak, "Sende durumlar ne? " diye sordu.
"Yerimi aldım komutanım. " Çıktığı bir tepeden insanlar tıpkı karınca sürüsü gibi dururken Harun Komutanının ışıklardan dolayı parlayan kelini bile görüyordu. Ancak tabiki de bunu ona demedi çünkü hem rübtbedeydiler hem de normalde bile dese dilinden asla kurtulamazdı.
"Bizde yeni giyindik, başlıyoruz. " dedi Seyfettin de. Koray çıktığı soyunma odasından elindeki gömleği sinirle gösterdi.
"Ben buna sığmıyorum la. " dedi. Seyfettin üzerini düzeltirken arkasını dönerek Koray'la bir süre bakıştı.
"Birincisi, la ne oğlum? İkincisi, senin sığdığın bişey var mı anasını satayım! "
"Daha geniş bir gömlek yoh mu? "
Seyfettin fenalık geçiriyormuş gibi giyinme dolaplarından birine ilerledi. "Bu çocuk beni çıldırtacak," diyerek dolaptaki bütün gömlekleri tekte kucaklayıp Koray'a ilerledi. Kucağındaki bütün gömlekleri Koray'ın göğüsüne vururcasına iterken bakışlarıyla kabini işaret etti. "Acele et, geç kalıyoruz."
Koray kucağındaki yığınla gömleğe kısa bir bakış atıp onayladı. "Böyle işin ben... " diyerek girdiği kabinden tam yarım saat sonra sinirle geri çıktı. "BU SİKTİĞİMİN GÖMLEKLERİNİN HİÇ BİRİ OLMUYOR LA! "
Seyfettin yana doğru yatırdığı saçlarını özenle ve yavaşça tararken sıkıntılı bir nefes verip tekrar arkasını döndü. "Hay ben senin cüsene!"
"Abi napim sığmıyorum. " demesiyle Seyfettin şöyle bir baktı Koray'a. Sıkı, sanat eseri gibi olan sekizli baklavalarına, aslan yelesi gibi kabarık boyun tarafı ve geniş omuzlarına. Sonra kol kaslarına ve adonis kaslarına baktı. Ağızı balık gibi açılırken eli ağızına gitti.
"Oha amına koyayım! " derken gözleri büyümüştü. Daha önce hiç onu böyle detaylı incelememişti. "Ayı gibisin nasıl sığacaksın? "
Koray, Seyfettin'e baygın bir bakış atarak, "Vücudumu dikizlemeyi kes! " dedi sinirle. "Çıplak kaldım lan!"
Seyfettin çapkın bir bakış atarak gömleğin üzerine giyilecek olan takım ceketini yüzüne fırlattı. "Erkeklerden hoşlanmama ramak kaldı dostum, " diyerek Koray'ın son dakika kucağındaki tuttuğu ceketi işaret etti. "Al ve giy şunu. Eminim daha seksi olursun ve bu daha çok işimize gelir. "
"Millete kendimi sergilemeyeceğim oğlum! " diyerek kollarını göğüsüne sarıp arkasını döndü. "Ayrıca, kadınlardan hoşlanıyorum. Kadın olmasa bile erkek olarak asla tipim değilsin. "
Seyfettin göz devirerek kapıya ilerledi. "Ay götüm, bende ölüp bitiyordum zaten, yürü karı aşağıda. "
Koray hızla ceketi üzerine geçirerek iki düğmesinide kapatıp aynanın önüne geçti. Üst göğüs kafesinin ortası olduğu gibi ortadaydı. Karın kaslarının başlangıcından itibaren az çok kapalıydı. Hayır böyle de seks için sergilenmeye hazır olan erkeklere benzemişti. Aklına gelenlerle yüzünü buruşturup yürürken aslında onun da bunun bir benzerine doğru gittiğini bilmiyordu.
"Bir şekilde kadının odasına sızıp o bilgisayardan konumu bulun. Daha sonra ise bilgisayarı yok edin. " Kaya'nın emriyle Seyfettin elini kulağından çekmeden sırıtarak Koray'ı süzdü.
"Siz hiç merak etmeyin komutanım. Bunun için dahiyane bir fikrim var. " demesiyle Koray omzunun üstünden başını eğerek yanındaki adama baktı.
"Neymiş o dahiyane fikir? "
Seyfettin omuzlarını silkerek, "Kadını ayartacaksın. " demesiyle Sergen kulaklığın diğer ucundan güldü.
"Hayır komutanım, yapmayın böyle bişey. "
"Yapıcağım."
Koray, "Sen niye benim yerime ayartmıyon? " diyerek yine değişik konuşmasıyla Seyfettin yüzünü buluşturdu. Aslında konuşması değilse sesi çok kalın çıkınca bir garip oluyordu.
"Yani oğlum bizimde kendimize göre tabiki bir karizmamız var. " diyerek gömleğinin yakalarını silkeleyerek düzeltti. "Ancak işte biz seninle yan yana gelince açık ara solluyorsun amına koyayım, napalım! " Son da ciddileşmesiyle kaşları çatık şekilde Koray'a baktı. Bu iş Koray'ın hiç hoşuma gitmemişti. Burada pezevenk olan Bünyamin ve Seyfettin'di ancak kendi yanıyordu, ne adaletsiz bir dünya ama.
Kulaklıktan Bünyamin'in kahkaha sesi gelmesiyle hepsinin kaşları çatıldı. "Ko... " dedi ancak bir kahkaha daha patlattı. Yarılacaktı neredeyse. "Komutanım, Akın. " derken gülmesini durdurmuyordu. Onun yerine gülerek Sertaç konuştu.
"Bana sakın Akın'ı zurnacı yaptık demeyin yoksa bu iş bittikten sonra bize kan kusturur. " tek gözü kapalı diğeri kısık şekilde gülerek baktığı dürbünü biraz daha yaklaştırarak ciddi tavrından ödün vermeden zurnayla son nefesine kadar üfleyen komutanına bakıyordu.
Akın nefes almak için arkasını dönerken yüzü sabitti ama sesinden ölüm akıyordu. "Bünyamin biraz daha gülerse yarın sabaha selasını veririm! " Geri önüne dönüp zurnaya üflemeye devam etti. Bir yandan da zurna çalmayı bilen kafasına sıçıyordu. Evet, zurna çalmayı bilen kafama sıçayım, diye diye kendini yiyordu.
Bu tepkiye Kaya bile bir an gülecek gibi olurken yanlarına gelen iki herifle yüzünü toparladı. "Yaw, şu kapıdan girdiniz ama çıkaramadık. Siz kimsiniz, kimlerdensiniz?"
Kaya boğazını temizleyerek Harun ve Sergen'e kısa bir bakış attı. "Diyarbakır'dan geliyorum. Adım Demir. Demir Ağa. Kazanovların başıyam." dedi ayaklanarak. Ağızına o kadar iyi bir aksan yerleştirmişti ki sanki gerçekten buraya aitmiş gibiydi. "Beni tanımazsınız, -ki zaten bende sizi tanımıyrorum. "
"Ee ne işin vardır o zaman burada? " diye sordu hemen ikinci adamda. Öndeki hafif beyaz saçlı arkasındaki ise siyah-gri karşımıydı.
"Dediler düğün var, hem de davetiyesiz. Biz de dedik ki bir gidelim, hatırlı olsun diliyelim. Hemi? " diye birde Harun ve Sergen'e baktı. İkisi de başını sallayarak ayaklandılar. El sıkışıp bir kaç kelam edip oturmuşlardı. Adamlarda gülümsemiş yemeklerden ikram ederek gitmişlerdi.
Bünyamin gülmekten kızarmış yüzüyle yanındaki Şahin'e baktı. "Vay amına koyayım ya, Akın'ı bu halde de görecektin he? "
Şahin gülümseyip başını çevirirken gözlerini kapatıyordu ki odaklandığı yere bir daha baktı. Arka taraftan kalabalığı izliyorlardı. Nikah memurunu bekliyorlardı.
"Şu iki adama baksana. " demesiyle Bünyamin hızla dönerek baktı.
"Hangisine oğlum? Bir sürü iki adam var. "
"Şu sözde damadın oraya bak. " demesiyle gözleri gelin ve damadın masasına kaydı.
"Şahitler mi acaba? Kadın tarafı şahit tutmamış. "
"Olabilir gel soralım. " demesiyle tuvalet tarafına yönelen adamların peşine takıldılar.
İçeri girmeleriyle Bünyamin kabine giren adama hitaben, "Kardeş, siz şahit misiniz?" diye sormasıyla adamların ikiside kabine girmeden onlara doğru döndü.
"Evet bilader, hayırdır? Bir sorun mu var? " adamın atarlı sorusuyla Bünyamin sırıtarak Şahin'e, Şahin ise pis pis
ellerini kırtlatarak Bünyamin'e bakmasıyla aslında ikiside gözleriyle anlaşmışlardı.
Bünyamin adam geri dönmesiyle, "He var. " dedi. "Şu günler pek de bir memur işlerine merak salmıştım. " demesiyle kafasını adamın burnuna gömdü. Şahin ise anında diğer adamın havalanan yumruğunu havada kapıp etkisiz hale getirerek yüzünü diğer adamın burnuna gömdü.
Bir süre sonra iki adamı da ellerinden ve ayaklarından plastik cırt kelepçelerle ikişerli üçerli bağlayıp karşılarında durmuşlardı. Şahin elindeki diş çöpüyle omzunu duvara yaslamış şekilde dişini kayışlarken Bünyamin adamların önünde diz çöküp elindeki paketleri sallıyordu. Silahlar neyse de uyuşturucuyu görmesiyle çıldırmıştı.
"Bu ne lan? Ha, bu ne oğlum lan? "
"Uyuşturucu." dedi hemen karşısındaki. Bünyamin adamın yakasından yapıştığı gibi gözlerini belirtti.
"Biliyorum uyuşturucu olduğunu amın evladı! Birini veya milleti mi zehirleyecektiniz ha?! " diye sorsa da cevap alamayınca, "KONUŞUN LAN! " diye bağırdı.
Adamlar konuşmayınca önce önündekinin sonra ise yanındakinin yüzüne yumruğunu ardı ardına geçirdi. Ellerini arkadan bağladıkları için kendilerini savunabilecekleri bir alanları yoktu.
"Lan oğlum. " diye fısıldadı. "Hele burdan bir çıkalım, şu işi Allah'ın izniyle bir bitirelim işte o zaman sizi pataklamazsam bende Bünyamin Kazangi değilim. "
"Açız aç! Ne yiyelim! " önündeki adamın ona bağırmasıyla en sert yumruğunu yüzüne gömdü. Şimdi anlaşılmıştı neden tuvalette gittikleri, kabinde çekip çekip millete karşacaklardı.
"Bok yiyin siz lan bok! Oruspu çocukları! " dedi Bünyamin türürcesine. Şahin yavaş yavaş yaklaşarak sert postalarıyla adamları aniden tekmelemeye başlaması bir oldu.
Tuvaletin kapısı aniden açılmasıyla içeri oflayarak giren kırmızı cübbeli herifle bakışlar oraya kaydı. Yaşlanmış olan gözlüklü adam üzerindeki cübbeye bakılırsa Nikah memuruydu. Gördükleriyle şok olurken gözleri yavaşça adamların yüzünün haline kaydı ve anında yere yüz üstü yapışarak bayıldı.
"Hassiktir lan! " dedi Bünyamin hızla adamın başına giderken. Şahin'de yanına ilerleyerek kapının önündeki adamı içeri çekiştirip kapıyı örterek kitlediler.
Şahin adamın yüzünü görmek için çevirirken Bünyamin üst üste küfürlerini yağdırdı. "Şans yok ki arkadaş! Ulan bizim amacımız devletin gerçek defteriyle sahte nikah defterini değiştirmekti! Adamı bayıltmak değildi! "
Normalde gelen nikah memuruyla anlaşmayı düşünmüşlerdi ancak eğer panik yapıp kendini ele verirse diye o riski alamadan defterleri değiştirmeyi düşünmüşlerdi.
Şahin elleriyle adamın yanaklarına sağ sol yaparak vurdu. "Şşt! Dayı, kalk! "
"He adam kalktı bak şuan çıktı gidiyor! " Bünyamin sinirle elini kapıya doğru oynatıp dalga geçmeyle Şahin ona en ters bakışlarından birini yolladı.
"Lan bir sus!" diyerek daha sert vurdu. "KALK LAN!" diye öyle bir gürledi ki adam yerinden sıçrayarak uyandı ancak başında zebellah gibi dikilen iki iri yarı adam ve birinin ellerinde kan görmesiyle tekrar başını sert zemine çarparak bayıldı.
Bünyamin cıklayarak kaşlarını kaldırdı. "Olmaz aga. Adam pert."
"Lan gerizekalı! " dedi olayı anlayan Şahin. Eliyle elini işaret etti. "Adamı kan tutuyor. " demesiyle tekrar uyandırma çabalarına girmişti. Ancak bu sefer hem başını çarpması hemde yaşadığı ikinci şoktan dolayı pek de uyanacak gibi değildi.
"Sıçtık abi, komutana nasıl diyeceğiz şimdi? "
Şahin kulaklığa basarak, "Komutanım bir sorun var. " demsiyle Kaya boğazını temizledi. Harun ile göz göze gelirken, "Söyle." demişti.
"Şahitleri bulduk. Tahmin edildiği gibi sözde damadın adamları, tuvalete toz çekmek için giriyorlardı ki indirdik. "
Kaya ses çıkarmadan onları dinlemeye devam etti. Şahitler kolaydı da Nikah memuru zordu.
"Ancak sorun tam da burada ki, biz adamları indirirken Memur tuvalete daldı. Kan tutuyormuş, bayıldı. "
"Ayıltın o zaman! " diye emir gelmesiyle Şahin sertçe yutkundu.
"Ayılttık ancak tekrar bayıldı ve şimdi hiç... Uyanmaya niyeti yok. "
Kaya içten içe söverken Harun ve Sergen korkuyla Kaya'ya bakmışlardı.
"Komutanım." diyerek Sertaç'ın sesiyle herkes kulaklığa odaklandı tekrardan. "Arka taraftaki mavi evin orada bir kamyonet görüyorum. Bişey indirip veya bindirip yüklemiyorlar ancak yanaştırıp kapıda bıraktılar. " İşte bu garipti.
"Komutanım kadının odasına giriş yapacağız. Koray kadını çoktan baştan çıkarttı. " Seyfettin'in sesiyle Harun alayla güldü.
"Demekki Siyan, Sansar'a o kadar'da sadık değil. "
"Abi böyle adamlar ne anlar zaten sadıklıktan. " dedi Sergen. "Zaten anlasalardı vatanına ihanet etmezlerdi. "
Harun içten bir nefes verdi. "Valla sende haklısın, çocuk. "
Koray zoraki bir tebessümle, "İsterseniz konuşmayı odanızda sürdülerim bayan Ana. " demesiyle kadın mavi küt kesim olan saçlarını savuşturdu.
Annesi Amerikan babası Türk olan bu kadının ismi Siyan Ana'ydı. Ancak buraya gerçek ismiyle değilde takma bir ad ile girmesi gerektiği için annesinin soyadını yani Ana'yı isim olarak kulanıp girmişti.
Siyan, "Ne kadar talepkar." demesiyle Koray'ın bir an yüzü küfür yemiş gibi olacakken kendi toparladı. Onları izleyen Seyfettin ise kahkahalara boğulmamak için kendiyle inanılmaz bir mücadele veriyordu.
"Evet, bir o kadar da cüretkarım. Ancak size ne kadar itaatkar da olduğumu göstermek istiyorum. " demsiyle Seyfettin az daha tükürüğünde boğuluyordu.
Bir kaç öksürükten sonra kulaklığı açıp, "Oğlum abartma lan! Şimdi durduk yere pezevenkliğini yaptırtma bana. " dedi.
Koray'ın baştan çıkarıcı görünüşü ve istediği zaman kontrolü altına aldığı erkeksi sesiyle kadın yavaşça ayaklandı. Zaten ayakta olup da elinde tepsi tutan garson kılığındaki adama şuh gülüşlerinden birini gönderip şarap dolu bardağını kaptı. "Neden beni odama kadar kucağında götürmüyorsun, koca adam? "
Soruyla karşılıklı Koray'a sıcak basarken Seyfettin ikinci kez tükürüğünde boğuldu. "Karıya bak lan, elinde olsa ayakta götürecek işi. "
Koray kendini gülümsemeye zorlarken, "Patronuma yakalanmak istemem. " diyerek kadının kulağına yaklaştı. "Oda numarası? " derken kadının kulağından uzaklaşıp yakın mesafesinde ki yüzüne baktı.
Siyan, "383." diyerek gülümsedi. Daha doğrusu baştan çıkarmak isteyen bir gülüştü bu. Koray daha da kulağına doğru yaklaşıp elini kaldırdı ve kadının beyaz bluzunun açıkta bıraktığı omzuna elinin tersiyle tüy gibi bir dokunuş bırakarak okşadı.
"O zaman şöyle yapıyoruz. " diyerek daha da eğildi. Onun boyu çok uzundu ancak kadında kısa değildi. Topuklarla da neredeyse boyuna kadar geliyordu. Hemen hemen Koray'ın, o kadar uzun olmasına rağmen çene hizasındaydı. "Siz odanıza geçiyorsunuz, bende size bu gece içilebilecek en iyi içeceklerden kapıp geliyorum. "
Koray geri çekilmesiyle Siyan gülümsedi. "O zaman bende kısa bir hazırlık yapayım. " diyerek göz kırptı. Seyfettin artık ölecek duruma gelecek kadar öksürürken arkadan başka bir garson gelip sırtına vurdu.
"Sorun ne? " Garsonun sorusuyla Seyfettin başını iki yana salladı. Diyemiyor ki gardaşı elden gidiyor.
Siyan asansörlerden birine salına salına ilerlerken Koray elindeki tepsiyle derin bir nefes koyuverdi. Bara doğru ilerleyerek siparişi verdi. Seyfettin ufaktan yanına yaklaşarak o da başka masanın siparişi verip hafiften Koray'a doğru eğildi. "Nasıldı dayı oğlu? "
"Berbat."
"Siktir git lan, " dedi Seyfettin ters ters. "Ayakta..." diyordu ki Koray dirseğini Seyfettin'in karnına geçirdi.
Seyfettin hafiften öne bükülür gibi oluyordu ki hiç çaktırmadan nefesini verdi. "Koluna sıçayım, kol kol değil ki Shrek'in bacağı! "
"Salak saçma konuşma da beş dakika sonra peşimden gel. 383 numaralı oda. " Koray tepsiyi alıp gidiyordu ki Seyfettin kollarını bara dayadı.
"Yok ben gelmim." demesiyle Koray ters bakışlarını ona çevirdi. "Tamam, koca adam. " diyerek sesini inceltip Siyan'ın taklidini yaptı.
"Bende kader olsaydı, ehey yavrum ehey! " dedi Bünyamin üzerindeki takıma ve kırmızı cübbeye bakarak. "Bir memur olmadığım kalmıştı! "
Şahin ağızında parçaladığı diş çöpünü tükürerek güldü. "Hani oğlum merak salmıştın memurluğa? Al sana memur. Gidip nikah kıyıp geleceksin. "
Bünyamin yakasını düzeltirken ters ters Şahin'e baktı. "Aynen, hergün nikah kıyıyorum ya zaten bende. "
"Anlarsın sen... " diyerek elini kulaklığına bastı. "Komutanım. Biz hazırız. Birazdan geliyoruz, ancak bize Sergen'i göndermeniz gerek, bir şahit eksik. "
Şahin'in her sözünü dinleyen Kaya, Sergen'e bakarak bir baş işareti verdi. Sergen hızla başıyla onaylayıp arka tarafa ilerledi.
Bünyamin derin bir nefes koyuvererek göğüsüne sanki bir gorilmiş gibi üst üstte patpatladı. "Hadi oğlum, hadi Bünyamin. Yaparsın lan sen! "
Koray geldiği kapının önünde eli havada bir şekilde tam çalacaktı ki kapı aniden açıldı. Karşısında gördüğü kadınla üst üste yutkundu. Üzerindeki kıyafetler gitmiş onun yerine bordo seksi bir gecelik giymişti. Yalnız tek sorun o da değildi. Üzerindeki gecelik biraz değişikti. Tanga tarzıydı ve bu Koray'ın göz ucuyla bile fark etmesine ve gözlerini bir kaç saniyeliğine de olsa aşağıya inmemesine dikkat ediyordu. Gözlerini Siyan'ın simsiyah olan gözlerinden ayırmıyordu.
"Girmez misin? " diye sordu Siyan cilveli gözleriyle odayı işaret ederek.
Koray sanki eceline gidiyormuş gibi ter dökerken koridor başına kısa bir bakış attı. Umarım hızlı gelirsin Seyfo, diye içinden duasını ederek odadan içeri girdi.
Seyfettin tam koridora girmişti ki kapıya doğru ilerleyip önünde duran iki siyah takımlı herifleri görmesiyle içinden sövdü. Bu kadın birde Amerikalı olunca işte bazen böyle sorun oluyordu. Yavaş yavaş ilerleyip fark ettirmeden süs diye koydukları çiçeğe ve saksısındaki yapay taşlardan iki tane alıp geri yerine döndü. Koridorun başında duvarın dibinden nişan alarak fırlattığı taşla onun tarafındaki adamın kafasına değişini izledi.
Adam bişeyler mırıldanıp sinirle etrafına bakarken arkadaşına döndü. Arkadaşı ise yerdeki gri taşı işaret etmesiyle bu sefer ikisi birden etrafına bakındı. Seyfettin sırıtarak diğer taşıda öteki adamın kafasına nişan alıp fırlatmasıyla tıpkı sersem tavuklar gibi elleri başlarında etrafına bakmalarını hafif gülerek izledi. "Amına kodumun çocukları. "
En son kendini belli etmek için bir gözü dışarda kalacak şekilde beklemede kaldı. Adamlardan biri bir süre sonra onu fark etmesiyle kendini geri çekti. Diğer arkadaşını da dürtüp orda biri var, diyerek Seyfettin'e doğru hızla ve sinirle ilerlemeye başladı. Seyfettin iki elini birbirine sürterek, "Gelin gelin." dedi. "Hadi bismillah. " demesiyle adamın önüne çıkması bir oldu.
Adamı yakalarından tuttuğu gibi kendine çekerek kafasını yüzüne gömüp sersemletti. Hemen ardından arkasını geçip kolunu boynuna dolayarak yerinden çıkarıp etkisiz hale getirdi. Kollarında yere yığılmaya mahkum olan adamı koridorun ortasına fırlatarak diğerinin de ona doğru gelmesini sağladı.
Koray tepsiyi masaya bırakıp kaçamak bakışlarını çalması gereken ama hala çalmayan kapıda gezdirip durdu. Arkasından ona sarılan iki kolla yutkundu. Bir kadın teröriste eğer dokunmak zorunda kalırsa kendi selasını kendi verirdi. Nadide parçalardan oluşan bedenini bugünlere getirmek için az uğraşmamıştı. Sırf bir kadın dokunsun diye değildi ama.
"Yapacağın işi sikeyim Seyfo. " diye fısıldadı dişlerinin arasından. Siyan, "Hmm? " gibi bir ses çıkarıp kaşlarını çatarak bakmasıyla Koray arkasına dönüp sahte ama bir o kadarda baştan çıkarıcı gülüşlerinden birini sergiledi.
"Güzel bir kadınla gece geçireceğim için ne kadar şanslıyım diyordum. " diyerek kıvırdı. Siyan kollarını Koray'ın boynuna dolamasıyla mecburi ellerini kadının bel oyuntusuna attı.
Seyfettin yüzüne yediği yumrukla geriye sendelerken ikinci parçanın bu kadar sağlam çıkacağından bi haberdardı. "Oruspu çocuğu!" diyerek adamın yüzüne yumruğunu geçirdi. "Eğer burnuma bişey olursa senin burnunu söker aşağıdakini kestiğim gibi onun yerine takarım! " demesiyle ona doğru kalkan yumruğunu havada tuttuğu gibi arkasına geçip eğerek kırdı.
Kırılan kemiğin sesiyle eş değer bir şekilde bir haykırış kopacaktı ki kırılan kolunu bu sefer havalandırıp adamın açık ve haykırmaya hazır olan ağızına tıktı. Diğer kolunu da boynuna doladığı gibi çevirerek kırdı.
Siyan, Koray'ı yavaş yavaş çekerek yatağa düşmesini sağlayacaktı ki Koray'ın yerinde kıbırdamadığını görünce boynundaki kollarıyla tıpkı bir kuala gibi asılı kaldı. Koray ciddi yüz hatlarıyla yatağın ayak kısmında eğilik Siyan ise kendini yatağa bırakmıştı şekilde ama kollarıyla Koray'ın boynunu tutumuş havadaydı.
"Ee, yatağa bırakmayacak mısın beni? " diye cilveyle soruşuna karşı Koray yutkundu. Kendini öldürmek istiyordu şuan.
Göz ucuyla kapıya baktı. Nerde kaldı bu sersem, diye kendine kızarken mecburi eğildi yatağa doğru. "Ne kadar güçlüsün? Gücüm yetmedi seni çekmeye. " diyerek şuh bir kahkaha attı Siyan.
Kapının önüne varmış kanayan dudağını elinin tersiyle silen Seyfettin ise duyduğu kahkahayla burnunu çekti. Kulağını az daha kapıya doğru yaklaştırdı. Noluyor lan, diye soru önce kendine. Sonra ise duyduğu diğer gülüşlerle, "Siktir, adam elden gidiyor! " diyerek kapıya vurdu.
Koray gözlerini kapatmış derin bir nefes verirken Siyan'ın gülüşü yarıda kesilmişti. "Ah, bebeğim boşver. Devam edelim. " demesiyle Koray hızla açtı gözlerini.
"Yok, yok. Bak bence. "
"Siktir et! " dedi kadın kollarını daha çok Koray'ın boynuna doluyarak. "Aptal adamlarımdır. " Aptal dediği adamlarıyla belkide defalarca yatmıştır.
Kapı bu sefer alacaklı gibi çalmasıyla, "Geldim geldim! " gibi bir bağırış yükseldi.
Allah'ına kurban lan Seyfo!
Siyan bacaklarını tam Koray'a dolamıştı ki İngilizce bir kaç küfür savurup Koray'ın altından çıktı. Koray ise derin nefeslerini verip hemen ayaklandı. Ne olmuştu daha demin öyle?
Siyan kapıyı hiddetle açmasıyla Seyfettin'i bir eli yumruk şekilde havadayken yakalandı. Seyfettin'in boşluğuna gelmiş vaziyette bir kaç saniyeliğine bakışlarını indirmişti ki, "Annaaaa!" diyerek hemen başını çekti.
Siyan daha, "Sen kimsin? " diyemeden Koray hızla arkasında bir kolunu beline diğerini ise ağızına kapayarak içeri çekti. Seyfettin de girerek kapıyı kapamasıyla etrafına kısa bir göz gezdirdi.
Ancak Siyan denilen kadın o kadarda hafife alınacak biri ne yazıkki değildi. Arkadan bacağını havalandırdığı gibi belini esneterek Koray'ın erkeksiyonuna ayağını geçirdi. Koray bağırmadı ama dişlerini sıkarak hafif eğilmesiyle Seyfettin şokla birbirlerine giren ikisini izliyordu. Siyan döndüğü gibi yumruğunu Koray'ın yüzüne indirmesiyle Koray bir küfür savurup geri çekildi.
Seyfettin ise kadına ilerleyip arkadan boynuna asılacağı esnada kadın eğilerek ayağını daire şekilinde sürüp Seyfettin'in ayaklarının takılmasına ve yere götünün üzerine düşmesine sebeb oldu. "Sikeyim! "
Koray'dan sinirli bir ses çıkarken acımadı, kadındır demedi saçlarından aslındığı gibi yüzünü duvara gömdü. O bir teröristti, tabiki acımayacaktı. "Kadınlara kalkan eli her zaman kırarım." diyerek yüzünü bir daha geçirdi. "Ancak sen o kadın kısmına girmiyorsun! " diyerek bir kez daha sertçe vurup yere serdi.
Siyan'ın yüzü kan revan içinde kalırken bayılmadı. Bir kaç nefes alıp üst bedenini kaldırdığı gibi geri yatırıp ayaklarının üstüne zıpladı. "Ben bitti demeden bitmez! "
Tam elini kaldırmış Koray'a vurmaya yelteniyordu ki Seyfettin, "O bizim sözümüz cicim! " diyerek arkadan elini tuttuğu gibi yere düşmesine izin vermeden silahının kabzasını üst üste ense köküne geçirdi. Siyan yere yığılırken Seyfettin önce yerdeki kadını sonra ise Koray'ı işaret etti. "Görüyor musun? Sırf onunla yatmadın diye çıldırdı. "
"Siktir git! "
"Eveeet." dedi Bünyamin cübbesinin arkasını Sultan Süleyman gibi savurup oturarak. "Gel gelelim. Kurufasulyenin faydalarına. " diyerek ciddi ciddi etrafına gülümseyerek bakışlar attı. Herkes sessizleşmiş masalarında otururken bir kaç kişi ayakta onlarda kenarlarda duruyordu. Düğündeki nüfus sayısı o kadar çoktu ki masa sandalye yetmiyordu.
Salondan bir kaç kıkırtı koparken Şahin masanın diğer ucundan uzandı vurmak için ancak ayağı yetişmediği için öksürüp kaşlarını çattı.
"Ne? " dedi hala sırıtırken. Daha sonra sessizlik içinde onları izleyen millete döndü. "Bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. "
"Neyi lo? " dedi yaşlı amcalardan biri. Masasında oturmuş uzun ve bir o kadarda kalın gri kaşlarını çatarak gelin ve damadın masasını izliyordu.
"Ee, kurufasulyenin faydalarını. " dedi Bünyamin de.
"Kıy artık şu nikahı yoksa ben sana kıyıcam Bünyamin. " Akın'ın sert sesiyle Sertaç güldü. Şuan en eğlenen o'ydu. Keskin nişancı olduğu için kendisiyle hep gurur duymuştur.
"Ee kıyalım madem. " diyerek geline ve damada baktı. Geline baktı yüzünde güller açtı. Adama baktı kusası geldi. Başını eğerek, "Allah'ım sen affet. " dedi.
"Neyse." diyerek avucunu hayvan gibi masaya geçirdi. Şahin ve Sergen hariç Gelin ve sözde Damat olmak üzere herkes yerinden sıçradı. "Valla kusura bakmayın, " dedi sonra ise önündeki deftere bakarak fısıldadı. "Ne korkak çıktı bunlarda arkadaş."
"Evlenmek istediklerini çok dile getirdiler malum. " diyerek yine etrafına kocaman gülüşleriyle baktı. Başını sallayarak, "Ee birbirlerini de sevmişler. " diyerek sözde damada baktı. Yüz şekli oynarken, gerilimi yüzünde dahil bütün vücudunda hissetti. "Allah'dan belalarını istediler. " dedi kendine mukayet olamadan, hemen ardından tekrar gülümseyip, "Eh bende geldim, buraya belalarını vermeye. " demesiyle onu izleyip dikkatle dinleyenlerden bir kaçı kahkaha attı.
"Anladınız dimi şakayı. " dedi aralarından biri. "Evlenipde boku yiyenlere diyor. " Konuşan adamın yanındaki yaşlı adam susması için kolunu dürttü.
Bünyamin gülümseyip tekrar önüne döndü. "Herneyse." diyerek onbeş dakika önce nikah memuru nasıl konuşur ne sorar adlı kısa bir çalışmanın ardından sorusunu kendi kafasında hazırlamışrtı. " Adınızı ve soyadınızı alabilir miyim Gelin Hanım? " diyerek elindeki mikrofonu kadına doğru tuttu.
Yüzü hafif oval minyon tipli kadın gülümsedi mutlulukla. Üzerindeki dantelli gelinlik ve dualığıyla çok güzel olmuştu. Yüzünde öyle abartıkı bir makyaj yoktu -ki olmasına da gerek yoktu. "Zeynep Alçıpan. "
Bünyamin başını sallayıp mikrofonu yüzünü buruşuk tutmamak için zor tuttuğu herife döndürdü. Tipinde meymenet yoktu. Adam o kadar kıllıydı ki bu tip ona bir gorili anımsatmıştı.
Allah'ım sen affet.
Bünyamin, Zeynep'i sarsıp kızım sen buna nasıl baktın, diye sormamak için içinde büyük bir mücadele verirken en son galip geldi.
Kesin büyü...
Şerefsizler o kadar bok yiyip bir de büyü işine başlamışlar, dedi kendi kendine. Çünkü karşısındaki manzaraya bakarken aklına başka bir şey gelmiyordu.
"Sizin Damat bey, adınız soyadınız? "
Adam dik bakışlarını önce Bünyamin'e sonra ise şahitlere çevirdi. "Çetin Ziyan -da... " diyerek şahitleri süzdü bir süre daha. "Benim şahitlerim bu değil. Nerde benim şahitlerim? "
Bünyamin bıyık altından güldü. "Bekledik ama gelemediler bende düğün görevlilerinden iki kişiyi çağırdım. " diyerek işine kaldığı yerden devam etti.
"Evet. " diyerek derin bir nefes aldı. "Sizlerin adı soyadı? "
"Selim." dedi Sergen.
Şahin göz ucuyla baltı Sergen 'e. "Mehmet."
Kulaklık cızırdadı. "Bünyamin, oyalanmada kıy şu nikahı. " Kaya'nın sesiyle yutkundu. Eyvah.
"Siz Zeynep Alçıpan, " diyerek hızlı ve aceleci bir tavırla mikrofonu uzattı. "Ziyan olacak, Çetin Ziyan'ı..." durakaldı. Çenesi susumuyordu. Kulaklığından bir kahkaha sesi geldi. Bu Sertaç'tı. "Eş olarak kabul ediyor musunuz? " diye sorarken bile kadının gözlerinin içine baktı. Belki hayır derdi diye. Ama yok, kesin büyüydü, çünkü kadın sırf yanındaki maymun kadar kıllı olan dönüşümü yarıda kalmış bir yaratık için tüm gücü ve gür sesiyle, "Evet! " diye bağırdı.
Elini alnına vurmamak için kendini zor tuttu. Mikrofonu istemeye istemeye yanındaki dönüşümü yarıda kalmış herife uzattı. Şöyle bir baktı önce. Kurt adama dönüşecekmişte insan olmaya karar vermiş ancak oruspu çocuğu olmuş, diyerek boğazını temizledi. "Siz ziyan olmaya yüz tutmuş Çetin Ziyan. " diyerek güldü. Çetin ise dik dik baktı. Tam ağızını açmış işini düzgün yapmasını söyleyecekti ki Bünyamin hızla devam etti. Bu işten keyif almıştı acaba nikah memuru mu olsaydı? "Zeynep Alçıpan'ı eş olarak kabul ediyor musunuz? "
Adam hiç düşünmeden ruhsuzca kadına bir bakış atıp, "Evet." demişti. Bünyamin yavaş açılarla başını salladı.
"Sıçtım ağızına. " diye fısıldadı. Sonra ise Şahitlere döndü. "Neyssse, Şahin abiler. " dedi kafası Şahin'e kayınca. "Şahinlerimiz." dediğinde Şahin'in gözleri büyüdü. Kaşlarını kaldırdı hızla yapma der gibi.
"Aman, Şahin. Ammmaaan! Şahit! " diyerek uzaktan ona ters ve kaşları çatık bakan Kaya'ya göz ucuyla baktı. Sıçmış olabilirdi. O bir askerdi, ne anlardı Memurluktan. "Ş... Şa... Şahit abiler. Şahit abilerimiz. " dedi. Bir kaç kişi amanszıca güldü.
Tekrar bakışları Şahin'e kaydı. "Şahinlerin huzurunda. " diyip gözlerini hızla kapatıp açtı. "Aman! Şahtilerin huzurunda. "
"Çenene sıçayım Bünyamin. " dedi Akın sinirle. Sertaç ise kahkahalara boğulmuştu. Kaya yüzünü buruştururken Harun sırıtarak ortamı izliyordu.
Şahin, Bünymin'e bitir şu işi der gibi göz işaretleri verirken Sergen her an ortalık birbirine girecekmiş gibi temkinliydi.
"Sayın, Zeynep Alçıpan ile Çetin Ziyan'ın... " dedi ve sonraki cümleyi unuttu. Beynime sıçayım, diyerek yutkundu. "Evlenme... " diyerek nefes aldı. "Hah! " diyerek aklına geleneklerle takır takır saydı. "Beyanlarını duydunuz. Şahitlik ediyor musunuz? "
Şahin ve Sergen başlarını sallayarak ikisi de, "Evet." dedi.
"Benim ve şahin... Şahitler huzurunda evlenme isteğinizi beyan ettiniz. Bizde hiçbir engel tespit edilmeden evlenmeniz gerçekleşti. " Düşündü. Sanki bişeyler yanlış gibiydi. Bu cümle böyle değildi?
"Bende bana verdiği yetkiyle belediye başkanına dayıyarak..." diyerek duruldu. Siktir... Herkes sessizleşti. Tim de bir kahkaha kopma an meselesiydi. Harun kel kafasına kadar kızardı gülmemek için. Sergen, Şahin'in omzunu ısıracakmış gibi yaklaşmış, Şahin küfür etmiş Akın gülerken Sertaç kahkaha atmıştı. En rahatı o'ydu tabi.
"Belediye başkanı bana dayıyarak... " İyice telaşa kapıldı. Beyni ne söylemek istese ağızında bitiyordu. "Belediye bana... Birbirimize dayandık. " dedi en son. "Malum. Çok, zor... Çok zor zamanlar geçirdik. "
"Ben dayanamicam. " Harun'un boğuk sesinin ardından kahakahası salonda inledi. Hemen ardından diğer konuklar yırtılırcasına gülmeye başlayınca Tim de kendini salmıştı. Bünyamin derin bir nefes vererek gülümsedi. "Bende sizi karı-koca ilan ediyorum. " diyerek iki elini havaya kaldırdı.
"Abi sen bizi de evlendir ya, düğünümüz haftaya! " diyerek bir kadın gülerek öne çıktı.
"A yoo! " diyerek göz devirdi Bünyamin.
"Komutanım! " Sertaç'ın tedirgin sesiyle hepsi kulaklıklara odaklandı. "Arka tarafa yanaşmış olan kamyonetten eli silahlı herifler inmeye başladı. "
Kaya etrafına bakındı. Asıl görevin şimdi başladığını maskeli herifleri tek tük görmesiyle anladı.
🥀
İnstagram: dilekkoc_pjm
Wattpad: dilekkoc6789
Kitappad: dilekkoc6789
Tiktok: gece0866
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.88k Okunma |
563 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |