6. Bölüm

5) - ༻KIRIK KALPLER...༺

Grim_gece
dilekkoc6789

"İLAÇ MERHEM OLSA DA ŞİFASI YARAYI AÇANDIR."

 

-YAZAR

 

 

🥀

 

 

İSTANBUL

 

• SABAH SAATLERİ •

 

 

"Mira! "

 

Hızlı hızlı nefeslerle mutfağa giderek sabah kahvaltısından sonra birikmiş bulaşıkların önünde durdum. Hizmetliler her zamanki gibi bana garip bakışlar atarken Çolak yine ve yine peşimi bırakmadan yanıma gelmiş ve bulaşıklara doğru uzattığım ellerimi bileklerimden yakalamıştı.

 

Bileklerimi kendine doğru çekti. "Boşa servet ödemiyorum ben bunlara! " diyerek mutfaktaki çalışanları işaret etti.

 

"Bırak." diyerek bileklerimi kendime doğru çekerek kurtarmaya çalıştım. "Onlar bir çalışan olabilir ama ben yardım etmek istiyorum. "

 

Mavi gözlerim tezgahta ki bulaşıklarda oyalanırken onun beni izlediğini pekâlâ biliyordum. "Kendini yormamalısın karıcım. "

 

Başımı hızla kaldırırken gözlerimdeki sinir ve öfke karmaşıklığıyla yutkundum. Dudaklarım hafif hafif sinirden titrerken onun rahat duruşuna ve sırıtmaya yüz tutmuş kehribarlarına baktım.

 

Hayatımda hiçbir göz renginden bu kadar korkup tiksinmemiştim.

 

Derin bir nefes verirken, "Ben yapmak istiyorum. Boş boş oturmaktan sıkıldım! " diyerek bu sefer ellerimi daha güçlü şekilde kendime çektim. Gün boyu yaptığım hiçbişey yoktu. Kızımda ufak ufak artık büyüdüğü için bazı şeyleri kendi yapabiliyordu. Ve ben boş boş oturmaktan başka bişey yapmıyordum. Dört duvar arasında günün yirmidört saati sadece oturuyordum. Ne kadar kötü bişeydi...

 

En azından eve bir katkım olabilirdi. Ne kadar çalışan olsa da yaşadığım yere bir katkım olabilirdi, yıllardır olmadı. Bir umuttur kurtulmayı beklerken olmamıştı ancak o son umutta Kaya gibi ölüp toprağın altına girmiş, denize düşüp dibi boylayarak kaybolmuştu.

 

Kalbim nasıl kırıktı tarifi yoktu.

 

Ellerim tekrar bulaşıklara gitti. Makineye dizebilirdim. Dizimin hemen yanında bulaşık makinesi vardı ancak eskiden olan alışkanlıklarımla kollarımı sıvayıp bir dünya bulaşığı yıkamaya koyuldum. Kafamdaki düşüncelerle tabakları köpüklerken Çolak kalçasını tezgaha yaslamış üsten beni izlemeye koyulmuştu.

 

Eskiden bana deli dediklerinde ve kafam hep bir dünya düşünceden bulanıkken evde kendimi mutfağa kapatıp bütün dolaplardaki tabakları indirirdim. Hepsi bitmeden düşünür kafamı boşaltır tekrar sanki yeni doğmuş gibi güçlenip tekrar hayattaki yerimi alırdım.

 

Şimdi'de öyle yapıyordum. Geçmişimi düşünüp duruyordum. Geçmişindeki mutlu anılarım ile şimdiki korkulu anılarımı karşılaştırıyordum.

 

Kalbim tekrar acıdı. Nasıl kırıktı ama kalbim. Belki Kaya'ya değil, kara sevdamın bir suçu yoktu. O hayatta değildi, eğer olsaydı beni burada koymazdı, ancak ailesi?

 

Baba dediğim adam nerdeydi? Kendi öz babama bile doğru düzgün baba demezdim, peki nerdeydi Osman Karahanlı?

 

Nerdeydi anne dediğim Asiye Karahanlı?

 

Nerdeydi benim ablam?

 

Nerdeydi benim kardeşlerim?

 

Çolak'ın kendi öz kardeşim Murat'a yaptıklarından sonra ortalıklardan kaybolmuştu. Öldüğünü düşünmüştüm. Hala düşünüyordum. İlk zamanlar kardeşimi kaybettim diye öyle çok kötüydüm ki şu zamanlarda bile aklıma geldikçe gözlerim doluyordu. Tıpkı şimdi ki gibi.

 

Gözlerim dolarken kendime engel olmaya çalıştım.

 

"Şu tabak çanaklarla uğraşacağına evlilik için veya gelecek misafirlerimiz için hazırlık yapabilirsin diyeceğim ancak seni izlemekten gözlerimi alamıyorum. "

 

Gözlerim daha da yandı. Köpükleme işi bittiğinde durulamaya geçerek onu hafif yan tarafa ittim. Ona dokunuşum, kolundan itişim ve bulaşıkları koyacağım yeri açmam onu güldürmüştü ancak fazla çekilmemişti. Bir kaç saniyelik baktım yüzüne. Gözlerimin önüne gelen anılarla gözlerime yaş daha da vurdu.

 

İnsan sevdasını kaybedince böyle oluyormuş demekki, başka bir adamın gülmesi bulaşık yıkarken izlemesi bile sevdiği adamı hatrılatıyormuş.

 

Derin bir nefes alarak tezgaha tuttundum. Gözlerim tabaklara kayarken bir damla yaş süzülüp gitti köpüklerin ardına.

 

Ben ihanet mi ediyordum?

 

Hep düşünüyordum ve bu o kadar ağırdı ki düşündüklerimin arasından.

 

Ben sevdiğim adama istemeyerek de olsa, zorla da olsa ihanet ediyordum...

 

Bana göre bunun başka açıklaması yoktu, kendimi affetmeyeceğim basayağı açıktı ancak asıl kendimi asla affetmeyeceğim bir an varsa o da Çolak ile resmi nikah altında evli olmaktı.

 

İşte o zaman asla affetmezdim kendimi.

 

"Ne düşünüyorsun? " diyerek arkamdaki bedeni hissetmemle yerimden sıçradım. Kendime gelirken çenesini omzumda dudaklarını sol yanağımın üstündeki çizikde hissettim. "Seni sarsan şey ne böyle Mira? Yoksa düğünümüzün bir gün daha yakınlaştığını mı hatırladın? "

 

Sertçe yutkunurken ellerimi açtığım muslukta duruladım. "Seninle evlenmiyeceğim Karavir. " diyerek belime yavaşça dolanan ellerini sertçe kendimden uzaklaştırarak beni kıstırdığı yerden çırktım. Üzerimdeki lacivert gömleğin topladığım kollarını çözerken mutfaktan ayrılıp uzun koridora, salona çıkan yoluna girdim.

 

Arkamdan pahalı ayakkabılarının tıkırtılarını duyarken gözlerimi bir kaç saniye kapattım ve içimden sayarak ilerlemeye devam ettim.

 

"Bir daha evlenmeyeceğim lafını ağızından duymayacağım! " diyerek daha da yakınlaştı bana. Sesi ürkütücü gelmeye başlamıştı.

 

Adımlarım hızlanırken siyah topuklu botlarımla bu sefer hafif koşmaya başladım. "Hayal kurmayı bırak! " Koşarak yürürken o da hızlandı. Kolumdan yakalayıp beni kendine çekecekken izin vermeyip kolumu ondan kurtardım ve bu sefer gerçekten koridorda koşmaya başladım. Malikanenin ince koridorlarında koşarken sağa saptım.

 

"MİRA! " Artık sesi daha ürkütücü gelirken sertçe yutkunmuş ve salona girmiştim ancak belimde hissettiğim kolla ve savrulduğum yerde başımın arkasını koltuğum koluna çarptım. Sırtım yumuşak zemini bulurken bacaklarım sarsılma anında aralanmıştı. Bir bacağı iki bacağımın arasına girerken üzerime eğilmiş bir eli çenemi sıkı sıkıya kavramışrtı.

 

Nefes nefese yüzüme bakarken, "İnkar etmekten vazgeçiceksin! " diyerek yüzüme hırladı.

 

Başımı sağa sola sallayarak elinden kurtulmaya çalıştım. "Ahuzar duyacak! "

 

"İnkar etmekten vazgeçiceksin!" diyerek dediklerimi umursamadan tekrar etti.

 

"Asla! " Yüzüme yediğim ani tokatla daha da çırpındım.

 

Bir eli kıravatına giderken çözmeye çalıştı. "Ben her seferinde, bu defa akıllandı dedikçe daha da kuduruyorsun! " diyerek kıravatı çekip yere attı. Düğmelerine geçmeye başlamasıyla sertçe yutkundum.

 

"Bırak!" diyerek koltukta kendimi iyice geriye ittim. Sırtım daha çok koltuğun kenarıyla bir olurken üst üste korkuyla yutkundum. "Ahuzar duyucak! "

 

Ayaklanmaya çalışmama daha da sinirlenerek gömleğini çözen eli çenemi kavradı, diğer eli de belime giderken başı yavaş yavaş kulağıma doğru yol aldı. "Biz de küçük kızımızın duyamayacağı bir yere geçeriz o halde. " demesiyle gözlerim acıdı. Ses yalıtımlı odasını kast ediyordu. Gözlerimi sımsıkı yumarken dudaklarım çenemle beraber zangır zangır titredi.

 

"Ne istiyorsun... " diyerek fısıldadım. "Ne... Ne istiyorsun benden? Yıllardır çektirmediğin kalmadı, öleyim mi senin için? Bunu mu istiyorsun? " diyerek gözlerine baktım. "Kurban mı vereyim kendimi sana? "

 

Dudaklarında sadistçe bir sırıtış peydahlanırken bunun bile aslında fayda etmeyeceğini anladım. Böyle bir adama ölseniz bile nafileydi...

 

"Senden ne istediğimi sen gayet iyi biliyorsun. " diyerek başını aşağı yukarı salladı.

 

"Seninle evlenirsem... " diyerek yutkundum. "Ne olacak? "

 

Çolak bir anda duruldu. Sanki beni elde etmekten başka hiçbişey düşünmemiş bir hasta gibi, evlendikten sonra ne yapacağını düşünmemiş gibiydi.

 

Bocaladı bir an. "Karım olacaksın. " diyerek sert bakışları tekrar yerini aldı. "KİMSEYE EN AZINDAN YALANDAN KARIM DEMİYECEĞİM! " diye bağırarak gömleğimin yakalarına yapıştı. Ellerim onun beni sarsan ellerini bulurken kasıldım.

 

"Nikahlı karım diyebileceğim. "

 

"Bu mu? "

 

Başını yavaşça salladı. "Bu, sevdiğim kadınla evlenmek. "

 

"İyi, " diyerek dolan gözlerime inat çenemi dikleştirdim. "Rüyanda görmeye devam et, çünkü ben seninle asla evlenmeyeceğim! " dememle eli ânında havalandı ancak tam o saniyede Ahuzar'ın, "Anne! " diyen seslenişiyle başımı korkudan gelecek darbeden korumak için eğdiğim yerden kaldırdım. Çolak'ın eli de yavaşça inerken Gülhan abla ile beraber koridorda gelen ikiliyi gördük.

 

Ânında Çolak'ı üzerimden iterken, bu sefer zorlamadan ters bakışlarıyla tehtid ede ede koltuktan kalkıp yavaşça salonu terk etti. Derin bir nefes verirken aslında hiçbişeyin buraya kadar olmadığını biliyordum. Kızım bizi görmeden üzerimden kalkıp, üzerindeki sinirle çıkmıştı. Bunun bana pahalı bir geri dönüşü olacağını biliyordum.

 

Ahuzar bana doğru koşarken diz çökerek kızıma sarıldım. Saçlarından öpüp kokusunu içime çekerken Gülhan Abla'nın dolan gözleriyle karşılaştım.

 

Başını yavaşça iki kere aşağı yukarı sallamasıyla Ahuzar'ın gelişinin aslında bir tesadüf olmadığını yine ve yine beni şiddetten koruyanın Gülhan abla olduğunu bir kez daha anlamıştım.

 

"Hakkını asla ödeyemem..." diye fısıldadım. İki gözümden de aynı anda göz yaşı aktı.

 

 

 

🥀

 

 

KARADENİZ

RİZE

 

(Karşılaşmaya üç gün kala... )

 

Yaşlı kadın, üzerindeki çiçekli elbisesi ve hemen onun üzerindeki kırmızı hırkasıyla kapıdan içeri girdi. Üzerindekiler tam olarak Karadeniz yöresine aitken kafasındaki çiçekli yazmasının da hemen üzerinde buraya ait olduğu belli olan kadınlarının taktığı Keşan Karadeniz örtüsü vardı.

 

Kaya ellerini masasına basıp doğrularak ayakalandı. Ancak hala şaşakınlıkla gelen kadına bakıyordu, çünkü gelen kişi Türkan Alkım'dı.

 

Mira Ahu Alkım'ın Teyzesi, Türkan Alkım.

 

Kaya dehşetle karşısındaki kadına bakarken Türkan bir kaç adımla masanın önüne gelmiş dolu gözleriyle karşısında dimdik duran adama bakıyordu.

 

"Çok değişmişsun, koçari." dedi Türkan yazmasıyla akan yaşını silerken. Bir eli keşanını tutarken diğer eli yazmasından ayrılıp kalbine inmişti.

 

Adamın gelişen yüzüne, kalıplaşan bedenine, sert bakan çehresinde gezindi gözleri. Duygulandı. Değişmişti. Tam bir delikanlı olmuştu. Büyümüştü.

 

Kaya ise hala olduğu yerden kadına bakarak ne yapacağını düşünüyordu. Doğruldu masadan yavaşça. Kıbıldamadan durdu bir süre. En son boğazını temizleyerek dudağının kenarını kaşıdı. Eliyle koltuğu işaret etti.

 

"Buyrun oturun teyze, neden gelmiştiniz? " diyerek o da yerine tekrar oturmuştu. İçinde inanılmaz bir his vardı. Acı dolu bir his.

 

"Ben, Kaya Demir Karahanlı içun geldum." dedi hala oturmadan. "Bazu gerçekleru bilmesu içun geldum. "

 

Yutkundu Kaya. "Beni zaten biliyorsun teyze. " dedi ve tekrardan ard arda iki kez yutkundu. Sesi bir an çıkmayacak gibi olmuştu.

 

Türkan yavaşça masanın önündeki tekli deri koltuklardan birine oturdu. "Ben artık bu yükle yaşayamayim. "

 

Kaşlarını çatarak baktı Kaya. Neyden bahsediyordu? "Hangi yükle? "

 

"Temelli gelduğuni söylediler. "

 

Düşünceli şekilde başıyla onayladı Kaya. Herkesin onun buraya izinli bir şekilde gelip amcasının ölümü ile işini bıraktığını düşünüyordu ancak olaylar tam olarak da öyle değildi. Sadece kimsenin ama kimsenin bilmemesi için gizlediği bir sırdı. Askerliği bıraksa bile ona verilen görevi yerine getirmeden bırakamzdı. Tabi gerçekten bırakacak olsaydı...

 

"Saa çok böyük bir siır verecuğum. " Göz yaşları ondan bağımsız akarken ağızını tekrar araladı konuşmak için. "Bu sır, senden ve Mira'dan çalınan altı yıl. Benden ablamu alan bir siır. "

 

Kaya ne hissedeceğini bilemez halde koltuğundan kalkarak kadının yanına ilerledi. Kaşları çatılmış gözleri düşünceliydi. Bir kaç saniye yanında durarak kadına yukardan baktı. Daha sonra ise ilerleyerek karşısındaki tekli koltuğa oturdu.

 

Hemen yanında masanın üzerindeki şirket telefonunu alarak bir kaç tuşa bastı. Şaşırmış ve merak içindeydi ancak sakin olması gerektiğini de biliyordu. "İki su getirebilir misin? " Aldığı onayla telefonu geri yerine koyup koltukta yerini düzene aldı.

 

"Ne sırrıymış bu Türkan Teyze? " diye sorarak dirseklerini dizine yasladı. Öne doğru eğilerek koyu laciverttin kendini siyaha bırakmış gözlerini karşısındaki kadının mavi gözlerine odakladı. Ahu'nun gözleri gibiydi teyzesinin gözlerinde. Sadece Ahu'nunkinden bir tık daha koyuydu. "Ahu ile ne alakası var? "

 

Türkan yutkundu. "Ben yillardur bu yükün altunda ezildum. Bencilluk ettum. Ben saa yalan söyledum Demir... "

 

Kadın acıyla yüzünü buruştururken Kaya donmuş gözlerle hala kadına bakıyordu. "Ne yalanı? " diye fısıldadı dudakları. Kalbinde bir kaç kablonun koptuğunu hissetti sanki. Kafasında canlanan bir kaç anıyla olmamasını diledi, bunun olmamamsını diledi. Tahmin ettiği şeyin olmamasını can-ı gönülden istedi.

 

"Mira, isteyerek evlenmedu... " Tam o esnada kapı çalarak içeri asistanı Seren girdi. İki suyuda orta masaya koyarak odadan geri çıktı.

 

Kaya ise duyduğu sözlerle sevinse mi ağlasa mı bilemedi. Kalbinin hızlandığını hissetti. Yüzü ve bedeni taş kesildi. Adem elması yutkunuşuyla havalanıp indi.

 

Bu düşündükleri hissettikleri aniden duyduğu şeyler yüzündendi dimi? Bir süre anlam veremedi, beyni idrak edemedi. Ne dedi bu kadın şimdi?

 

Bir süre sonra beyninin idrak ettiği şeylerle nefes alışı hızladı. Bir korku saldı sanki yüreği vücuduna. Boğulduğunu hissetti. "Ne demek evlenmedi? " dedi zar zor. Yutkunamadı.

 

Yengesinin ona söylediği şeyler geldi aklına. Hemen miydi? Hemen çıkar mıydı? Pişman olur muydu?

 

"Affet beni oğul... " dedi kadın ağlamaya devam ederken. Kaya'nın bakışları ne ara yere gitmişti bilmiyordu ancak kadının konuşmasıyla aniden tekrar ona döndü. "Affet... "

Kaya bir süre kadının yüzüne baktı. Geçmişi hatırladı, ona denileni hatırladı. İkisini karşılaştırınca ise delirecek gibi oldu. Sertçe yutkundu. Sinirle oturduğu koltuktan kalktı ve, "Ne demek evlenmedi?! " diye gürledi. İçindeki hissetiği şey çok garipti.

 

Başından aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki. Öfke bırakıyordu içinde. Ateş misali yakıyordu yüreğini. "Hani beni bekleyememişti! Hani dayanamayıp başka biriyle evlenmişti!"

 

Kadın ağlamaya devam ederken yazmasını eliyle ağızına basıp başını iki yana salladı. "Evlenmedu oğlum. Şuan bile evli değul. Değuul..." diye fısıldadı.

 

"Ne diyorsun sen! Ne saçmalıyorsun! Lan ne demek evli değil! Ne demek evlenmedi!" diyerek kadının üzerine yürümemek için zor tuttu kendini. Bir iki adımın ardından kendini sıkarak durdu. "Hangi biri doğru, hangi dediğin doğru Türkan teyze! Altı yıl önceki mi yoksa yıllar sonra karşıma çıkmış sır dediğin şu siktiğimin yalanı mı?! "

 

Kaya o kadar öfkeliydiki artık boynundaki damarlar belirginleşmiş yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Hızla gömleğinin bir kaç düğmesini daha açarak elini boğazına atıp ovaladı. Diğer elinide beline atmış odada anlamsızca volta atmaya başlamıştı.

 

Ne diyordu bu kadın?

 

Neyden bahsediyor bu kadın? diye diye içinde fısıldayarak etrafına bakınmıştı.

 

Nefes alamıyordu. Çünkü nefesini kesmişlerdi. Ondan atan kalbini alarak nefesini de kesmişlerdi.

 

Ne demek evli değildi?

 

Ne demek evlenmedi?

 

Ne demek?

 

İçinden geçen her bir cümle yüz kez tekrarlandı. Beyni susmadan bağırırken o yine ard arda yutkundu.

 

Evli değilse eğer, nasıl? dedi içten içe.

 

Nasıl lan, nasıl?

 

"Özür dilerum, " diye konuşarak ayağa kalktı Türkan. Çantasını koltuğa bırakmış hızla arkası dönük Kaya'nın karşısına geçerek af dilemeye başlamıştı. "Yapmak zorundaydum! Yemin ederum yapmak zorundaydum! Defalarca tehtud edildum. "

 

Kaya içindeki sinirle dişlerini sıktı. Hiddetle kadının iki kolundan tutarak sarstı. "Sen dedin bana herşeyi, sen! Ben ihtimal bile vermezken ikna edip gönderen sendin beni!" diyerek kadını daha sertçe sarsmamak için zor tuttu kendini. Sesi öyle bir değişmişti ki onu tanıyanlar bilirdi bu ses tonunun Kaya'ya ait olmadığını. Sinirden sesi kalınlaşırken göz bebekleri sinirden ve kaybından büyümüştü.

 

"Özür dileyip durma! Sen bana sevdiğim kadını geri verebilicek misin? Ben bakmaya kıyamazken onu nasıl başkasına verirsiniz lan! " Kadını sarsarak bıraktı.

 

Türkan içindeki acıyla başını iki yana salladı.

 

Zamanında da sormuştu bu soruyu, ancak o zamanlar psikolojik bir çöküşteydi. Kolunu kesmişlerdi, yoğun bakımda yatmıştı. İyi değildi, bazı şeyleri öğrenmek için iyi değildi...

 

Beyni onu bıraktığına o anki haliyle öyle çok inanmıştı ki bir süre sonra sadece sevdiğinin mutluluğunu dilerken bulmuştu kendini.

 

Ya mutlu değilse şimdi?

 

İçinde küçükte olsa bir korku tohumu peydahlandı.

 

"Kolum kopmuş, açıdayken yoğun bakımdan çıktığım gibi ilk uğradığım evdi orası benim! Çünkü benim evim ordaydı! Ahu'm ordaydı! " diyerek bir kolunu kaldırmış gelişi güzel sinirle bir yeri işaret ediyordu. Hızını alamıyordu, içinde inanılmaz bir öfke vardı. Öyle ki göğüsü aldığı her nefeste hızla inip kalkıyordu.

 

Türkan yıkılmış vaziyette başını eğerek ağlamaya devam etti. "Ben ödedum bedelini. "

 

"Bana isteyerek evlendiğini söyleyen sendin! İnanamazken bile inandıran sendin! ŞİMDİ NE DEĞİŞTİ! " diye öyle bir gürledi ki sesi ofisten dışarı taşmış çalışan bir kaç kişiyi bile ürpertmişti.

 

Hangi biri doğruydu?

 

Hangi dediği gerçekti?

 

Öfkesi Karadeniz'i bile cayır cayır yakacak dereceye gelirken Türkan da aynı öfkeyle, "OĞLUMU KAYBETTUM BEN! " diye bağırdı.

 

Kaya'nın elleri iki yanına düşerken karşısındaki yıkılmış kadına odaklandı. "Yıllardur tehtud edildiğum oğlumu ben iki ay önce motor kazasunda kaybettum! Hiçbir nedenum kalmadu!"

 

Kaya geri geri giderek kalçasını deri koltuğun koluna oturur vaziyette yaslandı. Ayakları artık onu taşımıyordu. "Mira'nın babasu, Allah'ın belasu Orhan; beni yillardur tehtud ettu. Ben de saa hiçbişey anlatmayarak bedelini oğlumu kaybederek ödedum. "

 

Kaya başını iki yana salladı. İçinde inanılmaz bir yıkılmışlık vardı. Kaybetmişlik vardı. Sevdiğini ondan ayıran herkesi bir yere topayıp cayır cayır yakmak istiyordu sonra da küllerini Karadeniz'in hırçın sularına bırakmak...

 

Bir süre derin derin nefesler aldı. Dünyası resmen bir kaç dakikada başına yıkılmıştı. Ne yani isteyerek, bilerek gitmemiş miydi Ahu? Hâlâ onla mıydı?

 

Öyle miydi gerçekten?

 

Ya yanındaki adamı sonradan sevdiyse?

 

Sevmemiştir değil mi?

 

En önemlisi, o iyi ve mutlu muydu?

 

"Düzgün anlat. " Sakin olmaya çalışıyor dişlerini sıkıyordu ama alttan alttan öfke kanına giriyor damarlarından usul usul süzülerek vücuduna ani dalgalarla yayılıyordu.

 

Burnunu çekti Türkan. "Keşke ablam yerune ben öleydum. " diyerek koltuğa ilerleyip oturdu.

 

Kaya ise gözlerini ayırmadan kadının her bir adımını izliyordu. "O zaman böyle olmazdu. O ne konuda tehtud edilurse edulsun saa gelirdu. Oğlum derdu, kızımu bizden aldular derdu... "

 

Kıpkırmızı gözlerle baktı Kaya'ya. "Sen askere gittukten iki hafta sonra, haber alamaduk. İki gündur senden haber alamayunca Mira çok korktu. Her gün eli kalbinde bekledu seni. Askeriyeye ulaştığunda ise gönüllu olduğun bir görev de kaçırılduğunu ve hala kayup olduğunu öğrendu. O gün baygınlık geçirdu. "

 

Kalbinin durduğunu hissetti Kaya.

 

Yutkundu ve anlatmaya devam etti. "Her gün bekladu senu Kaya. Her gün bekladu. " Türkan tepesinde dikilen adama baktı. "Ölunle yada dirunle, senu hep bekladu... "

 

Vücudu ani bir irkilmeyle ürperirken bakışlarını kadından çekerek yere çevirdi ve yıllar önce ona kurulan benzer cümleyi hatırladı. "Bir ay oldu, gelmedun o da beklemeyip evlendu. Bekleyemedu, ölunla ya da dirunla senu hiç beklemedu. "

 

"Bir ay geçtu. Cenazen kalktu birden. Mira çok uğraştı senu son bir kere bile görebilmek içun. Göstermedüler. " Türkan tekrar ağlamaya başlarken eli yine kalbine gitti. "Sabah akşam demedan, kar kış demedan her gece gerçek olmayan mezarunda yattı senun. Korkmadan yattı orda. "

 

Hızla kadına döndü Kaya. Kalbinin etrafını bir ateş sarmıştı sanki. Yanıyordu yüreği. Gözleri yandı. O kadar yanıyor ve hızlı atıyordu ki kendi bile şaşakınlıktan ne yapacağını bilemeden karşısındaki kadına yutkunarak bakıyordu. Boğazı düğüm düğümdü.

 

Duydukları çok ağırdı.

 

Önüne dönerken başını delirmiş gibi iki yana sağlamaya başladı. "Çok ağır lan, "diye fısıldamaya başladı. "Çok ağır lan, çok ağır... " Elleriyle yüzünü ovuşturdu.

 

Hızlı hızlı inip kalkan göğüsü yavaşlamıştı, nefes almakta zorlanıyordu artık. Eli tekrar tekrar boğazına gitti.

 

Nasıl inanıcaktı?

 

Hangisine?

 

Söylediği her söz canını yakıyordu. Yüreğine dokunuyordu. Her bir sözde geçmişteki sözlerini de hatılıyordu.

 

Aynı kadının eski sözleri...

 

"Gerçek olmayan cenazene bile katılmadu. Umursamadu. Babasunun ona bulduğu zengun adamla evlenmeyi kabul edup dini nikah kıydu."

 

O zaman nasıl inanmıştı peki?

 

Gençti, dağılmış haldeydi...

 

Kadın ise o kadar çok inandırıcı konuşmuştu ki sorgulayamamıştı bile.

 

Zaten ölümden dönmüş, birde yuvası bildiği kadını yanında göremeyince kırılmıştı. Beklemişti gelir diye, gelmemişti. İşte o zaman daha çok inanmıştı Ahu'nun gittiğine. Ailesini bile göremeye gelmemişti çünkü.

 

Psikolojisi harap haldeyken birde o halde Ahu'nun onu bırakıp gittiğine inanmıştı. İki kötü durumu o kadar çok birbirine bağlamıştı ki... Seven gelirdi demişti. Ya yaşadığını bilmiyorsa, nasıl gelsindi...

 

"İsteyerek evlenmedu. " dedi kadın hıçkırarak ağlamaya devam ederken. "Orhan birden bire eve bir adam getirtup Mira'yı çağurtturdı. Mira senin mezarundan kalkıp geldiğunde ise baban bir çöp gibi ona verdu."

 

"Resmu nikahlarınu ise İstanbul'da kıymaya karar verduler. Ahu seni kandurdu Demir. Senunle paran için birlikteydu. "

 

Beyni susmuyordu, kadın konuştukça eskileri yenilerin yanına koyup karşılaştırıyordu.

 

"Kız istemezken para karşuluğunda Orhan kızıni İstanbul'a sattu. " Kaya'nın eli anında kalbine gitti. Sanki iki el ateş edilmişti kalbine. Kurşun hafif kalır dedi içinden. Kurşun yarasından daha ağrıdı bu yara.

 

"Mira gitmek istemedu Demir. Orhan zorla verdi kızı. Mira gitmek istemeyunce de, senin öldüğünu söyleyip beş parasuz kalmak istemeduğunu söyledi. "

 

Gözleri dolu dolu baktı kadına. Aklına gelenlerle acı acı yutkundu. Bu yüzden mi babası Ahu ile görüştüklerini yakaladığında tepki vermemişti. Bir baba kızını kıskanırdı ama Orhan Alkım aksine sevinmişti, hemen evlenmelerini bile istemişti. Bu yüzdendi, para içindi.

 

Ya Kaya fakir biri olsaydı? Peş parasız biri olduğunda da kızını ona verir miydi?

 

"Gül, ablam. " dedi hıçkırarak. "Kızının gidişiyle kalp krizi geçurdu. Kızını bana emanet ederek gözu açık gitti! Ben ise senu görunce yemin etmiştum sana herşeyi anlatmak içun, "

 

"Anlatsaydın o zaman! " diye bağırdı yine Kaya. Koltuğun kenarından ayrılarak ellerini alnına basıp ardından saçlarına daldırdı. "Anlatsaydın... "

 

"Allah kahretsin! " dedi nefes nefese. "Nasıl bir tongaya düştüm lan ben! Karım nerde lan benim! " diye bağırarak aniden döndü. Kadının üzerine doğru adımladı. "Konuş! Devam et! "

 

"İlk zamanlar Mira'yı nasıl kurtaracağumu bilemedum." diye korkuyla konuştu. "Ablamın cenazesinden sonra eve döndüğümde seni gördum. Bunun şaşkınlığıyla sana sarılıp öperken Orhan çağırmıştı benu. Hatırlıyorsun..."

 

"Yemin etmiştum o zaman... "

 

Nerden bilebilirdim? diye geçirdi içinden Kaya. Nerden bilebilirdim beni evimden ayıranın aslında onlar olduğunu...

 

Nerden bile bilirdim aç gözlü bir şerefsiz olduğunu...

 

Nerden bilebilirdim kendi kızına bile kıyan bir piç evladı olduğunu...

 

Acımasızlıktı...

 

Deseydi, Vallahi de billahi de bütün varımı yoğumu döşerdim önüne.

 

Ama onu benden almasaydı...

 

Hasretinden ölmüştü Kaya.

 

 

...

 

"Türkan! " demişti Orhan sinirle. "Bir bakar mısın? "

 

Türkan son kez yanındaki Kaya'nın saçlarını mutlulukla okşayarak, "Bekle hemen geleyim. " diyerek kalkmıştı.

 

Geri döndüğünde ise yüzü bembeyazdı. Kapının pervazındaki Orhan'a korku dolu bakışlarını göndere göndere acımadan kurmuştu o cümleleri.

 

... 

 

 

"Söyleyeceğum herşeyi, dedum Orhan'a. Mira onun nişanlısu dedum. O iş geçtu dedu, Ahu artuk evlu bir kadun, dedu. Yapma, dedum yalvardum. O ise bana sadece eğer herşeyi söylersem oğlumu öldureceğiyle tehtud etmuştu. Etma dedum, dinlemedu. Daha on iki yaşındaydu Davut. Hiçbişey yapamadum. Yapamazdum. Kendini savunamayan bir çocuğa ansızın zarar verseydi ben kahrolurdum. "

 

Kaya'nın da gözleri dolmuş vaziyette koltuğa ilerleyerek bitik bir halle çöktü. "Şu anlattıklarına karşı, isteyerek evlenmesine bile razıyım. Sadece acı çekmeyip isteyerek evlenmesine bile varım. Ben kendimi bile siktir ettim. O iyi olsun yeterdi bana... "

 

"Ne yaptınız lan bize? "dedi en son ağladı ağlayacak kıvamdayken. Dile kolay altı yıl... " Naptınız... " diyerek acıyla nefesini koyuverdi.

 

Neler duyuyordu, neler öğreniyordu...

 

"Değul." dedi Türkan önceki dediklerine karşı. "Gittiğu günden beri hiç görmedum onu. Arayamadum. Çünki telefonu yok. Özgürlüğu kısıtlu."

 

"Sen nerden biliyorsun? " diye sordu Kaya kaşlarını çatarak. Başını kaldırmış keskin çehresiyle kadını izliyordu.

 

"Orhan'u telefonda konuşurken duydum. Kaçmaya çalışmuş bir ara, Orhan'a şikayet edip küfürler ediyordu. "

 

"Verdiğiniz piç evladı mı?! " Kadının başıyla onaylamasıyla gözlerini yumdu bir kaç saniye.

 

Sinirle dişlerini sıktı Kaya. İki ellerinide koltuğun kenarlarında yumruk olmuş etrafa bakıyordu. Hızla eliyle kenara vurup, "Hay ben senin ırzıyetini sikim! " dedi. Yanımda büyüğüm var demeden ettiği küfürle öne eğilerek yüzünü ovuşturdu. Bir günde bu kadar gerçek ağrıdı. Hemde çok ağırdı.

 

"Ben saa bunlaru anlatsaydum kaybedecektum ama anlatmadum diye de oğlumu kaybettum." dedi artık ağlamayarak. Derin nefesler eşliğinde gözleri yere odaklıydı. "On sekiz yaşındaki oğlumu motor kazasuna kurban verdum ben. "

 

Başını salladı Kaya. "Başın sağolsun. " diye fısıkdadı sertçe yutkunurken. Bilirdi Davut'u. Ölmesi onu da üzmüştü ancak üzülüp başını daha da duvara vuracağı çok ayrı, apayrı bir olay vardı.

 

Ahu'su yoktu...

 

"Sağol." dedi Türkan gözünden yaş süzülürken.

 

Her günahın bir bedeli vardı işte. Belki analtsaydı zamanın da Kaya gücünü kulanır yine korurdu. Eğer bilseydi gizliden gizliye oğlunu korur o adama gerekeni yapardı. Ait olduğu kadını zulmden kurtarır tekrar yanına alabilirdi.

 

Ama bilipte susmak, Allah katında dilsiz şeytan olarak anılırdı. Elbet susmanın bile vardı cezası...

 

"Peki Murat. O nerede? Nasıl izin verdi ablasının gitmesine! " diyerek başını hızla kaldırdı Kaya. Geldiğinden beridir de görmemişti etrafta. Evlerinin arasında pek de bir uzaklık yoktu.

 

Murat, Mira'nın küçük kardeşiydi. Ondan iki yaş küçük erkek kardeşi. "Tabiki izin vermedu. Çok karşi çıktu. Hatta evden kaçup İstanbul'a gittu. Nasıl oldu bende bilmeyim ama ablasunun kaldığı evi bulmuş. Basmuş silahla evi. Mira'nın yanındaki adam, öldürecekmiş Murat'ı az kalmış, ama Mira yalvarup bir şekilde gitmesine izin vermiş. Yanında kalmanın karşılığında kardeşine dokunmayacaktu. "

 

"Murat bu kadar çabuk ikna olmaz? " dedi ihtimal vermeden. Artık delirecekti. O adama yalvarmış mıydı? Yalvarmak zorunda kalmıştı öyle değil mi?

 

Peki Murat, onu çok iyi tanırdı. Ne olmuştu?

 

"İkna olmamuş zaten. Adam onu dövdürtmuş. Bir ay yoğun bakumda kalmuş uşak. Daha sonrada kimsenun haberi olmadan ortadan toz oldi, ulaşamadum yıllardur. Polise gittuk, öldüğuyla da ilgili hiçbir bilgi alamaduk. Oğlum, Davut ölmeden önce onunla konuşmuş. Öyle demişti. İlklerde inanamadum. Ama bende konuştum Murat ile. Şuan, kendisi Özel harekat askeru. Komutan. "

Murat daha ablası götürüldüğü yılda en büyük hayali için çalışıyordu. Üstüne yaşanılan olaylarla daha da inat etmiş istediğini sonunda başarmıştı.

 

Yutkundu Kaya. Şoke oldu bir an için. "Asker mi?" İstediğini başardı mı? diye geçirdi içinden Kaya.

 

"Evet. Altı yılın sonunda, tam iki yıllık özel harekat askeru. Beni araduğunda ise ona herşeyi anlattum. Herşeyden haberi var. "

 

"Ve... " dedi Türkan ayağa kalkarak. "Ablasunu asla orada bırakmayacağuna da yemin etmuş. "

 

"Sadece zaman kollayi."

 

Sadece zaman kollayi...

 

Sadece güçlenmeye çalışıyordu değil mi? Rütbe ne kadar yüksek herşey o kadar kolay olacaktı...

 

 

 

🥀

 

 

MARDİN

NUSAYBİN

 

• ASKERİYE •

 

 

"Oy Erzincan, can Erzincan

Can cana kurban

Eller bana, eller bana

Ben sana hayranımm! " diye diye Bünyamin ellerini kuruladığı havluyu iki elinin arasında döndüre döndüre geldi.

 

"Tereğe deterjan ben koydum

Emeleme zalimey emmeyle

İçinde mercan ben koydum

Emeleme zalimey emmeyle. " diyerek dinlenme yerindeki deri koltuklara oturmuş onu garip garip ve gülerek izleyen silah arkadaşlarına baktı. Bu sefer havluyu tek eliyle sallayarak halay çekmeye başladı.

 

Yavaş yavaş Akın'ın oturduğu tekli koltuğa halay çeken çeke yaklaşarak kitap okuyan adamın kulağının dibinde söylemeye başladı.

 

"Şu kızların adını

Emeleme zalimey emmeyle

Porçiki sıçan ben koydum

Emeleme zalimey emmeyle. " diyerek duruldu. Akın ise başını robotik bir açıda yavaşça çevirerek nerdeyse dudak dudağa gelecek adama dik dik baktı. "Geri bas ve siktirolup git Bünyo. " dedi sakince. Gülmediğine göre asla eğlenmiyordu ayrıca küfür ettiğine göre de birini elden geçirmesi an meselesiydi.

 

"Şu kızların adını

Emeleme zalimey emmeyle... " demesiyle başı dönen Akın tekrar hızla başını çevirdi. Uyarırcasına baktı yüzüne.

 

Bünyamin ise gülerek sınırları biraz daha zorladı. Yavaşça şarkıyı söylemeye devam etti.

 

"Porçiki sıçan ben koydum

Emeleme zalimey emmeyle. " diye biraz daha fısıldamasıyla diğerleri gülerken Akın'ın gözleri yavaşça kapandı.

 

"Şuan emir kimde, bende. " diyerek tekrar gözlerini araladı. "Ben Kaya Komutanım gibi eline çakmak verip alandaki bütün karları erittirtmem bak, " dedi tehtid edercesine ve yutkunarak gerileyen adama baktı. "Benim verdiğim cezalar daha fenadır."

 

"Tamam ya, " dedi Bünyamin kendini başka koltuğa, Harun'un yanına bırakarak. "Bişey mi dedik sanki, aaa. "

 

Seyfettin taktığı güneş gözlüğünü çıkartarak iki şişe buzu alıp gözlerine tuttu. Dün sabah Albay, askeriyenin önündeki demirleri akşam saatlerine kadar kaynak yaptırdığı için kendisinde göz namına hiçbir şey kalmamıştı.

 

"Gözlerimi hissetmiyorum. " diyerek buzları üşüyen gözlerinden çekti.

 

Akın gözlerini okuduğu kitabından çekmeden, "Müstahak sana. Kuru kuru diye tutturdun iki ay yiyemiyeceksin. " dedi. Kurufasulye gibi bir yemek yasakalnmıştı iyi mi?

 

Bütün askeriye yemekhanede kuru pilav gömerken Bünyamin ve Seyfettin sadece makarna yiyerek izliyorlardı.

 

"Komutanıma da valla helal olsun, yokken bile cezasını eksik etmiyor üzerimizden. "

 

Akın'ın bir dudağının köşesi yavaşça havalandı. Başını kaldırmadan gözleriyle karşısında oturan adama baktı. Sadece bakması yetmişti çünkü Seyfettin'in kaşları anında çatıldı.

 

'Seyfettin ve Bünyamin, çıkışta görüşelim aslanlarım. '

 

Cıklayarak Bünyamin'e baktı. Askeriyenin etrafındaki bütün karları, kar küreği ile temizlemiş el arabasıyla, araba araba kar çekip dışarı atmıştı. Dün ondada bel kalmamıştı. Birinde göz diğerinde bel namına hiçbişey kalmamıştı.

 

"Sen mi yaptırdın lan? " diye sorup oturduğu yerden doğrularak bacaklarını uzattığı masadan çekti.

 

Omuz silkti Akın. Bünyamin ise omuzunda hissettiği ağırlıkla başını çevirmesiyle Harun abisinin keli ile karşı karşıya kaldı. Uyukluyordu adam.

 

"Ben bişey yapmadım, Komutanımdan rica ettim. Sağolsun o da Selim komutanımdan istemiş. "

 

"Allah'tan yapmamışsın. " dedi Bünyamin bezi savurup omuzunda uyuyan Harun'u dürterek. "Yapsan ne gelirdi acaba başımıza. "

 

"Ben dedim adam yokken bile emirleri ve cezaları geziyor ortada diye. " Seyfettin buzları tekrar gözlerine tutarken Bünyamin bir kez daha Harun'u dürttü.

 

"Abi kalk sende, iyice yaşlandın kart bişey oldun! Harun Abeee! " diyerek Harun'un kel olan kafasını dürttü.

 

"Adam uyanıkken de bu sözleri söyleyebilecek misin acayip merak ediyorum Bünyamin. " Şahin ağızındaki diş çöpünü çıkararak gözlerini kıstı.

 

Sergen, Şahin Komutanının elindeki dişlenmiş olan diş çöpüne kısa bir bakış atarak masadan yeni bir diş çöpü çekip uzattı. Şahin ise koltuğun yanındaki çöp kovasına elindekini atarak Sergen'den yenisini aldı.

 

"Bunu ona uyanıkken söylesem varya, " dedi Bünyamin alt dudağını dişlerinin arasına alıp başını sallarken. "Beni siker, siker siker çoğaltır Allah'ıma. " demesiyle hepsi kahkaha attı, Akın bile bıyık altından gülüp başını iki yana sallamıştı.

 

"En azından farkında. " dedi Sertaç da elindeki yüzüğe bakarak. Babasından ona olan tek mirası, simsiyah kimliğini belirleyen yüzüğüne baktı.

 

"Sizin neyiniz var komutanım? " diye sordu Sergen yanındaki Şahin'e. O esnada Bünyamin, Harun Komutanını iterek dikleştirdi.

 

Hala uyanmayan adamla söylenmeden edemedi. "Düşmanların karşısında da böyle ölü gibi uyu da gör sonun ne oluyor! Abi bu nasıl bir uykudur, kurbanın olayım kalk yaw!"

 

Harun irkilerek uyanırken Şahin Sergen'e döndü. Derin bir nefes verdi. "Bu aşk meşk işi beni aşıyor aga. " diyerek elindeki diş çöpünü dişlerinin arasına aldı.

 

Sergen ise anında dedikodu pozisyonu alarak eli çenesinde koltuğa arkasını yasladı. "Nasıl komutanım? Ne planlıyorsunuz? "

 

Hepsi bir anda Şahin'e odaklandı. Akın bile başını kaldırıp Şahin'e baktı. Seyfettin güneş gözlüklerini geri takmış üsten bakıyordu. Ayaklarını yine ortadaki sehpaya uzatmış yanındaki tavanı izleyerek arkasına yaslanmış olan Sertaç'ı dürtmüştü.

 

Harun esnerken Bünyamin komutanına su uzatıyordu. Tam o esnada kapı açıldı. Koray elinde havlu ıslak saçlarını kuruta kuruta gelerek ona bakan silah arkadaşlarına kaş göz yaparak, 'ne var' der gibi baktı. Elindeki havlu inerken hepsi üzerindeki, sıkı kaslarını belli eden siyah atlete odaklanmıştı.

 

Seyfettin gözlüklerini çekip çıkarıp bu sefer, "Namussuz şerefsiz, nasılda yakışıklı! " diyerek iyice kapıya doğru bir kolunu koltuğun arkasına atarak döndü.

 

Koray'ın kaşları çatılırken hepsinin bakışlarına ters ters karşılık verdi. "Ne sapık heriflersiniz lan siz! "

 

"Sadece kadınlar ilgimi çekiyor. " diyerek bakışlarını çekti Akın.

 

"Benimde, " dedi hemen ardından Şahin.

 

"Komutanım isterseniz evlenebiliriz. " Sergen'in sözüyle Bünyamin elindeki havluyu top yapıp suratına attı. Suratına yediği çay ocağı havlusuyla dişlerini göstererek güldü.

 

"Benim gönlüm çoktan kondu bir yuvaya. Rahat ol. " diyerek arkasına yaslanıp 'sen rahat ol' der gibi gözlerini yavaşça kapatıp açtı.

 

Harun esneyerek, "İki çocuğum var. " diyip kısa ve öz bir cümle kurdu.

 

Koray'ın ise gözleri Seyfettin'i ve Sertaç'ı bulurken kaşları iyice çatıldı.

 

Sertaç'ın elleri havalandı anında. "Sevgilim var. " diyerek tekrar saçlarını karıştırıp arkasına yaslandı. Bir yandan da sırıtmadan edemiyordu.

 

Geriye kalan Seyfettin ise bu fırsatı kaçırmadan ağzıyla değişik değişik sesler çıkararak kaşlarını bir aşağı bir yukarı oynattı. "Bana kaldın yakışıklı. " diyerek tekrar takmış olduğu güneş gözlüklerinin üstünden bakıp göz kırptı.

 

Koray ise göz devirip Akın'ın yanındaki tekli koltuğa oturarak derin bir nefes verdi. "Seninle aynı istihbaratta olduğuma inanamıyorum! " Modern konuştuğu nadir anlardan birindeydi.

 

Seyfettin piç piç gülerken Koray ona ters ters bakmaya devam etti. Şakasına bile olsa bir erkekle bu konumda olmak, heleki bu kişi dostuysa, çok garip ve iğrenç geliyordu ona göre. Şaka bile olsa...

 

"Ee komutanım, kadro ful. Derdiniz ne, niye aşk meşk işleri size göre değil? " Sergen tekrar Şahin Komutanına dönüp sorusunu sorarken böylelikle konu tekrardan açılmıştı.

 

Şahin, aklına gelenlerle tekrar nefesini koyuverdi. "Meltem'e evlenme teklifi etmeyi düşünüyorum. " dedi bir anda. Hepsi bir an şokla baktı.

 

Yutkundu. "Kardeşimin ölümünden sonra ilişkimiz zor yürümüştü ama hala birbirimize ölümüne bağlıyız. Artık fazla uzamasın istiyorum. "

 

"Evimin kadını olsun diyorsun yani artık. " dedi sakince Koray. Başını salladı Şahin.

 

Meltem, Şahin'in şehit olan kız kardeşi Melek'in en yakın arkadaşıydı. Mimardı ve kendine ait bir ofisi vardı. Okul dönemlerinde kardeşinin arkadaşıyla tanışmış bir süre sonra birbirlerini sevmişlerdi ve neredeyse on iki yıldır beraberlerdi.

 

Melek'in ölümünün ardından Şahin ayrı Meltem ayrı mafolmuşru. İkiside kardeşini kaybetmiş konumdalardı. Geçen yıldan beri ilişkilerinde iniş çıkış olsada şuan gayet iyiydiler. Şahin sadece artık fazla uzamasın istiyordu. On iki yıl gayet yeterli hatta fazla bir süreydi. Sevdiği, yıllardır bağlı olduğu, gözünün ondan başkasını görmediği kadın ile evlenmek istiyordu.

 

"İyi oğlum, ayarlayalım sana şöyle güzel bir mekan, süsleyelim. Getir kızı yemeğe, teklifini et. " dedi uykusu açılmış olan Harun.

 

Bünyamin yandan Harun Komutanına baktı. Başını aşağı yukarı salladı hafifçe. "İyi iyi, açıldı. " diyerek kollarını birbirine bağladı. Düşmanın karşısında uyutmamalıydı bu adamı yoksa... Yoksa yok, yoksası belli zaten.

 

"Çok sade olmaz mı? Klişe." dedi Şahin yüzünü buruşturarak.

 

"Komutanım siz hiç evlenme teklifi ettiniz mi Gülseren yengeye? " diye sordu merakla Sergen, Harun Komutanına.

 

Harun dudağını büküp omuz sıkıntı. "Galiba ettim. Gel evlenek artık, uzadı bu iş, dedim sonrası nikah masası işte. " demesiyle hepsi güldü. Harun'dan da bu beklenirdi zaten.

 

"Bu pek evlenme teklifi değil gibi abi ama sen bilirsin. " diyerek güldü Sertaç.

 

"Daha çok gel evlenelim diye zorlamış kadını! " diyerek kahkaha attı Bünyamin. "Abi doğruyu söyle, tehtid de ettin mi? "

 

"Apır sapır konuşma, ben Gül'ümle severek isteyerek evlendim. "

 

"Abi zorunlu olan karşı taraf ama..." Bünyamin tekrar söyledikleriyle anırırken diğerleri de güldü.

 

Harun sinirle kel kafasını avuçladı. "Lan oğlum, salak salak konuşma! O da benimle tabiki isteyerek evlendi. Eğer istemeseydi iki çocuk nasıl oldu?! Konuşturma şimdi beni! "

 

"Yemek sade kalır. " dedi düşünceli bir şekilde Şahin.

 

Güldü Seyfettin. "Ne bekliyon abi? Havadan paraşütle mi inip teklif ediceksin? " kahkaha attı Seyfettin.

 

"Aslında hava demişken. " dedi Sertaç yerinde tekrar doğrularak. "Bence ayarlayabiliriz... " demesiyle gözlerindeki parıltıyı hepsi gördü.

 

Aklından nasıl bir plan geçiyordu belli değildi ancak güzel şeyler çıkacağını Sertaç'tan ve bakışlarından anlayabilirlerdi. "Kızı buraya çağır, ama sınırdan uzak bir yere. Mardin'de büyük, meydanı olan bir yere çağır. Gerisini kardeşine bırak. " diyerek elini kalbine koyup tekrar arkasına yaslandı.

 

"Bu kız hangi şehirdeydi?" diye sordu Akın düşünceli bir şekilde.

 

"İzmir."

 

Akın başını salladı. "Bişey olmaz, sen çağır biz hallederiz. Yorma kafanı. "

 

Hepsi birbirine imalı imalı bakarken Şahin gülümsedi. Ne tür bir şey çıkacaktı bu tayfadan merak etmişti doğrusu.

 

 

🥀

 

KARADENİZ

RİZE

 

 

"İkizum," dedi Burak yutkunarak. "Emin miyuz?"

 

Gözünü karşıdaki konaktan ayırmadan konuştu Furkan. "Ulan bir görup çıkacağuz, ne olacak? "

 

"Ula ne, ne olacak? " diyerek stresle olduğu yerde sekip durdu Burak. "Bak o şefesuzların da şerefsuzu olan Şeref bu sefer bizu yakalarsa sıçaruk ha! "

 

"Ula bir du ya! "

 

Kapı açılırken bunlar adeta iki tane yan yana olan ağaca resmen girerek görünmemeye çalıştılar. "Ah! Ulan dal batti götume!.. "

 

Burak poposunu tutarak ovuştururken Furkan hidetle konuştu. "La sus, yakalatacaksun bizi. "

 

Anaları Fatma Hanım arabaya binerek evden uzaklaşınca bir kaç korumada gitmişti. "Haah!" dedi Furkan ellerini bir sinek gibi birbirine sürterek. "İşte şimdu gidebiliruz." diye 'u' yu uzattıkça uzattı.

 

Tam adım atmıştı gidiyordu ki telefonun çalmasıyla durdu. Telefonu açarak kulağına dayadı Furkan. "He buyur ana! "

 

"Bir tane delumuz vardi onu kaybettuk! Diğeru Allah billur nerde şirketle canla başla çalışi. Baban desen artuk bir ayak torpağında. Ula Amcan desen gemi karaya vurmuş onla uğraşayi, siz de ohhh! Nerdesunuz ula siz?! "

 

Furkan dinlediği azarla telefonu kulağından az bişeycik uzaklaştırarak konuştu. "Ana bir dur da! Ne gerek vardi ailenin raporini çikarmaya. Kuma çıkacağuz." dedi dilini dışarı çıkarıp sallayarak. Elini de savurmuştu. Yalan söylemişti.

 

"Uuu, " dedi Burak yanında kaşlarını çatarak. Sonra ise Furkan'ın omzuna eliyle bir kere vurup, "Oldi o zaman ikizuuum! Saa anamla iyi mesailer. " dedi ve şerefsizce güldü. Hızla evin arka tarafına ilerleyerek koşmaya başladı.

 

"Ana kapatmam lazum, bak tünelden geçeyrum!" diye telefonu heyecanla hemen kulağına yasladı yangaz.

 

"Uyy! Ne tuneli ula! Hemde burada! Hani kuma çıkaydınuz! Neredesinuz! "

 

"Ana duymayrum! Kapatayrum! Geliriz sonra." Hızla telefonu kapatıp evin penceresine bakan ikizine baktı. "Ula şefesuz! "

 

O da koşarak kardeşinin yanına gitti. Ensesine bir sile çakarak pencereye baktı. Ensesini ovalayan Burak, "Buraydı dimi lâ? " diye sordu.

 

Babaları yüzünden tam üç haftadır gelmediği için hafıza kaybı yaşıyordu, zaten görsel hafızası sıfırdı. Gördüğünü bir daha görse asla tanımıyordu.

 

"He he, " diyerek yerdeki tahta merdiveni kaptığı gibi kaldırıp pencereye dayadı Furkan. "Ben şimdi içeru gireceğum bir şekilde, hemen onun yanındakide Hazan'ın penceresu. "

 

Burak onu başıyla onaylamasıyla Furkan yavaşça tırmandı merdiveni. İkiside karşı konağın ikiz kızlarına vurgundu. Kızlar da az değildi ancak bir sıkıntı vardı ki iki konak birbirlerine düşmandı. Cemiyette bile karşı masalardaydılar. Asla masaları bile ortak olmazdı.

 

Furkan çıkarak pencereden içeriye bakmaya çalıştı. O kadar dikkatli bakmaya çalışıyordu ki tül perdenin birden çekilmesiyle ödü kopmuştu. Korkmasıyla az daha arka arkaya düşüyordu. Burak hızla merdiveni tutmuş Furkan'da elini kalbine basıp pencereyi açan kıza bakmıştı. "Ulan ödümi kopardun, zalimun kızı! "

 

Hazal ona kolları bağlı şekilde dik dik bakmaya devam etmesiyle Furkan'ın gözleri büyüdü. "Ula, bak sakun! Etma! "

 

Hazal ellerini merdivenin iki yanına koyarak geriye doğru itti. "İkizum! " diye bağırdı düşerken.

 

Burak merdiveni tutamayınca üzerine doğru gelen adama küfürler yağdırıp kaderine razı gelirken artık ikiside şiddetle yeri boylamıştı. "Hay senun ben gelmişini geçmişunu!"

 

Burak sızlanırken, "Gene olan baa oldi. " diyerek başını kaldırdığı gibi Hazan'ı gördü. Hazal ve Hazan ikiz kız kardeşler odalarının yanyana olan iki pencereden çıkmış ikiside sevdalıklarına bakıyorlardı.

 

"Ne ettin?! " diye sordu yan tarafındaki pencereye. İkizine sormuştu bu soruyu. Hazal, Hazan'a ters bir bakış attı.

 

"Ben ne ettiğimi bilırım. Kusura bakma balım seninki arada kaynadi. Ama ben doğru yaptım." diyerek tekrar Furkan'a baktı Hazal.

 

"Burak." dedi içi kaynayarak Hazan.

 

"Söyle balım? " diye belini tuta tuta kalktı yerden.

 

"İyi musun? "

 

"İyiyum balım. Sen merak etme, seni gördüm bak daha iyi oldum. " diyerek hızla ayaklandı. Sanki hiç düşmemiş misali merdiveni kaptığı gibi Hazan'ın penceresine dayadı.

 

Furkan ise Hazal'a dönerek, "Lan ne vardu az ikizine çekeydun!" diye söylendi.

 

Hazal tek kaşını kaldırmış ellerini beline atarak, "Sende ne vardu sanki az ikizuna benzeyip adam olaydun? Bok yiyenun uşa!"

 

"Hoop! Yavaşş! " dedi Burak merdiven üstünde. Gözleri fal taşı gibi açıktı."Öncelukle sağol yenge ama babama laf yok. "

 

"Hazan at şunu da aşa. "

 

"Olmaz canı yanar. " dedi Hazan korkuyla. İki eli Burak'ın omuzlarını bulmuştu. "Zaten düştü. "

 

İşte böyleydi, kızlardan ikisinden biri naif ve romantikse diğeri onun zıttıydı. Kaçık ve sinir yumağıydı.

 

Yangazlarda ise bir fark yoktu biri yaramazlık peşindeyse diğeri de onun dibinde biter hani nerde hani nerde derdi.

 

"Hay ben böyle işin! " dedi elini bacağına vuran Furkan.

 

"Siz ikinuz! Ne işunuz var yine burda?! " diye bir gürleme sesi duyuldu. Etrafta bir kaç kuş sesten dolayı gökyüzüne uçuştu.

 

İkizler duydukları sesle birbirlerine bakarken Burak da bu sefer itilmemesine rağmen korkudan yeri boylamıştı. "Ananı arıyordum! " diye hidetle fısıldadı acıdan. Yerde kalçasını tutmuş başını kaldırmıştı.

 

"Siz! " diye sesi bir kez daha duyarlarken kızlar aynı anda, "Baba? " demişlerdi.

 

Yangazlar ise yerde birbirlerine bakarak, "İşte şimdu kimse Kemal Amcam'un ve Kaya abimun elinden alamaz bizi." dedi.

 

"Fışkiyi yeduk!"

 

 

🥀

 

 

İSTANBUL

(Buluşmaya son 2 gün kala... )

 

•ÖĞLEN SAATLERİ...•

 

 

Yediğim tokatla yere düşerken; hemen saçlarımın arkasından kavradığı gibi kaldırdı olduğum yerden.

 

"Bırakk! "

 

Bağırmam ile daha da çıldırırken ileri doğru savurdu. Hızla önüme gelerek omuzlarımdan kavradı. "Benimle evleneceksin Mira! "

 

Tükürerek kurduğu cümleler midemi bulandırırken ağızımdaki kanı yüzüne tükürdüm. Gözlerini sımsıkı yumdu. "Birde benden sevgi dinleniyorsun Karavir. "

 

Fısıltımla gözlerini aniden açtı. "Zarar vererek sevgi dileniyorsun. "

 

"BİR KERE BENİ SEVMEYE ÇALIŞSAN HERŞEY FARKLI OLABİLİR! " diye gürleyerek beni omuzlarımdan sarsıp durdu.

 

Gözlerine hüzünle baktım. "Denemedim mi? "

 

Denemiştim ve bu bile kalbimdeki sevdaya ihanetti...

 

"DENEMEDİN!" Omuzlarımı sarsmayı bırakmış bana kocaman gözlerle gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerini bu derece açarak ne kadar korkutucu olduğundan habersizdi. O kehribarları hayatımda en iğrenç göz rengi sırasında birinciliği devirmişti.

 

"Denedim. Ama denemem bile hataydı... " Yüzüme yediğim tokatla sarsılırken tekrar doğrultarak omuzlarımdan tutup sarstı.

 

"Sen, " dedi yüzüme yaklaşarak. "Sen beni sevmeyi hiçbir zaman denemedin."

 

"Zorunda mı bu kalp seni sevmeye? " Ağlıyordum. Aslında hep ağlıyordum ama gözlerimde yaş tükenmiş gibiydi artık.

 

"ZORUNDA. "

 

"DEĞİL! " diyerek onu ittim. Ancak yerinden kıbırdamadan beni omuzlarımdan tuttuğu gibi yere savurdu.

 

Allah'tan Gülhan abla Ahuzar'ı parka götürmüştü.

 

"Sen benim karımsın! "

 

"Değilim! Değilim! DEĞİLİİİİM! " Düştüğüm yerde bas bas bağırıken o takımının ceketini çıkarıp gömleğinin kollarını kıvırmaya başladı.

 

Gerçekten artık alışmıştım.

 

Psikoloji felan değildi artık konu...

 

Konu benim acıya da yaşadığım ters psikolojiye de ayak uydurmamdı.

 

"Şuan Karadeniz de olsaydın bebeğim, bana napardın? " diyerek bana döndü. "Pompalıyla mı vururdun?

 

Dalga mı geçiyordu?

 

"Ya da onu siktir et. Ahuzar doğmasaydı, çocuğun olmasaydı. Bana o zamanlar gibi diklenmeye devam edecek miydin? "

 

Asıl soru başkaydı...

 

Çocuğum için katlandığım bu hayata hamile olduğumu öğrenemeden önceki gibi kaçma planlarımdı. Bu evde kalmak istemememdi. Onu sürekli öldürmeye çalışmamdı.

 

Şuan hala dikleniyordum. Şuan ki durumum bile evliliği kabul etmememden kaynaklanıyordu zaten. Ama bir kızım vardı ve Çolak onunla alakalı tehdit ettiğinde ben sanki bir duvar kenarında mahsur kalıyor, pıstırılıyordum.

 

"Bir çocuğum olmasaydı şuan mezardaydın Çolak Karavir. " konuşmamla yüzümdeki saçlarım uçuşurken gözlerine bakmaya devam ettim. "Bu hala geçerli. Ama kızımın ortada kalıp anasız büyümesin istiyorum. "

 

Cık cıkladı. Ellerini birbirine sürterek tam bana doğru geliyordu ki kapının çalmasıyla olduğu yerde duraksadı. "Gel!"

 

İçeri giren kadın hizmetliyle göz göze geldik anında. Odaya girer girmez ilk bana bakmış sonrada korkulu gözlerle Çolak'a dönmüştü. "Efendim? "

 

"Umarım önemli bir durumdur Şeyma. Çünkü rahatsız edilmeyi asla sevmem, hele ki karımla! "

 

"Şey, efendim ben... " bana bir kez daha baktı. "Kızınız geldi diyecektim. Annesini sormuştu da haber vermek için. "

 

Derin bir nefes vererek hızla ayağa kalktım. "Ahuzar." diyerek tam kapıya doğru gidiyordum ki aniden saçlarımdan tuttuğu gibi yere çökertti.

 

Acıdan aniden çığlık attarken Şeyma denen çalışanla tekrar bakışlarımız buluştu.

 

"Çık dışarı! "

 

Çolak'ın emriyle dışarı çıkan kadın son kez bana korkulu gözlerle bakmıştı. "Bu..." diyerek yutkundum. "Bu kadını ilk kez görüyorum. "

 

Dudaklarını kulağıma yaklaştırarak fısıldadı. "Yeni çalışan. "

 

Yutkundum. Başka konu bulmam lazımdı. Kafasını dağıtmam lazımdı ama konuşacak hiç bişey yoktu.

 

"Ne o? " diyerek saçlarımı yüzümden çekerek kendi yüzüne yönlendirdi. "Kıskandın mı? "

 

Koyun can derdinde, kasap et derdinde...

 

"Hayır!"

 

Burnunu saçlarıma sürttü. "Sessiz kalmanı tercih ederdim karıcım. "

 

Eğer susarsam cevabım evet olurdu. Ve bu onu sevindirirdi.

 

Çolak'ı sevindirmek demek, şeytanla iş birliği demekti.

 

"Beni bir kere sevmeye çalışamaz mısın? " diye sordu hafif sakinleşmiş sesiyle. Burnu hala saçlarımda, bir eli çenemde, alnı başımda, gözlerini yummuş bir haldeydi.

 

Gözlerimden yaşlar hızla akarken yumdum sımsıkı. "Seni en son sevmeyi denediğimde kardeşimi yoğun bakımlık etmiştin. Öldürürcesine dövdürtmüştün."

 

"Canımı sıkmıştın. " dedi hiç gocunmadan.

 

"Sadece misafirlerine merhaba demediğim için mi? "

 

"Evet." dedi uzaklaşarak.

 

"Sen gerçekten manyaksın! "

 

"Öyle mi? "

 

"Öyle."

 

Saçlarıma asılarak beni banyoya doğru ayağa kalkmama bile izin vermeden sırt üstü sürükledi. Neler yaşayacağımı az çok tahmin edebiliyordum. İlk önce kemer yiyecektim sırtıma. Sonra nefes alamayacaktım. Sonra beni tokat manyağı yapacaktı. En son ne mi?

 

İşte sorunda bir has en sondu... Bunu söylememe hiç gerek yoktu çünkü yaşayacağım şey ne hissederken ne de söylerken içimi kahr ediyordu.

 

 

 

 

🥀

 

 

INSTAGRAM: dilekkoc_pjm

WATTPAD: dilekkoc6789

KİTAPAD: dilekkoc6789

TİKTOK: gece0866

 

 

Bölüm : 24.11.2024 21:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...