7. Bölüm

6) - ༻İNTİKAM VAKTİ... ༺

Grim_gece
dilekkoc6789

"AĞIR YARALIYIM

KARADENİZ! "

 

KAYA...

 

"BİR SAAT BİLE BİR YIL GİBİ GELİRKEN SENİN ALTI YIL OLMAMAN BANA BİR ÖMÜR ÖLÜMLÜ BEDELDİ... "

 

AHU...

 

 

🥀

 

KARADENİZ

RİZE

(Karşılaşmaya üç gün kala...)

 

 

Düşünceli düşünceli ellerini siyah kumaş pantolonunun cebine atmış şirketin cam duvarından Karadeniz'in hırçın sularını izliyordu.

 

Ellerini cebinden çekerek yüzünü ovuşturdu. Sonra ise saçlarına geçirerek ensesine kadar sürüp saçlarını dağıtarak ensesinde birleştirtirdi.

 

Kapı çalınca hiç o tarafa dönmeden gel komutunu vererek denizi izlemeye devam etti.

 

İçeri giren kişi bir kaç adım atarak tam arkasında durmuştu. "Efendim? Beni çağırtmışsınız. "

 

Kaya derin bir nefes vererek ellerini indirdi. Hızla arkasını dönerek şirketin en başarılı avukatına baktı. "İstanbul'dan gelen ihaleyi kabul et. "

 

Avukatın gözü seğirdi. Kabul ettirsindi ettirmesine ama hangi ihaleyi kabul edecekti? "Hangi ihale Efendim? "

 

Kaya'nın lacivert gözleri öfkeyle yoğunlaşırken dişlerini sıktı. Zaten sinirliydi her an birine çatabilirdi. "Hangi ihale olacak lan! "

 

"Efendim? Çelekerilerden, Kevcinlerden, Kutay Holding'den daha bir çok ihale mevc... "

 

"Kes! "

 

Artık sadece gözleri sinirli bakmıyordu. Yüzünün her bir çevresi ben çok sinirliyim diye bağırıyordu. Onu geldiğinden beri sakin gören avukat şimdi ki gerçek hali ile karşılaşmasıyla sakince korkaraktan yutkundu. Sanki yutkununca bile 'neden yuktundun lan' diye bir an kızacak gibi hissetti.

 

"En son biz neyin toplantısına girdik Salim! "

 

"Kum."

 

La havale çekti Kaya. Sözde birde en başarılı avukatıydı. O kadar davayı bu beyinle nasıl kazanıyordu, bu kadar işi nasıl yapıyordu? Acemi şansı olamazdı artık adam dört yıldan fazladır işindeydi.

 

"Salim." dedi Kaya daha sakince dönerek bu sefer. "Git ve Karavirlerin bize yaptığı anlaşmayı kabul et. Onlarla işbirliği yaparak yardım edeceğimizi belirt."

 

"Ama efendim? Onlar sade..."

 

"Salim!"

 

"Peki efendim." diyerek başını yere eğdi Salim.

 

Kaya ise öfkeyle bir elini beline diğer elini çenesine atmıştı. İçi içine sığmıyordu. Nefes alamıyordu. Bu denizin mavisi bile artık ona yetmiyordu. Boğuluyordu. Suda değildi belki, nefes de alıyordu ama boğuluyordu. Aldığı nefes gördüğü masmavi deniz ona haramdı...

 

O deniz mavisi, mavilikler yanında olmadığı sürece bu böyle olacaktı.

 

"Ama sizin nasıl bir karşılığınız olacak? Ben bu şirketin avukatıyım. Bilmem gerek. Nasıl bir avantajımız olacak? Şirket iflasın sınırında. "

 

Derin bir nefes verdi Kaya. "Bizim değil, onların bize ihtiyacı var Koçum. "

 

"Anlamadım? "

 

"Onlardan almam gereken bir kadın var. " diye fısıldadı. En çok kendine. "Sadece bir kadın değil, bir çocuk da var... "

 

Duyduğu düşündüğü şeyler kalbine ağır geldi. Hani derlerdi ya kalbime öküz oturdu diye. Kaya'nın da yüreğine bir karanlık oturmuştu işte. Koca bir karanlık. Koca bir boşluk.

 

"Kaya Bey? "

 

Seslenilmesi ile bakışlarını arkasına çevirdi. "Çok riv riv etma! Git ve anlaşmayu kabul et! Üç gün sonraya da görüşme ayarla! "

 

Avukatın ofisten çıkmasıyla elini cebine atarak iki tane fotoğraf çıkardı. Birisi yeniydi. Diğeri ise yıllardır cüzdanında taşıdığı eski bir fotoğraftı. Biri altı yıl önceki diğeri altı yıl sonrakiydi.

 

Son baktığı o dosyadandı yeni olan fotoğraf. Gelmeden önce odasına bir kez daha bakarken o mavi dosyanın ardındaki fotoğrafı eğer bıraksaydı içinde kalırdı. Eski vesikalığın yanına koymayı seçmiş ve çekip çıkarmıştı yapışan kağıttan.

 

İkisine birden baktı. Eski fotoğrafı beraber çektikleri için kameranın arkasında olan Kaya'ya bakarak gülümsemişti. Öyle çekilmişti. Hayat vardı bu fotoğrafta. Capcanlıydı.

 

Birde yeni fotoğrafa baktı. Düz hüzünlü bakışlar vardı. Bembeyaz teni sararmıştı bir ölü gibi. Gülmüyor aksine dudakları her an ağalayacakmış gibi bükülmeye yüz tutmuştu.

 

Ah o dolgun dudaklar... diye geçirdi içinden Kaya.

 

Gözlerine baktı. O deniz mavisi gözlere. "Özür dilerim..." diye fısıldadı. Onun lacivertlerine inat, gecesine inat doğarak açan masmavi gökyüzü gibiydi gözleri. "Çok özür dilerim onlara inandığım için. "

 

Yutkundu başını kaldırarak denize baktı. "Özür dilerim daha önce gelmediğim için. Özür dilerim yanında olmadığım için, seni çekip almadığım için. " sesi kısıldı. "Özür dilerim beni hala ölü bildiğin için... "

 

Sonra ise hırsla baktı yeni fotoğrafına. "Alıcağım seni o adamdan. " dedi yemin edercesine. "Alıcağım." cüzdanında bir tane olan fotoğraf sayısı böylelikle ikiye çıkmıştı. Elinde olsa daha fazlasını isterdi ama işte olmuyordu.

 

Olmuyordu...

 

 

 

 

2 SAAT ÖNCE...

 

Kapının tıklatılmasıyla gel komutunu verdi Kaya. İçeri elinde dosyayla giren Mahir'le hemen ayaklanarak yanına gitti.

 

Türkan'ın gitmesiyle hemen Mahir'den, Mira'yı detaylı bir şekilde araştırmasını istemişti. Kendi buna cesaret edemiyordu ancak en güvendiğine yaptırabilirdi.

 

"Araştırdın mı? "

 

Mahir ciddi bir şekilde elindeki dosyayı kaşlarıyla işaret etti. "Elin karısıyla ne işin var demiştim. Mira artık senden gitti." yutkundu sertçe. "Demiştim." suçlulukla nefesini verdi. "Demeseymişim be kardeşim. "

 

... 

 

"Senden bişey isteyeceğim."

 

"Ne isteyeceksin? " diye sordu Mahir. Bir yandan da kahvesini yudumlamakla meşguldü.

 

"Mira'yı araştırmanı. "

 

Kaya'nın yere dalgın dalgın bakarak kurduğu cümleyle Mahir aldığı bir yudum kahveyi püskürterek geri çıkardı.

 

Kaya ise ona bakarak kaşlarını çattı. "Senden başkasına güvenemem. "

 

Elinin tersiyle ağızını silen Mahir öfke dolu suratıyla Kaya'ya döndü. "Seni yüz üstü bırakan kadını araştırmamı mı istiyorsun? " diyerek sakince sordu. "Unut bunu! "

 

"Senden başkasına güvenemem. " dedi tekrarlayarak.

 

"Ulan toparlamak bir yılıni aldi bir yılıni! " Çok sinirlenmişti Mahir. Öyle ki arada şivesi kayıyor yumruğunu sıkmış kardeşim dediği insanın karşısında duruyordu.

 

"Konu sandığımız gibi değilmiş. "

 

"Ya nasılmış? Üstüne birde çocuk mu yapmış? Napmış? Konu nasılmış Kaya! Ulan bir yıldır kolun alçıda gezdin! Kesitler biçtiler seni amına koyayım! Buna rağmen eğitime gittin! Seni alsınlar diye yalvardın, kendini kanıtlamak için uğraştın! Eziyet ettiler! ÖLDÜ GÖSTERDİLER LAN SENİ! "

 

Başını iki yana salladı Kaya. Gerçekleri öğrenmenin o boşluğu vardı üzerinde. Henüz doğru düzgün kabulenememişti dışı. Ama içi....

 

İçi çoktan teslim olmuştu. Kaya'ya resmen ben sana demiştim diyordu iç organları.

 

Yüreği.

 

Beyni.

 

Yapmaz demişti. Ben sana demiştim diyerek dalga geçiyorlardı.

 

Çok boktan bir durumdu bu onun için.

 

"Unut bunu! " dedi Mahir ters bir bakış atarak. "Araştımayacağım o kadını. Sen bunları çekerken o sefasını sürüyordu! "

 

"Yapmalısın." dedi Kaya onun aksine sakince.

 

"SENİ ÖLDÜ GÖSTERDİLER! " diye bağırarak çıldırma noktasına geldi Mahir. "O KADIN DA SENİN ÖLDÜĞÜNÜ DUYAR DUYMAZ BAŞKASIYLA EVLENDİ! SENİ ÜZDÜ, ULAN SENİ ÜZDÜ! SENİ TOPARLAYANA KADAR GÖTÜM BÜYÜDÜ! ŞİMDİ BANA NASIL O KADINI ARAŞTIRMAMI İSTERSİN AMINA KODUMUN ÇOCUĞU! "

 

"YETERR! "

 

Kaya çıldırarak bağırdığı kelimeyle deri koltuklardan birine tekme attı. Gerisin geri giden koltuk yeri boylarken Kaya hızını alamayıp kendi baş koltuğuna ilerleyip iterek tekerleri ile sürünüp yan tarafa gitmesini sağladı.

 

Ellerini ise kocaman kahverengi ahşap masaya vurarak eğildi. Derin derin soluklar alırken başını bir müddet eğerek gözlerini masaya dikti.

 

"Bencede yeter! ULAN ELİN KARISIYLA NE İŞİN VAR? SENDEN GİDEN KADINLA NE İŞİN VAR LAN İT! "

 

Kaya'dan sinir ve öfke dolu hırıltılar çıkarken Mahir durdurak bilmeden devam etti.

 

"SENDEN GİDEN KADUNLA NE İŞUN VAR! MİRA SENDEN ÇOKTAN GİTTU! "

 

"O BENDEN HİÇBİR ZAMAN GİTMEDİ! " Öfkeyle bağırdığı için sesi ofis dışına taşarken yavaşça başını robotik hareketlerle kaldırdı.

 

Mahir'in gözlerinin ta içine baktı. "Benden hiçbir zaman gitmemiş. " dedi öfkeli, sessiz, çatallı sesiyle.

 

"Yalan söylemişler. " Fısıldadı. İçi acıya acıya gerçeği dile getirdi.

 

Mahir olduğu yerde taş kesilirken Kaya ellerini masaya sürterek çekti. Doğrularak bir elini ensesine atıp Mahir'in yanına doğru ilerlereyerek önüne dikildi. Yavaşça derin bir nefes verdi ikiside.

 

"Benim Ahu'm hep burdaymış. Öldüğüm günün ertesi günü gitmemiş. İsteyerek gitmemiş. Yapmamış! Hatta... " Sertçe yutkundu Kaya.

 

"Hatta." diye fısıldadı Mahir.

 

Tekrar yutkundu. Ahu o zamanlar üşümüştü belki ancak bunu bilen Kaya'nın kalbi üşümeyip aksine alev alev yanıyordu. "Sahte olan mezarımda günlerce uyumuş. " diyerek devam etti. Tekrar gözlerine baktı. "Sabah akşam demeden. "

 

İçi sızladı bir kez daha.

 

Mahir ise yutkundu. Altı yıldır kardeşimi üzen kadın o diyerekten kin beslemişti Mira'ya. Öyle değil miydi yani? O üzmemiş miydi Kaya'yı?

 

"Babası satmış İstanbullu şerefsizin birine. " dedi türürcesine. "Zorunda kalmış... "

 

Mahir üst üste gelen darbelerle tutkunacak yer bulamadığı için arkasını dönerek cama ilerledi. Bir yandanda tek eli saçlarını karıştırıyordu. "Devrem... "

 

Başını iki yana salladı Kaya. "Dahasını ben sana anlatmayacağım Mahir. Şimdi sen söyle. " diyerek ellerini siyah kumaş pantolonunun ceplerine attı. "Gerisini bana sen mi anlatmak istersin, yoksa adam mı tutayım? "

 

Kaya elleri cebinde hemen camın önünde duran Mahir'in arkasında dururken Mahir yavaşça Kaya'ya dönmüştü.

 

"Hadi diyelim herşey yalan. Mira öyle birşey yapmadı, ne yapacaksın? Adamla evli. Babasının onu satması bir bokuma yaramaz! "

 

"Evli felan değil. " dedi Kaya sakince.

 

Kaşları çatıldı Mahir'in. "Ne demek evli değil? "

 

"İşte onu bana sen diyiceksin Mercan? Gerçekten evlenmediğini, evlenmediyse neler olduğunu..."

 

Mahir Mercan...

 

"Evli değil ise... " Yutkundu sertçe Mahir. "O zaman ne yapacaksın? "

 

Omuzlarının kaldırıp indirdi başını yavaşça iki yana sallayarak. "Evli olsa da olmasa da yapacağım şey, açık değil mi? " Hala aynı konumda; eller cebte, baş dik, gözler kara ve sabit düşünce ile duran Kaya; kardeşine 'sende çok iyi biliyorsun' bakışı attı.

 

Dudağının bir köşesi yukarı kıvrıldı Mahir'in. Sonra ise kahkaha atmaya başlamasıyla ıslık çaldı. Deliydi ama yengesinin hala sadık olmasına da sevinmişti.

 

Mira öyle bişey yapmamıştı.

 

Can dostunun kalbini isteyerek çiğnememiş miydi?

 

İşte şimdi canlılık gelmişti ruhuna.

 

Bir kez daha ıslık çaldı Karadeniz'e bakarak. "Adrenalin atağım tutuştu bro! "

 

Hala aynı şekilde duran Kaya'yı görünce hızla emredersiniz komutanım hareketi yaparak odadan hızla ayrıldı.

 

Kaya ise hafif kıvrılan dudakları tekrar düz bir hal almış ve dopdolu gözlerle tekrar camın önünde yerini almıştı. Ağlicaktı. Hemde öyle böyle değil. Sevdiği kadının gidişi ardından akıttığı o tonlarca göz yaşından daha çok akıtacaktı bu sefer.

 

Çünkü altı yıldır mutlu değildi ve baktığı o fotoğrafta sanki ölüydü.

 

Ölüydü...

 

... 

 

Yutkundu Kaya. "Bırak şimdi onu bunu, neler çıktı onu anlat."

 

Mahir gittiğinden beri içi içini yiyordu. Yerinde duramıyor bir sağa bir sola gidip duruyordu.

 

"La oğlum bir sakin ol da! " dedi Mahir. "Ne sabırsızsın, geç bir otur şöyle. " Eliyle gösterdiği oturma bölümüne geçerek koltuğa oturdular.

 

Kaya bunca zaman sonra onunla ilgili duyacakları için hissettiği heyecanla dirseklerini dizlerine dayamış ellerini birbirine sürtüyordu. Bu zamana kadar sadece yaşayıp yaşamadığı araştırtmıştı. Her doğum gününde...

 

Çünkü eğer yaşıyorsa onun için yakılan mumları üfleyerek tek dilek haklarını sadece onun ve kendisi için diliyecekti.

 

Ama eğer ölseydi, onun için doğum günü değil cenaze, ölüm günü olurdu. Bu zamana kadar böyle bişey yaşamadığı için tekrar tekrar gözlerini kapatarak şükretti.

 

Mahir ise ona sırıtarak bakıyor kardeşinin ellerini stres altında iken sürtüp dudaklarını dişlemesini izliyordu.

 

"Seni şaka maka ilk defa böyle diken üzerinde görüyorum. "

 

"Bırak lakırdıyı da başla. Haydee! " diyerek oturduğu yerde daha da toparlanıp heyecanla Mahir'in konuşmasını bekledi.

 

Mahir gülerek bir bacağını diğer bacağının üstüne atarak dosyayı dizlerine koydu. Açarak bakışlarını gergince kendisini izleyen lacivert gözlere çevirdi.

 

"Sor."

 

"Söyle işte."

 

Mahir cıkladı. "Yaw oğlum sen sor hadi. En merak ettiğin yerlerden başlayalım. "

 

Derin bir nefes verdi Kaya. En merak ettiği şeyi sordu ilk. "O, iyi mi? "

 

Evet, sorduğu ve en merak ettiği ilk soru buydu. Onun iyi olup olmadığı.

 

Mahir bir süre duraksayarak Kaya'ya baktı. "O nasıl soru amına koyayım, nerden bileyim ben! Bana sadece araştır dedin bende geçmişi ve şimdiki resmi halini getirdim sana. "

 

Kaya ona boş boş bakmaya devam edince güldü. "Tamam ulan! Evin içinde ne yaşayiler bilmeyim. " dedi şivesini kaydırarak. "Ama merak etme. Evin adresini buldum. Piç kurusunun İstanbul'daki Şirketi batmak üzere o yüzden yaptığımız reklama ve gönderdiğimiz adamla hemen dönüş sağlayıp iş teklifi verdi. "

 

Yüzündeki alaylı ifade yok oldu. "En yakın zamanda içeri adam sızdırıcağım. Adamlarının arasına koyup evde neler döndüğünü şu iki üç güne öğreniriz."

 

Başıyla onayladı yavaşça Kaya. "Bir hizmetli, bir koruma sok."

 

"Emredersiniz hazretleri. Başka isteğiniz? " diye sordu başını eğerek.

 

Kaya, "Şimdilik yok. " dedi ciddi ciddi.

 

Mahir kınayıcı bir bakış attı. "Fesuphanallah! "

 

"Çocuğu var mı? "

 

Kaya'dan gelen ani soruyla Mahir sertçe yutkundu. Ne cevap vereceğini bilemedi ilk. En sonunda saklamanın bir anlamı yok diyerek, "Evet." dedi. "Ayrıca dediğin gibi Ahu hâlâ bekar görünüyor sistemde. Yani bekar bir anne. "

 

Başından aşağı soğuk sular döküldü. Bakışları değişti Kaya'nın. Kalbine oturdu. 'O adamdan mıydı' diye sordu içten içe. Sonrada kendine kızdı, 'ya kimden olacaktı' diye.

 

Evliliği kabul etmeyen kadın çocuk yapmaya izin verecek değildi dimi?

 

Zorlamı sahip olmuştu?

 

Bir eli sertçe yumruk oldu. Diğer elide göstermek istemezcesine yumruğunun üstünü örttü. Öfkesi en çok kendineydi.

 

Kuzu'yu kurtta kendi elleriyle teslim eden oydu çünkü...

 

"Kaç tane? " diye sordu sesi giderken.

 

"Bir."

 

"Cinsiyeti? "

 

"Kız."

 

Nefes alamadı. "İsmi? "

 

"Ahuzar... "

 

Ahuzar...

 

Kaşları aniden çatıldı Kaya'nın. Hızla Mahir'e döndü. Ahuzar mı?

 

Aklına gelenlerle duruldu. Beyninin durduğunu hissetti.

 

Anlam veremedi. Çocuk ondan olmamasına rağmen mi koymuştu bu ismi kızına.

 

Ona gözlerini kısarak bakmaya başladı Mahir. "Altı yaşında. " dedi daha da şüpheyle bakarken. "Ne oldu? "

 

Daha da kafası karıştı Kaya'nın. "Kimden? " diye sordu bu düşünceye karşı. Daha çok kendine sormuştu ancak yanındaki adam yanlış anlamıştı.

 

Mahir ise aniden, "Çüş Kaya! " diye bağırdı. "Lan kadın yıllardır kimin yanında, tabiki kocasından... "

 

Söylediği son sözcüğü yeni fark edince Kaya'nın delici bakışlarıyla karşılaştı. Sertçe yutkundu. "Yani, o adamdan. "

 

"Başka? " diye sordu bu sefer konuyu değiştirip sakinleşmek için derin bir nefes verirken.

 

"Çolak Karavir diye biri. Reklam ve gönderdiğimiz adam sayesinde anlaşma sundu. Şirket batmak üzere, sınırında. Bu. Şuanlık bu kadar. "

 

"Nasıl bu kadar lan, ne bok yedin iki saattir! "

 

Ayaklandı Mahir. "Ya bir dur be oğlum. Daha yeni başlıyorum. Isınma turu bunlar. Daha bu adam ne bok yedi de şirket bu halde, yardım edecek kimsesi neden yok onu öğrenmeliyim. İstanbul'un sayılı iş adamlarından birde, o kadar kolay değil sağlam bir yapının çabuk yıkılması. Üç güne, gitmeden öğreniriz evin odalarına kadar. "

 

Yutkundu Kaya. "Elini çabuk tut. " diyerek başka yere baktı. Yerinde duramıyordu.

 

"Niye? "

 

"Çünkü kafayı yemek üzereyim! " diye hidetlendi aniden. Gerçekten sınırdaydı, delirmesine az kalmıştı. "İçim içimi yiyor lan! Ne yap ne et o evde ne olduğunu öğren Kurbanın olayım. "

 

"Tamam." dedi panikle. "Sakin ol. Öğreneceğim. "

 

"Nasıl nefes almışım ben bunca yıl? " diye sordu kendine Kaya sertçe yutkunarak. Duydu bu acılı sesi Mahir.

Yutkundu. Cevap vermedi.

 

"İçim yanıyor lan. Eğer o adam ona zarar vermiş olsun. Eğer Türkan Teyze'nin dedikleri doğru çıksın..."

 

"YAKARIM!.."

 

Mahir dosyayı koltuk altına sokarken soru işareti dolu bakışlarla Kaya'ya baktı. "Ne dedi ki? "

 

Gözleri doldu Kaya'nın. Çocuk gibi ağlicaktı. Sevdiğim kadını bana geri ver Allah'ım diye bağıra çağıra ağlicaktı.

 

Gözlerindeki yaşı yavaşça geri çekti. Ağlamak bir Karadeniz erkeğine yakışmazdı. Bu da elbet bir imtihandı. Ne kadar zorlanırsa o kadar zorlayacak, sevdiği kadını her ihtimale inat alıcaktı yanına.

 

Sonuçta buralarda hiçbir sevda çabasız olmazdı. Onlarınki bir hikaye olarak kalmıştı ama roman diye başlayıp devam edecekti.

 

Son bulmayacaktı. Elbet romanın, bir hayatın bilen sonu vardı ancak onlarınki asla son olmayacaktı.

 

Bakışlarını kaldırarak Mahir'e baktı. "Hızlı ol Mahir. Üç günümüz var. Sadece üç gün sonraya ayarlayacağım buluşmayı."

 

 

 

🥀

 

İSTANBUL

(Karşılaşmaya iki gün kala...)

 

• KISA BİR AN •

 

Şeyma girdiği malikane koridorunda sessizce adım atmaya devam ederken her an birisi sağdan veya soldan çıkacakmış gibi temkinliydi.

 

Yavaş ve sessiz adımlarla topuklu ayakkabılarına dikkat ederek ilerledi. Bir elinde tuttuğu toz fırçası diğer elinde tuttuğu, yan tarafına asılı bez kovasıyla ilerlemeye devam etti.

 

Açık kahve saçları ensesinde topuz halindeyken üzerinde hizmetlilerin giydiği beyaz gömlek ve siyah kalem etek vardı.

 

Yavaş yavaş yaklaştığı kapıyla durakladı. Kulağını kapıya doğru çevirip biraz yakınlaştırarak içeriyi dinlemeye çalıştı. Ancak hiçbir ses alamayınca başını çekerek tekrar etrafını kolaçan etti.

 

Bu işte bir terslik vardı. Öğle saatlerinde de geldiğinde hiçbir ses alamamıştı ancak içeri girdiğinde evin Hanım'ını yerde Beyi'ni de sinirli bir vaziyette bulmuştu.

 

Sinirli bir insan bağırmaz mıydı?

 

Ya da acı çekip şiddet gören bir kadın haykırmaz mıydı?

 

Bu işte onun için gerçekten bir terslik vardı. Yutkunarak etrafını tekrar kontrol etti. Kovayı ve fırçayı yere koyarak doğruldu. Eteğinin cebinden çıkardığı telefonunu alarak ses kaydını açıp, başlattı. Daha sonra hafif eğilerek dikkat çekmeyecek şekilde telefonu kapı ve yer arasındaki hafif aralığın arasına sürükledi. Çok sürüklemeden bir kaç saniye öylece durarak bekledi.

 

Hemen ardından hızla ayaklanarak kaydı durdurdu ve eşyalarını toparlayıp merdivenlere doğru yöneldi. Böylelikle içerde ses yok mu yoksa sadece dışarıya mı ses gitmiyordu bunu anlayacaktı. Hala etrafına bakarken merdivenleri inerek bomboş olmasını dilediği mutfağa girdi.

 

Gördüğü mutfakla nefesini sessizce verirken kapıyı ardından kapattı. Tekrar kovayı ve fırçayı bırakarak telefonunu çıkardığı gibi aldığı kaydı başlatıp kulağına dayadı.

 

'Benimle evlenmeyeceğini her dile getirdiğde vücudun böyle olacak! Mosmor! '

 

Hıçkırık sesleri duyuldu. Ardından, 'Senden nefret ediyorum! ' diye küçük bir ses ardından koca bir haykırış.

 

Telefonu çekti hemen kulağından. Yutkundu. Derin bir nefes verip yüzünü sıvazlayacağı esnada mutfağın kapısı açıldı. Gülhan abla elindeki tepsiyle içeri girerken aniden arkasını dönen Şeyma'ya kısa bir an baktı. "Şeyma? "

 

Yutkundu Şeyma. O burada dikilirken içeride bir kadına şiddet uygulanıyordu. Beyni bunu defalarca tekrarlatırken bir eli yumruk oldu. Kendine hakim olmalıydı, yanlış bişey yapmamalıydı. Bu iş patırtı kütürtü ile değil. Sessiz hal olmalıydı. Gözlerini bir kaç saniye yumup geri araladı. "Yok, " diyebildi anca. "İyiyim ben, sağol Gülhan abla. "

 

Yavaşça içeri girip kapıyı örten Gülhan, pek de ona inanmıştı gibi bakmıyordu. "Sen öyle diyorsan. "

 

Bir süreden sonra Gülhan akşam yemeğini yapmaya koyulurken Şeyma da ona yardım ederek ocak başında kaynayan çorbayı karıştırıyordu. İki çalışan kadın masayı düzenlenmek için mutfaktan çıkarken Şeyma yutkundu. Bu fırsatı değerlendirmeliydi.

 

"Şey abla. Bişey soracağım. " diyerek çekinircesine göz ucuyla yanında patates doğrayan kadına baktı.

 

Gülhan, "Sor tabi. " diyerek elindeki işi bırakmadan cevapladı.

 

"Ben Ahuzar Hanım geldiğinde, kızının geldiğini Mira Hanım'a haber vermek için yukarı çıktım. " diyerek yanındaki kadının hareketlerini izlemeye koyuldu.

 

Gülhan duruldu. Bakışları tezgahın desenlerini bulurken üst üste yutkundu. "Ee? "

 

"Eesi, kapının önüne geldiğim de hiçbir ses yoktu ancak kapıyı çalıp içeri girdiğimde Mira Hanım'ı yerde dağılmış halde ve Çolak Bey'i de sinirli vaziyette buldum. " demesiyle Gülhan elindeki bıçağı bırakıp doğrularak sabit bakışlarını eli belinde şekilde Şeyma'ya yönlendirdi.

 

"Ne bilmek istiyorsun? "

 

"Sadece... " demişti ki Gülhan elini havalandırdı.

 

Ne kadar zor olsada yutkunarak, "Sen ve ben bu evin sadece çalışanlarıyız, neresi ne ve neyin ne olduğu bizi ilgilendirmez. Bizi sadece işimiz ilgilendirir. " diyerek ellerini kurulayıp mutfaktan çıktı.

 

Şeyma ise sadece bir günde Mira'ya olan bakışlarından ve Mira'nın bu kadına olan bakışlarından yakın olduklarını anlamıştı. Dahası bu kadının bu evle ilgili ona bişeyler anlatmayacağını açıkça sorarak öğrenmişti.

 

"Tam da tahmin ettiğim gibi, " diyerek başını aşağı yukarı salladı. "Ses yalıtımı... "

 

 

🥀

 

KARADENİZ

RİZE

(Karşılaşmaya bir gün kala...)

 

•İNTİKAM VAKTİ•

 

 

Öğle vakitlerine yakın bir zaman diliminde hava soğuk, bulutlu ve yağmurluydu. Kaya eline aldığı dürbünle onlara doğru gelen büyük gemiye baktı. Memnun bir şekilde indirerek yanında duran Ahmet'e uzattı.

 

Yavaşça arkasını dönerek bir elini siyah kumaş pantolonun cebine attı. Dudakları yavaşça kıvrıldı. İşte intikam vaktiydi. Amcasını ondan alan adamları bir damla suya muhtaç edecekti.

 

Abisini denizde boğan adamı denize muhtaç edecekti.

 

Bir öğürme sesi Kaya'yı düşündüğü tüm bu şeylerden kopardı. Yanına dönmesiyle dizleri üstünde güvertede geminin demirliklerine yapışmış aşağı kusan Mahir'i buldu.

 

"Hay ben bunu yanımda getiren aklıma sıçayım. " dedi sadece.

 

Elinin tersiyle ağızını silip geri çıkan adama baktı. "Has Karadenizliymiş! " diyerek Mahir'in ilk geldiği günde ona kurduğu cümleleri geri iletti.

 

Mahir ona kaşları çatık şekilde bakmaya başladı. Sırtını demirliklere yaslayarak kıç üstü güverteye oturdu. Üzerindeki gri takım biraz kirletmişti. "Sen dedin oğlum gidiyoruz diye! Ben ne bileyim Allah'ın unuttuğu yere," etrafına bakındı sertçe yutkunarak kaşlarını kaldırdı. "Deniz'in ortasına getireceğini. "

 

Tekrar kaşları çatıldı Mahir'in. "Harbi denizin ortasına getirmiş lan. " Ayağa kalkarak tekrar etrafına bakındı. "Amına koduğumun psikopat manyağı! "

 

Ahmet bir an gülecek gibi olurken kendini son saniyede toparladı. Kaya ise ona edilen küfürleri bile umursamadan makine dairesine doğru ilerledi. Tahta merdivenleri ses çıkara çıkara inerek ona korkuyla bakan kansıza baktı.

 

Başını omzuna eğerek adımlarını yavaşça, sırtını duvara vermiş ona korkuyla bakan kansıza doğru attı. Yerdeki kan izlerine baktı. "Ula gemumu da kirlettun."

 

Pantolununu azıcık yukarı çekerek yavaşça çöktü. "Ama dua et. Hediye ha bu gemu. " diyerek olduğu yeri gözleriyle işaret etti. "Yoksa gelen babanu daha beklemadan seni uçururdum havaya. "

 

An ve an izledi Cemşid'in gözlerindeki korkuyu. Hoşuna gitti. Hatta öyle bir hoşuna gitti ki, kendi bile farkında olmadan gülümsedi. "Daha bu ne ki kansız Cemşid. Daha bu ne ki... "

 

Yerden doğrularak tepeden ona baktı. "Baban birazdan burada olur. Son sözlerini düşünsen iyi edersin. " diyerek tam merdivenlere doğru gitmişti ki tekrar arkasını dönüp baktı. "Tabi konuşmana izin verirsem. "

 

Yavaşça yine ağır ağır çıktı tahta merdivenleri. Hemen hemen gemisine yaklaşan beyaz gemiye baktı. Kaya'nın kocaman gemisinden bir tık küçüktü. Ancak patladığında zevkle yavaş yavaş izlenecek kadar da ağır ve genişti.

Gemi yanaştı, Kaya heyecanlandı. Ellerini birbirine sürterek güvertenin en ucuna çıkarak iyice yanaşmasını izledi. Gemiler iyice birbirine yaklaşmasıyla güverteye inerek diğer gemiye ilerledi. Hiçbir yere tuttunmadan seri bir şekilde diğer gemiye atlayarak güvertesine indi.

 

Üç adam da karşılarındaki Kaya'ya karşı hazır ola geçmeleriyle içeriden getirilen adama baktı. Elleri bağlı iki kolundan tuttularak çıkarıldı geminin kaptan köşkünden. Adamlar Cemil Karataş'ı güverteye doğru getirdikleri gibi Kaya'nın ayaklarının dibine savurdu.

 

Yaşlı adam dengede duramayarak düştüğü yerden başını yavaşça kaldırdı. Tepesinde zebellah gibi dikilen Kaya'nın simsiyah olmuş gözlerine baktı. Elleri arkasında dik bir şekilde bulutların aradından sızmaya çalışan ama çok azıcık ışığını yayan güneşin bile önüne geçerek gölgesini yaşlı adamın üstüne düşürmüştü.

 

"Ne o, korkay musun? " diye sordu en son rahatça. Başını yana eğerek yerdeki kansızın babasına baktı. "Kork bencede. Netucede ekranlarda göründüğünden daha acumasuzumdur."

 

Cemil sertçe yutkunurken karşısındaki adamın lacivert gözlerine baktı titrekçe. Denildiği gibi bir gün içinde Rize'nin sınırlarına giriş yapmış ve buraya getirilmişti. Eceline geldiğinden haberi yoktu...

 

Kaya'dan sonra arkasında beyaz geminin güvertesine atlayan Ahmet nefret ve kinle baktı adama. Kaya başını kaldırarak şöyle bir izledi güzeli denizi. Baktıkça doyamadığı için arkasındaki nefret dolu sağ koluna baktı. "Aradun mu babamu?"

 

"Aradım abi. Telefon çekmiyor burda, direkt telsizle haber yolladım. "

 

"Güzel." dedi Kaya tekrar önüne dönerek.

 

"Demir. Yapma. " diyen adama bakmadan pantolonunu rahat bir konuma getirmek için hafif yukarı çekerek çömeldi yine. Kararmış gözleri yavaşça elleri bağlı ama yere sabitlemiş olan adama baktı.

 

"Sana daha öncede dedim. " Sinirden kasılmış yüzüyle bütün sinirini karşısındaki adamdan çıkarmak istiyordu. "Bizde masuma kalkan her el kırılır. Masuma verilen zararda, verenin başı kesilir. Kısacası öldürülür. " diyerek ona önceden kurduğu cümleleri ısıtıp önüne sundu.

 

"Senin oğlun da ölecek. Ama... " dudakları yavaşça kıvrıldı. Çenesi sinirden seyirirken bile tehlikeyle gülümsedi. "Ondan önce ona izletmem gereken bişey var. "

 

"N... Ne? "

 

Ayağa kalkarak kendi gemisinden getirilmeye çalışılan ama ayakları güçsüzce yerde sürünen kansıza baktı. "Çok can yakıcak bişey. " Gözleri tekrar Cemil'i buldu. "Çok çok fazla can yakacak bişey. "

 

Cemil korkuyla yutkunmasıyla Kaya başını salladı yavaşça. "Abi, Osman Baba geliyor. " Ahmet'in söyledikleriyle başını çevirdi. Koyu lacivert ailenin en büyük gemisinden biri olan KARAHANLI 2, bir kaç metre uzaktaydı. Çok değildi bu yüzden yanında bir kadın ile feribota binen Osman Karahanlı iki adamıyla beraber yanyana olan gemilere doğru gelmeye başladı.

 

Kaya kaptan köşküne yakın tarafta ayakta adamların yardımıyla duran kansıza baktı. Bakışları ile verdiği işaretle adamlar Cemşid'i bir çöpmüş gibi bıraktı. Cemşid ise dengede duramayıp küt diye yere yapışıp acıyla inledi.

 

Kaya bir süre babasının ona gelmesini bekledi. Herşeyden haberi vardı babasının. Kaya ne dediyse babası sadece oğluna uymuş ve sadece ona bırakmıştı tüm işleri. Yavaş yavaş elini eteğini çekiyordu herşeyden.

 

Osman Karahanlı yanaştığı feribotla beraber adamların yardımıyla gemiye tırmanarak çıktı. Arkasından adamlar getirdiği kadını çıkararak Cemil Karataş'ın yanına oturttular.

 

Cemil şaşkınlıkla yanındaki kadına bakarken Cemşid korkuyla yutkunmuş öyle ki artık ayağa bile zor bela kalkmıştı.

 

"Afra."

 

Afra yavaşça başını kaldırarak diz çöktüğü yerden arkasındaki bağlı olan ellerini sağa sola çekiştirdi. Ağızı burnu dağınık yüzü tanınmayacak haldeyken tek bir yer tanıdıktı. Gözleri...

 

Tanıdık olan tek şey ise nefretti. Kindi, öfkeydi...

 

Kaya gözlerini kısarak Cemşid'i izledi. "Ne o Cemşid, kız kardeşini beklemiyor muydun yoksa? " başını salladı tabi normal dercesine. "Bende beklemiyordum bir terörist, bir örgüt üyesinin kardeşin olmasını... Daha doğrusu bir kardeşin bile olmasını, ama işte. Hayat süprizlerle dolu. " dedi sonra tehlikeyle. "Bilemezsin neler olacağını. "

 

Afra Karataş. Sahte bir kimlikle ülkesini ifşalayan, bayrağa vatana saygısı olmayan yurt dışında en iyi okullarda okumuş ama hiçbir zaman Türkiye'yi sevmeyen bir kadındı. Nefreti neyeydi bilinmez ama tek bildiği buradaki tüm Türklerden nefret etmesiydi.

 

"Sen! " dedi Afra sinir kriziyle. "Yine sen! " Kaya'dan öyle çok nefret ediyordu ki. Tüm işlerini baltalamış bu askere defalarca suikast girişimleri yaparak ortadan yok etmek istemişti ama olmuyordu. "BIKTIM SENDEN!" diyerek güçlü ve uzun bir çığlık attı.

 

Kaya onu kaideye bile almadan göz ucuyla tiksindiği o yüze baktı. Afra ise siyahlar içinde karşısındaki adama bakıyordu. "Duygularımız karşılıklı, "

 

Şöyle bir baktı üçüne. "İyi denk geldiniz. Bende çatacak adam arıyordum zaten. " başını omzuna doğru çevirip arkasındaki Ahmet'e bakmadan bir baş işareti yaptı. Emri alan Ahmet başını küçük bir açıyla sallayıp onayladığı gibi yerdeki dizlerinin üzerindeki kadına doğru ilerledi.

 

Afra ona gelen adamı göz ucuyla görerek arkaya doğru bacaklarını öne getirmiş ve poposunun üzerine oturmuştu. Herşeyi saniyelik yaparak hala ona, sadece oturduğunu düşünün Ahmet'e karşı dizini kendisine doğru çektiği gibi erkekliğine güçlü bir tekme geçirdi.

 

Ahmet aldığı darbeyle hafif bağırmış ve acısını eliyle bastımaya çalışarak geriye doğru sendelemişti. Kaya öfkeyle cebinden çıkardığı çakıyı açtığı gibi adamların daha müdahalede bulunamadan bacağına fırlatarak sapladığı çakıyla onu etkisiz hale getirmişti.

 

Afra acıyla haykırmış baldırına saplanan çakıyla dizini hafif kendisine doğru çekmeye çalışmıştı. Ancak elleri arkasında bağlı ve bacağındaki acıyla arkaya doğru düşmüştü.

 

Kaya kadının dağılmış yüzüne baktı. "Rahat dur, yoksa daha çok canın yanar. " Yüzü de bu yüzden dağılmıştı zaten. Çok iyi dövüştüğü için gemide adamlara zorluk çıkarmış ancak etkisiz hale getirilerek en son bağlanmıştı.

 

"Senden ve ülkenden nefret ediyorum Karahanlı! "

 

"Daha on dakika once bu ülkeye muhtaçtun. " diyerek ellerini arkasında bağladı Osman Bey. Geldiğinden beri ilk konuşması bu yönden olmuştu. Oğlu gibi kendisi de rahattı. "Oysa gemude ne yalanlar sallamıştun. "

 

Kaya derin bir nefes vererek artık bu iş çok uzadı havasında Cemil'e doğru adımladı. Hemen önünde secdeye durur gibi olan adam korkuyla geri gidecekti ki yakalarından tuttuğu gibi babasının yan tarafına savurdu.

 

"Evlat büyütmeyi bile beceremeyen bir şeref yoksunu kime tapacağını bile bilmiyor." dedi. Osman Bey'e baktı kısa bir an. "O sende baba. Nasıl ki sen kardeşini toprağa verirken fotoğraflarını çekip evinde kahve eşliğinde oturup onlara baktıysa sende onun acı çekişini adım adım izleyeceksin. "

 

Hak edene hak ettiği verilirdi. Kaya'ya kalsa belki devlete, adalete teslim ederdi ancak bu ne onun yangınını söndürürdü ne de bir kaç yıl sonra çıkacak bu adamların ilerde ona ve ailesine daha kötü şeyler yapmayacağının bir garantisi yoktu.

 

Hiçbir babaya evlat acısı yaşatmakta istemezdi ancak onun büyüttüğü evlatlar bile kirliydi.

 

Yılanın başını küçükken ezeceksin, ezeceksin ki büyüdüğünde bacağına çelme boğazına urgan olmasındı.

 

Derin bir nefes daha aldı. O esnada ağızını mendille silen Mahir gemiye atlayarak karnını tuta tuta geldi. Yine kusmuştu değil mi?

 

Cemil'e baktı kısa bir an. Secdeye durur şekilde hemen hemen Osman Bey'in yanında ona doğru dönüktü. Dikleşerek güldü arsızca. "Kıble hemen solunda ulan, ne gavur herif çıktın sende. "

 

Cemil başını kaldırmadan sadece yaşayacaklarından nasıl sıyrılabiliceğini düşünüyordu. Ama unuttuğu bişey vardı. Kaçacağı hiçbir delik yoktu. Dört bir yanı denizdi.

 

İşte tam da bu yüzden burasıydı. Tam da bu yüzden Kaya onları buraya getirmişti. Amcasının denizde öldürülmesinden sonraki en büyük sebebi de kaçacak delikleri olmamasıydı. Olmamalıydı.

 

Ahmet kendini toparlayarak öfkeyle ona tekme atan kadına doğru ilerledi. Ona kıpkımızı yüzü ve gözleri dopdolu acıyla bakan kadının yanına çökerek acımadan bacağındaki çakıyı tuttuğu gibi daha derinlere bastırdı. Kadın acıyla daha da haykırmasıyla bu sefer çakıyı çevirdi. "Ben kadın falan dinlemem. Ben insan olana bacım, düşman olana ise ecel olurum. "

 

"Nefret ettiğin bu ülkeye değil dönüp bir kendine bak. " diyerek çakıyı çekip çıkardı. Ayağa kalkarak adamlar tarafından ona verilen bombaları kadının üzerine yerleştirmeye başladı.

 

İşte şimdi acımayacaktı!

 

"Ben bugün ölürüm! " dedi Afra acı ve öfke dolu sesiyle. Başını kaldırmış yüzündeki her bir seğiren kasa rağmen gözlerini bir dakika bile Kaya'dan ayırmıyordu. "Ama bilirsin ki benden çok fazla var Karahanlı! "

 

Kaya sakin tavrından ödün vermedi. Elleri arkasında adamlarının işlerini bitirmesini bekledi. "Onlarda biter evelAllah. Bizim işimiz bu, ülkedeki çakalları temizlemek. "

 

Afra sinirle haykırıp başını tekrar arkaya bıraktı. Eli kolu bağlı, yaralı olmak onu delirtiyordu. Babası ses çıkarmadan eğildiği yerde olacakları bekliyor abisi ise korkuyla sadece Kaya'ya bakıyordu.

 

Onu ne kadar yanlış tanıdığını anlamıştı.

 

Yolun sonuydu...

 

"Tamam abi. " Ahmet'in sesiyle Kaya eliyle denizi işaret etti. "Babam atın dediğinde atın. " Ahmet başıyla onaylamış üzeri bombalarla dolu olan kadını çekiştirerek güvertenin ucuna çıkarmıştı.

 

Adamları ise Cemşid'i ve babası Cemil'i hemen kadının arkasına hizalayarak onlara kendi kanlarından birinin kaybı nasılmış gösterekti.

 

Gariptir ki Karataş ailesi birbirine bağlı ama dışarıya kötülerdi. Babaları zamanında mafya babasıydı. Zarar vermediği toprak kalmamıştı. Uyuşturucu ek silah ticareti fazlasıyla vardı. Oğlu ondan da beterdi. Kadın pazarlayıp, kumarhane adı altında fuhuş gerçekleştiriyordu. Kızı ise apayrı bir kafaydı. Komple ülkeye düşmandı. Vatan hainiydi.

 

Kaya aynı rahatlıkla Cemşid'in yanına giderek ona karşı yalvaran gözlerine baktı. "Ne? Yoksa yapmamam için yalvaracak mısın? "

 

Cemşid tam ağızını açıyordu ki sözleriyle kesti. "Boşa nefesini tüketme. " Göz bebekleri büyüyen adam karşısında denize atılmaya hazırlanan kadına baktı. "Sonuçta birazdan lazım olacak. "

 

"Demir." dedi Cemil. "Devlete teslim et. Nolur oğlum, ama öldürme kızımı. "

 

"Senun ki kan idur da benum ki neydu?! " Osman Bey kurduğu cümlelerle yumruğunu sabahtan beri kendini tuttuğu ama beceremediği adamın yüzüne geçirdi. Geriye düşen adam elleri bağlı karşılık veremeden yüzüne üst üste yediği yumruklarla kaldı. İşte şimdi Osman Karahanlı'nın sırasıydı.

 

Yere eğilmiş dövdüğü adamın gözlerine baktı. "Bu savaşu kökten bitiriyorum Karataş. Son hak benum. "

 

"Son gülen iyi güler. ATIN ULA!" dediği an kızı Afra suya atıldı.

 

Denize düşen kızının sesini duyan adam gözlerini büyütürken Osman Bey doğrularak onu da yerden kaldırıp aşağıyı gösterdi. Saniyeler geçerken Kaya elini havaya kaldırdı. "Cehennem de görüşürsünüz artık. "

 

"HAYIIIIIRRR! " Cemşid'in haykırışıyla beraber eş zamanda Kaya elindeki kumandadan kırmızı tuşa bastı. Bastığı gibi saniyeler içinde denizin içindeki kadının bedeni patlayarak parçalandı ve denizin belirli bir bölgesini kana buladı.

 

"KIZIIM!" Cemil'in haykırışlarına karşı Osman Bey kayıtsızca izledi. Ona yaşatılan şeyleri an ve an izledi. Ama onlar gibi zevk alarak değil, hakkın kendi adaletin yerini nasıl bulduğunu izledi.

 

Oğluna baktı. Yutkundu. Üzerinde anlamsız bir boşluk vardı. Herşeye kayıtsızdı. Şuan belki buraları bağıra çağıra yıkabilirdi ancak o sessizce acısını ve öfkesini çıkartıyordu. Kaşları çatıldı Osman Bey'in. Sakindi oğlu. Fazla sakindi. Ve gözleri titrekti. İçinde, yüreğini acıtan bir şey vardı. Anlamıştı.

 

"BAĞLAYIN! " dedi Kaya, Cemşid'i işaret ederek. Hala haykırışlarla kardeşinin arkasından ağlayan kansızı bağladılar. Kardeşine bağlıydı Cemşid ama hiçbir zaman doğruyu gösteren bir abi olmamıştı.

 

Cemşid bağlandığında Kaya, Cemil'in karşısına geçerek gözlerine baktı. "Bu yıllardır babama çektirdiğin acılar içindi. Şimdi asıl olaya geçelim. Asıl şimdi acı çekeceksin. Varisini, tek varisini kaybederek. Babama, anneme, senin yüzünden haplarla uyuyan neneme; acılar içinde olan yengeme, bana ve kardeşlerime yaşattığın bu acılar için yaşayacasın bu acını. "

 

Cemil en çok oğluna karşı hassastı. Kızı hep uzaktı, ayrı yaşadığından dolayıydı belkide ancak hep yanında olan oğluna alışmıştı. Varisiydi o, erkekti bir kere. Oğlunu daha çok sever kızından üstün görürürdü. Pekâlâ bunu Kaya çok iyi biliyordu.

 

Babasına baktı Kaya. İkiside gözleriyle anlaşmış Kaya gemide kalarak diğerleri ona ait olan gemiye ilerlemişti. Ve gemide sadece Kaya, Ahmet ve elleri kolları bağlı olan Cemşid kalmıştı.

 

"Kaç gündür bunun hayalleriyle uyuyorum piç kurusu. " diyerek parmaklarını birbirine geçirerek kütletti. Boynunu da sağ sol yapıp kütleterek Cemşid'e doğru ilerledi sert adımları. Kandan dolayı kıpkırmızı olmuş gömleğinin yakalarından tutarak çektiği gibi yumruğunu gömdü.

 

Daha öncede onu dövmek için gelmişti, daha dün hıncını çıkarmak istediği için gelmişti ancak amcası Kemal Karahanlı ondan önce davranmış gizli bir şekilde gemiye girerek onu bir güzel dövmüştü. Eğer dün akşam birde üstüne Kaya dövseydi muhtemelen bugün yaşıyor olmazdı.

 

Kaya hıncını almak istercesine, Osman Bey oğlunun gemisiyle gemiden uzaklaşırken o karnına oturarak dövdükçe dövdü Cemşid'i. En son bayılınca Ahmet belinden zor bela tutarak ayırmıştı. "Abi dur! Daha işkence, korku yaşatamadan öldüreceksin adamı! "

 

Kaya geri çekilerek gerilen kaslarını serbest bıraktı. Kendini o kadar çok sıkıyordu ki üzerindeki siyah gömlek bile daracık olmuştu. Pazuları geriye doğru kabarıyor yumruğunu sıkıp derin nefesler eşliğinde karşısındaki baygın kansıza bakıyordu.

 

"Git bidonları ve bir kova su getir Ahmet. "

 

Ahmet ona denileni yapmak için kaptan köşküne ilerlerken Kaya elindeki kumandayı yere fırkattı. Cebinden başka bir kumanda çıkararak şöyle bir baktı. Patlatacaktı. Geminin makine dairesine yerleştirdiği bombalarla beraber içi de rahatlayacaktı. Böyle bir pislik dünyadan silinecekti. Şuan bulunduğu gemide öyle küçük bir gemi değildi. Bu yüzden kendi gemilerinden birini seçmiş, bu iş için feda etmişti.

 

Ahmet içeriden bir kova su ile gelip Kaya'nın ayaklarının yanına yere koydu. Ve dönerek bu sefer bezin bidonlarını alarak geri geldi.

 

Kaya kumandayı ön ceplerinden birine yerleştirirken su dolu kovayı yavaşça aldığı gibi hızla yerde sırt üstü baygın yatan kansızın suratına vururcasına çarptı.

 

Cemşid boğuluyormuş gibi sesler çıkarıp derin nefesler eşliğinde gözlerini açtığı gibi tepesinde Kaya'yı gördü. Korkuyla yutkundu. Rüya değildi ona göre, bitmemişti, aksine herşey yeni başlıyordu onun için.

 

Kaya, Ahmet'in elinden aldığı kırmızı ortaboylarda olan bezin bidonunun kapağını açarak Cemşid'e işaret etti.

 

"Görüyor musun? Bunlar senin için. " diyerek etrafa dökmeye başladı. "Sen ve o kirli zihniyetini kavurmak için. " Daha fazla döktü. Ahmet'te, Kaya'nın ardından açtığı bidonu etrafa dökmeye başladı. "Amcama yaşattığın o saniyelleri sana yaşatmak için."

 

Elindeki biten boş bidonu güvertede diğer tarafa fırlatırken Ahmet'in getirdiği diğer bidonu aldı. Toplamda beş bidon getirtmiş ve Cemşid'e uzun bir yol çizerek makine dairesine doğru ilerletiyordu. Arada etrafada dökerek ateşin yayılmasına neden olacaktı.

 

"Hani sen yengemi sevmişsin ya sözde. " diye söze girdi Kaya sakince. Bunu neden dediğini bilmiyordu ama içinden gelmişti bir an. Biten bidonu da bir kenara fırlatarak son iki bidonlardan birini döken Ahmet'e kısa bir bakış attı. İlerleyerek Cemşid'in yakalarından tuttuğu gibi gemi güvertesinin ortasına doğru çekiştirerek bıraktı. Son kalan bidonu da kaptığı gibi adamın üstüne doğru boşaltmaya başladı.

 

Biten bidonu da rastgele bir yere fırlatarak önündeki adamın hemen karşısında diz çökerek birazdan havaya uçacak olan o kansıza baktı. "Gerçekten sevseydin, onun sevdiğine zarar vermezdin. Gerçekten sevseydin, onun mutluluğuna saygı duyar, onun mutlu oluşuna mutlu olurdun. " Bir an gözleri dolacak gibi oldu. Kendisi yaşamıştı. Ve şuan kendi karakterine ters olan o adamı görüyordu.

 

Amcasını ondan alan adamı.

 

Ahu'nun mutlu olduğunu sanıp onun mutlu olma düşüncesi ile mutlu olan Kaya.

 

Ve, 

 

Ayşe'nin mutlu olmasına rağmen ona takıntılı olup sırf başkasını sevdi diye sevdiğini öldüren Cemşid.

 

Hayat buydu işte. Sandığın bazı doğrular yanlışlarla silinirken yanlış hep gün yüzünde olurdu.

 

Ahmet arkadan küçük bir kibrit kutusu uzattı. Kaya göz ucuyla ona uzatılan şeyi görerek aldı ve sağına soluna baktı. "Çok yanlış kişiylesin Cemşid. " Eğdiği başını yavaşça kaldırarak karşısındaki kansızın yüzüne baktı. Cemşid ise o gözlerin daha ne kadar sinirden koyulaşabiliceğini düşündü. Çünkü korkutuyordu.

 

Korkuyordu.

 

"Ben... Beni. " dedi titrerken. Onu yakıcaktı. Bunu biliyordu. Ama bunu yaşamak istemiyordu. Yanarak ölmek istemiyordu. "Teslim et... Teslim et beni. "

 

Kaya'nın kıvrılan dudaklarını görmesiyle içinden bir ses bağırdı. Artık bunun için çok geç diye...

 

Elindeki kibrit kutusunu açarak içinden bir dal aldı. Baktı şöyle bir. "Bu bizi sökmez oğlum! " diyerek omzunun üstünden arkaya doğru fırlattı. Cemşid korkuyla irkilip derin bir nefes verirken bir kaç saniye gözlerini yumdu.

 

Ancak gözlerini açtığında gördüğü görüntüyle bu sefer sertçe yutkundu. Çünkü Kaya cebinden simsiyah üzerinde imzası olan bir zippo çıkarmıştı.

 

Cemşid'in güvertedeki konumuna baktı. Attığı gibi etrafa yayılacağını biliyordu ancak bunu bizzat kendisi yapmak istiyordu.

 

"Kendi gemimi yakacak kadar deliyken beni kibrit çöpüyle korkutmaya çalışanlara hayranım açıkçası. " diyerek zipponun kapağını açtı. Ateşi yaktı.

 

Gülümsedi. Cemşid'in gözlerine bakarak adım adım geriledi. Tam da feribota ve geminin dışındaki merdivene yakın bir konumda durdu. Ahmet çoktan gemiden inmiş Kaya'nın da işini bitirip inmesini bekliyordu.

 

Cemşid'in gözleri bir Kaya'nın birde elindeki zippo arasında gidip geldi. Korkudan küçük dilini yutacaktı.

 

"Kardeşine benden selam söyle Kansız Karataş. " diyerek ona korku ve dikkatle bakan kansıza gülerek baktı. Elindeki zippoyu yavaşça gevşettiği parmakları eşliğinde yere düşürdü.

 

Anında alev alan geminin güvetesiyle Cemşid can havliyle bağırmaya başlamıştı. Kaya ise arkasındaki demirlerden atlayıp merdiveni inerek feribota atlamıştı. Ahmet halatı söktüğü gibi motorları çalıştırdı.

 

Hızla kendi gemisine doğru yol alırken arkasında güvertesi yanan ve yavaşça makine dairesine doğru ilerleyen yangını seyretti. Ateş çoktan Cemşid'in etrafını sarmıştı, onu tamamen silmek adına.

 

Gemisine doğru geldiğinde duran motorlarla birlikte yukarı doğru çıktı. Ona bakan babasının yanına güverteye doğru ilerleyerek kaptan köşküne baktı. Hafif çıkan güneş kaşlarının çatmasına gözlerinin kısılmasına neden olmasıyla elini anlına koyup ilerdeki orta yaşlı adama baktı. Üzerinde mavi yağmurluk ve başında da mavi bir bere olan Kinyas Kaptana, "Kaptan! Az daha geri çıkalım. " demesiyle onayı aldığı gibi motorlar çalıştı.

 

Gemi denizin üzerinde geri geri giderken Kaya'nın da eli cebine gitmişti. Çıkardığı kumandada ki kırmızı tuşa baktı. Parmağı üzerinde oyalanırken Mahir yanına gelerek ellerini cebine attı. "Ulan birde istihbarat polisi olacam. Benim ne işim var lan burada?! " Yanına dönerek Ahmet'e baktı. "Ne işim var oğlum benim burada? "

Ahmet sessiz kalıp sadece önündeki gemiyi izlerken Mahir de tekrar önüne dönmüştü. "Adamını da kendisine benzetmiş arkadaş." diyip güldüğü an Kaya'nın bastığı düğmeyle gemi patladı. Mahir irkilerek elini başına doğru ilerlertirken Cemil'den acı bir haykırma koptu.

 

"OĞLUUUM! " diye diye bağırmalarına devam ederken Kaya derin bir nefes alıp gökyüzüne baktı. Büyük beyaz gemi makine dairesinin patlaması sonucu neredeyse paramparça olmuş ve batmaya başlamıştı. Baktı uzun uzun gökyüzüne. Ay yoktu belki ama bir an amcasına bakıyor gibi hissetti. Hatta amcasının ona pos bıyıkları altından gülümseyip gözlerini kapatıp açtığını ona eyvallah deyişini bile. Belki hayaldi ama hayali bile güzeldi. Rahatlamıştı.

 

Bitmişti.

 

Artık yengesinin ve amcasının intikamı alınmıştı.

 

Amcası rahatça uyuyabilirdi.

 

Mahir'e gelen ani telefonla cebinden çıkardığı gibi ekranına baktı. Gördüğü isimle geminin farklı yerlerine doğru ilerleyip eli cebinde uzağı izlemeye başladı. Hala midesi hafif yoklarken telefonu yanıtlayıp diğer eliyle kulağına dayadı.

 

"Söyle Şeyma."

 

"Abi." dedi kadın sessiz olmaya gayret gösterirken. Ama biraz da korkuyor gibiydi. "Abi bu Çolak... " dedi.

 

Mahir'in kaşları çatıldı. Yutkundu. "Ee? "

 

"Bu Çolak denen herif, Ahu hanımı dövüyor. Kadının yara bere dolu yüzünü gördüm, şiddet görüyor. "

 

Mahir beyninden vurulmuşa dönerken midesinin bulantısını bile unutmuştu. Gözleri yuvalarına dar gelirken uzakta babasıyla konuşan dostuna baktı. "Nasıl lan? " dedi. Eli cebinden çıkmış geminin demirliklerinden tutunmuştu.

 

"Abi, yemin ederim size. Ancak zaman buldum da aradım sizi! Kadın dünden beri acılar içinde. Bahaneyle odalarına çıktım. Yüzü tanınmıyordu!" Kadının korku dolu sesine karşı Mahir üst üste yutkundu. Hatta telefonu kadının yüzden kapatıp iki eliyle birden tutundu demirliklere.

 

Kendine küfr ediyordu. Yıllardır nefret ettiği kadın işkence mi görüyordu. Evi bile değildi. Peki bunu Kaya'ya nasıl söyleyecekti?

 

Kudururdu.

 

Toplantı gününü bile beklemeden atlar giderdi İstanbul'a. Basardı evi.

 

Gerçi ne kalmıştı ki akşam yola çıkacaklardı...

 

 

🥀

 

 

 

 

KARADENİZ

RİZE

 

(Yola çıkmaya dört saat kala... )

 

•AKŞAM•

 

.•♫•♬• Koliva - Yüksek dağlara doğru •♬•♫•.

 

 

Kaya arabasını uçurum kenarının en dibine kadar yaklaştırarak yavaşça durdu. Emniyet kemerini de açmasıyla durgun bakışlarını karşısında zifiri karanlığa çevirdi. Aşağısı uçsuz bucaksız çaylık tarla arazilerle doluydu. Sevdiği kadınla bir buraya birde evlerinin oradaki denize bakan uçurumda buluşurlardı ancak en çok burasıydı. En çok burası.

 

Çünkü burası birbirlerini ilk gördükleri yerdi. Onsuz geçirdiği altı yılı saymazsa onunla birlikte en güzel yılları, on bir yıllarının başlagıcıydı burası.

 

Derin acılı bir nefes koyuvererek alnını arabanın direksiyonuna yasladı. İçindeki ağlama tufanı bir anda gözlerini buğulayarak ortaya çıktı.

 

Altı yıldır ayrı kalmasaydılar şuan tam tamına onyedinci yıllarını dolduruyorlardı.

 

"Nasıl bir acı bu Allah'ım... " acıylı bir inilti kaçtı dudaklarından. İki eli direksiyonun kenarlarını kavramışken başını üstüne yaslamıştı. Alnını yana eğerek yanındaki pencereden yan taraftaki ağaca baktı. Koca bir meşe ağacı.

 

Nefes alamadığını hissetti. Yıllardır isteyerek gittiğini, evlendiği sandığı kadın acı mı çekiyordu?

 

Çekiyor muydu?

 

Derin bir nefes almaya çalıştı ancak sanki boğazına dikenli teller varmış gibi canını yakıyordu. Bir eli boğazına giderken hıçkıra hıçkıra ağladı. Erkek adam felan dinlemedi sevdiği kadının arkasında kaybettiği yıllarına, uzak kaldığı hasret çektiği kadına ağladı.

 

Nasıl olurdu da yanındayken bile özlediği kadının yıllardır yokluğuna sabır etti?

 

Ne olmuştu da inat etmişti?

 

Gerçekten mutlu olduğuna inanmış mıydı?

 

İnanmıştı.

 

Peki onunla geçirdiği onbir yıl?

 

En masum yıllarıyken nasıl o yalancılara kanmıştı. Nasıl inanmıştı? Oysa en savunmasız olduğu tüm herkesin ona deli dediği o yıllarda onun içini bile bilmiş hissetmişti.

 

En iyi o tanımıştı Ahu'yu.

 

Neden Ahu yapmaz demedi?

 

Neden benim nişanlım bana ihanet etmez diyip defolup gitmedi!

 

Neden onu aramadı?!

 

Alnını tekrar direksiyona çevirirken yine dudaklarından acılı bir inilti döküldü. Geniş omuzları sarsıla sarsıla ağladı. Yetmedi haykırarak başını defalarca diresiyona geçirdi.

 

Neden yaşadığına dair en küçük bir işaret vermedi?

 

Onu ölü biliyordu öyle değil mi?

 

İşte bu daha çok canını yaktı.

 

Nefes alamaz halde en son bir eli kapının kolunu tutup açmak için yan tarafında gezinirken diğer eli boğazına yakasına giderek bir kaç düğmeyi daha açmıştı.

 

Onu unutmuş muydu peki?

 

Kendine yeni bir hayat kurmaya çalışmış mıydı?

 

Zor bela açtığı kapıyla kendisini dışarı attı. Hıçkırarak ağlamaya devam ederek arabanın önüne doğru ilerleyip bir eliyle arabasına tuttundu. Derin derin nefesler vererek kendisini toparlamaya çalıştı.

 

Ancak olmadı. Küt diye dizlerinin üzerine düşmesiyle kaybetmişliğin verdiği o hissi her zerresine kadar tattı. "Özür dilerim! " diyerek ağladı. Göz yaşları aktıkça aktı. Gökyüzüne baktı.

 

"ÖZÜR DİLERİM DENİZ GÖZLÜ KIZ! " diyerek haykırdı.

 

Ne kadar süre geçti bilinmez ama sırtını arabasına dayıyarak bir dizini kırmış karşısındaki boşluğu dolu gözlerle izledi. İzledikçe o küçük boncuk gözlü kızı gördü. Eski hatıralarını, tanıştıkları o günü hatıladı...

 

 

... 

 

17 YIL ÖNCE...

 

Çaylıkların arasında anasına yardım etmekten ilallah eden onbir yaşındaki Ahu koşarak dağlık tepeye baktı. Gördüğü devasa uçurumla adımları durmuş kardeşiyle oynamaya son vermişti. O esnada kardeşi Murat ise ablasının durması ile önüne bakmadan arkadan bodoslama çarpmasıyla Ahu öne doğru bir kaç adım sendeledi.

 

"Çüş Murat! " diyerek siyah uzun saçlarını savurarak kardeşine döndü. "Az oldu bu, geçeydun üzerumden. "

 

Murat da kendine gelerek anasının başına güneş geçmemesi için taktığı fötr şapkayı düzeltti. Murat ablasından iki yaş küçüktü yani dokuz yaşındaydı. Üzgün gözlerle ablasına baktı. "Özür dilerum abla, sen birden durunca frenleyemedum."

 

Ahu dayanamayıp gülümseyerek Murat'ı kolları arasına aldığı gibi yanağından öptü. "Sorun değul ablacum, " diyerek bir kolu kardeşinin omzunda kalacak şekilde doğrularak tekrar tepeye döndü. Murat da kafasındaki şapkayı yukarı kaldırarak karşısındaki devasa uçuruma baktı. "Çok mu yüksektur orasu?"

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Yüksek ki anam izin vermeyi. " diyerek uzun saçlarını arkaya doğru attı. Yüksek olduğu belliydi aslında ama onlar daha çok çıksak ne olabilir kafasındaydılar.

 

"Ya ne olur ki bir kereluğune çıkup baksak? " diye sorarak ablasının karnına sarıldı. "Nolur?"

 

Ahu başını eğerek mavi gözlerinden aynı gözlere sahip kardeşine dikti. "Olmaz ha anam kızayi. " diyerek kardeşinin kendisinin ki gibi siyah olan kısa saçlarını okşadı. Kardeşi onun erkek versiyonuydu hemen hemen.

 

"Ya abla... " diyerek diretip dudaklarını bükerek ablasının karnına sarıldı.

 

Ahu kaşlarını çatarak çok hafif bir şamar çaktı kardeşinin ense köküne. "Olmaz diyim ula, az söz dunle. "

 

"Uf ana ya. " diyerek hafiften anasına kızmış başını eğerek ablasına daha çok sarılmıştı. Şu hayatta Ahu'ya Kaya'dan daha çok bağlı bir insan varsa o da Murat'tı. Ablasız doğru düzgün uyuyamayan bu oğlan yıllardır onsuz ve onu kurtarmanın planlarını arıyordu.

 

Aynı şekilde Ahu içinde zordu, çünkü kardeşi onun gözleriydi, kardeşi onun gücü ve dik kalış sebebiydi. Belki önceden bir kolu annesi diğer kolu kardeşiyse şimdi her şeyiydi, çünkü annesini kaybetmişti.

 

Kaya neresi miydi?

 

O hep kalbi olmuştu.

 

Hala da kalbiydi.

 

Yokluğunda bile azalmadan hep kalbinin sahibi olmuş içeriye kimseyi sokmamıştı. Kapıya gelen herkesi döve döve geri postalayarak hala yerini koruyordu.

 

Yokluğuna rağmen.

 

Kıyamadı. Derinden bir of çekerek yanaklarının içini şişirdi. O tepeye çıkmak için kısa bir kestirme vardı. Babaları arada bir çıkıp oradan bakardı. Başını eğerek bir kardeşine bir tepeye baktı. "Asul saa of Murat ya. " Valla kıyamıyordu.

 

Kolundan hafif dürterek kendinden uzaklaştırdı. "Tamam ha, hayde. Git anama de ki; 'Ana biz ablamla Davut amcanın oraya tuvalete gideyik.' "

 

Murat ellerini çırparak olduğu yerde zıpladı. "Aslan ablam benum!"

 

"De haydi cıvuma git. " Ahu da gülerek ellerini tavuk kışkışlar gibi salladı. Murat zıpladığı esnada düşürdüğü şapkasını arkasını dönüp yerden aldığı gibi koşarak çaylıkların arasına girdi.

 

Bir süre sonra kardeşi tekrar koşarak gelmiş ablasına boncuk gibi gözleriyle, parıldıya parıldıya bakmıştı. "Hadi gidelum. " diyerek ablasından önce seke seke gitmeye başlamıştı. "Hadi gidelum, hadi gidelum! "

 

"Yavaşş! " dedi Ahu aceleyle. "Beni de bekle. Ayrıca kenarlardan uzak durasun ha... "

 

Zar zor yokuşlu engebeli yoldan geçerek en son tepeye varmışlardı. İkiside büyülenmiş gözlerle aşağıya bakıyor çaylıkları toplayan insanların tıpkı bir karınca gibi göründüklerini düşünüyordu. Neredeyse yarım saat geçmişti buraya gelene kadar. Anaları birazdan ortalığı ayağa kaldırırdı. Çünkü Davut amcasının yeri az daha aşağıdaydı.

 

"Çok güzelmuş abla ama benum gerçekten çişum geldu." Murat ellerini bastıdığı malum yerde telaşla ablasına bakarken Ahu güldü.

 

"Ben biraz daha burda kalacağum. " diyerek hemen gözler önünde olan on dakikalık yolun ötesine baktı. "Davut amcam oradadur zaten. İşini bitur gel inelum. "

 

"Tamamdur." diyerek eli mabadında seke seke uzaklaştı oradan. Ahu ise tekrar önüne dönerek o güzel manzarayı izledi. Bakışları o kadar dalgındı ki yere oturduğunu hatta dizlerini kendine çekmiş halini bile hatırlamıyordu. Derinden bir nefes verdi.

 

"Burasu gerçekten güzelmuş. " diye bir erkek sesinin gelmesiyle irkilerek omuzunun üstünden arkasına baktı. Mavi gömlek lacivert pantolon giymiş ondan büyük bir çocuk. Saçları ve gözleri geceyi andıracak derecede karayken onun deniz mavisi gözleriyle buluştu. Bir eli cebinde yavaşça ilerleyerek yanında durdu.

 

"Çocuklaru buraya yaklaşturmazlar, sen nasul çıktun? " çocuğun sorusuyla kaşları çatıldı.

 

"Sen nasul çıktuysan oyle. " dedi sert sesiyle. Sankii kendisi yetişkindi, dedi içinden.

 

Ancak çocuk şaşkın şaşkın, "Sende mu ağaç dikmeye geldun?" diye sormasıyla Ahu afalladı.

 

"Ne ağacu?"

 

Çocuk cebindeki elini çıkararak kenardaki bir fideyi ve onu arkasındakileri işaret etti. "Aha orda, Meşe ağacu. "

 

"Ağaç mu dikeceksun?" diye sordu şaşkınca. Öfkeli hali bir anda uçup gitmişti.

 

"Evet." demişti çocuk. "Sen? " Çocuğun soru dolu bakışlarına baktı. Güneş tepeden gözlerini kamaştırırken küçük elini alnına dayıyarak gözlerine gelmesini engelledi.

 

"Ben, " dedi Ahu ilk başta ne diyeceğini bilemeden. Aşağı baktı. İnsanlar hala çay topluyor türküler söyleyip kendi aralarında sohbetler ederek işlerine bakıyorlardı. "Öylesine." dedi en son yutkunarak.

 

"Nasul? " dedi çocuk ilerleyip ona değip gözlerini acıtan güneşi engelleyerek. Gölgesini kızın üstüne düşürerek, "Burasu çok tehlikelu. " dedi.

 

Ahu omuz silkip önüne döndü. Hatta derin bir nefes vererek cebinden çıkardığı çakıyla ayakların önündeki bir dal parçasını alarak ucunu sivriltmeye koyuldu. Çocuk ise ona şaşkınlıkla bakarak iyice yanına yaklaşıp başında dikildi. "Ha birde bıçak kulanaysun? Hemde tepenin dibunde?"

 

Kaşlarını çattı Ahu. "Ya saane! Ağacunu diksene sen, ne diye dikilisun başumda?! "

 

Çocuk güldü. İlk defa mavi gözlü ve sinirlenen bir bücür görünce komik gelmişti. Hele kaşlarını çatıp güneşe engel olamadan çıkışması kahkaha attıracaktı neredeyse.

 

"Komik olan ne? "

 

"Gözlerin." dedi çocuk hiç beklemeden.

 

Ahu anlam veremeden baktı karşısındaki çocuğa. "Ne varmuş gözlerumde? Yoksa sende mu babam ve diğerleru gibi cin gözlu diyeceksun baa? " der demez kaçırdı gözlerini. Bakmadı bir daha çocuğa. Onun da bunu demesini istemiyordu.

 

Kaşları çatıldı çocuğun. Cin gözlü mü? "Kim deyi bakam saa oni? " diye sorarak kızın yanına oturdu. Bir dizini kırarak yanındaki, boyu omzuna kadar gelen bücüre baktı. "Kim deyise söyle o'na senin gözlerun cin gözlu felan değuldur."

 

Ahu heyecanla başını çocuğa çevirdi. Elindeki çakı bile durmuş yanındaki çocuğun katran karası, bir dakika bu çocuğun gözleri kara değil lacivertti. Uzaktan simsiyah duruyordu, bir o kadar da büyülü gözlerine baktı. Çok şaşırmıştı, daha demin uzaktan baktığında iki karanlık çukur gibiydi ancak şimdi güneşin etkisiyle gecenin lacivert tonlarını andırıyordu. "Vallaha mu? "

 

Gülümsedi çocuk. Hemde en derininden. "Hem vallaha hem billaha. " yönünü iyice ona parıldıyan gözlerle bakan kıza baktı. "Senin gözlerun daha çok nazar boncuğu gibi. "

 

"Nasıl yani? " dedi kız da çakısını cebine atıp odunu bırakarak. Yönünü çocuğa çevirmiş yüzüne merakla bakıyordu.

 

"Nazar boncuğu insanlaru kötülükten korurmuş." Şöyle bir baktı tepenin ardından aşağıya. "Hani senin şu cin göz dediğun şeyler varya, sana denulen. " kıza baktı. Ahu'nun gözleri parlıyordu ve bu çocuğun çok hoşuna gitmişti.

 

"O kötü şeyleru bile yakıp yıkıp, yok eder etkisuz hale getrirmuş. "

 

"Bu iyi bişey mi? " diye sordu Ahu başını omzuna bükerek. Küçüktü, küçücük. Oysa şimdi bir kızı vardı. Büyümüştü. Acısıyla tatlısıyla, kocaman bir kadın olmuş büyümüştü.

 

Güldü çocuk. "İyi bişey. Hatta o kadar iyi bişey ki insanu kendine hayran bıraktığundan bile habersizsun."

 

Dudakları büküldü kızın. Omuz silkti. "Bu zamana kadar kimseyu hayran bırakmadum ben. "

 

"Bu zamandan sonra bıraktun. " dedi hala aynı şekilde gülümseyerek baktığı kıza.

 

Ahu onun ne dediğini anlamıştı. "Sen gözlerime hayran mısun ki? "

 

Daha da gülümsedi çocuk. Hayatında bu kadar gülümsediğini hatırlamıyordu. Normalde olsa asla kızlarla bile konuşmayı sevmezdi çünkü çok ağlak ve şımarık olduklarını düşünürdü.

 

"Şu zamandan sonra hayranunum."

 

Ahu'nun kaşları çatıldı. "Ben üzülmim diye mi diyisun yani?"

 

Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Seni tanımayim bile, ben olanı deyim. "

 

Ahu'nun kaşları düzelirken güldü. Çünkü çocuk bunu derken kaşlarını çatmış başını geriye çekerek gözlerini döndürmüştü. Bu ona komik gelmişti. Siyah saçının bir tutamını kulağının arkasına atarak, "Adın ne senun bakam kara cocuk? " diye sordu.

 

"Kara mı cocuk? " diyerek karşısına bakan çocuk bakışlarını kıza çevirmişti.

 

Elini ağızına atarak kıkırdadı bu sefer Ahu. Çocuk ise onun gülen yüzüne ve tatlılığına bakıyordu. Bu kız şımarık veya ağlak değildi. Daha çok sürekli kaşları çatık olan bir kaynana gibiydi. Öfkeli ve huysuz. Ama güzel ve tatlıydı da, dedi kendi kendine.

 

"Özür dilerum. " dedi kız en son gözlerini koyu lacivert gözlere çevirerek. "Gözlerin çok güzel ve saçlarda siyah olunca sana başka bir lakap bulamadum."

 

Kızın ona ettiği iltifatla çocuğun kalbi kuş gibi çırpındı. Gözlerin güzel dediğinde böyleyse ona çok yakışıklısın dese nolurdu acaba?

 

"Kaya." dedi en son. Kızın gözlerine dalmıştı. "Kaya Demir."

 

Kızın kaşları kalktı. "Güzelmuş."

 

Başını salladı küçük Kaya. "Peki kaç yaşındasun? " diye sordu yine Ahu.

 

Kaya'nın dudakları kıvrıldı. "Kaç gibi gösteriyim? " Daha çok haylazca sormuştu bu soruyu. Tahmin etsin istiyordu.

 

Düşündü kız karşısına bakıp sonra tekrar Kaya'ya dönerek, "Benden küçük değilsun. Orası kesun. " dedi Ahu kendinden emince. Kaşlarını kaldırdı. "Ama benden çok büyük de değilsun. "

 

Güldü Kaya. "Tahminleri alalum." dedi. Kıza bakıp yüzüne haylazca bakmaya devam etti. Hatta başını kızın yüzüne eğip kaşlarını kaldırarak, "İcraat, ha icraat. " dedi.

 

Güldü Ahu. "Tamam." dedi. "On iki. "

 

Kaşlarını kaldırarak cıkladı Kaya. Hatta bacaklarını uzatıp üst üste atarak ellerini arkasına koyup yayıldı iyice. "Çık." dedi.

 

"Aşağu yukaru?"

 

"Yukaru."

 

"On üç? "

 

Başını salladı Kaya. Gülümsedi Ahu. "Peki senin adun ne? " diye sordu Kaya. Merak ediyordu ve kız hala adını söylememişti ona. Oysa misarliğe hangi kız gelirse gelsin ilk adını söylerdi. Karşılaştıramadan edemiyordu.

 

"Mira Ahu. " der demez Kaya'nın bakışları ile karşılaştı.

 

"Alkım mı? "

 

Başını salladı Ahu. Kaya'nın gözlerindeki o şaşkınlığı anlamıştı. Nasıl neden demeden anlamıştı. "Deli olan Alkımların kızı Mira Alkım. "

 

Kaya'nın bakışları derinleşti. "Delileru severum." dedi derin bir nefes vererek. "Hem deme öyle bir daha kendune. "

 

"Neden herkes baa öyle demeyi mi? "

 

Kaya'nın dudakları düz bir hal aldı. "Sahi, neden saa öyle diyiler Ahu?"

 

Ahu yutkundu. İlk deli raporu aldığı yılıydı. Bütün köyün parmağıyla gösterip 'Orhan'un deli kizudur bu, uzak durasunuz. ' dedikleri o kişiydi.

 

Babasının böyle bişeyi neden yaptığını bilmiyordu ancak kızının canını çok yakıyordu. Farkında değildi belki ama umursamaz gibi görünen Ahu aslında ona deli diyen herkesten nefret ediyordu.

 

Sırf hayvanlara zarar veren bir adamın üzerine dokuz köpeği birden saldı diye almıştı o raporu. Yanlış bişey yaptığını asla düşünmüyordu ancak babası bunu fırsat bilmiş onu delirtmenin yollarını aramıştı. Bunu hiçbir akıllı insan yapamaz diye ilk raporunu çıkartmıştı. Gerisi ise ona deli diyen insanların psikolojisini bozarak hal etme yolundaydı.

 

İkinci raporunu ise onu delirttikleri, gerçekten çığrından çıkarttıkları bir yıldı. Onsekizinci yaşındaydı. Hergün karısını döven bir bakkalcının ekmek teknesi'ni yakıp 'Madem ben deliyim, o zaman yaptığım bütün bu hengamelere göz yumucaksınız. ' diyerek o adamı da maf etmişti. Ancak babası yine fırsat bilmiş rapor çıkararak bir ay kadar bir süreyle hastaneye kapatmıştı.Hastaneye kapattığı zamanda o bir ay da Ordu'ya teyzesine gitti yalanı atılmıştı.

 

Kaya ise bunu sadece yaptığı şeyden dolayı ceza olarak babasının teyzesine gönderdiği olarak öğrenmişti.

 

Orhan Alkım uyanıktı, sırf Kaya hiçbişey öğrenemesin diye yapmayacağı şey yoktu.

 

Üçüncüsü ise yeni doğum yaptığı yılda, satıldığı adam tarafından sırf yüzüğünü takmıyor diye elini koca sıcak su dolu bir çaydanlığa batırarak yakıldığı için almıştı. Tüm suçlamalar üzerine atıldığı yıl iyi bir anne olamayacağına dair şizofrenik teşhisi konulmuştu. Ve yeni doğum yaptığı kokusuna hasret kaldığı kızından ayrı kalmıştı.

 

Tıpkı diğerleri gibi...

 

Başını eğmedi Ahu, aksine daha da dikleştirdi. "Bizim evun orada çok fazla köpek olur. Hepsune bakarum ben. Çok severum hepsinu. " dedi. Kaya'ya dönerek gözlerini yakan yaşlardan kurtulmaya çalıştı. "Bir gün birini gördum. " gözleri doldukça doldu. Kendine değil o zarar verilen hayvanlaraydı bu yaşlar. "Kaya zarar veriyordu hepsine. Hayvanları döveyidi. "

 

Kaşları çatıldı Kaya'nın. "Bende dokuz tane köpeğu adamun üzerune saldum diye babam baa rapor çıkardi. Akıllı bir insanın yapacağu bir iş değilmuş. "

 

Sinirlendi Kaya. Yerinde dikleşerek bir damla yaşın kızın yanağından kayışını izledi. Gözleri oraya odaklıyken, "İyi yapmışsın. " dedi.

 

Ahu duyduklarını idrak edememiş gibi çocuğa geri dönerken ağlamaktan hemen kızarmış gözlerini çevirdi lacivert karası gözlere. "Nasul? "

 

"Basbaya." dedi Kaya çatık kaşlarıyla daha da doğrulup ayağa kalkarak. Babası birazdan burada olurdu. "Helal olsun saa. Kimse karışmazdu, görmezden gelirdu ancak sen o caniye zarar verdiği canlılar tarafından büyük bir ders vermişsun. " Kıza elini uzattı. Ahu dalgınca hala çocuğa bakarken düşünmeden tuttu o eli. Yerden doğrularak üstünü çırptı.

 

Kaya da üzerini çırparak karşısındaki güzel gözlü kıza baktı. "Gerçekten böyle mi düşüneysun? "

 

"Evet." dedi Kaya hiç düşünmeden. "Ayruca o deli raporuna gelursek, " Gülümsedi. "Sen kendinu bil yeter. Dışarıya kulaklarınu kapat. "

 

"Sen peki, " dedi kız hala çocuğun gözlerine bakarak. Göğüsünün ortasında bişey uçuyordu. Ya da zıplıyordu bilemedi. "Sen beni biliyor musun? "

 

Kaya bir elini cebine atarak gülümsedi. "Bilmesem de bundan sonra öğreneceğumu bileyim deniz gözlü kiz. "

 

Güldü Ahu. Hatta kahkaha attı. Kaya onun gülüşüne bakarken Ahu onun taklidini yaptı. "Denuz mu gözlu kiz? "

 

Kaya gülerek onun taklidini yaptı. "Özür dilerum. " diyerek sesini inceltti. Bu Ahu'yu daha çok güldürürken Murat nefes nefese çıkıp geldi. Elleri dizinde şapkasını düzeltirken nefeslenip başını kaldırdı. Ablasını gördüğü gibi kaşları çatıldı, yanındaki erkek miydi onun?

 

"Abla." Ahu gülerek kardeşine döndü. "Hadi gidelum, yoksa anam valla bizi çaylukların arasına gömecek ha! "

 

Ahu, Kaya'ya dönerek, "Benim artık gitmem gerek." demesiyle Kaya'nın de yüzü düştü. Buraya babası ve annesiyle kahvaltıya gelmişlerdi. Kardeşleri aşağıda çaylıklarda oynayıp dolanırken o babasıyla fidan dikmek için buraya çıkmışlardı. Heyelan olmasın diye tepenin kenarlarına ağaç dikeceklerdi.

 

"Bir daha. " dedi Kaya yutkunarak. "Gelir misun? "

 

Ahu düşündü. "Eğer çay toplamaya gelursek bir fırsatunu bulur gelirum." Etrafına bakındı. "Burayu çok sevdum. " Aslında Kaya'yı daha çok sevmişti.

 

"Yarun? " diye sordu Kaya, heyecanlıydı ancak bunu belli etmemek için elinden geleni yaptı.

 

Dudak bükerek bilmiyorum der gibi baktı karşısındaki çocuğa. "Belki. Kesun bişey söyleyemem."

 

"Seni bekliyor olacağum Ahu. " demesiyle kız yutkunmuş ve el sallayarak yavaşça arkasını dönerek kardeşinin elinden tutup tepeden inmişlerdi.

 

Kaya kızın gidişinin ardından gelen babasıyla bütün fideleri dikmiş ancak bir fideyi bırakmıştı. Meşenin fidesi... Osman Bey, "Oğlum bırak da, dikelum da. " desede Kaya izin vermemişti.

 

"Olmaz baba, ben söz bak yarun dikeceğum hemde en öne. " diyerek zor bela ikna etmiş ertesi günü gelerek bütün gün beklemişti. Ancak Ahu gelmemişti. Ondan sonraki günlerde beklemişti. Sürekli bir bahane bulup gelmişti buraya. Bir haftanın ardından ise Ahu geldiğinde Kaya'yı tepe de beklemediği için şaşırmıştı. Kaya ise sanki bir tesadüfmüşte her gün beklememiş gibi kıza bişeyler uydurmuş ve Meşe ağacını diğerlerinin en önüne dikerek kendilerinin ilan etmişlerdi.

 

Ondan sonra hep gelmişlerdi. Birinden biri tepeye her tek çıktığında ilk kendi ağaçlarını surlarlardı. Birliktelerse de beraber...

 

... 

 

"Ben delileri sevmezdim ki... " dedi acılar içinde. "Ben deli olan seni severdim."

 

"En başında olduğu gibi. " dedikten sonra dudaklarının arasından Ahu'ya itaben bir türkü mırıldandı. Her söz ağıt gibi döküldü dudaklarının arasından.

 

"Çok sevduğume değil bilmemene yanarum

Seni görduğum her gün içten içe kanarum

Mavi gözlerun beni nasil yakti sevduğum

Hallarumdan bellidur seni ne çok sevduğum

Yüksek dağlara doğri haykirsam sevduğumi

Belki dağlar anlardi nasil özleduğumi

Bulut gibi hislerum savruldi yüreğune

Yağmur olur yağardum o uzun saçlarune. " diyerek başladı söylemeye. Şarkıda Kara gözlerun diye geçen kısmı içi yana yana değiştirdi. Kalbini tutarak mavi diye değiştirmişti orayı.

 

 

"Ooy

Yüksek dağlara doğri haykirsam sevduğumi

Belki dağlar anlardi nasil özleduğumi

Bulut gibi hislerum savruldi yüreğune

Yağmur olur yağardum o uzun saçlarune. " Gözünün kenarından akan yaşıyla burnunu çekti. Yanındaki büyük meşe ağacına baktı. İçi daha da yandı. O ağaca onun elleri değişti. Onun dilekleri vardı. Her bir dalında kağıtlar vardı. Buraya her geldiğinde sulardı o ağacı. Dün suladığı gibi...

 

"Ağaçlar çiçek açti kış bitti bahar oldi

Sevdamuz bir fidandi çiçek açmadi soldi

Daldaki yaprak gibi kurudum duştum yere

Sevduğum bakamadum gözlerune bi' kere

Yüksek dağlara doğri haykirsam sevduğumi

Belki dağlar anlardi nasil özleduğumi

Bulut gibi hislerum savruldi yüreğune

Yağmur olur yağardum o uzun saçlarune. "

 

Tepeden aşağı, zifiri karanlığa baktı. Yutkundu.

 

"Ooy

Yüksek dağlara doğri haykirsam sevduğumi

Belki dağlar anlardi nasil özleduğumi

Bulut gibi hislerum savruldi yüreğune

Yağmur olur yağardum o uzun saçlarune. "

 

İçinden derin bir nefes vererek son nakaratı da yüreğinin yangınıyla dışarı attı.

 

"Ooy

Yüksek dağlara doğri haykirsam sevduğumi

Belki dağlar anlardi nasil özleduğumi

Bulut gibi hislerum savruldi yüreğune

Yağmur olur yağardum o uzun saçlarune... "

 

"Seni almadan geri dönmeyeceğim. " dedi yemin edercesine. Yüzü buruştu ağlamaktan.

 

"Benden nefret edeceksin. " diye fısıldadı. "Yıllardır öldü bildiğin adam seni almaya hiç gelmedi diye bende nefret edeceksin. "

 

Bu bile canını yakıyordu ama yapacağı bişey yoktu. Zamanının da yapmadığı için şuan en ağır cezayı ödüyordu zaten. "Yanımda ol, yakınımda, gözümün gördüğü yerde ol. " yutkundu sertçe. "Varsın yoksun benden nefret et deniz gözlü kız."

 

 

🥀

 

 

İNSTAGRAM: dilekkoc_pjm

WATTPAD: dilekkoc6789

KİTAPAD: dilekkoc6789

TİKTOK: gece0866

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 01.12.2024 22:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...