22. Bölüm

19) - ༻MUTLU VE ARTIK UMUTLU...༺

Grim_gece
dilekkoc6789

Part 1

 

 

"İnsan saramadığı yarayı saklarmış;

bazen bir gülüşün içine,

bazen derin bir sessizliğe... "

 

 

 

🥀

 

 

 

KARADENİZ

RİZE

 

 

MİRA AHU ALKIM...

 

 

 

Hayatta garip bulduğum bir diğer kavram ise yalnızlıktı. Bazı insanlar yalnız yaşamaktan da ölmekten de ölesiye korkarlardı oysa ben yalnız yaşamayı, yalnız bir yerlere gitmeyi ve yalnız hareket edip düşünmeyi çok severdim.

 

Anlamıyorum, var mıydı acaba benim gibi düşüneni?

 

Yalnızlığı seven ve onu benimseyen birileri?

 

Öncesini bilmezdim -ki o aralarda kendi aklımda bile hep yalnızdım; çünkü deli diye anılmak ile meşhurdum. Oysa ben hep bilirdim. Deli değildim.

 

Şu altı yılda yalnızlığı biraz daha sevmiş ve kendi içimde onu benimsemiştim. Hayır mecburiyet değildi. Benim düşüncem hep farklıydı.

 

Etrafımda o kadar boş insanlar ile dolup taşacağına ben o kadar boş insanın içinde yalnız kalmaya bile razıydım. Yeter ki bana karışmasınlardı. O kadar insan bir araya gelip başımı ağrıtacağına benden uzak kalmaları hatta bana selam vermemeli en büyük isteğimdi.

 

Uzun lafın kısası, şu altı yılda hep yalnızdım. Ondan öncesinde kendi kafamda da hep yalnız olsam da yanımda Kaya ve Murat vardı ancak o altı yılda ikisinin de adından başka bir şeyi yoktu.

 

Şimdi ise yine Kaya vardı. Güzel bir kızım vardı. Kardeşim geri dönmüştü. Altı yıl içinde de bahsettiğim o kızım yok muydu? Hayır, vardı ancak onu o kadar herşeyden soyutlamış ve koruma içgüdüsüyle uzaklaştırmıştım ki benden ayrıydı.

 

Şuan babasıyla birlikte asıl yalnızlığıma sızmışlardı. Bu yüzden şuan kendime yalnız demek pek doğru olmazdı. Boyundan yetişkin bir kızım ve her ne kadar hala onu affetmemiş ve kırgın da olam beni artık bırakmaya niyeti olmayan bir adam vardı.

 

Yerimde belki başkası olsa onunla asla tekrar olmazdı ancak ben bendim. Ondan bir kzıım varken olanlardan kaçmak çok zordu. Ülkede henüz daha beterini yaşayıp da evladı için aynı evi paylaşan yüzlerce belkide binlerde, milyonlarca insanlar vardı.

 

Buna rağmen ben ve o, birbirimizi severek devam etmek istiyorduk. Altı yılda bitmeden bu sevdayı devam etirmek ve kızımıza iyi bir ebeveyn olmak istiyorduk.

 

Çok mu şey istiyorduk?

 

Dudaklarımın arasından kaçan nefeslerimle kısılmış gözlerimi yeni yeni doğan güne çevirdim. Güneş en güzel haliyle doğmaya başlamıştı.

 

Akşam Kaya eve dönmemizi söylediğinde kabul etmemiş ve burada kalmak istediğimi söylemiştim. Bu gemiyide sahibi gibi özlemiştim. Sözleriyle diretsede kabul etmemiştim. Zaten havalar ısınmıştı artık. İlkbaharın sonlarındaydık.

 

Ellerimi arkamda destek amaçlı güverteye dayamamla başımı sol omzumdan aşağı çevirdim. Derin bir nefes alarak yanımda uyuyan adamı izledim. Dün gece gitmeyi kabul etmediğim için içeriden hazır bir şekilde bıraktıkları, ne olur ne olmaz eğer fırtına çıkarsa ve onlar denizin ortasında kalaklırlarsa diye hazırda bıraktıkları temiz bir yorganı ve bir tane yastığı buraya getirmişti.

 

Sırtımızı güvertedeki üçgen çapraz bir şekilde duran yelkenler için uzanan direklere dayamıştık. Ortasını başka bir demir parça ile kapattılarından dolayı hem yastık aradan kaçmıyordu hem de rahatsız edici değildi. Kaya yastığı oraya dayamıştı ve önce kendi uzanarak ardından beni göğüsüne çekmişti. Kendi üstünden çok hafif yaz esintisinden hastalanmayayım diye beni yorganla adeta mumlayamıştı.

 

Kendi ise sadece yorganın ucunu ben söylenmeyeyim diye bel tarafına atıp ayaklarını çaprazlama üst üste atarak bir kolunu başının altından ensesine yaslamıştı. Diğer kolu göğüsüne yaslı olan benim belimdeyken hafif hafif dokunuşlarla sırtımı okşayarak saçlarımı da ardı ardına öperek uyutmuştu.

 

Güvertenin sert zeminine rağmen hayatımın en rahat uykusuydu. Uykuya öyle çok doymuştum ki ondan önce uyanmış ve güneşin doğuşunu izlemiştim. İçim huzurla dolmuştu.

 

Gözlerimi yumarak tekrar başımı gökyüzüne doğru kaldırdım. İlk defa mutluydum.

 

Altı yılın ardından onca eziyete ve zulme rağmen mutluydum. Gerçekten mutluydum. Şaşırsamda şuanki durum buydu.

 

Mutlu ve artık umutlu...

 

Ellerimi önüme alarak yorganı iteledim. Ayaklarımda hala dün giydiğim siyah bilekte biten topuklu botum vardı. Ucu sivri botumla yorganı biraz daha iterek yanımdaki adama döndüm.

 

Yüzüme düşen bir kaç saç tutamını tekrar kulağımın arkasına iterken kararsızca alt dudağımı dişledim. O kadar güzel uyuyordu ki uyandırmaya kıyamadım. Gece eğer sabah ilk ben kalkarsam hemen onu kaldırmamı istemişti ama ben kıyamadım. Bu yüzden hiç karışmadan yavaşça ayaklanarak üzerimdeki siyah elbisenin eteklerini yavaştan çırptım.

 

Önü kare yaka uzun kollu ve belden bollaşan diz altıma kadar uzayan bir elbise vardı. Dün o kadar çok ağlamıştım ki gözlerim hala daha yanmaya devam ediyordu. Gözlerimi ellerimle ovuştura ovuştura sessiz olmaya gayret ederek geminin zeminin de ilerlemeye koyuldum. Botlarımın topukları tok ses çıkarmasıyla alt dudağımı tekrar dişleyip Kaya'ya döndüm yavaşça. Uyanmasındı. Gece zaten geç yatmıştık bari şimdi konakta değilken doya doya yatsındı.

 

Adamda tık yokken tekrar yoluma devam ettim. Salına salına kaptan köşkünün merdivenlerine doğru adımladım. Yanına gelmemle başımı kaldırdım. Kaptan da uyuyor olmalıydı ki henüz ses seda yoktu. Zaten saat çok erken suları olduğu için şuan herkes uyuyordur.

 

İçimden ayıptır, diyerek köşke çıkmadan yoluma devam ettim. Bu gemide çok fazla anılarımız vardı. Birden fazla. Hepsi de her hatırladığımda güldüğüm ve ağladığım anılardı. Gülerdim çünkü bana göre komikti. Ağlardım çünkü eskide kalmıştı.

 

O zamanlar, yalnızken öyle düşünürdüm.

 

Mesela onun yanında olduğum yıllarda hatırladığım bu anılarla güldüğüm kadar da ağlardım. Göz yaşladıma asla engel olamazdım. Çünkü biliyordum ki o bir daha geri gelmeyecekti. Mucize diye bir kavram yoktu ve ben, içinde bulunduğum hayatı kendimce kabullenmek zorundaydım.

 

Eğer bir çocuğum olmasaydı yolum zaten belliydi. Çünkü en başından beri birbirimize karşı verdiğimiz bir söz vardı; Ölürsen ölürüm, diye.

 

"Ölürsen ölürüm, Ahu... "

 

"Ölürsen ölürüm, Kaya... "

 

Geminin burun kısmından ayaklanmış öylece arka tarafına adımlarken ellerimi arkamda birleştirdim. Yüzümde buruk bir gülümseme mevcutken sabah rüzgarının uzun saçlarımı geriye doğru savurmasına izin verdim.

 

Ben buydum aslında. Çoğu kişinin sevmediği hatta belki görmezden geldiği fakat benim için kendi halinde bile minicik bir rüzgara bile sevinmemdi, ben olan.

 

Geminin diğer ucuna varmamla arka kısmındaki korkuluklara varmam için önüme çıkan üç basamağı tırmandım. Bir kaç adımdan sonra sonunda korkuluklara varmış ve ellerimi yaslayarak derin bir iç çekmiştim.

 

En çok da denizimi özlemiştim. İstanbul'da da evin yanında deniz vardı ancak benim için hiçbiri Karadeniz'imin denizi etmezdi. Şuanki izlediğim su bile öyle hırçındı ki. Belki gemiyi hafif sarsıyordu ancak o hafif dalgaların altında nasıl bir akıntı vardı ben bilirdim.

 

Biraz eğilerek denizin içine daha dikkatli bakındım. Bir kaç balık gün yüzüne çıkarak takla atmış ve geri girmişlerdi. Yüzümdeki tebessüm biraz daha genişlerken izlemeye devam ettim.

 

Denizin içini görmek istercesine biraz daha eğildim. Gözlerimi kısmış bir şekilde o kadar odaklanmıştım ki arkamdan, "Mavi renkten fazlası dimi, sonu olmayan bir gökyüzü. Umut dolu. Ucu bucağı yok. " diyen sesle öyle bir irkildim ki az daha düşüyordum. Allah'tan sol ayağımın ucunu geminin çıkıntısına geçirmiştim de dengemi sağlamama yardımcı olmuştu. Ayakkabımın ucu sivri olduğu için de ayrı bir yardımı olmuştu.

 

Belime sarılan ellerle hafiften geri çıkmış ancak ellerimi korkuluklardan çekmemiştim. Başımı kaldırarak sol tarafımda duran adamın yüzüne baktım. Gözleri hafif kızarmış ve uykudan yeni kalktığını adeta haykırıyordu. Saçları birbirine girmişti, alnına bir kaç teli bağımsızlığını ilân edercesine dökülmüştü. Üzerindeki gömlek kırışmış olmasına rağmen halla çok iyi duruyordu.

 

Dün benim ağlamama dayanamamış kendisi de benimle ağlamıştı. Benimle ağlamış ve yaşadıklarına karşı sanki içten içe ağıtlar yakmıştı. Tüm o yaşadıkları içinde bir yaraydı. Tıpkı benimde onun kalbinde yara oluşum gibi.

 

Belki ben iyileşirdim orada, ama o hamile kadın ve Ferman denen adam nasıl iyileşirdi işte orası kafamdaki en büyük soruydu. İyileşir miydi bilmiyordum. Yıllardır iyileşmemiş olan o yara kabuk bağlar mıydı zamanla?

 

Bu yüzden boğulurcasına bir kaç düğmesini açarak kendine izin vermişti. Şimdi de kapatmadığını ve sert göğüsünün çok hafif ortada oluduğunu görmemle yavaşça yutkundum. Boynundaki zincirde asılı olan yüzüklerimizde gezindi gözlerim.

 

"Bu kadar incelemenin sonucunda eğer bana güzel iltifatlar yağacaksa bütün gün hatta bütün yıl böyle karşında durabilirim. " Sözleriyle başımı hafif iki yana sallayarak kendime gelmeyi amaçladım.

 

Bir an da sersemlemiştim. "Ne? " Şaşkınca dile getirdiklerime karşı hafiften gülerek rüzgardan dolayı yüzüme savrulan bir kaç saç telimi kulağımın arkasına itti. Jeton yeni düşerken yanaklarımın kızardığını hissettim. Sesimi çıkaramadım, hem ne diyecektim ki?

 

"Neden uyandırmadın beni?" Sorusuyla saçımdaki eli yanağıma kaydı. Minik minik okşayarak gözlerime bakmaya devam etti.

 

"Geç uyuduk, uyu istedim. " Sözlerimle yanağıma, daha doğrusu baş parmağıyla okşadığı sol yanağımdaki yarama kaydı gözleri.

 

"Keşke uyandırsaydın. " Gözleri tekrar gözlerimi esir alırken yavaşça yaklaşıp dudaklarını yanağımdaki yara izine bastırdı. Dudaklarının ağırlığıyla gözlerimi yavaşça yumarken derin bir nefes çekip beni boğmamak için hemen gerilemişti.

 

Onunla eş değer zamanda gözlerimi aralayarak yüzünü inceledim. Dudaklarını ayırdığı yer rüzgarla üşümeye başlamıştı sanki, öyle ki vücudum kısa bir an ürpermişti.

 

"Uyandırmayı düşündüm. " diyerek gözlerimi kaçırdım ondan. "Sadece kıyamadım. " dedim sesim iyice içime kaçarken.

 

Gözlerim hala ondan başka her yere giderken kaptan köşkündeki o hareketliliği gördüm. Sanırım Kaptan da uyanmıştı.

 

Çenemde hissettiğim dokunuşla yüzümü tekrar kendi yüzüyle eşitledi. Yüzünde çok güzel bir aydınlanma vardı. Gözleri parlıyor dudaklarında ise bağış ettiği geniş bir gülümsemesi vardı.

 

Mutlu olmuştu.

 

Sözlerim onu mutlu etmişti.

 

"Hadi gel, " dedi çenemde ki eli düşüp korkuluktaki elimi kavrarken. Bir ellerimize bir ona bakarak peşine düştüm. Önde giderken onu arkadan yavaş adımlarla takip ediyordum.

 

Kaptan köşkünün yanında durmamızla Kaya merdivenleri tırmanıp içeri kısa bir göz attı. "Ramiz dayı, yanındaki pikeyi varsene sana zahmet. "

 

Eline aldığı pikeyle sağol dedi ve ardından merdivenleri inmeden önce ekledi. "Gideceğimiz zaman sana işaret veririm dayı, tekrar sağol. " Merdivenleri bitirdikten sonra yanıma vardığı gibi ikiye katladığı pikeyi omızlarıma örttü.

 

Örttüğü şeyle üşüdüğümü yeni yeni fark etmiş ve iyice iki yandan çaprazlama göğsümde tutarak sarınmıştım. Yaz aylarına yeni yeni giriş yapsakta sabahları ve akşamları fazlasıyla serindi.

 

Başıyla güvertenin burnunu işaret etmesiyle yavaşça adımladım. Ben bu defa önde ilerlerken uyuduğumuz yere doğru ilerleyip durdum. Gözlerim doğan güneş ile hafiften kısıldı. Kollarımdaki pikeye iyice sarılarak sol elimle demir trabzanlara tekrar tutundum. Gemi öylece durduğumuz deniz açıklarında hafif hafif salınırken Kaya da ağır adımlarla yanıma gelerek bir elini cebine atmış diğerini korkuluklara yaslamıştı.

 

Bakışlarım yandan kısa bir an onu bulurken beni izleyen koyu hareleriyle karşı karşıya kaldım. Asla çekinmeden izlemeye devam etti. Dudakları hafif aralandı ancak ne diyecekse dememeye karar vermiş gibi tekrar kapanmıştı. Kararsız kalmış gibi bir ifadesi vardı.

 

"Ne soracaksan, sorabilirsin. " dedim sakin bir tonla. Denizi bulan gözleri tekrar benim açık maviliklerimle buluştu.

 

Bir süre gözlerimi izledi sadece. Birbirimize öylece bakmıştık. Ardından derin bir nefes koyuvererek ağızındaki baklayı salıverdi. "Pişman mısın? " sorduğu soruyla duruldum. Ne için pişman mıydım? Kaşlarım hafif çatılırken kısık gözlerimi ondan ayırmadım. O ise alacağı cevaptan korkarcasına ufuklara bakınmıştı. Kaçırmıştı benden bakışlarını. Bu hoşuna gitmemişti.

 

"Ne için? " diye sordum. "Ne konu da pişman mıyım ben... "

 

Sertçe yutkundu. Adem elması yavaşça inip kalktı. Ben bu adama bakmaya kıyamazken onun içini delip deşen şey neydi?

 

Gözleri tekrar çekinerek gözlerimi buldu. "Dün... " diyerek tekrar yutkundu. "Seni öptüm. " demesiyle olağan bir şekilde başımı salladım.

 

"Evet, öptün, "

 

"Benimle evleneceğini söyledin, sen. "

 

"Evet." dedim yine rahat bir şekilde. "Söyledim, ben söyledim. Kabul ettim teklifini. "

 

Gözlerimi tekrar bakışlarına çevirmemle donmuş bir şekilde yüzüme bakmayı sürdürdü. Kabullenemiyor muydu? İmkansız mıydım ben bu kadar onun için? Ondan bir kızım vardı dahası kalbimi çalan ve kendi avuçlarına alarak saran ilk ve tek adamdı. Bu kadar imkansız olmak niyeydi?

 

"Değilsin? " diye fısıldadı.

 

Başımı iki yana salladım. "Kabul ettim, çünkü istedim. " Bedenimi ona doğru çevirdim. Bir elim hala göğüslerimin üzerinde omzularımdaki pikeyi tutarken devam ettim. "Bak Kaya, seninle açık konuşacağım. " diyerek kalçamı çok hafif trabzanlara dayadım. "Sen de çok iyi biliyorsun ki biz evlendiğimizde daha zor anlar yaşayacağız. " Sözlerimle kaşları çatıldı.

 

"Neden? " diye sordu. "Biz evlenince neden zor anlar yaşayalım ki? " Üzerime doğru bir adım daha atarak tam karşımda durdu. Cebindeki elini de çıkararak yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Ahu ben zaten seninle ve kızımla mutlu olmak için evleniyorum. Yıllardır bunu istiyorduk ikimiz. İstemiyor muyduk? " Teyit ettirmek istercesine sorduğu soruya karşı gözleirmi kısa bir an yumup açtım. Başımı aşağı yukarı sallayak onu iki kez onayladım.

 

"İstiyorduk, " dedim. "Ama sende biliyorsun ki altı yıl önceki zamanla bu zaman bir değil. " Başımı iki yana salladım. "Bize karışacak insanlar yoktu. En azından evliliğimize karışacak insanlar yoktu. Beni öldürmek için an kollayan kimse yoktu. Derdi olan her kimse seninle veya babanla ilgilenirdi." Çolak'ın amcasından hala ses yoktu. Kaya henüz bana bu konuda hiçbir şey söylememişti. Ancak benim kulağımada gelen bir şey yoktu. Tek bildiğim o yaşlı adamın beni öldürmek istemesiydi.

 

Oysa yıllardır dibindeydim, neden o zamanlar değil de şimdi?

 

Kaya derin ama bir o kadarda sıkıntılı bir nefes vererek gözlerini yumdu ve alnını alnıma dayadı. "Açık konuş yavrum." kısık sözleriyle içim gitti. Bende sıkıntıyla dolan içimle derin bir nefes verdim. Kısa bir an kapanan gözlerimi açarak hemen dibimdeki gözleri izledim.

 

"Cemil denen adam nerde Kaya? "

 

Sorumla duruldu. "Neden merak ediyorsun? "

 

Yüzü yüzümden hafif gerilerken gözleri merak doluydu. "Ayşe ablam bana Cemşid denen adamı ve kardeşini öldürdüğünü söyledi. Kardeşini bilmem ama adamı neden öldürdüğünü biliyorum. "

 

Dayandığım yerden ayaklanarak iki elimi yüzümdeki ellerinin bileklerine doladım. İnce parmaklarıma kısa bir bakış atarak tekrar bana odaklandı. Omuzlarımdaki pike gevşedi. Rüzgarla uçucak gibi olmasıyla umursamadım. "Ben senin ilk cinayetini biliyorum Kaya. Nasıl kötü olduğunu biliyorum. " diyerek fısıldadım. "Amcan Selçuk için almıştın o canı. Onu korumak için. Yemin etmiştin onlar gibi olmayacğına. Ama sen ailenden birinin canı için bozmuştun o yemini. Daha on yedi yaşındaydın. " Gözlerini benden kaçırsada ben lafımı esirgemedim. "Şimdi ise can almak senin için bu kadar kolay mı? "

 

Bakışları gözlerimi bulurken nefes alamıyormuş gibi tekrar ferah nefesini yüzüme bıraktı. "Can almak sandığın gibi benim için asla kolay değil Ahu'm. " diyerek yanaklarımı sevdi. "Bu konu askerliğim için tartışmaya kapalı çünkü ben o ünüformayı giydiğimde aklımda kol gezen tek bir hedef var; Vatan uğruna önüne gelene acıma. "

 

Başımı iki yana salladım. "Asla." dedim. "Asla, öyle birşey düşünmüyorum. Ben şimdi için diyorum. Burası için, oturduğun o masa, girdiğin bu alem veya aralarında gezindiğin o adamlar için söylüyorum. "

 

"Yavrum, " dedi bastırarak, yanaklarımı hafif sarsarak gözlerime daha açık baktı. "İkisi aynı şey olmasa da hemen hemen aynılar. Nasıl ki ben vatanımı korumak için can almaktan çekinmiyorsam bu alemde de, oturduğum o masa da, aralarında gezdiğim o adamlar da sizi korumak için. " Başını iki yana salladı. "İlk canı amcam için aldım, doğru. Çünkü yine sizi düşündüm. Eğer ben o adamın canını almasaydım o benim amcamı öldürecek onu bizden koparacaktı. "

 

"Bir zamanlar o masaya oturmayacağıma dair ümitlerim vardı." dedi gözlerine hüzün çökerken. "Amcam Selçuk geçecekti başa. Dedem öldü ve o gitti. Babamdan bir sonraki varisin kendisi olduğunu anlamasıyla kaçtı. Kemal amcam desen, ailenin ve kardeşlerin arasında en delisi. Hepimiz biliriz ki tepesi attımı kan gölüne çevirirdi o masayı. Eli sürekli silahta olurdu. Babam bu yüzden ona da veremezdi ki amcam da zaten hiçbir zaman istemedi. Çünkü kendinin farkındaydı. "

 

"Fatih Amcam. " dedi bu defa gözlerine daha da hüzün çökerken. İkimizde ağırca yutkunduk. "O zaten tertemiz gitti." kendi söyledikleriyle yavaşça tebessüm etti. "Yoksa şimdiye Cemşid onu öldürmeden o koymuştu toprağın altına. Herşeye rağmen anlaşmanın bir yolunu aradı. "

 

Söylediği sözlerin acısı vardı. Ağırlığı vardı. Yaşanmışlıkları vardı. En acısı da, geride bıraktığı hamile bir karısı ve hergün babası için üzülüp fotoğraflarını öperek uyuyan bir oğlu vardı.

 

Sol gözümden bir damla yaş akmasıyla bir elimi bileğinden ayırarak silmek istedim. Benden önce davrandı. Baş parmağıyla ezerek sildi.

 

"Anlayacağın, kaderin her türlü bana biçtiği yol buydu. Diğer bir deyiş ile, mecburiyet. " Ardından gözlerinde öfke kırıntıları gün yüzüne çıktı. "Acımadım." dedi. "Allah var, o piçe acımadım. Amcamı öldüren o döl israfına acımadım! " öyle bir hiddetle tıslamıştı ki avuçlarının arasındaki yüzümle ben irkilmiştim. "Asla pişman değilim, emin ol bir daha olsa bir daha yapardım. "

 

Yutkundum. "Nedenini biliyorum. Bu konuda sana bişey diyemem ama, ya kardeşi? " diye sordum. "Ben seni tanırım Kaya, öyle boş yere can yakmak için kimseyi kimseden koparmazsın sen, peki onun altında yatan nedeni neydi? "

 

Merak ediyordum. O kadının naptığını, kim olduğunu, öldürmesi için onu nasıl kışkırttığını veya nelere neden olduğunu; sadece merak ediyordum.

 

Gözlerindeki öfke yavaşça silindi yerini sanki büyük bir pişmanlık ve hüzün oturmuştu. "Ben sana bir kere güvenmedim. " dedi. "Ama sen aldığım can da bile altında bir neden vardır diyorsun? Bana hala güveniyorsun. " Sanki üzerine bir ağırlık oturmuş gibi sarsılmıştı.

 

Oysa ben ona, yaşadığını öğrenmeden önce de sonra'da hep güvenmiştim. Uçurumdan düştüğüm gün geldi gözlerimin önüne. O gün atlamak için, yaşamıma bir son vermek için oradaydım. Yüzmeyi elbet bilirdim ama hedefim tamamen kendimi taşlara denk getirerek gün yüzüne çıkarmamaktı. Planlarım ters tepmiş ve ben atlayamadan düşmüştüm. Yinede sırtımın su ile düz darbesine karşı ve suya girer girmez başımı hafif çarpmamla baygınlık geçirsem de gözlerim kapanana kadar sadece benimle atlayan adamı düşünmüştüm.

 

Söz vermişti. Yemin edercesine atlarsan atlarım demiştim. Atlamamıştım belki ama o ben düşmeme rağmen peşimden gelmişti.

 

Keşke, dedim.

 

O uçurumdan benimle atlayacağına beni bulsaydı, beni o İstanbul'daki hapishaneden kurtarsaydı.

 

Uçurumun dibinde atlayarak ölümün kucağına düşerken peşimden geleceğine taa İstanbul'a peşimden gelseydi. Belki o zaman bu kadar zor olmazdı onu affetmek. Çünkü ona kırılacağım bir konu olmazdı ortada. Onu ölü bilmezdim.

 

Sesimi çıkarmadım. O da hafif sarsılmışlıkla ellerini yavaşça yanaklarımdan ayırdı. Ellerim bileklerinden düşerken omuzlarımdaki pikeye tutundum. Bir an elimi ayağımı nereye koyacağımı bilmemiştim. Dolan gözlerimi ondan ayırarak tekrar gökyüzüne kaçırdım.

 

"Afra Karataş. " dedi nefesini verirken. "Yurt dışında okumuş aynı zamanda iki ülkenin de yarı yarıya vatandaşıydı. Türkiye'yi sevmeyen bir kadındı. Yurt dışında en iyi okullarda okumuş ardından sahte kimliği ile birlik olduğu örgütlere ülkemizi ifşalamıştı."

 

Kaya'nın sözleriyle gözlerimi tekrar ona kaldırdım. Hala aynı şekilde bana bakıyordu. Gözlerini asla yüzümden çekmiyordu. Şaşkın bakışlarımı görmesiyle başını salladı. "Bir yıldır aranıyordu. " diyerek devam etti. "Başka bir isimle ortada gezdiği için gerçek kimliğini kimse bilmiyordu. Kimliğinin sahte olduğu ortaya çıkmasıyla gerçek adını da bir kaç operasyonlarla küçük küçük çözmüştük."

 

"Bir insan, neden ülkesinden nefret eder aklım almıyor... " diye fısıldadım. Sözlerimin sonu havada uçuşup kaybolurken nefsimi verdim. "Doğduğu bu topraklar ona ne yapmış olabilir. Bu insanlar ona ülkenin tamamından nefret edeceği kadar ne yaptı? "

 

Aklım almıyordu. Bazı insanlar ciddi ciddi nefret ediyordu bizden. Sadece insanlarımızdan da değil aynı zamanda ülkemizden ve bayrağımızdanda. Hep bir çekememezlik söz konusuydu. Hep bir aşağılama, karşılaştırmadan yanalardı. Neydi bu düşmanlık, neydi bu kinlik ve öfkelik?

 

Oysa birlik olsak yapamayacağımız, üstesinden gelemeyeceğimiz konu yoktu.

 

Kaya, tekrar önüme dönmemle yanıma doğru adımlayıp tam dibimde durdu. Gözleri hala yüzümü talan ediyordu, bunu hissedebiliyor ve göz ucuyla da olsa görebiliyordum. "Herkes biz değil, Ahu'm. " dedi sakince. Desibeli iyice alçalmıştı. O kadar sakindi ki sesi fazlasıyla rahatlatıcı gelmişti bir an. "Şu bir kaç yılda aslında neyin ne olduğunu az çok çözdüm. Çok fazla kendi taraflarına çekilmiş psikolojisi alt üst insan var. " dedi. "Ayrıca yetişkinlerden çok çocuklara yönelik manüplasyon ile oynuyorlar. Daha çok onları kendi tarafları çekip eğitiyorlar. Çünkü bilirsin, bir şeker bir çikolata veya bir ümit dolu konuşma anında onları hipnoz edip güvende sağlayabilir. Bu durum onların suçu da değil bir bakıma fakat zamanla bunun değişmesi anlaşılması gerekirken yoluna devam eden yine çok fazla insan var. İşte, yollarına devam ettikleri an, bu onların hatasıdır. Çünkü çocukluktan evrilip yetişkin çağına girdiklerinde neyin ne oldığunu kavrama çağında oluyorlar. Onlar anlasalar bile ait oldukları yeri bırakmamaya karar verirler."

 

"Çocuklar genelde yalnızken ve kimsesizken daha kolay kandırılırlar; biz sana aile oluruz, sen bir kahramansın, diyerek çok fazla kandırılan çocuk var. Onlara eğitilip güçlenecekleri sözü veriliyor fakat onlar aslında ölüme, düşmanın inine gittiklerinden habersizdirler. Kimisi şiddet, savaş, yoksulluk ve ayrımcılıkla yaşamıştır. Yaşadığı o çeşit çeşit travma ister çocuk olsun ister yetişkin onu bir süre sonra öfkeye iter. Öfkenin sonucu ise ona kim çıkış kapısı aralrsa onun dediklerini yapmaktan da geri durmaz. "

 

Hala onu dinlemeye devam ederken kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Gözlerim aralanmıştı. Şşakınlığım yer yer hızlı atan kalbime ve nefesime vururken onu bölmeden dinlemeye devam ettim. "Bazıları ise kendilerini hiçbir yere ait hissetmezler böylece kendine bir neden arayarak bu topraklardan nefret etmeyi seçerler. Bu topraklar onun nedeni olurken sonunu getirmek istediği bir çok halk topluluğu ve asker olur. Kimisi adaletsizlik algısına kapılır. Devletin veya toplumun kendisine karşı haksızlık yaptığını düşünür. Bu algı da böylece onları radikal gruplara yönlendirmiş oluyor. "

 

Gözleri gözlerimden bir an bile ayrılmazken elleri tekrar ceplerini buldu. Konuşmasını bitirmemiş olacakki tekrar derin bir nefes alarak devam etti. Oysa bana bu kadar konuşma bile yetmişti. Bunca şeyi elbet az çok tahmin edebiliyordum fakat bu kadar detaylı değildi. İkimizde asla olanları savunmıyorduk fakat herşey olduğu gibi ortadaydı. Kandırılan çok fazla insan vardı. Veya ailesi için kumpasa düşen. Ya da isteyerek ve bilerek kendi ayallarıyla giden...

 

"Para için yapan da var, sevdiği insanları korumak içinde. " dedi aklımı okur gibi. "Para için uyuşturıcu ticaretine girerek örgütün kaçakçılığını yapar. Onlar bu tür işe daha yoğunluk verirler. Çünkü onlardan yana olan insanlara bu zıkkımı çektirerek zehirlemeyi severler. Daha fazla istesinler ve dediklerini yapsınlar diye çok daha fazlasını

üretirler. Aynı şekilde topluma da yaymaktan çekinmezler. Böylece hem para sahibi hemde kendilerince güç sahibi oluyorlar. "

 

"Onlar için en az uyuşturucu kadar önemli olan diğer bir unsurda silah sevkiyatı. Güç sahibi dediğimde tüm bunların başlarına geçme hayali olanlar. Sevkiyatın başına geçmek, uyuşturucu üretmek ne bileyim, kendilerine ait bir ülke kurmak onlara göre bir tür yanındakilere karşı kendileri için saygı, güç anlamına gelmek demek. "

 

Derin bir nefes vererek yüzüme baktı. "Mecbur kalan insanlarda çok var. Sevdiğine el konulan ve yaptıklarını onaylamamasına rağmen yapmak zorunda kalanlar da çok var. Ailesi için, onlara bişey olmasın diye canını bile ortaya koyanlar mesela. " Bunlardan bir diğer en büyük örneği o hamile kadındı. Ailesi için katlanmış fakat her Allah'ın günü ölmüştü. Ailesi de ölmüştü ancak o kendi hayatına karşı her zama bir ümit beslemişti. Zaman geçtikçe de karnında büyümeye başlamış çocuğu için kendini yaşamaya adamıştı. Hiç kolay değildi. Belkide aramızda en masumu sadece o kadın ve en önemlisi o bebekti.

 

Hergün ölmek nedir bilirdim. Hergün, her saat, her dakika...

 

O kadını anlayabiliyordum fakat hiç bir acı karşılaştırılmazdı.

 

Bedenini bana doğru çevirirken ben çoktan kollarımı göğsümde kavuşturmuş böylece pikeyide göğüslerim ve kollarım arasına sıkıştırmış olmuştum. "Demem o ki bu işin içine giren insanlar tamamen ikiye bölünmüş halde; mecbur kalanlar ve isteyerek güç sahibi olmak için yer alanlar. "

 

"Çok fazla bilgiye sahipsin." diyerek fısıldadım. Hafif esen rüzgar alnındaki saçları uçuştururken başını çok hafif sallayarak onayladı. Gözleri tekrar güneşi bulurken derin bir nefes vermişti.

 

Diliyle dudaklarını hafif ısalattı. "Bir çok çocuğu sorguya almışlığım var. Bazıları ağlayıp istemeden yapmak zorunda olduklarını dile getirirken bazıları kin ile gözlerime bakarak daha fazlasını yapacağım derdi. Gerçekleri söyleyemeyenler de vardı. Eğer bize yaşadığı ortamın bilgilerini sızdırırsa sevdiklerinden herhangi birini öldüreceklerini söylerler, korkarlardı. "

 

Yan bir şekilde bir elini geminin demirlerine dayayarak tekrar yüzümü izlemeye koyuldu. Koyu hareleri güneşten dolayı parlasada yüzümü her gezişinde alev alev yandığı apaçık ortadaydı. "Peki, " dedim bir elimle yüzüme doğru uçuşan saçları itekleyerek. Yavaşça kulağımın arkasında doğru iteledim. "Sence o Afra denen kadın hangi katagorideydi? " Cevabını az çok biliyordum ama yinede merak etmiştim. "İsteyenler grubunda olduğu belli. Sindiremediği bir nefreti var olduğunu söylemiştin. Ama o isteyenler arasında saydıklarının hangisi?"

 

Yüzüme doğru derin bir nefes koyuverirken bana karşı içinde büyük bir yangın varmış gibiydi. "Kendini hiçbir yere ait hissetmeyen biri, diye düşünüyorum. " diyerek başladı. Ardından bir kaç sözle sonlandırdı. Sanki onun hakkında konuşmak istemiyorum gibiydi -ki bunda haklıydı. Her ne olursa olsun o amcasını öldüren adamın hem kardeşi hemde ülkeye, milette ihanet etmiş bir vatan hainiydi. "Sana söylediğim gibi, yurt duşında okuyan bir kadındı. Babası zaten yer altı masalarında oturan bir üye iken ve özellikle yasa dışı mal satışının varlığı ile bilinirken kızı daha da bunu kendine güç bilmiş ve bir örgüt ile birlik olmuştu. Böylece babasının yanında olduğu kadar masa genelinde dönen her bir yasal bilgiyi o örgüte ileterek ülkeye sağlam darbeler indirebiliyordu. "

 

Anladıklarım şunlardı; ülkeden nefret eden bir kadın bunca toprakta yaşayan milyonlarca insanı nasıl yok ederim diyerek sadece Karadeniz'de babasının oturduğu yer altı bir masada aldığı yasal bilgileri o örgüte ileterek darbe indiriyordu, öyle mi?

"Sadece masada dönenleri mi iletiyordu? " Ne kadar bu konuyu konuşmak istemeyen bir halde de olsa sorumu cevapsız bırakmamıştı.

 

Başını iki yana salladı. "Bir çok planda yer aldı, bir çok görevde, dediğim o çocukların eğitiminde, kendi saflarına çektiği insanlarda. Kısacası aslında hangi göreve gitsek minik de olsa bir parmağı oluyordu. " Bakışları gözlerimden ayrılmazken kaşları yavaşça havalandı. "Minik dediğime bakma, her bir operasyonda en az bir can alıyordu. Masum insanların canı ona bir oyun gibi geliyordu. "

 

"Ne... " dedim hayretle. Hâlbuki ben böyle bir insanın neyine şaşırıyordum ki? Adam deminden beri ne halt olduğunu anlatıyordu. Masum insanlara kıyan bir iblis!

 

"Bir ifadesinde yüzüme karşı, aldığım her bir can yaşama nefesim, demişti. Sizi birden değil tane tane geberterek sonunuzu getireceğim de demişti. " diyerek denize kısa bir bakış attı. Burnundan hafif nefesini vererek kısa bir gülüş fırlattı. "Şimdi ise tek bir et parçasını bile kalmadığına eminim. "

 

"Naptın ki? " Sorumla bu defa cevap vermemişti. Bütün sorularıma cevap veren adam bu sefer sessiz kalmış ve gözlerimin içine odaklanmıştı. Oysa ben o kara harelerinde ölümün her bir saniyesini, anını izlemiştim. Öyle bir parlamıştı ki sanki sonunu getirdiği o günü tekrar tekrar beyninde bir film şeridi gibi oynatmıştı.

 

Yavaşça üzerime adımladı. "Neden biz evlenirsek; zor anlar yaşayacağız, mutlu olamayacağız? Seni bu düşünceye iten şey ne? " diye sorarak lafı değiştirdi.

 

O kadar dibime girmişti ki bir anda konuşmayı unutmuş hatta lafı değiştirdiğini bile unutmuştum. Öylece dudaklarımı aralayarak bir kaç şey gevelemiştim. Bu kadar yakın olması şart mıydı?

 

"Çünkü... " dedim göğüsüyle bakışırken. Derin bir nefes vermiştim. Yine aynı şey oluyordu. O bana yakınlaştıkça önce bir huzur çöküyordu üzerime, sonra yavaşça utanç ve ateş basıyordu. Bu kadar yakınlık iyi değildi. "Çün... Çünkü beni, " diyerek başımı kaldırdım. Gözlerini bulan bakışlarım ona alttan alttan bakıyorken o bana başını eğerek üstten bakıyordu.

 

"Çünkü seni? "

 

"Çünkü beni öldürmek isteyenler var. " dedim. Bu onun hafiften kaşlarını çatılır gibi olmasıyla hemen düzeldi. Aklına gelenlerle gözleri de hafif öfkeden aralanmıştı.

 

"Ulan o şerefsuzun amcasundan başka kim var! " Bir an da Karadeniz ağzına dönmesiyle gülecek gibi olsamda hiç yeri ve zamanı değildi.

 

Aksine bende ona öyle cevap vermiştim. "Ne bileyum! Belki daha vardur? Sanki ben o adamun beni öldüreceğunu bili miydum? Bilmidum! Allah bilur daha kaç kişi vardur beni öldürmek için arkamdan kuyu kazan. " Sözlerimle bakışları daha da alev alev olurken ben susmadım. "Kizuma karuşmaduklaru sürece umrumda değul."

 

"Ula nasul umrunda değul? Senun hayatunun hiç mi bir önemu yok?! " Öfkesinden olsa gerek iyice burun buruna gelmiştik attığı adımlardan dolayı.

 

"Yok! Kızımuza bişi olsa daha mu iyi?! "

 

"Allah korusun! " dedi dişlerinin arasından. Bastıra bastıra konuşarak, "Ağuzundan hayurlu bir kaç söz çıksun hatun! " demişti.

 

Hatun mu?

 

Gözlerim yuvalarına dar gelirken iki kere üst üste yurkunmuştum. Farkında mıydı acaba söylediği sözlerden?

 

"Sana da kızımuza da zarar gelmesine izun vermem! " dedi tekrar bastıra bastıra.

 

"Söz mü? " demiştim kısıktan. Sanırım bu söze ihtiyacım vardı.

 

"Söz! " dedi hiç beklemeden. "İstersen bütün Karadeniz'i karşına al kendine düşman et! Ben yine de senin yanında olur kendimi önüne sper eder, sizi korurum onlardan. Bırak bir dakika, bir saniye bilene düşünmem. " Söylediği her sözle yutkundum yine.

 

Keşke yıllar girmeseydi aramıza... Bazen keşkelerle yaşamayı öğrenirdi sadece insan.

 

İki elimide göğsümden çekerek aniden beline sarıldım. Başımı kalbinin üzerine göğüsüne yaslayarak gözlerimi yumdum. Ne tepki verdi bilmedim ama ilk bir kaç saniye şaşırdığına emindim çünkü geri çekilmeyeyim diye hemen sırtıma kollarını dolamıştı.

 

"Bu üç oldu. " dedi. "Belki de dört. "

 

Kaşlarım hafif çatılırken sordum. "Ne için? "

 

"Sarıldın." dedi kısaca. "Geçen yatakta da bana sarıldın. Onu sayarsak dört. "

 

Şaşkınca kaldırdım başımı göğüsünden. Kollarım hala belindeyken yüzüne bakındım. "Ben daha çok sarılmışımdır ki sana? " Eminim, yıllardır dörtten fazla sarılmışımdır ona. Her günüm ona sarılarak geçerken hemde.

 

"Altı yılın ardından, " dedi yutkunarak. "Buraya geldiğinden beri, benden hep kaçtın. " Gözlerimi kaçırmadım ama o benim aksime suçlulukla kaçırmıştı. "Sonra ufak ufak sarıldın. İlk kez kızımız için hastanedeyken sarılmıştın. Boynuma dolamıştın kollarını. Sonra çaylıkların tepesinde. Sonra birde yatakta sarılmıştın bana, sayılır dimi o? "

 

Gözlerim dolarken başımı hafif yana eğmiştim. Bu adam neler diyordu? "Ve şimdi de burada. " demişti. Gemisine bakmıştı. İyice gezdirdi gözlerini. Hatırladı o da buradaki bir çok anımızı. "Değil mi kaptan? " diyerek tekrar bana döndü.

 

"Evet, " diye fısıldadım. "Evet Kaptan Karahanlı. " Tekrar başımı göğüsüne yaslayarak gözlerimi yumdum. "Al, bu da beş olsun. Hadi kızımı özledim ben. "

 

Sözlerimle güldü öyleki göğüsüne hafif sarsıldı. Tekrar geri çekilip gözlerine bakındığımda esen rüzgardan dolayı pikenin uçmaması için bir elini sırtıma yasladı. Diğeriyle kaptan köşküne seslenerek bir işaret verdi. "Kaptan! Çalıştur motorlaru, limana döniruz!" Anında sırayla çalışan motorlarla gemiden değişik sesler geldi.

 

Ardından suyun yüzeyinde hareket eden gemi ve altımızdan süzülüp gerimizde kalan denizin sesiyle elini indirip enseme dayadı. Dudaklarını önce alnıma bastırdı sonra ise enseme daha da baskı uygulayarak göğüsüne dayadı. Öylece kalbinin üzerinde hem atışlarını dinlemiş hemde denizin dingin sularını izlemiştim. Bu fazla huzur vericiydi.

 

Hemde fazlasıyla.

 

 

 

... 

 

 

"Baban kızmasun gemiyi kaçurduğumuza? " diye sormuştu Ahu işaret parmağını dudağına dayamış etrafını yoklarken. İçinde bir yerlerde suçluluk hissi vardı. Niye mi çünkü kendisi daha yeni yeni on sekizine girmişti. Kaya da bu yüzden ona verilen gemi ile kızı gezdirmek istemiş biraz da olsa baş başa kalmak istemişti.

 

"Niye kızsun Ahu'm?" diye sormuştu Kaya dümenin karşısından çekilerek. Üzerindeki montun cebinden beyaz katlı bir bere çıkardı. "Hem gemu bizum. "

 

Ahu bir Kaya'nın yüzüne bir elindeki topak şekilde kavradığı beyaz bereye baktı. "Senun, ayruca ne bileyum her Allah'un günü gemi kaçirmiyoz."

 

Kaya, Ahu'nun onca sözünün aradında tek bir noktaya takıldı. Bu da haliyle kaşlarının çatılmasına sebebiyet verirken nefesini de aynı şekilde dışarı üflemişti. "Benum değul, bizum Ahu'm. " dedi. "Benum olan ne varsa aynı zamanda da senun. Yani bizum. Aluşsan iyi edersun, çünkü baa ait olan ne varsa aynı zamanda senun. " Karşısında ona çipil çipil gözlerle bakınan genç kızdan bir an olsun gözlerini ayırmadı. Sanki ayırsa yok olacaktı. Korkusu bundan yanaydı. "Bu yüzden kızmaz merak etme. Çünkü bizum. Dedim ya, bizum. " Tekrar tekrar bastırarak kurduğu cümlelerle genç kız yutkundu. Anlamasını istiyordu.

 

"O zaman? " dedi kız kocaman gülümseyerek. İnci gibi dişleri sırayla dizilmişti. Başını denizin derinliklerine doğru çevirerek parmağıyla ileriyi işaret etti. "Tam yol ileru kaptan! " diye bağırdı.

 

"Tam yol ileru kaptan tam yol ileru de... " diyerek hem nefesi hemde sözleri sona doğru yavaşladı. "Öncelukle saa şuni bir takalum öyle. " Elindeki beyaz bereyi kızın başına geçirerek altındaki uzun saçlarını parmaklarıyla kıyamayam dokunuşlarıyla severek okşayıp düzelti.

 

"Ha bu arada, " dedi anında kendine minik bir ayna bulmuş yüzünü ve başındaki beyaz bereyi inceleyen kıza karşı. "Senun olduğun yerlerde kaptan her zaman sensun." diyerek asker selamı verdi kendince. "Emret, yeter. "

 

Ahu onun bu haline kılırdayarak bir elini dudaklarına basmıştı. "İyi o zaman. İkimuz yalnuzuz Kaya, fazla açulmayalum bari?" demişti.

 

Kaya başıyla onaylayarak tekrar dümene geçerken Ahu hemen yanında yer almıştı. "Hediye hediye demiştun, bu çok güzel Kayaa. " demişti kız, genç çocuğun ismini uzatarak.

 

Kaya dümenin başında büyük kocaman gemiyi kullanmada az çok zorlansa da çaktırmayıp kaşlarını çatmıştı. "Bu heduye deyul ki... " Kendi kafasında da lacivert bir bere vardı.

 

Ahu sevdiği berenin üzerindeki elini yavaşça indirerek diğer elindeki aynayı da yanına çekmişti. "Nasu?"

 

"Baya." dedi Kaya, omzunu silkerek. "Daha görmedun."

 

"Daha napcasun?" demişti kız hayretle. Gemiye gelmeden önce de bir deste beyaz gül ve gümüş bir zincir bileklikle gelmişti zaten. Bunlar hediye değil miydikine?

 

"Görursun birazdan. " Ahu merakla beklerken Kaya bir süre sonra yeterince açıldıklarına kanaat getirmiş olacak ki motorları durdurdu. Ardından sırtını kapıya vermiş kürsüde öylece uslu uslu oturarak onu izleyen sevdiğine elini uzatmıştı. "Hadi."

 

İkisi de birlikte kaptan dairesinden inerek geminin burnuna doğru adımladılar. Yavaşça güverteye çıkarak kızın elini bıraktı. Ahu yutkunarak adamın ne yapacağını merakla beklerken Kaya bir an da bir kaç demir yığının arkasına eğilerek bir elinde piknik sepeti diğer elinde sorfa örütüsüyle eğildiği yerden doğruldu. Yavaşça kızın yanına adımlayarak sepeti yere bırakıp sofra örtüsünü güverteye serdi. Sepeti de tekrar yerden alıp örtünün üzerine koydu.

 

"Dedum ki; hepsinun yanunda halt edecek bişi varsa o da sevduğum kadınun doğum gününü ilk benum kutlayup pastayu benum önüne sermemdur." diyerek ellerini çırptı ve iyice doğruldu.

 

Gözleri Ahuya doğru kalkmasıyla duruldu. Genç kız karşısında aşık aşık ona bakıyor hatta dolu gözleriyle ağlıyordu.

 

"Hop hop! " ded Kaya telaşla. "Niye ağlisun? "

 

Ahu gözlerini ince parmaklarıyla silerek gülümsedi. "Duygulandum."

 

"Kızum ben onca şeyu ağla diye mi ettum yaaa," dedi uzatarak. "Sen mutlu ol diye yaptım da. Ağlama niye ağlisın. Sil hadi, sil görmeyeyum o yaşlarun yoluni. " Ahu bu defa daha derinden gülerek bir kez daha sildiği yerleri sildi. Kaya kızın yüzünü avuçlarına alarak öptü yanaklarına bulaşmış yaşlarından. "Ölürum ulan ağlama."

 

Ahu cam gibi parlayan gözlerle adama bakmaya devam etti. "Rüya gibisin... " demişti. Kadının iki dudağından çıkan sözler Kaya'yı derinden yutkunmasına sebep olmuştu. Aslında o onun için bir rüya gibiydi. Ama o bunun farkında değildi. Her ikisi de birbirlerini rüya gibi görüyorlardı. Çünkü fazla huzur doluydu. Hazla mutlulardı, bu insan hayatı için imkansız gibi bişeydi. Görüceklerdir ve biticekti. Devamını isteyecekler fakat her tekrar uyuyup devam etmesini istedikleri rüya onlara kabus olacaktı.

 

Sadece küçüktüler ve henüz gelecekten haberleri yoktu.

 

İkisi de yıllar sonra olacak hiçbir şeyden habersiz birbirlerine sarıldılar. Ahu burnunu çeke çeke Kaya'nın boynuna sardı kollarını. Kaya hiç vakit kaybetmeden kadının ince beline sarılarak iyice kendine çekti. Burnunu uzun siyah saçlarına daldırarak derinden içler çekti. Kimse bilmiyordu ama yaşama nedenini resmen kollarında taşıyordu.

 

"Sümüklü." dedi Kaya kıza işten bakıp pis pis sırıtarak.

 

Ahu cebinden çıkardığı mendili ile burnunu temizlerken ters bir bakış attı ona karşı. Kaya genç kızın bakışlarına karşı sadece daha fazla gülmekle yetinmiş ve kızın daha fazla sinirlenmesinden korkarak aynı şekilde sarılmaya devam etmişti.

 

Oysa yine bilmiyordu ki yıllar sonra altı yıl boyunca her günün gecesi ağlayarak geçecek, sevdiği kadını evli bilerek tekrar onunla olmanın hayallerini kuracaktı. En acısı da ileride yaşananları bilmeden yaşamaktı. Anı anda kalmasıydı.

 

"Ula noli! "

 

Gelen sesle ikisi de irkilerek birbirlerinden uzaklaşmışlardı. Yalnız olduklarını sanıyorlardı.

 

Kinyas Kaptan tam karşıdan gelirken Kaya bacağına vurarak bir küfür savurdu.

 

"Biz tek değil miyduk? " demişti hızla Ahu.

 

Kaya başını salladı. "Bende öyle bilidum. " Başını gelen Kaptana çevirdi. "Ama görunen o ki, değiluz. "

 

"Napisinuz burda uşaklar! "

 

Kaptanın sorusuyla Kaya derin bir nefes verdi. "Horon tepiruz Kaptan, buyurmaz muydun? "

 

"Oo buyurmam mu yaw! " Ahu'nun yanında durarak kıza baktı. "Ula kapturdun o güzelum kalbi ha bu kara mir-i uşağa ha! "

 

Ahu utanarak yutkunurken yanakları al al olmuştu. Kinyas kaptanı bilirdi. Hatta limandaki herkesi az çok bilir tanırdı ama hiçbiri Kinyas kaptan kadar açık sözlü ve yakın değildi. Ya da olamıyordu.

 

Kinyas Kaptan yerdeki sofrayla sepete baktı. "İyi iyi. " dedi. "Bizum buralarda hep hanumundan korkmayana da onun için kendini feda etmeyup hayatunda asla etmeduklaru centurmenlukleri yapmayanlara da gavur derlerdu zaten. " İması tam olarak da Kaya'yı ilk defa böyle sorfa sepet gibi yaptığı hazırlıklarla görmesindendi. Burada onlar için yapmasa da bilmiyordu ki Ahu için hep yapıyordu aslında.

 

"Sizde, katulun. " demişti Ahu utana sıkıla. Kaya ona başını salladı.

 

"Olmaz! " demişti anında.

 

"Niye? "

 

"Olamaz yani. " diyerek devam ettirmişti. "Hem sen nerden çıktun Kaptan ya! Ben gemi boş sanidum? "

 

Kaptan ona kovarmış gibi bakan uşağa karşı güldü. "Bir dahakine makine dairesuna bak, makine dairesuna. " dedi dudaklarını büze büze uzatıp. Amacı sinir edip uğraşmaktı ki başarıyordu.

 

"Sen ne edidın ki dairemde? Hemde benum gemude?"

 

"Ulan sıpa. " demişti kaptan. "Bu gemular hali hazırda çıkıp geleyi. Senunkiyle çıkacaktuk bugün. Ne bileyum senun romantikluk damarunun tuttuğuni." Ahu'ya baktı. "Kızum sen aldurma. Ben öğle yemeklerundan sonra uyuklarum az. Ha bu kara mir-i uşağun gemusuyla çıkacağum diye az kesturayum demiştum. "

 

"Sen onca yol o kadar sesin arasundan nasul uyanmadun? " demişti Ahu hayretle. Birde makine dairesi. Motorların sesi taa yukarı kadar geliyordu.

 

"Kendu horultusundan nasu duysun?.. " Kaya burnunu kaşır gibi mırıldandığı şeylerle karşısındaki ikili onu çokta net bir şekilde duymuştu. Ahu gülmemek için kendini sıkarken Kaptan çatılan kaşlarıyla ona dönmüştü.

 

"Biraz ağur bir uykumun olduğunu elbette bilirum ki ben horlamam!" demişti.

 

"Hadi ordan! " demişti anında Kaya.

 

"Ulan benum horladuğum nerde görulmuş?! "

 

"Uyutmayisun insani, uyutmayisun! "

 

Ahu'nun başı bir sağa bir sola giderken atışan ikiliyle bakakalmıştı. Ne olmuştu birden bire?

 

"Ula ben hor-la-mam! " demişti Kaptan heceleye heceleye.

 

"Ahu." dedi Kaya anında genç kıza dönerek. "Yavrum o duyduğun sesler motor değul ha kaptanun horultusuydu."

 

"Ha bu da dedi bişey. " dedi alayla Kaptan. "Kuyuya bir taş atup ardundan kendu attuğu taşu almak için ip uzatup inmek için debelenenide ilk defa görirum. Ulan madem öyleydu, ne diye gemu da yalnuz sanarsunuz kendunuzu? "

 

"Pek seçememuştum ondan. " dedi Kaya diklenerek. Yüzündeki umursamazlık tamamen onu sinirden kudurtmaya çalışan adam içindi.

 

Kaptan hafif bir öfkeyle mırıldansada başındaki bereyi düzelti. "Doğrum günun kutlu olsun kızum. " demişti Kaptan kızın omzuna elini koyarak. "Ömrun uzun olsun. "

 

Üçü de amin derken Kaya, "Sen nerden bilisun?" diye sormuştu.

 

"Belki on bilema on beş kere önumdan telefonla konuşarak geçtun. Hepsunde de bizum buzlar kraliçesu içundu. Malum megafon yutmuş gibi bağrisın. "

 

İşte bu an güldü Ahu. Daha fazla dayanamamıştı. Kaya'nın bakışları onu bulurken sustu hemen. Kaptan ona bakarak, "Neysem ben gideyum de sen gerekenu yap, kızı da fazla sık boğaz edip tepesine binme. Az mesafe! "

 

Arkasını dönüp giderken konuşmaya devam ediyordu. "Ben az daha uyuyayum! Siz de elinuzu çabuk tutun ha, hava kararmadan açulmam lazum sizi bıraktuktan sonra. "

 

Kaya ve Ahu öylece birbirlerine bakakalırlarken Ahu tekrar güldü. Hatta kahkaha attı. O günden sonra Ahu ve Kaptan daha çok baba kız gibi olmuş Kaya ile ikisi birlikte uğraşmaya başlamıştı. Aralarındaki bağ giderek alevlenmişti.

 

"Gülme ya. " demişti Kaya çıkardığı pasta ve meyve suyuyla hala gülen kıza karşı.

 

O gün doğum gününü herkesden önce kutlamış hediyelerini vermişti. Ekstra öpücük almış ve vermişti. Geri dönüşte gemiyi kaptan kulanmış onlar ise denize karşı yan yana bir battaniye ile sarılarak oturmuşlardı.

 

Onlar için en huzurlu gündü.

 

Ahu'nun ise yine en sevdiği doğrum günlerinden biriydi. Çünkü Kaya'dan önce çocuk haliyle annesinden başka kimse kutlamazdı. Kaya ise bunun asla bilmezdi. Hatta erkek kardeşi bile unuturdu çocuk olduğu için. Ama Kaya hayatına girdiğinden beri saati dakikası asla şaşmazdı.

 

 

.... 

 

 

 

"Dikkat et. " dedi Kaya kadının narin elini kavrayarak. Ahu burukça tebessüm ederek dikkatle geminin ince merdivenini inerken Kaya aynı zamanda kadının uçuşan eteklerini tutuyordu.

 

Bilseydi eğer gemiye bineceklerini etek giymezdi ancak ona da süpriz olduğu için yapacak hiçbir şey yoktu.

 

Sonunda beraber kumlukta adımlarken elindeki çay bardağı ile yaşlı bir adam çıktı Yazhaneden. Ahu gördüğü gözlerle tebesümü büyürken karşısındaki adam da şaşkınca ikiliye bakıyordu.

 

"Ula-" dedi. Ancak kelimeler sanki ağızına yıkılmış gibiydi. "Ahu... "

 

 

"Kinyas kaptan? " dedi aynı şekilde Ahu. Sanki yine on sekizindeydi. Onunla ilk karşı karşıya tanıştıkları anda gibi. Yine yıllar önceki o genç kız gibi.

 

"Kızum, gelmişsun." dedi yine. Aniden kızgın bakışları Kaya'ya döndü. "Sonunda akıl ettun ha! Got kafali! "

 

Ahu hızlı adımlarla kaptana doğru yürürken yaşlı adam yine gülümsemiş ve elindeki çay bardağını yere bırakarak ona doğru gelen kadını kolları ararına almıştı. Sanki küçük bir kız çocuğuymuş gibi başını okşamıştı.

 

"Özlettin be evlat. " derken yaşlı hareleri dolmuştu.

 

"Özledim be kaptan. " dedi aynı şekilde Ahu. Aklına gelen ilk karşılaştığı gündeki gibiydiler. O günden sonra araları daha da iyi olmuştu. Ama şuan, şuan o bir baba gibiydi. Abiden çok bir babaydı...

 

Geri çıkarak adama baktı. "Ee, ne var ne yok? " Göz yaşlarını geri itmeye çalışarak sorduğu soru ile Kaptan yerdeki bardağı işaret etti. "Çay var içersen, ben var seversen. "diyerek güldü.

 

"Yok Kaptan. " dedi gülerek Ahu. "Çaya daha sonra kızımın yanına gitmeliyim. "

 

Yaşlı adamın gülümseyen gözleri titredi. Yanlarına adımlayan Kaya'ya baktı. "Kız mı? " dedi. "Kızın mu var? " derken bile şaşkındı.

 

Kaya başını salladı. "Kızımız." dedi hiç çekinmeden.

 

Kinyas kaptan kocaman gülümsedi. İçine heyecan gelmişti sanki. "İkinizun! Bir kizu var?! Hem de ikinizun?! Ne ara ulan?! "

 

"Oha, " dedi Kaya kendini tutamayıp. "Napacaksın kaptan sen ne ara olduğunu? " Bakışları uyarıcıydı. Üstüne birde öksürdü.

 

Başını salladı Ahu. Konuşulanlara karşı utansada başını kaldırdı. "Ahuzar adında güzel mi güzel bir kızım oldu. "

 

"Kızımız." dedi hemen Kaya. Bakışlarıyla Ahu'yu işaret etti kaptana. "Aynısı bu arada. Bir ara birken ikincinle uğramam diyordun ama ikisi tıpatıp aynı. Gerek dış görünüş gerek huylarıyla. "

 

Kinyas kaptan ayağı ile Kaya'nın ayağına vurdu. "Ulan dangoz! Madem geldi, madem kızın oldu ne diye gelmezsun ulan yanuma it! "

 

Ahu kıkırdarken bunu bile özlediğini fark etti. Kaya adım adım geri çıkarken ceplerinde ki ellerini de çıkardı. Kaşları çatılırken, "Geldik ya işte. " dedi.

 

"Ahuzar nerde o vakit! "

 

Bu defa Ahu cevapladı adamı. "Evde ve muhtemelen hâlâ uyuyor. "

 

"Gidicek misiniz o zaman? "

 

"Şimdilik kaptan. En kısa sürede geri geleceğim yanına, uzun uzun konuşucaz. " Kaptan kadının cevabıyla anında sarıldı tekrar.

 

"Gel bak. " dedi itiraz istemez halde.

"Geleceğim." dedi Ahu. "Sadece şuan kızımın yanına gitmeliyim. Uyandığında yanında olmazsam korkabilir."

 

Kaya telefonu çalmasıyla bir kaç adım geriledi. Bir kaç adım uzağındaki ikiliyi izledi. Hep fark etmişti ikisinin arasındaki bağı.

 

Avucuna aldığı telefonun ekranına baktı. Ahmet'in aradığını görmesiyle yanıtladı. "Evet? "

 

"İki hafta sonra toplantı var. " dedi hemen konuya girerek. "Henüz belli olamayan bir isim koltuğunu devrediyormuş sanırım. Bu konu ile alakalı dedikodular var, abi."

 

Kaya'nın kaşları çatıldı. "İsmi cismi belli değil mi? "

 

"Hayır. Ama iki hafta sonra o kişi her kimse açıklayacağını da belirtmiş. "

 

Kaya telefonu kapatırken ona doğru ahenkle adımlayan kadına baktı. "Gitmiyor muyuz? "

 

"Gidiyoruz, " dedi dilini yutmuş bir şekilde. Yutkunarak anında kendine geldi. Boğazını temizledi. "Hadi." derken belinden hafif destekledi arabaya doğru.

 

"Hemen gidelim, " dedi Ahu. "Kızımı çok özledim. "

 

Kaya kadının bu haline derince gülümsedi.

 

 

 

 

🥀

 

 

 

 

"Ee yangazum? " diye sordu Hazal simitinden bir parça daha koparıp ağızına atarak. "Dedenun sünnetu nasul geçtu? "

 

Furkan sıcak çay içtiği ince belli bardağını hızla dudaklarından ayırarak öksürmeye başladı. "Ah yandum! "

 

"Yanarsun tabi, görmeyelu pek bir odunlaşmuşsun. Yansun da yok olsun o odunluk. " Hazal'ın tek kaşı havada şekilde söylediklerine karşı bir kaç defa daha öksürdü. Hatta abartarak daha beter şekilde öksürmeye başlamasıyla hemen arkasında oturan sırtı dönük ikizi sandalyesinden ona doğru dönerek sırtını patpatladı.

 

"Helal ulan! Cigerun söküldü. " Burak söyledikleriyle kendine gelmiş adamın yüzüne biraz bakınarak geri karşısındaki sevdiği kadına doğru döndü.

 

"Ulan zağlımın kizu! " dedi hafif bir öfkeyle. Dudaklarının önüne yaptığı yumruğunu indirerek öksürmeye bir son verdi. Karşısında rahat rahat çayını içip simitini büyük bir iştahla yemeye devam eden kıza baktı. "Ha burada gebereceğuz da sen kılini kıbırdatmayisin ya! " Kaşları çatılmıştı.

 

Hazal hiç umursamadan omzunu silkerek simitinden bir parça daha attı ağızına. "Kötüye bişi olmaz Furkan, hiç mi duymadun? "

 

"Ben kötü müyüm? " diye soran yangaza karşı başını salladı. Bu Furkan'ı daha da deliritirken alttan almaya karar vererek kısa bir an oturdukları masanın hemen yanındaki geniş camekandan dışarıya bakındı. Bir restaurant da oturmuşlardı. Şelaleye yakın bir restoranttı hemde. Burası daha önce Ahu'nun ve Kaya'nın geldiği yerdi. Her ne kadar onların bundan haberi olmasa da gerçek buydu. Oturdukları masanın hemen arka masasında Burak ve Hazan vardı. Burak ve Furkan'ın sırtları birbirine dönükken Hazan ve Hazal karşılıklı yandan birbirlerini görebiliyorlardı.

 

"Tamam." dedi Furkan. Eli kadının ince belli çay bardağını kavramış ince naif parmaklarını kavradı. "Özür dilerum. "

 

"Ne içun? " dedi bu defa Hazal elini ondan çekmeden simitini ısırarak, yavaş yavaş sonuna gelmişti.

 

Furkan gözlerini yumdu yavaşça. "Kızım ne için trip attuysan onun içun da! " diye hallenmesiyle Hazal kaşlarını çatıp elini yangazın avucundan çektiği gibi adamın alnına yapıştırdı bir tane.

 

Furkan şaşkın şaşkın ona bakarken kız hiç istifini bozmadan, "Sana trip atmam içun neden mi olmalu Karahanlu Aygazi!" sinirle konuştu.

 

"Ben tüp müyüm Hazal? " Furkan'ın sorusuyla Burak duyduğu sözlerle kendini tutamayıp güldü. Furkan omzunun üstünden kardeşine bir bakış atsana ona güldüğünden şüpheliydi. Zaten eğer duyduysa net eve giderken yüzüne vurup dalga geçerdi ya neyse.

 

Hazal son lokmasını da yutarken çayını fondip yapıp masaya sertçe vurdu. "Yavaaaş." dedi Furkan arkasına yaslanırken.

 

Hazal onu umursamayıp dişine giren susamı diliyle iterek onu da yuttu. "Sen neden bugün bu kaa sıkıcısunn? " diye sordu Hazal.

 

Furkan karşısında oturan kıza serseri bir gülüş gönderdi. "Ben." diyerek eliyle kendini işaret etti. "Kızum benumle takul hayatu yaşa derum ben hep size. "

 

Hazal gözlerini kıstı yavaşça. Bir kedi edasıyla avına sakince odaklandı. Masaya yavaşça eğilerek gözlerini daha keskince kıstı. "Size, derken? " diye yavaşça ve kelimelerine baskı yaparak sordu. "Kimlere? "

 

Furkan'ın gözleri birden hızla aralandı. Ne demişti o? "Uyy! " diyerek yerinden hızla doğruldu.

 

"Kimlere dedum?" Hazal sorusunu tehlikeli bir şekilde tekrar bastırarak sormasıyla Furkan sertçe yutkundu. Kendi kendine yakmıştı başını nasıl çevirecekti daha?

 

"Kime demuşum?" diyerek yalandan kaşlarını çattı.

 

"Bende onu sorayim. " dedi kadın iki elini de sertçe masaya vurarak. Öyleki çevredeki tek tük oturan insanlar ve garsonlar onların oturduğu masaya doğru dönmüşlerdi. Hazal bu durumu umursamasa da Furkan anında milete kısa bir göz atmış ona doğru dönmüş olan kardeşine yardım dolu bakışlar atmıştı.

 

Geri önüne dönerek kadının ateş sıçratan gözlerine baktı. Alev alevdi mübarek. Yakardı bu kendini de beni de, diyerek geçirdi içinden.

 

"Yav ben saa hitaben söyledum. Hani sen bir gün çok mutlu diğer gün çok agrasifsun ya ondan dedum. Yani o beden de kaç karakter daha taşisin tam çözemedum yavrum!"

 

"Ver gazı coştur lazı! " dedi Burak hemen arkasında. Furkan onun sözüyle kısa bir an kardeşine omzu üstünde bakmış hemen sonra ise karşısındaki kadına geri dönmüştü. İşte en fenası da orada başlıyordu. Hazal artık Hazal olmaktan çıkmışa benziyordu.

 

Kadın hızla ayağa kalktığı gibi Furkan'ın saçına yapışmasıyla aşağı doğru çekti. Uzun boyu oturduğu yerden iki büyük olurken iri eli kadının saçındaki ince bileğini kavradı. Acıtmamak için sıkmasada kendi canı fazlasıyla yanıyordu. Furkan'ın en narin noktası saçlarıydı. O kadar hasasdı ki haykıracaktı neredeyse. Acıyla kısık tutmaya çabaladığı sesiyle inledi.

 

Biliyordu tabi saçlarını zayıf noktası olduğunu böyle yolardı işte!

 

Burak ayaklanırken Hazan da Hazal diye bağırarak ayaklanmıştı. Ancak kardeşi kendisini dinlememeye yeminli bir şekilde daha da çekti aşağıya doğru. "Baa bak ulan aygaz bozuntusu! Alurum tepenu ha boyle ayaklarunun altuna! Belun de böyle olur ha iki büklüm, hayvan heruf! Söyle o diğerleru kim! "

 

Furkan canını kurtarmak istercesine kendini çekmeye çalışıyordu ama ayaktaki kadın buna izin vermiyor aksine daha da canını yakmaya niyetleniyordu. "Baa bak Furkan o baa seni seviyorum diyen dilinu kökünden koparurum! Gönül mu eğlendirisin ula sen benle!"

 

"İmkani varmidur bunun yaa! " demişti Furkan. Sesi kısık ve acı bir haykırış gibiydi.

 

"Yenge dur bi! Allah'un adunu verdum da! " Hazal'ın deli dolu bakışları hemen yanında kollarını tutmaya niyetlenen adamı, Burak'ı buldu.

 

"Geri çekil be, bak bir daha uyarmam. " Ardından kardeşine baktı. "Seviyorsan al şunu başumdan!"

 

Hazan hızla Burak'ı kolundan tutarak geri çekti. "Kurşuna dizer. " dedi ona bakan sevgilisine karşı.

 

"İyi de ballım herkes bize bakayi," diyerek sesini kısık tuttu.

 

Hazan ona oflayarak kardeşine doğru adımladı. Bir elini omzuna koyarak diğerini adamın saçlarındaki eline attı. "Hazal'um. Belli ki yanluşlukla demuş. Bırak da artuk." diyerek kısıktan konuştu onunla. "Bak kim bakayi kim bakmayi umrumda değul, benim umrumda olan sensun. Lütfen. Daha fazla sinirlenme. " Kendisinin aksine kardeşi çok fazla asi ve başı dikti. O kadar çabuk sinirlenip alevlenirdi ki insan ne olduğunu şaşırırdı. İşte böyle zıtlardı.

 

Kardeşinin rahatlatıcı sesine karşı derin bir nefes verdi Hazal önce. Ardından elini yavaşça çekerek ayırdı adamın saçlarından. Furka hızla dorğulduğu gibi belini gırtlattı. Saçlarının acıyan derisini eliyle ovuşturarak acıdan buruşmuş yüzünü Hazal'a çevirdi. "Ufff." dedi dudak büzerek.

 

Hazan kendisini dinleyen kardeşine karşı sarılarak yanağından öptü. "Hep senin içun Hazan yoksa varya... " diyerek dişlerini sıkmış ve bir elini yumruk yaparak yüzüne yakın şekilde Furkan'a doğru havalandırmıştı. Hala öfkeliydi.

 

Kadının aralık gözlerinden Furkan korksa da ayaklandı. Yanındaki Hazan'a bakarak, "Sağol yenge, hayatumu kurtardun." demesiyle kız hiçbişey dememiş onu hayran hayran izleyen svgilisine doğru ilerleyerek koluna sarılmıştı. Başını da omzuna yaslamıştı. Burak kadının saçlarını öpüp koklarken derin bir nefes verdi.

 

"Hazal'um." dedi Furkan hala kendisine ters ters bakışlar atan kadına. "Sen kendunun farkunda değil misun? "

 

"Ben kendimdan gayette farkundayum ama senden pek emun olamadum!" diyerek göz deviren kızla Furkan sıkıntı içinde saçlarını karıştırdı.

 

"İlik gibi hatunsun, gözüm nasu başkasuna kaysun ula, delurtme ha beni! " dedi en son kendisi de öfkelenerek. Ve gayette ciddiydi.

 

Hazal duruldu. Bir an gözleri donsada içten içe kaşlarını çatarak kendine kızdı. Kanma o aygaza, diyerek kendi kendine başını belli etmeden iki yana salladı.

 

"Öyleyum!" diyerek kollarını göğüsünde birleştirdi. Burnunu havaya dikerek çıtayı biraz daha arşa çıkardı. "Mükemmel bir hatunum. Taş gibiyum! " dedi bastırarak.

 

"Ha bende onu diyirum! " dedi Furkan ona doğru bir kaç adım daha yaklaşarak. "Ha sen boyle bir içim suyken ben nasul bakayum ula başkasuna, senun aklın alayi mi? "

 

Hazal ona ters ters bakmaya devam ederken Burak kaşlarını çatmıştı. "Hele o burnun yok mu o burnun, " dedi Furkan başını titreterek. "Bir havaya kalkıyor ki benumkini geçey... " Burak uyarı dolu bir öksürük yollamasıyla Hazan başını omzundan kaldırıp yüzüne bakmıştı. Uyarıyı alan Furkan hızla Hazal'ın omzularına elleriyle yapıştı. "Kurbanın olayım bak! Senden başkasuna bakarsam iki gözum önüme aksun! "

 

Hazal ona göz devirerek kollarını göğüsünden çözdü. "Desene çok yaşamazsun." demesitle Furkan kaşlarını çatmıştı. "Üç vakte kadar kör kalcaksun, aha buraya yazayrum." dedi işaret parmağını diline basıp masaya değdirerek.

 

Tamam, Hazal ile lise de tanışmış ve o zamandan, daha doğrusu sevgili olduklarından beri çapkınlığı bırakmış olsada geçmişi epey kalabalıktı. Okuldan az kız devirmemişti tabi. Yarısı cazibesi için gelirken diğer yarısı soyadını duymaları yetiyordu.

 

Burak onun aksine sessiz sakin ve hiçbir kız ile doğru düzgün diyalog bile kurmayan biriydi. Tek diyalog kurduğu kadın bile edebiyat öğretmeniydi. O da genelde yaramazlıktan ve müdüre takık bir şekilde sürekli odasına torpil atmaktan dolayı disiplin kurulu başkanı hocası oluyordu. Bu yüzden, o zamanlar hep bir münakaşa içindelerdi. Müdür, Karahanlı soyadından korkusundan dolayı pek sesini çıkaramamış olsada en son Burak'ı okuldan atmış, Burak'ı attı diye yarım kalmasınlar diye birde yanında Furkan'ı da promosyon postalamıştı.

 

İşin garibi, birinin başına birşey gelse diğerinin de gelirdi. Genelde eğer Burak müdürün odasıan geçecekse yanında Furkan'da giderdi. Ya da tam tersi ama hep bir arada olurlardı. Birine bir söz gelse diğerine de gelirdi. Biri düşse öteki, "Sen niye düşmedun got kafali! " diye onu da ya çekerek düşürürdü ya da iter bir şekilde yanına yere düşürürdü.

 

"Ya sen inanmayi misin? " dedi Furak bir elini kadının yanağına koyarak. Avuçladı güzelim tenini. "Kızım ben en çok senun şu ketum tavurlaruna vuruldum ya. " diyerek gerçekleri söyledi.

 

İşte şimdi azar azar da olsa öfkesi sönmeye başlamıştı Hazal'ın. "Şu asi tavırlarına, sinirli - agrasif hallerine, küfürlerine ayrı ayrı vuruldum. " Hazal daha da durulurken yutkundu. Harbiden öyleydi ki az koşmamıştı peşinden. Eğer onlardan önce Burak ve Hazan tanışıp kaynaşmasalardı şimdi onlar bile olmazdı burada. Ne zaman ki Hazan ve Burak sevgili oldu ve görüşmeye başladılar onlarda yanlarında sürünüp durmuştu. Mecbur şekilde ona asılan bu karşısındaki adama bir süre tahamül etmiş fakat sonra ufaktan gargıdını indirerek hayatına akmasına izin vermişti.

 

Neden mi bir süre izin vermemişti? Çünkü çapkındı ve Hazal çapkın erkeklerden hep nefret etmişti. Hep iğrenmişti. Fakat o bir süreden sonra kolunda hiçbir kız olmadan sürekli onun yanına gelmesiyle aklı karışmış ve hırslandığını düşünmüştü. Hatta Furkan'ın yüzüne kaş defa haykırarak, "Beni elde etmeye çalışıyorsun, gözlerinu hırs bürümüş resmen, benden uzak dur! " demişti ancak her seferinde Furkan onu dinlememiş gelmeye devam etmişti. O ittikçe Furkan gelmişti. O her öfkeyle ittiğinde sanki Furkan biraz daha sevgiyle ona geliyordu.

 

Kimse bakmasındı onların böyle itişip kalkıştıklarına. Onlar böyle olmasa ilişkileri yürümezdi. İki baskın karakter yan yana gelince ortaya malesef ki böyle bir kaos ortamı var ediyordu.

 

"Babannem gibi gacısın! "

 

Hazal'ın darma duman olmuş siniri duyduklarıyla taş kesildi. Ardından o sinir yavaşça gün yüzüne çıktı. Gözlerindeki o parlaklık öfke miydi, diye sordu kendine Furkan. Sanırım tam olarak oydu.

 

"Oy nenem... " demişti Burak duyduklarıyla. Hazan ellerini dudaklarına basarak görmek istemezce gözlerini yumdu. Şimdi kendi bile durduramazdı onu.

 

"Ne dedin sen? " Hazal'ın yavaş sorusuyla Furkan sesli bir şekilde yutkundu. Elleri kadının yanağından ve omzundan düşerken gözlerini kaçırmıştı. Yine sıçıp batırmıştı.

 

"Bab... Baba... " dedi. Şimdi oturup baba diye ağlayacaktı. Ah baba ah, dedi yakına yakına. Neye ne için yakındığını bile bilmiyordu oysa.

 

"Furkan!" diye bağırmasıyla korkuyla irkildi yerinden. Hayatında kimseden korkmadığı kadar korkıyordu karşısındaki kadından, bu normal miydi? Bu olması gereken miydi?

 

Fazla değil miydi yahu?

 

Tamam, hanımından korkmayan gavurdu burda da. Şimdi bu olay da biraz farklıydı. Altına sıçacaktı. Hatta biraz daha abartalım ruhunu teslim verecekti.

 

Normalde de böyle sinirlendirir hatta bazen kendi bile bilerek onu öfkeden deli eder çileden çıkarırdı ama bu kız şuan ağızına sıçacakmış gibi bakması... Korkunçtu zaanınca.

 

"Hazal'um." dedi Furkan. "Benum nenemi bilirsin tatlı tombik... "

 

"Başlatma nene ulan! " dedi öfkeyle kadın. "Ne dedenun ölü şeyi içun sünettu bitti ne de o ketum nenenun var oluşu! "

 

"Oha, nineme laf yok yenge. " demişti Burak. Tatlıydı bir kere, neresi ketumdu ki...

 

Sandalyesinde kol çantasını kaptığı gibi Furkan'ın kafasına sertçe bir defa geçirdi. Bu vuruş bile adamın nevrini döndürürken o çantanın içindeki şeyin ne olduğunu düşündü. Çünkü her ne varsa beyni delinmişti.

 

Acıyla inlerken kafasını tuttu. "Matkap mı taşisın kızım, deldun kafamu! "

 

"Beter ol inşallah! " dedi Hazal bağırarak. Onu izleyenleri umursamadan kardeşine baktı. "Yürü Hazan gidiruz! "

 

Burak hızla sevdiği kadın can simidi gibi yapışıp öpüp sarılırken Furkan hızla, "Nereye ulan! " diye sordu.

 

Hazal tekrar ona dönerek saçlarının yüzüne savrulmasını sağladı. "Cehennemun dibine! Gelecen mu! "

 

Furka elini kafasından çekerek, "Ben senunle her yere gelur- Ağğh! " daha sözünü tamamlayamadan bir çanta darbesi daha yedi kafasına. Bu defa harbi nevri dönmüştü. Öncekinden de sertti.

 

Hazal öfkeli bakışlarıyla daha tek kelime etmeden kız kardeşinin koluna girerek hızlı hızlı yürümeye başladı. Bir kaç adımda tekrar durarak, "Hesabu da se öde, Karahanluların dangalak Aygazi!" dedi ve bu da durmaksızın devam etti.

 

Burak kollarını göğüsünde birleştirip cık cıklarak kardeşine doğru adımladı. "Yani ikizum, bir gaz olmaduğun kalmuştu. "

 

"Burak." dedi Furkan uyarırcasına sonunu uzatarak. Elini kafasından çekip avucuna bakındı.

 

"Peki tamam. " dedi Burak. "Düzelteyim hemen, tüp olmaduğun kalmuştu. "

 

"Ula! " diyerek kardeşinin üzerine öfkeyle bir adım atmasıyla Burak gülerek bir iki adım geri çıktı. "Niye benum de senun gibi sakin bir ilişkim yok ki! " diye yakınmasıyla Burak ona karşı sadece ofladı.

 

"Sana sakin ilişki gitmezdu zaten. " dedi. "Sen sıkılursun, şuan bakirum da, " Gözlerini kısarak kızların gittiği yöne bakındı. "Tencere yuvarlanmış kapağınu bulmuş."

 

Furkan derinden bir iç çekerken içinin yandığını fark etti. Harbiden gazı kaçan tüp gibiydi. Ateşi basan harlanmanın ne olduğunu kendi gözleriyle şahit olurdu. Yanıyordu o kadına. "Seviyoz ama be yangaz. " dedi.

 

Burak kollarını göğüsünden çözerek yaklaştı kardeşine. Kolunu omzuna atarak kafasını kardeşinin kafasına yasladı. Öylece baktılar gittikleri yere. "Oralara hiç girme. " dedi Burak. "İçim gideyi, içim. Öyle bir bakayi ki öpmeye, dokunmaya hatta kokusunu solumaya kıyamayim. "

 

Burak'ın sözleriyle Furkan gözlerini saniyelik kapatıp açtı. "Napcaz oğlum biz? Bu şerefsuz Şeref vermez ki... "

 

"Bekleyeceğuz." dedi Burak. Tek ümidi sevdasıydı.

 

"Bekleyeceğuz." dedi aynı şekilde Furkan'da.

 

"Bekleyeceğuz, elbet bir gün. " demişti ikisi de yan yana. Öylece kzıların gittiği tarafa aşık aşık bakındılar kafa kafaya.

 

 

 

🥀

 

 

 

Araba durmasıyla bakışlarımı etrafta gezdirdim. Eve gelmemiştik bu yüzden yanımda oturan adama döndüm. Kontağı kapatıp bir elini emniyet kemerine atarak harelerini bakışlarıma çevirdi.

 

"Hadi güzelim. "

 

Bakışlarım tekrar etrafı turlarken buranın neresi olduğunu hatırlamaya çalıştım. "Ama eve gitmiyor muyduk? " diye sorarken buldum kendimi.

 

Ondan taraf yüzüme düşen bir kaç saç telimi kulağımın arkasına iterek indirdim elimi. Anında bacağıma konan elimi avucuna alarak diğer eli ile tek seferde yerinden çıkardığı emniyet kemerini kenara iteledi.

 

"Eve gideceğiz ama ondan önce başbaşa bir kahvaltı etmeyelim mi? "

 

Sorusuyla dudaklarım anında gerginleşti. Ona gülümseyerek bakarken, "Evde de yapardık... " dedim ama o pek gidecekmiş gibi değildi.

 

Kızımı çok özlemiştim ben.

 

Ona gemide kalmayı ben teklif etmiştim evet ama kızımdan bu kadar saat uzak kalmak bana hiç iyi gelmemişti.

 

"Baş başa diyorum Ahu. Kimsenin zırt pırt kapıyı çalmadığı, benim telefonumun sürekli titremediği, çocukların çat kapı girmediği bir yer. " Baş başa yeseydik büyük ihtimalle bazı sabahlar olduğu gibi yine odada yemiş olurduk. Ancak dediği gibi her baş başa kaldığımızda bu dedikleri hep gerçekleşiyordu. Bunca zaman ben ondan kaçmış o ise bana temas etmemeye çalışarak yakınlık kurmaya çalışmıştı. İş temasa dönünce ve Ahuzar da artık kendi odasında yatmaya karar verince ikimiz içinde işler biraz değişmişti.

 

"Peki, tamam. " dememle ve benden aldığı onayın sevinciyle avucuna aldığı elimi kaldırarak öptü. Tersine bir kaç öpücük bırakarak başıyla dışarıyı işaret etti.

 

Elimi avucundan çekmemle kaşlarını saniyelik çatsada iner inmez tekrar avuçlarına almıştı. Kaya normal insanlarla temas kurmayı seven bir tip değildi. Çoğu zaman bile eğer çok yakından tanıdığı biri değilse öyle herkesle selamlaşmak amaçlı sarılmazdı. Ya sözlü bir şekilde selamını dile getirirdi ya sade bir el tokalaşmasıyla.

 

Birlikte girdiğimiz kahvaltı salonu ile buranın geçen de geldiğimiz yer olduğunu hatırladım. Şelaleli mekan. Adımlarımız yavaş yavaş yine aynı yerdeki masamıza adımlarken gözlerim etrafta geziniyordu. Çok güzel bir yerdi.

 

Burası hem sabah kahvaltıları hem öğle yemekleri ve hem de geceye uygun akşam yemekleri sunuyordu. O kadar iyiydi ki sanırım bir akşam yine dışarı çıksak sıkılmadan buraya gelebilirdik.

 

Vardığımız balkon ile geçenki masamıza adımladık ancak gördüğümüz yüzlerle ikimizin de adımları sekteye uğradı. "Hay ben şansımın..."

 

Kaya'dan çıkan öfke dolu sözlerle baktığım yüzler bir anda bize döndü. Sanki onlarda tam şuan mekandan çıkıcaklardı da bize yakalanmış gibiydiler.

 

"Abi? " dedi Furkan şaşkınca. Bir bana bir abisine birde ortada duran birbirini sarmış ellerimize baktı. Şaşkınlığı anında kendini yavşak bir sırıtışa koyuverirken kaşlarımı çattım.

 

"Sakın o gevşek ağızını açayım deme. " desemde ne fayda?

 

"Ee, ikincu yeğenum ne zaman? " Sorduğu soru ardından kollarını göğsüne bağlayarak kalçasını telefonunu aldığı masaya dayadı.

 

Kaya gözlerini sabırla yumarken hemen yanında duran Burak korkuyla gözlerime baktı ardından kardeşine dikerek ensesine bir şamar yapıştırdı. "Lan oğlum sen en son aşk acısı çekmimiydun ya, yürü devam et sen işune kalduğun yerden. "

 

"Dur oğlum tarih alacağum. Ben bebek isteyim. "

 

"Evlen seninkinu sevelum o zaman, " dedim saçımı geri atıp dik dik ona bakarken. Geçen hastanede de Murat'ın yanında aynı imayı yapmıştı, gösterirdim ama ben ona.

 

"Yenge, " dedi hızla doğrularak. "Hazal'u sen isteyeceksen valla ben okeyum. " Ne ara yanıma gelmişti de koluma asılmıştı bu?

 

Tuhaf tuhaf ona bakarken gözlerim yavaşça büyüdü. Kaya kardeşini kolumdan söküp almak istercesine çekip kurtardı beni. "Yavaaş."

 

"Ondan mı vuruldun sen? " Gözlerim bu defa Burak'ı buldu. Bu olaylar olurken o kadar kötü bir haldeydim ki işlevlerim dışarı kapalı olduğu için kimin ne zaman, ne yaptığını veya neden vurulduğunu, evin neden basıldığını bile bilmiyordum. "O yüzden mi Şeref denen adam geldi? "

 

"Yayın geç çekeyi." dedi Furkan kolunu abisinden çekip bana dönerek. "Ohoo yenge ohoo. " dedi elini dairesel sallayarak. Burak ise onda sorduğum sorudan dolayı vurulan tarafını yani kalçasını ovuşturdu. Sanki acısını tekrar hissetmiş gibi buruşturdu yüzünü. "Kız o ne zamanun bombasu, olmaz ki boyle."

 

Ona bakarak güldüm. Kolarımı göğüsümde kavuşturma isteği içimde yanıp tutuşurken Kaya'nın avucundaki elimi çekmediğim için bunu gerçekleştiremedim. Çünkü o kadar sıkı tutuyor ve Furkan farkında olmasada ters ters boş konuşma der gibi ona bakıyordu. Bakışları, artık git der gibiydi.

 

"Ben hala senin tek bir kadını sevdiğine inanamıyorum. " dedim. Bir zamanlar çapkındı haspam. Yani bir kızı görene kadar.

 

Sözlerimle çocuk gibi büktü dudaklarını ve kaşlarını. "Ayıp edeysun. "

 

Burak'a döndüm. "Ciddi mi bu? " diyerek parmağım ile onu işaret ettim. Burak ise başını aşağı yukarı oynattı. O kadar inanmıyordum ki...

 

"Sadece o da değil be yenge. " diyerek kardeşinin yanına adımladı. "Bende vurulmuşum ha bir karadenizun sakin türküsüne. Aha bu da vurulmuş asi bir denize. "

 

Üstemde hissetiğim bakışlarla başımı Kaya'ya çevirdim. Gözleri yüzümün her bir santimini talan ederken, "Seviyorlarsa neden engel oluyoruz? " diye sordum.

"Biz değil, " dedi sakince. "Şeref engel oluyor. "

 

"Ama neden? "

 

"Çünkü adı gibi değil, ek getirmeyi unutmuşlar Şerefsize! " dedi Furkan nefretle. Şerefsiz kelimesini bastırdıkça bastırmıştı.

 

"Götümden vurdu yenge beni. " dedi Burak. Üzgün ve utançla baktı yüzüme. "Valla vurdu. "

 

"Burak." dedi uyarırcasına Kaya.

 

Burak bu defa abisine de döndü. Eli hala vurulduğu yerdeydi. "Abi yalan mı vurdu. Acıdu da. "

 

Furkan güldü onun bu haline. "Kedi şeyunu görmüş yara sanmuş." derken kafasına bir darbe daha yedi.

 

"Abi bunu da vuralum ya. Bu anlamayi. " dedi Burak. "Bundan iki yıl önce dayak yedik diye abimu arayup, abi beni bir dövduler bir dövduler diye ağlayan kimdi? " derken asıl dalga sırası ona gelmiş gibiydi.

 

"Yeter bu kadar. " dedi Kaya daha fazla sabredemez bir halde. "Gidip başka yerde didişin."

 

"Abi sen bizi kovayi misun? " demişti Furkan gözlerini kırpıştırarak. Yalandan alıeınır gibi bir hali vardı.

 

Kaya mızmız bir çocuk gibi kısa bir an bana bakarak kailarını çatmıştı. Ben bişey yapamdım ki, der gibi başımı çevirmemle tekrar kardeşine döndü. Sanırım benim de bişeyler söylememi beklemişti.

 

"Evet, siktirin gidin! "

 

Furkan gülerek gitmeden önce yanıma adımladı. "Yenge, olur da bir gün deliluğum tutar kaçırmak istersem. Hala yardum edersun dimi? "

 

Mavi gözlerini izlerken aynı onun gibi olan gözlerim daldı maziye. İlk Hazal'ı gördüğü günde böyle kolumdan tutup ciddi ciddi bir gün kaçırısam olur da yardım eder misin, demişti.

 

Bende ona hele sen bir kararını vermeden önce aşık ol gerisini yengen halleder demiştim. Şimdi ise hala ona yardım eder miydim bilmiyorum. Aileler iyice birbirine girebilirdi. Fakat bu yinede kardeşim dediğim adama yardımcı olmayacağım anlamına gelmezdi. Demi?

 

"Hayır! "

 

Bu ses benden değil yanımda hâlâ dik dik Furkan'a bakan Kaya'dan gelmişti. Ona kaşlarımk çatarak baktım.

 

"Yengem sen bir kararını iyice ver ondan sonra bakarız. " dedim. Furkan hince abisine dönüp gülümserken Kaya'nın bakışları bendeydi. Yangazlar buradan ayrılırken neden burada olduklarını bile sormamıştık. Gerçi benim tahminlerim vardı ama neyse.

 

"Hazal'ı ona kaçırmayacaksın. " Kaya konuşa konuşa benim için çektiği sandalyeye kuruldum.

 

"Ben değil belki ama bu çocuk biraz daha iki ailenin arasında kalırsa yapacak. " dedim.

 

Kendisi de yavaşça karşıma oturarak nefesini verdi. "Eğer Şeref ile babam ve benim aramız kötü olmasaydı..."

 

"Şuan evli bile olabilirlerdi. " dedim. Devamını getirerek yüzüne bakmıştım. "Kendimize hayrımız olmadı, Kaya. Bari sevenler kavuşsun. " diyerek omzumu silktim.

 

"Hayır." dedi yine. Bakışlarındaki kesinlik gözle görülürdü.

 

"Bana değil kardeşine söyle. Çünkü eğer Furkan kararını verirse ona yardım etmekten çekinmem. "

 

"Neden? "

 

"Mazide kalan bir söz. " diyerek burukça gülümsedim. "Aramızda."

 

O mazinin ne olduğunu her bir diyaloğu ile öğrenmek için çıldırdığının farkındaydım ancak yine de sesimi çıkarmadım. Sanırım biraz da kıskanıyor muydu neydi? Niyeyse...

 

Şuan o kadar iyi his ediyordum ki, sanki bu sabah yeniden doğmuş gibiydim. Her ne kadar gemide bazı gerçekleri yine konuşmak zorunda kalmış olsakta ikimiz yine dönüp birbirimizi bulmuştuk.

 

Hiç bişey akımdan çıkmıyordu. Ama en azından hayatımı yaşamak için önüme bariyerde oluşturmuyordu. Çünkü zaten her gece aynı olayları uykumda yaşayan birisiydim. Her gün tekrar tekrar işkence gören birisiyken bari gündüzleri kendime bu işkenceyi çektiremezdim.

 

Her ne kadar beni aramamış olsa da sevdiğim adamın gözlerindeki o pişmanlığı da görebiliyordum. Af etmeyecek olsam da o benim ilk ve son aşkımdı.

 

Gelen kavhaltılıklarla ufak ufak yerken onun büyük lokmalar alışını izledim. Eski bir tanıdığım aşkın çok garip olduğundan bahsetmişti. Gururun veya küslüğün ardından hiç sağlam çıkmayaşından bahsetmişti. Her ilişkide bu üç harf illaki yara berelerle ortamdan ayrılıyordu.

 

Sanırım bu konuda çok haklıydı. Çünkü gerçekten de sevda denen bu şey, aşk denen bu illet girdiği hiçbir savaştan sağ çıkamıyordu. Ya girdiği hayatlarda ki aşk mutlu son değildi ve ayrılıyorlardı ya da ikisi de ölüyordu.

 

Derin bir nefes verdim. Aşk öldürürdü belki ama sevda süründürürdü. Kaya onu izlediğimi fark edince göz kırptı. Fark ettiğim anda kahvaltıma dönerek gözlerimi sofraya bakarken kırpıştırdım.

 

Utanmıştım ve kalbim yine çırpınmaya başlamıştı. Aradan koca bir asır geçmesine rağmen hala aynı etkiyi bırakması çok şaşırtıcıydı. Ya bedenim aptaldı ya da aklım ve kalbim sadece o diye tuturmuştu. Bence ikisi de aynı kefeye girerdi.

 

Sofranın ortasındaki tavadan kuymağı ekmeğe iyice sararak dudaklarıma doğru uzattı. Hiç tereddüt etmeden uzattığı ekmeği almak için elimi uzatmıştım ki geri çıkarak direkt dudaklarıma doğru dayadı. Bu defa elim ile uğraşmayıp aksine indirerek ekmeği ağızıma alıp çiğnemeye başladım.

 

İkimizde ara ara birbirimize baka baka ettik kahvaltımızı. Dün gece de doğru düzgün bir şey yemediğim için kendimi cidden aç his ediyordum. Bu yüzden Kaya çoktan yemeğini yemiş arkasına yaslanırken ben tıkınmaya devam ediyordum. Eski iştahıma rağmen yavaş yavaş kendimi toparladığımı hisedebiliyordum.

 

Son lokmayı da ağızma atacakken parlayan gözlerle yemek yiyişimi izleyen adama döndüm. Sanki dizinin en merak uyandırıcı yeriymiş gibi o son lokmayı da yememi bekliyordu.

 

Fakat ben yemedim.

 

Dudaklarıma uzattığım ekmeği kendimden çekerek ona doğru yavaşça kaldırdım. O ben, her kahvaltı yaptığımda illaki kendi elleriyle de ufak ufak beslerdi. Bu eskidende böyleydi.

 

Şimdi ise ben ona uzatıyordum. Uzanan elim hafif hafif titrerken bana bakan harelerin titreyişini izledim. Yüzünü elime doğru eğerek gözlerime baka baka önce ona doğru uzanan elimi öptü ardından lokmayı ağızına alarak yavaşça çiğnedi.

 

Elimi tekrar geri çekeceğim esnada izin vermeyip son lokmasını yuttu. Avucum ona doğru açık şekilde bir eli ile bileğimden kavrayarak havalandırdı. Ve ilk defa yaptığı o hareketi yaptı. Parmaklarımı teker teker öptü.

 

Normalde teşekür etse kulak arkamdaki bir noktayı öperek ederdi ancak bu, bu çok farklıydı.

 

Elim inerken ona yavaşça gülümsedim. Geriye doğru sırtımı yaslarken bakışlarım etrafta ve onda gezindi. "Doyduysak gidelim mi artık. " dedim. Çünkü kızımı çok özlemiştim. "Ahuzar bizi bekliyordur. Çok özledim kızımı. "

 

Başı ile onaylayarak yavaşça ayaklandı. Beraberinde bende ayaklanırken gülümsüyordu. "Eminim o da annesini çok özlemiştir, " Bana baktı imâyla. "Tabi bisikletinden bize zaman kaldıysa. "

 

Sözleriyle güldüm bu defa. Haklıydı. Benim küçük kızım bisikletini fazla sevmiş ve onunla ayrı bir bağ kurmuştu.

 

 

 

🥀

 

 

 

"Var mu az da olsa umut? " Ayşe'nin sorusuyla yine kendi koltuğuna değilde karşısındaki masanın önünde duran ikili koltukta oturan Tuğçe ağırca başını kaldırdı.

 

Elindeki belgeleri ortalarındaki sehpaya yayarak incelemeye devam etti. "Umut her zaman vardır Ayşe. " dedi. "Sadece senden ricam ümidini yitirmemen."

 

Ayşe derin nefesini verirken gözlerini kısa bir an yumdu. "Öyle bir haldeyim ki Tuğçe... " dedi normal aksanı ile konuşarak. "Kimse beni anlamayacakmış gibi. Karnımdaki masum her an beni bırakıp gidebilir. Bu ihtimal ile ona bağlamamaya çalışıyorum sonra ise pişman oluyorum. Çünkü hangi anne evladına bağlanmaz ki? Hangi anne bunu yapmaz? "

 

Arkadaşına üzgünce baktı. "Ben ona bağlanmazsam eğer, o bana nasıl bağlanacak ki? " Sorusu gözlerini yaşartmıştı. "Yarı yolda kalmaktan çok korkuyorum. Bir kez daha sevdiğim bir parçamı kaybetmekten ölesiye korkuyorum. Henüz babama bile söyleyemedim. Burdan çıktığım gibi yanına gideceğim. Sonunda cesaret edebileceğim. "

 

Tuğçe ileri doğru eğilerek kadının dizindeki elini avuçladı. Tırnaklarını gerçirdiği dizinden çekerek yumuşamasını sağladı. "Bunları düşünmeyip günlük yaşamına devam etmelesin. " diyerek bir doktor olarak değil bir arkadaş olarak onunla konuştu. "Eğer gidecek ihtimali sürekli aklında olursa strese girersin ve stres uzak durmak gereken en önemli şey."

 

Ayşe başını salladı. "Peki sen söyle. " dedi. "Bana tutunabileceğim bir dal ver. Benimle kalacak mı? "

 

Tuğçe donmuş bakışları ile bir süre arkadaşına baktı. Yalan söylemek istemiyordu. "Sana kesin konuşmamın imkanı yok." Bu sözler bile onu geriyordu. Bir doktor olarak bu tür konuşmalara alışık olsada karşısındaki kadın olmayan kız kardeşiydi. Bu yüzden bile kendini kıstırılmış gibi his ediyordu. "Ama dediğim gibi, her zaman bir umut vardır. Sana şimdi teker teker saydığım tüm şeyleri yaparsan eğer hamileliğini elimizden geldiğince rahat bir şekilde atlayacağız, tamam mı? "

 

"Emin ol, hamileluk sürecunden çok doğum beni korkutayi. " dedi Ayşe özüne dönerek. "Ona bişey olma ihtimali bile aklumu yedurtecek baa. "

 

"Şş! " dedi Tuğçe kaşlarını çatarak. "Her şeyin bir çaresi var diyorum sana, dinle sen şu arkadaşını. Ola ki çok çok bir tehlike sezersek en fazla sezeryan bir şekilde doğum yaparsın. Amaç içerde bebeğin sıkışıp nefessiz kalmaması veya anneyi riske sokacak bir harekette bulunmaması. "

 

Derin bir nefes alıp başını hafif hafif sallayarak onu uslu uslu dinleyen arkadaşına döndü. "Öncelikle, dinlenmek çok önemli. Sürekli dinleneceksin. Bol bol uyu. Yatak istihbaratı önemli. Verdiğim ilaçları düzenli kulanacaksın. Aksatmak söz konusu bile değil. O ilaçlar eğer olurda işe yararsa ve rahmindeki kist ne kadar küçülür ya da büyümesine engel olursa o kadar doğumun da düşük riskte gerçekleşir. "

 

"Tamam, " dedi Ayşe yine. "Başka? " Söylediği herşeyi yapmaya hazırdı. Yeterki yaşasındı.

 

"Düzenli doktor kontrollerini aksatmayacaksın. " Eline aldığı bir kağıdı ona uzattı. "Burada belirli günler yazıyor. Bu yazılan her güne sana randevu oluşturdum. Bana geleceksin ve bir sorun olup olmadığını beraber bebeğimize bakarak öğreneceğiz. Kesinlikle aksatmak yok. " Yine kesin bir dille uuyarmsıyla Ayşe buna da başını sallayıp kadığı arkadaşının elinden aldı.

 

"Bir diğeri ise, ağırlık kaldırmak yok. Mert Ali'yi bile kucaklamayacaksın. Hiçbir şey kaldırmak yok, kaçın. Stres yok, dengeli besleneceksin. Öğünlerini de sakın aksatma, kendine bak. Bazen çok yatmaktan sıkılırsan hafif hafif yürüyüşler yapabilirsin. Bahçeyi turlayabilirsin ama uzun sürmesin seni zorlamasın. "

 

Ayşe her şeyi olduğu gibi onaylamıştı. Tuğçe bu defa nefesini vererek ona doğru eğildi. "Şimdi geldik en önemli konuya. " dedi.

 

Ayşe ona daha çok odaklanırken Tuğçe devam etti. "Olur da, en ufak bir kanaman, sıvı akıntın, belde kramp veya ağrı olursa saat kaç olursa olsun isterse gece isterse sabah saat beş fark etmeksizin, önce ambulansı sonra ise beni arıyorsun. Anlaşıldı mı benim güzel kardeşim? "

 

Ayşe gözleri dolu dolu ayaklanarak ona sıkı sıkı sarıldı. Peşinden Tuğçe'de ayaklanarak sarıldı. İki kadın sıkı sıkı birbirlerine kenetlenmiş şekilde sarılırlarken teşekkür etti.

 

Tuğçe geri çıkarken, "Lafı bile olamaz. " dedi.

 

 

İki kadın bir süre daha konuşup gülüşerek zaman geçirdi. Gelen kahvelerde içilmişti. Henüz korkulacak bir durum yoktu. Düşük riski devam ediyordu ancak onun ilerisi daha çok kırmızı alarm verecek bir durum yoktu. Bu yüzden Ayşe hastaneden ayrılmış ve babasının evine gitmek için yola çıkmıştı. Normalde taksi tutmayı tercih etmese de çok fazla beklememeyi ve hareket etmek istemediği için konak arabasıyla bir şoför aracılığı ile gelmişti.

 

Bildiği, tiryakisi olduğu tahta kapının tokmağını vurarak geri çekildi. Şimdi en zoru burasıydı. Herşeyi babasına anlatmak.

 

Gökyüzüne bakarak derin nefesler verdi. Babasının üzülüp fenalaşmasından korkuyordu. Allah'um sen yardum et, diyerek içinden geçirdi ve açılan kapı ile babası Yusuf Hoca'ya döndü. Babası bir Kur'an kursu hocasıydı. Küçüğünden büyüğüne ondan bir şeyler öğrenmek isteyen herkes ona gelirdi.

 

Yüzü kırışıklarla dolu yaşlı adam sevinerek, "Kizum." dedi. "Hoşgeldun."

 

Ayşe hızla babasına sıkı sıkı sarılarak biraz soluklandı. "Hoşbuldum babam. " derken yavaşça ayrılmış ve içeri geçmişlerdi.

 

Bir şey bildiği varsa o da bu konuşmanın hiç kolay olmayacağıydı.

 

 

 

🥀 

 

Bölüm : 11.11.2025 13:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...