20. Bölüm

18) - ༻KOLLARIMIN ARASINDAKİ BEYAZ GÜL...༺

Grim_gece
dilekkoc6789

BÖLÜM PART-1

 

"Kendi şartlarında düşünürsen

beni anlayamazsın... "

 

... 

 

"Bil, anlatma.

Gör, sorma.

Hisset, belli etme

Duy, unutma. "

 

🥀

 

KARADENİZ

RİZE

• AÇIK ARTIRMA •

 

"İki gündür burdayız, hala ortada hiçbir şey yok. Üstelik bugün son gün. " Harun abi sıkıntıyla masaya dayadığı dirseği ile elini alnına yaslayarak kel kafasını ovuşturdu.

 

"Çok karamsarsın be abi, bir dur bakalım daha yeni geldik. " Hemen yanında ayakta duran Bünyamin'e karşı Harun ters ters başını kaldırarak kol saatine baktı. Ardından bileğini Bünyamin'in gözüne sokmak istersesine yüzüne itekledi.

 

"Hele bak! Hele bak bak! Saate bak! " diyerek ters bakışlarını sürdürdü. "Sence yeni mi geldik? "

 

Bünyamin kafasını kaşıyarak yutkundu. "Oha o kadar oldu mu? "

 

"Sabahtan beri burdayız. " dedi Akın sıkıntıyla oturduğu masadan etrafını izlerken. Bakışları masaların etrafındaki insanlarda gezinirken en son aradıkları kişi salonun büyük çift kanatlı kapısından içeri girmesiyle duruldular. "Geldi, çaktırmayın. " diyerek yan masaya baktı. Akın, Bünyamin ve Harun aynı bir masadayken hemen diğer, yan masada onlardan bağımsız takılan diğer isimlerde Şahin, Koray, Sergen, Sertaç ve Seyfettin'di

 

"Ahağ! " dedi Seyfettin. "Geldi kıl kuyruk. Tipe bak. "

 

Bünyamin adamın yüzünü detaylıca bir inceledi. Daha fazla yüzünü buruşturup kendini ele vermek istemeyip sahnede konuşan adamla o tarafa döndü. Koca bir konferans salonunda yer yer kurulmuş küçük yuvarlak uzun masallarla insanlar etrafını çevirmiş bir şekilde içkilerini yudumlayarak sahneyi izliyorlardı.

 

Bazıları en önde yaşlı olacak şekilde kurulan sandalyelere otururlarken diğerleri ayaktaydı. "Evet efendim, " dedi adam eliyle gelen porselen geniş tabağı işaret ederek. "Sırada 79. Numarayla devam ediyoruz. Yıllar yıllar önceye dayanan bu porselen çok öncesinde Osmanlı İmparatorluğuna dayandığı var sayılıyor. "

 

"Haaassiktir lan! " dedi Koray dilini uzatıp adana şivesine geçerek. Sergen, Sertaç ve Seyfettin ona ağızı açık bir şekilde bakakalmalarıyla kendini açıklamak ister gibi tabağı işaret etti. "Yalan lan, bu porselen o kadar zamandan beri kırılmamasının imkanı yoğğk. Şuan bak, babaannemin yeni porselen takımında bile yer yer kenarı köşesi çatlak olur, bunda tık yoğğk. "

 

Seyfettin, "Yuh artık ya. " dedi. "Cidden yuh artık. Oğlum bak bir etrafına," diyerek elini yavaşça çevreye doğru gezdirdi. "Elit insaların içindeyiz, az hakim ol şu diline. Sokucam en son diline. "

 

Koray onu bir taraflarına takmayıp ona bakmaya devam eden Sergen'e önüne bakamsını işaret ederek tekrar sahneye döndü. "O yıllardan beri korunmuş bu nadide parça yüzyılların en değerlisindir efendim. Açılışımızı altı yüz dolardan yapıyoruz. Evet, evet yediyüz geldi. "

 

Bir garson ilerleyerek masaları dolaşırken Tim iki masaya da içki kabul etmeden sahneyi izlemeye devam etti. "Pazarda el yapımı alın, asıl onlar nadide parça. Orada elli lira yaw. " Harun abinin isyanıyla Bünyamin güldü.

 

"Kafayı yemiş bu millet. " dedi Şahin dudaklarının arasındaki kürdanı dişleyerek. "Daha demin birisi, bin yediyüz dolar mı verdi yoksa ben mi yanlış duydum. "

 

"O çoktan iki yüz bin dolar oldu komutanım." dedi Sergen.

 

"Adam geldiğine göre, Koray ve Seyfettin sahne sizin. " Akın'ın sesiyle Koray bir kaç defa öksürerek boğazını temizlemiş ve baş parmağıyla kendi burnuna bir fıske vurmuştu.

 

"Soracam soracam diyorum da hep unutuyorum, bu karı kız işi niye hep bana kalıyor? " Koray'ın sorusuyla Seyfettin güldü.

 

"Şu kalıp bende olacak varya, uf uff. " dedi sanki kendisi çok zayıfmış gibi. "Taş gibi herifsin de işte konuşana kadar. " Son sözleriyle göz devirdi.

 

Koray'ın bakışları bir kadında bir adamda gezindi. Nişanlısı gözlerini sahneden ayrımazken adamın gözleri sürekli etraftaydı. Adam yaşlıyken sarışın olan kadın pek bir genç duruyordu. "Adam masadan ayrıldığı an ben kadının yanına damlıyorum sende gidip adamın cebinde ki saatini değiştir. "

 

"Böyle biraz zor olacak sanki. " dedi Sertaç. Kaşlarını çatarak baktı Seyfettin'e. Masaya doğru yaklaşarak Seyfettin'e doğru konuştu. "Girişte sol tarafta kalan bir oda var. Kroki de yazdığı üzere orası soyunma odası. İllaki bulursun bir garson kıyafeti. Bu dolandırmayla olacak iş değil. Hele böyle bir ortamda hiç değil. "

 

Akın duyduğu planla kaşlarını çattı. "Seyfettin, Sertaçı dinle. Etraf adam kaynıyor. " dedi. Sertaç, Seyfettin'e bir kaç şey daha söyleyerek ikisi salondan ayrıldı. Koray ise aniden masadan çıkıp giden adamla takımın önünü ilikleyerek adımladı. Daha şimdiden yine bir kadınla karşı karşıya kalacağı için telaşlansa da kendini rahatlatmak için serbest bıraktı. Kadının yanına vardığı an bir kadın daha gelmesiyle ne yapacağını bilemedi. "Siktir."

 

İki kadında aniden yanlarında duran adamla ona bakmışlardı. "Bir sorun mu var? " Sarışın kadın, adamın nişanlısı ona bakarak sorduğu soruyla Koray çaktırmadan arkasına Akın'a doğru minik bir bakış attı.

 

Geri önüne döndüğünde dudaklrını çapkın bir gülümseme kondurdu. "Yok, size bakmıştım. " dedi.

 

"Yuh amına koyayım. " dedi soyunma odasında üzerini değişen Seyfettin. "O ne lan bir arkadaşa baktım çıkıcam der gibi. Az kibar ol hayvan! "

 

Koray duyduğu sözlerle gözlerini yummak istese de gülümsemeye devam etti. "Tükürim ben böyle işe. " Harun'un sözleriyle Akın duruşunu bozmadan masadan adımlayarak uzaklaştı. Baş başa kalan kadınların masasına ilerleyerek Koray'ın yanında durdu. Bir eli takımının önündeyken dudaklarına zar zor yerleştirdiği gülümsemesiyle baktı.

 

"Hanımlar, " dedi diğer elini uzatarak. Öylece ortaya uzatmıştı elini ancak iki kadından aynı anda ellerini adamın avucuna koymak istemesiyle birbirlerine bakakaldılar.

 

Bu durum Şahin'in gülerek dişlerini ortaya koymasını sağlarken Harun abi hala sunucuda kalmış gibi, "Şu mezatçının havası kimsede yok." Gözlüklü olan adam eliyle porseleni işaret ederek bir şeyler anlatmaya ve beli bir bütçe sunmaya devam ederken, "Senin ben gözlüklü tipini si... " diyerek duruldu. "Tövbe estağfurullah. "

 

"Höh Harun abi. " dedi Bünyamin ona bakarak.

 

Akın, aklı başlarından gitmiş iki kadının elini de eğilerek öpmüş ve bırakmıştı. Hedefi başlarda sadece bir selam vermek olsada ikisi de bir anda Akın'a hallenmeye başlamışlardı.

 

"Eyvah eyvah. " dedi Sergen. Masadaki dörtlüye baktı.

 

Sarışın kadın nişanlısı var demeden Akını süzmüş ancak boynundaki yaradan sonra bir kaç adım geri çıkmıştı. Yarası onu korkuttuğu için gözleri bu defa Koray da oyalandı. Koray tam rahat bir nefes almış işi komutanına postalamıştı ki yanında hissettiği kadınla yutkundu.

 

Siyah saçlı kadın Akın'ın yarasını görsede umursamamış hatta üstüne birde çekici bularak dokunmaya kalkışmıştı. Ancak Akın kadının ona doğru kalkan elini bileğinden reflexle hızla yakalanmış ve gözlerine bakarak başını iki yana sallamıştı. İlk geldiğinde bahşettiği o zoraki gülümseme artık dudaklarında yoktu.

 

İkili kadınların masadan bir yere ayrılmasına izin vermezken Seyfettin içeri girerek herkese içki servis etmeye başladı. En arkada durdukları için kimse onları görmemişti. Bu yüzden rahatlıkla herkese içki verirken içten içe adamlara küfür edip kadınlara -evli veya parmağında yüzük olmayanlara- göz kırpıp çapkıncs bir gülüş sunarak yanlarından geçmişti.

 

Seyfettin elindeki tepsiyle ortada dururken, "Nerde kaldı bu adam? " diye sordu.

 

"Tuvalette." dedi hemen erkekler tuvaletinin kapısında duran Sertaç.

 

"Yıllık izne mi girmiş bıyıklı palamut? " Akın'ın ona doğru bakarak boğaz temzilemesiyle olduğu yerde dikleşti.

 

En son Sertaç'ın, "Çıktı, geliyoruz. " sözleriyle bulduğu bütün içecekleri tepsisine yerleştirdi. Ne kadar dolu o kadar iyi.

 

"Çelmeyi bana iyi tak da belli olmasın. " Seyfettin'in sözleriyle Sertaç odaya girmişti. Seyfettin ona doğru adımlarken içeri giren yaşlı adam masadaki iki adamı görmesiyle duruldu. Yüzü öfkeyle kasılmaya başlamasıyla bir genç nişanlısına bir de kızına bakmıştı.

 

Tam oraya doğru adımlayıp neler olduğunu soracakken Seyfettin ona içki ikram etmek istercesine tepsiyi uzatmış ancak Sertaç öyle bir ayağını öne uzatıp daha da doğaçlama olsun diye omuz atlmıştı ki Seyfettin'in nevri dönerek bir küfür savurmuştı.

 

Düşerken gözleri tek bir yerde oyalanırken boştaki eli adamın saatinin olduğu zinciri kavradı. Gömleğinin üzerine giydiği kolsuz yeleğinden oval şekilde bir zincir sarkıyordu ve bu zincirin tam ucunda bir saat vardı o da cebindeydi.

 

Seyfettin zincire asılarak çekip koparmış üstüne de bütün içkileri boşaltmıştı. İkisi yeri boylarken alt dudağını dişerinin arasına aldı.

 

O esnada sahneye getirilen komando bıçağıyla Bünyamin'in ağızı açık kalmıştı. "Ahağ." diyerek orada duruken Harun abi onu dürttü. "Yürü lan gidiyoruz. " desede Bünyamin duymamış konuşan adamı dinlemişti. Harun abi sunucuya doğru bakıp, "Kendini hakim sanıyor sanki, tokmağına... " diyerek yarım kalan küfürüyle başını diğer tarafa çevirip tövbe dedi. Tekrar Bünyamin'i çekiştirmesiyle adam yerinden milim kıbırdamadı.

 

"Eski yıllarda ilk çıkan askeri bıçak. Herkesin huzurlarına sunulan bu bıçağı tam tamına yüz bin dolardan başlatıyorum."

 

"Yüz elli bin. " dedi aralarından bir adam. " Bünyamin'in bakışarı oraya kaçarken Seyfettin çoktan adamdan defalarca özür dilemiş ve kopardığı zinciri saatiyle ona uzatmıştı.

 

Adam farkında değildi ama Seyfettin aynı saatin bir sahtesini ona uzatmıştı. Adam Seyfettin'in elindeki saati sertçe kavrayıp alırken tekrar salonu üstünü temizlemek için terk etmişti. Akın Timi'ne doşarıyı işaret ederken Bünyamin aniden, "Üç yüz bin! " diye bağırdı. Harun abi korkuyla öyle bir iç çektiki adamın gözleri yuvalarına dar geldi.

 

Tüm Tim şaşkınca ona doğru dönerken sahnedeki adam, "Evet, üç yüz bin geldi arkadaki beyfendiden. Var mı artıran? " diye sordu.

 

Bünyamin sanki çok doğru bir bok yemiş gibi eliyle kendini göstererek herkese el salladı. "Ben ben. " dedi.

 

"Allah belanı versin. " dedi Harun abi gözlerini yumarak. "Lan oğlum manyak mısın sen! " diyerek tekrar gözlerini öfkeyle araladı.

 

"Ne oldu ya? " dedi Bünyamin yakalarını silkeleyip düzeltirken.

 

"Bünyamin, naptın lan sen? " diye sordu yanlarına gelen Sertaç. Şahin hemen yan masada gülerek onları izliyordu.

 

"Dur hele, ecdadımın bıçağını buraya koymam ben. " diyerek gözlerini sahneden ayırmadı.

 

"Şaka yaptım de! Şaka yaptım de! " diyerek baskı kurdu Harun abi. Kel kafasına kadar kızarmıştı.

 

"Yoo." dedi Bünaymin. "Ödeyip alacam işte."

 

Seyfettin kapının yanına geçerek, "Lan oğlum mal mısın? " diye sordu. "Götüm çıktı saati alana kadar çıkmamız gerek! "

 

"La oğlum! " diyerek geldi Koray hızla yanlarına. "Üç yüz bin dedin! " diyerek kızdı ona. Akın'ı masada bırakmıştı. "Üç yüz bin! "

 

Koray'ın bastırarak kurduğu cümlelere, "Hee." diyerek karşılık verdi. Ondan rahatı bir Şahin'di, gerisi diken üstündeydi.

 

"Üç yüz bin TL değil gerizekalı, " dedi aynı şekilde sinirli olan Harun abi. "Dolar dolar! "

 

"Götünü verse alamaz." dedi Şahin gülmeye devam ederek. Ağızındaki kürdanı çıkarıp cebine atarak yeni bir kürdanı çıkardı.

 

"Az bile söylemişim, " dedi Bünyamin ellerini kaldırmaya çalışarak, "Dur biraz daha artırayım, nasıl artırıyoz? " diye sorarken Harun kollarına yapıştı.

 

"La oğlum dur! "

 

Koray, "Neyi artırıcan oğlum, bir lira mı artıracan? Lan bir dur!" dedi hemen önüne geçip onu gövdesiyle örterek.

 

"Napıyorsun sen Bünyamin? " diyerek sertçe fısıldadı Akın. Bünyamin sertçe yutkunsada durmadı.

 

"O değilde. " dedi komutanın üstüne. "Dolar kaç oldu bugün? "

 

Şahin artık sessiz kahkahalarını atarken Harun abi, "Hasbinallah." çekti. "La oğlum yürü. " dedi sinirle dişlerini sıkarak. "Yürü çaktırmadan yandan yandan çıkak. "

 

"Üç yüz bine satıyorum. " dedi adam. "Satıyorum, satıyorum. "

 

"Başka teklif veren hıyarda yok ki... " dedi Koray.

 

"Ya tamam sakin, " dedi Bünyamin gülerek. "Bende bu iş. "

 

Harun abi sıkıntılı bir nefes verdi. "Koray, Sertaç. Oğlum bişey yapalım kaçalım kaçalım hadi yoksa başımız yancak adamlar bizi elden geçirir vallahi. " Alt dudağını dişlerinin arasına alarak başını titreti.

 

"Satıyorum, satıyorum.. " dedi adam. Bünyamin kendine satılmasını dört gözle beklerken adam tam, "Saattt... " dedi ve tokmağı çakıyordu ki aralarından birisi bağırdı:

 

"Dört yüz bin! "

 

Binyamin gülüşü solarken kaşlarını derinden çatarak inkar etmek istercesine, "Yok lan durun, " diyerek tam artıracağı esnada Harun abi elini Bünyamin'in ağızına bastı.

 

"Allah'ım sana şükürler olsun! "

 

Bünyamin bağıramamanın verdiği öfkeyle eliyle yok yok yapsada Sertaç bileklerinden kavradı.

 

"Saattt-" dedi adam tekrardan. "Saaat-tım!" demesitle hepsi derin bir nefes vererek ellerini kollarını bıraktı. Akın bile olduğu yerde ona bişeyler anlatan kadını dinlemeyip derin bir nefes vermişti.

 

"At işte ya gitti! " dedi Bünyamin.

 

"Ne müthiş bir parça! " dedi Harun abi gülümseyerek. Oysa az önce öyle demiyordu.

 

"Ben bunu buraya koymam arkadaş. " diyerek adımlamasıyla hepsi lan diyerek bir adım ileri atıldılar. Dışarı çıkan adamla çıkan Bünyamin bir süre gelmemişti.

 

Bütün Tim dışarı çıkarken Akın da zar zor tuvalet bahanesiyle ucuz kurtulmuştu. Üzerindeki bıkınlıkla adımlarken, "Nerde Bünyamin? " diye sordu.

 

Hepsi bilmiyorum diyerek ortalığa bakınırken yanlarında bir kapı açıldı. İçeriden elindeki bıçağı öpe öpe çıkan bir adet Bünyamin'le kalakalmışladı.

 

Bütün Tim başını kapıdan içeri uzatmasıyla Bünyamin arkasındaki adamlara baktı.

 

Arkasındaki adamları haşat edip bayıltmış üstüne de bıçağı çalıp çıkmıştı!

 

"Yuh! " dedi Seyfettin.

 

"Helal olsun valla komutanım. " dedi Sergen.

 

"Tabi lan, bırakır mıyım ben bunu? " diyerek tekrar bıçağı öpmesiyle Akın gözlerini yumarak derin bir nefes bıraktı.

 

Sözde ellerini kana bulamadan saati alıp çıkacaklardı.

 

...

 

"Şu kolundaki yarayı nasıl becerdin? " diye sordu Akın ön tarafta otururken. Arabayı kulanan Şahin arada bir aynadan arkaya bakarak dudaklarının arasındaki kürdanı dişlemeye devame etmişti.

 

"Adamı döverken bir an da cebinden başka bir bıçak çıktı, ne bileyim. " dedi umursamdan Bünyamin.

 

"Komutanım, acıyor mu? " diye sordu Sergen. Normalde sağlıkçıları Şahin olsada yara o kadar büyük olmadığı için Sergen yapıyordu. Zaten Şahin direksiyondayken Bünyamin'in yarasını Sergen fark etmişti. Yara sadece çizilmiş ve sıyırmıştı.

 

"He acıyor, " dedi Bünyamin. "Üfle de geçsin. "

 

Dalgasına söylediklerine karşı Sergen üflemeye başlamasıyla diğer elini alnına basıp geri çekti yüzünü kolundan. "Ya oğlum napıyon, hasta mısın ya! "

 

"Çaylak, bağla geç işte! " demişti Sertaç. "Bişey olur mu o hayvana, az daha hepimiz bok yoluna gidicektik. "

 

Bünyamin hızla kucağındaki bıçağı kavrayıp tekrar havalandırarak öptü. "Kurban olduğum. "

 

"Zeynep'e böyle söylememeiştir şu sözleri varya. " Harun abinin sözleriyle Bünyamin çapkınca sırıttı.

 

"Ben ona bunda fazlasını diyorum abi, sen kafanı yorma. "

 

"Ohoo." dedi Seyfettin.

 

Akın, "Saat sende mi Seyfettin? " diye sorarak nefesini verdi.

 

"Bende, " diyerek elini cebine attı. Cebinde ki saati çıkararak inceledi. Bu saat aslında gizli bir pusulaydı. Bunun sayesinde şuan ki sevkiyatın döndüğü yerin kordinatını gizli bir şekilde yerini tespit ettiriyordu.

 

"İşte şimdi keyfim yerine geldi. " Akın'ın sözleriyle hepsinin yüzünde bir gülümseme oluşmuştu.

 

🥀

 

KARADENİZ

RİZE

• KARAHANLI KUM •

 

Koca denizde yavaş yavaş açılan gemide kadının bakışları adamın harelerinde gezindi. Kaya sanki kıyıdaki adamın nerede olduğunu anlamış gibi yarım ağız burukça gülümsemişti.

 

Ahu bu duruma anlam veremeden bakarken bu defa bakışlarını tekrar kardeşine çevirdi. İki elinide lacivert kot pantolonunun cebine atmış kısık bakışları açılan gemideydi. Esintiden uçuşan etekleriyle bedenini tamamen kardeşine doğru çevirdi ve ellerini demirlere yasladı.

 

Büyük KARAHANLI 1 adlı gemi yavaşça dönerek denizin açıklarına ilerlerken Kaya da yavaş adımlarla yanına ilerlemiş arkadaki kaptan köşküne kısa bir an el bir işaret vermişti. Motor sesleri gür bir şekilde ses verirken Ahu'nun hala gözleri kaybolmakta olan kardeşinin silüetindeydi.

 

Murat her ne yaptıysa Kaya'nın bundan haberi vardı. Çünki yüzü...

 

Anlamıştı.

 

İfadesi netti.

 

...

 

Genç adam geldiği evin önüyle adımları yavaşça durulmuştu. Gözlerinin yandığını his etmesiyle yavaşça başını eğmiş ve annesinin kokusunu solumak ister gibi derinden bir nefes vermişti.

 

Yoktu.

 

Annesinin kokusu yoktu.

 

Tekrar başını kaldırarak koca arazideki o tahtalı eve baktı. Doğup büyüdüğü eve, gitmek ayrılmak zorunda kaldığı eve.

 

Ondan annesini alan eve baktı.

 

Elleri cebindeyken elinde olmadan gözünden bir damla yaş akarak kayboldu. Mavi gözleri evin önünde ki arazide dolanırken iki hayali çocuk gördü orada.

 

Birisi ablası, diğeri ise kendisi.

 

Kaşlarının kavisi titrerken büküldü. Uzun kalçalarının üstüne kadar inen siyah saçlarıyla, elindeki rüzgar gülüyle salınarak koşan kıza ve hemen arkasında onun peşine vererek tıpkı bir kovboy gibi salladığı halatı izledi. Kız önde erkek çocuğu arkada şekilde arazide öylece koşturuyorlardı.

 

Bu dudaklarında derin bir gülümseme bahş ederken derince yutkundu. Ne güzel günlerdi. Dertsiz tasasız günler demeyi çok isterdi oysa.

 

Ablası o günlerde bile acı çekiyordu.

 

Ablasının ağladığı günleri hatırladı. Çocukken sürekli odasına kapanan o kızı anımsadı. Dışarı her çıktığında parmakla gösterilip Alkım'ların deli kızı dendiğini hatırladı. Bu öfkeyi yavaş yavaş içinde doğururken ellerini cebinden çıkardı.

 

Sert adımları önce küçük sonra ise büyük adımlara dönüşerek eve doğru ilerledi. Ses vermedi.

 

Çıt bile çıkarmadı. Babası olacak o piçin korkup topuklamasından korkarak kapıyı iki kere tıklatıp sırtını duvara dayadı. Olur da pencereden bakarsa görmesin istedi.

 

Görmesin ki avucuna düşebilsindi. Kısık mavi bakışları çevredeki tek tük insanlara ve evlere takıldı. Umursamadı. Açılan kapıyla kalbi bir an da ağızında atmaya başladı. Yıllar sonra burada olmanın hissiyatı olduğunu elbette biliyordu.

 

Ve açıla kapıyla aniden sırtını verdiği yerden ayırarak üç basamaklı merdivenin önünde durdu.

 

Yüz yüze geldiği adamla Murat'ın yüzünde kas bile kıbırdamazken yaşlı adam şokla bakakaldı. Murat'ın gittiği zamanlar kırk altı yaşında olan adam şuan elli iki yaşındaydı.

 

Baktı kırışmış yüzüne, hafif morarmış göz altlarına ve sıska vücuduna. Onunla yüz yüze gelmek bile midesini bulanmasına neden olurken yüzünü hafifçe buruşturdu.

 

Orhan dudakları hafif aralanmış şekilde karşısındaki adama baktı. İçindeki hırs, kin ve öfke ona hayatı zehir ederken kapıdan dışarı bir adım attı.

 

Tam Murat'ın karşısında duruken, "Oğul... " demişti. İlk başta tanıyamadığı gözleri, adamın yüz çehresinden ve sol kaşındaki o küçük benden tanımıştı. O olduğunu anladığı an sarılmak için ellerini havalandırmış ve bir adım daha atmış ancak geriye adımlayan adamla olduğu yerde kalakalmıştı. "Murat." demişti soluklanarak.

 

"Adumu ağuzuna alma. " Murat'ın keskin sözleriyle Orhan anlam veremeyerek baktı.

 

"Öldü... " dedi Orhan. Hala inanamıyor gibi bir hali vardı. "Öldü deduler... " demişti.

 

Murat başını iki yana sallayarak cıkladı, "Henüz vaktim dolmadu. Allah henüz bana ölümü layuk görmedu." dedi. Rahat tavrından ödün vermedi. "Görmedu ama yakunlarum beni öldü bildu."

 

Orhan gözlerinden akan yaşlarla altındaki basamağa çöktü. Yaşlı bedeni onu ayakta tutamazken yaşlı gözleriyle karşısındaki oğluna baktı. Ne de çok değişmişti. Kocaman olmuş, kalıplaşmış babasının karşısında yıkılmazca duruyordu.

 

Murat, Orhan'ın ağlamalarını aldırmadı. Elleri cebinde şekilde bir kaç adım atarak babasının üzerine düşen güneşi önüne geçerek kesti. Dirseğini dizine yaslayıp elini gözlerine basan yaşlı adam üzerine doğru düşen gölgeyle bakışlarını araladı. Tekrar ve tekrar oğlunun hissiz bakışlarıyla gözlerini ondan ayıramadı.

 

"Ağlayacak zaman geçeli çok oldu Orhan. " dedi Murat baba demeden. Ona göre baba hak edene denirdi. Orhan ona baba demeyen çocuğuna başını iyice kaldırarak baktı. "Sen ablamdan altı yılunu aldun. Bende senden oğlunu aldum. " dedi. Acımadan salladı başını. "O çok severek pis işlerune alet edeceğun oğlunu... " Orhan planınındaki herşeyi düşünmüş fakat bir şeyi asla tahmin edememişti. O da; Murat'ın ölümüne Ahu'ya bağlı olmasını.

 

"Öğrendim herşeyi. " diyerek devam etti Murat. Adamın şaşkınca aralanan dudaklarını ve gözlerini umursamadı. "Ve ne anladum bilimisun?" Yavaşça eğilerek ellerini çıkardığı ceplerinden dizlerine yasladı. "Allah'un sopasu yok. Sen yaşayan adamdan altu yıl sevdiği kadunu aldun. Aldun ve oruspu çocuğunun tekuna sattun. Allah da senun o planlaruna dahil ettiğin çocuğu, beni senden aldu." Demesiyle Orhan daha da şaşkınca baktı oğluna.

 

Nasıl veya nerden bildiği bilmeden baktı ona doğru eğilmiş suratına. Murat başını sallayarak tekrar doğruldu. Eski haline dönerek ellerini bu defa yanlarında yumruk yaptı. "Yaa, Orhan Alkım. Gördun mi? Nasul da altu yıl boyunca evlatsuz kaldun."

 

Orhan, babası yüzünden hırslarına yenik düşen aşağılık bir adamdı. Yıllardır tek çocuk olmak için kardeşini bile on beş yaşında anne karnında öldürmüş ve babasından ona kalacak bir çok mirasın üstüne konma hayalleri kurmuştu. Annesine verdiği gizli ilaçlar bebeğin sağlığını git gide bozarar düşük yapmasını hatta rahminin ihtihaplanmasına ve hemen sonra ölümüne yol açmıştı. Kimse onda şüphelenmese de gerçek buydu. Babası evin hizmetlileri tarafından karısının öldürüldüğünü düşüncesiyle hepsini işten atmış ve kendince gerekli cezayı vermişti.

 

O yıllar da tek çocuk olan Orhan zamanla büyümüş ve evlenmişti. Fakat babası yine hiçbir mirasını ona koklatmadan kendi işini kurmasını söyleyerek baskı kurmuştu. Orhan, gözlerindeki para hırsıyla eğer bir erkek evlat sahibi olursa işte o zaman mirasa sahip olacağını düşünmüş ve çocuk yapmıştı. Gül Hanım'ın hamileliği boyunca yanında duran Orhan doğumdan sonra çocuğunun kız olduğunu öğrenmesi ile tamamen çıldırmıştı.

 

Orhan hemen bir çocuk daha peşinde koşarken babası daha Gül hanım ikinci çocuğa gebeyken vefat etmişti. Babaı ise ölmeden önce mirasın en güvendiği kişiyle birlikte olduğuna dair bir notu ortak kasaya koymuştu.

 

Orhan çıldırmış ve herşeyin sorumlusunu tek bir kişiye yüklemişti; Ahu.

 

Onun gözünde eğer o değilde ilk Murat doğsaydı şuan herşeyin sahibi oydu. Fakat Ahu nun doğumu ve babasının hemen ardından ölümü ile mirasın kimde bile olduğunu bbilmede öylece yaşayıp gitmişti.

 

Hatta babası, Orhan'ın ikinci çocuğunun erkek olduğunu bilmeden vefat ettiği için bir ihtimal herşeyi ona değilde Ahu'ya bıracak olma ihtimaliyle zihniyetiyle oynamış ve yıllardır kızına deli damgası vurdutmuştu.

 

Para hırsıyla Ahu'yu zengin biriyle evlendirmeye kararlıydı. Ahu'nun sürekli Kaya'yla görüşmesine kızmamıştı çünki o çocuğun Karahanlı'ların oğlu olduğunu biliyordu. Aksine bu işin evliliğe kadar gitmesini dilendirmiş ve sonunda günü geldiğinde onların sözleriyle nişanlarını yapmıştı.

 

Daha sonra Kaya'nın ölüm haberinin gelmesiyle Orhan beş parasız kalmaktan korkmuş ve tek sahip olduğu çiflik evini satmaya karar vermişti. O gün taa istanbul'lardan gelen Çolak denen herifin o evi almaya karar vermesiyle Orhan evden ayrılmıştı. Ancak o yağmurda hiçbir taksi durmadığı ve kimiside çalışmadığı için Orhan geç kalmış ve Çolak özel aracıyla kapısının önüne kadar gelerek adamı evinden almıştı.

 

Ancak karşısından gelen kız durgun ve kırpkırmızı olmuş gözleriyle babasına bakarak mezarlığa gideceğini söylemiş yağmırda ıslanıeım demeden yoluna devam etmişti. Çolak kızın duru güzelliğini izlerken hala yoluna devam eden kıza biraz olsun daha bakmak için arkasını dönmüş ve arabın arka camında öylece yürüyen daha şimdiden sırılsıklam olmuş kadını izlemeye devam etmişti.

 

Dönüşte yağmur durmuş ve taksiler işlerine devam etmiş olsada Çolak, Orhan'a tekrar onu eve bırakmayı teklif ederek yola çıkmışlardı. Eve vardıklarında yine aynı şekilde evden ayrılan kızı görmüştü. Orhan adamı eve çay içmeye davet ederken adam onu dinlemiyordu bile. Çolak'ın gözleri sadece yolda koşar adımlarla ilerleyen kadındaydı. Ne olmuştu da öylece koşarak gidiyordu?

 

Orhan'ın teklifini kabul ederek evde bir çay içmiş ve kararını yarın vereceğini söyleyerek oradan ayrılmıştı. Kızın yanına gitmek istesede nerde veya hangi mezarlıkta olduğunu bilmediği için kaldığı otele gitmiş ve bütün gün Ahu'yu düşünmüştü.

 

Ardından ertesi gün aldığı bir kararla tekrar evlerine gitmişti ancak bu defa kadını görememişti. Adam Orhan'a çiflik evini alacağını ancak bir şartının olduğunu söylemişti.

 

Orhan merakla gelecek şartı beklerken Çolak kadının neyi olduğunu sormuş ve kızı olduğunu öğrenmesiyle, "Eğer kızını da bana verirsen evi iki katına alırım. " demişti.

 

Orhan hemen yanındaki Gül Hanım'ın hayır deyişlerini umırşamamış ve gözlerindeki o para hırsıyla kabul etmişti. O esnada yanlarında olan Türkan'a, gidip Ahu'yu çağırmasını söyleyerek yerinde keyifle yayılmıştı. O arada çağırdığı bir İmamla kızın yerine babası olacak Orhan rızası vardır diyerek nikah kıymıştı.

 

Oysa Ahu'nun bundan haberi bile yoktu. Kız eve geldiğinde bile kapıdan çıkıp giden İmam'a anlamak ister gibi bakmıştı.

 

Orhan o anları tane tane gözlerinde canlandırırken karşısındaki oğlunu izledi. Kaya öldü sanıp kızını zengin birine vermişti. Fakat Kaya yaşıyordu ve geri dönmüştü. Orhan nişanlısı olduğu kadını hemen ertesi günü başkasına verdiğini söyleyemedi. Adamın onu öldürmesinden korktu çünki bilirdi ki Kaya merhametli olduğu kadar, yeri geldiğinde de acımasız adamın tekiydi. Bu yüzden oracıkta can vermemek için Türkan'ı tehtid etmiş ve sanki Ahu zorla değilde isteyerek gitmiş gibi adama yalanlar söylemişlerdi.

 

Daha yeni fark ediyordu. O bir adamdan altı yılını almıştı. Ama ondan da bir o kadar alınmıştı. Oğlunu tam altı yıldır tıpkı kızı gibi öldü bilmişti.

 

Nasıl ki Ahu altı yıldır acı çekmiş ve sevdiği adamı öldü bilmişti, Orhan da aynı şekilde yaptıklarının bedelini ödemiş, ödemeye de devam ediyorken ve hiçbir zaman o maddedeki yaşı geçecek oğluyla mirası devir alamamıştı. Çünkü babası kasaya bıraktığı notun en alta bir madde daha yazmış ve eğer olurda ikinci çocuk erkek olursa yirminci yaşından önce mirası devr alamayacağını yazmıştı.

 

Böylelikle Orhan hiçbir zaman gün yüzü görememişti. İstediklerine asla kavuşamamıştı. Altı yıldır oğlunu ölü bilmiş ve yasını tutmuştu.

 

Elinde beş kuruş kalmamıştı. Kaya onu bulmasın diye elindeki parayla yeni almış olduğu eve ise haciz getirmişti. İki yıldır geri döndüğü bu evde yer yer, hele ki son aylarda fark ettiği siyah giyinimli adamlarla dışarı çıkamıyordu. Bir yere gitmeye her yeltendiğinde adamlar onu durduruyor ve bellerindeki silahları işaret ederek tekrar eve sokuyorlardı.

 

Orhan farkında değildi ancak Kaya haciz getirdiği evi bile eski kaldoğı ev diye aratıp bulmuştu. Nasıl olsa hedefine ulaşmış ve aradığı adamı bulmuş olduğu için ne bok yediğini hiç umursamamıştı.

 

Erzak lazım olduğunda da adamların biri ellerindeki poşetlerle hafta da bir kez kapıyı çalıp önüne koyarak çekiliyordu.

 

Demek bu yüzdendi.

 

Herkes herşeyi öğrenmişti.

 

Herkes haklıydı.

 

Herşeyin sorumlusu tuttuğu, yıllardır adını çıkardığı kendi kızı, Alkım'ların deli kızı Ahu geri dönmüştü.

 

Hemde yanında küçük bir kızla.

 

Torunuyla...

 

Murat sıkkın bir nefes alarak, "Daha yeni başlıyoruz Orhan Alkım. " diyerek onunla temas kurmadan basamakları tırmanıp evden içeri girdi.

 

Kapıdan içeri girdiği gibi ağlamak istedi. Çünkü ayakkabılarla içeri girmişti, eğer annesi şuan hayatta olsaydı o melek tontiş yüzüyle gülümser ve sahte bir sinirle ona hafiften vurarak, "Ha çıkarasun o papuçlaru! Sanki hizmentuçuz var, " diye söylenirdi.

 

Arkasında doğrulan adamı umursamadı. Yavaşça adımlayarak koridorun tam ortasında durdu. Zamanında ablasını sinirlendiren Kaya yüzünden tam da bu kapıdan kafasına portakal yemişti. Mutfak kapısına gülümseyerek baktı. Eğer o piç Kaya eğilmeseydi o portakalı kafasına yemezdi diye düşündü. O zamanlar abi dediği herife şu yaşta küfür edemeden duramuyordu. Bir kaç adım daha atarak dağınık salona baktı. Mutfakta bir o kadar berbat ve dağınık haldeydi.

 

İğrenerek çekti bakışlarını ordan. Gözleri tahta merdivenlere döndü. Çok istedi odasını görmeyi. Çok istedi ablasının eski odasına bakmayı ama yapamadı. Gözlerini yumarak derin bir nefe salmak istedi. Yine ve yeniden annesinin kokusunu solumak istedi. Oysa eser kalmamıştı. Annesinin o cennet kokusunun yanından bile geçemeyecek sigara ve alkol kokusu genzini yaktı.

 

Tekrar bakışları merdivenleri buldu. Annesinin odasına çıkmaıyı isterdi. Şu altı yılda ne kadar kaldıysa o yastıktaki kokuyı ciğerlerine solumak istemişti.

 

Sarılıp ağlamak istemişti ancak arkasındaki bedenin farkındaydı. Onun yanında asla ağlayamazdı. Gidip mezarda yatar orada ağlardı günlerce yaptığı gibi ama asla bu herifin yanında tek damla yaş dökmezdi. Bir adım atmak istese de aksine arkasını dönerek tam karşısındaki adama baktı.

 

"Geri döndüm. " dedi kendini şiveli konuşmamak için sıkarken. "Bu evi de içindeki seninle yakıp yıkmak için. "

 

Orhan oğlunun kurduğu sözlerle gerildi. Bir kaç adım atmak isterken tam arkasında duran iki kişiden habersizdi.

 

Murat bir kaç adım atarak iyice babasının dibine girdi. Bakışları aynı renk gözlerinde dolandı. "Ben Murat Alkım. " dedi bastırarak. "Geri döndüm. Herkese ve herşeye rağmen. Eski Murat'ın aksine ailenin tek erkek evladı olarak, kimseye acıması dahi olmayarak döndüm. İçimdeki eski merhametten gram eser kalmadı. " diyerek tehlikeli büyümüş bakışlarını dibindeki adamın kırışmış yüzüyle kusarcasına konuştu.

 

"Etrafın sarıldı, Orhan Bey. " Bir elini yana doğru açarak uzattı. "Bir yandan, ondan tam altı yıldır sevdiğini aldığın adam, Kaya... " demesiyle Orhan o tarafa hafifçe korku dolu bir bakış attı. Murat diğer elini de öteki yana uzatarak, "Diğer yandan daha ergen yaşında ablasını ve annesini aldığın ben, Murat. " diyerek tehlikeli bakışlarını yaşlı adamın diğer tarafa dönen yüzüne kitledi.

 

"Haa, " diyerek nefesini verdi. "Bu demek değil ki yıllardır küçümsediğin kızın da olmayacak. " Öfkeyle eğdi başını. Uzun boyu hafif kamburlaştı. "O senin tam karşında. " dedi. "Bizlerden değil, asıl ondan korkacaksın. Eğer ablam olurda senin gibi bir pislikten intikam almak isterse, o diğer çukurun dışında kalan ayağını da hiç zorlanmadan o koyacak. "

 

Tekrar yerinde dikleşerek ellerini iki yanına indirdi. "Asıl şimdi, yeniden tanışıyoruz. " diyerek tek kaşını havalandırıp indirdi.

 

Ne de çok istemişti soy ismini değiştirmeyi Murat, ancak daha sonra düşünmüş ve bu ailenin tek erkek evladı olarak onca çürüğü arasında sağlam kalmaya karar vermişti. Bundan sonraki soy onunla devam edecekti. Çünkü o Alkım'lardan yana kalmış son erkek evlattı. "Eserinle gurur duy. " diyerek fısıldamasıyla yaşlı adamın kafasına silahın kabzasını yemesi bir olmuştu.

 

Kırışmış göz çevresi kısılırken yeri boylayacağı esnada arkasındaki iki herifte onu havada kavramıştı. Murat'ın umrunda dahi olmadan başıyla çıkışı işaret etmişti. Adamlar Orhan'ı sürükleyerek çıkarırken kapıdaki anahtarı almış ve son bir kez doğduğu büyüdüğü eve bakarak çıkmıştı. Sert adımları arabasına doğru ilerlerken Kaya'yı dinlediği için kendini tebrik etmişti.

 

Şu zamana kadar o adamı dinlememeye kararlıydı taa ki Türkan teyzesi ile karşılaşana dek. Kadının bir kaç sözüyle merak etmiş ve dün gece sularında Kaya'ya ait olan gemiye gizlice tırmanarak onu aramıştı. Engeli kaldırıp aradığı adamla kimseye çaktırmadan Karahanlı kuma gelmesini istemişti.

 

Kaya yangazları ve Mahir'i orada bırakarak şirketten ayrılmış ve geldiği kumlukla Murat'ın yanına çıkmıştı. Beraber fazla açıkmayacak şekilde açılarak birbirlerini dinlemeye karar vermişlerdi. Kaya kimseye söylemese de o gün geç saate kadar kalmasının nedeni Murat ile konuşmalarıydı.

 

İki genç adam birbirlerini dinlemiş ve başlarına gelen herşeyi anlatmışlardı. Murat bir kez daha eve dönerek baktı. Biraz zor olmuştu ama ilk defa kavga etmeden dinlemişlerdi birbirlerini.

 

Herkese dar gelen eve son bir kez daha süzerek baktı.

 

Derin bir nefes vererek ona bakan insanları umursamadan arkasındaki Orhan'ı zorla tıktıkları siyah Transporter marka araçla yoluna bakmıştı.

 

"Kimdur bu uşak? " demişti birisi. Elindeki oltayı omzuna atarak yanındaki sigara içen adama baktı.

 

Sigarasından derin bir nefes çeken adam, "Tanumadun mi? " diye sordu.

 

Oltasının kancası omzundan geriye doğru salınan adam arabasının kapısını aralayan uşağı iyicene bir süzdü. "Yoo."

 

"Murat." dedi adam sigarasını yanına indirerek. "Murat Alkım."

 

Yanındaki adam şokla tekrar adamı sürerken dudakları aralanmıştı. "Bu o mi? " diye sordu. Hayretler içerisindeydi. Oysa altı yıl önceki sıska uzun boylu çocuktan eser yoktu. "Altı yılda nasul da değişmuş. Oysa en son öldü de Alkım'lar dağuldu deniyordu. "

 

Yanındaki adam sigarasından son bir nefes daha çekerek dudaklarındna ayırdı. "Altı yil onun içun yetmiş bir süre demek ki. " diyerek sigarasını yere atarak ayağı ile ezdi.

 

"Çok değuşmuş. Duruşu bile değişmuş."

 

Bakışlarını sigaradan ayıran adam bir elini cebine atarak, "Kaç yıldur polis, Özel harekatta. O değul de ben mi kaluplaşayum? Hem ben bilirum Murat'ı, kalender bir adamdır. Daha çocuk yaşunda o göğüsündeki kalbinden belluydu merhametu. Bakuşlaru yeterdu, babasu gibi piçun teki değul. "

 

Gözleri yanlarından bir bir geçip giden arabalarda gezinirken, "Belli baksana adama, volkan dağları gibi; hem kudretli hem öfkeli... " dedi.

 

... 

 

İkiside geminin en ucunda durmuş demirlere yaslanarak ilerledikleri denizin sonsuzluğuna bakıyorlardı. İkisinin de gözleri batan güneşi seyre dalmışken birbirlerine yakın durduklarından dahi haberleri yoktu. Öyle ki güvertenin en ucunda, demirlerine yaslı olan dirsekleri omuzlarından aşağıya doğru birbirine temas içindeydi.

 

"Kalbim ilk ne zaman atmayı bıraktı biliyor musun? " Ahu'nun sorusuyla dalıp giden kısık bakışlarını hemen dibindeki adama çevirdi. Omzunun üstünden hafif başını kaldırarak aynı şekilde kendisi gibi eğilmiş dirseklerini demire yaslamış adama baktı. Güneş'in yakıcı ışığından dolayı bakışları kısıktı. Lacivert gözleri yansımadan dolayı bir çift alev topu gibiydi. Gözlerinin çevresi karanlık fakat tam ortasında bir alev topunu esir almış gibiydi.

 

Kısık bakışları kadının hüzünlü harelerini esir aldı. Beklentiyle baktı. İçinin dökmesini istedi. Belki bugün kendisi de geçmişte olanları anlatacaktı ancak içten içe yinede önce onun anlatmasını istedi.

 

"Sana ulaşamadığım o ilk gün. " diyerek tekrar güneşe doğru çevirdi gözlerini. "O ilk gün korktum. Çok değil ama korktum." Hafif yaşaran gözlerle yutkundu. "Hep arardı dedim kendi kendime. Her akşam bir kere de olsa nasıl olduğumu sorar, beni sevdiğini söyler kapatırdı, dedim. O günde aramanı bekledim. Çok bekledim. Sabahladım ve en son dedim ki, arayamayabilir Ahu. Askerde ve müsait değildir. "

 

Gözleri tekrar onu izleyen adamı buldu. "Birinci günü bir şekilde kendimi avutarak hallettim. Fakat ikinci gün herşey benim için biraz daha zordu. Çünkü sen yine aramamıştın. Hep bekledim. Yine sabahladım. Geçen her gün biraz daha benim için zorlaşsada tek bir Ahu demen için çok bekledim. " Yaşlı gözlerinden yavaşça bir damla akıp gitti. Açık gözleri bu defa Güneş'i esir aldı. "Üçüncü, dördüncü, beşinci derken bir buçuk haftayı buldu. Yemeden içmeden kesilmiş sadece senden gelecek en küçük bir telefonu veya bir mektup bile bekler olmuştum. Sadece küçücük, oralarda bir yerde haberini ve en önemlisi iyi olduğuna dair minik bir haber bekledim. "

 

Başı geminin altından yok olan denizi izlerken acıyla fısıldadı. "Alamadım. O haberi asla alamadım. " Başını iki yana salladı. "Günlerden Cuma. " diyerek sertçe yutkundu. "Sana ulaşamamın ikinci haftası dolmuştu. Dayanamadım. Artık daha fazla kendimi avutamadım, oysa çok bile dayanmıştım. " Bir omzunu kalırırp indirdi. "Gecenin bir yarısı askeriyenin numarasını bir şekilde bulup aradım. En azından orda olduğunu bilmeme ihtiyacım vardı. Belki bir görüş ayarlar yanına gelirdim. Düşüncem bu yöndendi."

 

Başını kaldırarak tekrar yanındaki adamın donuk bakışlarına baktı. Kaya sanki bu hikayenin sonunu ve gidişatını anlamış gibi bakarken Ahu başını salladı. "Fakat sen bırak iyi olmayı, iki haftadır askeriyede bile değilmişsin. Bir görev için gönüllü seçilip gitmişsin. " Dudakları hafif aşağı büküldü. "Bu söylenenlerin ardından o asker bana ne dedi biliyor musun? Gittiği gönüllü görevde kaçırılırdığını ve henüz bir izine raslanamadıklarını, söyledi. "

 

Kaya bir küfür savurarak kaşlarını çattı. "Bu bilginin verilmesi bile yasak,"

 

"Tam iki saat sonra, " diyerek Kaya'nın söylediklerini umursamadı. Ona ne söylendiyse onu söylemişti. Yasak veya değil, kendisine tam olarak bu sözler söylenmişti. "Bir haber aldım. "

 

Kaya başını hafif boynuna eğerek yapma dercesine baktı. Anlatmamalı, burayı anlatmamalı diyerek geçirdi içinden.

 

"Gecenin tam bir yarısında aradılar beni. Son operasyonda izine rasladıkları yerde bir erkek cesedine rastlandığı ortaya çıkmış. Cebinde Türk bayrağı olan. O adamın hemen yanında senin telefonun ve bir kadın resmi. "

 

"O fotoğraftaki kadın bendim, ama ölende sendin..." Yüzünün seğirdiğini hissediyordu.

 

Kaya başını iki yana salladı. "Ben değildim... " diye fısıldadı.

 

"Ben, " dedi Ahu. "Bayılmışım. Haberi alır almaz gözümün önü karardı. Uyandığımda bir yataktaydım. Başımda annem, Asiye hanım, Nazlı Nine ve Ayşe ablam vardı. " Bir eli saçlarına giderken kafasındaki bir bölgeyi kaşıdı. Aklına gelen anılar kalbini deşmeye yetmişti. "Ben uyandığım gibi öyle bir çığlık attım ki, sana yemin ederim o haykırışım bazen hala kulaklarımda uğulduyor. Herkes kollarıma ve ayaklarıma yapışmıştı. Delirdiğimi düşündüler. Bu sefer gerçekten toptan sıyırdığımı düşündüler. Beni durdurmaya, zapt etmeye çalıştılar. Herkes neden bir anda bu duruma geldiğimi sorgularken ben, sadece haykırarak çığlık çığlığa ağladım. "

 

Yüzü acıdan buruştu bu defa. Bir eli kalbini bulurken, "Hani dedim ya kalbim ilk ne zaman atmayı bıraktı diye? " diye sordu ve başını sallayarak bedenini Kaya'ya doğru çevirdi. "İşte, bu atmayı bırakmaktan da beterdi. O gün duyduğum her cümle kalbimi yerinden söküp attı. Bir bıçakla göğüsümü yarsalardı inan daha az canım yanardı. "

 

Kaya karşısındaki kadının acı dolu gözlerine daha fazla bakamadı. Gerisini zaten az çok bilse de, Ahu susmadı. Biliyordu. Madem bugün herşey anlatılacaktı, susmak yoktu. Son kez konuşulacaktı.

 

"Kabullenemedim, " dedi Ahu ağlarken. "Gittiğine inanamdım. Bu yüzden ailene de anneme de hiçbişey diyemedim. Delirdiğimi düşünsünler istedim ama... " derin bir nefes aldı. "Kalbimi ayaklarının altında çiğnedin o gün Kaya... Yokluğunla sınadın beni..." dedi. Kaya derince yumdu gözlerini.

 

Bir süre sessiz kalarak burnunu çekti ve devam etti. "Sonra ertesi gün kapımıza gelen bir ambulans, iki polis aracı ve bir Yarbay'la, herşey çok geçti. Gelen her bir görevli seni şehit verdiklerini söylediklerinde işte o zaman benim halimi anlamışlardı. Hemen ertesi günü seni getireceklerdi fakat Karahanlı ailesi o kadar değılmış bir durumdalardı ki cenazeni ertelemişlerdi. "

 

İki elini yüzüne yaslayarak hıçkırarak ağladı. Omuzları sarsılırken Kaya ne yapacağını bilemedi. Aralarındaki duvar kırılmış belki küçük parçalar kalmıştı ancak yinede eli havalanırken titremişti. İki omzundan da kavrayarak kendine doğru çekip sıkıca sarıldı. "Kaç gece yattım o mezarda inan bilmiyorum. " dedi kadın sardığı göğüsten anlatmaya devam ederek. Sağ tarafta olan başını kaldırarak adamın sol göğüsüne yasladı. Kulağının altındaki atan ritimleri dinledi. "Belki bıraksalardı ömrümün sonuna kadar orada uyumaya devam ederdim. "

 

Kulağının altındaki kalp atışlarını dinlemeye devam ederken Kaya biraz daha sıkıca sarıldı kollarının arasındaki kadına. Çok fazla sıkamadı lakin. Sanki dalı bükülebilir, yaprakları dökülebilir veya beyaz rengi çizilebilir bir gül varmış gibi korktu. Bişey olmasından korkarak dokunuşlarını hafif seyreltti. Burnunu kadının saçlarına gömerek gözleri deniz manzarasını izlerken dinlemeye devam etti.

 

"Evden çağırdılar. " dedi Ahu hissizce. Sanki bir anda bütün duyguları çekilmiş gibi. "Gitmezdim aslında. Zaten içimden bir ses de basbas bağırıyordu. Gitme, diyerek haykırıyordu. "

 

"Keşke gitmeseydin... " dedi Kaya olanları bilerek. Kadının başına fısıldayarak dudaklarını yasladı.

 

"Babam olacak o adamı bilmiyorsun. " dedi Ahu devam ederek. "Sandığının aksine bencil birisi o. Dışarı iyi gibi gözüken ama içeri kan kusturan bir hain. Bırak dışarıya bağırmayı, kendi kanından olanı süründüren, dişini geçirmeye çalışan bir adam o. " Başını kaldırarak sevdiği adama baktı. "Sana karşı gösterdiği o babacan tavırlarının hepsi oyun. O kadar iyi bir oyunculuğu var ki bazen ben bile kendimi sorgular, inanırdım. Çocukken sevgisi için sırf biraz övüp başımı okşasın diye sürekli misafir gelmesini istedim. "

 

Acıyla gülümsedi. Öyle ki dudaklarındaki o tebessüm fazlasıyla buruktu. "Ne kadar acınası öyle değil mi? "

 

Sorusuna karşı Kaya sertçe yutkundu. Bir şeyler söylemek istedi fakat söyleyeceği her bir kelime şuanlık onun söylediği şeyler için çok ufak kalırdı. Etkisizdi.

 

"Kendi babamdan sevgi almak için başkalarının evimize gelmesini beklemek çok acı. " Başını iki yana salladı. "Oysa bu durumda olmamın nedeni o. Bana çıkan her bir raporun nedeni o. Çocukken hayvanlara zarar veren bir adamı cezalandırmak istemiştim. Annem hep zalimlerin canını, yaktıkları canlar vakti geldiğinde yakar, derdi. Bende çocuk aklıyla beslediğim o dokuz köpeği o adamın üzerine salmış ve hastanelik etmiştim. O adamı yaktığı canlarla cezalandıemak istemiştim. " Başını kaldırarak baktı. "Çocukken anlatmıştım, çaylıklarn tepesinde. Hatırladın mı? "

 

Kaya başını sallayarak gülümsedi. "İyi yapmışsın, dediğimde çok şaşırmıştın. "

 

"Evet." dedi Ahu da aynı şekilde gülümseyerek. "Çünkü bana yaptığım şeyin yanlış bişey olduğu söylenmişti. Şuan da düşünüyorum. Evet, belki yanlıştı. Belki adalet anlayışım çok farklıydı, bunun doğru bişey olduğunu savunmuyor fakat benim için can her zaman candı. Kötülerin değil, iyilerin canı her zaman candı." Başını iki yana salladı. "Düşünüyorum bazen, Ahuzar böyle bir şey yapsaydı eğer, ona güzel bir dille bu yaptığının yanlış olduğunu söylerdim. Kızımın beni tekte anlayacağına eminim çünkü ben hiçbir zaman babamın aksine onu sevgiye aç bırakmadım. Ahuzar'ı uyarır üstünede o adamın ceza alması için herşey yapardım. "

 

Derin bir nefes vererek ellerini tekrar demirlere yasladı. "Benim babam öyle yapmadı. Bana daha çocuk yaşımda şiddete başvurarak bu yaptığımın hiçbir akıllı insanın yapacağı bir şey olmadığını söyleyerek ilk raporumu çıkartmıştı."

 

Yanağındaki ıslaklığı silerken güldü. "En ağırıda, olmadığın bir insan olmak. Değilsin ama herkes sana deli diyor. Nefret ediyorsun, üzülüyorsun ama sesini çıkaramıyorsun. Herkes seni parmakla gösteriyor. İyi anlamda değil, deli diye. " Yanındaki adama bakamadı. Elinde olmayan bir utanç vardı. O istememişti bu hayatı, bu babayı ama his ediyordu işte. Elinde değildi. "İkincisinde gerçekten delirmişim biliyor musun? "

 

Kaya'nın kaşları çatıldı. İkincisi...

 

"Ne?.. "

"Gerçekten cinnet geçirmiştim. " diyerek kollarıyla gözlerini sildi. Bacaklarında biten dermanla yavaşça yere çökerek dizlerini kendine çekti. Eteğini düzelterek yüzünü çizen demirlerin gölgesiyle tam karşısını izlemeye devam etti. "Sana söylemiştim ya, sırtımı gördüğün gün. " Omzunu kaldırıp indirdi. Kaya hala ayakta ağızı hafif aralık şekilde yerde oturan kadını izliyordu. "Teyzeme gittim, demiştim. "

 

Kaya hafif başını oynattı, sevdiği kadının sırtındaki ve vücudundaki izleri gördüğünde öğrenmişti. Doğruydu.

 

"Yine diyorum, teyzeme gitmemiştim. Karısını döven bir bakkalcının ekmek teknesini yakmıştım. " dedi. Burnunu derince çekti. "Son gittiğimde iki ekmek alıp çıkıcaktım fakat arka kapıdan gelen kadının yüzünü ve kırık kolunu görmemle gözüm dönmüştü. Arada bir kavga sesleri gelsede şiddet uygulandığından haberim yoktu. Olsaydı yemin ederim ki polisi çağırırdım hemen. Yardım ederdim... " Kalbi acıdı. "O kadın oğlunu okuldan almak için bakkaldan ayrılana kadar iki reon arası mekik dokudum. Kadının gideceğine emin olunca da bakkalın hemen yanındaki benzin istasyonundan iki kutu bezin alarak bakkalın etrafını saracak şekilde döktüm. Son kalan damlalarıda dökerek içeri girdiğimde adamın o gözlerindeki şaşkınlığı ve korkuyu görmüştüm. "

 

Başını kaldırarak hala ayakta onu izleyen adama baktı. Yüzündeki gölgeler çenesine ve boynuna düşerken devam etti. "Bana ne yapıyorsun dediğinde pek korkar gibi değildi. Sanki beni alt edebilirmiş gibi bakışları, senden güçlüyüm, der gibiydi. Taa ki ben arka cebimden bir kibrit çıkarana dek. Bana kızdı. Dinlemedim. Cinnet geçridiğime çok eminim çünkü onca uzun süreyi o kadar sabrederek beklemiştim ki... Hırslıydım. "

 

"Tek bir cümle kurdum. Madem ben deliyim, o zaman yaptığım bütün bu hengamelere göz yumucaksınız, dedim. Asla unutmam. Elimdeki kibriti yakarak onun dışarı çıkmasına müsade etmedim. Yakarım diye tehdit ede ede çıktım. Yaktım da. Herkes, bir kaç bağırmaya gidip ne olduğunu sormazken kül olmaya mahkum olan Marketin etrafına çoktan hızla sarmışlardı. Adam korkuyla Allah, diye haykırarak çıktı marketten. Giysileri yanmaya devam ederken derin yanıklarla yoğun bakımlık olmuştu. Asla pişman değildim ama babam bunu da fırsata çevirdi. "

 

Bir kez daha derin bir nefes verdi. İçi içine sığmıyordu. "Tüm bunları niye yaptı, bilmiyorum. " Omuz silkerek tekrar önüne döndü. "Amacı neydi, bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, sana yakalanmamak için elinden gelen herşeyi yaptı. Sana teyzeme gittiğim yalanını söyleyerek beni bir rehabilitasyon merkezine yatırdı. Bir ay boyunca o bembeyaz duvarlar ve eşyalar arasında delirdiğimi hissetim. İşte o zaman kendimi bir deli gibi hissetmiştim. İyi değildim. Sen her aradığında kapımın önündeki hemşire telefonu getiriyor ve seninle ne konuştuğuma özellikle dikkat ediyordu. "

 

Kaya yumruklarını sıkmış bir şekilde gözlerini yavaşça yumdu. Aptaldı. İçinden defalarca geçirdi. Katıksız bir aptaldı ki, çocukken bile babasının nasıl biri olduğunu anlatığı kızın nasıl bir hayat geçirdiğini anlayamamıştı. Oysa beraber büyümüşlerdi. Nasıl anlamazdı?

 

Nasıl kör olabilirdi?

 

Oysa o gün, sadece Ordu'daki Türkan teyzesine gittiği söylenilmişti.

 

Gözlerini aralayarak yönünü güvertenin karşısına çevirip ellerini demirlere yasladı. Akıp giden denizi izlerken yumrukları sıkıca sarılmıştı demirlere.

 

Orhan Alkım uyanıktı, hemde fazlasıyla.

 

Bundan sonra kaçışı olur muydu, işte orası tartışmaya kapalıydı. Çünkü iki yanı sarılmıştı. Bir yanı, onu ayakta uyutup sevdiği kadına acı çektirdiği için Kaya; diğer yanı, ablasına acı çektirip sevmediği bir adamla İstanbul'a sürgün ettirdiği için Ahu'nun kardeşi Murat.

 

En önemlisi de, tam karşısındaki duran kadın. Annesini gözlerinin önünde kaybeden kadın. Kılını bile kıbırdatmadan yardım etmeyip onu sürgün eden adamın kızı olan kadın.

 

Ahu Alkım.

 

"Üçüncüsünü o yaptı. " dedi. O'nun kim olduğunu sormadı Kaya, biliyordu zaten. Ahu, adını anmayı istememişti. Çünkü ne kendi bu durumdan memnundu ne de yanında ki adam. "Israr ettiği yüzüğü takmadım diye elimi sıcak su ile dolu çaydanlığın içine bastı. " Gözlerini yumarak gelen yaşları bastırmaya çalıştı. "O kadar çok canım yandı ki, elimin acısıyla kendimi çok kastım. Çok bağırdım. Çok fazla acıdan ıkındığım için suyum geldi. "

 

... 

 

"Takacaksın Mira! "

 

Ahu demleyeceği çayı hazırlarken mutfağa kadar peşinden gelen adamı takmayıp çaydanlığın üst demliğini bir eliyle kavrayıp tezgâha bıraktı. Diğer eli büyümüş karnını küçük küçük okşarken dolaptaki demlik kabını çıkardı.

 

"Kime diyorum ben! Sen benim karımsın takmak zorundasın, bak beni delirtme! " Ahu umursamadan iki kaşık koyduğu dem ile kabı tekrar yerine yerleştirdi.

 

Yanındaki adama dönmek istemese de tıpkı bir penguen gibi yan yan ona doğru döndü. Hala bir eli karnındaydı. "Sana o yüzüğü takmayacağım dedim. " diyerek umursamazca konuştu. "Karısı gibi hissetmediğim adamın alyansını neden takayım? "

 

Çolak kadının sözleriyle Ahu'nun üzerinde doğru bir kaç adım attı. "Beni sinirlendirme Mira. " Koyulaşmış harelerini buz gibi umursamaz bakışlardan kesmezken konuşmasına devam etti. "Sen benim karımsın! Aksini iddia etmeye devam edersen canını yakarım! "

 

Ahu yüzüne yüzüne sallanan parmakla derin sıkkın bir nefes verdi. "Bana önceki alyansımı bulup getirirsen takarım, ama bunu takmam. " diyerek adamın elindeki altın renkteki alyansı işaret etti. Eski yüzüğünün içinde Kaya yazıyordu. Ait hissetmediği, kocası olarak görmeyip, evli bile olmadığı adamın yüzüğünü takacağına karnındaki bebeğinin basının yüzüğünü takmayı yeğlerdi. Hoş onunla evlenmek isteyende yoktu zaten. Allah korusun, diye geçirdi içinden.

 

O yüzüğü tabiki bulmayacağını biliyordu. Sahte bile olsa bir benzerini bulamayacağını da biliyordu. Çünkü o yüzük özel tasarımdı. Kaya'nın beyninde can bulmuş, yapılmıştı.

 

Çolak kadının sözleriyle daha da öfkelenirken, "Benim değilde o ölmüş herifin mi yüzüğünü istiyorsun? " diye tehlikeli bir sesle sordu.

 

Ahu evet dese başına gelecekleri az çok biliyordu buna rağmen karşısındaki adamın önünde korkmadan durdu. Korkun ecele faydası yoktu ancak yinede keşke söylemeseydi. En azından kızından ayrı kalmazdı.

 

Çolak, "Evet." diyen kadından fokurdayarak kaynayan çaydanlığa kısa bir bakış attı. Ahu anlamazca adamın yüzüne bakmaya devam ederken kadının karnındaki ufak dokunuşlarla okşayan sol elini bileğinden kavradığı gibi sıcak su dolu çaydanlığa bastı.

 

Ahu daha engel olamadan elinin girdiği sıcak suyla avazı çıktığı kadar haykırdı. Eli hala sıcak suda kaynarken Çolak'ın öfkeden kızarıp dolmuş gözlerine baktı. Oysa kendi gözleri acıdan dolmuştu.

 

"Bir daha söyle! " Çolak'ın haykırışlarıyla Ahu kastığı bedeniyle zar zor kendini geriye çekebilmişti. Sıcak su ile dolu çaydanlık yeri boylarken adım adım geriledi hızla. Lakin bacaklarının arasında hissettiği ıslaklık ve karnına giren sancıyla elini tutarak acıyla haykırarak ağlamaya devam etti.

 

Canı her yönden acırken öleceğini his etmişti.

 

Havadaki yanık sol eline rağmen sağ elini karnına bastı. "Bebeğim! " diye bağırmaya devam etti.

 

Çolak, kadının bacaklarından yere doğru akan su ile kaşlarını çatmış ve yeni yeni nelere sebeb olduğu fark etmişti. İkilinin kızarmış dolmuş gözleri birbirini bulurken Ahu kızarmış ve terlemiş yüzüyle daha çok haykırdı. Eğilerek haykırırken saçalrı tenine yapışmış eline her baktığında daha çok korkmuştu. Bedeni o kadar kasılmada hissettiği acıyla daha fazla ayakta kalamamıştı.

 

"ALLAH BELANI VERSİNN! " diyerek o kadar güçlü bir şekilde haykırdı ki bütün malikane Ahu'nun çığlığıyla yankılanmıştı.

 

...

 

Burnunu çekerek derin bir nefes verdi. Kaya artık ellerini demirden çekerek iki kaşı hafif yukarı kalkık alnı kırışık bir halde yere, sevdiği kadının yanına çömeldi. Ahu'nun aksine diz çöktü.

 

"Aslında tam zamanıydı. Dokuz ayımı doldurmuştum, gün sayıyordum fakat ona, kendi kızı olduğunu inandırmak için sekiz aylık demiştim. Ona, senin yüzünden erken doğum yaptım demiştim çünkü canım yanmıştı. Çok canım yanmıştı," diyerek baktı Kaya'ya. "Elimin ve doğumun verdiği acı neydi ki, aynı gün benden canımı aldı. Şizofren teşisi koyarak bir yıl boyunca beni Ahuzar'dan uzat tuttu. "

 

"Neden bir yıl? " diye fısıldadı Kaya. Sesi gitmişti. Bu soru bile içindeki bir şeyleri acıtırken kendi kendine söylendi. Kendisi altı yıl, sevdiği kadın ise bir yıl boyunca evladından uzak tutulmuştu. Belki zamanında gereken araştırmaları yapsaydı, şuan bu durumda olmazlardı...

 

"Bilmiyorum... " dedi Ahu ağlayarak başını iki yana sallayarak. "Kendince beni cezalandırmıştı. Ahuzar'ı görmek için herşeyi yapardım. Yapmaya hazırdım da ama bir şey hariç. Evlenmeyi asla kabul etmedim." Dolmuş bakışları ona kıyamayarak bakan adama kalkmıştı. "Çünkü biliyordum ki evlenirsem ikimizinde sonsuza denk bir sonumuz olmayacaktı. En azından kendi kızı sandığı için onun güvende olduğunu biliyordum. O bir yıl içinde bir kadın sürekli sütümü ona verdi. Ama asla göstermediler. Amacı neydi bilmiyordum tek bildiğim kafayı kendi istekleri için iyice bozmuştu. "

 

"Yüzük takmayı kabul ettim ama elimi yaktığı için doktor yüzük takamayacağımı söyleyerek yanık elimdeki yüzüğü çıkarttırmıştı. " Önüne dönerek avuçlarını dizlerine basırdı. "Bir yıl sonra bebeğimi geri verdi bana. Çünkü o bir yılda, onunla evlenmeyi hep reddetim fakat durmadım da. " Karalı bakışları sevdiği adamı buldu. "Neredeyse hergün ona karşı çıktım. Hiçbir tehtidini aldırmadım, her gün her gece onu öldürmeye teşebbüs ettim. En son asi tavrımdan usanarak korktu. Bir gün onu öldürmeyi başarmamdan korkarak kızımı bana geri verdi. Ama tehtidleri hep devam etti. Bekledi, Ahuzar'a bağlanmama ve onun tehditlerinden korkacağım günleri bekledi. Beklediği gibi de oldu. " Başıyla yavaş yavaş onayladı.

 

"Hasretinden öldüm. Gelmeni çok diledim. O mezarda bile öyle çok dua ettim ki çıkıp gelmen ve tüm bu yaşadıklarımın bir kâbus olması için. O eve geri dönerken bile içimden sürekli tekrarlıyordum. Allah'ım, nolur. Nolur herşey bir kâbus olsun bağışla onu bana... "

 

Kaya yavaşça yere oturarak bir dizini kendine çekti. Alnını kadının başına yaslayarak çenesini birbirine kenetledi. "Gelmedin." diye fısıldadı. "Aksine, ben senden gittim. " Saçlarındaki nefesi hissetti. "İstemeden de olsa o eve giderek aslında ben senden gittim. Peki, sen nasıl benim isteyerek gidebiliceğime inandın Kaya?.." Ağlayarak sorduğu soru dudaklarından fısıltılı çıkmıştı. Kaya gözlerini iyice birbirine basarak alnını kiraz daha kadının saçlarına bastırdı. Cevap veremedi.

 

"Ben o eve gittim, senden gittim ama annem de benden gitti." Yüzü buruştu acıyla. "Annem benim yüzümden gitti. "

 

Kaya hızla kadına sarılırken, "Hayır, " dedi. Fısıltısı kadının etrafı sararken Ahu başını hızla iki yana salladı.

 

Adamın kollarının arasında çıkarak ona döndü. Yaşlı yanaklarıyla dizlerinin üzerinde durarak ellerini savurarak anlatmaya başladı. "Öyle! " dedi önce. "Ben o eve gittim! Kapıdan çıkan imamı umursamdan içeri girdim! Onu gördüm! Ona rağmen onun sadece bir misafir olduğunu düşünerek kahve bile yaptım! " Hıçkırdı. "Annemin üzgün bakışlarını senin kaybın yüzünden sandığım için bana yalvaran bakışlarını anlayamadım ben! Yaptığım kahvenin benim isteme kahvem olduğu bilemedim, odaya girdiğim gibi babamın yüzüme doğru artık senindir al götür, diyeceğini tahmin edemedim! "

 

Yüzünü gökyüzüne kaldırarak üst üste hıçkırdı. "Kaçtım ben ordan, kabul etmedim." Başını bu defa tekrar karşısına çevirerek boynuna doğru eğdi. "Ama yakalamaları uzun sürmedi. Beni onun adamaları yakaladı. Yaka paça ayaklarının dibine atıldım. Evlenmem, dedim. Kendi kalbimde çoktan evliydim ben." Sol yanık elini havalandırarak sağ elinin işaret parmağıyla sol elinin yüzük parmağını işaret etti. "Parmağımdaki senin bana özel tasarladığın alyansı gösterdim. Bak evliyim, dedim. "

 

"Babam nikah olmadı, diyerek tekrar beni ona verdi. Annem ona defalarca yalvardı. İyi değildi annem, rengi benzi iyice atmıştı ama ben gidicem korkusuyla o kadar çok kendime odaklanmıştım ki ben annemi unutmuştum. Görememiştim bile." İki gözünden de aynı anda yaş akarken elleri kucağına düştü. "Ölüm ona bir nefes gibi dibindeyken, hala beni düşünürken ben onu düşünmememiştim. "

 

Kaya'nın gözlerine baktı. Yıkık bir bina vardı kadının bakışlarında. "Babam zorla parmağımdaki alyansı alıp yere savururken, o beni kolumdan sürükleyip götürürken annem ona doğru savrulmuş alyansınmı bana vermek isterken kalp krizi geçrimişti. "

 

Dudakları aşağı bükülürken fısıldadı. "Avucunu bana doğru açmıştı, tam ortasında bu alyans vardı. " diyerek Kaya'nın boynundaki zinciri ortaya çıkardı. Kendi yüzüğünü kavrayarak ona gösterdi. "Gözleri açık bir şekilde bunu bana veremeden, bana bakarak son nefesini verdi. "

 

Çocuk gibi ağlayarak tekrar yere oturup dizlerini kendine çekti. "Benim yüzümden öldü. Yıllardır özür diliyorum. " diyerek burnunu çekti. "Ama hiçbir özür onu bana geri getirmiyor. "

 

Kaya acıyla baktı kadına. Gül Hanım'ı çok severdi. Annesi gibiydi. Hastayken, değilken hep yanında olup ona akıl veren, her konuda arkasında olan bir kadındı. Her konuda yardım etmişliği çok vardı. Yoğun bakımdan çıkıp Karadeniz'e getirildiğinde buradaki hastaneden kaçmıştı. Buraya Ahu'yu görmeye geldiğinde bir cenaze olduğunu duymuştu. Ahu'nun olmasından çok korkmuştu. Kendi sahte ölüm haberinden sonra dayanamayıp kendine kıymış olmasından ölesiye korkmuştu çünkü evde kimse yoktu. Fakat Gül Hanım'ın cenazesi olduğunu öğrenince çok üzülmüş sevdiği kadının ne halde olduğu merak etmişti.

 

"Tüm bu olanlardan Murat'ın haberi yoktu. " dedi Ahu. "Yolda giderken yardım istemek için cama vururken sokağın köşesinde eve doğru yürüyen kardeşimle göz göze geldim. Anlamadı başta. Sonra ben olduğumu anladı. Saçlarıma bir el asılıp beni geri çekince peşime takılmış taksiyle. "

 

"Havaalanına vardığımızda uçağa tam biniceken Murat geldi. O kadar çok bağırdı o kadar çok yalvardı ki benden iki kolumdan asılan adamlardan kurtulmaya çalıştım. Olmadı. Beni zorla uçağa bindiren adamlarla hep kardeşime bakmak için arkamı dçndüm. İlk döndüğümde uçağın merdivenlerinin başında olan, ona yalvarıyordu. Sonra merdivenlerin ortasına vardığım da bir kez daha döndüm. Kardeşimi yere yaslamışlardı. Bir adamın silahını çıkardığını görmemle çığlık çığlığa bağırdım. Onu da kaybettim sandım. Öldürecekler sandım. Çok bağırdım. Sonra uçağın içinde beni bağlarlarken son kez camdan bakabildim. Yerde yarı baygın uyuyan Murat'ı gördüm. Minik minik kıbırdıyordu ve sesi çıkmasads bağırmaya devam ediyordu."

 

İki elinde göğüsüne giderken devam etti. "Bir kez daha geldi. Üzerinden bir ay bile geçmemişti ama benim kardeşim bir yolunu bulup İstanbul'a gelmişti. Nasıl buldu yerimizi bilmiyorum. Bir silahla basmıştı malikaneyi. Onu etkisiz hale getirmeleri uzun sürmemişti ama sonuna kadar savaşmıştı benim kardeşim. Bir ara o kadar çok dövdüler ki artık ne yapacağımı bilmeyerek yalvardım. Onunla kalacağıma söz vererek kardeşimin gitmesine izin versin istedim. Kabul etti. Murat gitti, ama sonra onun yoğun bakımda olduğunu duymamla onun kardeşimi bir kez daha dövdürttüğünü öğrendim. "

 

"Sonra Murat ortadan kayboldu. Altı yıl... " diyerek kaşlarını kaldırdı. "Dile kolay. Altı yıl boyunca ondan haber bekledim. Bir ara, onun kardeşimi öldürüp veya bir yere gizleyip benden sakladığını bile düşündüm. Aradan çok fazla zaman geçti. " Gözleri Kaya'yı buldu. "Beni anlıyorsun değil mi? Ben Murat'ın hakkını asla ödeyemem. " dedi. "O bana verilen öyle bir kardeş ki, annemden sonra ona yaşatıklarımdan çok pişmanım. İstemeden de olsa yaşarmıştım ona bunları. Hep peşimden geldi. Yıllardır beni o bataklıktan çekip çıkarmak için saygınlık kazandı. Polis oldu. "

 

Kaya başını yavaşça eğdi. Onun elinde imkan vardı, Murat'ın yoktu.

 

Murat elinde olmayan imkanla ablasını kurtarmak istemişti. Kaya ise o imkanla kendisine odaklanmış ona söylenenlere, gösterilenlere inanmıştı.

 

"Sonra, " dedi derin bir nefes alarak. "Hamile olduğumu öğrenince ondan sanıp intihara kalkıştım. Gülhan abla sağolsun... " diyerek tekrar sevdiği adamın gözlerine baktı. "Senden sakladığım saçlarla bir test yaptı. O gün mezarlıkta toprağına gömecektim aslında. Unutunca cebimde kalmış. Benimle beraber taa oralara kadar gitmişti. "

 

Derin bir nefes alıp burnunu çekerek devam etti. "Beni ölümün kıyısından çekip çıkardı. "

 

Başını yavaşça aşağı yukarı sallayarak adamın yaşlardan dolayı parıl parıl parlayan gözlerine bakmaya devam etti. "O uçurumdan geri çıktım çünki senden bana kalan cana kıyamadım. " dedi. "Yıllarımı onu korumaya adıyarak geçirdim. Onun iyi olması için. Bütün kötülüğü uzak tutarak büyüttüm. "

 

"Boktan herifin tekiyim. " dedi Kaya. "Öyle bir insanım ki, utanılacak biriyim. "

 

"Birbirimizden dinleyeceğiz demiştik. " dedi Ahu adamın gözlerine düz bir şekilde bakarak. "İyileşmeye çalışıyorum. " dedi. "Geçmişi son kez konuşucaz dedik. Bir daha açılmayacak dedik. "

 

"Öyle."

 

Tekrar başıyla onayladı Ahu. "Ben geçmişten her bahsettiğimde biraz daha kanıyorum. İyileştirmek yerine beni derinden kanatıyor. Sıra sende. Ben anlattım. Şimdi seni anlamak istiyorum. Bana neden gelmediğini bilmek istiyorum. "

 

"Beni anlamanı istemiyorum, Ahu. " dedi Kaya ciddiyetle. "Ben anlatacaklarımı, sen beni anla diye anlatmayacağım. Bil diye anlatacağım. " Derin bir nefes vererek yüzüne düşen korkulukların gölgesiyle devam etti. "Ben, anlayacağın biri değilim. Ne anlatırsam anlatayım bir neden senin bu yaşadıklarınla eş değer olamaz. " Batan Güneş'i izledi.

 

Kadın, adamı yanına kayarak içindeki acıyla sırtını göğsüne yaslayıp yan bir şekilde oturmaya devam etti. Kaya destek için bir elini arkaya atarken Ahu mırıldandı. "Bu yinede geçmişini merak etmediğim anlamına gelmez. "

 

Duruldu Kaya. Göğüsüne yaslanmış bir sırt. Omzuna dayanmış bir baş vardı. Sevdiğine ait.

 

İyileşmeye çalşıyorum demişti. Gerçekten de öyle miydi?

 

Ona olan yakınlığı şaşırtıyordu. Ama Kaya bilmiyorumdu ki Ahu onunla eskisi gibi olmak istiyordu. Beyni ona hep haykırıyordu. Geçmişi geri getiremezsin. O kızının babası. Ne kadar pişman olduğu ortada...

 

"Benden haber almadığın günün sabahı... " dedi Kaya derin bir nefes verip anlatmaya başlayarak. Kaya'nın alıp verdiği nefesle göğüsüne yaslanmış kadın yavaşça havalanıp konmuştu. "Her zamanki gibi kaldırılmıştık. Saat beş. İdman için bahçeye çıkarılmış gereken her bir eğitimi yerine getirerek günlük rutinlerimizi yerine getirmiştik. "

 

Yavaşça başını kaldırarak gökyüzüne kısa bir an baktı. "Kahvaltıdan sonra ranzamda uzanırken fotoğrafın elimdeydi." diyerek diğer elini cebine attı. Çıkardığı cüzdandan bir fotoğraf çekip çıkardı. "Bu fotığrafı o kadar çok çoğaltırdım ki, o gün elimdeki bu fotoğraf benim tek ilacımdı. Yorgun argın bedenim gözlerim gözlerindeyken şarj oluyordu. Bir tek geceleri senin şu küçücük fotoğraftaki gözlerine bakarak uyuyabiliyordum. "

 

Ahu yavaşça adamı elindeki kendisinin olduğu fotoğrafı avuçlarından çekip alarak baktı. Küçücük olan o fotoğraf karesinden kendini izledi."Beraber gitmiştik." dedi Ahu. "Nikah fotoğraflarını aradan çıkarmak için... "

 

"Bu fotoğrafa dalıp gitmiştim yine. " dedi Kaya. "Öyle ki uyudu uyuyacaktım. Bir anda acil durum alarmı çaldı. Bütün askerler yemekhaneye toplanmıştık. Önemli bir konuşma yapılacağı belliydi çünkü bütün üstlerimizin morelleri yoktu. "

 

"O gün, büyük bir patlama olduğunu öğrendik. Diyarbakır'da, bir AVM'de patlama olmuştu. Şehrin en büyük ve en kalabalık yeriydi orası. O kadar çok kayıp vardı ki Ahu, tahmin dahi edemezsin." Başını hafif hafif iki yana sallayarak o günü anımsadı. Ahu yavaşça sırtını adamın göğsünde ayırarak doğruldu. Gözlerindeki hüzünle baktı.

 

Onu ne gibi bir geçmiş bekliyordu?

 

Sevdiği adamın gözlerindeki o kayıp ölüm hissiyatı da neyin nesiydi?

 

"Gönüllü gelebilecek askerler lazım, dediler. Acil bir operasyon düzenlenecek fakat Ankara'ya Cumhurbaşkanı bir konferans için gittiğinde dolayı askerlerin ve polislerin çoğu oraya gönderilmişti. Ülkenin dört bir yanı oraya seferber olmuştu. " Koyu gözleri kadının yaşarmış gözlerini buldu. "O kadar insanın kanı yerde kalmamalıydı. " dedi. İçi yana yana dile getirdi. "Kabul ettim. Hepsinin bedelini ödemesini istedim. Ancak unuttuğum bir şey vardı, ben daha çaylaktım." Son sözleriyle dudaklarına hüzünlü bir tebessüm yayıldı.

 

Kadının gözlerine daha fazla bakamadı. "Sana haber veremedim, çünkü o kadar acil bir şekilde gelişmişti ki herşey sadece ne var ne yok kuşanıp çıkmıştık. " O yıllarda Kaya aslında askerliğini Diyarbakır'da yapıyordu. Daha sonra Tim'i ile Mardin'in sınırlarına verilmişti.

 

Ahu yüzüne düşen hüzünün gölgeleriyle bakışlarını yere indirdi. Sanırım anlayabiliyordu. Kendini onun yerine koyarak düşünüyordu ve bu... Yine de çok acıydı. Yardım etmek istemişti.

 

"Gittiğim operasyonda asla tahmin edemeyeceğim şeyler oldu. " dedi Kaya anlatmaya devam ederek.

 

... 

 

GEÇMİŞ VE ŞİMDİKİ ZAMAN...

 

Etrafı sarılmış olan avm ile bütün askerler etten bir duvar örmüş ve kimin sağ kimin ölü olduğuna bakınmak için sağlık görevlileri içeri alınmıştı. Etraf kan gölünü andırırken her bir yerde uzuv veya insana ait herhangi parçalar vardı.

 

Kaya göğüsüne yaslamış olduğu silahı ile kaşlarını hüzünle çatmıştı. Maske ve kask yüzünü gizlerken gözleri herşeyi açıklar konumdaydı. Koyu gözleri dolmuştu. O kadar çok üst üste ölen insan vardı ki bastığı her bir yerde cansız bir insan veya onlardan geriye kalan parçalara denk geliyordu.

 

Adım atamadı. Olduğu yerde kalakaldı...

 

Her attığı adımda yerdeki kan lekelerine bile basamadı. İstemeden de olsa bir kan lekesine bile basamadı. Çünkü o kan lekeleri yüzlerce masum insana aitti. Ve o, onlardan geriye kalan tek bir kan damlasına bile basamazdı. Bunu yapamazdı.

 

Göğüsüne oturan acıyla baktı etrafına. Elinde, göğüsüne yaslamış olan silahı göğüsüne daha da basarak gözlerini derince yumdu.

 

Tehlike henüz geçmiş geğildi. Her an bir patlama daha gerçekleşebilirdi. Tabi bu düşük bir olasılıktı fakat yinede hiçbir işi şansa bırakılmadığı için etraf iyice sarılmıştı. Çünkü heryer az çok sağ kalan insanlarla ve sağlık personelleri ile doluydu.

 

Gözleri tekrar aralandığında sol gözünde akıp giden yaşa engel olamadı. O yaş yanağından akarak yeşil maskesini ıslattı. Bez boyunluk yaşı içine çekerek emdi. Acıları kendine sakladı.

 

O kadar kötüydü ki, içi kıyım kıyım kıyıldı.

 

... 

 

"Onca insanın bedenini yerde gördüm. Kanlar içinde." dedi Kaya anlatmaya devam ederek. "O kadar zordu ki... Bir bedene ait, geride kalmış o parçaları toplamak istedim. " Başını kaldırarak ölen insanlar için ağlayan sevdiğine baktı. O kadar güzel bir kalbi vardı ki, anında kendi acısını unutmuş başkalarının dökülen kanı için ağlamaya başlamıştı.

 

"Bir damla kan lekesi. " dedi Kaya. "Bir damla da olsa yerdeki o kan lekelerine basamadım. Masumlardan akmış o kan lekelerini izledim, tıpkı ölmüş hareketsiz toz toprak olmuş bedenlere baktığım gibi."

 

Kaşları çatılırken gözleri yere odaklandı. "Sonra bir kadın gördüm. " dedi. Gözleri yavaşça sise bulandı. "Yerde adeta acıdan sesini çıkaramadan kıvranıyordu. "

 

... 

 

Kaya etrafına bakınmaya devam ederken daha fazla yerdeki uzuvlara bakamamıştı. Yüreğine saplanan bıçaklarla derin bir nefes almak istedi. Fakat etrafı saran barut, toz, toprak ve kan kokusundan nefes olduğu gibi boğazında kaldı. Yüzündeki maske tüm bu kokuları engelleyemiyor olduğu gibi geçirerek solumuna gönderiyordu. Biliyordu ki çıkardığında daha kötü kokacaktı çünkü en azından maske biraz, çok az da olsa önlüyor ve onuda kendine çekerek içine hapis ediyordu.

 

Bir kaç öksürükle geriye doğru adımlacağı esnada gözüne kıbırdanan bir kadın ilişti. Sırtı ona dönüktü. Ve yavaşça ayaklarını oynatarak kolunu kaldırmaya çalışıyordu. Bir ayakkabısı ayağında değildi. Diğer ayağında düz siyah babet ayakkabı vardı. Üzerinde küçük işlemeli çiçekli siyah beyaz bir elbise vardı. Hemen onun üzerinde ise siyah uzun kollu bir hırka.

 

Kaya gördüğü görüntülerle etrafına bakındı. Ona yakın bir sağlık personeli aradı ama hepsi olabildiğince uzaktı. Ambulans ve polis siren sesleri yüzünden sesini de duyuramazdı.

 

Hızlı ama bir o kadar dikkatli adımlarla kadına ulaşmaya çalıştı. Sırtı dönük acıyla kıbıldamaya çalışan kadından gözlerini asla ayırmadan ilerlemeye devam etti. Yerdeki hareketsiz bedenlere ve onlardan gerine kalmış uzuvlara basmamaya dikkat ederek adımlamaya devam etti. İlerlediği yolda bir kan birikintisi ile karşılaşmasıyla yanından geçerek sonunda kadına varmış göğüsündeki silahı çıkararak anında yere çömelmişti.

 

Hemen yanına bıraktığı silahı ile elini kadının nabzına attı.

 

... 

 

"Yaşıyordu. Zaten hareket ettiğini görmemle yanına gittim. Çok ses vardı. Sağlık personelleri de uzağımda kalıyordu. Bu yüzden anında yanına giderek nabzını kontrol ettim. "

 

Bakışları denizi esir aldı. "Yaşıyordu ama nabzı çok yavaştı. Öyle ki aralara giren saniyeler beni çok korkutmuştu. En azından bir masum yaşayabilirdi. " Derin bir nefes aldı. "Yardım istemek için tam ayaklanacaktım ki bileğimi tuttu. " dedi.

 

Ahu sakince adamı izlemeye devam etti. "Bana, gitme lütfen, dedi. Korkuyorum, diyerek gözlerini aramaya çalıştı. O kadar yavaş ve acılar içinde konuştu ki hemen olduğum yere tekrar çömelmiştim. Ona gitmeyeceğimi sadece yardım çağıracağımı daha söyleyemeden kadın üzerindeki oynatmaya çalıştığı koluyla ceketini üzerinden yana doğru sıyırdı. Ve o an anladım ki korktuğu şey kendisi için değildi. " Sevdiği kadına baktı.

 

"Hamileydi." İkiside aynı anda mırıldanmıştı. Ahu ellerini yüzüne basarak sertçe ovaladı.

 

Kaya ise derin bir nefes verdi. "Ona yardım çağıracağımı söyledim. Fakat o konuşmak için kendini her zorladığında dudakalrının arasından kanlar gelmeye başladı. " Ahu anında ellerini yüzünden çekerek dudakları aralık bir şekilde sevdiği adama baktı.

 

"Risk büyüktü. " dedi Kaya içindeki hüzünle.

 

... 

 

"Hanımefendi." dedi Kaya bir kaç hafif tokat atarak. Yanaklarındaki elleriyle bir kaç darbe daha geçirerek nabzını yokladı. "Bende kalın. Açın gözlerinizi. "

 

Yerde yatan kadın gözlerini çok hafif açarak ağrıyan kolu ile elini zar zor şişkin karnına sardı. "Yaşasın... " diye fısıldadı. "Bari o yaşasın... "

 

Kaya hafif eğilerek kadını dinlemeye çalıştı. "Ne dediğini duyamıyorum, " dedi. "Lütfen kendinizi yormayın. Hemen birilerini çapıracağım. "

 

"Benim yüzümden... " dedi kadın. Kaya bunu duymuştu. Duymuş ve anlayamamıştı.

 

"Ne? " diye fısıldadı çatık kaşlarıyla.

 

"Beni öldürmek istedi... " diyerek nefesini verdi. "Beni öldürmek... Beni... Ve... Bebek... "

 

Kadın nefeslerini zor alırken Kaya kadını yavaşça sırt üstü döndürdü. "Lütfen açık tutun gözlerinizi. " Gözleri tam karşısından ona doğru gelen Mahir'i bulmasıyla bağırdı. O da eğitiminden çıkıp gönüllü gelmişti. Yeni tanışmışlardı. "Çabuk birilerini çağır! " diye bağırdı. Seslerden dolayı Mahir onu duymamış ve hemen önündeki adamın nabzını kontrol etmişti.

 

İçinden bu böyle olmayacak diyerek hemen telsizini çıkarıp etkinleştirdi. "Karahanlı 1,"

 

"Evet Karahanlı?"

 

"Komutanım olduğum konumda hala hayatta ve hamile bir kadın var. " diyerek kadının etekli elbisesinin yakasındaki iki düğmeyi nefes alabilmesi için tek eliyle açtı. Zaten çıt çıtlı olan düğmeleri açtığı gibi tekrar nabzını kontrol etti.

 

"Dışarı? "

 

"Dışarı." Etrafına bakındı. "Su fıskiyesinin çaprazındayız. "

 

"Anlaşıldı. Hemen bir görevli yönlendiriyorum. "

 

Kaya telsizi yeleğinin sol cebine geçirerek tekrar kadına bakındı ancak kadın nefes almak için başını bir sağa bir sola oynatarak mırıldanıyordu. "Benim... Yüzünden.... Bunca insan... " diyordu. Bu sözleri bir kaç kez daha tekrarladı fakat devamı asla gelmedi.

 

Bir kaç sağlık personelin ona doğru bir sedyeyi sürüyerek geldiğini görmesiyle içinde biriktirdiği sıkıntılı nefesini sonunda verebilmişti. Ancak uzaktan duyulan bir ses ile herkesin kaşları çatıldı. Askerler, Kaya da olmak üzere bu sesin ne olduğunu anlamış fakat sağlık personelleri hala etrafta dolanıyorken ona doğru gelen bir ekip vardı.

 

Kaya indirdiği maskesiyle "YERE YATINN!" diye personellere bağırmasıyla hızla kadının üzerine kendini kalkan yaptı.

 

Hiçbir sağlıkçı onu duymamış ve onlara doğru koşmaya devam etmişlerdi. Tam su fıskiyesinin yanından geçtikleri sırada gelen bir füze fıskeyinin konumuna düşerek etraftaki herkesi bir kez daha savurmuştu. Dışarıda duyulan silah sesleri etrafı sararken Kaya kadının üzerinden yanına doğru savrularak bir kaç tur dönerek savruldu.

 

... 

 

"Yardım edecektim. " dedi Kaya tekrar nefesini vererek. "Edemedim. "

 

... 

 

Acıyla olduğu yerde sürünürcesine yüz üstü döndü. Hemen önünde bir iki adım sonrası Mahir vardı. O da aynı şekilde bir adamın üstüne kalkan olmuştu. Fakat o adamı sıkı sıkıya tuttuğu için ikisi beraber bir kaç tur dönmüş ve üzerinde kalkan olamaya devam etmişti. Mahir başını kaldırarak başı kanayarak kaskı kaymış arkadaşına, Kaya'ya baktı. Öyle bir bağırdı ki ona bişey olacak korkusuyla kalkmak istedi. Fakat yanındaki adamı da bırakamadan silahını yan cebinden çıkararak etrafına bakındı. Olur da ters bir durum olursa kendinden önce adamı ve silah arkadaşını korumak içindi.

 

Uzun namlulu silahı önceki olduğu konumda kaldığı için kendini ve yanındaki admı korumak için tabancasına davranmıştı.

 

Kaya başındaki yarayla kayan kaskını düzeltmek istedi. Ancak anın darbesiyle kask zaten sökülmüş şekilde yere düşmüştü. Bir kaç adım uzağındaki kadına emekleyerek ilerlemeye çalıştı. Kulaklarındaki uğultu başını ağrıtıcak derecede yükselmesiyle derin bir nefes vermeye çalıştı.

 

Beyni sanki defalarca füze yemişçesine dalgalanırken kulaklarındaki uğultu geçmedi. Başını çevirerek fıskiyenin olduğu yere baktı.

 

Eser kalmamıştı.

 

Artık su yerine kan fışkırıyordu yerden.

 

Bu durum dudaklarından acı bir nefes verditti. İlk defa böyle bir durumla kaşılaştığı için bütün duygularının kırıldığını hissetti.

 

Fıskiyeden gökyüzüne fışkıran kanlı suya ve etrafındaki sağlık personellerin parçalanmış uzuvlarına baktı. İçinden öyle bir haykırış koptu ki dışarı aktaramadı bile.

 

... 

 

"Kurtarırım sanmıştım... " Yüzü acıyla dolmuştu. Yüzü acının ve kaybetmişliğin hüznüyle gölgelendi. Gözleri doldu.

 

"Kurtaramadım."

 

... 

 

Acıyla dolu gözleri ve tostoprak sıyrıklarla dolu yüzü tekrar yerdeki hamile kadını buldu. Kendince hızlı olabildiğince kadının yanına vardı. Ancak artık yüzü bembeyaz ve gri toprak olmuş yüzüne baktı. Yere oturur çekilde doğrularak elini titrete titrete nabzına bastı.

 

Alamadığı nabızla hemen diğer elini kadını karnına koydu. Annenin nabzı yoktu. Peki çocuk? Beyni çalışma işlevini yitirmiş gibiydi. Kadınındaki elini bir kaç darbeyi almak istercesine bastırdı. Lakin hiçbir yaşam belirtisi alamadı.

 

Kurtaramamıştı.

 

İçinde kopan haykırış dışarı fırladı. Ve o an bir kaç adımlık uzağında yere fırlamış telsizden Karahanlı, diye bağıran ve ses almaya çalışan komutanını duymadan içindeki tüm acıyı bastırmadan iki dudağının arasından koca bir haykırış koptu.

 

Öyleki önündeki kadına ve ölmüş insanlara acıylabaktı. Kıyamet, dedi içinden. Kıyamet kopmuş gibi...

 

... 

 

"Bağırdığımı hatırlıyorum. Kurtaramadım ve üstüne daha da kayıp verdim. Bunun acısı sanki içimde dolup taşmıştı. " yanındaki kadına baktı. "Çok kötü hissettim Ahu. İçim acıdı. Nasıl anlatılır bilmiyorum ama sanki bende ölmüştüm," tekrar başını eğerek geminin zeminini izledi. "Kıyamet gibiydi. Kıyamet kopmuş gibi... "

 

Ahu derin bir nefes alarak gökyüzüne baktı. Daha sonra ise burnunu çekerek sevdiği adama döndü. "Sonra ne oldu? " diye sordu devam etmesini istercesine.

 

Yanındaki adamın acılarıyla acıdı.

 

Daha neler duyacağını merak etti.

 

Hep merak etmişti nasıl kaçırıldığını. Hep merak etmişti neler yaşadığını. En önemlisi de hep merak etmişti bu altı yılda, neler yaşayıp da öldüğünü.

 

Onu hep anlamak istemişti.

 

Ne kadar Kaya, Ahu'nun onu anlamasını istemediğini söylesede Ahu hep bu anı beklemişti. Hayal edip düşünmüştü.

 

Onu hep anlamak istemişti.

 

Onu hep dinlemek istemişti.

 

Onu affetmek istemişti, bunun içinde bir neden...

 

Onu neden bıraktığını, ya da neden bırakmak zorunda kaldığını bilmek istemişti.

 

Kaya'nın vatanına düşkün bir insan olduğunu biliyordu. Şuan aileden gelen o mimar işlerini yapmasaydı eğer bir asker olmak istediğini de biliyordu.

 

Kısmette varmış demek, dedi kendi kendine. Yıllardır istemişti. Fakat aile işini devam ettireceğine söz vermişti. Gel gör ki hayat ona acımasız bir oyun oynamış ve ona bir karar sunmuştu.

 

Ya Ahu'yu bulacaktı ya da hayatını...

 

Kaya çevresine inanmış ve hayatını seçmişti.

 

"Lütfen devam et. " dedi Ahu düşüncelerini bir kenara bırakrak.

 

Kaya başını kaldırarak korku dolu gözlerle baktı. "Buraları anlatmamalıyım. "

 

"Nereleri? " dedi Ahu. Kaşları hafif çatılmış mavi gözlerinin etrafı kan toplamıştı. "Neden? "

 

"Acı çekeceksin. " dedi Kaya. "Ve ben senin acı çekmeni istemiyorum. " öyle bir hisle söyledi ki kadının kalbine dokunmuştu.

 

"Anlat." dedi kadın. "Bugün son kez konuşacağız dedik ve ben çok merak ediyorum. Sorularımın cevaplarını bulmam için bana herşeyi eksiksiz anlatmak gerek. " Elleri adamın ellerini buldu. Kaya anında kadının ellerini avuçlarına aldı. Sıkı sıkı tuttu. Kaybetmekten korkarcasına sanki bir can simidiymiş gibi yapıştı. "Anlat lütfen. "

 

"Bayılmışım." dedi Kaya. Ne kadar anlatmak istemese de üstün körü anlatacaktı. Daha fazla detaya giremezdi. Çünkü eğer bu kadının canı yanarsa kendisininkide yanardı. Yanmasındı. Kendi neysede bu kadının canı yanmasındı. Hiç yanmasındı.

 

"Uyandığımda mağara tarzı bir yerdeydim. Mahir'e sorduğumda adamı kucaklayıp ambulansa götürdüm, geri döndüğümde ne yanındaki kadın ne de sen vardın demişti. "

 

Ahu aldığı derin acılı nefeslerle göğüsü kalkıp inerken gözlerini sıkıca yummuştu.

 

... 

 

Bölüm : 05.10.2025 21:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...