21. Bölüm

18) - BÖLÜM PART-2

Grim_gece
dilekkoc6789

GEÇMİŞ...

 

6 YIL ÖNCE...

 

KAYA DEMİR KARAHANLI

 

Boynumun acısıyla birbirine yapışmış kirpiklerimi zar zor ayırmaya çalıştım. Ancak inat eden gözlerim ayrılmak ne bilmezken kulaklarımı sert bir erkek sesi doldurdu. "Uyan artık! " diyerek adeta kükredi. Yüzüme doğru boca edilen su ile gözlerim sonunda inkar etmeyi kesmiş ve hızla aralanmıştı.

 

Nefes nefese ayırdığım bakışlarım karşımdaki adama ve hemen elindeki bordo kovaya takıldı. Nefeslerim hızlı hızlı ciğerlerimi ele geçirirken gözlerim hafif büyümüş ve dudaklarım aralanmıştı.

 

Şaşkın yüzümün aksine karşımdaki adamı inceledim. Saçı sakalı birbirine girmiş birisiydi. Öyle çirkindi ki bir an Allah affetsin sanki içindeki o kötülük dışına vurmuş gibiydi.

 

Üstümdeki şaşkınlığı bir kenara atarak kendime engel olamadan yüzümü buruşturdum. "Sonunda uyanmaya teşfik edebildin! " Adamın sözleriyle umursamaz bakışlarım etrafta gezindi.

 

Nerdeydim lan ben?

 

Ve o an fark ettim ki yerde ellerim arkamda bağlanmış şekilde oturuyordum. Bu durum kaşlarımın çatılmasına neden olurken tam karşımdaki adama aşağından kısa bir bakış attım. Hemen ardından arkasına bakmak için başımı hafif yana eğildim. Çünkü hemen arkasında birisi vardı. Yerde yatan birisi.

 

Ve bu...

 

Bu o kadındı.

 

Hamile kadın.

 

Ölmemiş miydi?

 

Baygın solmuş yüzüyle sertçe yutkundum. "O iyi mi!? " Telaşlı sesim mağarayı andıran ve sadece gün batımının ışıklarıyla içeriyi aydınlatan yerde yankılanırken adamın gözleri birer ateş gibi öfkeyle açıldı.

 

"Sanane lan! " dedi önce. Onun bu tavrıyla kaşlarım çatıldı. Hala bir kaç damla yüzümden akıp giderken his edebiliyordum. İki elimi de arkamdan çekiştirerek çözmek için zorladım. İpleri o kadar sıkı bağlamışlardı ki içten içe onlara sövdüm.

 

"Ne demek sanane! " diyerek dişlerimi sıktım. "Kadın hamile ve... " sustum. Devamını getiremeden öfkenin bedenimden çekildiğini hissettim.

 

"Bana bak! " dedi adam öfkeyle eğilip yakama yapışarak. Gözlerim sinirle aralanırken ellerimi bir kez daha çözebilmek için zorladım. Fakat nafile. "Karım seni hiçbir şekilde ilgilendirmez, duydum mu beni!? "

 

Kaşlarım daha da derinden çatılırken, "Karın yerde baygın piç kurusu! Üstelik hamile ve büyük bir patlamanın ortasından çıktı! " Oysa nabzını orda alamamıştım. Yaşıyormuydu ki?

 

Yüzüme aniden yediğim sert bir tokatla fazla sarsılmadım. Tokat sertti fakat benim bedenimdeki öfke ondan da sertti. Ters bakışlarımı başımı kaldırarak ona çevirmemle yanımda bir kıpırtı hissettim. Henüz ona hiçbişey diyemeden yanıma baktığımda aynı benim gibi baygın bir adam daha vardı. Aynı yaşta olduğumuz belliydi. Henüz genç ve benden biraz daha kalıplıydı.

 

Yüzü sinek kaydı, saçları ise üçe vurulmıştu. Üzerindeki lacivert operasyon kıyafetlerini görmemle yutkundum. Kimdi lan bunlar?

 

"Kimsin lan sen? " diye sorarak döndüm geri adama. Sorusunu karşımdaki adam değilde kapıdan giren başka bir adam cevaplamıştı.

 

"Sizi bitirecek isimler." bakışlatım hızla ona dönerken önündeki adam savururcasına yakamı bırakmış ve hızla ona dönmüştü. Elleri arkasında içeri girmiş adam kaşlarıyla yerdeki kadını işaret etti. "Gebermedi mi hala? "

 

Yakama yapışmış adam başını iki yana salladı. "Gebersin diye AVM'yi patlattık, yaktık yıktık hala hayattadır. " dedi. Hafif bir şivesi kaymış gibiydi.

 

Şok içinde ikisine bakarken dilim adeta tutulmuş gibiydi. Ne diyordu lan bunlar?

 

Elleri arkasında kenetli adam tek bir söz söyledi; "Bitir işini. "

 

Gözlerim hızla aralanırken karanlık bakışlarım kadının karına gitti. Büyümüş karnına. Hala baygındı. Siyah saçları etrafını sarmış beyaz taştan oluşan oyuk mağaranın tozlu zeminine yayılmıştı.

 

Öldüreceklerdi.

 

"SAKIN! " diye kükrememle yanımdaki adam hızla yerinde irkilerek uyandı. "SAKIN DOKUNMA ONA! "

 

Kocası olduğunu söyleyen adam hızla üzerime gelerek iki yumruğunu üst üste savurdu. Yüzüm yana düşerken yanımdaki adam ile göz göze geldim. Tanımadığım adam hızla yerinden doğrulmuş etrafına bakıyordu. Zaanımca burada neler olduğunu kestirmeye ve ne işinin olduğunu çözmenin peşindeydi.

 

"Sanane lan sanane! " dedi adam.

 

Göğüsüm hızla kalkıp inerken içimdeki öfke patlayacak duruma geldi. Öyleki yanımdaki adam gözlerime bakarak yutkunmuştu. Öyle bir hızla kalktım ki ayağa, kalkmam ile karşımdaki benden oldukça kısa olan adam hızla gerilemiş fakat dahasına izin vermeden kafamı burnuna gömmüştüm.

 

Sinirle kalkıştığım bu hareketle karım dediği kadının yanını boyladı. Ellerim bağlıydı, ayaklarım değil.

 

Öyle ki yere düşen adamı üst üste tekmelemeye başladım. Yanımdaki adam, "LAAAN! " diye haykırdığı esnada bir ses duyuldu. Bir silah sesi. Ve mermi...

 

Bakışlarım yanımdaki adamın gözlerini takip etmesiyle yanımda, hemen yerde gözleri bende olan kadını buldu. Açılmış koyu kahve gözleri bende asılı kalmıştı ve en kötüsü başından akan kandı.

 

Gözlerim dehşetle silahın sahibini buldu. Ellerinden biri hala arkasında tesbih çeken adam üstünlük kurmuş bakışlarıyla silahını yerdeki kadına tutmuştu.

 

O vurmuştu...

 

Kulaklarım çınladı kadının sözleriyle.

 

"Benim yüzümden..." Demişti.

 

"Beni öldürmek istedi..." De demişti.

 

Ve en önemlisi, "Beni... Ve... Bebek..." de demişti.

 

"Naptın lan sen! " diyerek adeta dehşet içinde haykırdım.

 

Adam üzerindeki inanılmaz bir rahatlıkla silahını indirerek yanında tuttu. "Kimin piçini taşıdığını bilmediğim bir kadını yanımda tutacak değilim. " dedi.

 

Yerde tekmelediğim adam ayakkandığı gibi eline ne ara aldığı bilmediğim sopayı ona dönmemle yüzüme geçirdi. Sarsılmam ile ellerim bağlı olduğu için herhangi bir yere tutunamadım. Bu yüzden yere düşmemle yüzüm kadın ile hemen hemen aynı hizadaydı.

 

Bir ölünün sana bakması nasıl histir bilir misiniz?

 

Artık en acı şekilde tatmış biri olarak söyleyebilirdim ki, çok kötüydü.

 

Gözlerimdeki yaşlar bedenime inen tekme ve sopa darbeleri yüzünden değil bana bakan o koyu kahve gözler ve hiçbir suçu olmadan daha anne karnında ölen bebek içindi.

 

Acıdım. Canım acıdı. Öyle ki yüzüme doğru savrulan tekmeyi bile saniyelik algılayamadım. Yanımdaki adam bağırarak bişeyler söylüyordu. Duymadım. Duyabilirdim ama başıma yediğim onca darbe sayesinde kulaklarım bile işlevini yitirmişti. Neredeyse yarım saat boyunca yediğim darbelerle halsizce yerde kalmıştım. Adamlar ters bakışlarını atarak yanımızdam ayrılmasıyla diğer adamın hızla yanıma doğru kaydığını hissettim.

 

"İyi misin? " sorusuyla yere tükürdüğünü duydum. Sanırım karşı çıkamasıyla ona da vurmuşlardı.

 

Baygın gözlerim aralandı. Tekrar bulanık önüm netleşmesiyle ölmüş olan kadının gözlerini buldu. "Gitti... " diye fısıldadım. Ruhum paramparça olmuştu. Bedenim değil ruhum acıyordu.

 

Adam zor bela sürünerek yanıma gelerek görüşümü kalıplı bedeniyle örttü. "Bana bak! İyi misin? Beni duyabiliyor musun? "

 

Doğrulamak istedim. Fakat ellerim arkamdan bağlanmıştı. Bu yüzden destek almadan kalkabileceğim tek bir yöntem vardı. "Çevir beni... " Fısıldamıştım. Kendi sesimi zor duyarken onun beni duyduğunu anladım çünkü tüm gücüyle ayaklarını omzuma ve kalçama dayıyarak beni itti.

 

Kendime biraz yüklenerek diğer kolumu altıma aldım. Dönmemle iki elim arkada kalmıştı. Bu acıtsa da umursamadan dişlerimi sıkarak kalçamın üstüne oturdum. İkimizde nefes nefese kalmış bir şekilde birbirimizin yüzüne baktık.

 

Başta ne diyeceğimizi bilmesekte adam yüzüme bakarak, "Terör örgüt üyelerinden. " diyerek küçük bir baş işaretiyle ikisinin de çıktığı kapıyı işaret etti.

 

Anlamak istercesine baktım yüzüne. "Neler biliyorsun? " diye sormamla cevaplamadan önce üstümdeki formayı işaret etti.

 

"Askersin? "

 

Ne diyeceğimi bilemez bir halde başımı iki yana salladım. "Değilim. Sadece vatan görevimi yapmak için burdaydım. " Göz ucuyla önce ölmüş olan kadına daha sonra karşımdaki adama baktım "Gönüllü olarak operasyona dahil oldum. "

 

Adam baiını sallayarak, "O halde sana bilgi vermem doğru olmaz. " demesiyle kaşlarım anında çatıldı.

 

"Şuan burada bağlıyız, farkında mısın?" diye çıkışmamla başını salladı.

 

"Üstelik yanımızda bir cesetle. " diye tamamlamasıyla bu defa öfkeyle baktım ona.

 

"Ceset deme, "

 

"Öldü ama. " dedi adam.

 

Dişlerimi öyle bir sıktım ki gerilen yüzümün her bir aşamasını iyice izledi. En son pes ederek, "Tamam. Tamam, " dedi. Derin bir nefes aldı. "Bende istemezdim onun bu durumda olmasını. " Göz ucuyla yüzüme baktı. "Yıllardır bu örgütün peşindeyim. "

 

"Kimsin ki? " diye sormamla adam başta ses etmedi. Ancak ben, "Asker misin? " diye diretmeye devam etmemle tamamen pes etmişti.

 

"Hayır, bir istihbarat ajanıyım. " diyerek açıklamaya başladı. "Ferman Kolov. "

 

Gözlerimi ondan ayırmadan devam etmesini beklememle tekrar yere tükürdü. Kadının olduğu yere değil hemen ters yöne. Tam da tahmin ettiğim gibi ona da vurmuşlardı. Ağızındaki kanı tükürerek boşalttı. "Kusura bakma, dilimi ısırdım. " dedi. Yediği yumruktan olmalıydı.

 

Tekrar derin bir nefes alarak devam etti. "Bu kadın onun gerçek karısı değil, " diyerek bir bilgi verdi. Ona çatılan kaşlarımla bakmamla yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. "Merak ediyorsun öyle değil mi? "

 

Hiçbir tekpi vermeden yüzüne bakmaya devam etmemle bakışlarıyla beni işaret etti. "Eğer bana kendini tanıtırsan bilip bilmediğim herşeyi anlatırım sana. " dedi.

 

Henüz onun çok konuşmasıyla ben tek kelime etmemiş ve sadece dinlemiştim. Hiç sesimi çıkarmamam onu büyük bir meraka sürüklemiş ve en azından adımı merak etmiş olmalıydı.

 

Derin ama bir o kadarda sıkıntılı nefes verdim. Gözlerim, önümde oturmasına rağmen kadına kayıp duruyordu. Karnı hareket etmiyordu. Gözler hala aynıydı. Sanki adam karşımdan çekilse bana bakmaya devam edecek gibi.

 

"Kaya Demir. " dedim büyük bir sakinlikle.

 

"Soyadın Demir mi? "

 

"Hayır, Karahanlı. " diyerek tekrar gözlerine baktım. "Dediğim gibi. Buraya vatanı görevimi yerine getirmek için geldim. Ancak duyduklarımla gönüllü olarak bu operasyona katılmaya karar verdim."

 

"Anladım, " dedi adam memnuniyetle. "Kusura bakma. " dedi herşeye rağmen gülümseyerek. Daha çok somurtkan değilde nereye giderse gitsin ışık saçacak bir adama benziyordu. "Ellerim kollarım bağlı, yoksa el sıkışmak isterdim. " Başımla kısa bir eyvallah çektim. "Şahsen, bir anda kalkıp o adamın yüzüne kafanı geçirmen beni derinden etkiledi. "

 

"Bu kadını nerden tanıyorsun, o adamla ne gibi bir husumetleri var, neden karım dediği kadını öldürdüler ve son olarak neden bu kadın için bir AVM'yi patlattılar? " Ardı ardına onun son kurduğu cümleyi umursamadan dile getirdiğim sorularla gözlerini araladı.

 

"Hepsini cevaplayacağım. " dedi. "Sırayla."

 

Önce derin bir nefes aldı ardından arkasında kalan kadına omzunun üstünden kısa bir bakış attı. Boynu yetmediği için kadının büyük karnına kadar görebilmiş ve sıkıntılı bir nefes vererek geri önüne dönmüştü. "Elvan, " dedi. Bakışları beni bulurken iyiden iyiye sıkıntıya girmiş gibi bir hali vardı. "Soyismi bilinmiyor. "

 

"Neden? "

 

Soruma karşılık hemen, "Çünkü yıllar önce öldü olarak biliniyor. " dedi. Yüzümdeki anlamazlığa karşı devam etti. "Yıllar önce, daha çocuk yaşında ailesinden koparıldı. " Bakışları tekrar arkasına kayar gibi oldu. "O yıllar da herhangi bir eve yerleşmek için rastgele bir ev, bir aileyi katlettiler. Kendileri pis işlerinin çevrilecek bir ev gerekmiş. Bir kaç hafta orada devam ettirmişler işlerini fakat yerleri belli olmasıyla orayı yakarak yok etmişler. "

 

"Aileyi zaten öldürmüştü, sadece küçük bir kız hariç. O da onlar evde kalırken hizmetlerini gideriyormuş. Hergün ailesinin ölü bedenlerini sevmek ve temizlemek için bodruma inermiş ama yakalanıncada acımadan dayak yermiş. O evide ölü bedenlerle beraber yakmışlar. Aile içeride olduğu için küçük kızın kaçırıldığını kimse düşünmemiş, bu yüzden kayıtlarda ölü. Gerçek ismide Simge Beyoğlu. "

 

Bakışlarım hemen arkasındaki kadını buldu. "O kız, "

 

"Bu kadın. " dedi. Ferman oturduğu yerde gözlerini yüzümden ayrımadan devam etti. "12 yaşından beri onlarlaymış. Her gün zulm görmüş. Kadın buralı. Ama yönü hergün değişmiş. Bir gün Urfa, diğer gün Van, başka gün Bitlis ya da Batman. Doğu boyu sürüklendim demişti bana. Suriye'de bile kaldığım olmuştu, onlar nereye giderse gitsin beni de hep sürüklediler, demişti. "

 

Derin bir nefes verdi. "Sana sopayla vuran adamın imam nikahlı karısı. " Umursamazca göz devirdi. "Tabi bunu söylemek kolay, çünkü kadının rızası yok. O iki adam öylesine kendine imam diyen ne idüğü belirsiz bir herifle kıymış. Kadının haberi olmadan. " Sıkıntıyla hafif yaşarmış gözlerime baktı. "Kadının hayatından eksik olmayan bir diğer unsur ise tecavüzmüş. " demesiyle beynimden vuruldum.

 

Anlattığı çoğu şeyden beynimde kendi kendime acaba o bebek bir tecavüz unsuru mu diye geçmişti ancak bir diğer maddede öyle olsaydı o bebekten nefret edebilir olduğuydu.

 

Gözlerim yandı.

 

Nefret etmemişti.

 

Herkese ve herşeye rağmen yaşamasını bilene istemişti.

 

"Bana anlattığında hiç ağlamadı. " diyerek başını yere eğdi. Tekrar arkasına bakmak istermiş gibi çevirmiş fakat hemen arkasını dönmüştü. Sanki kaçar gibi. "Alışmıştık, dedi. Her gün odama birisinin geleceğini bilerek yumardım gözlerimi derdi. Hatta hamile kalmak istemiş. "

 

Kaşlarım çatıldı. Ne demekti bu?

 

Başı yüzüme doğru havalandığında kaşlarımın çatıldığını an be an izledi. "Neden peki biliyor musun? " yüzündeki kaslar her zerresiyle dalglandı. Bir kadın neden böyle bir şey isterdi ki?

 

"Düşünmüş, belki hamile kalırsa dokunmazlar diye düşünmüş."

 

Gözlerimi yavaşça yumarken yüreğimdeki vicdanım sesi susmuyordu. Engel olamamıştım.

 

Derinden bir nefes aldı fakat geri veremeden, "Herşey sandığının aksine gerçekleşmiş. Hamile kalmış ama ona dokunmayı asla kesmemişler. Karnı giderek büyümüş ama hala gelmeye devam etmişler. " Ferman'ın da gözleri dolmuştu. İğrenircesine yüzümüz buruştu.

 

İkimizinde başı yere doğru eğikti. "Tuvalet ihtiyacı gibi düşün, demişti bana, " başını kaldırarak gözlerime baktığında bir damla yaşı akıp gitmişti yanağından. "Söyledikleri nasıl unutulur bilmiyorum ama beni bile derinden yaralamıştı. Hayatım tepetaklak oldu, demişti. Bir anda o sıcak aile ortamından söküp aldılar beni abi, dedi. Kendimi bir anda hizmetçi bir obje olarak buldum. Yıllarım öyle devrildi, dedi. "

 

"Yeter." dedim yüreğim sızlarken. Duymak bile içimi deşiyordu. Duymak bile burayı kana bulamak için ellerimi gıdıklıyordu. Göğüsüm derin derin şişip iniyordu.

 

Fakat Ferman benim sözlerimle susmadı, devam etti. "Onunla konuşmak kolay değildi. " Gözleriyle kadını işaret etti. "Onunla daha bugün görüşebildim. Polis olduğumu öğrenince kaçmak istedi. AVM de ikimizi bir temizlik odasına kapatarak konuşmak için çabaladım. Ona yardım edeceğime söz verdim. Hatta patlama olmasaydı o şuan Amerika'ya uçuyor olacaktı. " Başı yine omzundan geriye döndü. "Belki bir kaç güne bebeği de kucağında. " diye fusıldadı.

 

"Ağrıları vardı Kaya. " diyerek tekrar bana döndü. "Saatler saydığımı his ediyorum, demişti. Ama hastaneye gidemem kimliğim yok, bu halde gitsem bile bulurlar, demişti. "

 

"O acıyla sordum ona nasıl olacak, diye. Yardım etmek istedim. Gerekirse hemşire felan tutardım. Bana ne dedi biliyor musun? " sorusuyla sertçe yutkundum. Gözleri gözlerimi bir saniye bile bırakmadı. "Ormanlık bir alan bulurum, dedi. Doğumumu yaparım, dedi. İnsanlar çiğ süt emmiş, doğadan değil onlardan gelir kötülük olarak ne gelirse, demişti. "

 

"Ona yardım edecektim. " dedi tekrardan gözlerime bakarak. "Onu buradan da götürecektim. Sadece bana bazı bilgiler vermeliydi. Onun bildiği bir çok bilgileri. "

 

"Bildikleri yüzünden mi yok etmeye kalktılar? " Sorum ile sadece başını sallamakla yetindi.

 

"Kaçmış." dedi. "O gün onu AVM de bulduğumda bulunduğu evden kaçmış. Her yere bakarlardı ama AVM'ye bakmazlar diye kalabalığa karışmış. Ama bilmemiş, düşünememiş aslında onların daha çok kalabalığı sevdiğini. "

 

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Bir taşla iki kuş. " Başını salladı. "Bu yüzden benim yüzümden diyordu..." gerek fıısldadım. Onu öldürmek için patlatmışlardı orayı, bu yüzden onca insanın ölümüne kendini sorumlu tutmuştu.

 

Oysa herşeye rağmen bebeğinin yaşamasını istemişti. Demek herkes aynı değildi. Bir tecavüz çocuğu bile olmasına rağmen o bir anneydi. Yaşamasını istemişti.

 

Ne olursa olsun sadece yaşamasını istemişti...

 

"O kadar çok kişi acımamış ki ona, sözde dini nikahlı kocasının babası onu kabullenmemiş. "

 

Öfkeyle sıktım dişlerimi. "O elindeki silahla kadını vuran mı?! "

 

"Evet." diyerek onayladı.

 

Gözlerimi kısa bir an yumdum. "ORUSPU EVLADI! " diyerek haykırdım. "Hem zorla evlendiriyor rızası olmadan hem de kadına dokunmalarına karşı çıkmayıp bebeğe piç diyor! Sen nesin lan o zaman! Duy ulan sesimi! " diye haykırmaya devam etmemele Ferman sesini dahi çıkarmadı. "ADAMSAN ÇÖZ BENİ! " diye bağırmaya devam etmemle ikisi de içeri girdi.

 

"Ne var lan ne bağırıyorsun! " diyerek sordu saçı sakalı birbirine girmiş olan adam.

 

"Çöz, beni çöz! " dedim başımı tehditvari bir şekilde sallayarak. Adam beni ciddiye almaz şekilde izlemeye devam ederken kaşlarım derinden çatıldı. "ÇÖZ LAN BENİ! ÇÖZ DE SİKEYİM ECDADINI! "

 

"Sen kime küfrediyorsun lan, " diyerek sakince başladığı söze üstüme atmalasıyla haykırdı. "PARÇALARIM SENİ! " demesiyle yüzümün yakınına gelen yüzüne tekrar kafamı gömmem bir oldu.

 

İçimdeki öfke o kadar büyüktü ki kadının yaşadıklarını duymak yetmişti. Ben duyduğum halde bu durumdaydım. O yaşamıştı!

 

O bu denilen herşeyi yaşamıştı!

 

Adama attığım kafa darbesiyle geriye doğru savruldu. Burnunu tutarak tekrar doğruldu. Yumruk atmak için tam atağa geçmiştiki yediği tekme ile bu defa odanın diğer tarafına savrulmuştu.

 

Ferman dizini kendine doğru çekip gelen adamın karın tarafına savurmasıyla onu üstümüzden savunmuştu. "Boyunu siktiğim! " gerek ayaklanmaya çalıştı.

 

Ancak içeri giren üç kişiyle durulduk. Adamın babasıyla beraber üç kişi daha girerek bize öfkeyle bakmış ve yaptığımız isyana karşı tertemiz bir şekilde dayak yemiştik.

 

Ellerimiz bağlıydı tabi döverlerdi. Yiyorsa bir de çözselerdi.

 

Ertasi günü sabah burnumdan akan kanla başımı kaldırmaya zorladım kendimi. Fakat sabah olmasına rağmen hala yanı başımızda duran adam sanki uyanmamızı bekler gibi bir posta daha dövmüşlerdi.

 

Ne kadar zaman geçtiğini bilemedim. Sabah akşam kavramı benim için sönmüş gibiydi. Fakat üzerinden epey zaman geçmiş olmalıydı çünkü başımı zar zor yerden kaldırmamla gördüğüm o donuk bakışlar karşısında kendimi tutumadım.

 

Başım kendiliğinden düşerken çenemin üstünden izledim karşımdaki kadını. Yüzü iyice solmuş ve morarmıştı. Bu korkunç olduğu kadar aşırı yıkıcıydı da. Kendisi bu durumdayken bir Allah'ın kulu bile gözleri açık olan kadının gözlerini kapatmaya yanaşmamıştı.

 

Kadın bu haldeydi, peki bebek?

 

Bakışlarım bu defa karnına düştü. Yaşlar kanlı yüzümden akıp giderken acıyla haykırmak istedim. Karnı hala aynı şekildeydi fakat kalça tarafında koca bir kan gölü vardı. Bu da şunu açıklıyordu ki bebekte bu bir kaç günde anne karnında mafolmuştu.

 

Anne ölmüştü, ama belki bebek o an kurtarılabilirdi? Öyle birşey mümkün müydü?

 

Beynimdeki sorular daha da acı çekmeme neden olurken bu defa başımı yan bir şekilde koydum. Ağlamaya devam ederken kısık bakışlarım karşı duvarda baygın yatan adamı buldu. Ferman başından akan kan ile bir dizini kendine çekmiş diğer dizini uzatmıştı. Başı öne düşmüş elleri arkasında baygın bir şekilde öylece sıtını duvara vermişti.

 

Daha çok ağlamak istedim. Bir anlık bulunduğum konuma yaşadıklarıma ve bir hayatın değil sadece koca bir AVM de gerçekleşen katliama ayrı ağlamak istedim.

 

Gözlerim bir süre daha ağlamaktan hitap düşmüş kendi kendine yumulmuştu. Kaç gün geçmişti bilmiyordum. Ya da günler geçmiş miydi?

 

Yemek yemediğim ve su içmediğim için iç organlarımda sağlam sancılar his ediyordum. Tıpkı bedenim gibi iç organlarımda acıyordu.

 

Kısa bir baygınlığın ardından duyduğum seslerle tekrar gözlerimi aralamaya çalıştım. "Bu patlama işimize çok yaradı, baksana şimdi her yerde arıyorlardır bunu. " diyerek bir ses duymamla gözlerim daha aralamadan sıkıca yumuldu. Beynim patlıyormuşcasına ağırırken gözlerimi aralamak fazlasıyla zordu.

 

"Asker diye elinde güçlü bilgiler olduğu ne malum? " Başka birinin sesiyle yavaşça yutkundum ve nefes almaya çalışarak dinlemeye devam ettim.

 

"Aptal olma! Hangi Türk askeri bir bok bilmeden göreve katılır? Ayrıca çok işimize yarıyabilir. Türklerin F16 için parça ürettikleri bir fabrika var. Büyük bir fabrika. Oranın girişi öyle herkese verilmiyor. Eğer bu şahısın güçlü bağlantıları varsa kendi alehimize çevirerek oraya girebiliriz. "

 

"Boş hayaller kuruyorsun Cengo. " dedi hemen diğer yanındaki adam. "Bu adam sandığın askerler gibi değil. Hangi komando olsa şimdi yatırmıştı hepinizi yere. Bu işte başka bir iş var. Baksana diğerine. Kurtulmak için kaç gündür uğraşıyor. "

 

Ferman ile alakalı söylediklerine karşı gözlerimi tekrar açmak için uğraştım. Ben baygınca yatarken o her gün uyanmış kurtulmak için savaş mı çıkarmıştı?

 

"Kafasına fazla vurmuş olmalıyız, yoksa görmen lazımdı Mahonun suratına kafayı nasıl gömdüğünü. "

 

"Abartma salak herif! Uyandıklarında haber et, ben ilgilenecem onlarla. "

 

"İstersen hemen kaldırayım? " diye şiveyle söylediklerine karşı adam ne dediyse ayak seslerini yavaşça dibimde hissetmişrim. "Şşth! Kalk lan! " diyerek ayakkabısının ucuyla omzumu dürtmeye başladı. Umursamadım. Kalkacak halim yoktu. Gücüm henüz yerinde bile değilken kalkıp onlarla nasıl savaşacaktım?

 

"Kalk diyorum lan! " öfkeyle konuşmasına karşı gözlerimi zor bela araladım. Hala da kalkmak istemiyordum fakat Ferman'ı görmem lazımdı. Aralanan gözlerimle hedefim direkt kaşımdaydı. Duvarın dibinde yan şekilde baygınca yatıyordu. Onun da tıpkı benim gibi yüzü gözü kan içinde kalmıştı.

 

Adam biraz daha dürtmeye devam etmesiyle sinirle dişlerimi sıktım. Öfke bedenimi tıpkı bir yılan misali sarmaya başlamasıyla gözlerimi önce yumdum sonra ardından tekrar açarak sabırla bekledim.

 

"Kalk diyorum lan! Uyan! " bana doğru eğildiği niye hisetmemle başımı kaldırdığım gibi başımın arka ksımını çenesine geçirdim.

 

Cengo denen adam çenesini tutarak poposunun üstünde oturmasıyla doğrulmaya çalıştım ancak vücudum o kadar yorgun düşmüştüki kalkamadım.

 

Ardından nefes nefese şekilde burnumu yere sürterek soluklanmaya çalıştım. Adam çenesini bırakıp ayaklanması fazla zamanını almamış yüzümün önüne geçerek burnuma doğru tekmesini geçirmişti.

 

Acıyla yüzüm buruşurken gözlerimin önüne bir çift mavi göz belirmişti. Önce küçük bir kız sonra ise süzülmüş serpilmiş boylu poslu bir kız belirmişti. İkisi de mavi gözlüydü. Aynı simaya sahipti. İkisinin de saçları uzundu. Bembeyaz teni beyaz gülleri andırıyor, yer yer konuşan keskin dili ise tıpkı parmaklarıma batan gülün dikenleri gibiydi.

 

Acıyla gözlerim yaşarırken başımda ettiği küfürleri dinlemedim bile. Artık dudağımın diğer tarafıda patlamıştı. Dişlerimde hissettiğim acı ve kafamın zonklaması sanki her an beyin kanaması geçireceğimin bir habercisi gibiydi.

 

Adam en son hırsını almış olacakki bir kaç küfür daha savurarak tükrüklerini yüzüme saçıp gitmişti. Tekrar yorgunluk bedenimi ele geçirirken kendimi, bana elini uzatmış yanına çağıran kıza bıraktım. Hayali büyük elimi onun küçük avucuna bırakarak uykunun kollarına ve onun alanına kendimi tamamen teslim ettim.

 

Gözlerim bir kez daha araladığımda yine daha kaç günü geride bıraktığımdan habersizdim. Öylece yerde yatıyordum. Gözlerim yaşarmış ve kurumuş olduğundan birbirine yapışmış kirpiklerimi birnirinden zar zor ayırdım.

 

Günlerdir canı sıkılan gelip vuruyordu. Artık bir saaten sonra bedenime onca yediğim darbeye bağışıklık kazanmıştım. Onlar bana her vurduğunda uyumaya devam etmiş ve sevdiğim kadının dizinde uyumaya devam etmiştim.

 

Şimdi ise kirpiklerimi birbirinden ayırmış içeri akan gün ışıpına bakmaya zorukuyordum kendimi. O kadar çok karanlığa gömülmüş gözlerim aydınlığı fark etmesiyle baktıkları konumu yadırgamış olmalılardı.

 

İçeri giren gün ışığıyla başımı yerden kaldırmaya çalıştım. Olmadı. Sürerek karşıma çevirdiğimde Ferman'ın acılar içinde kıvranarak kan kustuğunu gördüm. Bu kalbimin hızlı atmasına neden olmasıyla dudaklarımı birbirinden ayırmaya çalıştım. Susuzluktan ve yattığım o toz toprak zeminden dolayı birbirlerine mühürlenmiş gibiydiler. Sertçe birbirinden ayırmamla dudağımda yer yer hem yaralar açmıştım hemde zaten dayaktan açılmış yaraların varlığını hissetmiştim.

 

"Ferman... " sesim o kadar kısık ve çatallı çıkmıştı ki ciğerlerimden boğzıma doğru yükselen öksürük kriziyle baş başa kalmıştım.

 

İçim dışıma çıkarcasına öksürdüm. Zaman kavramı kafamdan silinmiş gibi birde şimdi de vücudum iflasın eşiğindeydi.

 

Acı o kadar çok nüfuz eder olmuştu ki hissettiklerim tatlı acılı bir ölümün eşiği gibiydi.

 

"Ferm... " daha demeye kalmadan sağ tarafıma yediğim tekmeyle inledim.

 

"Kes ulan sesini! " diyerek daha sert vurmasıyla gözlerimi araladım. Ferman'ın yerde tavana bakan gözlerine baktım. Ara ara öksürüyor ve yan tarafına tükürerek acıyla tavana bakıyordu. "Bıktım ulan sizden! " diyerek hem bana vurmaya hem de konuşmaya devam etti adam. "Biriniz bayılıyor öteki kalkıyor! Kesin ulan artık sesinizi!"

 

Yediğim darbelerle dönmek ve ondan kaçmak istercesine bedenimi vurduğu yerden çevirerek kaldırmaya çalıştım. Fakat arkamda duvar olmalıydıki sırtım oraya yaslanmasıyla tekmelerini göğüsüme doğru indirmeye başlamıştı.

 

Acıyla daha çok inledim. Gözlerim açıldı. Ve kadının olduğu yere baktım. Yoktu...

 

Nerdeydi bilmiyorum ama etrafında gözlerimi hızla gezdirmiştim, yine yoktu. Bomboştu. Sadece yattığı yerdeki kurumuş kan birikintisi vardı.

 

Dirisine zaten yapmadıkları zulüm kalmamıştı bari ölmüş bedenini bıraksınlardı, nerdeydi o?! "

 

Ciğerlerimden boğazıma doğru yükselen bir sıvıyla öksürerek yere başımı dayadım. Ağızımdan kusarcasına fışkıran kan yerle buluşmasıyla gözlerim karardı.

 

"Yeter Cengo! Öldüreceksin adamı daha bir bok öğrenmeden kavuşacak öteki tarafa! "

 

Duyduğu sözlerle beni bırakmışlardı. Bedenim kendini bırakmasıyla tekrar tıpkı bir domino taşı gibi yüz üstü yeri boylamıştım.

 

Ne kadar baygın kaldığımdan haberim yok fakat ağızımdaki yoğun meral tadıyla gözlerimi tekrar araladım. Üst bedenim hafif üşürken yerde yatmadığımı fark ettim.

 

Kendimi biraz hareket ettirmemle havada sallandığımı anladım. Kollarımda da inanılmaz bir acı nüfuz ederken bir kaç seslenme ile yavaşça uykunun kollarından sıyrıldım.

 

"Kaya! Kalkmalısın! "

 

Bu ses sanki tanıdık gibiydi. Biraz tanıdık gelen seslerle gözlerimi yavaşça araladım. İyice aralanan gözlerimle baygın bakışlarımı yan düşmüş başımı zorlanarak da olsa kaldırarak etrafımda çevirdim. Etrafta gezen gözlerim hemen yanımda üst bedeni tamamen çıplak ve çiziklerle dolu olan adamı buldu.

 

Hemen yanımda duran Ferman tıpkı benim el bileklerimde olduğu gibi o da bağlıydı. Ve ayaklarının üzerindeydi.

 

Bitkin düşmüş bedenimi bileklerimden güç alarak kaldırmaya çalıştım. Doğrulmamla acıyla inledim. "Nerdeyiz? " derken sesim fazla çatallı çıkmıştı. Ayrıca üst bedenim üşüyordu. Başımı eğmemle gözlerim kanlı çıplak göğüsümde gezindi. Bende tıpkı onun gibi çıplaktım.

 

Gözlerim askeri formamın üstünü ararken bakışlarım odanın köşesini buldu. Yere öylece savrulmuş ceketime baktım. Gözüme çarpan iç ceple o tarafa doğru adımlamaya çalıştım fakat bileklerimden dolayı hareket bile edemedim. Sevdiğim kadının, Ahu'nun küçük bir vesikalık fotoğrafı iç cebimden az da olsa sıyrılmış ve ortaya çıkmıştı.

 

Tüm gücümle bileklerimi çekiştirmeye çalıştım. Ancak bütün gün vücudumun yükünü vermenin nedeniyle derim sıyrılmış ve kanamıştı. Artık acıyan bileklerime sinirle bakarak başımı yanımdaki adama çevirdim.

 

Gözleri parmağımdaki siyah ortası mavi küçük elmaslarla işlemeli olan alyansıma kaydı.

 

"Evli veya nişanlı? "

 

Göğüsüm aldığım derin nefeslerle kalkıp inerken sertçe yutkundum. Ağızımdaki kanı resmen tükürmeyip üst üste yutkunmuştum. Başımı sallayarak dudaklarımdan çeneme ordanda göğüsüme doğru yol almış kana baktım. Kurumaya yüz tutmuştu. "Nişanlıyım."

 

Kısa bir an bakmamla dudaklarında güzel bir haber almış gibi minik bir tebessüm oluşmuştu. "Oradaki de yenge olmalı? " Diyerek kaşlarını kaldırıp gözleriyle formamın iç cebinden sarkan fotoğrafı işaret etti.

 

O kadar hızlı nefesler alıyordum ki sadece başımı sallamakla yetinmiştim. Çünkü aynı zamanda aaklıa bir şey daha düşmüştü. Kaç gün geçtiğini bilmiyordum ve Ahu meraktan delirmiş olmalıydı. Hergün ya akşam ya da gece yarısı mutlaka onu arardım. Sevdim kadının sesine bile meftun bir adam olduğum için bir gün bile sesini ya da yüzünü görmezsem kabus olarak geri dönüyordu.

 

Kaç gün geçtiğinden habersiz bir şekilde bir gün bile olsa kafayı yediğine emindim. Ve ona bunu yaşatmak şuan içinde kalbimi yakmaya yetmişti.

 

Acaba şuan napıyor, diye düşünmeden edemedim.

 

"Ne güzel, en azından seni düşünecek bir nişanlın var." Düşüncelerimi baltalayan sesle tekrar yanımdaki adama çevirdim başımı.

 

"O ne demek? " Kısık sorumla fark ettim ki hala daha haykırmaktan ve yediğim tekmelerden boğazım kötüydü. Yüzüme vuran adama sadece yüzüme kalmamış boğaz kısmıma da vurduğu için yutkunduğum her saniye benim için acılardı.

 

Omuz silkti salındığı yerde. Ayakları omuz hizası kadar aralıklıydı. Elleri ise bağlandığı tavandan halatların arasından ellerini serbest bırakmıştı. Tavana geçirmiş oldukları kilitli kancaya halatları dolayıp bileklerimize bağlamışlardı. Hafif öne doğru eğik duruşu ve hüzünlü bakışları ceketimdeki fotoğrafta oyalanıyodu.

 

Bu kadar uzun bakması sinirlerimi bozmadı çünkü fotoğraf çok küçük ve uzaktı. Yüzü bile doğru dürüst görünmediği için ona sesimi çıkarmadım. Aksine ben o fotoğrafı ezbere bildiğim için her bir karesi beynimdeydi. Gördüğüm düz bir duvarda bile o fotoğrafı gözümde canlandırabiliyor ve onu oraya bakışlarımla çizebiliyordum.

 

"Ailen var mı? " Ferman'ın yorgun sorusuyla derin bir nefes çektim ciğerlerime ancak acıyan içimle derinden bir öksürük sardı etrafımı. Uzun bir öksürmenin ardından dağılmış ağızım ve yüzümle başımı salladım.

 

"Var."

 

Burukça gülümsedi. "En azından başına bişey gelse arkandan üzülecek insanlar var. " demesiyle kendime engel olarak öksürüklerimi durdurmaya çalıştım. Gözleri beni bulmasıyla güldü. Gerçek dışı bir gülümsemeydi bu. "Bende o da yok. "

 

Gülerek söylediklerine karşı sertçe yutkundum. Ağrıyan boğazımla yüzümü buruştururken yanımda duran adamın aslında kimsesiz olduğunu anladım. "Ekip arkadaşların? Onlar kaçırıldığını anlmıştır. " Sözlerimle bu defa kahkaha attı.

 

Gülerek başını iki yana sallayıp yere doğru eğdi. "Yok yok. " Diyerek nefesini verdi. "Sen çok yanlış anladın. İstihbarat ajanı derken sen uluslararası falan sandın sanırım. "

 

Yüzüne anlam veremeden bakmaya devam etmemle düşünceli yüzüyle devam etti. "Sandığın gibi devlete bağlı bir kurumla çalışmıyorum. " Sözleriyle merakla bakmayı kesmedim. "Evet, vatan için çalışıyoruz yine ancak bu kurulan toplumda herkes kendinden mensup. Teşkilat gibi düşün. Ölsen de kalsan da sana."

 

Anlamlamayan bakışlarım sürerken yine güldü. "Öyle bakma, ben seçtim bu hayatı. " demsiyle başımı salladım.

 

"Neden peki? Böyle bir topluma girmek yerine asker olabilirdin? "

 

Omzunun kalırıp indirdi. "Çocuktum. Yetimhanede öylece bir okula bir oraya sürüklenip durdum. Eğitim için de teklif geldiğinde düşünmeden kabul ettim çünkü beni alan adam orada sıkı arkadaşlıklar kuracağımdan bahsetmişti. Çocuk aklı işte, o an benimde bir arkadaşım olacağını düşünmüştüm. En azındna bir tane de olsa bir yakınım olacak olma düşüncesi kabul etmeme yetmişti. "

 

Başını karanlık çökmüş camsız pencereye çevirdi. "Çocuğuz tabi, nerden bilelim parmak bastığımız şey büyüdüğümüzde ayağımıza zincir olacağını. " Derin bir nefes verdi. "Şimdi diyorsundur, bu adam hep mi böyle? Hiç mi hiç kimsesi yok? Bir tane bile sevdiği de mi yok? "

 

Başını çevirip gözlerime baktı. Gülerek omzunu silkti. "Valla yok. " demesiyle onun bu vurdum duymaz haline üzülsem de güldüm. Garip bir adamdı. "Aha da el de var sıfır sıfır sıfır. Ağızda da bir kilo var kan kan kan. "

 

İkimizde yaptığı şakaya komik olmamasına rağmen deli gibi gülmeye başlamamızla bir kaç kişi içeri girdi. "Ne gülüyor lan bunlar? " diye sordu Maho denen it. Saçı sakalı birbirine girmiş öfkeli gözleriyle bize bakıyordu.

 

Umursamazca baktık. Ses çıkarmadan yüzlerine bakmaya devam etmemizle Cengo denen, yüzüme yüzüme tekmesini geçiren piç bana doğru adımladı. "Kendine gelmişsin? " diyerek soraracasına yüzüme baktı. Başını omzuna doğru eğerek sırıttı. "Bakıyorum da bülbül gibi şakıyon. "

 

Sözleriyle ağızımda biriken kanı bu defa yutmadan iyice dilimle yuvarladım. Konumumu dikleştirerek çenemi dikleştirdiğim gibi ağızmdaki tükürüğü yüzüne doğru savurdum.

 

Adamın yüzüne tükürmemle iğrenerek bir kaç adım geri çıktı. Eliyle yüzünü silerken Ferman kahkaha attı. "Dostum, doğru söyle önceki hayatında Lama falan mıydın? "

 

Cengo doğrulmasıyla onun sorusunu es geçtim. Aksine bana doğru atılan adamı beklercesine titreyen bacaklarımı dizginlemeye çalıştım.

 

Tam'da tahmin ettiğim gibi. Cengo hızla yumruğunu karnıma doğru savurmak için bana doğru atakta bulunurken karnına sert ama güçlü bir tekme savurdum. Hemen ardından Maho denen ibne gelmesiyle ona da aynı şekilde tekme savurdum. Cengo'nun aksine o açıdan dolayı bedeni tekrar karım dediği kadının kanının birikintisine boylamasıyla öfkeyle baktım ona. "Bir de tiksiniyor! " diyerek bağırdım.

 

"Sanki kendi çok temiz. " diyerek de devamını getirdi Ferman.

 

Adamlar, Cengo'nun ve Maho'nun odanın diğer tarafına uçmasıyla hızla bize doğru tekrar vurmak için atağa geçtiler. Bana doğru gelen iki kişiyle ellerimi halata dolayarak avucumu kesen ama umursamadığım halatlarla bedenimi havalandırdığım gibi sağ ve sol olacak şekilde adamların göğüslerine tekme attım. Biri yediği tekmeyle düşerken diğeri ayak bileğimi tutunmuştu. Ve o ayak bileğinde telefon vardı! Kapalı bir telefon! Düşeceğini hisetmemle diğer ayağımla yanlamasına yüzüne tokat atarcasına yapıştırdım.

 

Kendimi onlardan kurtarmamla kalan diğer iki kişinin Ferman'a vurduğunu Ferman'ın ise onlardan geride kalmayıp aynı şekilde karşılık verdiği gördüm.

 

Tam ona doğru yardım etmek için atakta bulunacağım esnada başıma yediğim darbeyle gözüm karardı. Yine ne yapmışlardı bilmiyorum ama ensemde muazzam bir sızı vardı.

 

Ne kadar oldu bilmiyorum. Gözlerim tekrar aralandığında bileklerim çok acıyordu. Uyandığımda bile ilk acısını tattığım yer orasıydı. Kollarımdaki kan çekilmiş gibi soğumuş ve uyuşmuştu. Yanımdaki Ferman'a bakmak için başımı

kaldırdığım da onu orada bulamadım. Etrafıma biraz daha baktığımda onu bir sandalyeye iyice bağlanmış şekilde buldum.

 

Hemen yanında duran adamı es geçerek yüzünü inceledim. İyi miyim diye bakarken bende aynı şekilde onun iyi olup olmadığına bakıyordum. Karşımda durmuş adama sonunda bakabildiğimde dudaklarını yavaşça araladığını gördüm. "Günaydınlar efendim. " diyerek eline aldığı bir demir şişi gösterdi. "İyi uyuyabildiniz mi? " diye sorarken bile şişi hemen yanında şömine tarzı bir yere soktuğunu gördüm. Ateş yakmışlardı ve bu karşımdaki adam şişi ateşe tutarak kızgınlaşmasını bekliyordu.

 

Gri saçı ve sakalı düzgün kesilmiş adam hem yandan bana kısa bakışlar atıyor hem de şişi kızartmaya devam ediyordu.

Hemen arkamdan çıkıp yanı başıma geçen başka birisi, "Bize çalışırsan kurtulma şansın olabilir. " dedi.

 

Ayaklarımı kıbırdatmaya çalışmamla eğer bileklerimdeki halatlar olmasaydı şuan yere düşebilirdim. Çünki sürekli tekmelerimi kullandığım için ayak bileklerimi de bağlamışlardı. Asker botları olan ayaklarıma bakarak dişlerimi iyice birbirine bastırarak sıktım. "Oruspu çocuğu! "

 

Sözlerimle adam bana umursamadan bakmaya devam etti. Ettiğim küfür onun için etkisiz kalmış gibiydi.

 

Cıkladı elindeki şişi kızgınlaştıran adam. "Senin gibi bir komutana yakışıyor mu heç? " demsiyle adeta haykırdım.

 

"NE KOMUTANI LAN! "

 

Ona bağırmamı umursamayıp adamına bir baş işareti verdi. Yanımdaki adam odadan dışarı seslenmesiyle iki kişi daha içeri girerek üstüme doğru geldiler. Biri ayaklarımdaki diğerleri ellerimdeki ipleri sökerek üstüm çıklak bir şekilde adamın tam karşısına getirdiler. Dizlerimin arkasındaki boşluğa yediğim tekmeyle dizlerimin üstüne sertçe düştüm.

 

Dudaklarımı sımsıkı bir şekilde bağlayarak yüzüne baktım. Hemen yan tarafta kadından geriye kalan kana baktım. Belki de son kez bakmıştım. Ama içimden bir yerlerden söz vermiştim. O kan yerde kalmamalıydı.

 

"Bu kızgın şişle gözlerini oymak vardı komutan. " Adamın sözleriyle Ferman delirdi. Sandalyede kendini kurtarmak istercesine çırpınırken bağırıp çağırdı. Ağız dolusu bir sürü küfür etti.

 

Ben ise dizlerimin üstünde başım yukarı doğru aşağıdan öfkeyle kızgın şişi şömineye tutan ve hemen ardından çeken adamı izliyordum.

 

Gecenin bir yarısı olmalıydı. Belkide saat beş sulaydı. Çünkü hava sanki bir kaç dakika sonra gün doğacakmış gibiydi. Elindeki şişi işaret etti. Adam, "Benim tercihim sırttır genelde." diyerek ateşi işaret etti. "Kimse ateşe karşı koyamaz. " dedi benim aslında bir deniz olduğumu bilmeyerek.

 

Derin soluklarım sıklaştı. O ise arkama geçerek şişi öne doğru uzatıp kıpkırmızı oluşunu gösterdi. "Baksana hele, ne de güzel kızarmış. "

 

"Bize işimizin yarıyacağı bilgiler verirsen sana müsamaha gösterebiliriz. " karşımda duran adam ellerini beline koyarak dağılmış yüzüme bakıyordu. Ne bilecektim de söyleyecektim? Hoş, bilsemde ağızım bıçak açmazdı.

 

"Neler mesela? "

 

Alayla sorduğum soruya, "F16 parçaları yapan fabrikanın giriş şifresi. Belki de kartı. O kartta girişi sağlayan en önemli özellik ne? "

 

Sorduğu sorularla keskin bir kahkaha patlattım. Fakat kahkaham sırtımda hemen kalbimin olduğu bölgeye değen kızgın şişle haykırışa dönerken kendimi sıktım. Bağırmamak için dişlerimi yaralı patlamış dudaklarıma geçirirken Ferman delirmiş gibi kendini sandalyeden çözmeye çalışıyordu.

 

Kendimi çekmeye çalıştığım her saniye o kızgın şiş biraz daha battı tenime. Uzun bir çizgi şekilde yapışan kızgın şişle odayı yanık et kokusu nüfuz etti.

 

"DUR LAN, DUR! "

 

Ferman'ın haykırışıyla odaya birisi girdi. "Adar abe! " içeri giren adamın seslenmesiyle arkamdaki adam duruldu.

 

"Ne var lan! "

 

"Abe askerler geliyor! " demesiyle yaşarmış gözlerim sandalyedeki adamı buldu. Derin bir nefes verdim.

 

"Nasıl buldular lan? " diye sormasıyla şiş sırtımdan ayrıldı. Yerine, kendini koca bir acıya bırakmasıyla dişlerimi daha da sıktım. İkisi odadan çıkarken kollarımı tutan adamlar çekilmedi.

 

Ferman eğilmeye çalışarak yüzüme baktı. "İyi misin, Kaya? "

 

Sorusuyla sadece gözlerimi yumup araladım. Cevap vermem mümkün değildi. Çünkü dudaklarımı araladığım gibi koca bir haykırış kopması an meselesiydi.

 

"Askerler geliyor dedi. " Yine başımı salladım ve gözlerimi yumarak kendimi kollarımdaki adamlara bıraktım. Biraz soluklandıktan sonra tekrar dikleştim.

 

"Evet." diyerek acıyla nefesimi verdim. "Gelecekler. Sende kimsesiz değilsin. Seni de çıkarız. " dememle yüzündeki o umudu gördüm.

 

Bu beni gülümsetirken onun bir sözüyle serçe yutkunmuştum. "Eyvallah devrem. " demişti. Bu Kaya için garip bir hisken içeri giren adamlarla tekrar yüzü öfkeyle doldu. Ona ilk devrem diyen de Ferman'dı oysa.

 

Sırtına kızgın şişi basan Adar denen adam ikimiz arasında gözleri gidip geldi. "Burası korunaklı bir sığınak! Bu iki piçten biri. İkisinin de üzerlerini arayın gidecez burdan. " dedi.

 

Üzerime doğru gelen adamlar pantolonumu aramaya başlasıyla aynı şekilde Ferman'ın da üstü aranıyordu. Öfkeyle onları üstümden salmaya çalıştıkça aralarından biri botlarımın iplerini sökmeye başladı. Yutkunmamla elleri iki ayak bileğinde gezdi ve o esnada Adar denen adamın formamnın yanına gidip eğilerek eline aldığını gördüm. Bir kaç dakika izlemiş ve sarkan fotoprafı çekip almıştı.

 

"Vay vay vay. " diyerek sevdiğim kadına bakmasıyla aniden öfkelendiğimi hissettim. "Karın mı komutan? Maşallah su gibiymiş. "

 

"KES LAN SESİNİ! " Öfkeyle haykırışım dudaklarımdaki yaraları tekrar kanatmaya yetmişti. Ferman bile ona öfkeyle bakarken adamlardan biri bileğimdeki küçük eski dokunmatik telefonu fark ederek önce pantolonun altından sonra ise çorabın içinden söküp çıkardı. O telefonla Ahu'yu hep aradım. Askeriyede yasak olduğu için önce çorap sonra pantolon en son ise botun arasına sıkıştırırdım ki hem belli olmasındı hem de aramada titreşimi fark edilmesindi.

 

Aceleyle askeriyede ayrıldığımız için bırakmayı unutmuştum. Fakat bileğim kadarıyak en son kapalıydı.

 

Adam tuşa bastığı gibi açılan telefonla şaşırdım, açılmıştı fakat onun kapalı olması gerekti. Kaç kere yere düştüysem açılmış olmalıydı.

 

Eğer bu telefon sayesinde bizi buldularsa bunu kesin Mahir akıl etmiştir çünkü ondan başka kimsenin haberi olmazdı. Ahu'yla her görüştüğümde tuvaletin kapısında nöbet tutan isim oydu. Tıpkı bende olduğu gibi onda da bir telefon vardı. Ve bir tek biz ikimiz bilirdik.

 

Ellerim arkamdan bağlı olmasaydı bir dakika beklemez çoktan birilerine haber vermiştim. Telefon da bir tek Ahu'nun nuraması olsa da Mahir'in numarası ezberimde olduğu için yine bir şekilde haber vermeyi başarabilirdim.

 

Tabi, fırsat verselerdi.

 

Ferman ile göz göze geldik. Telefon bendeydi. Ve evet, açıktı da. İzimizi bulmuşlardı. Bakışlarımı Ferman'dan çekerek bana öfkeyle bakan adama, Adar'a çevirdim. Ferman bile telefonun bulunamamasına şaşırmış duruyordu çünkü üzerimizde büyük olabilicek bir çöp bile yoktu.

 

Elindeki fotoğrafı yere savurmasıyla öfkeyle dişlerimi sıktım. Sevdiğim kadının fotoğrafı tıpkı kendisi gibi naif bir şekilde süzülerek odanın köşesine kondu.

 

Öfkeli bakışlarımı bana doğru gelerek tokadı yanağıma basan adama çevirmek istemiştim. Ancak yana doğru savrulan yüzümle içimde kaynayan sinir sırtımdaki acıyı bile bana unutturmuştu. Ona saldımak için atakta bulunduğum esnada adamlar beni sürerek geri çektiler. Adar'ın bir el hareketiyle Maho denen adam elindeki bezinle içeri girdi. Etrafa döktüğü sıvılarla anlamaz şekilde bakındım. Ardından aldığım tiz kokuyla dişlerimi daha da sıktım. Bizi burada bağlı bir şekilde ateşlerin arasında bırakmıyı mı düşünüyorlardı?

 

Bıraksınlardı.

 

Onlarla olacağıma şerefimle namusumla, sevdiğim kadının fotoğrafıyla ölüp gitmeyi yeğlerdim.

 

Gözlerim odanın köşesindeki fotoğrafa kaydı. Kıyamadım aslında ama onu buradan alacak kimsede yoktu.

 

Üstelik ben öldükten sonra arkamda kahrolacak bir kadın da vardı. O ve ailem.

 

Adar elindeki telefonu savurarak odanın köşesine attı. Telefon ikiye bölünmüş şekilde hemen sevdiğim kadının fotoğrafının yanında yerini almıştı.

 

Bana öfkeli ters bakışlarını göndererek eline aldığı bir keserle önce evirip çevirip etrafını kontrol etti. Diğer elini keserin demirine yaslayarak iyice süzdü. Süzerken oğlu, Maho denen adam işini bitirerek odadan çıkmıştı ancak sesleri geliyordu. Başka odalarada döküyordu.

 

Ferman ile bakışlarımız kesiştiğinde artık ikimizin de umudu sönmüş gibiydi. Bir şekilde bize gelecek ölümü bekliyorduk oysa o hamile kadının öcünü almayı ne de çok isterdim.

 

"Hakkını helal et. " diye fısıldadım. Henüz üzerimizde birbirimize karşı haklarımız var mıydı bilinmezdi ama yinede iğne ucu kadar da olsa birbirimize karşı helal etmiştik.

 

Dudaklarında buruk bir gülümseme oluştu. "Helal olsun devrem. " diyerek nefesini verdi. Gerilmiş vücudu yapılı göğüsü daralmışçasına hızla kalkıp iniyordu. "Kaderde kimsesiz ölmekte varmış, en azından arkamdan üzülüp kahrolacak kimsem yok. " demesiyle içimi nasıl parçaladığından habersizdi. O öyle görmüyordu belki ama beni paramparça yapmıştı.

 

"Sen de hakkını helal et, " dedi Ferman, gülümsemesi hala dudakalrını korurken.

 

Kollarımı yanımdaki itlerden çekmeye çalıştım son bir umut. Bırakmadılar. "Helal olsun, " diyerek gözlerine baktım. "Devrem... "

 

Ve o an, aklım hayalim şaşacak bir şey oldu. Adar denen piç keserin sapını kavradığı gibi demir kısmını Ferman'ın yüzüne savunmuştu. Kalbimin durduğunu hissederken ağızım ve gözlerim hızla aralanmıştı.

 

Ferman yediği darbeyle acıyla bağırmış ve sandalyeden savrulmuştu. Son dakika dengede duran sandalyeyle Adar acımadan vurmaya devam etti.

 

Sonunda bulduğum nefesimle avazım çıktığı kadar bağırdım, yanımdaki itleri kollarımdan itmeye çalışarak kendi acımı dahi unuttum.

 

Kanayan bedenimin aksine üstünde ne kadar zaman geçtiğini bilmeden tanıdığıma memnun olduğum adamı kurtarmak için çabaladım.

 

"YAPMAAA! " Haykırışım dışarı taşarken kolumdaki iki adamı içimden doğan bir güçle kafalarını birbirine tokuşturrp yere savurdum.

 

Adar'a doğru ilerlerken Ferman kendini kurtarmak için çabalıyordu. Fakat eli kolu bağlıydı ve ona doğru savrulan hiçbir darbeye karşı kendini savunamıyordu. Ona bakamıyordum ama keserin keskin tarafıyla vurduğu beliydi çünkü yüzü paramparça olmuştu. Sadece bir kaç darbeyle beni gözü çıkmıştı, kan içindeyken dudaklarına gelen darbelerle artık dişleri de ortadaydı.

 

Delireceğimi hissettim. Bağıra çağıra yardım etmek için Adar'a saldırdım. Keseri elinden almak için savurduğum yumruk havada kalırken arkamdan biri dizlerime tekrar vurmuş ve yere savrulmamı sağlamıştı. Başımı kaldırdığımda Ferman'ın hala tek bir gözüyle bana baktığını gördüm. Gözlerimiz çakıştığında Adar bana öfkeyle haykırmış, bir kaç küfür savurmuş ve işine kaldığı yerden devam ederek keser darbelerini savurmaya devam etmişti.

 

Yerde öylece yediğim tekmelerle kan kusarken hiçbişey yapamama yandım. Dört adam etrafımı sarmış birisi karşımda arkadaşımı parçalıyordu.

 

Belki bende onun tek arkadaşı...

 

Kollarıma sarılan adamlar beni yerden dizlerimin üstüne doğrulttu. Maho denen piçle Cengo önüme geçerek biri tekme diğeri yumruk savurdu. Karnıma yediğim darbelerle acı içinde haykırdım. Bedenim için değil, artık yerde kanlar içinde yüzü gözü belli olmayan adam içindi.

 

Gözlerimden akan yaşlar sakalıma kanlı bir şekilde bulaşıp yayılırken içim yandı. Öfke bedenimi ele geçirdi.

 

"ECDADINIZI SİKİCEM! " Savurduğum öfkeyle tekrar haykırarak kollarımdaki adamın birine kafamı geçirdim. Bana doğru eğilmiş adam burnunu tutarak geriye sendelerken ona vuran benim alnımda acımıştı.

 

Diğeri beni durdurmak için atağa geçerken tekme atmak için hazırlanan Cengo'nun önüne savurdum onu.

 

"ÖLDÜRECEKSENİZ AYNI ANDA ÖLDÜRECEKTİNİZ LAN! " diye bağırarak ayağa fırladığım gibi Maho'nun yüzüne yumruğumu savurdum. Cengo daha ne olduğunu anlamdan onunda ensesinden kavradığım gibi dizime geçridim çenesini.

 

"YEEEETEERR! "Diye öyle bir haykırdım ki daha Ferman'ın yanına varamadan sol koluma saplanan keserle yeri boyladım.

 

Hemen dirseğimin bir karış üstüne saplanmıştı. Onca acının içinde kolumdaki keserle yerde acılar içinde kıvrandım. Gözlerim Ferman'ın yüzüyle yan yana kalmasıyla kusmak istedim. Paramparça olmuş et parçalarına, çıkmış gözlerine ve belli olan dişlerine baktım. İçimde kaynayan her neyse onun diğer tarafına kolumdaki keserle kustum. Boğazımda akıp gelen şey kandı kaç gündür ne yemek ne de su içmiştim. Kan gelmesi benim için olağan bir şeydi.

 

Hem ağlayıp hem de kustuğum kanda sağ elimin bileğiyle dudaklarımı sildim. Çenem ve göğüsüm kan içinde kalmıştı. Yaralı halim korkunçtu, buna emindim.

 

Gözlerimin karardığını hissettim. Yanımdaki yüzü parçalanmış geriye döndüm. Boğazı da kesilmişti. Ölmüştü, öyle değil mi?

 

Hemde hiç istemediği bir şekilde. Kimsesiz...

 

Çenem titredi. Öyle ki odada ayakta dikilen adamları görmemle kaşlarım anında çatıldı. Hızla ayağa kalktığım gibi sol kolumda acılar içinde kıvranmamı sağlayan keserin tutup çektim. Ayırdığım kolumdan elimde bir kere çevirerek boynumu iki yana kütlettim.

 

Bana doğru atılan iki adamla birinin suratına diğerinin ise boğazına sapladım hızla keseri. Önce keserin arkası kafasına denk gelen adam başına aldığı darbeyle sırtını duvara durmuş ve oracıkta baygınlık geçirmişti. Diğeri ise seri bir şekilde keskin yeriyle boğazına saplayıp aynı hızla geri çekmiştim. Boğazından sıçrayan kanlar yüzüme ve bedenime gelirken iki eli oraya baskı uyguladı. Nefes alamayarak çöktü. Hemen Ferman'ın yanına düşmesiyle üstüne düşmemesi için yüzüne tekme attım. Cengo ve Maho, Adar'a attıkları kısa bir bakışla beni tutmak için atıldılar, ancak aynı şekilde birinin göğüsüne tekme geçirerek savurdum. Diğeriinin, yani Maho'nun da kısa boyundan yararlanarak çekicin keskin tarafını kafasına geçirdim.

 

Keser kafasında kalırken ayaklanan Cengo'nun suratına yUmrğumu savurdum. Adar kemerinden çıkardığı silahı hızla oğluna bişey olmaması için bacağıma sıktı. Acıyla haykırırken durmadım, baldırımın yanından sekip gitti kurşun. Sıyırmıştı. Bir dakika bile durmadım. Öldürsün istedim. Çünkü bu halde yaşayamazdım. Nasıl yaşayacaktım?

 

O kadar şeyi beni arada görmüştüm ki, iyi değildim...

 

Durmadım, Maho acıyla çekici çıkarmaya çalışırken afallamış bir şekilde yerdeydi. Adar ona yardım etmeye çalışırken Cengo'yu umursamamıştı bile. Adamın üstüne çıkarark üst üste yumrukladım. En son bana karşı koymaya çalışan adamın boynuna ellerimi dolayarak iyice sıktım. Gözlerim öfkeden büyümüştü. "Ecelin olacağım! " dişlerimin arasından kurduğum cümleyle gözlerini nefessizlikten belertmişti. "Yap-maa... " derken bile son demlerini yaşadığından emindim.

 

İçimdeki acıma duygusu tıpkı Ferman gibi göçüp gitmişti. Merhamette onunla berbar ölmüş geriye sadece inkitam kalmıştı.

 

Vatanına düşman olan kimse, ama kimse merhameti de acımayı da hak etmezdi.

 

Çünkü onlar zaten bu iki duyguyu hiç tatmamış insanlardı. Yoksa nasıl onca insanın ölümüyle uyuyabilsindi? Yoksa nasıl başlarını yastığa rahat koyabilsindi?

 

Ben...

 

Ben Kaya Demir Karahanlı.

 

Bu kara günün ardından bir kere bile huzur bulamamıştım. Sevdiğim kadının yalnızlığı ayrı, karanlık kabuslarım ayrıydı.

 

Bir kere bile Ferman'ın gözleri gözlerimin önünden gitmemişti. Başımı yastığa koyduğum her gün acıyla kasıldım.

 

Aklıma geldiği her gün ağladım.

 

Ahu için ayrı, tanıştığım o kimsesiz adam ise apayrı.

 

Aradım, ailesini aradım. Ama bulamadım. Kendisinin de bir ajan olduğunu ve illaki aradığını düşünmüştüm, yine de bende aradım.

 

Ölmüşlerdi.

 

Ailesi gerçekten yoktu.

 

İşte, en çokta canımı bu yaktı.

 

Kimsesiz göçmüştü.

 

Ellerimde boğularak ölen adamla tenine sanki ikinci bir deri gibi yapışmış ellerimi çektim. Hızla üstünden kalkarak derin nefeslerle havalanan göğüsümü Adar'a doğru çevridim. Onu omzularından kavradığım gibi bir tarafa savurmamla çıkardıkları keseri tekrar kavradım.

 

Maho bana baygın bakışlarla bakarken gözlerindeki o korkuyu an be an hissetim. Ama artık herşey için çok geçti. Çünkü bana yapılanı misliyle gönderiyorudum. Adar piçini bilerek en sona bırakmamla ilk keser darbesini Maho'nun suratına geçirmiştim. Daha acıyla haykıramadan burnuna geçirdiğim keskin darbeyle uzaktan bir ses duydum. Çatışma sesi.

 

Umursamadım. Sağ elimle kavradığım keserin sapıyla üst üste Maho'nun yüzüne vurmaya devam ettim. Ancak içeri giren başka adamlarla Adar enseme vurdu. Gözlerim kayarken İçim rahattı. Maho'nun yüzü de artık Ferman gibiydi. Bayılmadan önce nefes alan boğazına son kez keseri geçrimemle işte tam o an Adar'ın haykırşını duydum. Gözlerim oradan çıkmadan önce telefon ve fotoğrafta oyalandı. Fotoğrafın yüzü kan revan içinde kalmıştı.

 

Fotoğrafı almak istedim fakat ben çoktan kollarımdan sürüklenerek çıkarılmıştım. Henüz bayılmış değildim. Ama ayık da değildim. Ayaklarımla sürüklenerek çıktık bu yerden. Arkası boş olan Toyota model sadece sürücü ve yolcu koltuklarının ön tarafı olan bir arabanın arkasına öylece atıldım. Gözlerim hala açık olan arabanın kenarından mağarayı izliyordu.

 

İçerideki adamlar Cengo'nun Maho'nun diğer ölü olan adamın cesedini çıkararak başka bir arabaya attılar. Diğer baygın olan adamı ise bedenini iki yandan tutup sürüyerek çıkarmışlardı.

 

Herkes çıkmış fakat Ferman çıkmamıştı. Kimse onu çıkarmamıştı. İçerde kalmıştı...

 

Adar elindeki kibriti çakarak arkadaki bana kısa bir bakış attı. Halsizce öylece arabanın arkasında uzanıyordum. Gözlerime öyle bir öfkeyle baktı ki ön taraftaki çatışlamlar kesilmedi.

 

Adar yaktığı elindeki kibriti yere atmasıyla etraf aniden alev aldı. Önce yavaş sonra hızla yayılan ateş mağarayı adeta yutarak içine hapis etti.

 

İçimdeki ağlama istediğine daha fazla baskı kurmadım. Kanayıp acıyan kolumu hareket ettiremeden göğüsüm sarsıla sarsıla ağladım. Çevremdeki kamponetin kapakları kapatılmasıyla başımı gökyüzüne çevirdim.

 

Çatışmalar devam ederken Adar'ın sesini duydum hemen yanımda. "Çekmeden ölmeyecekesin. " sözleriyle gözlerim yavaşça kapanmış ve kendimi acıyla uykuya bırakmıştım. Baygın gözlerim hep kapanmak için zorlarken kendime engel olmamıştım, taa ki aymaya başlayan gökyüzüne kadar.

 

Sevdiğim kadının gözleri gibiydi.

 

Huzurdu.

 

Böylelikle gözlerimi yummuş ve kendimi tekrar onunla yan yana hayal etmiştim.

 

... 

 

Ne kadar süre geçtiğinden habersiz sertçe dürtülmesile adam yattığı yerden uyandı. Gözleri bu defa beyaz bir tavana veya zemine karşı değildi. Masmavi güneşli bir gökyüzüne aralamıştı koyu renk harelerini. Güneş batmak üzere olsada gökyüzü tüm canlılığı ile ortadaydı.

 

Yanındaki Adar denen herfin sesini duyumsadı. Daha ona dönmeye fırsat kalmadan arabanın arkasına çıkmış adam tepesinde dikilerek öfkeyle yüzüne bakmıştı. Ayağıyla iterek arabanın açık olan kapağından sertçe zemine düşmesini sağladı. Kaya acıyla inledi. Alnını zemine dayıyarak kısa bir an soludu.

 

"Oğlumu öldürdün! " Bağırarak kendi de indi. Aşağı inmesiyle yerden bir toz bulutu yavaşça süzülerek havalandı. Kaya'nın üzerine doğru öfkeyle adımladı. Bir tepenin ucuna getirmişti. Uçsuz bucaksız bir uçurumdu burası. Tepe; imtihan bölgesi diye geçerdi çünkü genelde buraya gelen insanlar hayatlarından bezmiş insanlardı. Burayı genelde hayatlarına son vermek için son kez gelirlerdi. Bu uçurumdan düşen her kimse tek bir uzuvu dahi bulunmazdı. Öyle büyüktü.

 

Kaya başını kaldırarak kendisine doğru gelen adama baktı. İki eli yanında yumruk olmuş ve ona doğru adımlamıştı.

 

Kaya yattığı yerde derin nefeslerini verirken Adar denen piç arabasının yolcu kapısını açarak içindeki kanlı keseri çıkardı. Kapıyı tekrar sertçe kapatarak Kaya'ya doğru adımaldı.

 

Yerde acılar içinde kıvranan adam sırt üstü dönerek tekrar soluklanmak istedi. Ancak Adar buna izin vermemiş yüzüne bir tekme savurarak karnına oturmuştu.

 

Kaya yüzüne yediği darbeyle acı içinde bağırırken şaşkınca karnına oturup elindeki keser ile yüzüne bakan adama baktı. Dişlerini birbirine iyice kenetleyerek üzerinde oturan adama baktı.

 

"Kalk lan üstümden! "

 

Kaya'nın bağırmasına karşı Adar psikopatça güldü. "İntikam sırası bende komutan? " dedi.

 

Onların tek sorunu, Kaya'yı komutan sanmalarıydı. Onlar için Kaya komutan, Ferman ise öylesine bir ajan üyesiydi. Oysa bütün bilgiler Ferman da yer alırken Kaya sadece vatanı görevini yerine getirecek bir askerdi.

 

O günki görevliler eğer olsaydı gönüllü bir şekilde gelmeyecekti. Çünkü gelmek zorunda kalmayacaktı. Ancak herşey yaşanmış ve şuan yolun sonuna gelmişlerdi.

 

"Senin intikamdan bahsetmeye hakkın yok! " Kaya'nın kurduğu cümlelerle Adar sinirle keseri yüzüne savurdu. Kaya adamı engellemeye çalışmak için iki elini öne itsede sol yanağının elmacık kemiğine hafif değmiş ve kesmişti.

 

Kaya acıyla inlesede keseri yana çekip itmişti. Adam bağırarak kendini geriye çekmeye çalıştı bu Kaya'nın işine gelirken yaralı olmayan ayağını kaldırdığı gibi bacağını boğazına dolayıp adamı geri çekti. Bu dağ başında baş başa olmalarının sebebi adamın Kaya'yı küçük görmesiydi. Günlerdir aç ve susuzdu. Her gün şiddet görmüştü. Bedeni yaralarla doluyken sırtının tam sol tarafında uzun bir yanık izi vardı. Şimdilerde o yanık izi küçülmüş ve izi kalmıştı. Kara günün iziydi. Kendince o günü hatırlamamak için bakmazdı ama içine hep otururdu.

 

Adar, Kaya'yı tek başına öldürebileceğine inanmıştı çünkü kendince zaten güçsüzleşmişti. Fakat Kaya içten içe bir söz vermişti. O kadına silah tutan ve Ferman'a keserle vuran elini kıracaktı.

 

Yüzü önce paramparça olacak sonra ise kemerinde fark ettiği silahla kafasına sıkıcaktı. Hayır boğazına da keseri saplayacaktı. Çünkü inanırdı. Kim kime ne çektirirse günün birinde aynısını misliyle çekerdi.

 

Adamın savrulmasıyla Kaya keseri çekip aldı. Aldığı gibi ayaklanacaüğı esnada Adar, Kaya'nın yaralı olan koluna tekme attı. Kaya sol elindeki Keseri acıyla bırakırken gücü yetmemişti. Ellerinde kayan keseri Adar kaptığı gibi Kaya'nın haykırışlarına bir haykırış daha ekleyerek yaralı koluna bir kez daha geçirdi.

 

Uçurum Kaya'nın haykırşlarıyla çalkalanırken iki gözünden de şakaklarına doğru yaşlar yol aldı. Öleceğini his ediyordu. Evet, öleceğini his ediyordu.

 

Adar'ın hırsı o kadar tazeydi ki ölen oğlu için tekrar bir darbe daha vurdu. Kaya'nın kolu artık yarıya kadar kesilmiş şekildeyken sağ elini kaldırdı. Adar diğer elinden gelecek darbeyi boş eliyle savurdu. Yerde acılar içinde kıvrılan adam kolunun koptu kopacak olduğunun farkındaydı. Acıyordu. Öyle ki inanılmazdı bu acı.

 

Nefes alamıyordu. Dayanılmazdı. "Cehennemde görüşürüz Komutan. " Adar'ın sözleriyle göz bebekleri onu buldu. Yüzü kıpkırmızı kesilmiş öylece kolundan akan kan gölüyle yatıyordu. Ter içinde boğazına inecek darbeyi son dakika sağ eliyle kavradı. İçindeki son güç kırıntısını da kullanarak adamı önce keserle kendine çekmiş ardından dişlerini sıkarak kafasını yüzüne geçirmişti. Keser Kaya'dayken adam yüzünü tutup geriye savruldu.

 

Kaya kolundan dolayı kalkamazken yarıya kadar kopmuş kolunu tutarak ayaklandı. Kanlar hızla akmaya devam ederken kendi kemiğini görmesiyle bayılacağını his etti.

 

Şimdi değil...

 

Şimdi değil...

 

Şimdi değil...

 

İçinden sürekli tekrar ederek yerden kalkmaya çalışan adamın üzerine atladı. Keseri onun suratına geçirerek daha engelleyemeden acıyla haykırmasını sağladı. Üst üste hızla geçirdiği keserle haykırdı. Kendi canıda yanarken adamın yüzüne baktı. Kan içindeydi fakat buna rağmen elleri durmuyordu.

 

Bir eli Kaya'nın sol kolunu tutmasıyla adam elindeki keseri bu defa Adar'ın koluna geçirdi.

 

Adar kanlı dudaklarıyla haykırırken yan döndü. Bileğine sallayarak kırmıştı. Kaya kolundan akan kanları düşünmeden adamın kafasının arkasına sertçe sapladığı keserle onu sürüklemeye başladı. Keserin ucu kafatasına gitmişti. Tıpkı Maho gibi. Oğlu gibi. Yaralı bacağı yüzünden aksak adımlarla adamı yerden sürükleyerek getirdi. Kendi de sürüklenerek tam uçurumun ucunda durdular.

 

Kaya daha fazla acılar içinde yanında hareketsizce sallayan koluna dayanamdı. Adar'ın belindeki silahı alarak uzağına bıraktı. Acılar içinde adamı orada bırakarak arabaya ilerledi. Ön koltuğun kapısını açarak bir bez parçası aradı, bulduğu siyah beyaz peştamal tarzı bezi kavrayarak yere çöktü. Artık acılar içinde ağlıyordu.

 

Gözlerinden akan yaşlarla kolunu göğüsünde boynuna bağladı. Dişlerini kullanarak bezi iyice sıkarak düğüm yaptı.

 

Zar zor ayağa kalkarak yerdeki silahı alıp aksak adımlarla ilerlemeye devam etti. O kadar çok kan kaybetmişti ki artık başı dönüyordu. Dayanacak gram hali kalmamıştı. Yerde yatan adam acıyla kıbırdanarak ağlıyordu. Sakkalı yüzü belli olmayacak şekilde kan içinde kalmıştı. Tıpkı oğlu gibi. Tıpkı, Ferman gibi...

 

"KALK! " Kaya'nın haykırışıyla Adar acıyla bağırmaya devam etti. Kaya yanına ilerleyerek kolundan kavrayıp sertçe kaldırırdı onu. Silahı kendi belinin ön tarafın takarak kafasındaki keseri çıkardı.

 

Dizlerinin üzerinde köpek pozisyonunda duran adama baktı. "MERAK ETME. " diyerek adım adım geriledi. "GİTTİĞİN YERDE YAPTIĞIN BÜTÜN PİSLİKLERİNİN CEZASINI VERECEK BİRİSİ OLACAK. "

 

Sözleriyle kanlı kesere baktı. Tıpkı Adar'ın yaptığı gibi sağını solunu süzdü. "Buraların Tek Sahibi. " Diye fısıldadı. "Allah belanı verecek! " dişlerinin arasından tıslayarak konuştu.

 

"O kadına yaptığın gibi, Ferman'a yaptığın gibi geberip gidiceksin. " adam hala aynı şekilde ağlamaya devam ederken yüzünden kanlar akıyordu. Kolundan da aynı şekilde akarken adam tam yere kendini bırakacağı esnada Adar kaldırdığı başıyla Kaya çekici boğazına sapladı. Adar nefessiz kalarak ellerini boğazına bastı. Dizlerinin üzerine doğrulmuş nefes almak için direniyordu. Kaya son kez adımladı geriye doğru.

 

Önündeki silahı kemerimden çekip çıkararak kafasına nişan alıp ateşledi. Adar son kez karşısındaki eceliyle göz göze gelmiş ve geriye doğru kurşunun darbesiyle uçurumdan aşağı savrulmuştu.

 

Kaya öylece savrulup giden adama bakarken elindeki silahı indirmişti.

 

Bitmişti...

 

Ama kendine bitmişti.

 

Silah elinden düşerken arabaya doğru aksak adımlar attı. Artık önü bulanıklanışırken arabanın kapısını açtı. Yolcu koltuğuna oturarak başını arkaya yasladı. Tam o esnada telefon gördü. Küçük dokunmadık bir telefon. Arabanın ön torpidosunun üstündeydi.

 

Bacağındaki sağ eli kalkmadı. Olduğu yerde kaldı. Uykulu yorgun bakışları kayarken başı da aynı şekilde düştü. Henüz tam tamına gözleri gitmemişken sürücü kapısının açıldığını duydu. Gözleri çok hafif açılmasıyla bir silüet gördü ve bu siliüetin Ahu olduğunu fark etti. Gözleri kapanıp açılırken sürücü koltuğuna oturduğunu gördü.

 

"Ahu'm... "

 

Fısıltısı yerini korurken yanındaki kadın ellerini yaralı kanlı yüzüne dayadı. " Yalvarırım Kaya. " dedi kadın. Beyazlar içindeki kadını izledi. Ne güzeldi.

 

Tıpkı bembeyaz bir gül gibi. Ona aldığı o beyaz güller gibiydi.

 

"Lütfen. Al o telefonu. " demesiyle adamın gözleri tekrar arlandı ve o telefonu buldu. "Al o telefonu ve bana yardım et. "

 

Kaya kaşlarını çatarken bir an da sağ elindeki telefona baktı. Nasıl aldığını bile bilmeden açmaya çalıştı. Tekte açılan telefonla ezberinde ki numarayı hızla girdi.

 

Telefon çalarken hayali Ahu'nun onu severek izlediğini gördü. "Acıyor Ahu. " dedi ağlayan kadına doğru.

 

"Biliyorum sevgilim." dedi Ahu tekrar son kez elini adamın yanağına dayıyarak. "Bende acıyorum. "

 

Telefon açılmasıyla kadının son kez, "Sana yalvarıyorum, onunla konuş ve bana gel... " demesiyle Mahir'in güçlü sesi duyuldu.

 

"Ne var! Kimsin!"

 

Kadın yavaş yavaş gözleirnin önünde silinirken Kaya dudaklarını araladı. "Mah-ir."

 

Mahir duyduğu sesle olduğu yerde çöktü. Olduğu yer ise iki gün önce cenazesi olan kardeşiydi. Kaya'nın mezarlığıydı.

 

"Devrem... " fısıltısı yeri göğü inletirken Kaya sadece tek bir şey söyledi.

 

"Yaralıyım... "

 

Mahir teleşala ayaklandı. "Tamam kardeşim, dayan devrem! Buluncam seni! "

 

O gün Kaya elinde telefonla bayılırken Mahir numaradan Kaya'nın yerini bulmuş ve peşindeki ekiplerle yola çıkmıştı. Arkasındaki ambulans ve özel harekatla bulunmuş ve hastaneye kaldırıyılmışrı.

 

Bir haftya yakın yoğun bakımda kalmıştı. Ardından uyandığında normal odaya alınmış ve herkes onu uyuyor bilirken o Mahir ile Doktor'un konuşmalarını dinlemişti.

 

"Dediğim gibi, şuan uyanması onun normale döneceği anlamına gelmiyor malesef. Ameliyat iyi geçmiş olabilir ama silah arkadaşınız ölümden döndü. Hem de defalarca. Ayrıca kolunu eskisi gibi kulabiliceğini de düşünmüyorum. His kaybı yaklaşık %75 'e yakın olur belkide hiç hissedemez. Şuanlık tahmin edilen iyileştiğinde fazla hareket ettiremeyeceği. "

 

Mahir'in sıkıntılı yüzü yatakta öylece yatan adamı buldu. "Hiç mi umut yok? "

 

Kadın doktor derin bir nefes vererek tıpkı karşısındaki adam gibi kısa bir an yatakta yatan adama baktı. Kolu göğüsünde alçılanmış şekilde duruken diğerinde serum takılıydı. Manitördeki ses odayı doldururken adam uyuyordu. Kadın yüzündeki yaralara yutkunarak baktı. Tekrar karşısındaki adama döndü. "Tıp'ta umut her zaman vardır. " dedi ve dudaklarına küçük bir gülümseme kondurdu. "Eğer zamanla alıştırma yaparsa o %75'i yenebilir. Fizik tedavi sonucu kolunu bir ihtimal eski haline getirebilir. "

 

"Sinir sistemleri parçalanmış. Keskin darbe farklı açılarda kola zarar verdiği için onları bir araya getirmek düşündüğümden daha zor oldu. Siz de biliyorsunuz ki amelyatı on üç saat sürdü. Aynı zamanda kaybettiği kan ve zarar gördüğü iç organlarıyla hasta çok dirayetli."

 

Mahir başını sallayarak derin bir nefes verdi. En azından kadının son anlattılarıyla biraz olsa'da umudu yeşermişti.

 

Kadın bir kaç şey daha söyleyerek çıkarken günlerdir yatan kardeşinin yanına giderek kendini yatağın baş ucundaki koltuğa bıraktı.

 

Kaya gözlerini yavaşça aralamasıyla Mahir'in gözleri doldu. Kaya, Mahir'in gözlerinden akan yaşları ruhsuz bir şekilde izledi. Koltukta oturan adamın yüzü kıpkırmızı kesilirken kolunu dudaklarının arasına yaslayarak orayı ısırdı. Bütün acısını kolundan çıkarmak istercesine dişleriyle sıkıca kavradı.

 

Kaya onun acısını yattığı yataktan hissederken gözlerini yorgunca kapayıp açtı.

 

Mahir kolunu dudaklarının arasından çekerek fısıldadı. "Korkuttun be devrem. " dedi.

 

Kaya 'devrem' sözüyle sertçe yutkundu.

 

Yorgunca nefesini verirken her yerinin ağrıdığının farkındaydı. Özellikle kolu onu defalarca ölüme sürüklüyordü.

 

"Ned-en? " dedi kuru dudaklarınk aralayarak. Hala daha su içmediği için iyi değildi. Mahir hızla bir bardağa su doldurup ona içirmek için atağa geçti. Ağlayarak bir elini ensesine diğerini ise elindeki bardakla dudaklarına yaklaştırarak içirdi. Geri çekildiğinde Kaya boğazından aşağı inen suyla, acıyan boğazı yüzünden suratını buruşturdu. "Neden hala hastanedeyim?" kısık fısıldayan sesiyle sorduğu soru karşısında Mahir tekrar elindeki bardakla oturmuştu yerine.

 

O kadar çok bağırmıştı ki sesi kesilmişti adamın. "Günlerdir yatıyorsun. " dedi Mahir sadece. "Ağır yaralıydın. Seni getirdiğimizde ölmek üzereydin." Gözlerindeki yaşlarla baktı adama. "Bir ara kaybettiğin kan yüzünden kalbin bile durdu. "

 

Korkuyla dile getirdiklerine karşı Kaya umursamazca nefesini verdi. Şuan da bir ölüden haliceydi. Hiçbir farkı yoktu. "Neler oldu? " diye fısıldadı.

 

"Öldün sandık. " dedi Mahir. "Mağarayı ateşe vermişler. İçeri girdiğimizde askeri formasıyla bir adam bulduk. Yüzü paramparça tanınmayacak haldeydi. Birde... " sözleriyle Kaya yavaşça ona döndü. Bir de ne?

 

"Ne? "

 

"Kaya, " dedi Mahir. "Biz o adamı üzerindeki forma yüzünden sen sandık. İçeri girdiğimizde telefonun ve yarısına kadar yanmış yengenin fotoğrafı vardı, her yer kandı. "

 

Kaya anlamazca yüzüne bakmaya devam etti. "Ben... " derken yüzü soru sorarcasınaydı. "Ben... " Tekrar etti.

 

Mahir başını salladı. "O adamı sen sandığımız için bir buçuk hafta önce cenazen vardı. "

 

Mahir'in sözleriyle Kaya yavaşça gözlerini kapadı. Herkes onu öldü sanmıştı...

 

"Ahu... " dedi Kaya içi parçalana parçalana.

 

Mahir üzgünce yüzüne baktı. "Maf oldu. " dedi sadece.

 

Kaya hızla yerinden doğrulmaya çalıştı. Mahir de oturduğu koltuktan ayaklanarak direktmen silah arkadaşını omzularıda kavradı. "Kalkamazsın! Henüz toparlanmadın, "

 

"Bırak! " dedi sesi çatallııkarken. Gitmesi gerekti. Sevdiği kadın onu öldü biliyordu. "Bırak Ahu'ya gitmeliyim! "

 

"Olmaz Kaya... Hem hala Diyarbakır'dayız. Nasıl gidiceksin."

 

İçeri giren doktor Kaya'nın durulmaz olacağını anlamasıyla bir hemşire aracılığıyla koluna sakinleştirici uygulanmış ve derin bir uykuya bırakmışlardı.

 

Tekrar gözlerini araladığında odanın boş olduğunu ve günün yeni doğduğunu fark etti. Dün ambulans uçağıyla istek üzerine Rize Şehir Hastanesine sevk edilmişti. Mahir yarın herkese söyleceğini söylemişti fakat Kaya'nın içi hiç rahat değildi. Bu yüzden ağrılar içinde yatağından doğrularak ayaklandı.

 

İlk bir başı dönsede umursamadan devam etmişti. Önleri kapalı siyah terliklerini ayağına geçirmiş ve kapşonlu siyah ceketini alarak dişleye dişleye zor bela sağ kolunu geçirerek sol koluna karışmadan omzunun üstünden bırakmıştı. Önü açık içindeki siyah kısa kollu tşört ve aynı renk eşofmanla gizlice önce odadan çıktı. Sonra koridorda koltukta öylece uyuklayan Mahir'i geçerek de hastaneden çıktı.

 

Bildiği tek bir durak varken yürüdü. Biliyordu uzaktı ama vücudundaki onca ağrıya ve acıya rağmen evine gitmek için yürüdü.

 

Ahu'ya varmak için yürüdü. Cebinde beş parasız olduğu için taksi çeviremedi. Onu götürebilecek kimseyede güvenemedi. Bir tek kendine güvendi. Kendi bacaklarına güvendi. Oysa daha şimdiden bacağındaki sıyırmış kurşun izi kanamaya başlamıştı. Umursamadı ve devam etti.

 

Ne kadar yürüdü bilmiyordu ama artık güneş doğmuştu. Sağ elini önce yüzüne siper ederek güneşi seyretti. Durduğu yerde bulduğu bankta kısa bir an oturup soluklandı ardından korkuyla atan kalbiyle anında tekrar ayaklanıp hızla yürümeye başladı.

 

Anlamıyordu ama içinde bir yerler acıyordu. Sağ eli tekrar açılmış kapşonun şapkasına gitti. Tekrar örterek uzamış saçları ve sakalarıyla ilerlemeye devam etmişti.

 

En son durduğu yerden başını yavaşça kaldırmıştı. Bir kolu aynı şekilde karın hizasındayken diğeri eşofmanın cebinden çıkmıştı. Durulmuş yağmur sanki bir şeylerin habercisi gibi tekrar yağmaya başlamasıyla kapşonunu iyice alnına çekti. Buraya gelene kadar küçük küçük çiselen yağmur hızlanmaya başlamıştı.

 

Daha fazla ıslanmamak için sevdiği kadının kapısına dayanarak sağ elini yumruk yapıp vurdu. "AHU! " diyerek bağırdı çıkmayan sesiyle. "Ahu! Ben geldim! "

 

Kapıyı yumruklamaya devam ederken bir gözünden akan yaş yavaşça önce sakalarında sonra ise gülümseyen dudaklarında kayboldu. "Ahu! Güzelim ben ben geldim! Kaya!"

 

"Evlat? " Gelen sesle Kaya arkasını dönerek bir kadının ona baktığını gördü. "Kime baktun?"

 

Kaya hızla kapının önündeki basamakları inerek kadının yanına gitti. Kadın ilkte simsiyah giyinmiş ona doğru gelen adamdan irkilip gerilesede yaklaştıkça onun Kaya olduğunu anlmıştı.

 

İki elinde de tuttuğu patates ve soğan çuvalları yeri boylarken ellerini dudaklarına bastırmıştı. "Kaya! " demesiyle adam durulmuş ve kadının suratına bakmıştı. Komşu olduğunu biliyordu. Komşu kadın hızla Kaya'ya sarılacaktı ki kolunu görmesiyle bu girişimini gerçekleştiremedi. "Sensun... "

 

"Abla." dedi hızla Kaya telaşla. "Ahu nerde? Gül Hanım'a baktım, nerdeler? "

 

Komşu kadın bir an da sanki ona tokat atıkmış gibi irkilirken gözleri dolmuştu. "Oğlum, " dedi gözlerindeki yaşlar akarken. "Onlar cenazede. " demesiyle Kaya beyninde vurılmuşa döndü.

 

Ne demek cenazedelerdi?

 

Ahu'ya mı bişey olmuştu?

 

Ahu'suna bişey mi olmuştu?

 

"Neden? " dedi telaşla Kaya. Fark etmeden kadının üzerine adımladı. "Ahu'ya mı bişey oldu, o nerde, kimin cenazesi bu? " peş peşe sorduğu sorularla kadın cevap vermeyince dayanamadı. "KONUŞSANA! "

 

Çatallaşmış sesiyle bağırdığı gibi karşısındaki kadın ondan korkmuştu. "Gül Hanım. " demişti kadın. "Sizler ömür. " demesiyle Kaya'nın dudakları aralanmıştı.

 

Şaşkınca baktığı kadınla geriye doğru adımladı. Sevdiği kadın değildi ama onun annesiydi. Üstelik kendi yalan ölümünün üstüne.

 

Kim bilir Ahu ne haldeydi? Düşünceleriyle yorulmuş bacaklarına rağmen koştu. Kapşonu başından düşerken bardaktan bocalırcasına yapmaya başladı yağmur.

 

Durmadı. Acıyan koluna rağmen devam etti. Sonunda mezarlığa vardığında onları aradı. Yavaş adımlarla durduğu bir ağacın arkasından izledi. Gül Alkım, yazan mezarlığı izledi. Anne demişti ona. Anne derdi.

 

Annesi gibiydi. Ağladığında onunla ağlayan, başına bişey geldiğinde ilk yakınan, kızıyla arasıyda sorun olduğunda nasihat veren de oydu.

 

Gül Hanım'ın hakkı ödenmezdi. En az annesi ve babası kadar hakkı vardı üstünde. Her konuda arkasında olup kızını emanet ettiği tek kişiydi Kaya.

 

Aynı şekilde mezarlığı izlerken fısıldadı. "Bana emanet. "

 

Gözleri kalabalığı tardı. İyice aradı fakat aradığını bulamadı. Ahu'yu aradı gözleri. Tekerr teker taradı. Ahu yoktu.

 

Bekledi. Herkes yağan yağmurla dağılmasıyla Kaya hızla giden kadının peşine verdi. Birlikte Gül Hanım'ın evine varmışlardı. Sonunda yaklaşabildiği kadınla omzuna elini koydu. Evden içeri girmeden kendini belli etmek için ona dokunmuştu.

 

Türkan Alkım kafasına örttüğü keşanı ile dalgın dalgın ilerlerken bir an da omzunda hissettiği dokunuşla irkilerek arkasını döndü. Bir eli uçmaması için paltosunu ve kaşınının önünü tutarken diğer elindeki şemsiye gördüğü kişiyle titremişti. "Kaya... "

 

Dudaklarından fırlayan fısıltı ikilinin arasında uçup giderken Türkan elindeki şemsiyeyi uçmasını umursamadan bir kenara atarak karşısndaki adama sarıldı.

 

Kaya kolu acısa da ses çıkarmayıp buruşmuş yüzünü toparlamıştı. "Teyze, neler oluyor? "

 

Kaya'nın sorusuyla Türkan yavaşça geri çıktı. Ağlayan kızarmış gözleriyle adamın sağ elinden tuttuğu gibi eve çekti. "Eve girelum. Çok soğuk yağmur yağayi sende üşutme." demesitle kapıyı açıp içeri girdiler. Adam ayaklarındaki terlikleri çıkararak çıplak ayakla içeri girdi.

 

Türkan onun bu halini kısa bir süzdü. İnce bir kısa kollu tşört ve eşofman vardı. Ceketini bi el tam girmemiş adamın koluda sargılıydı. Sanki yeni fark eder gibi elini dudaklarına bastı. "Oğul noldu saa?"

 

Kaya sabırla nefesini verdi. Zaten sırılsıklamdı ve üşüyordu sabrı iyice sönmüştü. Onu şuan tek ısıtabilicek insan sevdiğiydi o da gördüğü kadarıyla etrafta görünmüyordu.

 

"Türkan teyze, sen beni boşver. Ahu nerde? " Herşeye rağmen sabır çerçevesinde sorduğu soruyla Türkan hızla salona yöneldi. Yönelirken gördüğü suratla duruldu.

 

Kaya yanından geçen kadınla arkasını dönmüş ve koridorun başındaki Orhan Alkım ile göz göze gelmişti.

 

Oysa o buraya gelip kapıyı çalmıştı. Eğer burdaysa kapıyı ona neden açmamıştı?

 

"Kaya? " dedi Orhan yüzündeki sahte şaşkınlıkla. "Oğlum? "

 

Türkan hızla Kaya'nın koluna girerek Orhan'ın daha ona bişey demesine izin vermeden salona sokup koltuklardan birine oturtmuştu.

 

Kaya kaşlarını çatılsada sustu. Neler olduğunu deli gibi merak ederken hemen yanında oturan kadına baktı.

 

Türkan tam konuşmaya başlayacağı esnada Orhan hızla kapıda belirdi. Biliyordu ki Türkan ona herşeyi anlatacaktı. İzin veremezdi yoksa bu adamlar onu yaşatmazdı.

 

"Kaya, yaşayisun? " Orhan'ın sahte şaşkınlığı devam ederken Türkan ona öfkeyle baktı. Kaya bir ona bir buna bakarken başını salladı.

 

"Evet. " Ardından gözlerini kısarak yaşlı adamın suratına baktı. "Ahu nerde? Geldiğimde kimse kapıyı açmadı? "

 

"Ben yeni geldum. " dedi hemen Orhan. Oysa Türkan ablasının cenazesindeyken Orhan evde içiyordu. Mutfakta kendine kurduğu içki masasında içkisini yudumlarken kapının yumruklandığını ve pencereden yumruklayan kişinin Kaya olduğunu görmesiyle korkmuştu. Herşeyi öğrenme ihtimaline karşı korkarak kapıyı açmamıştı. Oysa içinden defalarca terarlamıştı. Bu herif ölmüştü.

 

Şuan ise karşısında kanlı canlı yaşıyordu.

 

"Türkan! " dedi en son Orhan sinirle. "Bir bakar mısun? " başıyla kapıyı işaret ederek çıkmıştı ordan.

 

Türkan ise memnuniyetsiz bir şekilde Kaya'nın ıslak saçlarını okşayarak, "Bekle gelirum. " dedi ve ayaklandı.

 

Kaya sabırlı olmak istercesine nefeslerini verirken başını arkasındaki duvara yaslamıştı, iyi değildi. Ağrısı o kadar fazlaydı ki, inanlımaz bir acıydı. İçi hiç rahat değildi, oysa Ahu şuan yanında olsa bütün acısı ve kötü hisleri uçup gidecekti.

 

"Ne var? " dedi Türkan girdiği kapıdan fısıldarcasına.

 

Orhan kafasına diktiği birayı masaya çarparak ayaklandı. "O adama hiçbir şey anlatmayacaksun! " demesiyle Türkan yüzüne bakmaya devam etti.

 

"Söyleyeceğum." dedi. Kararlı sesiyle Orhan yutkundu.

 

"Sakın! " Orhan işaret parmağını kadının yüzüne savurarak adımlamasıyla Türkan korktu.

 

Buna rağmen geri adım atmadan, "Söyleyeceğum herşeyi! " dedi. "Bu adam senun sonun olacak. "

 

Orhan geri adım atmadan ruhsuz bakışlarını üstüne dikti. "Bende senun oğlunun sonu olurum. " demesiyle Türkan'ın başından aşağı kaynar sular döküldü.

 

"Mira onun nişanlısu. " kısıkça ve anlatmaya çalışıtığı sözleriyle Orhan umursamadı. Dışarıdan camiler giden adam karakteriyle birayı tekrar kafasına dikti.

 

"O iş geçtu!" dedi tekrar elindeki şişeyi masaya çarparak. "Ahu artık evlu bir kadun."

 

"Yapma... " dedi Türkan ağlayarak. Yalvarmaya hazır şekilde baktı adamın gözlerine. "Yapma... "

 

"Bana bak Türkan, " diyerek kadını iyice sıkıştırdı. "Eğer herşeyi o herife anlatursan oğlunu öldürurum."

 

Türkan nefesini verirken hızla başını iki yana salladı. "Yapamazsun."

 

"Yaparum." dedi kararlılıkla. "Öyle bir yaparum ki, aklun hayalün şaşar. "

 

Türkan duyduğu kelimelerle tekrar salona döndüğünde artık eski Türkan değildi. Demek istediklerinin tersine kurduğu her bir cümleyle yanında oturmuş adamın gözlerine baktı.

 

"Ahu nerde teyze? "

 

Kaya'nın sorduğu soruyla Türkan, "Gitti." dedi.

 

Kaya yüzüne bakakalırken, "Nereye? " diye sordu. İçindeki korkuyu bastırmaya çalışarak izledi kadını. "Nerde nişanlım?"

 

Türkan kapının pervazında gizlice onlara bakıp içen adama baktı. Gizlice göz göze geldiği adamla ağlamak istedi fakat kendini sıktı. "Gitti." dedi tekrardan.

 

Kaya sarsılırcasına baktı kadına. "Nereye... "

 

"İstanbul'a "

 

"Neden? "

 

Türkan derin bir nefes vererek oğlu için yaptı acımasızca konuştu. "Bir ay oldu nerdeyse, gelmedun o da beklemeyip evlendu. Bekleyemedu, ölunla ya da dirunla senu hiç beklemedu. "

 

Oysa Ahu, Kaya'yı öldü biliyordu.

 

Henüz kimse onun yaşadığını bile bilmiyordu.

 

Kaya düşündü. Böyle bir ihtimal olamazdı. Ahu onu hep beklerdi. Ölse yine beklerdi. Hem, Mahir onun maf olduğunu söylemişti. Yani mezarlıktaydı?

 

"Ne saçmalıyorsun teyze sen?! " öfkeyle ayağa kalkmasıyla Türkan da ayaklandı.

 

"Gerçek olmayan cenazene bile katılmadu." diyerek kaşalrını çattı. "Umursamadu. Babasunun ona bulduğu zengun adamla evlenmeyi kabul edup dini nikah kıydu."

 

Kaya daha da sarsılırken başını iki yana salaldı. "O sahte mezara bile gelmiş. Öyle dediler bana sen ne anlatıyorsun! "

 

"Gelmedi! " Türkan direterek bağırdı. "Gitti o, İstanbul'da! "

 

Kaya öfkeyle kadının üzerine adımladı. "Bana yalan konuşma! Ahu öyle bir şey yapmaz! O burda! "

 

Orhan içeri girerek bir eli cebinde Kaya'ya bakrı. "Ahu artuk evli bir kadun Kaya. Bunu kabullensen iyi edersun. "

 

Kaya arkasında duyduğu sözlerle bakışları donuklaşmıştı. Gitmişti. Gitmişti ve bunlarda gitmesine izin vermişti.

 

Bu kadar mı çok ayrılmayı bekliyordu?

 

Burda değil miydi cidden.

 

Orhan cebinden çıkardığı telefonu açarak bir fotoğraf gösterdi. Fotoğrafta Ahu bir adamın omzunda yatıyordu. Bu kişi Çolak'tı. Dışardan gören yüzü solmuş kadının güzelce uyuduğunu düşünebilirdi. Oysa kadın buralardan götürülürken rahat durmadığı için arabada bayıltılmıştı.

 

"Hayır." dedi Kaya gerileyerek. Koltuğa düşmesiyle oturdu. Transa girmiş gibi başını iki yana sallayıp durdu. "Ahu gitmez."

 

Başını kaldırarak Orhana baktı. "Gitmez... " Hızla ayaklanarak Orhan'ın yakasına yapıştı sağ eliyle. "Gitse de sen izin vermeyecektin! "

 

Orhan korkuyla gerilerken adamın yara bere içinde kalmış yüzüne baktı. Korkuyla gerileyerek zor bela adamın elinden kurtardı yakasını. "Ben onun babasıyum! Sen ölmüştun! Kime verip vermeyeceğumu saa mı soracağum!"

 

Kaya daha da sarısılırken son darbe arkasında kalan Türkan'dan gelmişti. "Resmu nikahlarınu ise İstanbul'da kıymaya karar verduler. Ahu seni kandurdu Demir. Senunle paran için birlikteydu. "

 

Bu herşeyin sonu olurken adam zor bela kendini even dışarı attı. Göğüsü ağrırken kendini bir anda yolda ve yağmurun altında öylece yürürken buldu. Her tarafı ıslanmıştı. Hani bekleyecekti?

 

Hani gitmeden önce ona sevdiğini söylemişti?

 

Oysa girmeden önceki akşam onu sevmişti. Evet, onu sevmişti, öpmüştü ve saçlarını okşayarak kokusunu içine çeke çeke uyumuştu.

 

O zaman neden?

 

Bırakıp gidecek olan kadın neden önceki akşam kendini onun kollarına bırakmıştı. Neden onunla olmuştu?

 

Kaya içinden taşıp patlayacak öfkeyi tutmadı. Volkan misali fokurdayan öfkesini yerdeki taşları tekmeleyere haykırdı.

 

Mahir'in onu nerden bulduğunu bilmeden onu durdurmaya çalışan adamın yüzüne karşıda bağırdı. "GİTMİŞŞ!"

 

Sürekli terara girer gibi söylediği kelimeyle ağlayarak oturdu. Arazinin asvaltlı yoluna yağmurun tam ortasında bedeninde kalmayan dermanla çökmüştü. "Gitmiş.. " sesi çıkmazken iyice kısılmıştı.

 

Mahir de onun yanına çökerken sordu. "Kim? " diye.

 

"Ahu... " demişti Kaya.

 

Mahir şaşkınlıkla bakmıştı yüzüne. "Cenazede vardı, "

 

"Ama annesininkinde yoktu. " Bu da onu innamaya itiyordu. Çünkü annesine bu derece bağlı biri nasıl olurda cenazesine katılmadam giderdi.

 

Kaçırılma veya zorla götürülme fikri aklına gelmiyordu, sebebi ise babasını tanıdığı sanmasıydı.

 

"Gül Hanım? "

 

Kaya haykırırcasına ağladı. "Yok Mahir, yok! Gitmiş! "

 

"Beni bırakıp başkasıyla gitmiş... Gördüm fotoğrafı. Gördüm onu... "

 

Mahir şokla ona bakmaya devam ederken başını iki yana sallıyordu. "Yengem gitmez... En azından senin bahsettiğin gibi biriyse.. "

 

"Tanıyamamışım... " derken nefesini verdi. Kalbi acıyordu.

 

Neden gitmişti ki...

 

"Emin misin Kaya? Başka bir iş olmasın? "

 

Kaya burnunu çekti. "Nikahlarını İstanbul'da kıyacklarmış. "

 

Mahir'in şok üstüne şok geçirirken dudakları aralanmıştı.

 

Kaya tek kelime dahi etmeden ayaklandı. Mahir hemen yanındayken, "Seni odada bulamyınca herkesi ayağa kaldırdım. Artık Karahanlılar da senin hayatta olduğunu biliyor. " demesiyle Kaya umursamadı.

 

Eve geldiğinde ona sarılıp ağlamak isteyen, yaşadığına inanamayan kim varsa umursamadı. Odasına çıkarak kapıyı üstüne kilitlemişti.

 

Ancak evliliği için kurulan odayı fark etmesiyle boğulduğunu hissetti.

 

"Kaya, " demişti Fatih amcası kapıyı zorlayarak.

 

Kaya daha fazla odada duramayıp kapıyı açtı. Karşısında Ayşe yengesini ve Fatih amcasını görmesiyle ikilinin yanında geçerek koridordan çıktı. Herkes buradayken ona doğru adımlayan Canan'ı umursamdan tekrar evden çıkacaktı ki yengesi, "Ahu'ya haber verdun mi? " sorusuyla donup kaldı.

 

Bir süre arkasına bakmadı. Herkes onun sırtını izlerken o aniden hepsine dönerek bağrıdı. "O KADININ ADI BİR DAHA BU EVDE ANILMAYACAK! "

 

Kısık Sesine rağmen o kadar gür bağırmıştı ki herkes telaşla geriye doğru adımlamıştı.

 

Sonrası tam bir faciyaydı. Bir yıl boyunca kolunu eskiye döndürmeye çalışmış askerliğini bir şekilde tamamlamıştı. Psikolojisi yerlerdeyken anlık bir kararla ve hırsla asker olmaya karar vermiş babasına buralardan gitmek istediğini söylemişti.

 

Osman Karahanlı oğlunun bu halinden korktuğu için ve vatan için izin vermişti. Memletinden uzaklaşmıştı Kaya. Herşeye rağmen içindeki hırs ve öfkeyle kendini geliştirmeye yönelmişti. Çalıştı. Öyle ki o kadar hırsa kendini kademe kademe yükseltmişti. Selim yarbay, albay olmasıyla kurduğu Tim'e ilk komutan diye Kaya'yı istemişti. Çünkü eğitimde de onun eğitmeni olan adam yaşadıklarına rağmen pes etmeyişini izlemişti.

 

Ve askeri olarak kabul görmüştü.

 

... 

 

"Zordu." dedi Kaya anlatmayı bitirerek. " Öyle zordu ki anlatırken bile yordu. "

 

Gözleri kıpkırmızı olmuş sevdiği kadına baktı. "Ağlama." diye fısıldadı. "Kurbanın olayım ağlama. " diyerek kadını kendine çekerek sıkıca sarıldı. "Sen ağlama. "

 

Ahu hıçkırarak saçlarına değen dudakları hissetti. Kendine engel olamıyordu. "Ben hep sana kızdım Kaya. " diyerek zorlanarak konuştu. "Oysa senin benden farkın yokmuş... "

 

Kaya gözlerini sıkıca yumarak kararmış havaya baktı. "Yapma Ahu, ağla diye anlatmadım. " dese de kadın dinlemedi. İnce parmaklarını adamın sol kolunun yara izinin olduğu kısma bastırdı. Kaya kadının dokunuşuyla gerilsede belli etmedi.

 

"Bahsedilen his kaybı var mı? "

 

Kaya yutkundu. Burnunun dibindeki kadını izledi. Gözleri, dudakları, burnu kıpkırmızı olmuştu ağlamaktan. "Var." Kadın aldığı cevapla gözlerini yummasıyla kirpiklerinin arasından bir kaç yaş daha firar etti. "Sadece %10'luk falan. " diyerek devam ettirdi. "Silah tutsam yeterdi. O metalin ağırlığını eğer taşıyabiliyorsam yeterdi bana. "

 

Ahu daha da ağladı. Üst üste hıçkırdı. "Yaralara ve travmalara sahip olan bir tek ben değilmişim, Karahanlı. " dedi.

 

Kaya iki eliyle kadının yanaklarını kavradı. Avucundaki yüzü izledi. "Bu yinede onlara inandığımı değiştirmez. "

 

Ahu daha da ağladı. "İnanılmayacak gibi değilmiş... "

 

Daha da ağlamasıyla Kaya onu iyice göğüsüne bastı. Kendi de gözlerinden akan yaşlara hakim olmadı. "Neden Kaya? " dedi kadın. Kendini durduramıyordu. Hele ki ona sarılan adamın sıcaklığı hiç yardımcı olmuyordu. "Neden biz? "

 

Gözlerini yumdu Kaya. Verecek bir cevabı yoktu. Onlarında imtihanı buyken ne diyebilirdi ki. Şuanlık söyleyebiliceği herşey dudaklarının arasında birer isyan olurdu. Bunu istemiyordu. Allah'a isyan etmek istemiyordu.

 

İkiside suspus birbirlerine sarılı şekilde duruldular biraz. Gün içinde birbirlerinden öğrendikleri geçmişle ikiside yaralanmıştı. Sadece yaralanmakla kalmamışlardı ancak yinede bugün birbirlerini anlamışlardı.

 

"O adam. " dedi Ahu sesi kısılmış şekilde Kaya'dan biraz çekilerek. "Ne oldu mezarına? "

 

"Altı yılın ardından benim adıma yapılmış mezardaki adamın ben değil aslında Ferman Kolov olduğunu bir şekilde kanıtladım. Ve vatanı için çalışan bir Teşkilat üyesi olduğunu dile getirdim. " Sevdiği kadına baktı. "Şehit. O bir şehit. Vatanı uğruna kanını damlatmış bir adam. Kimsesiz değildi. Evet, öyle olduğunu düşünerek öldü ama ben bunca yıl sonra aslında ne de çok büyük bir ailesi olduğunu anladım. " Ahu'nun merak dolu bakışlarından kendini alıkoyamadı. "Bizler onun ailesiyiz. Korumaya çalıştığı bu toprak, bu su, bu hava ve bu millet onun ailesiydi. "

 

Ahu nefesini vererek üzgünce ıslak bakışlarını önce yummuş ardından geri aralayarak kararmış gökyüzüne bakmıştı. Tıpkı Kaya'nın gözleri gibiydi.

 

Gözleri bir gökyüzünde bir adamın gözlerinde gidip geldi. "Biz neler atlatmışız böyle. " demesiyle Kaya'nın dudaklarında buruk bir gülümseme oluştu.

 

"İstedim, biliyor musun? " Kaya'nın sorusuyla Ahu durgunlaştı.

 

"Neyi? "

 

"Öfkem geçince seni aramayı. Öfkem geçmişti. Yerini yavaşça bilinmezliğe vermişti. " diyerek derin bir nefes aldı. Gözleri deniz ile gökyüzü arasında oyalandı. "Seni araştırmak istedim. Eğer gerçekten isteyerek evlendiysen ve kimse seni buna zorlamadıysa zaten kendim geri çıkıcaktım. Sevdiğim kadın için bunu yapıcaktım. " Sevdiği kadının gözlerinde kayboldu. "Seninle en azından son kez konuşmak istedim. Neden böyle olduğunu bilmek istedim, onca yılın hatrına. Sonra bir şey oldu. Tim'in başına geçtiğim ilk gündü. Madin'e çıkmıştı tayinlerimiz. Baban olacak adam bana o gün bir fotoğraf daha attı. Sen ve o piç, evin önünde yerde öylece sarılıyoedunuz. Çok öfkelendim, o kadar çok öfkelendim ki vazgeçtim. "

 

Ahu dolmuş ve öfkelenmiş bakışlarıyla gözlerini yumdu. "Ben... " derken sesi kısılmıştı. "Ben hiçbir zaman ona isteyerek sarılmadım Kaya. Değil ona dokunmak serçe parmağım bile değmesin diye verdiğim savaşları hatırlarım. "

 

"Farkettim." Adamın sesiyle tekrar araladı gözlerini. "Olanları öğrenince anladım bunu. Herşeyi kafamda bir kez daha canlandırdım. Yanlış anladığım ne varsa doğrusunu anladım. Hepsinde yanıldığımı bildim. Derler ya, madalyanın bir de görünmeyen yüzü olur diye. " Yavaş açılarla başını salladı. "Ben o görünmeyen yüzünü de gördüm."

 

Son gördüğü fotoğraf Murat Alkım'ın bir ay sonra Çolak Karavir'in malikanesini bastığı anda çekilmişti. Ahu daha fazla kardeşinin dayak yemesine dayanamamış ve Çolak'ın ayaklarının dibine çökerek ona yalvarmıştı. Çolak, Murat'a vuran adamları durdurmuş ardından yerde ellerini yüzüne basarak ağlayan kadına tıpkı onun gibi diz çökerek sarılmıştı. Safi şov olan bu görüntü tamamen koz için yakalanan sahte bir sahneydi.

 

Kaya Ahu'nun ağladığına üzülmüş fakat adamın elinde gördüğü yüzükle sinirlenmişti. "Karadeniz'e dönüp babanı yumruklamamak için kendimi zor tuttum. "

 

Kaya'nın sözleriyle Ahu yorgunuca tekrar sırtını adamın göğüsüne verdi. Dudaklarının arasından derin bir nefes kaçarken, "Keşke yumruklasaydın. " diye fısıldamıştı. Kaya kadının söylediklerini duymuş ancak sesini çıkarmamıştı.

 

Çünkü o adama bir kaç yumruktan fazlasını yapacağını biliyordu.

 

İkisi öylece bir süre daha açık denizde durulmuşlardı. Ahu ara ara derince iç çekerken sırtını yine sevdiği adamın göğüsüne yaslamıştı.

 

Arkasındaki adam gözlerini yumarak burnunu dayadığı saçlarda nefeslenirken Ahu karnına dolanmış Kaya'nın eliyle düşünceler içinde öylece oynuyordu.

 

Hâlâ kırgınlığı tam anlamıyla geçmesede zamanla geçeceğine inanıyordu.

 

Kayanın diğer eli arkadan düşmemek için ikisini desteklerken sol eli sevdiği kadına sarılıydı.

 

Ahu başını yukarı kaldırarak onu izleyen adamla göz göze geldi. Tekrar önüne döndüğünde dolgun kızarmış dudaklarını yavaşça aralamıştı.

 

 

 

Karmate - Nayino

 

 

 

"Gece gökte yildizlarda

Dinleyun dertlerumi

Gece gökte yildizlarda

Dinleyun dertlerumi..."diyerek uzunca bir iç bıraktı.

"Yarde iman kalmadi hoy nayino

Bilmeyi hallarumi

Bilmeyi hallerumi

Nayinoma kurbanis oy. " söylemeye başladığı sözlerle duruldu. Ardından kendisi sessizliğe bürünmesiyle yaslanmış olduğu göğüs derin bir nefes aldı. Ve aynı şekilde sevdiği kadın gibi dile getirdi.

 

 

 

"Yarde iman kalmadi hoy nayino

Bilmeyi hallarumi

Bilmeyi hallerumi

Nayinoma kurbanis oy." Kaya yukarından Ahu aşağıdan yandan birbirlerine bakarak söylemeye devam ettiler.

 

"Nayinoma nayino

Nayinoma kurbani

Çatma kaşlaruni da

Al vereyim bu cani. " İkiside kısa bir an durularak gülümsediler. Dudaklarındaki gülümsemeyle birbirlerinin parlayan gözlerine bakarak devam ettiler. Ahu başlatmış Kaya aynı şekilde devam ettirmiş böylece beraber söylemiş olmuşlardı.

"Nayinoma nayino

Nayinoma kurbani

Çatma kaşlaruni da

Al vereyim bu cani. "

 

 

"Derdumi yazacağumda

Komar yapraklarina." Kaya tek söyleyerek kısa bir an kadının alnına bastı dudaklarını.

"Okurken aksun yaşlarda nayino

Düşsun yanaklaruma

Nayinoma kurbanis oy... "

 

"Okurken aksun yaşlarda nayino

Düşsun yanaklaruma

Nayinoma kurbanis oy... "

 

 

"Nayinoma nayino

Nayinoma kurbani

Çatma kaşlaruni da

Al vereyim bu cani... " diyerek yine beraber söylemeye başladılar. İkili birbirlerinin seslerine kendilerini kaptırmış şekilde devam ederlerken adam derin bir nefes koyu vererek alnını sert olmayacak şekilde dayadı kadının alnına.

"Nayinoma nayino

Nayinoma kurbani

Çatma kaşlaruni da

Al vereyim bu cani... "

 

 

"Sevdaluk ince marazda

Yakayi canumuzi. " diyerek devam etti Kaya. Türkünün sözleriyle ikisinde canı yandı.

"Sevdaluk ince marazda

Yakayi canumuzi...

Vazgeçersak eyersada nayino

Döksünler kanumuzi

Döksünler kanumuzi

Nayinoma kurbanis oy... "

 

"Vazgeçersak eyersada nayino

Döksünler kanumuzi

Döksünler kanumuzi

Nayinoma kurbanis oy... " Ahu başlatmış Kaya devam ettirmiş olan türküyle ikiside gözlerini kısa bir an yummuştu.

 

"Nayinoma nayino

Nayinoma kurbani

Çatma kaşlaruni da

Al vereyim bu cani...

Nayinoma nayino

Nayinoma kurbani

Çatma kaşlaruni da

Al vereyim bu cani..." diyerek son kez beraber söylemiş ve bitirmiştiler. En sevdiği buz mavisi gözlere baktı. Bu türküyle derin bir bağları ve anıları vardı. İkiside bunu biliyor ve birbirlerinin gözlerinden bunu anlayabiliyorlardı.

 

Alnını yavaşça kadından ayırarak yüzü ciddiyetle izledi. Ahu bir elini kaldırarak adamın sol elmacık yanağına dayayıp okşadı. "Fazla belli olmadığı için hiç dikkat etmedim." dedi.

 

Kaya kadının dokunuşlarıyla yumuşarken, "Küçülsede hala orada, yerini koruyor. " Ahu başını çevirerek çok hafif parmağına yeğen çıkıntıya baktı. "Ya öfkeden ya da utandığın için yüzüme bakamadın ki. " diyen Kaya ile Ahu utançla elini tekrar çekmiş ve gözlerini yere indirmişti. Bu Kaya'yı güldürürken, "İşte tam olarak bunu diyorum. "

 

Kaya bir elini kadının elmacık kemiğindeki belirgin yara izine dayadı. Ahu da aynı şekilde tekrar elini onun çok hafif beli olan yara izine dayadı. Geminin ışıklandırmalarının izin verdiği kadar izleyebildi. "Ben bu yaranın hiç gitmesini istemem o zaman. " dedi Ahu. Gözleri adamın bakışlarında dolandı. "Çünkü..." dedi fakat gerisini getiremedi. Karşısındaki adamın onu anladığını biliyordu.

 

Kaya'nın kararan bakışları kadının dudaklarında oyalanmasıyla Ahu yutkundu. Milim milim yaklaşan adamın gözlerine baktı tekrar.

 

İçinde hala bir yerlede kırgınlık vardı. Geçer miydi bilmiyordu fakat bildiği tek bir şey varsa o da karşısındaki adamla tekrar olmak istemesiydi. Her gece sevdiği adamın fısıldadığı o cümleye bırakmak istiyordu kendini. Su akar yolunu bulur, demek ve onun kollarına kendini bırakmak istiyordu. Çünkü artık dayanacak gücüde, direnecek takati de, karşı çıkacak dermanı da kalmamıştı. Bu kadardı...

Karşısındaki adamın izin isteyen bakışlarına karşı gelmeyip gözlerini yumarak biraz daha yaklaştı. Kaya kalbi patlayacak hale gelirken ikisinin de durumu aynıydı.

 

Ahu gözlerini yummuş gelecek olanı beklerken Kaya iyice yaklaşmış ve sonunda dudaklarını bir tüy kadar hafif şekilde sevdiği kadının dudaklarına basmıştı.

 

Ahu dudaklarının üzerine örtülen dudaklarla kendi de küçük bir karşılık verdi. Kaya tekrar hafif geri çekilmeyle gözlerine baktı. Ahu da aynı şekilde araladığı bakışlarıyla yanındaki adama baktı. İkisinin de göğüsü hızla kalkıp inerken Kaya tekrar sevdiği kadının dudaklarına gömülmüştü.

 

Kadın bir an bile beklemeden ince narin elleriyle sevdiği adamın yanaklarına tutunarak karşılık vermişti. Aralarındaki son duvarıda kendi ayağıyla tekmeleyerek yok etmişti.

 

Kaya kadını kollarına alıp beline iki yanından sarılırken Ahu geri çıkarak sevdiği adamın gözlerine, karanlık harelerine bakmıştı ve, "Evet." demişti.

 

Fısıldayarak evet deyişine Kaya durulurken Ahu burukça gülümsemişti. Yüz yüze durduğu adamla dizlerinin üzerinde durdu. Hala belindeki ellerle alnını sevdiği adamın alnına dayadı. "Seninle evlenirim." Başını salladı dayadığı yerden. "Evet."

 

Kaya, "Ahu... " derken Ahu hızla ayırdı alnını.

 

"Mahkeme için değil." diyerek yanlış anlamasını istemedi. "Ben seninle altı yıl önce evlenmek için heyecanlı olan kız için evlenme istiyorum. " demesiyle Kaya'nın dudaklarında sanki hayatı yeni tatmış bir gülümseme oluşmuştu.

 

"Evleniceksin? " demişti. "Benimle? " Hala inanamıyordu.

 

Ahu başını salladı. Defalarca sallayarak onaylamıştı onu. "Evet." Başlarına ne gelirse gelsin, onunla evli ve el ele bir şekilde baş etmek etmek isityordu.

 

Kaya hızla tekrar sevdiği kadının dudaklarına gömülürken içindeki mutluluğu hiçbişey çürütemezdi.

 

Geçmişin acıları, gelecekteki huzurun değerini artırır; her yara, bir gün gülümsemeye dönüşecek bir hatıradır. Belkide travmalarla yaşanan onca geçmiş zaman sadece geçilecek sınavlardır.

 

Her insanın kendine göre intimaları olur. Allah hiçbir kuluna kaldımayacağı yükü bahşetmez çünkü karanlık günler geride kaldığında, umut güneşi daha parlak doğarmış.

 

Gemi gökyüzünden küçüldükçe küçülürken geriye sadece denizin tam ortasında ışıklarıyla belli olması kalmıştı.

 

Yaşanan her zorluk, bizi mutluluğa bir adım daha yaklaştıran bir sınavdır...

 

🥀

 

 

Duyurulardan haberdar olmak için, Instagram: dilekkoc6789

 

 

 

Bölüm : 05.10.2025 22:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...