4. Bölüm

3) - ༻GÜN GELİR༺

Grim_gece
dilekkoc6789

"Karadeniz gibi ol.

Karadeniz gibi asi...

Karadeniz gibi durulmaz. "

 

Derler ki; Karadeniz'in umudu bitince inadı başlar.

 

🥀

 

İSTANBUL

 

(Karşılaşmaya üç gün kala...)

 

• GÜNÜMÜZ •

 

Yenilmek diye bir kavram var mıydı? Hayata karşı değil ama, kendine karşı. İnsan hiç kendine yenilir miydi?

 

Sanırım yenilebiliyordu. Çünkü ben kalbime yenilmiş beynime tutsak kalmıştım.

 

Nasıl oldu bilmiyorum, ancak zamanla bazı şeyleri kabullenerek aslında tek bir dalım olduğunu onunda kendi kızım olduğunu anlamıştım.

 

Kalbimde ağır bir sevda taşıyordum. Eğer kalbimi dinleseydim ölürdüm, eğer dinleseydim kızım arkamda kalırdı. Biterdim.

 

Şuan ise beynimi dinliyordum. Tıpkı şu son altı yıldır yaptığım gibi. Beynimi dinliyor mantığıma göre gidiyordum.

 

Tamam belki aşk beyinde başlar kalp de devam eder derler ama ben hiç öyle olmadım. Ben kendimi bildim bileli kalbimin tek bir sahibi vardı. Tek bir kişiye bağlıydım, tek bir kişiye sadıktım. Tek bir kişiye...

 

Şuan ki hayatımda hataya yer yoktu mesela. En küçük bir hatamda kızımdan olurdum. İşte bu yüzden mantığımla ilerliyordum çünkü her gün, her saat başı, her dakika diken üstündeydim.

 

Bu bir anne için olmaması gereken en son şey bile değildi.

 

Üstünü değiştirdiğim kızımı elinden tutarak ilerlettim. Beraber merdivenlerden inerken hiç istekli değildi. Daha demin kahkaha atan yüzü şimdi korkuyla kasılıyordu.

 

Bir çocuğun böyle büyümesi ne kadar doğruydu? Ben annesi olarak onu böyle görürken zorlanıyordum. Maf oluyordum. Ama mecburdum. Ona zarar gelmemeliydi.

 

Beraber masaya ulaştığımızda Çolak'ı masanın başında oturmuş elinde tabletiyle bir şeyler bakınırken bulduk. Muhtemelen bizi bekliyordu.

 

Yavaşça ilerleyerek bebeğimi yanımdaki sandalyeye oturttum. Kendimde mecburen Çolak'ın sağına oturdum.

 

"Ahuzar'ı diğer yanıma oturt Mira. Hayatımdaki tek iki kadını etrafımda görmek istiyorum. " diyerek tabletini çalışanlardan birine uzattı.

 

"Ona ben yediriyorum. Biliyorsun." Belki altı yaşında olabilirdi ancak ondan uzak tutmanın da tek yolu buydu. Yapacağım bişey yoktu.

 

Ahuzar'ın da onun yanında oturmak istemediğini bildiğim için kızımla küçük bir anlaşma yapmış ve her masaya oturduğumuz da ona yemeğini benim yedireceğim de kararlaştırmıştık. Nereye kadar böyle giderdi bilmiyorum. Tek bildiğim bişey vardı, o da götürebildiğim yere kadar ilerletmekti.

 

Baş başayken veya tek olduğu zamanlar da tabiki kendisinin yemesine izin veriyordum. Şuan burdaki amacım tamamen onu tehlikeden uzak tutmaktı.

 

Bunun içinde yapmayacağım tek bir şey bile yoktu.

 

Derin bir nefes verdim. Birazda sakin kalmaya çalışıyordum. Çünkü dün akşam saçmaladığı şeyleri damarına basarak gerçekleştirmesini istemiyordum. Belki altı yıldır bir tek nikahına hayır diyebiliyordum ancak kızım büyüdükçe tehditleri de onun üzerinde artmaya başlıyordu, bu da gittikçe beni zorluyordu. Bu yüzden elimden geldiğince sakin olmalıydım.

 

Aslında, fazlasıyla sakindim. Üzerimde bir durgunluk vardı. Tabi buna, içtiğim beş ilaç antidepresanın da fazlasıyla etkisi vardı.

 

"Peki karıcım. " diyerek ellerine çatal bıçağını aldı. Daha sonrada Ahuzar'a bakarak göz krıptı. Kehribar gözleri dudaklarına kıyasen gülümsüyormuş gibi kısıldı. Bakışları bir tabak bir Ahuzar arasında gidip gelirken dudaklarını yavaşça aralandı. "Günaydın kızım. Yok mu babaya bir günaydın? "

 

Sertçe yutkundum. Çünkü Ahuzar asla Çolak'la konuşmazdı. Sadece yüzüne düz bakışlarla bakar beden dilini kulanırdı. O da sadece evet hayırlarda geçerliydi. Yine ve yine karşılık alamayan Çolak bu sefer bana dönerek dik dik baktı. "Senin yanında adeta şakıdıyor. Bana gelince ağızını bıçak açmıyor. Sen mi tembihliyorsun bu çocuğu?"

 

Sinirlerimle oynuyordu. Bu gidişle ilaçlarda etki etmiyecekti. Ters bakışlarımı dik dik bakan gözlerine çevirerek, "Eğer tembihleseydim, emin ol konuşmamasından yana değil yüzüne bakmamasından yana tembihlerdim. Birde öyle düşün! " diyerek ağızıma salatalık attım. Yüzüne baktığına şükr etsindi.

 

Elindeki çatalı sıkarken hala bana baktığını his ediyordum. Ben ise onu umursamadan hem kızıma yediriyor hemde kendim yiyordum. Bir kaç dakikadan sonra derin nefeslerini vererek, "Üç gün sonra misafirimiz var. " dedi.

 

"Senin." dedim tavrımı bozmadan.

 

Kaşlarını çatarak bana doğru baktı. "Efendim? "

 

"Senin misafirlerin. " dedim oldukça sakin görünmeye çalışarak.

 

"Evet. Benim misafirim ve sende karım olarak yanımda durcaksın. Sonuçta senin memleketinden geliyorlar. "

 

Ne alaka?

 

"Ona bakarsan, iş de senin işin. Altı yıldır gitmediğim memeleketimi mi bana bağlıyorsun? "

 

"Ne olursa olsun, " dedi baskın sesiyle. "Yanımda duracaksın!"

 

Hiç bişey demedim.

 

Sessizlik bende kabullenişti. Bu hep böyleydi ki Çolak da bunu anlamıştı.

 

"Ayrıca, " dedi tabağıyla uğraşırken. "Bütün sunumlarla, yemeklerle ve içicekle; bütün herşeyle senin ilgilenmeni istiyorum. "

 

Ağızına bir parça lokma daha atarak bana baktı. "Malum o güzel ellerin değdiği heryeri yeşertiyor. "

 

Yine sessiz kalmıştım. Kabullenmiştim. Çünkü böyle küçük bir şey için onu başıma salmak istemiyordum.

 

Kahvaltımızı yaptıktan sonra çalışanlara yardım ederek sofrayı topladım. O arada Ahuzar da oturma odasında, orta sehbada oturmuş resimler çiziyordu.

 

Çolak kahvaltıdan sonra şirkete gittiği için koca villa çok şükür yine bomboştu. Ve kızımda rahatlıkla evin içinde geziyor istediği yerde oyunlar oynayıp boyamalarını yapabiliyordu.

 

Şimdi ise mutfakta oturmuş Gülhan Abla'nın kahvelerinden içiyordum. Gülhan abla çalışanların başı gibiydi. Bütün emirler ondan geçiyordu. Sözü geçen biriydi.

 

"Ah be kızım. İçim gidiyor sana. " dedi karşımdaki sandalyede oturmuş kollarını masaya koymuştu. Otuzlu yaşlarının başındaydı. Hafif kiloluydu ablam. Balık etli. Ama onu aşırı derece tatlı gösterecek bişeydi bu, ben çok seviyordum onun böyle olmasını. Hatta bazen kanım öyle çok kaynıyordu ki etlerini cimcikliyip seni yerim diye tehtit ediyordum.

 

Güldüğüm tek yer kızımın yanı ve burasıydı.

 

Üzerindeki beyaz aşçı çalışan kıyafeti ile duruyordu. Başındaki beyaz yazmayı çıkararak sıcaklamış şekilde bana baktı.

 

"Ben alıştım artık. " dedim gözlerimi kaçırarak.

 

"Hiçkimse bu kadar ağır şeylere alışamaz. Bunca zaman yaşadıklarını en iyi senden sonra ben bilirim. " dedi kızarcasına.

 

"Allah razı olsun ablam senden de." dedim tekrar ona bakarak. "Ahuzar'ımdan sonra en büyük dik durma sebebimsin. "

 

Gülümsedi. "Emin ol sende benim burda kalma sebebimsin. " Gülümsemesi hüzünlendi. "İstesemde seni bırakıp gidemem burdan. "

 

İşte tam da bu yüzden Çolak'ın yanında birbirimizle yabancıydık. Gülhan abla ve ben sadece o olmadığı zaman konuşur sohbet ederdik. Yan yana gelirdik. Onun olduğu yerlerde ise yabancı ve resmiyetliydik.

 

"Bilmiyorum abla. İçimdeki boşluk asla dolmuyor. " dedim düşünceli şekilde masaya odaklanarak.

 

"Nasıl dolsun be kızım. Sevdiğin adamın ölümünde bile doğru düzgün toprağına doyamadan apar topar getirdiler seni ha buraya. "

 

Yutkundum sertçe. "Ben, hiç unutmam. " dedim hüzünle. Gözlerim dolmuştu. "Hiç görmedim ölüsünü. İzin vermediler. Asker şehitleri asla gösterilmez dediler. İçeri almadılar beni. Sonra bir baktım cenazesi. Toprağa verdiler. Bir kere görmeyi bile çok gördüler bana. Oysa nelerimi feda ederdim onu bir kere bile görebilmek için..."

 

Bakışlarım Gülhan Ablayı buldu. Onunda gözleri hüzünlüydü. "Sadece sen biliyorsun abla. Saçlarını bile hala saklıyorum. Her baktığımda kalbim ağrıyor."

 

Sanki şuan ağrımıyormuş gibi...

 

Askere gitmeden önce saçlarını bana kestirtmişti. Traş makinesiyle kazıdığım saçını, her gün özenle dokunduğum, ellerimi daldırdığım o saçları atmaya kıyamadım. Bende saklamıştım.

 

Başımı eğerek burnumu çektim. "Kış soğuğu demeden, sabah akşam yattım ben o mezarlıkta. Hiç korkmadım. Gram korku hissetmedim, ne zihnimde ne de yüreğimde. Çünkü o yanımdaydı. "

 

Tekrar burnumu çektim. "Tamam ölmüştü ama ben hala onun yanında kendimi güvende ve huzurlu hissediyordum. " Başım bir çocuk gibi büküldü. Elim göğüsüme gitti. O hiç sönmeyen ateş misali yanan yüreğimi tuttu sıkı sıkıya.

 

Odamı sadece Gülhan abla temizlerdi. Çünkü başka biri odamı temizlerken Kara sevdamın saçlarına raslayıp beni Çolak'a şikayet edebilirdi. Onlar acımadan yapardı. Ama Gülhan abla yapmazdı.

 

Ben hamile kaldığımda daha yirmi iki yaşındaydım. Kara sevdam ise yirmidört.

 

İlk başlarda kızımı Çolak'tan sandım. Çünkü beni apar topar İstanbul'a getirdiği gibi malı bellemiş vaziyette tecavüz etmişti.

 

Hamile olduğumu öğrendiğimde istemedim. Ondan bir parça taşımak istemedim.

 

Onun bir tecavüz çocuğu olduğuna o kadar emindim ki...

 

Çolak gibi birinin bir tecavüz çocuğu olsa bile o an bir evlat vermek istemedim. Hastalıklı olan bu herife eğer onun çocuğunu doğursaydım, ölürdüm. Hayatını maf edeceği, kendi babası gibi onu da öldürecekse hiç doğmasın istedim.

 

İlerde acı çekecekse şimdiden benimle ölmesini istemiştim.

 

Evet, günahına girmeyi kabul etmiştim. Çünkü kıyamamıştım. Hangi şartlarda karnıma düşmüşse bile ona kıyamadım o an...

 

Daha sonra Gülhan ablayla tanıştım. Günler onunla geçti. İçe kapanık olan ben dolmuş taşmış bir vaziyette bağırarak çağırarak, ağlayarak ona içimi dökmüştüm.

 

Bütün hayatımı öğrenip sarsılan kadın bana tek bir cümle kurmuştu. DNA testi yaptırmalısın.

 

Kabul etmedim. Çünkü tekte hamile kalabileceğime asla ihtimal dahi vermedim. Daha sonra kaybedecek hiç birşeyim olmadığı yüzüme vuruldu. Kabul ettim.

 

Bendeki saçlarla ve gerekli bir kaç şeyle Gülhan abla benim için giderek tanıdığı birine testi yaptırmıştı. Sonuçlar normalde en yakın bir aya kadar uzun bir süreyle sonuçlanırdı ancak Gülhan abla tanıdığıyla konuşmuş en erken aynı gün, en geçe ise ertesi gününe istemişti. Bunu öğrenmek için zamanım yoktu, her an kendime zarar verebileceğimin farkında olduğu için elini çabuk tutmanın peşindeydi. Testi yapan kişi ne yapıp edip ertesi gününe yetiştirmişti.

 

O günün ertesi günü ise yaşadığım ağır şiddetten dolayı ayağa kalkamıyordum. Üstüne tekrar tekrar bana dokunmasıyla gerçekten daha fazla dayanamayıp sevdiğim adamın yanına gitmek istedim. Karnımdaki masuma rağmen.

 

O gün evden kaçmış hemen evin arka bahçesinin ardında kalan, denize bakan kayalıklara gitmiştim. Uçurumdu bilhassa. Ana yolun hemen karşısında bir kaç adımlık mesafede kalıyordu. Karadeniz'in ki kadar olmasa da kendimi bırakacağım denizde hırçındı.

 

Kendimi hırçın serin sulara bıracağım esna Gülhan abla gelmiş arkamda sakince bana, "O masuma kıyabiliceğini sanmıyorum. " demişti.

 

Ben ise, "Ondan bana kalan hiçbişey istemiyorum. " demiştim. Çünkü halim berbattı. Üstüm başım dağınık, yüzüm tanınmaz vaziyetteydi.

 

"Ya ondan değilse. " demişti bana. "Ya sevdandansa. "

 

Yavaşça ona doğru dönmüş gözlerine bakmıştım. Eğer ondansa işte o zaman kıyamazdım... "Kendine kıyarsın." demişti başıyla onaylayarak. "Ama ona asla. " Karnıma bakmış ve bir zarf parçasını bana uzatmıştı.

 

Yutkunmuştum. "Gerçekten mi? " demiştim anladığım şeyle. Umutlanmıştı yüreğim. "Kayam'dan mı? "

 

Gülümsemişti ağlayarak. "Evet."

 

Hızla bana doğru gelerek sarılmış ve kenardan uzaklaştırmıştı. "Diyordun ya hani bana tek bir dalım yok diye. Bak kızım, kurban olduğum yarrabim onca şeye rağmen onca zûlme rağmen onu senin karnına filizlendirmiş. "

 

Benden ayrılarak yüzüme bakmıştı. Avuçlarına almıştı yüzümü, saçlarımı okşamıştı. "Onca dayağa hangi bebek dayanır? Ümidini yitirme. O hala sende. Allah izin verirse de ondan kalan tek evladını kucağına alacaksın. "

 

Hıçkırarak ağlayıp başımı göğüsüne yaslamıştım.

 

O günden beri doğumuma kadar sürekli karnımla konuşmuştum. Sanki onun ruhuyla konuşur gibi karnımı okşamış bebeğimle konuşmuştum.

 

Ne kadar acıydı dimi?

 

Kendi kendime burnumdan güldüm. Ama güldüğüm gibi de burnumu çekerek gözlerimden akan yaşı sildim.

 

Raporu olan ben, bunca acıya göğüs germiştim.

 

Gün doğumuma geldiğinde ise Çolak erken olduğunu anlamıştı. Ancak ben tam dokuz ayımı doldurmuştum. Allah'tan evde doğum yaptığım için gelen doktor böyle durumlarda erken doğum olabilir diyerek çok göze batırmamıştı.

 

Derin bir nefes vererek mutfaktan orturma odasına, küçük kızıma baktım. "Tek varlığım. " diyerek düşüncelerden ayrılıp derin bir nefes verdim.

 

"Benim dedemin bir vaazı vardır. " Gülhan ablanın sesiyle tekrar ona baktım. Gözleri acıyla bakıyordu. "Allah dua eden kullarına üç şekilde cevap verir, derdi. Evet der, istediğini verir. Hayır der, daha iyisini verir. Bekle der, daha daha iyisini verir. Ama verir, derdi. "

 

Masadaki elimi avuçlarına aldı. "Her zulmün bir sonu vardır kardeşim. Bekle. "

 

Gözlerim dolu dolu ona bakarken, "Anne? " diye mutfağa girdi Ahuzar. Gözlerini kaşıyordu. Uykusu gelmişti büyük ihtimalle. "Benim çok uykum var. "

 

Hızla göz yaşlarımı yok ederken oturduğum yerden kalktım. Gülhan ablanın elinin tersini öperek iki kere hafifçe vurdum. "Teşekkür ederim ablam. İyiki varsın. "

 

Gözlerini yumarak bana hala aynı şekilde bakıp başını salladı. Ahuzar'a yönelerek elinden tuttum yavrumun. "Gel bakalım annecim. Uyutalım seni. "

 

Merdivenlere yönelirken başını bana doğru kaldırdı. Boncuk boncuk gözlerini kırpıştırdı. "Bana türkü söyliceksin dimi anne? "

 

Durarak başımı eğip ona baktım. Küçüklüğümde ki o kızın kopyasına, kendi birebir kopyama. "Bebeğim seninle ne anlaşmıştık? Yürüken veya merdivenleri çıkarken önümüze bakıcağız. Ayrıca evet. Türküsüz uyku olur'mu hiç? " dedim gülümseyerek. Merdivenleri çıkmaya devam ederken bu sefer önüne bakıyordu.

 

"Bişey olmaz anne. Sen yanımdasın, beni korurusun. " Durakladım. Donmuş gözlerle kızıma baktım. Bu cümlesi öyle çok içime işlemişti ki oturup ağlayabilirdim. Tarifi edilmez ama yaşanılır bir duyguydu annelik duygusu.

 

Yutkunarak gülümsedim. "Yanındayım tabi. Korurum seni. Düşmeden tuttarım kollarından. "

 

"O zaman neden bana kızıyorsun? " diye sordu masum masum.

 

"Kızmıyorum bebeğim. " dedim önüme dönerek. "Uyarıyorum. Yanında olmadığım zamanlar önüne bak diye uyarıyorum. "

 

Merdivenleri bitirmiş kendi ayrı odama doğru yönelirken güldü. Daha demin uykusu vardı ancak benim yanıma gelince bütün uykusu kaçmış gibiydi. "O zaman ben önüme bakıyorumkine! Sen olmayınca düşüp canım yanmasın diye hep önüme bakıyorum. "

 

Gülümseyerek onu odaya götürdüm. Kapıyı açarak içeri geçmesini bekledim. Kendimde içeri geçerek kapıyı arkamdan kapatmış kızımın üzerini değiştirmiştim. Üzerine geçirdiğim mavi tüylü pjamalarıyla yatağa yatırmış yanına bende yatmıştım.

 

Şimdi ise uzun siyah saçlarımı eline vermiş o benim saçlarımla ilgilenip oynarken ben ona türkü söylüyordum.

 

"Dışım çiçek açmuş belki

İçimde kara yosunlar

Görenler mesut sanıyor

Bilmezler ki ne derdum Var. Oyy ." diye girdim türküye. Yavaş yavaş naifçe söylemeye koyuldum.

 

"Dışım çiçek açmuş belki

İçimde kara yosunlar

Görenler mesut sanıyor

Bilmezler ki ne derdum Var. Oyy ."

 

İçimi anlatan bu türküyü her söylediğimde kan ağlardı yüreğim.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladum oy."

 

Kızımın gözleri yavaş yavaş giderken bende başımı yastığa koyarak devam ettim.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladum oy."

 

Başına küçük bir buse kondurup kokusunu içime çektim. Derin derin aldığım nefeslerle bir kez daha yaşadığımı hissettim.

 

"Gün geçer gece olur

Gecem geçmez gün olmaz

Yalvarurum mevlaya

Bir duam kabul olmaz oy."

 

Ben söylemeye devam ederken kızımda iyice bana sokulmuş uykunun kollarına bırakmıştı kendini.

 

"Gün geçer gece olur

Gecem geçmez gün olmaz

Yalvarurum mevlaya

Bir duam kabul olmaz oy."

 

Derin bir nefes verdim.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladım oy."

 

Bu kısım o kadar içime dokunuyordu ki elli kere de söylesem yine içime otururdu.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladım oy."

 

Bir kez daha söyleyerek sonunda bende kızımın yanında uyuyakalmıştım.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladım oy... "

 

🥀

KARADENİZ

RİZE

 

(Şimdiki zamandan bir hafta dört gün önce...)

 

KAYA DEMİR KARAHANLI.

 

Yılların hırsını alamamış gibi şimdi ise derin acılı bir sancı çekiyordu. Göz yaşları görünmemesi için taktığı güneş gözlüğü bile ona ağır gelirken iki adım atarak küreği eline aldı.

 

Dik durmaya çalıştı. Göğüsünü derinden bir nefes alarak kabarttı. İçi içine sığmıyordu. Aldığı nefes az geliyordu. İkinci kez sevdiği birini kaybetmek ona çok ağır geliyordu. Şehitleri hariç. Çünkü onlar ağırlık değildi, onlar ölü bile değildi. Onlar yiğit gibi vatanı için şerefle can verenlerdi.

 

Elindeki kürek bir an ağır geldi. Küreği oynatarak toprak atmaya başladı. Her toprak atışında bir kez daha çöktü, artık ondan sadece iki yaş büyük bir amcası yoktu.

 

Tıpkı sevdiğinin artık olmaması gibi...

 

Amcasıyla ilgili olan son anıları bir bir gözünün önüne gelirken bir damla yaş daha gözünden aktı. Ancak gözlüğün ardından kimseye kendini belli etmeden çenesinden sıyrılıp amcasının toprağına karıştı.

 

♦︎

 

"Amca sende oynasana da bizumle?" dedi Burak topu ayağında sektirerek. Daha sonra ikizi Furkan'a paslayarak, Fatih amcasına baktı.

 

Furkan gelen pasla güldü. "Yook, olmaz. Oynarsa yengem amcami fena benzetur. Valla bizim çaylıklar gibi kıburdayamaz olduğu yerde. " diyerek gülecekken kafasına yediği şamarla sustu. Furkan topu abisine paslayarak Fatih amcasından uzaklaştı.

 

"Kaya, at ha şu topu da çakayım şunun sıfatına bi tane. " dedi Fatih öfkeyle.

 

Kaya gülerek amcasına pasladı topu. Fatih gelen topa öyle bir vurdu ki, top ilk önce Furkan'ın yüzüne ordanda yan taraftaki sehbanın üzerindeki vazoya çarparak kırdı.

 

Öfkeyle vurduğu için çok sert vurmuştu. Kaya alt dudağını dişlerinin arasına alarak amcasına baktı. "Ha şimdi sıçtuk işte."

 

Furkan yüzüne karşı beklemediği topla yere yapışırken Ayşe söylenerek merdivenlerden aşağı kucağındaki su dolu kovayla inmeye başladı. İnerken de, "Ula ne oldii, ne ettunuz?! " diyerek karşısında duran dört uşağa birden baktı.

 

Fatih diken üstünde bir karısına bir Kaya'ya baktı. Burak ise küçük adımlarla olay yerini terk etme taraftarıydı ki Fatih ensesindeki kıyafetten yakaladı. "Nereye kaçaysun ula! Size ben kaç kere söyledum evin içinde top oynamayacasunuz diye? "

 

Sızlanarak yerde burnunu tutan Furkan ise tam, "Amca... " demişti ki Fatih gözlerini belerterek karısını işaret etti. "Başlatma amcana! Amcasu hıyar! "

 

Kaya kahkaha atarak kardeşini yerden kaldırıp yengesine döndü. "Toz mu alaysun yenge? " diyerek Ayşe'nin kucağındaki kovayı gösterdi.

 

"Hee! Toz alayrum. Alayrum da, alamadan gittu güzelum vazo. " diyerek kocasına baktı. Fatih ise gözlerini kaçırarak, "Hee." dedi.

 

"Ulan ben şimdi sizi! " diyerek kovayı yere bırakmış dördüne birden ayağındaki terliklerle mutfağa kovalamıştı. Mutfakta fasulye ayıklayan Asiye anasının ayaklarındaki terlikleri de alarak birini Furkan'ın diğerini de Fatih'in kafasına atmıştı. Herkes ise kahkahalarla gülüyor küçük Mert Ali ise ellerini çırparak, "Babam yine anadam çekeyi. " diye geziyordu.

 

♦︎

 

"Abi, baa bırak. " dedi ikiz kardeşlerinden biri olan Furkan. Elindeki küreği ona vererek bir iki adım geri çıktı. O esnada da bir yanına diğer ikiz kardeşi Burak ve diğer yanına da babası Osman Bey gelmişti. Diğer amcası Kemal Karahanlı ortalıklarda görünmüyordu. Kardeşinin çıkan otopsisini ve ceset denetlemesini yaptıktan sonra yıkılmış halde anında olduğu yeri hızla terk etmişti. Bir abi olarak kardeşinin cesedini görmek onun için çok fazla ağırdı.

 

Diğer kardeşi olan Burak'ın yüzüne baktı. Gözleri kıpkırmızıydı. Yüzü çökmüş ellerini ise önünde birleştirmişti. Başını eğmiş abisinin mezarına bakıyordu. Sonra babasına baktı. İçi acıdı. Önüne dönerek kendisi de başını eğdi. Göz yaşları dur durak bilmeden aktı her iki yanağından.

 

Eğer gelmeseydi, ona amcasının öldüğünü söyleyecekler miydi? Ya da ne zaman söyleyeceklerdi?

 

Gurbetteydi diye saklayacaklarına o kadar emindi ki...

 

Eve geldiği an amcasının cesedi hastaneden, ceset denetlenmesi için getirilmişti. Onun bir Karahanlı olup olmadığını tespit edilmesi için. Neden, nasıl öldüğünü bilmiyordu. Bir gün önce aldığı görev ile memleketine gelmiş ve geldiği gibi ise yengesinin ona 'gitti' sözünden sonra ceset denetlemesi tekrar yapılmıştı. O bir günün sonunda, bugün toprağa verilmişti. Hala kimse ona nasıl öldüğünü veya olayların nasıl geliştiğiyle ilgili hiçbişey demiyordu. Ortalıkta tek bir laf dönüyordu o da trafik kazası geçirdiğiydi.

 

İnsanın sevdiğini kaybetmesini o kadar iyi biliyordu ki...

 

Dışardan kim görse sert duruşundan ödün vermeyen dağ gibi yıkılmaz bir delikanlı diyebilirdi. Ancak hikayenin aslı o değildi. Hikayenin aslı çok başkaydı. Kimse içinin ne denli yandığını, silah tutmaktan nasırlaşmış parmanlarının ucunun uyuşup buz kestiğini his edemezdi.

 

Bu ne anlatılırdı ne de dinlenilirdi. Yaşamadan kimse bilemezdi.

 

"Baba." dedi öfkeli sesiyle Kaya. Lacivert gözleri, siyah güneş gözlüklerin ardından görünmeden sızlayıp yaşardı. "Nasıl?"

 

Anlam veremiyordu. Aniden gelen ölüm haberini bir türlü aklı almıyordu. Yüreği kaldırmıyordu. Hele ki gelir gelmez böyle bir manzarayla karşılaşmayı asla beklemiyordu.

 

Osman Bey saklamadan sildiği göz yaşlarıyla kardeşinin toprağa verilmesini izledi bir süre. Yan tarafındaki en büyük oğluna doğru yavaşça baktı ve eğilerek, "Konuşacağuz evlat, sabret. Bırak da, bu ihtiyar acusunu yaşasun az. " diye fısıldadı.

 

"Baba." diye direnecekti ancak vazgeçerek nefesini verip yerinde dikleşti. Gözlerini bir kaç saniyeliğine yumdu. Daha fazla zorlamanın bir anlamı yoktu. Er yada geç nasıl olduğunu amcasının ölümünün arkasında kim olduğunu veya nasıl olduğunu öğrenecekti.

 

Basit bir trafik kazası mı yoksa arkasında biri olup, suikast mıydı, öğrenecekti.

 

"Abi." dedi hemen yanındaki Furkan. Bu seferde Burak kürekle abisinin toprağını atıyordu. Hem hüngür hüngür ağlıyor hemde toprağını atarak bişeyler mırıldanıyordu. "Yengem telef oldi. "

 

Kaya'nın bakışları toprağı avuçlayıp sıkan yengesine kaydı. Olsaydı eğer toprağı kendine saklayacaktı. Hem ağlıyor hemde toprağı sıkıp Fatih diye feryat ediyordu.

 

Ardından gözleri bir öne bir arkaya yerde oturmuş sallanan anasına kaydı. Kötü haldeydi, fazla kötü.

 

Gözlerini yumdu bir kaç dakika. Neden herşey böyle üst üste geliyordu... Öncesinde de kendi şehadet haberi gelmişti. Gerçek değildi belki ama gelmişti. Şimdi gerçeği olacak diye anası ondan yana korkup diken üstündeyken hiç beklemediği kişiden gelmişti ölüm haberi.

 

Yıllar önce de Kaya'nın ölüm haberini aldığında böyle olmuştu. Evlat acısını kısa da olsa tatmıştı. Şimdi ise olmayan erkek kardeşinin yerine koyduğu adam gitmişti. O bir umuttur geri dönmüştü. Peki ya Fatih?

 

O geri dönecek miydi?

 

Hayır.

 

Çünkü o gözlerinin önünde gömülmüştü. Ölen erkek cesedinin Karahanlı ailesine ait olduğu denetlendirilmişti.

 

Kaya sıkkın bir nefes vererek başını eğdi. "Anamın yanında durun ne olur ne olmaz. Yengem de kötü zaten. Nenemi saymıyorum bile. "

 

"Baba? " diyerek anasının yanında durdu küçük Mert Ali. Mert ismini annesinden Ali ismini ise babasının ikinci isminden almıştı. Sonra annesine baktı. Siyahlar içindeki anasına baktı. Ağlamıyordu artık Ayşe. O kadar ağlamıştı ki donmuş gözlerle kocasının mezarına bakıyordu. Sorgular gibiydi. Hayatını, yaşadıklarını ve kocasının ölümünü sorgular gibiydi. Altı yaşındaki Mert Ali küçük yumruklarını sıkmış gözleri dolu bir şekilde hâlâ annesine bakıyordu. "Ana? "

 

Ayşe oralı olamadı. Oğlunun sesini bile duymadı. Elektirikli tekerlekli sandalyesi ile gelen Nazlı Nine tam da Ayşe'nin yanında durmasıyla elini uzatarak kızın siyah yazmalı başını okşadı.

 

"Ah benum cüzel kizum. " diye fısıldadı. Evlat acısını en derinlerde yaşıyordu. Gözlerindeki o kırmızılık sanki bundan sonraki az kalan ömründe hiç geçmicek gibiydi. "Ah benum merhametlu bahsız kizum. "

 

Ayşe'nin bakışları kocasının annesine, kendi annesinin kaybı ardından bildiği tek anneye kaydı. Gözleri hızla dolmuştu.

 

"Ana!" diyerek tekrar ağlamaya başladı Ayşe. "Neden gitti? Beni bırakup gitti. " Hıçkırarak ağlamaya başlamasıyla Kaya'nın annesi Asiye Hanım'da daha şiddetli ağlamaya başladı. Sadece Karahanlı ailesinin olduğu cenaze merasimine kimseyi kabul etmemişlerdi. Cemiyette önemli bir insandı Fatih Ali ancak abisi Osman Karahanlı kardeşinin cenazesinde kimseyi istememiş sadece ailesini dahil etmişti. Kimsenin, dost veya düşman olarak acılarından zevk almasını, arkalarından ise alay etmesini istemediği içindi tüm bunlar.

 

"O seni bırakmadu kizum. O kanitladu. Sevdasinu kanitladu." diyerek başını okşamaya devam etti Nazlı Nine. "Benim oğlan senu sevdu Ayşe. Gerçek sevdalular yarum kalırmuş kizum, senin kocan da bunu kanitladu ya. Seni kurtararak senu ne kadar sevdiğunu kanitladu." diyerek göz yaşlarını şiddetle titreyen elleriyle sildi. Kendi göz yaşlarından sonra ise gelini değil de kızı olarak gördüğü en küçük kızının, Ayşe'nin göz yaşlarını sildi.

 

Kaya duyduğu sözlerle sertçe yutkunurken daldığı düşüncelerin arasından başını iki yana salladı. Ona hiç olamayacak bişey hatırlatmıştı. Sonra ise nenesine bakarak olayları anlamaya çalıştı. Abisi yengesini mi kurtarmıştı?

 

Nazlı Nine elektrikli sandalyesini Asiye Hanım'ın, Kaya'nın annesinin yanına çekerek bu sefer en büyük gelini, kızı gördüğü kadının göz yaşlarını sildi. "Fatuh Ali'ye şu zamana kadar yaptığın ablaluğun, üzerundeki emeğunun hakkunu hiç bir zaman ödeyemez, ama inşallah oğluma hakunu helal etmişsundur Asiye... "

 

Asiye Hanım açık mavi gözlerini sımsıkı birbirine bastırdı. "Helal etmez olur muyum ana, " Ana bildiği kadının göz yaşlarını sildi iki eliyle. "Helal olsun, ne kadar hakkum varsa üzerunde, helal olsun ana... "

 

Nazlı Nine yavaşça Ayşe'nin ve Mert Ali'nin ortasında olacak şekilde tekerlekli sandalyesini durdurdu. Ayşe ise daha çok ağladı. "Keşke, ben olaydım ordaa! " diyerek iki eliyle başını eğip toprağı avuçlarına hapsetti.

 

Nazlı Nine'nin kaşlarını çatıldı. "Saçmalama kizum, "

 

"O yaşasaydı ana, ben ona ciğerimi verirdum! " derken eli kalbine gitmişti sökmek ister gibi. Göz yaşları aktıkça hıçkırıkları şiddetlendi.

 

Mert Ali bu kalabalığa ve babasının mezarının başına çakılan tahtaya son kez baktıktan sonra koşarak arabalara doğru yöneldi. Nazlı Nine'nin kolu onu sevmek için havalanıp havada kalırken bir kaç bakış çocuğun koşuşunu fark etmişti. Tüm bu cenaze ve babasının ölümü onun küçük kalbine ağır gelmişti. Hele ki altı yaşında bir çocuğun...

 

Kaya'nın gözleri küçük yeğenine takılırken o da son kez mezar başındaki tahtaya bakındı.

 

FATİH ALİ KARAHANLI.

 

Derin bir nefes vererek yeğeninin peşinden gitmek için harekete geçen adamlarına eliyle durmalarını işaret edip kendi giderek o da cenazeyi terk etti. Koşar adımlarla ilerleyip arabalara doğru gelmesiyle etrafına bakındı, ağlama sesi duymasıyla sesin geldiği yere yöneldi. Küçük Mert Ali Karahanlı tekerleğe sırtını vermiş oturur bir şekilde hüngür hüngür ağlıyordu.

 

"Ali'm." dedi Kaya ona yavaşça yaklaşarak.

 

Mert Ali hızla başını kaldırıp Kaya'ya dönerek kocaman yaşlarla parlayan gözlerle bakındı. "Kaya amca? "

 

"Aslanım? " dedi Kaya da. Bir kaç adım daha atarak yavaşça önünde durdu. "Kalk amcam ordan. " dedi Kaya üşütmesinden korkarak. Asfalt soğuktur şimdi. Gökyüzünde Güneş de yoktu.

 

Mert Ali küçük omuzlarını oynatarak kalkmayacağına dair bir işaret verirken ağlamaya devam etti.

 

"Peki." dedi Kaya. O da yaklaşarak Mert Ali'nin yanına oturunca Mert şaşkınlıkla ona baktı. Kaya ise başını eğerek küçük yeğenine baktı. Gözlüklerini gözlerinden çekerek ne dercesine bakındı.

 

"Neden ağlıyorsun? " diye muhteşem bir soru sordu.

 

"Babamı kaybettum." dedi Mert Ali dudak bükerek. "Hemde sonsuza kadar Kaya amca... "

 

Kaya'nın da gözünden bir damla yaş süzüldü. Mert Ali, Kaya'nın yanağından akan o yaşı takip ederek burnunu çekti. "Sen niye ağlaysun Kaya amca? " diye sordu dudak bükmeyi bırakmış derin derin nefesler verirken.

 

Kaya da omuz silkerek elindeki siyah gözlüğü katladı. Üzerindeki siyah pantolon dizlerini kırarak oturduğu için gerginleşmişti. Göz yaşını sildi elinin tersiyle çocuk gibi. "Amcamu kaybettum daaa! Nasıl ağlamayim! "

 

Mert Ali şaşkınca amcasına baktı. Onu hiç Karadeniz aksanıyla görmemişti. Burnunu çekerek afallamış şekilde, "Kaya amca, sen ne ettun? " dedi dizlerinin üzerine oturarak bu sefer.

 

"Ne etmuşum?" diye sordu bu seferde. Kaşlarını hafif çatmış küçük yeğeniyle uğraşıyordu. Bir umut ağlamasın artık diye çabalıyordu.

 

"Karadenuzce konuşaysun." dedi. İçi kan ağlamasa bir an gülecek gibi oldu Kaya.

 

"Karadenuzca nedur ulaa. Erkek adamsun, Lazca deyiceksun. "

 

Mert Ali ise bir süre yüzüne bakmış sonra ise tekrar dudakları bükülünce tekerleğe sırtını vererek dizlerini kendine çekmiş kollarını dizlerine dolamıştı. Yine nefesini verip yüzünü buruşturarak ağlamaya başlamıştı.

 

"Gene noldi?"

 

"Babasuz kaldum Kaya amca. " dedi hıçkırarak. "Artık babam yook!" sona doğru sesi kısılmıştı. Sessiz bir çığlık gibiydi.

 

Üzülmesin istiyordu Kaya. Ben ona baba olurum dedi içten içe. İlk önce sol göğüsündeki amcasının fotoğrafını çıkardı. Bir müddet baktıktan sonra özenle katlayıp cebine koydu. İğneyi de yere atarak hala yerde oturup ağlayan uşağa baktı. Onu tekte kucağına çekerek sarıldı. Belki o fotoğrafı gecenin sonuna kadar çıkarmazdı ama bu çocuğa en küçük bişey olma ihtimali bile onu delirtirdi. Bir iğne batığı olsa bile...

 

"Kaya Amca? " dedi burnunu çekerek küçük Karahanlı. "Ölüm ne demek?"

 

Yutkundu Kaya. Bilirdi. Mert Ali biliyordu herşeyi. Altı yaşında olabilirdi ancak daha yedisine bir ay varken bile okula gitmemesine rağmen herşeyi bilme merakıyla yanıp tutuşan bu çocuk ölümün ne olduğunu iyi biliyordu.

 

Sadece soruyordu, yanlış mı biliyorum acaba diye. Çünkü Mert çok iyi biliyordu ölümün ne olduğunu. Babasını bile bir daha göremeyeceğini o kadar iyi biliyordu ki bu soru karşısında donup kalan amcasına bakarak hıçkırarak ağladı.

 

Ağladığı şey ise doğru bilmesiydi.

 

Gerçekten babasını bir daha göremeyecek olmasıydı.

 

Küçücük kalbi yanıyordu, yüreği göğüs kafesine sığmıyordu.

 

"Ağlama koçum." diye fısıldadı Kaya. "Ben sana baba olurum. Yeterki sen ağlama. İncitme, ağrıtma o küçük kalbini. "

 

Mert başını Kaya amcasının göğüsüne koyup ağlarken bir kaç saniyeliğine kaldırdı. "Sen benum babam olamazsun ki! "

 

Kaya'nın kaşları çatıldı. "Olurum ula! Ben amcan değul muyum? Niye olmayim? Amca demek baba yarusu demektur. Baba yarunum ben senun, baba yarun. "

 

Tekrar kaldırdı yavaşça başını Mert. "Valla mu? " diye sordu.

 

"Valla ya. " dedi Kaya çocuğun sırtını sıvazlayarak. Yüzü yumuşamış küçük yeğenine bakarken kaşlarının kavisi düzelmişti. Lacivert gözleri kendini açık renge bırakmıştı. "Gerçek baban gibi olamam belki, yerini tutamam ama bir amcan olarak her zaman babalık vazifelerini yerine getireceğim."

 

"Benum babam da senin baban yarun muydu amca? "

 

"Evet aslanım. " diyerek fısıldadı.

 

"Babam gibi mi olacaksun? "

 

"Evet."

 

O esnada Mert Ali çok mutlu olurken Kaya'nın kalbi sızladı.

 

O amcasının çocuğuna babalık etmek isterken aslında kendi kanından birini babasız bıraktığından habersizdi...

 

En acısıda burdaydı.

 

Geç kalmak...

 

🥀

 

"Aha bu Karadenuz'un asi dalgalaru aldu benden kocamu. " dedi Ayşe eli alnında Kayınpederinin sözünü keserek. Yüreği kor bir ateşteymiş gibi yanıyordu. Göz yaşları ardı ardına akıp giderken o gözlerini hırçın dalgalardan ayırmıyordu.

 

"Nasıl oldu baba? "

 

Oturdukları büyük salonda herkes gergindi. Nazlı Nine geldiği gibi oğlunun kaybından fenalaştığı için odasına alınmıştı. Asiye Hanım, Kaya'nın anası ise ilaçlar içmiş salonun yemek masasında oturarak başını ovuşturuyordu. Ayşe ise büyük sürgülü pencereden, hırçın dalgarı olan denize bakıyordu olduğu yerden.

 

"Gel oğul. " dedi Osman Bey yerinden kalkarak. Peşinden Kaya da yavaşça kalkamasıyla babası çoktan salondan çıkmıştı. Tam o da salondan çıkıcaktı ki gözleri yengesini buldu. Harap olmuştu.

 

Yavaşça yanına ilerleyerek hiç bişey demeden elini omzuna atarak göğüsüne çekti. Ayşe daha şiddetli ağlarken Kaya'nın da gözleri sızladı. "Yengem? "

 

Gözleri denize daldı Kaya'nın, yıllardır uzaktı en sevdiği manzaradan. Hasret kalmıştı. "Etma yengem, Mert Ali içun..."

 

"Canum yanayi Kaya. " dedi bağladığı kollarını açarak. Ayşe eşinden ona emanet kardeşine bakarak burnunu çekti. Derin bir nefes vererek, "Seni çok iyi anlıyorum yengem. " dedi Ayşe.

 

Bu söz bile Kaya'nın kalbine otururken içi yandı. "Etma yenge. "

 

"Her ne olursa olsun yengem. Her ne olursa olsun, " Başını iki yana sallayarak inci tanesi büyüklüğünde bir kaç göz yaşı daha döktü. Yanlış yapmasından korkuyordu. Pişman olmasından korkuyordu. "Hangi şartlarda ayrılmuş olsanuzda, sakun ha geç kalma. Sakun geç kalma... " diyerek kardeşinin yanından geçerek yavaş adımlarla salondan çıktı.

 

Yengesinin sözleriyle Kaya nefes alamadı. Kendi yaşamıştı. Kardeşim dediği adamın da sevdalığı kendininki gibi ölümle sonuçlanmasın istiyordu yengesi. Bunun farkındaydı ama çok uzun zaman olmuştu. Yıllar geçmişti üzerinden. Her yıl doğum günlerinde acaba öldü mü yoksa yaşıyor mu diye araştırıp o günün sonunda diken üstünde bir şekilde yaşadığı haberini alarak rahatlıyordu.

 

Ya yengesinin sözleri gerçekleşirse. Ya yüzleşmeden ondan giderse. Ya bir gün o mavi kapaklı dosyayı açtığında öldüğüne dair bir belirti alırsa? Tek eliyle sıkıntıyla yüzünü ovuşturdu. Tam arkasını dönmüştü ki karşısında anasını görmesiyle duruldu.

 

"Oğlum." diyerek Kaya'ya sarıldı hızla Asiye Hanım. "Sana yalvarıyorum. "

 

Kaya'nın akmaya direnen yaşlara karşı bu sefer direnemedi. "Ana, yapma."

 

"Ben korkayim saa bişey olacak diye! " diye ayrıldı Asiye Hanım yavaşça oğlundan. "Senun şahadet habarinu mu bekleyelum?"

 

Kaya üzgün gözlerle anasına bakarken sessiz kaldı. Bir bilseydi aslında şuan bile ne için geldiğini...

 

Bırakamazdı.

 

"Ben bir evlat acusu yaşadum zaten. İkincusunu yaşatma. " demişti. Kesin konuşmuştu. Sertçe yutkundu. Yıllar yıllar önce daha Kaya olmadan önce sekiz aylık kız bebeğini silahlı bir saldırıda kaybetmişti. Onun acısını daha yıllar evelden, bugünlerde bile hissederken Kaya bunun ile nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Üstelik kendisinin de sahte şahadet haberi ailesine daha önce ulaşmışken.

 

Kısacası annesi ona kal diyordu artık. Gitmesini istemiyordu. Kalacaktı Kaya, ancak ne için kalacağını ve nasıl kalacağını kimse bilmeden kalacaktı. "Benim işim orası. " Annesinin omuzlarını sardı kocaman elleri. "Senin duaların benden eksik olmadığı sürece kurban olduğum yarabbim beni korur evelallah. "

 

"Etma oğlum, kal. Nolur kal. " Annesinin ağlamasına dayanamıyordu. Bir süre annesine sıkıca sarılarak öylece kaldılar. Yengesi tekrar gelip annesini ondan alarak salondan çıkmasıyla iki eliyle yüzünü sıvazladı. Cidden ne yapacağı hakkında en küçük bir fikri bile yoktu.

 

Tam kapıya ilerliyordu ki salonun ortasında durdu.

 

Yangazlar da ayaklandı.

 

İkiz kardeşleri.

 

"Siz nereye oğlum? " diye sordu arkasına dönerek.

 

"Abi bizde gelelum. " dedi Burak.

 

"Olmaz, bir kaç dakika bizi yalnız bırakın. Sonra gelirsiniz."

 

"Peki abi. " dedi Furkan başını eğerek. Çok özlemişti abisini ikiside ama geldiğinden beri bir kere bile sarılamadılar.

 

Kaya ikisinede bakarak birden kollarını açmış ikisine de kucağını işaret etmişti. İkiside çocuk gibi dudak büker vaziyette ilerleyerek sarıldılar iki yandan abilerine.

 

"Ulan yangazlar. Ben gelirken sizi bir daha görmem demiştim. " dedi Kaya. Cenazesinin geleceğini düşünmüştü bu son operasyonda.

 

"Kısmet amcamaymış abi. " diyen Furkan'ın kafasına bir tane yapıştırdı Kaya.

 

"Deme lan öyle. Bari burda ara ver çirkin espirelerine. "

 

"Hakkatten Furkan ya. " dedi Burak da abisinden ayrılırken. Göz yaşları hala ardı ardına akıyordu. Fazla duygusaldı Burak, Furkan'a göre. "Bir sus ula. "

 

"Kötü anlamda demedum. " dedi en sonunda o da boynunu bükerek.

 

"E hayydi siz çıkın dışari. Bir hava alun. " dedi Kaya. Bilerek şivesini değiştirdi ki yangazlar sevinsin tepki göstersin diye. Aynı tahmin ettiği gibi de oldu. Eskiden çok severdi şiveyi Kaya. Büyüdüğü bu topraklarda kendi dilini kulanmayı severdi ancak altı yıl önce yaşadığı travma ve terk edilme duygusuyla, şiveyi de sevdiğinin aşkı ile beraber yakıp küle çevirmişti.

 

"Abim be! " Birbirlerine son kez sarılarak salon girişinde ayrıldılar. Yangazlar hava almak için dışarı çıkmıştı. Kaya ise içten bir nefes vererek yanan ciğerine inat çalışma odasına babasının yanına doğru ilerledi.

 

🥀

 

"Gidecek misun evlat? " diye sordu masasında oturan Osman Bey. Parmaklarını birbirine kenetlemiş masaya koyarak öne doğru eğilmiş şekilde masasının önündeki koltuklardan birinde oturan oğluna bakıyordu.

 

Gözlerinin altı mosmordu. Uyumamıştı belliydi. Yorgunca nefes verdi Osman Bey.

 

Eliyle başını ovuşturan Kaya bir müddet cevap vermedi. Gideceği bişey yoktu, görev yeri zaten şuan burasıydı. Bişey demek yerine, "Nasıl oldu baba? " diye sormayı tercih etti.

 

Soruya soruyla cevap vermek bu hayatta en nefret ettiği şeylerden biriydi. Ancak babası da ona başka bir şans vermiyordu. Kaya'nın askerde olmasını değil yanında şirketin başında olmasını istiyordu.

 

Tabiki oğluyla gurur duyuyordu. Bir Özel Kuvvet askeri olmak kolay değildi ve oğlu yıllardır bunun için çabalayıp tam başarmışken şimdi böyle bişeyle karşılaşması hoş değildi, olmazdı.

 

Yıllardır dil döküyorlardı gelmesi için, sadece Kaya hiçbir zaman oralı olmamıştı. Şimdi ise Osman Bey'e göre ne yapacağı belirsizdi.

 

Sevdasının solduğu yıldan beri kendini dağlara atmıştı. Ve şimdi ise sevdasının solduğu yere göreve gelmişti.

 

Osman Bey derin bir nefes vererek arkasına yaslandı. İlk önce yutkundu. Sonra ise düşünceli bir şekilde yere bakan oğluna odaklandı. Tatsız bir sesle, "Denuz'de oldu ne olduysa." dedi.

 

Kaya anında kaşlarını çatarak anlamaya çalışır bir ifadeyle babasına döndü. Dönen koltuğu babasına doğru hafiften çevirerek oturdu. "Nasıl? Hani trafik kazasıydı?"

 

Nasıl yani sevdiği bu deniz, bu Karadeniz ondan amcasını mı almıştı?

 

Kaya'nın aklına yarım saat önce Ayşe'nin denize bakarak kurduğu cümle geldi. Aha bu Karadenuz'un asi dalgalaru aldu benden kocamu.

 

Nasıl anlamamıştı...

 

Osman Bey yüzündeki huzursuz ifadeyle tekrar masaya dayanarak öne doğru geldi. Oğlunun yüzüne baktı. Öfkeyle kasılıyordu düşündükleriyle, bunu da biliyordu. "Şimdi sana anlatacağum şey sadece ikimizun arasunda kalacak Demur."

 

Babasının baskın sesiyle Kaya da yerinde dikleşti. Yutkunarak başını salladı. Eğer babası biraz daha neler döndüğünü ona anlatmazsa içindeki bu keskin öfkeyle ne yapacağı belli olmazdı.

 

Osman Bey ise sıkıntıyla masaya bakıp anlatmaya koyuldu. "Cemul Karataşu bileysun. Hemi? " sorduğu soruyla tekrar oğluna döndü.

 

Kaya derinden çattığı kaşlarıyla tekrar başını salladı. İşin sonu nereye gideceğini ve amcasıyla ne alakası olduğunu merak ediyordu.

 

"O adam benum ezelden düşmanımdur. " diyerek oğlunun gözlerinin ta içine baktı.

 

"Ne? " dedi Kaya şaşkınlıkla.

 

"Yıllardur yoktu ortada. Oğlu hep buralardaydu ancak kendi gelemeyidi. "

 

"Neden? "

 

"Çünkü sıra bendeydu. "

 

"Ne sırası?! "

 

Osman Bey yutkunarak, "Saldırı sırasu. " dedi.

 

Kaya ne diyeceğini bilemeden öğrendiği şeylerle öylece bir müddet babasına bakakaldı. "Ne yaptın baba? " diye sorarak fısıldadı.

 

"Bişey yapmadum oğul. Ama o tekrar yaptu. Hemde o bilmeden. "

 

"Hiçç bişey anlamıyorum baba! Açık konuş! "

 

Sinirlenmeye başlayan oğluna baktı. "Oğlu Cemşud Karataş, Ayşe'ye hep sevdaluydu." dedi, kurduğu cümleyle oğlunun gözlerinin içine baktı. Kaya şaşırdı.

 

"Amcam cemiyettin kurbanı mı oldu?! " diye öfkeyle ayağa kalktı Kaya.

 

Anlamıyordu.

 

Ne boklar dönüyordu anlamıyordu, sinirden saçlarını yolacak kıvamdayken babasına öfkeyle bakıyordu.

 

"Cemiyet değil belki ama bir üyesi tarafından, evet. " dedi. "Ayşe, amcanu; kardeşimu seçtu, bileysun. O zamanlar sen nişanlı değildun. O zamanlarda çok çabalamuş Ayşe'yi alabilmek içun. "

 

Ne yani, yer altında oturduğu o masada abisi hergün düşmanıyla yüz yüze mi geliyordu? Veya eceliyle...

 

Kaya duyduğu sözle duraksadı. Nişanlanmak sözü aklına tek bir isim getiriyordu. Ahu...

 

Durakladı. Nefes alışları birden normale döndü. Adını hissetmek bile rahatlatıyor, huzura erdiriyordu.

 

Düşündükleri ile acıyla kasılan kalbine inat yutkundu. Bir sevda nasıl yıllardır bitmek bilmez aşka tükenmezdi?

 

Aksine her dakika özlüyordu. Ölüyordu onsuzluktan.

 

Oysa geri döndüğünde onu öldü bilip hemen evlenen bir kadına hala aşıktı. En azından Kaya böyle düşünüyordu.

 

Gerçekten içi acıdı, gözlerini yumarak derin nefesler verdi. Geri babasına döndüğünde ise ona hüzünle bakan kopyası olan koyu lacivert gözlere baktı. "Anlat baba. "Yerine tekrar oturdu. "Anlat... "

 

"Cemşud yillardur ikna edemeduğu kadunu evli olmasuna rağmen çocuğu var demadan Fatih'i öldurme pahasuna almaya çaluştu bu sefer. "

 

Derin ve zorlayıcı bir nefes verdi. "Son geluşunde gözü kararmuş. Fatih o gün Ayşe'ye bir süpriz kurmuş evlilik yıl dönümleruni kutlamak içun kendu gemusunu almıştu."

 

Yıl dönümleri, ölüm tarihi mi olmuştu...

 

"Cemşid de gemide Ayşe var demeden amcamı öldürme pahasına suikast düzenledi. " diye tamamladı Kaya. Bir teori olarak ortaya atmıştı ancak babasının gözlerine ve suskunluğuna bakılırsa son kırıntısına kadar haklıydı. Başka ne olacaktı ki zaten!

 

"Geceden gemunun makine dairesune bomba yerleşturmuş."

 

Kaya duyduklarıyla şaşkınca babasına bakarken öne doğru eğilerek bir elini saçına atarak çekiştirdi. Her şeyi bekliyordu ama bunu beklemiyordu.

 

Kanında inanılmaz bir öfke gezinmeye başladı.

 

"Planu gemiyi batırup Ayşe'yi almaktu. Ancak ters teptu çünki Ayşe asla Fatih'i bırakmadu." derin bir nefes vererek devam etti. "Fatih bir bomba düzeneğinun olduğunu anlayunca Ayşe'yi bir şekulde gemuden uzaklaştımuş feribotla ancak kendu daha uzaklaşamadan bomba patlamuş. " Anlatırken bile kalbi sıkışan Osman Bey elini kalbine atarak derin bir nefes aldı. Arkasına yaslanarak devam etti.

 

"Fatih gemunun en uç güvertesinde artık nereye savrulmuşsa Ayşe feribottan suya atalayarak Fatih'in yanına yüzmüş. Bu bölgede de Cemşud devreye giriyor çünki planu tam olarak buydu. "

 

Yüzünü sıvazladı sertçe Kaya. "Amcam, yengemi uzaklaştırıcaktı. O oruspu evladıda yengemi alacaktı! " diyerek ellerini yüzünden çekmişti. Gözleri öfkeden daha ne kadar koyulaşabilirdi bilinmezdi ancak boynundaki damar sanki her an patlayacak gibiydi.

 

"Ama alamadu. Üstüne bir de çıkan ani fırtınayla Cemşud'un gemisude battu. Bizimkiler çıkan fırtınayla Fatih'i bulmak için açılmışlar. Fatih, Ayşe'ye bir zarar gelmesun diye denuzde gemiden kalan bir parçasuna onu tutundurmuş. Kendi ise akıntıya o an kapılmuş. Ayşe patlamanun şiddetiyle o an bayuldu demişti. Bayulunca akuntuya kapulmuş. " Osman Bey'in gözünden bir damla yaş aktı. Kardeşinin son fedakarlığını bile içini öyle yakıyordu ki...

 

Sıkıntıyla nefesini verdi. "Sen geleli neredeyse iki gün oldi. Amcanun neredeyse dört güne yakundur o ucu sonu belli olamayan Karadenuz'un hırçın sularunda cesedunu arayup buldular. O hırçın denuzde tam dört gün aradular. "

 

Gözleri yanıyordu Kaya'nın. Eğer o gemiye bir zarar gelmeseydi belki geri dönebilirlerdi. Sinirle sıktı yumruklarını. "Cemşid piçi yaşıyor mu? "

 

Başını salladı Osman Bey. "Yaşayi."

 

Kötüye bişey olmaz, dedi içinden Kaya. Ama şuandan itibaren çok kötü şeyler olacaktı. Orası kesindi. "İyi. Yaşasın," dedi Kaya, sonra ise fısıldadı imâlı bir biçimde. "Ömrünün son demlerinin tadını çıkarsın."

 

Bakışları babasına çevrildi. İkisininde koyu renkteki lacivert hareleri birbirini buldu. Bakışları o kadar yakıcıydı ki yok edeceği çok şey varmış gibiydi. "Masaya ben geçicem. Reis sensin ama amcamın yerine ben geçicem. O koltuğa oturacağım. Şirketin başına da. İstersen Limandaki ofise de. Kumluğa da... Amcamın nerede yeri varsa, yengemin üstüne olacak, ben sadece yöneticeğim."

 

Osman Bey baktığı o lacivertin kendini siyaha teslim ettiği gözlerdeki hırsı ve öfkeyi gördü. Bu tek bir anlama geliyordu.

 

🥀

 

İSTANBUL

(Karşılaşmaya üç gün kala...)

 

• GÜNÜMÜZ •

 

Saçlarımda hissettiğim hafif dokunuşlarla irkilerek uyandım. Gözlerimi açtığım gibi ilk yanıma bakarak kızımı kontrol edecektim ancak bir çift kehribarla korkuyla yutkundum.

 

Kızım...

 

Ahuzar...

 

Kolumun üzerine doğrularak yanımdaki adama şaşkınlık ve uyku mahrumluğu ile baktım. "Kızım nerde? " Sesim yeni uyandığımdan dolayı hafif kısık ve çatallı çıkarken o bana kalp şekline bürünmüş gözleriyle bakıyordu.

 

"Odasına yatırdım kızımızı. " diyerek özellikle kızımız kelimesine vurgu yaptı.

 

Gözlerimi ondan kaçırarak odada gezdirdim. "Bana neden öyle bakıyorsun? "

 

Burnundan gülerek elini yine saçlarıma attı. Hafifçe sanki acıtmaktan korkarcasına okşadı, oysa ne kadar çok canımı yakmıştı... O böyle korka korka saçlarıma dokunurken bana yaptığı her bir kötülük tekrardan gözlerimin önüne serildi.

 

Tekrar yutkundum.

 

Sevdiğim adamın en sevdiği saçlarıma. Attı, elini...

 

Başımı geri çekerek daha fazla yalancı dokunuşlarlarla dokunmasına engel oldum. O ise bunu sorun etmeden bana hala aynı şekilde bakmaya devam etti.

 

"Eşsiz bir parça gibi olduğunu artık kabullenmelisin Ahu."

 

Ahu...

 

Sen Ahu deme, çünkü hayatımda hiç kimseye yakıştırmadığım kadar yakıştırmıyordum Ahu ismini Çolak'ın ağızına. Bana sadece tek bir kişi Ahu diyebilirdi. O da zaten hayatta değildi...

 

"Mira." dedim. Sesim benden bağımsız baskın çıkmıştı. Gözlerimi diktiğim yatak örtüsünden çekerek onun korkutucu kehribar gözlerine çevirdim. "Bana sadece Mira de, "

 

Başını sağ omzuna yatırarak başlığa dayadı. İyice yataktan aşağı kayarak kuruldu. "Neden Ahu isminden nefret ediyorsun? "

 

Yutkundum. Nefret etmiyordum, onun ağızından duymayı sevmiyordum.

 

"Nefret etmiyorum, sadece... " derin bir nefes verdim. Zorlayıcı ve ciğerleri acıtan türden.

 

"Sadece? " diye fısıldadı devam etmemi isteyerek.

 

"Sadece Mira'yı daha çok kullanıyorum, biliyorsun." Derin bir nefes verdim, yorganı üzerimden kaldırken, "Ben bir Ahuzar'a bakayım. " diyerek tam kalkacaktım ki belimden hızla yakalayarak yatağın içine sokmuş ve beni iyice kendine çekerek gövdesine hapis etmişti.

 

Şaşkınca ona bakarken o hafif gülümsemeyle yüzüme bakıyordu. "Nefret edemezsin tabi Mira, yoksa nefret ettiğin bir ismi dolandırıp kızımıza isim diye koymazsın dimi? "

 

Kaşlarım hafif çatılırken anlık olarak ellerim göğüsünü buldu. O yakınlaştıkça ellerimi bastırarak onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. Söylediği sözlerde çok küçük bir mana vardı sanki.

 

Düşünceli düşünceli ben bunun ne olduğunu düşünürken o elinin birini kalçama attı. Diğer elinide bel oyuntuma atarak iki elide olduğu yerleri hafif hafif okşamaya başladı.

 

Midemde hissettiğim kaynama; yaşadığım heyecandan, istekten ve arzudan çok uzaktı.

 

Midemdeki kaynama sevginin bahşettiği o sıcacık kaynama değildi. Midemde kelebekler uçuşmuyordu. Aksine midemdeki yediğim iki üç lokma yemek dalgalanıyor bulantıyı daha'da azdırarak kendini yukarı atıyordu.

 

Kısacası midem aşırı derecede bulanıyordu.

 

Yaşadığım heyecan ise korku barındırıyordu. Bana bişey yapıcak mı korkusu, kendimi geçtim kızıma bişey yaptı mı korkusu.

 

"Çolak napıyorsun? " diyerek yüzümü başka tarafa çevirdim.

 

"Karımı seviyorum. " diyerek yüzünü boynuma yerleştirdi. Ancak burnu uzun ve kemerli olduğu için yüzünü gömmesine pek müsade etmiyordu. O yüzden yüzünü tam koyamayan burnunu açık boynuma yerleştirip gezdirdi. Yapmasındı, nolur yapmasın...

 

Tam 'ben senin karın değilim' diyecektim ki sustum. Dudaklarımı yutkunarak birbirine sımsıkı bastırdım. Geçen akşam saçmaladığı o sözleri gerçekleştirmek istemiyordum. Bu yüzden yine sustum.

 

Ve benim suskunluğum bir cevaptı. Evet demekti.

 

Çolak da bunu anlamış gibi, "Sende bugünler de bir hal var?" diye sordu.

 

"Sana öyle gelmiştir. " diyerek fısıldadım.

 

"Seni en son böyle sessiz gördüğümde yeni doğum yapmıştın. "

 

Çünkü kızımı benden almıştın...

 

"Neden suskunsun Mira'm?"

 

"Kendimi iyi hissetmiyorum, " diyerek yalan uydurdum.

 

Başını kaldırarak yüzüme bakmaya çalıştı. "Neden? " diyerek elini alnıma koydu.

 

Elini aniden tutarak indirdim. "Merak etme, önemli değil. "

 

Yüzünü iyice geri çekerek gözlerimin içine baktı. "Seni benden daha iyi kimse tanıyamaz Mira. Boşa kendini benden saklama istersen daha fazla. "

 

Sertçe yutkunarak gözlerine baktım bu sefer. İşte şimdi söylediği sözlerdeki yattığı anlamı algılayabilmiştim. Ancak anlamamış gibi yaparak çenemi dikleştirdim. "Ne demek istiyorsun Karavir?"

 

Çolak Karavir...

 

Hergün ona diklenen ben kendi kabuğuma çekilmiştim. Bir kez daha...

 

Belimi daha sert kavrayarak kendine daha çok yapıştırdı. İki elinide tşörtümün altından geçirerek derimi kavradı. "Seni çok iyi tanıyorum diyorum güzelim. " diyerek kavradığı derimi ilk önce okşayıp daha sonra ise yumrukları arasına alarak sıktı. Ellerine kıstırılan derimle gözlerim büyüdü.

 

"Sakın bana oynama Ahu. Yakarım! " Başta normal olan sesi bir anda tehtid içerirken gözleri daha'da koyulaşmış bana daha dikkatle bakmaya başlamıştı.

 

"Anlamıyorum... " diye fısıldadım.

 

Yanağını yavaşça yanağıma yakınlaştırıp yaslayarak kaçmama izin vermeden fısıldadı. "Anlatayım o zaman. İki hafta sonra tanışmamızın yıl dönümü. Ve ben o yıl dönümüne özel çok güzel bir organizasyon ayarladım. "

 

Kaşlarım çatık onu dinlerken ellerim üzerindeki beyaz gömleği avuçlamıştı. "Ha birde, " diyerek yüzünü geriletti. "Güzel bir yıldırım nikahıyla ismimizi daha çok duyuracağız. Herkes ordayken."

 

Azıcık rahatladım derken duyduğum cümleyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Kaçtığım konuyu inkar etmediğim için anlamış ve şimdi gelip yüzüme vurmuştu.

 

Soğumuş olan bir yemeği ısıtıp önüme sunuyordu...

 

Şerefsiz.

 

"Asla! " dedim geriye doğru itirmeye çalışırken kendimi.

 

"Kaçamazsın Mira." diyerek beni daha sıkı tutmaya çalıştı.

 

Başımı iki yana sallayarak dolan gözlerime inat baktım gözlerine. Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrıdı. "Seninle ölürüm de evlenmem! "

 

Avuçlarına kıstırdığı etlerimi dahada sıkarak, "Sen ölmezsin belki, " diyerek imada bulundu.

 

Kızım...

 

"Kendi kızına zarar veremezsin. " Kendi babasını öldüren birimi?..

 

"Unuttun mu sevgilim? " diyerek bir elini derimi kıstırdığı yerden çekti. Yüzüme getirerek saçlarımı sağ yanağımdan çekti.

 

Elini çektiği etim rahatlamıştı ancak vücudum öyle bir şeydi ki en küçük bir şeyde hemen morarıp kızarıyordu. Vücudumda hiçbişey yokmuş gibi birde onun izi çıkıcaktı.

 

Artık öyle bir psikolojideydim ki bu yaptığı önceki yaptıklarına kıyasen en hafifi bile diye düşünüyordum. Bende uyandırdığı düşünce yapısı buydu. Alıştırdığı hayat buydu.

 

Ancak böyle bir hayata hiçkimse alışamazdı. Hiçbir kadın, hiçbir insan oğlu... Alışmamalıydı.

 

Alışamazsın Ahu... Dedi içimden bir ses. Sadece yavrun için kabullenip kendini avutuyorsun.

 

"Yapma... "

 

Gözlerini büyülterek kehribarlarını dahada gözüme soktu. "Yaparım." diye fısıldadı.

 

Benden ayrılarak yataktan ayaklandı. "Benimle uyuyacaksın, bugün! " diyerek ayakkabılarını eline alıp gidicekti ki söylediğim sözlerle taş kesildi.

 

"Sana yemin ederim ki, iki cihan bir araya gelir ama senle ben asla bir araya gelemeyiz. Ben seninle evlenmem Çolak Karavir. Ölürüm. Öldürürüm. Ama asla... "

 

Aniden arkasını dönmesi ile çoktan ben yataktan kalkmış arkasına geçmiştim. Ancak o döndüğü gibi eliyle şah damarımı kocaman eliyle kavramış ayakkabılarını yere savurarak beni duvara yaslamıştı.

 

"Bir asırlık boyu ömrün geçecek adamla evlenmemen büyük ayıp Mira. " Nefes alamıyordum.

 

"Tabiki de benimle evleneceksin." Başımı iki yana sallamaya çalıştım ama beceremedim. Nefes alamıyorum.

 

"BAŞKA ŞANSIN YOK!! " diyerek beni duvara iki kere çarparak hızını alamayıp bu seferde yere savurdu. Savurduğu gibi tşörtümden tutup yatağa attı.

 

Daha demin saçlarımı, canım yanmasın diye yumuşakça okşayan adam gitmiş onun yerine şeytanla işbirliği içinde olan o diğer adam, iblis gelmişti.

 

"Benden başka kimsen yok! " Nefes almaya çalışırken attığı tokatla bu sefer acıdan nefes alamadım. Üzerime çıkıp hareketlerimi kısıtladı. Bende ona vurmaya çalıştım ancak benim bütün çabalarıma daha'da sinirlenerek iki elimi tek eline hapis edip başımın ucuna birleştirdi.

 

Daha beterlerini yaşadın Ahu...

 

Daha kötüsünü yaşadın sakin ol, biticek şimdi.

 

Biticek.

 

Geçicek...

 

"Se.. " dedim nefese ihtiyacım vardı. "Evlenmicem... "

 

Diğer eliyle çenemi sertçe kavrayarak gözlerine odaklandırdı. "Bana mecbursun! Bana, sadece bana mecbursun. ÇÜNKÜ BANA AİTSİN! "

 

Yaşadığım travma artı nefessizlik ve acıyla tek düşündüğüm şey vardı. Tek bir düşüncem. "Ahuzar duyucak. " dedim. Sesim ne kadar anlaşılmaz çıksada o beni anlamıştı. "Yapma."

 

Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırarak, "Duysun, banane. " diyerek sert bir tokat daha savurdu yüzüme. Acı inlememle tekrar yüzümü yüzüne tuttu. "Duysun, o sarar zaten senin yaralarını. "

 

Ona değil de kızıma gülmem acıtıyordu onu. Ahuzar'ın ona değilde bana konuşması acıtıyordu onu.

 

Ancak o da hergün beni acıtıyordu...

 

O hiç iyi biri olmadı ki kızı bir kez gülsün, bir kez baba desin...

 

Gerekte yoktu zaten, çünkü Ahuzar bile biliyordu Çolak'ın onun babası olmadığını!

 

Allah yukarda bir kere bile duymadım Ahuzar'ın ona baba dediğini. İlk konuşmaya başladığı zamanlar bile almazdı o lafı ağızına.

 

Sanki o bile biliyordu Çolak'ın onun babası olmadığını. Sanki içten içe gerçek babasını hissediyordu. Demiyordu. Susuyordu.

 

Kim bilir...

 

Benim ona gerçekleri anlattığımda bile bana sakince 'peki benim babam nerde' demişti...

 

Hissetmiş, görmüştü...

 

Uzakta annecim, çok uzakta...

 

Bir tokat daha attı. Çığlıkla yana savrulan yüzümü tekrar tuttu. "Hani o bana düşman ettiğin kızım. Bana bir kere bile koşmayan, benimle oynamayan, BANA BABA DEMEYEN KIZIM! "

 

Sinirli, öfkeli ifadesiyle sanki düşündüğü sözler onun daha da çıldırtır gibi yizüme ardı ardına tokatlar savurmaya başladı. Acı çığlıklarım oda da dolup taşarken sessiz olmaya meyilliydim.

 

Tek temennim sesimin gitmemesi.

 

En son yüzüm kapı tarafına düştüğünde o üzerimde soluklanma derdindeydi. Oysa ben nefessiz kalmıştım...

 

Kaç tokat yedim saymadım ama yüzüm aşırı derecede yanıyordu. İz kalıcaktı hemde fazlasıyla. Yeni düzelen bedenim bir kez daha derbederdi.

 

Yine şükür dedim. Yine şükür.

 

Bacaklarımı dahi kıbırdatamıyordum. Çünkü bacaklarıyla beni kitlemiş kendi bileğini dudaklarına dayıyarak pencereye bakmış nefes almaya çalışıyordu.

 

Aralık kapıdan Gülhan Abla'nın ağlayan yüzünü görmemle halsiz bir vaziyete göz işareti yaptım. O emrimi almış gibi telaşla baş işareti yaparak yazmasını ağızına dayayıp uzaklaşmıştı.

 

İşte bu kadar zordu. Bir kadının bir kadının zulmüne sessiz kalması. Çünkü zorundaydı. Kaç kere beni dayaktan kurtarmıştı Gülhan abla saymadım bile. Kaç defadır önemli diye Çolak'ı çağırmıştı. Üç kez farklı ihbarlardan polis çağırmıştı, hatta bir keresinde Ahuzar'a tebeşir tozu içtirip ağlayarak çocuğun ateşi var hemen hastaneye gitmeliyiz diye bile gelmişti.

 

Aslında daha bir çok şeyi vardı. Sayamadığım daha bir çok şey. Asla hakkını ödeyemezdim. Şimdi ise ona işaret ettiğim şeyi yapacaktı. Kızımın yanına gidip kulağına kulaklık takacaktı. Ve annesinin en sevdiği Karadeniz türkülerini dinleyerek benim çığlıklarımı duymadan uyuyacaktı.

 

Ağızımda biriken kanı yuttum. Yapmadığım şey değildi. İnsan kendi kanını yutar mıyıdı? Ben yutuyordum.

 

Burnumdan da kan gelirken gözlerim bulanıktı. Ancak biliyordum bununla da bitmeyecekti. Saçıma yapıştığında da ne kadar doğru tahmin ettiğimi bir kez daha onayladım.

 

"Ne olsun istiyorsun?" diye fısıldayarak yüzüme karşı sordu.

 

Hiçbişey. Sadece özgürlük...

 

"Yıllardır evli olmadan karı kocaydık biz!"

 

Ben hiçbir zaman senin karın olmadım. Sende hiçbir zaman benim kocam olmadın.

 

"Bir çocuk büyüttük! "

 

Ben büyüttüm. Sadece ben büyüttüm. Sen ise onu hep benim elimden alıp sadece ona ölümü tattırmak istedin. Öldürmek istedin.

 

Öldürmekle tehtid ettin!

 

Eğer nefes alabilseydim, eğer nefes düzeyim yerinde olsa ve beynimi toparlayabilseydim bu halsizliğime inat ve yediğim dayaklara inat konuşurdum. Fakat öyle derbeder bir haldeydim ki kıbırdayamıyordum bile...

 

"Evlenmeyip napıcaz! "

 

O saçlarımı çekerek yüzüme yaklaşırken ben tekrar kendi kanımı yutarak baygın gözlerle baktım. "Hani... " Yutkundum. "Hani evlenmeden bile karındım? "

 

"Hala karımsın! " diye fısıltıyla kükredi.

 

"Öyleyse neden... "

 

"Sakın! " diyerek bileklerimi bırakarak işaret parmağını bana doğrultu. Hala saçımı çekerken; savura savura çekmeye devam etti. "Sakın bana oyun oynama. "

 

Üzerimden kalkarak yan taraftaki ceketini ve yere savurduğu ayakkabılarını alarak son kez baktı. Bir süre bana baktı. Eserine baktı. Sonra arkasını dönerek odadan kapıyı çarparak ayrıldı.

 

Acıyla yerimde kıbırdarken anında ağlamaya başladım.

 

"Ben asla affetmicem. " dedim ağızımdaki kana inat. "Allah'ta inşallah asla affetmez. "

 

Ben acıyla yerimden doğrulamazken içeri birden Gülhan abla daldı. Hızla bana gelerek yüzümü bedenimi kontrol etti. "Kızım." dedi acıyla.

 

Yataktan aşağıya kayarak bazanın ayak tarafına yere bıraktım kendimi. Zaten ucuna savurmuştu beni. Saçımı çektiği için bir kaç tutamı toplayarak yanıma oturdu Gülhan abla. "Kızım," diyerek saçlarıma bakarak daha çok ağladı.

 

"Özür dilerim. Özür dilerim ablacım. " diyerek aniden bana sıkıca sarıldı.

 

"Abla, Ahuzar? " Kanlar burnumdan ve ağızımdan çeneme doğru hızla yol alırken başımı güçlükle ona çevirdim bir kaç saniye.

 

Burnunu çekerek, "Uyuyor." dedi.

 

Ben ağlamaya devam ederken o saçlarımı okşamaya başladı.

 

"Sabır ablam. Sabır. " dedi. "Sabrın sonu selamettir derler. "

 

Başımın tepesine öpücük bırakarak iyice sarıldı bana.

 

Olmayan ablamın, kayıp olan erkek kardeşimin yerine verdi bütün sevgisini bana. Abla oldu olmayan aile oldu bana...

 

🥀

 

KARADENİZ

RİZE

 

(Karşılaşmaya altı gün kala... )

 

Kaya oturduğu masada evraklara bakarken başını yavaşça salladı. Toparlamıştı işleri. Bir kaç gündür amcasına ait olan şirkette işleri toparlayıp gelen yeni projelere ve yapılması gereken yeni çizimleri inceliyordu.1

 

Aileden gelen bir işti Mimarlık. Kaya'nın da sevdiği işlerden biri olduğu için okumuştu. Amcası babasının izinden gitmek için okumuştu. Ama Kaya'nın ki bir zamanlar aşktı. Küçüklüğünden beri gözlemler büyüdüğünde ise o da babasının şirketinin başına geçmeyi isterdi. Belki gerçek mesleği Özel Kuvvet Askerliğiydi ancak bu hala gerçek okuyarak elde ettiği mesleği sevmediği anlamına getirmiyordu.

 

Ailede sadece iş olarak mimarlık yoktu. Aynı zamanda diğer Amcası'nın, Kemal Karahanlı'nın Kum şirketi vardı. Limanı vardı. Ailenin her birinin gemisi vardı mesela. En büyük iki gemi anasıyla babasına aitti. Ordu'da, Artvin'de ve İstanbul'da sayılarca Holdingleri mevcuttu. Bazıları dedesinin mirasıyken bazıları el emeği göz nuruydu.

 

Çalan telefonu ile bakışlarını evraklardan çekti. Eline aldığı telefonu yanıtlayarak kulağına dayadı. Arayan kişi adamıydı. "Noldu, buldunuz mu?" diye sorarak sırtını arkasına rahatça yasladı.

 

"Bulduk abi, piç çok iyi saklanıyor ama bu bizim için zor olmadı. " dedi karşı taraf.

 

Kaya derin bir nefes vererek arkasını yaslanırken bir elini koltuğunun koluna koyarak sağa sola döndü. Yavaş yavaş dönen koltuğunda sallanırken ensesini de yaslayarak, "Nerde? " diye sordu. Tavanın ahşap rengini izledi bir süre.

 

"Amcanızın limanının karşısında kalan bir cafe var. " dedi. Düşündü bir süre Kaya. "Sırçaköşk, adı. "

 

Hatırladı Kaya ancak anlam veremedi. "Piç evladı amcamın limanının karşısını mı yönetiyor?! " diyerek aniden koltuğunda doğruldu.

 

"Onun gibi bişey abi. Üst katı Özgür diye biri yönetiyor, ancak bu cafe'nin birde alt katı var. " diyerek anlatmaya başladı. "İçeri adam sızdırdım. Üst katı Özgür denen herif yönetirken alt katıda geceleri kansız Cemşid yönetiyormuş. "

 

Yasal dışı şeyler olduğunu biliyordu. O herifin boş kalmayacağını da çok iyi biliyordu. Böyle herifler suyu el altından yürütürdü. "Devam et. " diyerek komut verdi.

 

"İçeri sızdırdığımız adam, alt katın ikiye bölündüğünü söyledi. Bir odayı kumarhane yapmış, sadece kumarhanede değil. Kumarhane adı altında kadın pazarlıyor. Diğer oda ise iddia üzeri girilen kafes dövüşleri var."

 

Kaya ayağa kalkarak bir odanın boydan boya olan camlı bölgeye doğru yaklaştı. En sevdiği manzaraya baktı. Hırçın dalgalarda gezindi koyu gözleri.

 

Bir elini pantolonunun cebine atarken kaşları çatıktı.

 

"İddia dediğim öyle para üzerine kurulanlardan değil. Bu iddia da kadınlar üzerine. Bir kadın üzerine girilen iddia ile kafese giriyorlar. Kim kimi öldürürse o kadını alıyor." Midesinin bulandığını hisseti. Yüzünü buluşturdu.

 

"Boşa kansız demiyorum ben. Pezevenk piç! " diye mırıldandı. "En fazla iki gün Ahmet. İki gün sonra oraya gürültülü bir baskın yapıcağız. Sadece amcamın intikamı değil, onca yaktığı masumların canına da karşı alıcam onun canını." Aklına gelen tüm korkutucu fikirlerle bakışları karardıkça karardı. "Ama ilk önce onun bize yaptığı gibi can evinden vurucam. Sonra ise acılı bir ölüm. " diyerek telefonu kapattı.

 

Başını yavaş yavaş sallayarak dikleştirdi. İki gün sonra yer altında gerçekleşecek bir toplantı vardı. Herkes Fatih Ali'den sonra bir de Kaya Demir ile tanışacaklardı.

 

Osman Karahanlı'nın ilk oğlu Kaya Demir Kahanalı ile...

 

Bilmedikleri tek şey ise, Amcası Fatih afediciydi. Ama Kaya asla en küçük bir hataya bile gelemezdi.

 

Çok mu kan akacaktı? Aksındı. Akıtacaktı zaten.

 

Masanına ilerleyerek koltuğuna tekrar oturdu. Telefonunu kenara koyarak eline aldığı evraklara baştan bakınmaya başladı.

 

"Ula, ver şekerumu!" diye odaya birden ikizler daldı. Göz ucuyla yangazlara baktı Kaya.

 

"Vermicem oğlum! Üçuncu yiyişun, ben ne yiyeyum!? " diye şekeri diğer tarafına sakladı Burak.

 

"Fışku ye fişku! " diye hidetlendi Furkan.

 

"Şimdi anlıyorum. " dedi Kaya evraklara geri dönerken.

 

"Bismillaaah! " dedi uzunca kalbini tutup kapıya dayanan Furkan. Gözleri bir kaç saniye kapanıp açılmıştı.

 

"Abi aklumuzu aldun daaa! " dedi Burak da aynı şekilde. Furkan, Burak'tan biraz daha uzun olduğu için birbirlerine bakarken biri aşağı, biri yukarı bakıyordu.

 

"Babamın size işleri neden devretmediğini diyorum. Şimdi anlıyorum. " dedi yine Kaya.

 

"Abi ayıp edeysun. " dedi gücenmişlikle Furkan.

 

"Neyi ayıbı ulan? " dedi sinirli şekilde ikisini eliyle göstererek. "Şeker için kavga ediyorsunuz, hadi onu geçtim kapıyı bile çalmıyorsunuz. Görgü kuralı, görgü!"

 

Furkan, "Abi biz boş herufler muyuz? Gece gündüz kuma çıkayik denize, " diyerek ikizi Burak'a baktı yukarıdan.

 

Burak da hemen savunma moduna geçti. "Abi valla senin burda olduğunu bilmiyorduk. " diyerek Furkan'a baktı. "Yani biliyorduk da bu odada olduğuni bilmiyorduk. Biz genelde buraya oyun içun maç felan izlemek içun gelirduk. "

 

Kaya bir kaç yere imza attı. "Biliyorum. Toplattım hepsini. Bir aşa katta. En üst katı ben aldım. "

 

İkisinin de gözleri açıldı birden. Yuvalarına dar geldi, kısa bir an kâl geldi ikisine de. Aynı anda yutkundular. "Abi?" dedi heyecanla Burak.

 

Kaya kendisi olduğuna dair mırıltı çıkardı. Konuşmasını beklerken devreye Furkan girdi. "Kalaysun ha? Sen boşa şirkette oda almazsun kendune! "

 

Derin bir nefes verdi Kaya. Başını evraklardan kaldırarak iki yangaza da baktı. Arkasına yaslanırken, "Kalıyorum abicim, kalıyorum. Bıraktım askerliği. " dedi. Belki yalan söylemek zorundaydı ancak kimsenin onun buraya ne için geldiğini bilmemesi gerekiyordu.

 

Eğer geldiğinde amcasını kaybetmemiş ve şirketin başına geçmemiş olsaydı, yıllık izne geldiğini söyler ve babasının ısrarıyla masada oturarak yapması gerekeni yapar giderdi. Ancak planlar ters teptiği için şuan ölen Amcası'nın her yerde başında olduğu yerlerin başına geçmişti. Masadaki amcasına ait olan koltuğun bile.

 

Kaya için yalan söylemek hüzünlü bir durumken onun burda kalması yangazlar için tam tersiydi. İkiside kollarını kaldırmış, "Allaaaaah!" diyerekten abilerini masanın iki yanından kuşatarak sarılmışlardı. Hatta sulu sulu öpmüşlerdi bile ki Kaya'nın küfürlerinin sesi ofisinden bile taşıyordu.

 

En son kendiside kardeşlerine sarılarak hüzünle konuştu. "Ulan, yangaz geldiniz yangan gideceksiniz, "

 

🥀

 

INSTAGRAM: dilekkoc_pjm

WATTPAD: dilekkoc6789

KİTAPAD: dilekkoc6789

Tİktok: gece0866

 

 

 

Bölüm : 10.11.2024 12:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...