
"Aşk en çok, sevdiği kadının
gözyaşına kıyamayan adama
yakışır... "
🥀
MARDİN
NUSAYBİN
"Ateş! " diyerek bağırdı ellerini arkasında buluşturan Albay. Bakışları keskin dikkatli bir şahin edasıyla her bir askerinin üzerinde gezinirken bakışlarını biraz daha kıstı. Gözlerinin kısılmasıyla alnındaki bazı kırışıklıklar anında yerini almıştı. Askeriyenin bahçesinde zırhlı araçlarının hemen önünde sırayla dizilmişlerdi.
Albay Tim'e seslenmesi ile anında, "Emredin Komutanım! " sözü havada gür bir şekilde yankılanmış öyle ki civardaki bazı tek tük kuşların bile havalanıp yeryüzünden uçmalarına neden olmuştu.
Henüz hava tam kararmamış güneş batmak ile batmamak arasında kalmış o vakitlerdeydi. Havanın turuncu ışıkları ile hafif ılık esintisi hepsinin tenini okşarkan Albay'ın ciddi yüzünde hafif bir kırılma yaşandı. Düz olan surat ifadesi kıvrılan etli dudaklarıyla kendini anında baba edasına salmıştı. Gözleri arada bir onları izleyen Tümgeneral de olduğu için ciddi yüzünü bir süre korumuş ancak daha sonra giden bir üst rütbesi olan adamla suratı gevşemişti.
"Size güveniyorum. " dedi hala gür sesini kulanarak. Her birinin gözlerine sırayla bakarak en baştaki kara bakışlarda durdu. Askerlerin boyunlarına taktığı yeşil maskeyi burnuna kadar çekmiş sadece siyah gözleri ortada olan askerine baktı. Gözleri o kadar siyahtı ki, katran karası gibi. Göz bebeleri dahi kendini belli etmiyor tıpkı bir ölüm meleği gibi bakıyordu.
Tim'in gerçek komutanının devrettiği rütbeliği bir süre taşıyacak o askere, Akın'a başını bir kez salladı. En az Kaya kadar Akın'a da yönetme ve katı kuralları konusunda güveni tamdı.
Eğer şuan bir tim daha kurma emri gelseydi hiç şüphesiz başlarına tim komutanı diye vereceği adam hali hazırda bir şekilde belliydi.
Neden mi Ateş'di?
Çünkü bir tim de olması gerekenlerden fazlasıyla vardı. Bir sağlıkçı başta gelmek üzere tam iki tane yapacakları işin önünü ve sonunu düşünerek hareket eden iki komutan vardı. Biri planlarından en riskli olanını devreye sokup risk alarak hareket ederken diğeri meydana çıkarak operasyon içinde düşünür ve konumlara göre o an içinde hakimiyet sağlayarak işini yapardı.
Sadece tüm bunlarla değil, aynı zamanda da müthiş bir birlik ve uyum sağlama vardı. Biri tehlikedeyken diğeri canını hiç düşünmeden ortaya koyabilecek bir kapasitedeydi. Onları bir yapan ve güçlü kılan en önemli özelliklerinden biri de beraber çalışarak ayak uydurup hızlı düşünmeleriydi.
"Size güvenim sonsuz. " Albay elleri arkasında bir şekilde sola doğru yavaşça adımlamasıyla gözleri hala Akın'daydı. Normalde de Komutan yardımcısı olarak bir üst rütbedeydi ancak Kaya yine ve yine Timi'ni bir bütün olarak düşündüğünde tek tabanca olarak takılan tek bir isim aklına gelmişti. Akın.
Belki Tim birlik ve beraberlik adı altında düşünürdü ancak Akın tek düşünür ve Tim'in buna ayak uydurup uydurmayacağını test ederdi.
Bu operasyonu o yönetecek ve bütün yolları onlara bir bir o açacaktı.
"Sansar'ı olur da yakalamayı başarırsanız, " dedi ve bu defa tekrar hepsine birden baktı. "Ülke'nin gidişatını ve durumunu ciddi bir şekilde değiştirmiş olursunuz. " Bu defa diğer tarafa dönerek adımlamaya devam etti. "Ondan geri aldığımız her müjimatımıza karşı intikam besleyerek bu defa acısını ülkemize yardıma ihtiyacı olarak gelen mültecilerden çıkarıyor. Sevgilisi Siyan dışarıda da olduğu gibi içeride de rahat durmuyor. Hücreden çıktığı her gün içeriden birini ölüdürüp baş kaldırıyor. " Adımları sert bir şekilde kesildiğinde kendi yerini tekrar almış askerlerinin ortasında, tam karşılarında dikilmişti.
"Sadece bunlarla kalsa yine durdurulabilir ancak güçlü bir başkaldırı planlıyor. İçeridekilerin beynini bulandırarak cezasını çeken herkese Türkiye'yi kötüleyerek ayaklarını kaydırmaya, gözlerini boyamaya çalışıyor. " dedi.
Bu sözleri duyan Koray dişlerini sıkarak, "O hala akıllanmadı mı? " diye fısıldadı. Oysa bilmiyordu ki, içerideki kadın aynadan yanağındaki kocaman T harfi şeklindeki yarayı her gördüğünde intikam ateşi ile yanıp tutuşuyordu.
Koray'ın yanındaki Seyfettin yavaşça Koray'a eğilerek, "Aga sen bu kadını kışkırtmış olmayasın? " diye sordu. Koray göz ucuyla yanındaki silah arkadaşına bakıp başını iki yana iki kere hızla salladı. Koray'ın anlamayan bakışları ile karşılaşan Seyfettin zümrüt gözlerini devirerek, "Diyorum ki, yanağına çizdiğin baş harf ile daha da kudurmasın? " diye sordu.
Koray düz bir şekilde yüzüne bakmaya devam etmesiyle bu defa, "Azdı ulan kadın! " diye fısıltıyla bağırdı. "Azdırmışsın kadını! "
Koray tekrar önüne dönerken başını dikleştirdi. "Her kudurduğunda kuduz aşısını dayarım. Her azdığında da..." sustu. Seyfettin bir an gülecek gibi oldu.
"Diğer yanağına da bu sefer al bayrağı çizerim diyorsun yani ha? " Az kalsın kahkaha atacakken Koray'ın bakışlarını görmesiyle sustu.
"Bir şekilde Siyam'ı kontrol altına alabildik. "
"Nasıl, komutanım? " diye sordu Harun Abi Albay'ın sözleriyle.
"Onu hiç çıkmayacak bir biçimde tek odalı bir kavuşa aldırdık. Böylelikle hem baş kaldırıyı gerçekleştiremeyecek hem de kimsenin aklını bulandıramayacak. " Ne ara serbest bıraktığı ellerini fark etmesiyle tekrar arkasında birleştirdi. "Geriye tek bir isim kalıyor. "
Hepsi başını sallamasıyla kim olduğu gayet anlaşılırdı.
"Tekrar ediyorum. " dedi Albay bakışlarını gezdirerek. Yüz ifadesi tekrar ciddiyete bürünürken dün yaptıkları toplantıda söylediklerini tekrarladı. "Gölge gibi girin, fırtına gibi çıkın. Ya enkaz, ya enkaz. "
Son söylediklerindeki anlam, ya onlar enkaz altında kalacaktı ya da bizler demekti.
Her biri operasyonlarının ne olduğunu ve ne denli önemli olduğunu bilerek başları ile asker selamı verdiler. Sırtlarında ve bacaklarında asılı olan çantalar ile bakışları karşıdaydı. Üzerlerindeki, her bir cepleri dolu olan can yelekleri, ellerinde baston gibi tuttukları siyahları ile tamamen hazırlardı. Gitme emirlerini bekler şekilde Albay'ın son sözlerini bekliyorlardı.
"Hayırlı haberlerinizi bekliyorum. " dedi Albay ve bir adım geri çıkarak başını bir kez salladı. "Allah yardımcınız olsun! "
"SAĞOL! "
🥀
KARADENİZ
RİZE
KAYA DEMİR KARAHANLI...
Beyaz hastane duvarına sırtımı vermiş yumruklarım iki yanımda sallanırken karşımdaki kadını izliyordum. Geleli daha on dakika olmuştu ve henüz kimse kızımın durumuyla ilgili bir haber vermemişti.
Bakışlarım sevdiğim kadının üzgün yüzünde gezinirken yumruklarımı daha da sıkılaştırdım. Odaya girdiğim an gördüğüm görüntü ile kalbim sanki bir kaç dakikalığına atmayı bırakmış gibiydi. Daha ben üstümdeki şoku atlamadan hemen peşimden giren karım kızımızı o halde görmesiyle acı haykırışı tüm malikanede inlemişti.
Benim bedenim daha bir süre olduğu yerde donmuş vaziyetteyken Ahu çoktan içindeki annelik dürtüsüyle kızına doğru atılmış yüzünü avuçlarayak kendine getirmeye çalışmıştı. Bir yandan kendini dizginlemeye çalışıp haykırışlarının arasından Ahuzar'ı kendine getirmeye çalışırken diğer yandan sürekli bana bakmış yardım etmemi istemişti. Ancak bedenim bir süre işlevini öyle bir yitirmiştiki kendime geldiğim de Ahu'yu, Ahuzar'ı kucaklamaya çalışırken fark etmiştim.
Karım bana bir süre yalvarmış ama benim hareket etmememle ümidini kesmişti. Bu yüzden kendi başına kızımızı kucaklayıp kapıya ilerlemişti. Sırf bunun için bile kendime o kadar kızoyordum ki, kendimden o an nefret etmiştim.
Son dakika dolan sol gözümden akan yaşla başımı bir kez irkilerek sallamış hemen koridora adımını atmış ve karımın kucağından kızımı almıştım. Hızlı hızlı ayrıldığım malikanenin kapısının önünden çıktığım da gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Çünkü Ahızar o kadar hareketsizdi ki bir an cansız bedenini tutuyormuş gibi hissetmiştim.
Eğer onu arabaya koyduğumda şişip inen göğüsünü görmeseydim büyük ihtimalle de öyle düşünmeye devam edecektim. Ahu, Ahuzar'ın yanına arka koltuğa kurulmasıyla şoför koltuğuna bindiğim gibi hız sınırını iyice aşarak en yakın hastaneye getirmiştim.
Şimdi ise sedyeye yatırdığım kızımın ardından kapanan kapıdan ve ağlayarak nefes nefese kalmış karımdan gözlerimi ayırmıyorum. Yaşadığım ani şok yüzünden onu dakikalıkta olsa tek başına bıraktığım için kendimden nefret etmiştim. Yanına gidip onu göğüsüme çekerek sarılmak istiyordum ama yapamıyordum.
Ahuzar benim ilk gözağrımdı. Yanında olamadığım bir kız çocuğuna, kendi kızıma daha önce babalık yapamadığım yetmezmiş gibi bir de bir dakika boyunca başında dikilmiştim. Böyle baba mı olurdu?
Gözlerimi, başını arkaya atmış tavana dolu gözleri ile bakan kadın ile sıkıca yumdum. Kendimi yumruklama isteği içimde dolup taşarken yan dönerek sağ omzumu duvara dayadım. Başımı da duvara dayayıp gözlerimi yavaşça araladım. Lacivert bakışlarım direltmen doktorların girdiği odanın kapısına odaklanırken yanımda bir kıpırtılık hissetim.
Başımı tekrar kaldırmamla Ahu'nun hastane koltuğundan ayaklandığını gördüm. Yavaş adımlarla bana doğru gelirken gözlerim beyaz spor ayakkabılarında oyalandı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu, saniye başı akıttığı o göz yaşlarında boğulduğumu hissettim.
Yavaş ve dikkatli adımlarla bana doğru gelirken ona dönerek sırtımı tekrar yorgunlukla duvara yasladım. Bana attığı her adımla olduğum yerde dev cüsemin biraz daha küçüldüğünü hissetim. En son tam karşımda sadece bir adımlık uzağımda durduğunda bana sinirlenmesini, kızmasını bekledim.
Ben sana söylemiştim, kızımıza zarar verecek demiştim demesini bekledim. Çünkü evet, sadece o konuda da değil en başınadan bana söylediklerinde de oldukça haklıydı. Belki ihtimal vermemiştim ama olabileceğini düşünmüştüm. Elimden bişey gelmemişti, devletin kanunlarıyla hızla halletmek için çok çabalamıştım ama o oruspu çocuğu yapacağını çoktan yapmıştı.
Eğer kanun gereği ile onu yanıma değilde kaçırarak alsaydım bu defa kanunun bana sunucağı tek ceza velayetin direkt kaçırma suçu ile nüfusta "babası" olarak görünen piçe verilmesi olacaktı. Daha sonrası yine ve yine olan o piçe değil bize olmuş olacaktı.
Ahu son kalan bir adımlık mesafede duraklayarak başını yavaşça kaldırdı, titreyen çenesi ile gözlerime baktı. Sadece çenesi değil gözleri de oldukları yerde titriyordu. Bakışları o kadar titrekti ki açık mavilikleri bana dalgalanan asi bir denizi anımsattı. Bakışlarım yavaşça gözlerinden bükülen dudaklarına inmesiyle kalbimde bişeylerin ağrıdığını hissetim. Tıpkı bir çocuk gibiydi. Elinden oyuncağı alınmış ve yalnız kalmış bir çocuğun hüzünlü bakışları gibiydi, tek fark o bir anneydi ve elinden alınan cansız bir oyuncak değil kendi kızıydı.
Bir süre gözlerine ve acılı yüzüne baktım en son daha fazla dayanamayarak bakışlarımı beni santim santim yerimde küçülten kadından kaçırdım. Ona bakmaya dayanamıyordum, kendimi daha ne kadar suçlayabilirdim bilmiyorum. Gözlerimi, başımı yana çevirip eğerek yumdum.
En son karşımdaki kadının dudaklarından firar eden bir hıçkırık sesi duydum. Sevdiğim kadın tam karşımda durmuş ağlayarak sanki beni cezalandırıyordu. Göğüsümün tam ordasında bir ağırlık hisetmemle gözlerimi açarak tekrar göz ucuyla baktım. O bir adımlık mesafeyi ayaklarıyla değilde alnını göğüsüme dayıyarak kapatmıştı. Bu beni daha da kahr ederken başını hafif eğerek göğüsüme bir duvarmış gibi yaslanan kadının yüzüne baktım.
Kalbim depar atarken gözlerini yumruğunu fark ettim. Yanımda olduğundan beri temasımdan dahi kaçan kadın şimdi tam karşımda alnını kalbime yaslamıştı. Hıçkırıkları omuzlarını sarsarken o kadar sessizdi ki... Canım daha da yandı. Neden bu kadar sessiz ağlıyordu? Sanki kimse onu duymasın istiyordu. Duyulmaması için özellikle kendini saklıyor gibiydi.
Sesine söz geçirebiliyordu belki ama bedeni ona aykırı hareket ediyordu.
İki yanımda yumruk olan ellerimden biri yavaşça havalanarak omzuna kondu. Hiç bişey demedi. Ona dokunmaya bile kıyamazken o içinde bir zehir taşıyordu. İçten içe onu fetheden bu zehirin zamanla onu tüketmesinden o kadar korkuyordum ki.
Bir elim omzunda bir şekilde bir süre kaldıktan sonra bir hıçkırık daha koptu dudaklarının arasından. Bu sefer hıçkırırken bir kedi gibi çıkan sesiyle daha fazla dayanamayıp kollarımın arasına sımsıkı sarılacak şekilde göğüsüme dayadım onu.
Yüzü yan bir şekilde kalbime denk gelirken başımı eğip saçlarına burnumu daldırdım. Ben ona onu sarıp sarmalamış bir şekilde saçlarındaki kokuyu solurken o bir elini dudaklarına bastırmış diğer eli ile sağ gğüsümün üzerinden lacivert gömleğimi avuçluyordu.
Bir süre öylece birbirimize sarılı kaldık. En son biraz kıbırdanarak alnını tekrar sert göğüsüme dayadı. Bir kaç dakika da öyle kaldıktan sonra başını geriye çekti ve yukarı doğru yüzüme baktı. Bakışları lcivertlerimle buluşmasıyla başını iki yana salladı. "Senin bir suçun yok. " diyerek fısıldadı. Göğüsümün sıkıştığını hissettim. Ben her konuda suçluyum diyemedim.
Onun başkasına gittiğine inanadığım gün de suçluydum. Hangi durumda olduğum önemli değildi.
Peşinden gitmediğim her gün, suçluydum.
Kızıma babalık yapmadığım şu altı yıl, suçluydum. Onun varlığından bile haberim yokken de suçluydum.
Ona güvenmediğim için, onun yanında olmadığım için, onun yaralarını sarmayıp aksine açtığım için suçluydum.
Söylediği herşeye güvenip altında hiçbir sorun aramadığım her gün suçluydum.
Babasının nasıl biri olduğunu anlamadığım için suçluydum.
Kendimi ölü olarak göstermeye devam ederken de suçluydum.
Bir anda karşısına çıkıp yaşadığımı söylediğim de ve bana hala güveniyor mu diye sorgularken bile suçluydum.
Onu dinlemeyip Ahuzar'ın polislerle gitmesine izin verdiğimde ve bir dakika boyunca kızımın başında acılar içinde şoke olmuş bedenine bile bakarken suçluydum.
Kızıma seslenip onu ilk ben kucaklayıp çıkmadığım o malikaneden Ahu'nun o halini gördüğümde de suçluydum.
En çok da yıllardır ona güvenip teyzesinin bir lafıyla ona güvenmediğim için suçluydum. Artı, yıllarca işkence görmüş sevdiğim kadının ve buna doğduğundan beri şahit olan kızımı yanlız bıraktığım için de fazlasıyla suçluydum.
Başımı yavaşça iki yana salladığım da bu sefer kollarını kaldırdı. Ne yapacağını merak içinde izlerken o, kollarını boynuma dolayarak ve ayak parmaklarının üstüne çıkarak bana tekrar sarılmıştı. Sanki ruhumdan geçen her şeyi hissetmiş gibi. Kendimi suçlamaya devam ettiğimi bilir gibi.
Sarılışıyla derin bir nefes aldım. Hiç değişmeyen deniz korkuyla defalarca üst üste derin derin nefes aldım.
Ellerimi beline yerleştirip tekrar onu göğüsüme çekerek sarıldığımda içimde bir mutluluk filizlendiğini his ettim. Daha demin yeri boylayan adam şimdi yavaşça ayağa kalkmıştı. O kadar sıkı sarıldım ki bir an kemiklerinin kırılmasından korkarak sıkışımı hafiften gevşettim.
Biz birbirimize kenetlenmiş bir şekildeyken Ahuzar'ı içeri aldıkları odanın kapısı açıldı ve içeriden yaşlı bir doktor çıktı. Ahu kapı sesini duymasıyla geri çekilirken elleri omzularımda bir şekildeydi. Sakalarıma dolanmış saçlarıyla geri çekildi ancak saçları yüzümü o geri çekildikçe okşamaya devam ediyordu. Bir elim hala onun belinde bir şekilde bakışlarımı doktora çevirdim. İkimizde yan yana doktora doğru ilerlerken aynı şekilde doktor da bize doğru adımlıyordu. Tam koridorun ortasında durmamız ile önce birbirimize sonra ise Doktor'un sıkıntılı yüzüne bakmıştık.
Tekrar göz ucuyla yanımdaki kadına baktığımda çoktan tekrar sol gözünden bir damla yaş firar etmişti bile. Gördüğüm yaş ile kaşlarım çatılırken içimdeki yükselen öfkeyle doktora döndüm. "Kızımın durumu ne? "
Doktor bir süre ikimize de bakmış ardından başını iki yana sallayarak, "Şiddetli bir şokta. " dedi. Tekrar Ahu bile birbirimize bakmış ardından yine doktora dönmüştük. "Geldiğinde vücudu artçı dalgalarla titriyordu ve vücudu kaskatıydı. Belliki uzun bir süredir o halde çünkü vücudu kitlenmiş bir şekilde sadece titriyor. "
Ahu bir eli ile dudaklarını kapatırken dengesini bir anlığına kaybetti. Kolundan hızla yakalayarak onu hafiften arkamda tuttum. "Peki bu hale gelmesi için ona ne verilmiş olabilir? "
Doktor kaşlarını çatarak duruldu. "Kan değerleri gayet iyi, yaşadığı şey ona verilen herhangi bir şeyden dolayı değil tamamen psikolojik bir travma. "
Doktor'un sözleri tıpkı bir hançer gibi sadece bir iki adım arkamdaki kadına saplanıyormuş gibi irkilirken nefesimin kesildiğini hissettim.
"Ne demek psikolojik? " diye sordum. "Ne tür bir psikolojik faliyet kızımı bu hale sokmuş olabilir? "
Doktor sorumu bir süre düşündü. Gözleri kısılırken, "Bir şey onu çok korkutmuş olmalı. " dedi. "Köşeye sıkıştırılmış olmalı, korktuğu bir şey üzerine tehtid edilmiş olmalı veya ölümden dönmüş olabilir. " demesiyle elimi Ahu'nun kolundan çekip Doktor'un beyaz yakasına yapıştırdım. Tuttuğım beyaz yaka ile onu kendime çekerek sinirle yüzüne baktım. Ahu hafif bir çığlık atarak ikimizin arasına girdi. Bileğimi iki eli ile sarıp çekmeye çalıştı ancak gücü yetmedi. Bir şeyler söyledi ama o son duyduğum şeyler ile nabzım öyle bir hızlanmış ve gözüm öyle bir kararmıştı ki gözümün önündeki kişi yaşlı bir doktordan çok Çolak piçinin siması gibi gidip geliyordu.
"Devam et! " diye sinirle kükrememle ellerimin arasındaki Doktor korku ile titredi.
Yüzü hala Çolak piçi ile değişip duruken titreyen yaşlı sesini duydum. "Da... Daha çocuk. Ya... Yani henüz altı ya... yaşında. Çok kötü etkilenmiş olabilir. " Gözleri bir süre hızla etrafta dolandı sanki onu kurtarmasını isteyecek birilerini ararmış gibi.
"Kaya bırak adamı! " diyen Ahu'nun sesi kulaklarıma doldu. Arkadan bir ses daha geldi. "Hop hop hop hop! " diye. Gözlerimi dikmiş yaşlı adamın devam etmesini beklerken belime bir çift kol asılarak beni geri çekti.
Ellerim yaşlı Doktor'un yakalarından kayarken gözlerimi bir dakika bile ayırmıyordum. Önüme geçen kadın ve yanaklarıma dokunan yumuşak parmaklarla gözüm seğirdi. İçimdeki öfke bir gram bile durulmazken karşımda bana endişe ile bakan kadının mavi gözlerine baktım.
Bana, "O işini yapıyor, nolur. " dediğini işittim. "Lütfen sakin ol. Gelişmiş olabilir durumları açıkladı sadece." Uzun uzun gözlerime baktı. Bir çift kol hala arkamdan bana dolanmış bir haldeydi, eğer tekrar saldırıya geçersem bana engel olmak için. Ahu gözlerime bakmaya devam ederek iki yanağımda olan ellerinden biri omzuma düştü. "Sadece tahmin, sakin ol. Öyle bişey olmadı. " diyerek başını salladı. Sözlerinden çok gözlerinde bişeyler eksikti. Beni değilde daha çok kendini ikna etmek ister gibiydi bakışları.
Başımı yavaşça sallayarak onu onayladım. Arkamdaki kollar gevşemişti tamamen beni serbest bırakmasıyla göz ucuyla omzumun üstünden arkama baktım. Mahir rahat bir nefes vermiş şekilde sonunda geri çekilmişti. Üstünde sanki yeni görevden gelmiş gibi simsiyahtı ve yelekliydi. Polis yeleği olduğu sol göğüsünün tam kalbinin üzerindeki arma ile kendini ele veriyordu. Ayrıyetten günlük hayatta giydiği ayakkabılardan çok farklıydı ayaklarındaki. Postallar siyah bir kargo pantolonu ve siyah bir tşörtle yanımda duruyordu.
"Bu halin ne? " diye sorarak ona doğru döndüm. Daha demin yanımdaydı ne ara böyle giyinmişti.
Benim ruh halimin aksine o yutkunarak omuz silkti. "Bunca yılda seni çok iyi tanıdım. " diyerek gözlerimin içine baktı. Önlem. Önlem almıştı. Gözleri bana bir çok şeyi anlatırken sağ eli ile göğüsüne iki kere vurdu. Başımı aşağı yukarı sallayarak aslında arabaların da aynı şekilde önlem olarak herhangi bir şey için hazır olduklarını anlamıştım. Bu sadece ikimizin anladığı bir işaretti. Eğer göğüne iki kez vuruyorsa ondan isteyeceğim veya isteyeceğimi tahmin ettiği herşeyin hazır olduğunu belirtiyordu.
Elleri yanağımdan ve omzundan düşüren Ahu iyi olduğumu anladığı an Doktor'a doğru adımlamış ve kızımızın görüp göremeyeceğimizi sormuştu. Yaşlı adam ara ara korku dolu bakışlarını bana doğru yönlendirirken şuanlık mümkün olmadığını yeni uyuttuklarını söylemişti. Ancak uyandığında görebiliceğimizi söylemişti ve Ahuzar'ın ne zaman uyanacağı henüz belli değildi. Çünkü benim kızım bütün gece vücudundaki şok kasılmaları yüzünden uyumamıştı.
Ahu tekrar hastane koltuklarına ilerlerken koridorun başından, "Yengem! " diye bir ses yükseldi. Ayşe Karahanlı en önde keşanını tek eli ile önünde tutarak bizim olduğumuz tarafa doğru koşuşturuyordu. Hemen arkasında ailenin diğer fertleri de koşarken ben tekrar doktora doğru döndüm.
İlk başta ne diyeceğimi bilmeyerek baktım. Bana hala korku dolu bakışlar atan Doktor yanımda bulunan adama yardım ister gibi başını eğmişti. Sanırım armadan dolayı polis olduğunu anlamış ve engel olmasını gizliden rica etmişti.
Onun düşüncelerinin aksine başımın arkasını kaşıdım. "Kusura bakma Doktor. Bir an sen öyle ölüm felan deyince... " derin bir nefes alarak gözlerine baktım. Yaşlı adam daha fazla gözlerime bakamadan hızla bakışlarını kaçırmış ardından sorun değil gibi bir şeyler mırıldanarak yanımızdan hızla uzaklaşmıştı.
İlerleyeren saatlerde önünde durduğumuz camdan kızımızı izlerken bakışlarım arada bir, bir adım önümde cama adeta avuçlarını dayıyarak yapışmış kadına kayıyordu. Hala gözlerinden yavaş yavaş akan yağışlar yüzünden pantolonumun cebimdeki ellerim yumruk oluyordu. Derin bir nefes alarak bir adım daha attım. Göğüsüm Ahu'nun sırtına yapışırken kasıldığını hissetim. Bu geri çekilmem için bir sebebti fakat çekilmedim. Onun yerine başımı eğerek kulağına doğru yaklaştım.
"İnat etmeyi bırak, hadi eline yüzüne bir şu çarp. Saatlerdir burdasın. " dedim.
Dudaklarının önüne doğru sol elini yumruk yaparak cama dayadı. Hemen dudaklarını da oraya dayamasıyla gözlerini sertçe yumdu. "İçim cayır cayır yanıyor, " diyerek fısıldadı. Tekrar derin bir nefes alma isteği içime dolup taşarken alnımı kafasına yasladım. Benim yerime Ahu derince, içinin soğmasını diliye diliye bir nefes çekti içine.
Gözlerimi yumarken, "Söz veriyorum. " diyerek fısıldadım. "Sana söz buna sebeb olan o piçi geberticem. " Daha şimdiden kaçmaması için önlemlerimi almış, çoktan adamlarımı malikane çevresindeki yollara göndererek çıkış iznini yasaklamıştım. Evinden ayrıldığı an indirilerek bana getirilecekti. Şuanlık gözetimim altında olan o piçin bizzat sonu ben olacaktım.
Boğazımdaki yumru gözlerimi yakarken başımı kaldırdım. Anne ve babamı saatlerdir bekledikleri için eve geri göndermiştim. Henüz Ahuzar'ın ne zaman uyanacağı belli olmadığı için onlara haber vereceğim sözü ile sonunda yangazlar ile beraber gönderebilmiştim. Şimdilik tek ikna edemediğim kişi Ahu'ydu. Onun zaten gitmeyeceğini biliyordum sadece bir su da olsa ağızına sürmeyip yüzünü bile yıkmak veya tuvalet için bile de olsa Ahuzar'ın başından ayrılmıyordu.
Ayşe yengem ve Kemal amcam su almak için hastanenin kantinine inmişlerdi. Mahir saatler önce uğramış ardından ondan istediğim bazı şeyler için tekrar hastaneden ayrılmıştı.
Başımı kaldırmam ve göz ucuyla koridorun başına bakmam ile Murat'ın bize doğru sert adımlarla gelişini gördüm. İki eli yanında yumruk olmuş sert postallarnı yere vura vura bize doğru yaklaşıyordu. Gelişi ile cama yaklaşarak yeğeninin halini gördü. Ahuzar'ın serumunu ve ağızındaki nefes almak için konulan aparatı görmesi ile adeta cama yapışarak yumruğunu ortalama bi sertlikle başının üzerine, cama yapıştırdı.
"O piç yüzünden mi? " diye sordu önce sakinlikle. Ahu özellikle ona söylememeleri için herkesi uyarmıştı çünkü genellikle hep fevri hareket ederdi. Burdan çıktığı gibi Çolak'ın kafasına sıkmaya gidebilirdi.
Ahu hala aynı şekilde dururken sesini çıkarmadı. O hiç bişey demediği için bende sessizliğimi korudum. Ancak Murat dolu gözleriyle beraber başını da camdan çekerek bana baktı. En son yakalarıma yapışarak tekrar sormasıyla Ahu, Murat'ın bileklerine ellerini doladı. "Konuşsana! O piç mi sebeb oldi yegenimun bu hale duşmesine?!"
Yüzüne boş boş baktım bir süre. Hala aynı şekilde üzgün ve öfkeli haliyle benden cevap beklerken Ahu, "Murat bırak. " dedi artık gücü tükenmişçesine. "Yapma ablacım."
Hâlâ benim gözlerime bakmasıyla artık ona yalan söylemeyi bırak cevap bile verememezlik yapamayacağımı anlamıştım. Göz ucuyla önce Ahu'ya bakmış ardından tekrar onun öfkeden kızarmış yüzüne bakmıştım. Başımı yavaşça olumlu bir vaziyette sallamamla ablasına döndü hızla. Elleri yakamı bırakırken Ahu'nun elleri de düşmüştü.
"Baa neden haber vermeyesun abla? " diye sordu hüzünle. "Ben niye akşam öğreneyim? Benum yegenum ne zamandan berudur yatayi lan! "
Hızla cevap beklemeden arkasını dönmesiyle gözlerimi saniyelik yumdum. "Geberteceğum o herufu!" diye öfkeyle söylenmesiyle Ahu telaşla bana baktı. İşte tam olarak bundan dolayı endişelenerek ona söylememişti.
"Kaya bişey yap. " dedi hızla kardeşini göstererek. "Şakası yok ölüdürür! "
Başımı kaldırdım. Hâlâ koridorda yürümeye devam ettiğini gördüm. Henüz olmazdı. Henüz öldüremezdi. Onunla hesaplaşacağımız koca bir altı yıl varken asla tek bir kurşunla öteki tarafı boylamasına izin vermezdim. Koridorun sonundaki adamıma işaret vermem ile daha köşeyi yeni dönen Murat'ın arkasından hızla yaklaşarak tam silahın kabzasını indirecekti ki Murat hızla arkasını döndüğü gibi silahı havada kapıp adamıma kafasını gömmüştü. Ahu korkuyla elini ağızına götürürken sersemleyen adamım tekrar ona doğru bir atakta bulundu ancak ondan santimlerce uzun olan Murat başını bir sağa bir sola oynatarak bu defa sert yumruğunu bir çeliktenmiş gibi tekrar adamımın suratına indirmişti.
Cebimdeki telefonu çıkararak Ahmet'i aradım. "Olduğum koridora otuz kişi yönlendir. "
"Abi zaten bahçedeki adam sayısı elli. " demesiyle zorlanan adamım bana yardım dolu kısa bir bakış attı.
Başımı iki yana sallayarak, "Gönder şu otuz kişiyi. Merak etme işleri bittiğinde sana tekrar gönderirim." Bu defa cevap vermesine izin vermeden suratına kapattım.
Ahu yutkunarak arkasındaki camdan kızımıza bir bakış atmış ardından bana dönerek elinin tersiyle o güzelim kırmızı dolgun dudaklarını silmişti. "Kardeşimimi dövdürteceksin?" diye sormasıyla yarım yamalak gülümsedim.
Bakışlarımla, artık adamımın üzerine çıkıp bütün öfkesini ondan çıkarak Murat'ı işaret ettim. "Bu mümkün değil. " diyerek tekrar yarım yamalak gülümsedim. "Sadece yanlış bir şey yapmaması için etkisiz hale getirilecek. "
Koridorda ki bazı insanlar bu tarafa dönmüş korku içinde olan biteni izliyordu. Bir kaçı güvenlik için bağırırken bazıları eli ağızında bir şekilde ulu orta yerde olan kavgayı ayıplıyordu.
Adamım artık kanlar içinde yatarken koridordan dönen dörtlüyü gördüm. Yengem gördüğü görüntü ile küçük bir çığlık atarak Murat'a doğru atılmıştı ancak Kemal amcam daha Ayşe yengem ilerleyemeden onu arkasına alarak kendi Murat'a doğru adımlamıştı. Hemen arkalarında olan yangazlar annemleri bırakıp geri dönmüş olmalılardı ki onlarda amcalarına yardım ederek Murat'ı tutarak sakinleştirmeye çalışıyorlardı.
Dörtlünün hemen arkasından çıkan Gülhan'ı da fark etmem ile bakışlarım Ahu'yu buldu. Kardeşine odaklamış olduğu için gelen kadını göremeden hızlı adımlarla kardeşine ilerledi. Hemen bir adım arkasında onu takip ederken göz göze geldiğim yangazlara göz kırptım. Furkan da aynı şekilde zor zaptettiği Murat'a rağmen amcasının omzuna omzunu geçirdi. Kısa bir bakışıp bana dönmeleriyle üçüde aynı anda önden hala öldürmekten bahseden adamı tutmak için asıldılar. Ahu'nun önüne geçerek belimdeki gümüş renkli tabancayı çıkardığım gibi kabzasını ense köküne sertçe geçirdim.
Şiddetin etkisiyle bir süre durulan adam bana doğru yavaşça dönerek sabit bakışlarla bana baktı. Ahu korku içinde iki eli dudaklarındayken yengemin ağızı bir karış açıktı.
Murat bir süre yüzüme baktı. "Hâlâ ayaktayum. " diye fısıldadı. Sözlerini başımla onayladım.
Onu baştan aşağı şöyle bir süzerek, "Farkettim." dedim. "Hala aynusun, taş kafa."
Başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı ancak başı dönmüş olmalıki sarsılarak bakmaya devam etti. "Gideyim o halde ben? " diyerek sormasıyla başımı iki yana salladım. Sersemlemediğini öne sürerek aradan sıyrılacağını düşünüyordu.
"Benu bilirsun. " dedim kaşlarımı çatarak. "Hiçbir işimu şansa birakmam. "
"Ha çay kahve ister misunuz?" diye sordu amcam başını eğmiş bir ona bir bana bakarak.
Furkan elini yavaşça ağızına dayarken Burak gülümsedi. "Göri misun ikizum ne de güzel anlaşiler? "
Burak'ın sözleriyle Furkan, "Acaba hep Murat'un kafasuna geçursek mi ya bir tane, daha da uysallaşi." dedi.
Ayşe yengem , Furkan'ın kolunu çimdiklemesiyle Furkan'ın dudaklarından acıyla karışık bir inleme döküldü. Yengeme dönerek kolunu ovuşturdu. "Hayvanmuş gibi ne biçim konuşaysun! " diyerek fırçasını yemesiyle sesini kesti.
"Dur bakayim, " dedim silahı belime takarak. Hala başını iki yana sallayan adama karşı durdum. "Bu hamleden sonra da ha boyle dik kalabilicek misun? " diye sordum. Ona karşılık bende şivemi değiştirdiğim için göz ucuyla beni izleyen kadını fark etmem uzun sürmemişti. Gözlerindeki o özlemliği görmek içimdeki kalbi hareketlendiriyordu.
Bir süre başımı eğip bana kaşlarını yavaşça çatan adama baktım. Hafiften sersemlemişti ama hala dikti. Gözlerimi kısarak onu iyice inceledim. Hamlemi beklediğini bildiğim için önce yumruk atıyormuş gibi yaptım. Elime dolanan parmaklarını bu defa kenara çekerek son hamlemi kafamı ona gömerek tamamladım. Yangazlara ve amcama doğru geri geri giden çocukla Ahu, "Kaya! " diye bağırmıştı.
Murat'ın ağır cüssesi üçlünün kollarına yığılırken amcam arkadaki şaşkın hemşirelerin birinden bir sedye rica etti. "Kızım," dedi babacan bir şekilde. "Ordan aval aval bakacağuna bir sedye kap gel!" Belki pek de rica değildi.
Yengem ağızı açık bir şekilde burnu kanayan ve yere yığılmış olan adama baktı. "Gitti dağ gibi jojuk! " diyerek eli ile dizine vurdu.
Burnumu çekerek kolumu refleksle tutmuş kadına baktım. Şaşkınlıkla kardeşine bakakalmıştı. Hızla yere kendini atarak Murat'ın yüzünü küçük elleriyle avuçladı. "Murat." dedi acıyla. Burnu kanayan kardeşine baktı bir süre. "Ablacım? "
Yengeme baktım. "O bu kadar kolay devrilmez. " diyerek tekrar Murat'a baktım. Onun gibi direnci yüksek birisi asla iki darbede yılılmazdı. "Günlerdir uyumayıp Çelik piçinin izini sürdüğüne kalıbımı basarım. "
Yengem bana baktı. Gözleri kısılırken yurkundu. "Uykusuzluktan mu bu kaa çabuk bayildu?" Başımı salladım.
Tekrar, sedyeye taşınan Murat'a baktım. "Günlerdir uyumamasına rağmen yine iyi dayandı. " Uykusuzlığuna rağmen darbenin nereden geleceğini merakla beklemiş ve önlemek için an kollamıştı.
Ahu ayağa kalkarak bir kaç adım geri çıktı. Hemen önümde durdu. Yavaşça bana doğru dönerek gözlerime baktı. "Sadece bayıldı, bişey olmaz değil mi? "
Sadece bayıldığını bilmesine rağmen gözlerinde az da olsa bir korku vardı. Eğilerek boyumu onunla eşit tutmaya çalıştım. "Sadece uykusuz, " dedim. "Biraz uzun uyursa endişlenme. "
Sözlerimle bir süre durdu ardından yavaşça başını sallayarak yengeme doğru dönerek adımladı. Gülhan'ı daha yeni görmesiyle hızla ona doğru gidip sarılmıştı. Üçü yan yana tekrar Ahuzar'ın kaldığı odanın camına doğru ilerlerken diğer koridorun başından gelen otuz adamıma baktım. En önce Ahmet gelirken ellerimi arkamdan birleştirdim.
"Hiç gelmeseydiniz?" derken Ahmet yutkundu.
"Abi, hastanenin güvenliği sorun çıkardı. Bir iki kişinin içeri girmesine izin verilmişti fakat adam otuz tane hayvan gibi adamları karşısında görmesiyle hayatta izin vermeyeceğini söyledi. "
Başımla onu onaylarken arkasındaki adamlarımı saydım. Tam da otuz kişiydi. Nasıl adam hayatta izin vermedi? "Sen nasıl ikna ettin peki? "
"Aslında pek ikna ettiğimiz söylenemez. " derken hafiften yutkundu. Tek kaşımı yukarı kaldırırken hemen bir adım arkasında duran Cihan sözü devraldı.
"Adamla tam beş dakikadır konuştuk, baktık ikna olmuyor on kişi etrafını sararak belli etmeden dışarı çıkardık sonrada arabaya kitledik. " Cihan'ın sözleriyle duruldum. Başka bir şey duysaydım bu kadar şaşırmazdım ancak bu duyduklarımla gerçekten şaşkınca bakakalmıştım.
"Naptınız? "
Cihan yutkunarak hemen önündeki Ahmet'e kısa bir an baktı ardından tekrar etti. "Kitledik."
"Nereye? "
"Arabaya."
"Neden? "
"İzin vermiyordu." Hemen sonra ekledi. "He, abi sen şeyi merak ediyorsan içerden dışarıya ses gitmiyor. Zaten camlarda filmliydi."
Cihanın yüzüne baktım boş boş. Aynı şekilde o da baktı. Sonra telaşlanarak, "Tabi sonuçta o da görevini yapıyordu ama işte biz de görevimizi yapıyorduk geç kalıy... "
"Allah Kur'an aşkı için bir sus! " dedi Ahmet sinirle. "İki kelam eden adam nasıl bu kadar uzun uzun konuşmaya başlar anlamıyorum ki? Dilinin çözülesimi tuttu be adam, sus artık!" Hemen sonra bana dönerek, "Öyle yapmamız gerekti bir an. Zaten inince çıkarıcam arabadan. " dedi.
"Zahmet olmazsa. "
Cihan hemen iki elini önünde birleştirdi. "Yok abi estafurullah ne zahmeti. " Ahmet'in ters bakışlarını göz ucuyla görmesiyle tekrar susarak başını eğdi.
İçim ağlarken dudaklarımda bir gülümseme oluştu. Kendi adamlarım bile normal değildi. "Gidip yediğiniz haltları temizleyin, çabuk. "
Ahmet başını sallarken hepsi teker teker tekrar hastaneden ayrıldı. Adımlarım yine kızımın yattığı odanın camına doğru adımlarken Gülhan Ahu'nun omzularını kavrayarak ilerletmeye çalışıyordu.
"Hadi Ahu, lütfen. Bir elini yüzünü yıka bir kendine gel bari. "
Yengem de hemen arkasından Gülhan'a destek çıktı. "Hee, hadi bak beş dakikada hemen geri döneceğuz. " Göz ucuyla beni fark etmesiyle, "Ha bak, babasu da geldu. Sen beş dakikanu doldurana kadar ha o buradan gözlerunu ayurmayacak demi yengem? " diyerek devam edip sordu.
Ahu bir bana bir odaya baktı. Bir süre gözleri iki yer arasında mekik dokudu. Göğüsü hızla inip kalkmaya başlarken sanki içinde bazı hesaplar yapar gibiydi. Giderse bana güvendiğini gösterip kıızmızı bana emanet etmiş olacaktı ancak eğer gitmezse her ne olursa olsun onu korkuyamayacağımı ve güvenemdiğini belli etmiş olurdu.
Bu defa gözleri yengemin ve Gülhan'ın üzerinde oyalandı. Derince bir nefes alıp yutkunurken eğilen başını kaldırdı. Bana bakarak başını salladı ve arkasını döndü. Gülhan arkasını dönen kadın ile Ayşe yengeme gülümsetip hadi gidelim işareti yaptı. Yengem ise gitmeden önce yanımdan geçerken omzuma elini koyarak, "Akuşuna bırak, su yolunu bulur dedum saa. " diyerek gülümsedi. "Bu daha başlanguç." diyerek göz kırptı.
Hemen ardından o da gitti peşlerinden. Arkasından dudaklarım titreyerek havalandı. Üçü yan yana koridorda ilerlerken Gülhan kısa bir an bana bakmış ve sıcak bir şekilde gülümsemişti.
Bu kadın farklıydı. Kan bağı olmamasına rağmen Ahu'yu yıllardır kardeşi bilmişti. Öyle ki evinde sürekli tutunacak bir dalı olmuştu. Hastanedeki o kötü hali geldi gözlerimin önüne. Unutmazdım. Sonra uçurum kenarında korkudan bayılışı. Kan bağına gerek yoktu çünkü ikisi zaten çoktan birbirlerini kardeş olarak belirlemişti.
Gülümseyerek etrafıma baktım. Gözlerim en son camda oyalandı. Bana güvenmiş ve Ahuzar'ı koruyacağıma güvenmişti. Her ne kadar gittiği için rahat etmese de bunu yapmıştı. Aslında bu konuda bana güvenmiyor değildi. Sadece kızımızı tek bırakmak istememişti ve yanlış anlamamdan korkmuştu yoksa onu gözüm kapalı koruyacağımı biliyordu. Tekrar etrafıma bakınıp camın karşısındaki mavi hastane koltuklarına doğru ilerledim. Ellerim dizlerimde bir şekilde hafif eğilerek yavaşça koltuğa oturdum. Derin bir nefes verirken uyuyan kızımı izlemeye devam ettim.
"Ne çok uyudun be kızım, hadi uyan artık. Kara ve deniz senin için bekliyor. Senin için fazlasıyla korkuyorlar."
Derin bir nefes vererek sırtımı tam arkama yaslamıştım ki cebimdeki telefon titredi. Başta umursamdım ancak üç kez ardı ardına tekrar titremesiyle parmak uçlarımla çekip çıkardım.
Ekranı açıp gelen mesaja baktım. Kayıtlı olmayan bir numaradan bir video bir de üç tane normal mesaj gelmişti. Gelen üç mesajda şöyle diyordu:
"Bir şerefsizin yettirdiği güç kendi denginde değilde küçük bir kız çocuğu olması çok aciz. "
"Unutma Kaya Demir, kim olduğumu bilsen de bu sana olan can borcuma girmez. Bu sayılmaz. Küçük bir kız çocuğunun hayatı borç olarak kesilmemeli. "
"Elbette kim olduğumu öğrendiğinde senin için Rize'de olucağım. "
Kaşlarım çatılırken kim olduğunu düşündüm. Kim olabilirdi? Gönderdiği video yüklenirken yerimden yavaşça doğruldum. Üç dakikalık bir videoydu. Yüklenen videoya tıklamamla görüntü karanlık bir yerden başladı. Önce bir süre hışırtı sesi kapladı ortamı ardından bir duvara davranarak sürüldü ve kapı pervazına dayanık bir halde içeride olup biteni kayıt almaya başladı.
Kayıtta bir adam vardı. Arkası dönük. Üzerinde sadece ceketi olmayan bir takım elbisesi vardı. Ellerinden biri cebinde diğeri ise diğer yanında yumruk halindeydi. Sanki yumruk olan elinin sırt boğumlarından kan akıyor gibi duruyordu. Bu kaşlarımı çatmama daha da neden olurken telefonu daha da yaklaştırdım kendime.
En son adam sert bir atakta bulunarak duvar ve dolap arasına hızla ilerledi. Bir bağırış sesi odayı doldurdu. Çığlık, küçük bir kız çocuğunun ağlayış dolu yardım sesleri. Kollarından tutup çektiği uzun siyah saçlı kızı gördüm. Kızı görmemle ayağa fırlamam bir oldu, nefesim kesildi. Bu oda o odaydı. Kızımı bulduğum oda. Adam dediğim de Çolak piçiydi!
Ahuzar savurduğu tekmelerin işe yaramadığını fark edince daha çok bağırdı. O an yüzüm acıdan buruşurken o vidyoyu çekene küfrettim. Çekeceği video yerine kızıma yardım etseydi!
Kızımın küçük bedeni yatağa savrulmasıyla bir kaç saniye ağlamaktan alamadığı nefesi almaya çalıştı. Sesler odayı doludururken kamera titredi. Oruspu çocuğu Ahuzar'ı yatağa fırlatmıştı! Kızıma doğru ilerleyen adam ile telefonu parçalarcasına sıktım. Ahuzar doğrulmaya çalıştı ancak ondan önce davranan piç kurusu dizi ile bacaklarını tek eliyle ise kollarını yakalayarak küçük kızımın bedenini yatağa sabitlemişti. Gördüğüm görüntüler gözlerimi doldururken arkamdaki duvara haykırarak döndüğüm gibi yumruğumu geçirdim.
"Oruspu çocuğu! " diye haykırdım. Bakışların beni bulduğuna emindim ancak hiçbirini umursamadım.
Ahuzar sırt üstü, başı yastık ve duvar arasında bir şekilde çenesi havadaydı. Onu bulduğumuz vaziyetteydi. Göz yaşları hızla akın ederken iki şakağından da hızla ardı ardına akmıştı, görmüştüm. Ay ışığı sayesinde, akıttığı yaşların bıraktığı o ıslak yolları gözlerimle takip etmiştim. Gözleri tavana odaklanmış dolu dolu bakıyordu. Bir şeyin kilidinden ayrılış sesini duyuldu odada. Önce durdum neyin sesi olabiliceğini düşünerek videoyu geri aldım. Tanıdık olan sesi bir kez daha dinledim. Sessizleşti herşey, ardından aklıma gelen şeyle ve videoda Ay'ın parlaklığıyla parlayan şeyi gördüm. Olduğum yerde acıyla inledim.
Bıçak. Ya da daha doğrusu bir çakı.
"Hayır... "
Çolak cebinden çıkardığı çakının kilidini açmıştı. Ay ışığında parıl parıl parlayan çakıyı benim kızıma doğru tutuyordu. Bir süre sessizce Ahuzar'ı izledi. Sonra ise, "Benden alınan bir bebeğe karşılık, yıllardır yaşamasına izin verdiğim çocuk. " diyerek küçük kızımın üzerine biraz daha eğildi ve çakının ucunu kalbinin üstüne yasladı. Nefesim gördüğüm görüntü ile kesilirken burnumun direği sızladı. Bir bebeğe karşılık da ne demekti?
Kaşlarım çatılırken Ahu'nun kaybettiği bebeği nerden öğrenebileceğini düşündüm ancak Çolak'ın sesi tekrar odada ve telefonumun hoparlöründe yankılanıp dolmasıyla tüm dikkatimi tekrar oraya verdim.
"Bakalım annene ve babana sen öldüğünde ne olacak? "
Ahuzar duydukları ile yutkunamazken nefes alamadı. Kesik kesik nefesleri odada yankılanırken kamera bir kez daha titredi. Bir an sanki yaslı olduğu yerde alınacak gibi oldu ancak kendini son dakika tutup kaydın devam etmesine izin verdi.
"Ha... Hayır... " diye fısıldamaya çalıştı kızım korkuyla.
Nefes almaya çalıştıkça burnunda biriken sümükler ses çıkartıyordu. Başının ucunda sessizce nefes alıp onu izleyen adamdan haberdardı ve bu onun için daha da korkunçtu. Bir çocuğun psikolojisine vurulan en büyük darbeydi. Bir süre gözlerimi yumdum. Neden bu hale geldiği açıktı. O yaşlı doktor haklıydı. Onun bu hale gelmesi tamamen psikolojikti. Belli ki sadece o kadar da değildi.
"Yapma... " diyerek fısıldadı. Benim kızım canavarına yalvararak yapma demişti. Duyduğum tek kelime ile iki gözümden de ardı ardına yaş aktı. Dudaklarım aralandı. Yalvarmıştı. Bütün çıkış yolları kapalıydı ve tek çaresi karşısındaki vicdansız herifin vicdanına oynanarak, ona yalvarmaktı.
Ahuzar gözlerini sımsıkı yumarak avazı çıktığı kadar haykırdı.
Hepsinden daha güçlü olan bu çığlıkla kalbimde bir şeylerin koptuğunu hissetim. Hemen dibinde, başında azrail gibi dikilen acımadan ona bakan adama karşı, "Baba!" diyerek bağırmaya devam etti. Durdum.
Baba kelimesi kalbine inecek çakıyı sadece bir kaç milim kala durdururken Çolak şaşkın bakışlarını ellerini, kollarını ve bacaklarını kitlediği kıza yöneltti. Aynı şekilde bende durmuştum.
Baba demişti, ona mı demişti?
Hayır, ona dememişti.
Ağlayarak sadece beyaz tavana baktığını gördüm. Bana demişti. Bana seslenmişti. Omuzlarım bu tek kelime ile sarsılırken hiç utanmadan hıçkırdım. Vücudum iflas ederken kızımın yaşadığı travmanın sebebini açık açık izledim. Altımdaki sandalyeye tekrar yığılırken, beş dakika önce diktiğim kulemin duvarlarının yıkılışını izleyerek tuğlaların nasıl döküldüklerine şahit oldum.
Ahuzar ona değil gerçek babasına, bana seslenerek aslında benden yardım istercesine bağırmıştı. Ancak Çolak piçi duyduğu baba kelimesiyle bir an ona söylediğini sanmıştı.
Benim kızım bana seslenirken ben nerdeydim?
Nerdeydim ve napıyordum?
Nasıl hissetmedim?
O benden yardım isterken neden onun yanında değildim?
Yardıma ihtiyacı vardı ve benn onun yanında olamamıştım.
Şaşkınlıkla durulan adam donmuş bir yüzle sadece ağlayan kızıma baktı. Ona dememişti ama sanki bir an ona demiş gibi kalakalmıştı.
Çolak çakının ucunu sinirden titreyen eli ile kalbinin üstünden çekti. Önce bir yutkundu ardından hala titreyerek sessizce ölümü bekleyen kıza doğru eğilerek fısıldadı. "Seni öldürsem şimdi, şuracıkta öldürürüm. Bağırman hiçbir fayda etmez. Ancak önüne geçemediğim bu iradeye şimdilik sahip çıkmalıyım. " diyerek başını omzuna doğru eğdi. "Merak etme. Ölmen şuanlık işime gelmez. Anneni yanıma aldığım gibi söz babanın canından önce alacağım senin canını... " demesiyle telefon duvardan ayrıldı. Hızlı ve sessiz bir şekilde uzaklaştığı duvardan rastgele bir odaya daldı. Bir süre orada o odada sessizce kaldı. Videonun sayacına baktığımda son beş saniye kaldığını gördüm. O beş saniyede sadece şunu duydum.
"Kızını geri almak istiyorsan bu videoyu davanda kullan Karahanlı. " Ve son. Bitti.
Derin bir nefes alarak göz yaşlarımla ayaklandım. Dava. Açılan velayet davası. Bunun için mi çekmişti?
"Kimsin sen? " diyerek fısıldadım. Bunu düşünceyi sonraya bırakırken düşen omzularımı hızla dikleştirdim.
"Sonun olucam senin oruspu çocuğu! " diye adeta hırlayarak koridora atıldım. Tam o anda gelen Ahu, Gülhan ve yengem ile yanlarından hızla ayrılıeken, "Dönerim bir saate. " dedim.
Ahu arkamdan seslensede cevap vermeyip çoktan diğer koridora dalmıştım bile. Hemen diğer taraftan gelen amcam ve yangazlarla onların da yanlarından geçiyordum ki amcam önüme geçerek iki elini durmam için göğüsüme bastırdı. "Hayrola ulan? Nereye ateş atmaya gideysun?"
Ters bir bakışla ona döndüm. Gözlerimi görmesiyle bir adım geri çıkarak ellerini üstümden çekti. "Ha bu bakuş hiç hayra alamet değul. " dedi Furkan.
"Abi? " dedi Burak.
Üçünün yanından da hızla geçmem ile amcam arkamdan "Yürü Furkan! " dedi. "Burak sen burda kadunlarla kal. "
İkisi peşime düşerken ben çoktan hastaneden çıkmıştım. Arabamın önünde kaportama yaslanmış olan adamı gördüm. Dalgın bakışları beni bulurken, "Hayırdır lan bu kadar çabuk mu? " diye sordu.
Ona cevap vermeden arabama atlarken o da çoktan yanımda yerini almıştı. Gazı kökleyip hastane bahçesinden ayrılırkem son gördüğüm amcamla Furkan'ın da aynı şekilde arabalarına geçişiydi. Ahmet ve Cihan da arabalarına atlarken diğer adamlar güvenlik amacıyla burada kalmıştı. Zaten Çolak piçinin evinin etrafında iki yüzden fazla adamım olduğu için gerek yoktu. Ben o evden içeri girdiğim an adamlarım çoktan evin etrafını sarmış olacaktı.
🥀
KARADENİZ
RİZE
Kaya girdiği toprak yolla Mahir artık çıldıracağını hissetti. Baskın düzenleneceği bir gerçekti ancak Kaya da daha ters bişeyler vardı. Sabah sinirli oluşunun iki katını üzerinde taşıyor gibiydi ve sorulan hiçbir soruya cevap vermiyordu.
"Lan noldu sana? " diye sordu bu defa da. Malikaneye varmalarına dakikalar kalmıştı.
Kaya yine cevap vermeyerek derin bir manevra aldı. Hızlı döndüğü yerde üst dağ yolunu seçmesiyle Mahir ön kaportaya tutundu. "Yukardan mı gidicez? "
Kaya bu defa başını salladı. "Aşağı yolda adamları var. Haber verirler. "
Mahir başını sallayarak yan aynaya baktı. Peşlerindeki iki araba onları son gaz takip etmeye devam ediyordu. "Davetsiz misafir olalım diyorsun? Güzel fikir, bana uyar. " derken arkasındaki silahını çıkartıp mermilerini kontrol ederek hazırladı. Ardından yeleğinin üstüne geçirdiği omuz kılıfındaki diğer iki silahı da çıkartıp aynı şekilde kendi için hazırladı.
Kaya son kez döndüğü yolda bu defa gazı daha da kökledi. Uzun yolun sonuna geldiklerinde tozu dumana katarak malikanenin kapısına doğru arabayı çevirerek frene bastı. Araba ile kapı arasında milimlik bir ara varken kapısını açtığı gibi hızla atladı. Kapıdaki adamlar bellerindeki silahlara davranırlarken bir anda iki araba Kaya'nın arabasının hemen arkasına yaslanarak durdu. Hemen ardından tam tamına atmış beş araba aynı anda malikanenin etrafını ikiye bölünerek sardı.
Kaya kimseyi umursamadan önünde duran iki şaşkın adamın sinirle enselerinden kavradığı gibi başlarını birbirine çarptı. Yere düşen iki adamla adeta üzerlerinden ezerek geçti ve büyük demir kapıları ikiye ayrılacak şekilde iterek açtı. Belindeki gümüş silahını çekip çıkardı. Tetiği kemerine takarak tekte aşağı yukarı yaparak çektiği gibi silahlarını doğrultan adamlara çevirdi. Diğerleri hemen arkasından gelirken artık tek değildi. Tam tamına iki yüz adam ile arkasında bir orduyla içeri girmiş sayılırdı.
Karşılarındaki elli kişi hangi birine silah tutacağını şaşırırken gümüş silahını yanına indirdi. Sert adımları içeri dalarken çenesi kitlenmiş bir şekilde bakışları avını arar haldeydi. Sabah da buraya geldiğinden dolayı buradaki adamlar onun kim olduğunu artık biliyorlardı. Bu yüzden tehlike sireni havayı doldururken bütün silahlar onu bulmuştu. Buna rağmen hiçbirini umursamadan ana kapıya doğru yürümeye devam etti. Amcası arkasından seslenirken aynı şekilde onlarda silahlarını doğrultmuş vaziyette içeri doğru adımlıyorlardı.
"Amca." dedi Furkan çatık kaşlarıyla. Kemal karşısındaki adamdan bakışlarını çekerek Furkan'a baktı. Furkan gözleri ile içeriyi işaret ederek Mahir'in arkasından hızla ilerlemeye başladı. Bahçede ise Kemal Karahanlı bütün adamlara karşı tek başına arkasında ordunun bir kısmı ile bir süre elindeki silahla durdu. İki yüz adamdan sadece ellisi içeriyi doldururken Kaya vardığı ana kapıya sert bir tekme çarparak içeri daldı. Tam kapının ardından duran iki adam silahlarına davranıyordu ki Mahir ve Furkan ellerindeki tabancalarla girmeleriyle daha davranamadan öylece kalakaldılar.
Kaya'nın bakışları malikanenin içerisinde gezdi. Önce malikanenin doğu kanadına doğru kısa bir bakış attı. Mutfak ve bir koridor vardı. Kimse görünmeyince bu defa batı tarafına baktı ancak geniş oturma bölümünün de boş olduğunu görmesiyle hemen bir kaç adım arkasındaki Çolak'ın adamı olan herifin yakalarına tek eliyle yapıştı. "Nerde lan sahibin! "
Mahir diğer adamın yakalarını yakaladığı gibi suratına kafa atmasıyla sersemletti. Ardından ense tarafından tutarak ana kapının dışına doğru çekerek dışarı fırlattı. Diğerleri şaşkınlıkla baygın adama bbakarlaken Mahir gülümsedi. "Birazdan ormanınızın Kralı'nı da bu halden daha beter bir şekilde bulacaksınız itler, kafanızı yormayın. " diyerek ona doğru koşmaya başlayan adamların yüzüne kapıyı kapattı.
Kaya aynı şekilde adama sertçe sorular sorarken alamadığı cevaplarla silahlı eliyle iki kere üst üste yüzüne geçirmişti. Tam o an Çolak malikanenin batı kanadından alkışlayarak inmeye başladı. Kaya'nın bakışları Çolak piçini bulurken gözlerinin, olduğu renkten daha fazla karardığını hissetti. Elini adamın yakalarından çekmesiyle, elindeki adam yere düşerek oturdu. Baygınca başındaki adama bakarken Kaya bedenini yavaşça ona doğu gelen adama doğru çevirdi.
"Hayrola? " dedi Çolak burnundaki banda inat. Patlak olan dudaklarıyla kocaman gülümsedi. "Seni yine ve yine hangi rüzgar attı taa buralara? "
Kaya dişlerini birbirine kenetlenmiş bir şekilde, "Oruspu çocuğu! " diyerek adeta hırladı. Seri adımları Çolak'ın üzerine atılırken adamlarının geri kalan da kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı. Asıl tehlikenin dışarıda değilde içeride olduğunu geç olsada hepsi anlamışlardı.
Mahir önünde durduğu kapının kilidini gülümseyerek iki defa çevirip yerinden çıkardı. Parmaklarının arasında sallayarak ellerini cama vuran adamlara karşı gözleriyle anahtarı işaret etti. "Kapıya ateş edeni affetmem sıkarım kafasına! " diyerek geri çekildi.
Kaya avını bakışlarına esir almış bir vaziyette yavaş adımlarla ilerledi. Önüne çıkan küçük bir sehpaya ayağıyla tekme atarak malikanenin diğer tarafına savrulmasına neden oldu. Çolak ise dirseklerine kadar toplamış olduğu gömleğinin yakalarını düzelterek elleri cebinde bir şekilde rahatçana malikanenin batı kanadında olan merdivenlerden inmeye devam etti.
Çolak piçinin rahatlığı Kaya'yı daha da sinir ederken daha fazla duramadı. Bir kaç adımı hızla atarak yeni merdivenleri bitirmiş adamın dibine girdiği gibi sert yumruğunu suratına geçirdi.
Yetmedi, ellerini cebinden çıkarıp merdivene doğru düşerken tutunmaya çalışan adamı daha düşmeden gömleğinden yakalayıp tekrar doğrultu ve tekrar tekrar iki kere üst üstte yumruğunu geçirdi. Silahlı olan eliyle kabzasını yüzüne acımadan defalarca geçirdi.
Asla işe yaramadı. İçi soğmadı. Rahatlatmadı.
Yakasından kavrayarak bir kez daha kendine çevirdi. Gülmeye başlayan adama dişlerini kenetlenerek üstten baktı. Ufak gülüşü büyük bir kahkahaya dönüşmesiyle gözleri anında kana bulanmış yüzünde gezindi. Ondan bir kaç santim uzun olduğu için yanında küçük kalmıştı. Hem boy hem de cüse olarak ondan büyüktü. Tek eli ile iki yakasından da kavradı. Dişleri şimdiden kan olan adam şen bir kahkaha daha patlatırken Kaya karşısındaki adamın ne kadar psikopat olduğunu bir kez daha izledi. Arsızdı.
Gözünün seğirdiğini hissetti. Çolak güldükçe Kaya'nın gözleri seğirdi. Her bir kası gerginken içinden onu öldürmek geliyordu. Mahir ve Furkan onun arkasında kalmış kapıyı kolaçan ediyorlardı. Aynı zamanda da oldukları yerden sırtı gerim gerim gerilen adamı ve ona karşı gülerek dik dik bakan adamı da izliyorlardı.
Çolak kehribar gözlerini Kaya'ya dikerek fısıldadı. "Neden burdasın bilmiyorum ama bir şeyi çok merak ediyorum eski asker? "
Kaya'nın kaşları çatık gözleri ise kapkara olmuştu. İki kaşının ortasındaki çukur kendini ele verirken alnının sol tarafında bulunan damarı atmaya başlamıştı. Sadece o da değil aynı zamanda boğazındaki damarlar da kendini ele verip atarken dudakları sinirden kenetlendirdiği dişleri ile hafif büzüşmüştü. Şuan olduğu yerde bütün vücudunun gerildiğini ve kasıldığını hissediyordu.
Çolak güldü. "Sana geldi. " diyerek gözlerini kıstı. Gülen yüzü şekil değiştirirken artık sinirle bakıyordu. "Benim. Karım. Sana. Geldi. " diyerek tane tane konuştu. Sinirliydi. Bu sol gözünün altının seğirmesinden anlaşılıyordu. Ancak şuan Kaya'dan başka kimse onun kadar sinirli olamazdı.
Kaya, Çolak'ın karım lafıyla bu defa yakasını bırakıp tek eli ile boğazına asıldı ve hafif yukarı kaldırdı. Bu hareketiyle Çolak ayak parmaklarının uçlarına çıkarken iki eli Kaya'nın büyük olan tek elini sarmıştı.
Kaya aynı kasılmış suratı ile onu izlemeye devam ederken, "Devam et. " diyerek biraz daha havalandırdı. Böylece kasları uyguladığı güçle belirginleşirken lacivert gömleği de onun beraberinde gelmişti. Neredeyse yırtılacak gibi duran gömleği umursamadan çıtayı bir tık daha arttırdı ve hemen hemen aynı boya gelmelerini sağladı. Buna rağmen hala kısa kalan Çolak nefes almaya çalışarak devam etti. Kaya henüz güç uygulamamıştı ancak bu kadarcık güç bile sanki Çolak'a fazla gelmiş gibiydi.
"Me... Merak. Ediyorum. " diyerek devam etti. Gözleri şeytanca parlarken, "Benden sonra sana, " dedi ancak nefesi yetmeden başını tavana doğru kaldırarak az da olsa nefes aldı. "Ke... Kendini do... Dokundurttu mu sana? "
Kaya bir anda tek tük de olsa duyduğu soru ile duraksadı. Kalakalması ile ensesinden omurgasına doğru soğuk bir dalga ilerlediğini hissetti. Beyninin yandığı hissederken kışın ortasında bir anda terlediğini hatta ateşlerde yandığını hissetti. Gözlerinin koyuluğu geçen her dakikada daha da değişirken içindeki güç dalgasının dışarı vurmasına izin verdi.
Boğazından tuttuğu adamı yanında duran duvara öyle dert bir şekilde çarptı ki Mahir yüzünü buruştururken Furkan derin bir oh çekmişti. Duvara çarpan kafası ile haykıran Çolak merdivenlerinin birinci basmadığına kapaklandı. Kaya ise hızını daha alamadan Çolak'ın ensesinden tutarak yüzünü üst üste duvara çarptı.
Her vuruşunda kendi de bağırırken diz çöktü. Tıpkı bir daktilo gibi her sözünde vurmaya devam etti. "O." dedi ve vurdu. "Senin, " dedi ve tekrar vurdu. "Hiçbir zaman! " diyerek daha sert vurdu. "Karın!" dedi ve daha da sert vurdu. "OLMADI LAN!" diyerek bu defa bir kaç defa daha vurdu.
Çolak artık sersemlerken son vuruşunda burnunun ikinci kez kırıldığını daha çok akan kandan anlamıştı. Yüzünü her vurduğun da odayı dolduran ikinci kırılan kemik sesiyle bu defa kolundan tuttuğu gibi Çolak piçini odanın diğer tarafına fırlattı.
Rahatlamıyordu.
Çolak olduğu yerde öksürüklere boğularak yüz üstü yattığı yerde dönmeye çalıştı. Kaya adım adım yaklaşarak ayağını ensesinim tam üstüne konumlayarak bastırdı ve böylece kalkmasını engelledi. Diğer yandan yanında sallanan silahını beline takıp kollarını toplarken Furkan'a kısa bir bakış attı. "Işıkları ve perdeleri kapatın! "
Furkan anlamasa da aldığı emir ile Mahir'le beraber anında uygulamaya geçtiler. Önce siyah perdeler kapandı. Çolak yattığı yerden ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kaya son perdeyi çeken Furkan'a, "Orası açık kalsın! " dedi. Tam da karşılarındaki perde açık kalmıştı. Adamları kapanan perdelerle cam kapının önünde ve açık olan perdenin camına doluşmuşlardı. Mahir ışıkların bağlantılı olduğu duvardaki anahtarın yanında dururken aynı zamanda silahını kapıya doğrultmuş ettiği tehtidin hala geçerli olduğunu işaret ediyordu.
Furkan geri eski yerini alırken iki silahını da belinden çıkararak kapıya doğru tuttu. Daha ışık açıkken işaret ettiği silahlarla kapandığı an eğer kapıya ateş edip içeri dalarlarsa ateş edeceğinin garantisini veriyordu. Sıkıyorsa girsinlerdi.
Kaya ayağını Çolak piçinin ensesinden çekerek iki eliyle pantolonunu yukarı çekiştirip yere diz çöktü. Aynı zamanda da burnunu çekerek ona doğru başını çevirmeye çalışan adamın ensesine asıldı. Tutarak yukarı çekip göz teması kurmasını sağladı. Karanlık bakışları parlayan sarı gözlerle karşılaşırken siyah daha ağır bastı. Lacivert olan gözler iyice siyahlaşmış bir şekilde karşısındaki adamın kehribar gözlerine aktı. Renkler iyice birbirine girerken siyah adeta sarıyı içine çekerek yok etti.
Işıklar birden kesilmesiyle iki adam birbirlerine bakmaya devam etti. "Köpeklerin dışarıda. " diyerek başını omzuna doğru eğdi Kaya.
"Evinin etrafını saran adam sayısı tam tamına iki yüz kişi. Seninkinin dört katı. Kapana kısıldın. Etrafın sarılı. Ecelin karşında. " dedi. Tek tek sıraladığı her cümlesiyle Çolak dişlerini sıktı. "Şimdi napıcaksın Karavir?" İki gözünü de kısarak ellerinin arasına aldığı adama baktı.
Ensesini bırakarak ayağa kalkmadan çevik bir hareketle kendini ileri sürdü. Tek bir hareketle sağ ayağını Çolak'ın diğer tarafına attı. Çolak'ın sağ kolunu ise tuttuğu gibi çevirerek sırtında etkisiz hale getirdi. Şuan sırtına oturur bir pozisyondaydı ancak oturmuyordu. Daha çok diz çöküyor gibiydi. Sırtına sabitlediği kolunu olduğu yere daha da bastırdı, diğer eli ile eğilmiş olan başını dikleştirmek için boğazına sardı. Başını da geriye doğru çekmek için boğazına iyice asılmasıyla kulağına eğilerek fısıldadı. "Söylesene, şimdiki planın ne? "
Kaya'nın sessiz ölümcül fısıltısıyla Çolak'ın boğazından sert bir hırıltı duyuldu. "Yaşadığım sürece..." dedi Çolak yattığı yerde dişlerini sıkıp inleyerek. "Aslında ne kadar zeki bir adam olduğumu anlayacaksın Karahanlı! "
Kaya hemen üstünde başını omzuna eğerek yukarıdan acı çeken yüzüne baktı. "Açıkla!"
Çolak acılar içinde kitlenmiş bir şekilde de olsa gülemeden edemedi. "Şuan beni kapana kısılmış sanıyorsun, " diyerek nefes almaya çalıştı. "Sanmaya devam et küçük Karahanlı çünkü zamanı geldiğinde yüz ifadeni izlemek için orada olacağım! "
Kaya söylediği hiçbir söze kulak asmadan boynunu biraz daha sıktı ve başını yukarı kaldırdı. "Bir daha benim karımın adını ağızına almayacaksın. " diyerek kulağının dibinde konuşmaya başladı. Söyledikleri onun için anlamsızdı. Çünkü buradan çıktıklarında tüm o söylediklerini gerçekleştirebilmek için önce elinden kurtulması gerekti. Sinirli bakışlarını tekrar karşı duvara çevirdi ve orada oyalanmaya devam etti. "Bir daha benim karıma, karım demeyeceksin! "
Dudaklarını daha çok yaklaştırarak, "Haa," dedi. "En önemlisi de ona bundan sonra dokunamayacaksın."
Gözlerini yumdu ve kısa bir süre sonra tekrar açtı. "Eğer saydığım bu üç şeyi tekrar yapmaya kalkışırsan ne olur biliyor musun? " diyerek içinden saydı ve üzerine baskı kurduğu kolun üzerine iyice basarak ağırlığı verdi. Çolak'ın hızlı hızlı aldığı nefes alış verişi hızlanırken sarı gözleri korkuyla etrafta dolanmaya başlamıştı.Tahmin ettiği şeyi yapmazdı, değil mi? Evini basacağını tahmin ediyordu ancak bu kadar güçlü olabiliceğini ve bu kadar fazla adamla gelebileceğini hesaba katmamıştı.
"Seni her avucuma aldığımda böyle kıstırırım, " diyerek sakince konuştu önce, ardından bağırarak koluna iyice baskı uygulayıp yukarı doğru sertçe çekmesiyle ekledi. "Sonrada seni olduğun yerde parçalara ayırırım! "diye haykırarak kolunu tek seferde kırdı. Dirsekte ve omzunda birbirinden ayrılan kemiklerle Çolak olduğu yerde ağızını kocaman açarak malikaneyi üç kere tekrar ve tekrar ineletecek şekilde haykırdı. Dışarıdaki adamlar bile kırılan kemiklerin sesini duyarken patronlarının haykırışı tüm bahçeyi sardı.
Çolak ağlarcasına bağırmaya devam ederken Kaya üzerinden kalkı ve ayağıyla itekledi. Bu defa sırt üstü dönen adam arkasında ve altında kalan koluyla daha çok bağırdı, Kaya umursamadı. Acıdan dolayı kırılan kolunu hareket ettiremiyordu.
Mahir rahat rahat kenarda, iki eli de arkasınsa birleştirmiş bir şekilde silahını sallaya sallaya dururken karanlığın tam ortasında duran, ışığın ise yansıdığı tek adamı izledi. İntikamını alıyordu. Bu sadece bir başlangıçta olsa en ağır şekilde çoktan almaya başlamıştı. Furkan ise hala iki silahı kapıya doğu tutmuş olan biteni izliyordu.
"Karım konusunda şuanlık anlaştığımızı varsayıyorum. " diyerek cebinden bir çakı çıkardı. Üzerinde kendi imzası olduğu özel tararım olan ve oldukça keskin olan o bıçağı. Çakının çıkıntısına basarak açtı. Ortamın sessizliği ile duyulan çakının kılik sesiyle Çolak tamamen sessizleşti. "Nasıl olsa seninle hesaplaşmamız gereken ve senden almam gereken koskoca bir altı yıl var. "
Sözleriyle tekrar yere diz çöktü. Bir kolunu dizine yaslayarak yerde yatan adama baktı.
"Seni geberticem! " diyerek inledi. Kaya yüzüne savrulan tükürükleri umursamadı.
Bunun yerine diğer elini uzatarak ıslak karnına baskı uyguladı. Dikişleri patlamış olamalıydı ki karnı kanla kaplıydı. Karnına uyguladığı baskı ile kolu daha da altında ezildi. Haykışı sessiz malikaneyi tekrar doldururken Kaya susmadı. "Yerinde olsaydım bu dediğini hemen yapardım, Karavir. Fazlasıyla geç kaldın. Çünkü bir dahaki sefere ancak elimden kurtulabilirsen bu dediğini gerçekleştirebilirsin. " dedi.
"Ancak sen yinede elimden kurtulabilirsen bu dediğini hemen yap." dedi ve başını saklayarak eğdi. Keskin sesi ile adeta açık açık tehtid etti. "Çünkü sen yapmazsan altı yıl, altı ay, altı gün veya tam altı dakika sonra bu dediklerini ben sana yapacağım. "
Yüzünü yakınlaştırarak bir dakika bile gözlerini ondan ayırmayan adama baktı. "Altı yılı senin için altı aya indireceğim. Karımın yıllardır çektiği acılar için az bir süreç, " diyerek başını iki yana salladı. "Ancak senin gibi bir piç ile tam tamına altı yılı tekrar harcayarak hayatı aileme zehir etmek istemiyorum. Altı ay, "
"Tam altı ay boyunca sana hiç yaşamadığın şeyler yaşatacağım. Andım olsun. Allah şahidimdir ki her günün iki yıl gibi gelecek. Bir günün iki yıl gibi gelecek fakat asla geçmeyecek. Her gün kan kuscaksın, her gün yalvaracaksın." diyerek tekrar karnına baskı uyguladı. Çolak'ın diğer eli durdurmak için hareketlendi ancak ayağını hemen üzerine bastırarak onu da engelledi. "Benden, kızımdan ve sevdiğim kadından çaldığın o altı yılı sana katlayarak sunacağım piç kurusu! "
"Sen ve Orhan Alkım. " diyerek durdu. "Hayatı ikinizede zehir edeceğim. "
Elindeki bıçağı dirseğini dayadığı dizinden yüzüne doğru bir kaç tur seri bir şekilde çevirdi. İçindeki vicdan ve merhametin yüzüne toprak atmıştı. Ortada ise sadece koca bir kin, nefret ve intikam peydahlanmıştı. "Şimdi." diyerek derin bir nefes aldı.
"Sıra geldi başka bir konuya. " diyerek ayağa kalktı. Çolak acılar içinde hızlı hızlı nefesler alarak kafasını yerden kaldırdı. Ne yapmaya çalıştığını merak ediyordu ancak bir türlü anlayamıyordu. Neden karanlıkta tüm bunları yaptığını neden perdeleri kapattırdığını bile anlamıyordu. Ta ki Kaya, hızlı bir şekilde tekrar üzerine oturup bir anda bıçağı kalbine seri bir şekilde saplayana kadar. Anında nefessiz kalarak gözleri kocaman oldu. Gerçekten yapmıştı. Bıçağı kalbine saplamıştı.
Kaya nefes nefes kalmış bir şekilde dibinde onu izlerken Çolak nefes alamadığını hissediyordu. İşte bunu asla beklemiyordu. Bir anda kalbine bıçağı yemesini beklemiyordu. Üzerinde olan adamla kolu daha da acıyordu ancak daha mühim olan bir şey varsa o da göğüsünü delip geçen keskin çakıydı. "Bu atmosfer bir yerlerden tanıdık geldi mi piç kurusu? "
Sakinliği ile Furkan artık korkmaya başlarken Mahir alışık olduğu durumu zevkle izledi. Dışarıdaki adamlar ne olduğunu tam detaylı göremedikleri için adeta cama yapışmışlardı.
Dün geceki karanlık oda ve küçük kız gözlerinin önünde canlanmasıyla bedenindeki acıya rağmen derin bir nefes almaya çalıştı. Dudakları kocaman aralanırken gözleri sonuna kadar aralandı. Kaya başını yavaşça sallayarak onayladı. "Tabiki... " diyerek bıçağı hafif hareket ettirdi. Sağ eli kana bulanırken devam etti. "Daha dün gece yaşanan bir olay o kadar uzak olmamalı sana. "
Bedenindeki çakı biraz daha oynatılırken acı çok fazla gelmeye başladı. Artık katlanılmaz bir raddeye gelmişti. "Benim kızımı hangi hakla kullanırsın lan sen? " diyerek diğer eli ile çenesine asıldı. "Hangi hakla pis oyunlarına, gücünün yettiği sandığın küçücük bir kız çocuğunu alet edersin? "
Çolak hiçbir şey diyemeden başını iki yana sallamak istedi. "Karım ve kızım artık yalnız değil. " diyerek sessiz erkeksi sesi tekrar havayı kapladı. "Bundan sonra etraflarında bir duvar göreceksin. Nerede olurlarsa olsunlar. "
Kaya çok fazla akan kana baktı. Bir çok görevinden dolayı karalıkla aralarında fazladan bir bağ vardı. Bu yüzden az çok görüş açısı her koşulda net olabiliyordu. "Furkan! " diyerek ayağa kalktı. Çakısı hala olduğu konumu korurken ona seslenen kardeşine doğru baktı. Yere kan damlayan sağ elinin parmaklarına bakarak, "Söyle şirkete, haber ver yer altındaki reviri hazırlasınlar. Bir kaç tane de doktor ayarla. " dedi.
Ellerini pantolonunda silerek tekrar yere çömeldi. Yaşlarla dolu ve boş gözlerle ona bakan adama baktı, ağızı bir balık gibi açılmış nefes almaya çalışıyordu. "Bir santim. " diyerek baktı gözlerine. "Sadece bir santim ıskaladım o kirli kalbinden. "
Çenesi seğirirken başını omzuna doğru yasladı. "Seninle henüz işim bitmedi. "
"Ölmeyeceksin Karavir, " son kez başını iki yana sallayarak ekledi. "Yaşayacağın pek söylenmez fakat asla ölmeyeceksin."
Tekrar doğrulmasıyla ışıklar yandı. Yerde etrafını saran koca bir kan göleti vardı. Nefes alıp titreyen Çolak'ı gören camdaki adamlar silahlarına davranarak, "Burdan çıkamazsınız! " diyerek bağırdılar, oysa arkalarında koca ordudan haberleri vardı.
"Öyle mi? " dedi Kaya.
Bir kaç perde açıldı ön cepheden. Arada cam olacak şekilde karşı karşıya durdular.
Mahir kahkaha atarak silahını kapıya doğrulttu. "Nasıl çıkamayacakmışız buradan? Bir anlatsanıza? " Kaya ona ters bir bakışları attı. Mahir, Kaya'nın bakışına karşı dudak büktü. "Devrem valla merak ya. "
"Sen polis değil misin?! " diye bağırdı karşı tarafın adamlarından biri.
"Yoo! " dedi Mahir eğlenir bir şekilde.
"Görevini yapsana be adam! Önünde cinayet işleniyor nasıl susarsın?! "
"İzin günüm bugün. " diyerek saçlarını karıştırdı Mahir. "Seni ve senin o yanındaki köpekleri sıfır delille bir polis memuruna silah çekmenden dolayı içeri almıyorsam kapa çeneni! "
"Abi çıkıyor muyuz? "
Furkan'ın sorusuyla Kaya başını salladı. "Evet yangaz. İçeri bir kaç adam gelsin. Alsın şunu." diyerek Çolak'ı işaret etti. Bu sözlerinden sonra daha da bişey demedi çünkü nereye götüreceklerini zaten biliyorlardı. Kapıya doğru adımlamasıyla kırmızı bir lazer önce gözüne değdi ardından kalbine inerek durdu.
Mahir, Kaya'nın kalbine bakarak sertçe yutkundu. Demek bu yüzden buradan çıkamayacaklarını söylüyorlardı. Mahir ve Kaya göz göze gelmesiyle işaret verdi. Tetikçiler vardı. Ancak sadece onlarda değildi. Binalar her ne kadar bir tık daha uzakta kalsada onlar her zaman en tepedeydiler.
Mahir elini yukarı kaldırarak okey işaretini bir süre yukarıda tuttu. Ardından baş parmağını aşağı indirmesiyle anında dışarıda bir karmaşa oluştu ve bir süre sonra kırmızı lazer yok oldu. Kapıyı açıp dışarı çıktıklarında adamların kendi adamlarının arasına sıkıştını ve her birinin kalbinde lazer olduğunu gördü. Tehdide karşılık tehdit ettiği için tetikçiler geri çekilmişti.
Mahir daha demin ona laf atana adama bakarak gözleriyle kameraları işaret etti. "Bak."
Adam adeta hırlayarak, "Üzerinde logo var! " dedi.
Mahir güldü. "İyide ben körüm. " diyerek adamla göz temasını bozmadan kapıdaki iki kamerayı vurdu. Adam şaşkınlıkla ona bakarken Mahir kaşlarını çattı. "Dur bakayım içerde'de var mı?"
İçeri girdikten bir kaç saniye sonra ardı ardına bir kaç el ateş sesi yükseldi. Geri çıktığında silahını omuz kılıfına yerleştirdi ve ellerini birbirine çarparak temizledi. "İşte bu kadar. "
Furkan adamlara içeriyi işaret etmesiyle ortamı bir kadın sesi doldurdu. "Çolak! "
Ahu'nun sesi her yeri doldururken Kaya'nın kaşları çatıldı. Eve doğru dönük olduğu için arkasında olup bitenden haberi yoktu kasım kasım kasılan sırtı ile hızla dönerek onlara doğru gelen kadına baktı. Siyah saçları hızlı gelişiyle yanlarında dalgalanırken çenesi kasılmış gözleri ise kızarmıştı.
Kaya ona doğru ilerleyerek kollarından yakaladı. Diğer tarafa geçmesine izin vermeden önüne çekerek bedenini kontrol etti. İyiydi. "Senin ne işin var burda? "
Ahu cevap vermedi. Gözleri tek bir yere sabitti. "Bırak! " diyerek devam etmek istedi ancak onu tutan adam bırakmıyordu.
"Ahu cevap ver, ne işin var burda?" diyerek sabırla sordu.
Ahu, Kaya'yı iterek geri çekildi. "Nerde o! "
"Bacum? " Kemal Karahanlı hemen arkalarında Kaya'ya baktı. "On dakikadur burda tutmaya çalişaydum, durmadu."
Kaya tekrar Ahu'ya döndü. "Ahu... "
"Kaya nerde o! " diye öyle bir bağırdı ki göğ inledi. Kaya kadının kararan bakışlarına baktı. Tam o esnada kapıdan peçenin üzerinde çıkan adamı gördü. Gözleri seğirirken sertçe yutkundu. Yandan Kaya'ya baktı. "Öldü mü? " Fısıltısı ile Kaya derin bir iç çekti. Öldü derse rahatlayacaksa ve duracaksa hemen çekip sıkardı kafasına sorun değildi. Ancak sorun şuydu ki henüz hayattaydı.
Başını iki yana salladı yavaşça. Ahu başını eğerek önce arkasını döndü ardından bir kaç adım atarak durdu. Tam önünde bir kaç adım uzağında onu buraya getiren Burak vardı. Çaprazında Kemal Karahanlı, hemen arkasınsa peçedeki adama bakmak için dönen Kaya. Sadece saniyeler oynadı. Sadece bir kaç saniye.
Bir adamı zapdetmeye çalışan adamın beline baktı. Takım elbiseninin altından silahın kabzası belli oluyordu. Kızarmış gözleri son kez etrafta oyalandı. Ardından iki adım yana doğru atarak ağır silahı kaptığı gibi kemerden çekerek önüne döndü. Belindeki silahın çekilişini hisseden adam tam arkasını dönmüştü ki karşı adamdan darbe yemesiyle savruldu. Diğerde adam müdahale ederken Burak gördükleriyle, "Abii! " diyerek bağırdı.
Ahu tetiği zorda olsa tekte çekerek kalbinde çakı ile peçeden bagaja konulacak adamın kafasına doğru doğrulttu.
Mahir şok içinde,"Oha yenge! " diye bağırırken Kemal şaşkınlıkla kadına bakakalmıştı.
Parmağı tetiğin üzerine tam baskı uygulamıştıki ona doğru tıpkı bir vampir hızında koşarak gelen adamı gördü. Beline sarılan kol ve silahlı elini saran büyük sıcak bir el ile aynı anda havaya doğru kalkarken silah patladı. Kurşun gökyüzünü delip geçerken Kaya kadını göğsüne bastı.
"Bırak beni Kaya! " dedi kadın haykırarak ağlarken. "Bırak beni! Yıllardır çabaladım ben, o şerefsiz tek gecede yok etti bütün çabamı! Bırak! "
Ahu silahı adamın elinin arasından çekiştirmeye devam ederken Kaya tek seferde çekip yere attı. Ahu hıçkırarak ağlarken silaha atılmaya çalıştı. Kaya önce kadının yüzünü ellerinin arasına almaya çalıştı ancak işe yaramayınca sinir krizi geçiren kolları arasındaki kadını tek seferde omzuna atarak yürümeye başladı.
Sırtını yumruklayan etkisiz küçük ellerle amcasına kısa bir bakış atarak arabasına ilerledi. Bu bakış burası sizde, bakışıydı. Yapması gerekeni şimdilik yapmıştı. İçi azda olsa soğmuştu.
"Bırak beni! Yaşamamalı o, bırak! "
"Bırakıcam ama öncelikle şurdan bir çıkıcaz. " diyerek salınarak yürümeye devam etti. Kadın baş aşağı bir şekilde sallanmaya devam ederken uzun siyah saçları gecenin karanlığıyla adamın sırtından aşağı akmıştı. Saçlarının arasından bakmaya çalıştı ancak baldırında ve bacağında hissettiği ellerle kendini serbest bıraktı.
...
YARIM SAAT ÖNCE...
Kadın oturduğu hastane koltuğunda sıkıntı içinde öne eğilerek dirseklerini dizlerine yasladı. Gerçekten çıldırıcak gibi hissederken baş parmağının tırnağını dişlemeye devam etti.
Bir el sırtını okşamaya başlarken omzunun üzerinden elin sahibine kısa bir bakış attı. Ayşe Karahanlı, Gülhan'a hüzünlü kısa bir bakış yollayarak tekrar ona bakan kadına döndü. Gülhan nefesini vererek Ayşe ile aralarında oturan kadının omzuna elini yasladı. "Kurbanın olayım bir rahatla. Bak girdi doktor içeri. " daha da yaklaşarak alnını kardeşi bildiği kızın kafasına yasladı. "O iyi olacak. "
"İnşallah abla. " dedi Ahu gözlerini kapıdan asla ayırmadan. "Onun iyi olmasına ihtiyacım var. O iyi olmazsa bende olamam. "
"Olacak." dedi Ayşe kararlı sesiyle. Gülhan'a tekrar kısa bir bakış attı. "Göreceksun, kalkacak ayağa. Koşacak yine tarafta tarzan gibu."
Ahu derin bir nefes vermesiyle omzuları sarsıldı. Kaya'nın bile nereye gittiğini bilmiyordu. Bu bilinmezlik bile kalbini deşerken bir nefes daha koyuverdi. Kızının uyanmasını beklemeden gitmişti. Kalbinin kırıldığını hissetti.
Ne olabilirdi ki bu kadar önemli olan?
Neresi olabilirdi ki kızının yanından ayrılıp daha uyanmasını bile beklemeden gitmesi gereken yer?
Yüreğinin yangınıyla tekrar bir nefes vermesiyle Ahuzar'ın odasının kapısı açıldı. Yaşlı doktor içeriden boğazını temizleyerek çıkarken gözleri etrafı dolanıyordu.
Ahu çoktan Doktor'un önünde durmuş ondan güzel haberleri beklerken doktor gözlüklerini çıkardı. "Genç beyfendi yok mu?"
Ahu kaşlarını çatarken Doktor'un korkulu gözlerine bakmaya devam etti. Ayşe hemen Ahu'nun yanında çantasının kollarını düzelterek tutarken Burak'a baktı. "Kim? " diye sordu. Ardından Ahu'ya ve Gülhan'a kısa bir bakış atarak, "Kaya mu? "
Doktor'un beti benzi atarken koridorun başında bir güvenlik şefi göründü. Yaşlı adam derin bir nefes alırken Ahu gözlerini kıstı. "O burda değil. " diyerek gelen güvenliğe kkıa bir bakış attı. "Sadece ani bir kriz geçirdiği için sizi yanlış anladı o kadar. Korkmanızı gerektirecek bir şey yok. "
Diğerleri olayın ne olduğunu anlamazken doktor sonunda rahat bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Kızınız uyandı."
Doktor'un sözleriyle Ahu gözlerini yumarak derin bir nefes alırken Ayşe ellerini mevlaya açarak birkaç bişey söyledi ve yüzüne mesh etti. Gülhan gülerek elini hemen Ahu'nun diğer omzuna atarak yandan sarılırken Burak hemen bir kaç adım arkada elleri arkasında şekilde kocaman gülümsedi.
"İlacın etkisi geçti ve kısa bir süreliğine uyandı. " dedi Doktor da aynı şekilde gülümseyerek. "Ancak tekrar uykuya daldı ve bu normal bir uyku. İsterseniz içeri girdiğinizde onu tekrar uyandırabilirsiniz. Verdiğimiz serum ona biraz ağır geldiği için vücudunu rahatlatıp uykusunu getirmiş olmalı. "
Doktor'un biten sözleriyle Ahu ellerini birleştirip burnuna dayadı. "Görebilir miyim yani? "
Doktor ellerini arkasında birleştirerek gözleriyle onayladı. "Evet." dedi ve yanlarından ayrılarak hızla koridordan kayboldu.
Ahu yutkunarak kapıya baktı. "Hadi git. " dedi sağındaki kadın. Bu Gülhan ablasıydı. "Git kavuş yavruna, daha ne beklisın? " Bu sesde hemen solunda duran Ayşe ablasına aitti.
Ahu dolan gözleriyle hızla başını sallayarak onayladı ve odanın kapısına ilerleyerek yavaşça açtı. Bedenini içeri iterek kapıyı yavaşça arkasından örttü.
Hastane yatağında yatan kızını görmesiyle gözlerinin dolmasına engel olamadı. Musluk gibi akan yaşlarıyla kızının yanına doğru ilerledi. Tam bir gündür burdalardı ve şu bir gün onun için yıllar gibi geçmişti.
Yatağın yanında diz çökerek kızının minik elini avuçlarına aldı. Ilık nefesi Ahuzar'ın tenini okşarken defalarca öpücük kondurdu. Kıyamadığı tene dökülen her bir göz yaşını öperek tekrar dudaklarına mühürledi.
Öpücüklerinin ardından yanağını kızının eline dayadı. "Annecim... " diyerek fısıldadı. "Ben geldim. "
Ahuzar ses çıkarmadı. Aynı şekilde yüzü annesine dönük bir biçimde uyumaya devam etti. "Hadi kızım, uyan. Annen geldi."
Gözlerini sıkıca yumarak göz yaşlarının tekrar akmasına sebeb oldu. Yutkunarak tekrar dudaklarını araladı. "Baban da yolda. " diyerek yalan söyledi. "Gelicek."
Kızın gözleri hafiften kıpırdadı. Ahu'nun dudakları yukarı doğru kıvrıldı. "Ahuzar."
Ahuzar gözlerini yavaşça aralayacak karşısındaki kadına bulanık bir şekilde baktı. Önce yüzünü tam seçemedi. Hatta yüzünü önce Çolak olarak gördü. Kalbi duracak gibi oldu. Sonra annesini görür gibi oldu. Kendine dün gece babasının sesini duyduğu gibi bunu da hayal ürünü sandı. Ancak gözlerindeki bulanıklık netleştikçe aslında gerçekten annesi olduğunu anlamıştı.
Gerçekten annesiydi. "Anne... " diye fısıldadı dudakları.
Ahu yanağını kızının elinden çekerek ağlarken kocaman gülümsedi. "Söyle annecim? "
Ahuzar'ın sağ gözünden şakağına doğru bir damla yaş süzüldü. "Sensin."
"Benim ya. " dedi doğrulayarak. Tekrar ve tekrar okşadı baş parmağı kızının elinin tersini. "Burdayım. "
"Babam? " dedi Ahuzar. "Babam nerde? "
Ahu duruldu. Yutkundu önce, ardından gülümsemesini sürdürerek, "Yolda geliyor. Senin için ilaç almaya gitti. " diyerek ufak pembe bir yalan söyledi.
Ahuzar gülümsedi. Eskisi gibi değil gibiydi ama gülümsedi. Küçük dişleri göründü. "Daha önce sana ilaç aldığı gibi..." Annesinin anlamaz bakışlarını gördü. "Sen hastalandığında senin için de ilaç almaya gitmişti, Ayşe yengem öyle söylemişti."
Ahu'nun yüzünde hüzünlü bir bakış gölgelenirken Ahuzar'ın gülümseyen dudakları titreyerek düz bir çizgi halini aldı. "Ben çok korktum. " dedi. Ahu onu başını omzuna eğerek dinlerken kızının gözlerine baktı. "Yıllar sonra merak ettiğim şeyi öğrendim. Annemin yıllardır nasıl bir canvarla dört duvar arasında yaşadığını gördüm. Öğrendim."
Asla bir çocuğun söylememesi gereken sözlerle Ahu'nun bedeni taş kesildi. Yatağın yanında kalakalırken gözlerinin önünde hiç olamayacak sahneler canlandı. İşkence. Kan. Acı. Yalvarışlar. İniltiler. Acı çığlıklar ve karanlık.
Ahu olduğu yerde titrerken bir anda irkilerek oturduğu yerden kalktı. Çıldıracağını his edercesine eğilerek kızının yanaklarını avuçlarına aldı. "Bana söyle. " derken sesi ttirekti. "Bana söyle, naptı? "
Ahu kızının korku dolu yüzüne bakarken adeta yalvarırcasına başını eğdi. "Ahuzar susma! Naptı sana dedim! Nasıl öğrendin, ne öğrendin? "
Ahuzar dudaklarını birbirinden ayrımamaya niyetliyken Ahu hıçkırdı. "Kızım konuşsana, naptı? Ne yaptıda korkuttu seni? Söyle bana yavrum, nasıl yaktı canını? "
Ahuzar korku içinde bağırarak ağlamaya başlarken dün gece aklına geldi. Gözleri odayı dolduran beyaz ampule kayarken daha çok ağladı. "Beni... " dedi ve yurkunamadı. "Beni karanlık bir odada... Öldürmeye... Kalktı, anne. "
Ahu kızının üzerine eğilmiş bir şekilde dururken iki gözünden de ikişer tane olacak şekilde göz yaşları kendi kızının yüzüne akarak yol aldı.
Beni... Karanlık bir odada... Öldürmeye... Kalktı... Anne...
Yavaşça olduğu yerde doğrulurken omurgasından aşağı doğru soğuk bir his indi. Elleri buz gibi olurken ölümün varlığını yanında dibinde hissetti. Sadece bir nefes kadar yakınında var etti.
Yutkunarak dişlerini birbirine kenetlerken iki elinin tersiyle sağ ve sol olacak şekilde göz yaşlarını sildi. Tekrar kızına doğru eğilirken onunda göz yaşlarını sildi. "Anne." dedi Ahuzar annesine bakarak. "Lütfen... "
Ahu kıznın iki yanağınıda öperek arkasını döndüğünde Ahuzar annesinin arkasından kalkmaya çalışarak bağırmıştı. "Katil olma! " Ahu eli kapının kolunda kalacak şekilde havada asılı kalırken durdu. "Ben annesiz kalmak için henüz çok küçüğüm. Bunu bana yapma! "
"Yapma."
Tekrar geri dönerek kızını tek seferde kucakladı. Serumunu çektikleri için hiçbir sorun yaşamamıştı. Kızını bir süre öpüp koklayarak sarılı kaldı. "Hayır annecim. " diyerek tekrar öptü. "Sadece sana su ve yemek getirmek için gidiyordum."
Ahuzar'ı kendinden çekerek yüzüne baktı. Bir eli ile yüzünü severek fısıldadı. "Şimdi sana su ve yemek getirmek için gideceğim. Tamam mı? "
Ahuzar başını sallayarak annesine güvenmeyi seçti. Ahu kızını tekrar yatağa bırakarak ayaklandı. Kapıdan çıktığında iki ablasına da gülümseyerek baktı ve içeriyi işaret etti. "Siz yanında olsanız, bende ona yiyecek bir şeyler getirsem? "
İki kadında mutlulukla başını sallayarak içeri girdi. Ahu içeri giren kadınlarla özüne dönerken Burak'a doğru hızla ilerledi.
"Beni tekrar o malikaneye götür! " Burak oyun oynadığı telefondan başını kaldırdığı gibi yengesinin öfkeli bakışlarını yakaladı.
Hastane koltuğundan ayaklanarak şaşkınlıkla başını iki yana salladı. "Olmaz yenge. Hele ki daha... "
"Yangaz! " dedi Ahu sinirle. "Sen mi yanımda olursun yoksa ben bir yolunu bulayım mı? "
Burak sesli bir şekilde yutkundu. İçinden boku yediğini garantilerken yengesine yolu gösterdi.
Abisi net bu sefer sıçıcaktı ağızına. Hatta götünün diğer yanağına da o sıkacaktı.
Hadi hayırlısı...
...
MİRA AHU ALKIM...
Yavaşlayarak duran araba ile hiç kıbırdamadan karşıya bakmayı sürdürdüm. Arabanın kontağı kapandı. Yanımdaki adam bir süre yüzüme bakmış beni uzun uzun izlemiş hemen sonra ise emniyet kemerini açarak arabadan inmişti.
İçimde bir yerlerde bir eksiklik hissediyordum ve bu eksiklik beni tüketiyormuş gibiydi.
Ben onu gerçekten vurucaktım.
Kalbinde bir bıçak görmek beni olduğunca şaşırtmıştı ancak kalbimin acısına yangınına karşı yetmemişti. Rahatlarmamış, ateşime su dökerek söndürmemişti.
Hâlâ olduğu gibiydi. Yanıyordu içim. Hemde cayır cayır...
Kendi kapım açıldı. Hala bakışlarım karşımdayken Kaya hemen yanımda kapımı açarak üzerime hafifçe eğilmişti. "Ahu..." fısıltısı ile gözümden bir damla yaş akarak hızla kayboldu.
Kaya'nın kolu önüme bariyer olurken bir çıt sesi geldi. Emniyet kemerini açarak kenara çekmişti. Gözlerimi hafiften kırpıştırarak kolumu emniyet kemerinden çektim. Başımı eğerek yurkunurken önümde bir el belirdi. Büyük kemikli bir el. Avucu silah tutmaktan nasırlaşmış ve yer yer küçükte olsa minik yara izleri vardı.
"Hava alalım mı?" Yumuşak erkeksi mırıltısı ile yutkunarak oturduğum yerde başımı salladım ancak elini tutmadım. Kendi başıma arabadan çıkmaya niyetliydim, taa ki içimdeki bir dürtü beni engelleyene kadar. Evet, onu affetmeyebilirim. Affetmeyeceğim de. Ancak ya yaşamasaydı?
Başımı yavaşça kaldırarak bana bakan koyu lacivertlerine baktım. Bazen acımdan dolayı fazlasıyla acımasız bir kadın olabiliyordum. Ben aslına böyle bir kadın değildim, hiç olmamıştım. Onlar beni bu hale getirdiler. Artık olduğum kadın buydu. Acıya acı ile karşılık veren, tehtide tehtid, çığlığa çığlık ve iyiye iyi.
Eskiden kötüye de iyiye de iyiydim. Bende insanım, her insanın da olduğu gibi benimde bir dur durağım vardı. Bir dolmuşluk bir taşmışlık vardı. Bende doldum. Bıktım ve usandım. Eskiden çevresin de kim neder diye düşüneni de düşünen ben hayatımın tüm kablolarını tek seferde sadece tek bir yere bağladım. Kızıma. Eskiden kendim için düşündüklerimi artık takmıyordum bile. Sadece kızıma karşı kötü olan herkese kötü bir tek onlara tırnaklarımı çıkarıyordum.
Şimdi bile, adım Rize sokaklarında çocuklu ve deli bir kadın olarak anılırken umrumda değil. Ancak iş kızıma gelince benim için çok fazla şey duruyordu. Bugün Ayşe ve Gülhan abla ile tuvaletten çıktığımda iki kadın beni görmüş ve nasıl olduysa tanımışlardı. Konuşma esnasında adım fazlasıyla geçti. Ve ardından kadının kocası olduğunu düşündüğüm şahıs geldi. Kadın ona beni işaret ederek bir kaç şey söylemişti. Adam karısına dönerek kızım hakında babası belli olmayan kız diyerek adlandırmıştı. Aslında bu bir küfürdü ve ben bunu duyduğum gibi neredeyse adama saldıracaktım. Gülhan abla ve Ayşe ablamda duymuştu.
Gülhan ablam beni omzularımdan tutarak koridordan çıkarırken Ayşe ablam arkada kalmış adama laf yetiştirerek onu kendi ailesi ile ilgili bir kaç şey söylüyordu. Tekrar arkama baktığımda adamın ve kadınların yüzü morarmıştı. Üçünüde o koridordan yerin dibine soktuğunu biliyordum çünkü gelişi o kadar özgüvenliydiki koridordan çıkarken dudaklarımda minik bir gülümseme oluşmuştu.
Şimdi ise başımda dikilen adama bakarken şunu düşünüyordum. Ya olmasaydı?
Evet, altı yıl önce beni bırakmış, bana güvenmemiş ve resmen beni terk etmişti. Beni bir şeytanla yalnız bırakmıştı. Altı yılımı zar zor doldururken onunla yaşamaktansa onu öldürüp hapiste yaşamayı diledim. Kızım olmadan önce bazı şeyler bir nebze daha kolaydı. Ona istediğim kadar tehtidler savurabilitordum. Bana vurduğunda karşılık veriyordum. Hatta öldürmek için suikast girişimlerinde bile bulunuyordum.
Ahuzar doğdu ve herşey bir anda tersine döndü. Ben ona direnip kaçmaya çalıştıkça veya onu öldürmeye kalktıkça o daha'da hırslanıyordu. Bir kızm olunca onu bana karşı kulanmaya başlamıştı. Tehditler, ölüm tehditleri.
Arttı. Hep, her gün bir tık daha arttı. Ben olduğum kişiden daha pısırık birine dönüştürmeye çalıştı. Başardıda çünkü bazen olduğum karakterden daha korkak birine dönüşüyordum.
Basıtırılmış kişiliğim ve ben her gün ölen sevdiğim adamın dirilmesi için yalvarıyordum. Ölmeyen ama ölmüş gibi yapan sevdiğim adam.
Her gün dirilmesi için Allah'ıma yalvardığım adam aslında yaşıyordu.
En ağırıda buydu ya.
Bunu hatırlamak bile içimdeki öfkeyi artırırken gözlerim sinirle doldu. Her gün onunla karşılaşmayı diledim. Beni almaya geldiği günlerin hayalini kurdum. İlk günlerim hep pencere önünde onu beklerken geçmişti.
En son uğradığım istismar ve tecavüzle onun öldüğüne kendimi ikna ettim çünkü bana ondan başka birisi dokunmuştu. Bana dokunan el ona ait değildi. Eller de öyle. Asla izin vermeyeceği bir şeyi izin vermişti çünkü ölmüştü. En azından ben inanmıştım.
Haamile olduğumu öğrenerek intihara kalkıştım. Onu da beceremeden aslında çocuğumun Kaya'dan olduğunu öğrendim. Yıllarım daha bir azap içinde geçerken Kaya'yı öldüğü için bile affetmemeye vardım. Beni ve kızını bırakıp gittiği için ona içimden yakınırdım hep.
Ne kadar aciz bir insan olmuştum. Acınasıydım.
Gözlerimi yumarken derin bir nefes aldım. Ve buna rağmen yaşadığını için şükür edecek kadar aptalım. Onun ve babamın yüzünden bu haldeydim belki ancak o, bu durumu düzeltmeye çalışıyor. Göre biliyordum.
Bu durum zaten daha çok canımı yakarken içimde yuva yapanlardan biride ona 'Keşke gerçekten ölseydin Kaya' dememdi.
Ona bunu dolaylı da olsa söylemiştim. Çünkü canım çok yanmıştı ve ben de bana yapılanın aynısı yaparak can yakmak istemiştim.
Yavaşça elimi havalandıracak gibi oldum ancak daha yarı yolda onun büyük avucuna konmadan tekrar kucağıma düştü. Onun elini tuttuğum gün onu gerçekten affettiğim gündür fakat ben o cesareti hala kendimde bulamıyoedum.
Arabadan kendim çıkarak etrafıma baktım. Onun kırgın bakışlarını ensemde his ederken gözlerimi sildim. Etrafı bulanık görüyordum ve havadaki koku bir yerden tanıdık geliyordu. Gözlerimi silmeye bir son verip etrafıma baktım.
Çaylıkların tepesi.
Ağızım açık kalmış bir şekilde boğulurcasına etrafıma baktım. Önce uçuruma baktım. Dipsiz uçsuz karanlık. Bir uçurum.
Kokunun sahibi bizim ektiğimiz, beraber ekip her gün suladığımız Meşe ağacına aitti. Kocaman ağaca doğru dönerek başımı geriye attım ve parlayan gözlerle büyümüş meşeye baktım.
Ne kadar da büyümüştü.
Yutkunurken Kaya'nın sıcaklığını yanımda hissettim. Ona kısa bir bakış attım. Yanımda durarak tıpkı benim gibi yutkunarak ve parlayan gözlerle izledi karşıdaki büyük ağacı.
"Yıllar geçti. " dedi tekrar yutkunarak. Sesi fısıltılı ve kederliydi. "Buna rağmen asla sulamayı kesmedim. Ben yokken bile birini görevlendirip her gün sulamasını söyledim." Bakışları bir anda yana kaydı. Gözlerim bakışlarını takip etti.
Kulübe.
Kendimi ona teslim ettiğim ev. Her kafamız sıkıntılarla dolu olduğunda kaçtığımız ve günümüzü sadece birbirimize adadığımız yer.
Sertçe yutkundum. En büyük yaralardan biride bu kulübeydi. Belkide tek en büyük yara.
Nefes alamadığımı hissederken onun sesi tekrar etrafımı sardı. "Sanki içeride birileri yaşıyormuş gibi her gün temizlendi. " adem elması aşağı yukarı hareket etmeye devam etti. Sanki söylenecek çok söz var ancak konuşamıyormuş gibiydi. Sadece yutkuyordu.
Bakışları yavaşça bana dönerken gözünden bir damla yaş firar etti. Gözleri gözlerimi teslim alırken, "Nerden öğrendin?" diye sordu.
Neyi diye sormadım. Çünkü nasıl bir öfkeyle geldiğimi görmüştü. Kolay kolay sinirlenmezdim ben. Çok fazla damarıma basılması gerekiyordu ve bu olduğunda gözüm hiçbir şeyi görmüyordu.
Başımı tekrar uçuruma çevirirken uzun saçlarım esintiyle önümü kapattı. "Ahuzar söyledi. " diyerek fısıldadım.
Kaya gözlerini bir süre yumarak geri araladı. Karşıma geçerek görüş açımı tamamen kapattı. "Ne söyledi? "
"Duymak istemezsin? " Kaya'nın gözleri kısıldı bir an alayla gülecek gibi oldu ve o an aklıma bir şey dank etti. Ben onu orada beklemiyordum. Burak ile Çolak'ın evine gittiğimizde bir sürü adam vardı ve Kaya içerideydi. Çolak'ın kalbinde bir bıçak saplanmıştı.
Nefesim ciğerlerimi bulamazken parmağımı ona doğru kaldırdım. "Sen... " dedim. "Biliyordun, nerden? Nerden biliyordun? "
Başını hızla iki yana salladı. Eli parmağımı yakalayıp avuçlarına alırken diğer eli yanağımı buldu. "Herşeyi. Herşeyi sor ama asla bana bunu nerden öğrendiğimi sorma. Öğrendim ve gerekeni şuanlık yaptım. "
Gözlerim tekrar dolarken, "Ben yıllardır sakladım onu. " dedim. "Yıllardır o iyi olsun diye, sanki şiddetli bir evde büyümemiş gibi hissettirmek için çok çabaladım. "
Karşımdaki adam yüzüme eğilirken kaşlarının kavisi hüzünle kıvrıldı. "Asla, istemedim. Her tehdide uğradığımda kendimi öne atarak onu uzakta tuttum. Kendim katlandım ama ona dokunulmasına izin vermedim. Şiddet gördüm, makyaj yaptım saklamaya çalıştım. Bana her şiddet uyguladığında özellikle bunu yapacağını hissettiğimde bilerek ses geçirmez diye onun odasına girdim. Eğer kendi odamda olursam ses çıkarmam çok zor olurdu ve benim kızım duyardı. " Hıçkırdım. "Evet biliyordu herşeyi ama en azından gözleriyle açık yaraları görerek veya sesimi duyarak acı çekmesin istedim. Altı yaşında, olurda ileride o iblisten kurtulamam da kızımın içinde bir okul sevdası kalır diye daha küçücük yaşında okuma yazma öğrettim. Ne bildiysem ona anlattım, ona okudum yazdım. "
Bir kez daha hıçkırarak ağlarken yere oturdum. Önce dizlerimi kırarak çömeldim sonra dizlerimi yere değdirerek yere oturdum. Kaya hemen önümde benimle beraber yere oturarak omuzlarımdan kendine doğru çekti. Beni göğüsüne mühürlerken çenesini başımın tepesine yasladı. "Onun yanına her gittiğimde yine bana vurucak mı diye emin olamadığım için kızımı kulaklık takmaya ikna ederdim. Annesinin yöresine, Karadeniz şarkıları açarak dinlemesini ve yatağında uzanamsını isterdim! " Kayanın göğüsü bir alçalıp bir yükselirken kalbinin hızını duyabiliyordum. "Asla böyle bir şey yaşamasına müsade etmedim. Hep çabaladım ben Kaya... Şimdi ise bütün çabam mafoldu. Ahuzar'ın bakışları boş ve korku dolu. "
"Özür dilerim! " dedi Kaya hemen tepemde. "Özür dilerim, çok özür dilerim. Ahu... " bu defa alnını saçlarıma yaslayarak benimle ağladı.
"İçim soğmayacak. O şerefsizi ve baban olarak piçi öldürsem de ne içim soğuyacak ne de ben kendimi af edeceğim. "
Avuçları yanaklarımı kavraken dolu bakışlarımla onun dolu gözlerine baktım. Karşı karşıya öylece oturmuş birbirimize bakarken alnını bu defa alnıma yasladı.
"Geçer mi? " dedim nefesimi vererek ağlarken.
Nefesim ile yüzü yıkanırken başını iki yana salladı. "Bilmiyorum... Belki zamanla. "
Yarım saat kadar bir süre sonra yan yana uçuruma on adım kala oturmuştuk. Tıpkı küçüklüğümüzdeki gibi. Başımı yana eğerek kurumuş göz yaşlarımla ve uykusuzluktan solmuş yüzümle ona baktım. "Artık gitmeliyiz. " dedim çatallaşmış sesimle. "Eminim ki kızımız uyumayıp bizi bekliyordur. "
Kaya da hemen yanımda bir dizini bükmüş dirseğini üstüne dayamış elini yere sarkıtmıştı. Parlayan gözlerini bana çevirerek yutkundu. "Evet, " dedi önce. Göğüsü bir an hızla kalkıp iner gibi oldu. "Bizi bekliyordur. Kızımız. "
Dudakları titreyerek küçük bir gülümseme sundu. Ben hala onun yüzünü incelerken, "Uyandı ve seni göremedi. " dedim. Sözlerim gülüşünü ondan koparırken başını eğdi.
Bir süre durdu. Ardından derin bir nefes alarak dikildi. Ayağa kalkarak pantolonunu sirkeledi. Sonra ise bana tekrardan avucunu uzatarak, "Sadece seni kaldırmak için uzatıyorum. " dedi. Yüzü ikna etmek ister gibi bana bakarken avucuna elimi yerleştirmek için gözleriyle bana yalvarıyordu. "Hadi, kızımız bizi bekliyor. Uyandı ve babası yanında yok. "
Aşağıdan onu izlerken hafifçe bana doğru eğildi. Eli hala önümdeyken fısıldadı. "İçinden hala beni aff etmediğini biliyorum. Afettmede zaten. Fakat seni düştüğün yerden de kaldırmak istiyorum Ahu. " Tekrar elini işaret etti ancak ben yine olduğum yerde kıbırdamadım.
Bu defa elini yumruk yaparak uzattı. "O zaman elimi değil, bir yerden doğrulman gerekiyorsa bileğimi ya da serçe parmağımı tut. " Yanağımın içini kanatırcasına dişlerken aklım karışmış bir vaziyette düşündüm. Benimle uzlaşma yoluna gidiyordu ve daha fazla uzatmak istemedim. Toprağa koyduğum ellerimi önümde çırparak büyük elini yumruk hali ile kavradım.
O ellerimin kendi ellerini kavrayışını gözleriyle izlerken ben çoktan yumruğunu gevşetmiş ve serçe parmağını uzatmıştım. Bir elimle kalın bileğini diğeriyle ise serçe parmağını kavrayarak oturduğum yerden kalktım.
Bana parlayan gözleriyle bakmayı sürdürürken ellerimi onda çekip kalçamı sirkeledim. Arabada uyuya kalmadan önce ise son hatırladığım arabamın kapısını açışı ve benim içeri oturuşumdu. Kaya arabaya bindiği gibi sıcak klimaları yakmasıyla vücudum soğuğu bir kenara atarak yavaşça gevşedi ve kendini uykuya teslim etti.
Karanlık etrafımı sarmış bir vaziyetteyken uyku ile uyanıklık arasındaydım. Gözlerim huzurla yumulmuş bir haldeyken arabanın aniden sarsılışıyla bir anda yerimden doğrularak tutunacak yer aradım.
"Allah kahretsin! " Kaya'nın sinirli tıslamasıyla tedirginlik içinde ona baktım.
Neler oluyordu?
"Kaya? " dedim sorarcasına ancak o tek eli ile direksiyonu kavrarken diğer elini enseme atarak başımı eğdi. "Eğ başını! " Ardından duyduğum üç el ateş sesi ile kalbim yerinden çıkıcak sandım.
Gerçekten neler oluyordu?
"Kaya neler oluyor?! " derken bir yandan da bedenimi koltuğun önündeki boşluğa itiyordum.
"Üç araba tarafından takip ediliyoruz. " Kaya'nın kısa açıklamasıyla tekrar bir kaç el ateş edildi ve araba sarsıldı. Ellerimi başıma koydum. Göz ucuyla kendi silahının tetiğini çekişini izledim.
Yutkunarak ona bakmaya devam ederken tekrar yavaşça koltuğa tırmandım ancak silahını kucağına bırakıp tekrar başıma baskı yaparak yerime oturttu. "Kalkma, otur yerine!"
Kaşlarım çatıldı. "Korkak gibi koltuk ile torpido arasında oturucak mıyım? "
"Sana bişey olmaması için, evet! "
Sıkıntılı bir nefes vererek arkamdaki dikiz aynasına kısa bir bakış attım. "Peki ya sen? " derken üç arabanın hızını biraz daha arttırdıklarını fark ettim.
Direksiyonu biraz daha sıkarak bana yandan bir bakış attı. Gaza biraz daha yüklenirken yutkundu. "Benim için önemli olan sensin. "
"Benim içinde sen önemlisin!" diye bağırarak koltuğa tekrar oturdum ve direksiyonu eğilerek kavradım. "Kızım olur da babasız kalırsa bu defa seni o mezara ben gömerim Karahanlı! " Avazım çıktığı kadar bağırmamla şaşkınca bana baktı. Bir kaç kalp atışı bakışından sonra ellerini direksiyondan çekti.
Şuanlık etraf karanlık olduğu için ben ateş edemezdim. Hedefimi ıskalayabilir hatta yaralanabilirdim.
Yaralanmak önemli değildi benim için ancak karanlıkta gerçekten iyi bir nişancı değildim. O eski bir askerdi. Karanlıkta bile neyin ne olduğunu hissederek hedefini tutturacağına emindim. Bazen yanımda uyurken küçük bir kıpırdamamda bile derin bir nefes aldığını his ediyordum. Her ona baktığımda hissederek gözlerini açışını da tabi.
Arabanın camını açmak için düğmeye baskı uygularken ilerlediğimiz patikaya doğru baktım. Çok yokuşlu ve dengesiz bir yoldu. İki elimle kavradığım direksiyonun hakimiyetini elime alırken Kaya camdan başını çıkararak ateş etti. Hemen benim pencereme yaklaşan araba sesi ile nefesim kesilirken bu defa benim pencerem açıldı ve başımın üstünden bir kol geçerek bana doğru silahını doğrultmuş şoföre ateş etti.
Şoför iki kaşının ortasındaki delik ile başı direksiyona çarparken sadece saniyeler sonra ortalık daha da birbirine girdi. Adamın kulandığı araba dengesini kaybederek yandan bize çarpmasıyla elimdeki kontrölüde kaybederek ağaçlık bir alana daldık. Korku dolu bir çığlık atarken Kaya ellerimin üstüne ellerini koyarak direksiyonu düz tuttu ve ani bir fren ile son dakika da ağaca çarpmadan durmamızı sağladı.
Olduğum yerde saçlarım önüme gelmiş bir şekilde tir tir titrerken kolunu arkama dolayarak bir yandan beni sakinleştirirken diğer yandan torpidodan silah çıkarıyordu, "İyi misin? " diyerek bana baktı.
Yutkunarak başımı sallarken, "Sakin ol güzelim, hadi inmemiz gerek. " diyerek elimden tuttu ikimizide şoför koltuğunun tarafından çıkardı. Araba sesleri gecenin sessizliğini doldururken elime demir bir yığın tutuşturdu. "Kurallarımızı hatırlıyorsun değil mi? "
Ona yutkunarak bakarken elindeki silaha baktım. Ağırlığını elimde test ederek saçlarımı yüzünden çekip tetiği çektim ve başımı salladım. "Güzel." dedi bana bakarak. Onunla ilgili herşeyi hatırlıyoedum, unutmam mümkün değildi. O altı yılda hergün tekrar yaşayabilmek için geçmişi hayal ederdim. Dudakları kıvrılırken elimden tekrar yakaladığı gibi ikimizide koşmaya zorladı.
Soru sormadım. İnkar etmedim. Sadece ne yapıyorsa ona ayak uydurdum. Birlikte o önde ben arkada şekilde koşmaya devam ederken uzun saçlarım iki yana süzülüyordu.
Arkadan bir kaç el silah sesi gelmesiyle bizi kimin peşlemeye çalıştığını merak ettim. Kaya hem eğilip hemde beni ensemden eğerek büyük bir kayanın arkasına itti. Yan yana sırtımızı kayaya vermiş şekilde dururken kısık bakışları etrafını tarıyordu.
"Sence kim? " dedim nefes nefese kalmış bir şekilde. Uzun boyundan dolayı aşağıdan ona bakarken yan dönerek bir omzunu büyük taşa yasladı. Tetiği hiç zorlanmadan tekte çekerek sesleri dinlemeye koyuldu.
"Bilmiyorum." dedi önce, sonra duruldu. Gözleri beni buldu. "Birisi Çolak'ı tutsak aldığımı öğrenmiş olabilir. " diyerek kaşlarını çattı.
"Adamları haber uçurmuş olabilir mi? " diye sorarken dudak bükerek başını iki yana salladı.
"Her şey olabilir. Her şey olabilir ancak kim olduğunu bilmiyorum. Kime uçurmuş olmalı..."
Nefesim ciğerlerime zar zor nüfus ederek başımı kaldırdım. "Çelik." dememle aynı şekilde o da bana döndü. "Bana Çelik'in bir şekilde kurtulduğunu yani birinin onu kurtardığını söylemiştin. O veya onu kurtaran her kimse. "
Kaya bir süre bana bakarak düşündü. Gözlerindeki karaltıdan bin bir düşünce akarken bir eli havalandı. "Seni böyle bir durumun içine ittiğim için özür dilerim güzelim. " erkeksi fısıltısı etrafımı çevrelerken gözlerim karşımdaki adamın duruşuyla titredi. "Ama, şimdi yanımda olarak zarar görmemen gerekiyor. Çekinme, korkma. Önüne çıkan her kimse acımadan sık. "
Başımı sallarken kulağımda bir ses fısıldadı.
GEÇMİŞ
...
Yine çaylıkların tepesindeydik. İki elim ile kavradığım Glock'u iyice sıkarak tek gözümü kapattım. Hemen arkamda Kaya bir eli belimden karnıma doğru dolanıyor.
Yüzü hemen omzumun üstünde kulağıma doğru, "Karın içeri, Ahu'm. " diyor. Aynen dediğini yaparak nefesimi içime.çekip karnımı düz bir hale getiriyorum.
Yüzü hemen yüzümün yanındayken bu defa ayakkabılı sol ayağı ayaklarımın arasına sızarak gücü ile ayaklarımı yerde, iki yana doğru iyice açıyor. "Ayaklar her zaman omzular hizası kadar aralıklı. "
Dayanamdım. Silahı hala önümde tutarak kıkırdadım. Gülüşümle nefesimi koyuverdim. Duruşum bozuldu, ayaklarımın arasındaki mesafe daraldı. "Ya bişeyi çok merak edeyum."
O da aynı şekilde bana gülerek bakmış, "Böyle olmaz ama. " diyordu. Biraz sistemkar olmasını anlayabiliyordum dakika başı bir şeyi anlamayıp ona dönerek sorup duruyordum. "Sor bakayum neyi merak edisun? " Sorusuyla elleri tekrar belime dolandı. Belimin iki yanında dururken silah hala elimde yere doğru bakarak sallanıyordu.
Tekrar kıkırdarken, "Düşmanla karşu karşuya gelduğumde ben bu deduklarunu ne ara yapacağum? " diye sordum. Yüzüme düşünerek bakarken kendimi tutamayıp, "Dur iki dakika duruşumu düzelteyum de öyle sıkacağum mu diyeceğum? " diyerek kahkaha attım.
Cidden düşününce acayip komik gelmişti. Bakışları dudaklarıma ve gülüşüme düşerken aynı şekilde o da güldü. Belimdeki elleri bir anda beni tekrar karşıya koyduğumuz boş viski şişesine doğru çevirdi. Çevirmesinin hemen ardından sırtımı sert göğüsüne yaslayarak çenesini yine omzuma koydu. Elleri hala belimde bir bir şekilde uysal bir biçimde okşarken anlatmaya koyuldu. "Bu duruşlar sadece taktik içeren bir prova. "
Kaşlarım çatık bir şekilde gülümseyerek yandan ona baktım. Göz ucuyla bana bakıp çeneme minik bir öpücük kondurdu. Tabiki ateş etmeyi biliyordum ancak benim genelde silah tercihim her zaman pompalı tüfekten yanadır. Çünkü bir tabancayı hedefi tutturmak için tek bir kurşun gerekirken pompalıyı yan çevirsen bile o an çıkan dokuz saçmada illaki biri denk gelebiliyordu.
Ancak Kaya bununla yetinmeyip bana tabanca kulanmayı da öğretmek istemişti. Karşı çıkmadan onun için kabul etmiştim. Bu yüzden herzamanki bulüz etek kombinlerimden çok uzaktım. Daha rahat olması için yüksek bel dar bir kot pantolon ile uzun kollu bordo dar bir tşört giymiştim. Tüşörtün etekleri pantolonunun altında olduğu için Kaya daha rahat belimi kavrıyor ve daha rahat yönlendiriyordu.
"Nasıl yani? " dedim ona bakarak.
"Şöyle." dedi o da hemen arkamda kıbırdanarak. Onunda üstünde siyah bir tşört ve siyah bir pantolon vardı. Şu aralar fazlasıyla siyaha takık durumdaydı, arada gri ve daha çok lacivert tonlarından giden sevdiğim adam şu sıralar gerçekten aşofmandan yatak takımına kadar siyaha bürünmüştü. Sanırım ruh hali olmalıydı. "Sen bir şeyin gösterusunu yapmak isteduğunda önce provasunu yaparsun değil mu yavrum? " Gözlerimi kısarken başımı salladım. "Bu talimarlaru da prova olarak algıla. Çünkü sen bunlaru şuan burda öğrendukten sonra elunde olmadan tehlike anunda gerçekleştireceksun. " Kaşlarını kaldırarak yüzüme baktı. "Sen farkunda olmayacksun, ama gerçekleştireceksun. "
Başını çevirerek önüne döndü. Tam karşıya kısık gözlerle baktı. Bir eli belimden koluma ordanda elime sürünerek elimi silahla beraber havalandırdı. Karşıya bakmaya devam ederken, "Önce o anki adrenalinle nefes alacaksın. Bütün nefesini ciğerlerine çekerken elinde olmadan karnın içeri göçücek. " dedi. Şivesi bir anda yok olurken düz bir eğitmenci gibi konuşmaya devam etti. "Sonra ayakların aralanarak tahminen omuz hizasına kadar açılacak. Bir ayağı tekrar ayaklarımın arasına sızdı. İkisini iki yana çekerek kontrol etti. Sonra diğer elimi de kaldırıp tekrar silahı tutmamı sağlayarak tam karşıya iki elimle kavradığım silaha bakmamı sağladı. Bir gözümü tekrar yumarken bu defa bir eli belimden diğeri sırtıma dayandı. "Biraz daha dikleşip hedefine kitleneceksin."
İki eli yılan gibi belimden sürülürken dikkatim bir anlığına dağıldı. Tekrar silahı indirerek ona baktım. "İyi de, sen böyle dibume girersen yapamam ki. " dudağının bir köşesi çapkınca yukarı doğru kıvrıldı.
"Eğer göstermezsem ve anlatmazsan nerden biliceksun yavrum? " Göz devirdim.
"Sen anlatayisin anlatmaya da, ellerin ha oramda ha buramda. Sen anlatsan ne olur bende dikkat odak birakmaduktan sonra. " Sistemime karşı dudaklarından erkeksi bir kıkırtı döküldü. Önce ellerini havalandırıp teslim olduğunu belirtti. Sonra tekrar belimden kavrayıp beni şişeye doğru çevirdi. Ben homurdanırken o kulağımın dibinde gülüyordu. Yine aynı pozisyonu almamızla ikimizde artık ciddileşmiştik.
"Şimdi tam karşuya odaklan. Şişeyi izle. " diyerek çenesini omzumdan kaldırdı. "Kural bir; parmak, tetiğe sadece atış yapılacağı zaman gitmelidir. " dedi. Parmağım anında tetikten ayrıldı. Şuanlık atış yapmayı planlamıyordum bu yüzden parmağım havada kaldı. "Kural iki; atış yapacağın elin tarafındaki ayak her zaman bir adım geride olmak zorunda. Ateş eden kol her zaman düz, " diyerek sol ayağımı biraz geri alarak kolumu düzleştirdi. "Destek çıkan kol ise her zaman hafif bükük durur. " Sol kolumu biraz büktü.
"Buraya kadar her şey tamam mı? " Bana dönerek sorduğu soruyla başımı hafifçene salladım. Evet, anlıyordum.
"Güzel." dedi omzuma tüy kadar hafif bir öpücük kondururken, "Kural üç; " dedi. Hemen ardından devam ederek, "Silahın geri tepmemesi için ön ve arka kabzayı eşit tutman gerekli. Gözler her zaman arka değil ön gezde olmalı yoksa ıskalarsın. "
Kıkırdadım. "Gez göz arpacuk, biz şimdi napacuk?! " diyerek başımı arkamda duran omzuna yaslayarak kahkaha attım. Bu halimle o da gülerek çenesinin hemen altındaki omzumu ısırdı.
"Kaytarmak yok. " dedi. Kimsenin yanında böyle değildim. O da kimsenin yanında böyle değildi. Ben herkesin yanında sessiz saklanır bir pozisyonda gerekmedikçe asla konuşmazdım. Ya da çok çabuk sinirlenmezdim. Kaya benim tersimdi. Bazen önüne gelene sinirlenir kızardı, tersti. Benim aksime o çok çabuk sinirlenirdi. Ben sadece Kaya'ya şımarırken bir ona çok çabuk kızabiliyordum çünkü bazen damarıma basmayı çok seviyordu ve damarıma nasıl basacağını çok iyi biliyordu.
"Tamam, tamam. " diyerek hemen toparlandım.
Derin bir nefes vererek ısırdığı omzumu tşörtümün üstünden öptü. "Kural dört. Ateş etmeden hemen önce parmağın tetiğe dayansın. Hafifçe yerini okşasın. "
Yine güldüm. Yine ve yine. "Adama sıkmadan önce silahumu seveceğum?" diye sorarak yine ona baktım. "Adama ben bir silahu sevup geleceğum mu diyeceğum?" Bu defa o da gür bir kahkaha atarak başını iki yana salladı.
"Muhtemelen o ana kadar çoktan vurulmuş olursun. " dedi ardından yüzü kaskatı kesildi. Ben ona gülümseyerek bakarken o boğazını temizleyip çattığı kaşlarını kontrol etmeye çalıştı. "O her kimse beynini patlatırım. " diyerek söylenmesiyle ben yine güldüm. "Öyle bir durumda bırak okşamayı duruşu sık gitsin kafasına. Hoş ben yanında olduğum sürece bu aptal kurallara ihtiyacın olmayacak. "
"Kendini mi sinirlendirdun sen az once?" diye masumca başımı çevirdim ona. Gözlerini kısarak baktı gözlerime.
"Kural dörtten devam. " Uyarıyı aldığım gibi tekrar önüne döndüm. "Tetiği kontorlün altına alacaksın. Beynin sana sık emrini vermediği sürece gözlerini hedefe kitleyeceksin. "
Arkamda duruşunu toparlayarak, "Kural beş ve en önemlisi. Tehlike hissettiğin an, acıma ve ateşle. "
"O kaa çok kural var ki, daha şimduden ne olduklarunu unuttum. " diye söylenerek hedefe iyice kitlendim. O arkamda beni beklerken ben sonunda viski şişesini elimdeki silahın tetiğine basarak patlatmayı başarmıştım.
...
Hatırladıklarımla dudaklarımda bir gülümseme peydahlandı. Ne güzel günlerdi. Ne de çok mutluyduk. Sınırlı görüşürdük ama hep mutluyduk. Yan yana. Genç ve toy. Şimdi savrulmuş bir dal parçası gibi. Anne ve baba olmuştuk. Bizim yüzümüzden bir can acı çekmşti.
Çenemde hissettiğim dokunuşla irkildim. "Daldın, önce gülümsesin sonra bir anda yok oldu. " diyerek fısıldadı. "Ne oldu? "
Ona bakarken saçımı yüzümden çekerek kulağımın ardına sıkıştırdı. "Hiç." dedim ve elimdeki silahın tetiğini okşadım.
"Hatırladın." dedi onunda dudaklarında hüzünlü bir gülümseme oluşurken.
"Mm-hmm." diyerek mırıldandığım an yanımda bir dal sesi geldi. Kaya işaret parmağını dudaklarına dayıyarak kaşlarını kaldırdı. Bana sessiz olmamı işaret ederek hemen diğer yanıma geçti. Bir adam bacaklarının arasında silahı yere doğru tutarak dikkatlice sağına ve soluna bakıyordu. Ayın ışığı çarparak parlamasını sağlayan kel adam bizi görmeden devam edeceği sırada Kaya adeta bir yırtıcı kuş edasıyla atılarak boynuna asıldı. Bir elini dudaklarına ses çıkarmaması için basarken diğeriyle adamı bir süre nefessiz bıraktı. Karanlığın ortasında burdan bile yüzünün mosmor olduğu belli olan adam yere yığılmasıyla onu yerde olabildiğince sessiz bir şekilde sürüyerek yolun ortasına daha görünür bir halde bıraktı.
Tekrar yanıma geldiğinde eli elimi buldu. Daha demin can alan eli. Ve bir çok kez.
Alışıktım. Evet böyle durumlara gerçekten alışıktım, biz yıllardır birlikteydik ve o ilk can aldığında babasını kurtarmak için yapmıştı. Bu dünya böyleydi. Sevdiğini korumak istiyorsan aldığın canı günah defterlerinde tutacak ve zamanı geldiğinde hesaplamayacaktın. Sertçe yutkundum.
Çolak'ı vuruşum ilk değildi. Daha önce iki veya üç kişiyi vurmuşluğum vardı. Öldürmemiştim ama yaralamıştım. Benim korkum her zaman ölmelerindeydi. Çünkü o vebal onlardan çok benim boynumu bükerdi. Altı yıl önce de Çolak'ı vurduğumda da bu vebal konusu bende toptan kabanmıştı. Tek isteğim günah işleyerek bu acıdan kurtulmaktı. Onu da başaramamıştım zaten.
"İyi misin? " Kaya'nın sesiyle aşağıdan başımı kaldırarak ona baktım.
"Evet." diyerek sorusunu yanıtladım. Ardından etrafına bakan şahin bakışlarıyla yutkunarak konuştum. "Ne zamandan beri bu kadar dikkatlisin?" Başımı salladım. "Daha öncede dikkatli ve tetikteydin ancak, şimdi daha fazla. " diyerek bana dönene yüzüne baktım. "Ben hayatında yokken de görevlerde hep böyle miydin? "
Sorum belki saçmaydı ama ben yoktum ve onun görevlerde de böyle acımasız olup olmadığını merak ediyordum. Silahlı eli büyük kayanın tarafında dururken diğer eli havalanarak yanağımı sevdi. "Sen hep hayatımdaydın, Ahu. " dedi. Diğer sorularımı bir kenara bırakarak onun için en önemli soruyu bize sakladı. "Önce de, sonrada. Yaşarkende ve muhtemelen ölüyken de. " Yutkundum. "Seni düşünmediğim bir anım olmadı. Ağlamaktan nefret eden yanım bile her saniye senin yokluğuna yandı, ağladı. Yüreğim senin ismini her telafuz ettiğinde beynim ölüme bir adın daha yaklaşıyordu. Senin yokluğun iki tarafada hep acıydı. Kalbime de, beynime de. "
"Niye gelmedin o zaman? " diye fısıldadım. Gözlerim dolarken nefesimi verdim. "Sana en söylediler de gelmedin? "
Gözlerini yumarak alnını kısa bir an alnıma yasladı. Nefes alamıyormuş gibi boğulurcasına bekledi. Sonra eli yanına düşmeden yanağımdan ayrılarak saçlarımdan bir tutam alıp dudaklarına kaldırdı. Öptü, sevdi ve kokladı.
"Bunu sana anlatıcam. Neler olduğunu sana söylicem. Hala suçluyum, asla kendimi aklamam. Ama anlatmalıyım, biliyorum. " alnını çekerek saçlarımı son bir kez öpüp bıraktı. İki eliyle yanaklarımı kavrayıp gözlerimin altını silerken silahın soğuk meteliği yanağıma değdi. Ürperdim.
Bir an ona dalıp giderken arkasında bir kıpırtılık hissettim. "Sadece şuan zamanı değil. " dedi. "Ama söz anlatıcam. " Göz ucuyla baktım. Gözlerimi iyice kısarak bir adamın çalılıklar arasında namluyu bize doğrulttuğunu gördüm. Ağızım açılırken daha ben nefes alamayıp sesimi çıkaramadan Kaya hızla arkasını dönüp silahı adama doğru ateşledi. Adam da aynı şekilde ateşlemesiyle kurşun ondan sıyırarak benim kolumu buldu.
Keskin bir acı sol kolumu esir alırken gözlerimi sıkıca yumdum. Silah sağ elimin avucundan kayıp giderken elimi hızla oraya bastırdım. Dudaklarım aralandı ancak asla sesimi çıkarmadım.
Kaya ateş edilen taraftan hızla benim tarafıma dönmesiyle beyaz tişörtümün omzum kısmının kırmızı sıvıya boyandığını gördü. "Kahretsin! "
Hızla bana tamamen dönerek yanıma yaklaştı. Hala sesimi çıkarmadan beklerken Kaya bir yandan yüzüme bakıp bişey söylüyor bir yan da elimi yaramdan çekerken kontrol ediyordu.
"Ahu." dedi korku içinde. "Ahu bişey söyle. " Nefeslenirken kendimi konuşmak için hazırladım.
"Ben, " dedim acıyıp yanan yarama inat. "Ben iyiyim. "
Kaya telaşla yüzüme kısa bir bakıp yaraya tekrar baktı. Gözleri kocaman olmuş halde korkuyla bana bakıyordu. "Sıyırmış." diyerek nefesini verdi. "Sıyırmış ama çok kanaman var. "
Derin derin nefesler almayı başararak ona döndüm. "Ben... " dedim. "Ben dayanabilirim. " Etrafıma baktım. "Dikkat et Kaya."
Kaya telaşla üzerine baktı. Hiçbişey yoktu yanında, benim üstümde beyaz bir tşört onun ise üstünde lacivert bir gömlek vardı. İkimizde de ceket yoktu ve bu soğukta tek bir kıyafetle dolaşıyorduk. Sabah telaştan önüme ilk gelen beyaz tşörtü giydiğim için üşüyordum.
Bir süre etrafına bakındı sonra üstüne baktı. Ardından hiç düşünmeden gömleğinin eteklerini pantolonunun altından çıkararak yırttı. "Kaya." dedim ancak dinlemeden uzun bir parça yırtarak çekti.
Hemen dudakalrının arasına aldığı bez parçasıyla benim tşörtümün kolunu kavrayarak yukarı sıyırdı. "Yine sesimi çıkarmadım. Acıyordu ancak gıkımı bile çıkarmamaya o kadar alışmıştım ki kolumdaki yakıcı keskin acıya rağmen durulmuştum.
Tşörtlü kolundan sıyırmasıyla dudaklarının arasındaki bezi alarak koluma yavaşçana sıkı olacak şekilde doladı. Bağlama işine geçerken gözleri ara ara bana kayıp duruyordu. Ne düşündüğünü o gözlerinin karanlığında geçen her şeyi merak ettim.
Bağlama işi bittiğinde kana bulanmış ellerini pantolonuna silerek yırtık gömleğinin bir kısmını içeri soktu. Ona rağmen açıkta kalan kısımdan adonis kasları belli oluyordu. Sertçe yutkundum.
Yerdeki silahını alıp doğrulurken " İçine atma. " dedi. Gözlerine baktım, anlamayan bakışlarımı görmesiyle yaramı işaret etti. "Hala böyle küçük yaralara dünyası başına yıkılmış askerlerim var. Sen gıkını çıkarmıyorsun. "
Burnumdan güldüm. "Onların eğitim yılları az sürmüş demekki. " diyerek bende kendi silahımı aldım. Yüzüme kaskatı şekilde bakarken devam ettim. " Kaç kişilerdir tahminen?"
Derin bir nefes aldı. "Bir arabayı yolda devirdik. Geride kaldılar. Her araba dört desek, on iki. Bir araba yolda pert, kaldı sekiz. Birini yoldayken yolcu koltuğunda camı patlatarak diğerini boğarak ve o piçi de... " dedi ve durdu. Dişlerini sıkarak çalılıklara doğru adımladı. Hemen peşinden ilerlerken çalılıkların arasından bir adam çıkardı. Bu adam daha demin bize silah doeğultup kolumdan vuran adamdı. Kalbinden vurulmuş beyaz gömleği kana bulanmıştı. "Bu oruspu çocuğunu da kalbinden. " diyerek ölü adamı yumruklamaya başladı.
Şaşkınlık ve telaşla ona bakarken, "Dur napıyorsun! " diyerek fısıldadım ama o dövmeye devam etti.
"Kalbini nişan almıştı! Benim değil senin peşindeler! Ben ona sıkınca ıskaladı! " diyerek daha çok vurdu. Ölmüş olan adamın yüzü kan revan içinde kalana kadar vurdu.
"Ellerin acıdı. " Ağızımdan bir anda çıkan kelimelerle gözlerim kocaman oldu. O da yanı şekilde eğildiği yerde hulku aldıran gövdesini kaldırarak bana baktı. "Acır." dedim. Toparlamaya niyetlendim ki eli yüzüme doğru havalandı.
Bir silah sesi gökyüzünü delip geçti.
Kaya anında elimden yakalayarak ormanın derinliklerinin girişine doğru ilerletti. Önümüze bir anda çıkan adamı hiç düşünmeden vurarak önümüzden çekti. Hemen yan tarafta bir yerde başka bir silah patladı. Kurşun dibimizden geçerek önümüzdeki ağaca saplandı. Beni anında ağacın diğer tarafına çekerek ağaç ile kendi arasına kıstırdı.
Şaşkınlık içinde onun her ateş ettiğinde kısılan gözlerini ve kasım kasım kasılan sert hatlarını incelerken o sanırım birini daha vurmuştu.
Ardından ikimizde başka bir ağacın arkasında çekti. Beni arkasında tutacak şekilde önümde durarak silahını çıkardı. Kolunun üstünden tıpkı bir ajan gibi kavrayarak gelecek herhangi birine ateş etmeye hazır şekilde bekledi.
"Kaç kişi tahminen? " diyerek fısıldadım tekrardan.
"Tahminen üç veya dört." dedi. "Araba karşıda. Ormana iyice girdiklerinden emin olunca o tarafa doğru koşucaz. "
Başımı yanda doğru uzatıp çatık kaşlı yüzüne baktım. "Anlarlarsa takip etmezler mi? " Sorum ile bana, aşağıya doğru göz ucuyla bir bakış attı. Duruşunu bozup eliyle narince başıma baskı uygulayarak tekrar duvar gibi olan sırtının arkasına çekti.
"Mümkünse o güzel başın arkamda dursun, yeterince yaralandın zaten."
Dudaklarımda bir gülümseme belirirken yaramın üzerinde ki elimi çekerek sol elimdeki silahı aldım. "Sanırım dediğin doğru Karahanlı. "
Omzunun üstünden bana baktı. "Hangi konuda? "
Gülümsememi kontrol altına alıp yüzümü ciddileştirdim. "Kurallar, " dedim. "Kurallara senin yanındayken ihtiyacım yokmuş. Doğru. "
"Pek sayılmaz" dedi anında bana doğru dönerek. Lacivert gözleri yaralı kolumda oyalanırken omuz silktim.
"Sadece küçük bir istisna. "
Kaşları çatıldı. Tekrar sinirlenmişti. "Sikerler böyle istisnayı! "
"Peşimizden gelmezler mi? " sorumla gözlerinde yakıcı bir karaltı geçti.
"Öldüreyim mi hepsini? " sorusuyla bedenim buz kesti. Öldür desem affetmeyecekti öyle değil mi?
"Evet dersem? "
"Hemen."
"Hayır dersem? "
"Bizi takip ettirenin kim olduğunu bilemeden gideriz burdan. " koluma baktı. "Ki bana kalırsa da gitmeliyiz. " Yaram için. Kanamamın durması içindi. Hemen hastaneye gidip tedavi olmak için.
"Peki yaram olmasaydı? " Yine aynı şey oldu. Gözlerinden karanlık bir ruh geçti.
"Öğrenmek istemezsin."
"Neden? " Gözlerime baktı. Sadece izledi. Ardından seri bir şekilde beni omzuna alarak hızlı adımlarla arabaya doğru ilerlemeye başladı. "Kim olduğunu nasıl öğrenicez peki?! " Omzundan aşağı sallanırken sordum.
"Plakalar cepte. Ona göre bir ayar çekeriz. " Yalandı. Bişey yapacaktı ve benden gizliyordu.
"İnandım mı? " Sorumla çoktan arabaya varmış hatta kapısını açmış ve beni içeri oturtmuştu bile. İyide, bu araba Kaya'nın değildi. "Kaya? " dedim ona bakarak. Oturduğum koltuk arabanın arka koltuğuydu.
Bana doğru eğilerek yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Beni burda bekliceksin. Ve bana sadece beş dakika vereceksin. " Korkuyla yutkunurken hiçbir tepki vermedim. Ne yapmaya çalışıyordu?
"Yavrum lütfen. " dedi. Eskisi gibi. "Silahının tetiği hep açık olsun. Tahmin ettiğimizden daha fazla kişi olabilirler. Arabaya yaklaşan birini anladığın an ateşle. Sakın tereddüt etme. "
"Kaya." dedim başımı iki yana sallayarak. "Hayır."
"Sadece beş dakika. " diyerek alnımdan öptü. Sonra arabanın kapısını kapatarak arkasında beklediğimiz kayanın o taraflarına doğru koştu. Bir süre bekledim ve sonra, sonra siyah takımlı bir adamın omzuna atmış beyaz gömlekli zayıf birini gördüm. Dikkatli bir şekilde incelerken başımı eğdim. Gözler, bakışlar. Saç. Ve, takımın altındaki yırtık lacivert gömlek.
Kaya.
Kaya adamın takım elbisesini alıp giymiş öldürmüş olduğu adamı ise arabasına ilerleyerek omzundan ön tarafa görünecek şekilde atmıştı. Bir süre sonra tabancasını arkasından çıkararak havaya iki el ateş etti. Ardından arabanın arkasına girerek anında orman'dan dışarı fırlayan ikiliye baktı. Birini hemen oracıkta öldürürken diğeri Kaya'nın arabasına ilerlemişti. Bir kaç adım kala Kaya adamın önüne çıkmıştı ancak adam tuttuğu tabancayı Kaya'ya doğrultup sıkmak yerine kayanın arabasınsaki beyaz gömlekli başını önünde sırık adama doğrutarak başından sıkmıştı.
Ölü olan adama sıkmıştı. Yine.
Bunu yapar yapmaz Kaya öfkeli bakışlarını adama yönelterek havadan bir tekme savurdu ve elindeki silahı diğer tarafa fırlattı. Haklıydı. Bu adamlar her kimse Kaya'nın değil benim peşimdelerdi.
Arabadaki adam zayıftı. Üzerindeki beyazdı ve ön torpidoya doğru alnı değdiği için uzaktan siyah saçlarının uzunluğu belli değildi. O anki korkuyla o adamı ben sanmıştı. Hızla arabadan inerken Kaya'nın üzerinde oturup adamı tokatlayıp aynı zamanda yumrukladığını gördüm. Hemen sonra arkadan ensesine bir silah dayandı ve ben yana doğru adım attıkça silahın sahibini gördüm.
Kalbimde bir korku peydahlandı. Midemdeki asit çalkalanarak korkudan boğazıma doğru hücum etti. Ağızmdaki safrayı zor da olsa yuttum. Kaya'nın yumruğu havada kalmış şekilde karşısına baktı. Atakta bulucağı esnada gözleri beni buldu. Karanlık bakışlarında korkunun tohumları ekilirken nefesimi tutup saniyeler içinde aralık ayaklarımla elimi kaldırdım. Nişan aldım ve doğrulttuğum gibi silahı ateşledim.
Adamın köprücük kemiğinden vurmam ile o çirkin gülümsemesi suratından silindi. Kaya ayağa fırladığı an yere düşmeye meyilli adamın yüzüne hiç zorlanmadan kafasını geçirmesiyle yere serdi. İki adamın da silahlarını alarak arabasının ön kaportasına koydu. Hızla bana doğru gelip yüzümü avuçlarına aldı.
Şok olmuş yüzüm dağılırken gülümsedim. Karşımdaki adam daha iyi misin diye sormadan gülüşümü görmesiyle canlandı. "İyisin." dedi.
Bu defa burnumdan güldüm. "Sanırım hiç olmadığım kadar. " Yaşadığımı hissediyorum. Çok saçma ama yıllardan sonra yaşadığımı hissetmeye başlamıştım.
Ona bişey olacak korkusuyla acımadım ve bastım tetiğe. "Borcum olsun. " dedi yüzüme doğru üflerken.
"Aramızda borcun lafı yoktu hani? " diyerek eskiye dayandım. Gülümsedi. "Haklısın." dedi ve ellerini çekerek üzerindeki ceketi çıkardı. Koluma dikkat ederek adamlardan aldığı ceketi üstüme bıraktı.
Ağır parfüm kokusu. Onun odun karışımı deniz kokusundan eser yoktu. Burnumu kırıştırırken alnımdan öptü. "Kısa bir süreliğine idare et, alacağım isimden sonra seni ısıtıcağız. "
Hızla tekrar adamlara doğru giderek ikisinin de yakasına aynı anda asıldı. "Kim! " diye hırladı adeta. "Sahibiniz kim! "
Benim yanımdaki yumuşak halinden eser kalmamıştı. Şimdi ikisine de onları öldürücekmiş gibi bakıyordu. Üzerine çıkıp yumrukladığı adam kan kusarken yüzü gözü kandan dolayı görünmüyordu. Bir kaç öksürürten sonra, "Bilmiyorum! " dedi zar zor.
Kaya'nın bakışları daha da kararırken yavaşça ayağa kalkıp tam ortalarına diz çöktü. Tehlikeli bakışlarının arasından sızan acımasızlık duygusu sanki onun için için yiyordu. "Genelde hep öyle derler. " dedi en tehlikeli sesiyle. "Bilmiyorum, bilmiyoruz. "
Diğer adam döndü. Sadece tek eli ile köprücük kemiğine baskı uyguluyor acılar içinde inliyordu. "Peki sen? " diye sordu. "Sen biliyor musun? "
Adam ona yutkunarak baktı. Kısa süren bakışlarının ardından başını iki yana sallayarak yanıt verdi.
Kaya başını aşağı yukarı sallayarak, "Yardımcı olalım o vakit arkadaşlara. " diyerek en yaralı olanın, yüzü gözü kan olan adamın elini kavrayarak bacaklarının arasına aldı. O kadar acımasız görünüyordu ki zar zor yutkunabildim. O gerçekten benim sevdiğim adam mıydı? "Ya gözlerini kapat ya da arkanı dön Ahu. "
Kaya'nın sesiyle gözlerimi kapattım. Evet, o'ydu. Arkamı dönmekle uğraşmadım. Sorgusuz sualsiz dediğini yapmamla kırık kemik sesi geldi. Hatta kemikler diyebilirim çünkü üç kere bir şey öyle bir çatırdadı ki yemin ederim benim canım yandı. Ardından bir haykırış. Gözlerimi açtım. Kaya'nın vahşi bakışlarının ardından ormana doğru kısa bir göz attım.
Bütün kuşlar kargalar anında karanlığın göbeğinde hayvansal bir kükreme sonucu havalanmıştı.
"Bu sana yardımcı oldu mu? " diye sordu Kaya adama doğru. "Ya sana? " dedi korkuyla onu izleyen adama bakarak. Acılar içinde kıvranan adam hala bağırmaya devam ederken Kaya diğerine döndü. "Arkadaşın pek konuşacak durumda değil, seninle devam edelim? "
Adam ona korku içinde bakarken başını şiddetle iki yana salladı. "Hayır." dedi. "Tamam! " diyerek bağırdı. "Bırak beni tamam, söylicem! "
Kaya dudaklarındaki sırıtışla yerini sağlama aldı. Eğilerek adamın yakasından tekrar kavradı. Tek elle. "Konuş!"
Adam önce yüzüne doğru hırlayan adama bilememezlik içinde baktı. Ardından Kaya'nın onu sarsmasıyla tek bir isim söyledi. Kaya'nın bilmediği ama benim çok iyi bildiğim bir isim.
"Selvari Karavir."
🥀
Instagram'da attığım ikinci alıntı bu bölümde yok. Çünkü kelime sayısını fazlasıyla aştığı için diğer bölüme ekledim. Allah'a emanet olun, kendinize çok çok iyi bakın. 🫀
Duyuru ve kitap ile ilgili bilgiler için instagram: ddilekkoc_pjm
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.88k Okunma |
563 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |