8. Bölüm

7) - ༻BÜYÜK BEDEL...༺

Grim_gece
dilekkoc6789

"DOĞURMAKLA ANA,

DOĞURTMAKLA DA BABA

OLUNMAZ. "

 

- ASİYE KALELİ

 

🥀

 

MARDİN

NUSAYBİN

 

• ASKERİYE •

 

Beyaz bir toros yavaş yavaş askeriyenin önünde dikilen Sergen, Sertaç ve Seyfettin'in önünde durmasıyla üçüde garip garip gelen arabaya baktılar.

 

"Bu ne şimdi? " diye sordu Sertaç.

 

Seyfettin dudak büküp bilmiyorum dercesine bakarken Sergen, "Komutanım bize taksi dememişler miydi? " diye sorarak iki Komutanına birden döndü.

 

"Bu işte bir iş mi var ne? " Sertaç önündeki iki arkadaşının kollarından tutarak kendisiyle beraber geriye doğru bir iki adım çekti. Araba iyice yaklaşıp önlerinde durmasıyla içinden, kel kafasını örten beyaz bir takkeli adam yavaşça indi.

 

Sergen ve Seyfettin başlarını hafif yana doğru eğerek aynı anda inen adamı ayaklarından başlayıp yüzüne kadar yavaş yavaş süzerek başlarını kaldırdılar.

 

"Hacıdır hocadır, nedir? " dedi kendi kendine Seyfettin.

 

"Komutanım, " dedi Sergen anlam vermeye çalışır gibi bakarak. "Sanırım İmâm. "

 

"Üç S gurubu sizmiseniz?" diye sordu adam. Yüzüne karşı gelen Güneş'ten dolayı buruş buruş bakarken gözleri kısık, kaşlar çatık, üst dişleri ise kalkık dudağından dolayı tamamen ortadaydı.

 

"Üç S?" diye soran Seyfettin ile Sertaç omzuna vurdu.

 

Aradaki şifreyi sırıtarak mala anlatır gibi bir adım öne çıkarak anlattı. "Biziz oğlum o. Sergen, Sertaç ve Seyfettin ya hani ismimiz. "

 

Sergen kafasını kaşırken İmam'a baktı. İmam üçüne birden bakarken yüzü hala buruşuk ve Güneş'le kavga edercesine kendini, gözlerini kısarak korunmaya çalışıyordu.

 

Önden yürüyen Sertaç'ın peşine takıldı Seyfettin. Ardından Sergen de yapacak bişey olmadığını anlayınca iki Komutanının arkasından gitmeye başladı.

 

Seyfettin arkadan Sertaç'ın kıyafetinden yakalayıp hafif duraksatıp çekiştirerek, "Lan oğlum, tuzak muzak olmasın şimdi? " diye fısıldadı.

 

Sertaç duraksayıp hafif arkasını döndü. "Albay üç S grubu dedi. Sorun felan yok. " diyerek tekrar önüne dönerken adam sinirle ellerini arabasına doğru çevirip aynı anda işaret etti.

 

"De haydeee! "

 

"Tamam dayı. " dedi Sertaç hızla şoför koltuğunun yanındaki yolcu koltuğunun kapsını açarak. "Geldik. "

 

Sertaç arabaya binerken Seyfettin ve Sergen kısa bir an göz göze gelip bakıştı. Seyfettin, "Bok yoluna gitmesek bari. " diyerek Sergen'in omzuna kolunu atarak ikiside torosa doğru ilerlemeye başladı. İkiside arabaya binmesiyle imâm da yerini şoför koltuğunda aldı.

 

Araba zar zor kükreyerek çalışırken Seyfettin arkadan kafasını öne doğru uzattı. Araç hareket haline geçerken "Kaç basıyor dayı? " diye sordu.

 

Adam yüzünü buluşturarak baktı. "Sanene la, otur oturduğun yere ne yapcen kaç basayi. " diye terslemesiyle Sertaç ve Sergen bir an gülecek gibi oldu.

 

Sertaç gülüşünü kaçırmak için kolunu koyduğu açık camın yerinden başını çevirirken Sergen oturduğu arka koltukta başını eğmişti.

 

Seyfettin başını geriye doğru çekerken, "Tamam dayı, soru sorduk alt tarafı dövseydin daha az koyardı valla." demesiyle Sergen kendini tutamayıp güldü. Tam o esnada araba fren yaptı.

 

İmam sinirle çıktığı Anayolda önünde ki arabaya söylendi. Tekrar başka şeride geçerken önündeki araba bir daha önüne geçti. Sorun şuydu ki araba sinyal vermiyordu ve bu İmam'ın daha da söylenmesine neden oluyordu.

 

Seyfettin, "Kafenin yerini biliyon mu dayı? " diye sordu.

 

"He biliyem!"

 

Sertaç hafif arkaya dönerek, "Yapacağımız şey kolay, Koray uzaktan yardım edecek zaten. " dedi.

 

Seyfettin ve Sergen başını sallarken araba kırmızı ışıklarda durdu. Yapacakları şey sadece gidecekleri cafeye normal bir vatandaş gibi girip adamın birini göz hapsine almaktı. O adam cafedeki gizli bahislerden seçtiği rakamları İstihbaratçı olan Koray sayesinde kurulan bir iletişimi çözeceklerdi.

 

Kırmızı ışıklarda durmaya devam ederlerken İmam dönerek Sertaç'ın tarafındaki açık camdan yandaki arabaya baktı. "Kolay gelsin bacım. "

 

Yandaki kadın saçının bir tutamını kulağının arkasına alırken gülümsedi. "Sağolun."

 

"Arabanız yeni herhalde, şu son modellerden. " demsiyle Seyfettin ve Sergen birbirlerine baktı.

 

"İmam'a bak. " dedi Seyfettin gülerek.

 

"Bence imâm değil. " dedi Sergen İmam'ın kadınla olan iletişimini izlerken.

 

"Daha demin öyle demiyordun lan! " diyerek Sergen'in ense köküne bir tane yapıştırdı.

 

"Evet," dedi kadın daha geniş gülümseyerek.

 

İmâm başını salladı. "Oh oh. Ne güzel. Allah kaza bela vermesin. "

 

"Amin, çok sağolun. " dedi kadın.

 

"Yaw, " dedi İmâm birden kaşlarını çatarak. "Bende bundan alacağıdım da bu arabalarda sinyal yoğğ dediydiler. Yoğ mu harbiden? "

 

"Yoo! " dedi kadın hemen. Kaşları çatık dudaklar o şeklindeydi. "Var aslında. "

 

"Var ha? " dedi İmâm. Sonra ise öyle bişey oldu ki herkes şokla İmam'a bakakaldı. "LA BACIM MADEM VARDI NE DİYE SABAHTAN BERİ SİNYAL VERMİSEN YAW! "

 

"TAZMANYA CANEVARİ GİBİ O ORA BİR BURA GİDİSEN!"

 

Seyfettin gözleri sonuna kadar açık izlerken Sertaç eli alnında yüzünü kapatmıştı. Sergen ise sadece gülüyordu.

 

"BİRDE ALLAH KAZA BELA VERMESİN DİYİREM AMİN DEYİ! HERŞEYİ ALLAH'DAN BEKLER OLMUŞLER BİRDE YAW! "

 

"Aa, " dedi kadın kaşları çatık şekilde. "O ne demek beyfendi! Karşınızda kadın var."

 

"Yemişem şimdi tribini, " diyerek yanan ışıkta arabayı ilerletmeye başladı. "Bak ben basiyem sen basma! BASACAKSAN DA SİNYAL VERESEN."

 

Seyfettin basan arabayla derin bir nefesi dudaklarını öne doğru bükerek verdi. "Daha deminki neydi be öyle. "

 

Bir süre sonra geldikleri cafede indiklerinde giden arabanın arkasından bir süre baktılar. "Ulan karıya yazıyor dedim, bu nasıl İmâm dedim..." diyerek iki arkadaşına baktı Seyfettin elleri belinde. "Sadece demekle kaldım, lan adam kadını doğduğuna pişman etti ya lan! "

 

Üçüde aynı anda gülerken cafeye doğru ilerlemeye başladılar. "Sertaç gülerek başını iki yana salladı. "Bırakın şimdi onu bunu. Yürüyün de gidelim, işimiz gücümüz var. "

 

🥀

 

KARADENİZ

RİZE

 

• EV •

 

Sıkıntılı bir şekilde indiği arabadan kapısını kırarcasına kapattı. Konağın önüne gelmiş otuza yakın adamına bakıyordu. Ahmet ise en önde onun bu dağılmış haline üzgün gözlerle izliyordu. Kimi almaya gittiklerini iyi biliyordu. Babası burada çalıştığı zamanlar Ahu'yu az çok tanımış bir kaç kelam konuşmuşlukları vardı.

 

Kaya'nın ona baş işareti vermesiyle otuz adama doğru döndü. Kaya konağa doğru ilerlerken o dik bir şekilde, "Şimdi beni iyi dinleyin! " diyerek sert ve gür sesiyle tüm bakışları kendine topladı. "İstanbul'a yengeyi almaya gidiyoruz."

 

Ellerini arkasından bağlayarak omuzlarını dikleştirdi. "Orada diğer adamların her bir hareketine dikkat edeceksiniz. Henüz kim olduğumuzu bilmiyor olabilirler ama olurda anlaşma yapılmadan bir sorun çıkacak olursa acımayın! "

 

Her bir adam başıyla onaylayıp yerinde dikleşirken Ahmet'te başını salladı. "Cihan! " diyerek bakışlarını kel iri yarı bir adama değdirdi. "Villa'nın krokisi hazır mı? "

 

"Abi, Mahir abi bende geleceğim deyince kağıtları ona verdim. " dedi Cihan kalın sesiyle.

 

"Kime dayanarak? "

 

"Mahir Abi kendisi istedi. "

 

"Abi, zaten diğer beş adamı da sızdırtan oydu, o ayarlayacakmış uçakta. " Cihan'ın yanındaki adama baktı bu sefer. Başıyla onaylayıp arbaları göstermesiyle kendisiyle beraber herkes yerini almıştı.

 

Kaya kapıyı anahtarıyla açtığı gibi içeri girerek hiç uğraşmadan merdivenlere yöneldi. Ona seslenen anasını bile dinlememiş odaya girerek üzerini hızla değiştirmişti. Bir an önce sevdiği kadını ordan almalıydı yoksa nefessizlikten kendisi ölecekti.

 

Hızla üzerine havanın soğuk olmasına rağmen siyah bir tşört ve pantolon geçirdi. Deri ceketini de yanına koyup küçük bir çantada ayarlayarak çıktı odadan. Tam merdivenlere yönelicekti ki adımları duraksadı. Başını koridorun sonundaki çalışma odasına değdirdi. Babasını görmeden gitmeyecekti. Çantayı yere bırakarak hızlı adımları kapıya doğru yöneldi.

 

Bir süre kapıya bakmış derin bir nefes vererek en sonunda kaldırdığı yumruğu ile bir kaç defa vurarak çalmıştı. İçeriden gel komutunu duyar duymaz kapıyı açarak içeri girdi. "Baba," dedi yutkunarak. "Müsait miydin? "

 

Osman Bey oturduğu masadan gazetesini katlayarak kenara bıraktı. Gözlüklerini de çıkararak oğluna baktı. "Gel oğul. " diyerek ayaklandı. "Saa her zaman musaitum. "

 

Oğluna doğru ilerleyerek karşısında durdu. Gözlerine buğulu bakan oğluna baktı. O sert bakan çehrenin camı kırılmış gibiydi. "Vardur sende bugünlerde bir hal. " diyerek gözlerini kaçıran oğluna daha dikkatle baktı. Başını yavaşça salladı. "Söyle baa bakayim. Ne oldi saa da gene çaylıklarun tepesunden ayrulmaz oldin?"

 

Kaya yutkunarak babasına baktı. Kaşları hafif çatılmıştı. "Sen beni takip mi ettiriyorsun?"

 

Göbeğini hareket ettirerek güldü Osman Bey. "Yok uşağum. Ben ora hep sulamaya gideyim ama sende kaç gündür ordasun. "

 

"Söyle baa bakayum, derdun ne? Kıvranayıp duraysun Hamsi gibu. " Gözlerini kısarak baktı. "Kolay kolay gelmezsun da bu odaya? "

 

Kaya'nın kaşları çatılırken omuzlarını dikleştirmeye çalıştı. "İstanbul'a gideyim. " dedi. Yine kanal değiştirmiş kendi Karadeniz ağzına geçiş yapmıştı.

 

"Ne içun?"

 

"Sevduğum kadınu almaya gideyim baba. " demesiyle Osman Bey'in gözleri istemsizce büyüdü.

 

"Ne demak sevduğum kadini almaya gideyim? " diye sormuştu ancak bir süre düşününce onu bu derece yıkacak tek bir isim geçti aklının ucundan.

 

Ahu...

 

"Evlat. Sen... "

 

Kaya dolan gözlerini saklayamadan başını iki yana salladı. "Yalan söylemuşlar baa. Evli değulmuş."

 

"Ne? "

 

"Babasu." dedi ancak kelimeler boğazına dizilmişti. "Babasu olacak o şerefsiz satmuş kızı. "

 

Kelimeler keskin bir mermi hisiyatı bırakırken ikisinin de nefesi kesildi.

 

Osman Bey üst üste karşılaştığı kelimelerle nefes alamadı. Ahu'yu bilirdi. Deli dolu bir kızdı. Onun için olmayan kızıydı ve gelini olacaktı. Ancak ne olduysa Kaya ölümden dönüp bir daha Ahu ismini duymak istemediğini söylediği zamanlar da olmuştu.

 

Şimdi ne olmuştu, kimden ne öğrenmişti?

 

"Sen ne diyisın evlat? " diye sordu zorlanarak.

 

Kaya'nın sol gözünden akıttığı yaşı hızla silerek başını kaldırdı. "Yalan söyleduler baa. " dedi. Yutkundu ağırca.

 

"Ne yalanu? " Osman Bey'in kaşları çatık halde sorduğu soruyla daha da ağalayası geldi. Oysa sırf ağlamamak için uçuruma son kez uğramış içini dönmüştü. Elinde değildi, babasına anlatırken içindeki o ateş çoğalarak daha da yakıyordu canını.

 

"Baa, benum öldüğum günun hemen ertesi günü dini nikah kıyup gittiğunu söyledu. "

 

"Kim? "

 

Sinirle doldu bakışları. Nefretle parladı. "Teyzesi. Türkan Alkım."

 

Osman Bey daha fazla ayakta kalamayıp yavaş adımlara ilerleyerek koltuklardan birine oturdu. Biliyordu az çok, Kaya'yla konuşmuş hatta asker olmak istiyorum dediğinde bile izin vermiş yardımcı olmuştu. Biliyordu oğlu kendisini sevdasından dağlara atacaktı, o da buna engel olmamış aksine yardım etmişti.

 

Yalan yok, yanında olsun çok istemişti. Gitmesin şehadet haberi gelmesin diye. Ama vatandı bu. Kaya vatanını korumak istiyordu ve onun bu kararının önünde durmaya hakkı yoktu. "Ben nasul inandum baba... " Çocuk gibi ağlıyordu. Kendine engel olamadan akıtıyordu her bir göz yaşını. Lacivert gözleri dolu dolu yaşlarla parladı. "Yemin ederum ben onunlayken bile onu özeleyen bir adamken ha ben nasul altı yıldur ayru kaldum."

 

"İçim nasıl yanayi, " diye fısıldadı. "Bilemezsun... "

 

Osman Bey'in de gözleri dolmuştu. Bir elini sakallarına atarak dirseğini oturduğu tek kişilik koltuğun kolçasına dayamıştı.

 

"Bu nasul bir acıdur tarifi yok. " diyerek babasına doğru ilerledi. "Ama en acusunu bileyim. "

 

Osman Bey'in gözleri oğlunun parlayan koyu lacivert gözlerine çıktı. Karşısında dikilen oğlunun gözlerine bakarken merak doluydu. "Beni hala ölü zanedeyi." demesiyle Osman Bey bu sefer elini çekmiş ve oğluna ağızı açık şekilde bakıyordu. "Hala benim yasımı tuta tuta çocuk büyüteyi."

 

Kaşları çatılan yaşlı adam ne diyeceğini bilemez halde sadece oğluna bakıyordu. Çocuk?

 

Konuşamadı bir süre. Bakışları kocaman ağızı açık bir şekilde sadece oğluna bakıyordu. "Evet." dedi Kaya. "Bir kız çocuğu var. Adu da Ahuzar. "

 

Babası şoktan şoka girerken o göz yaşlarını silip bir yandan da konuşmaya devam etti. "Benum yıllar önce, bir kızum olursa koymak istediğum adu ona koymuş. "

 

"Senin mu yani çocuk? " Babasının ağızından dökülen dört kelime Kaya'nın duraklamasına sebeb oldu. İkiside dolmuş gözlerle birbirlerine bakakaldılar. Kaya sadece yutkunarak gözlerini başka yere çevirip dişünürken Osman Bey daha çok cevap bekler gibiydi. Dokundun mu ona diye soramıyordu. Ama daha nasıl sorabilirdi işte onu hiç bilmiyordu.

 

Kaya kendini babasının karşısınındaki koltuğa geri geri giderek bıraktı. Oturduğu koltukta dirseklerini dizlerine yaslayarak düşündü. Bu daha önce nasıl aklına gelmemişti. Ofiste kendine bu soruyu dolaylı yoldan sormuştu ancak ihtimal bile vermemişti. Ama ismi...

 

Kaç yaşındaydı Ahuzar?

 

Eli hızla cebindeki telefona giderken ofiste bunu neden daha fazla düşünmediğini sorguladı. Kafası bok gibi olmuştu. Günlerdir sevdiğini ve geride bıraktığı yıllarını düşünmekten çocuğu unutmuştu.

 

"Napaysun?" diye sordu Osman Bey. Oğlunun telefondan bir kaç tuşa basıp kulağına götürüşünü izledi. Hala şaşkındı ve neler olacağını kestiremiyordu.

 

Orhan'ın böyle bir şerefsiz olduğunu hiç düşünmemişti mesela. Nasıl da kendisini belli etmemişti?

 

"Kimi araysun? "

 

"Hah! Mahir! " dedi Kaya koltuktan öne doğru kayıp heyecanla konuşurken. "Bu, hani... " Heyecandan konuşmayı unuturken o kızın kendinden olma ihtimali düştü kalbine. Bu onu daha da heyecanlandırırken gözündeki bütün yaşları sildi. "Çocuk, Ahuzar. Kaç yaşında demiştin? "

 

"Oğlum dur bir lan! " dedi Mahir telefonunun diğer tarafından. Bir yandan araba kulanırken bir yandan da kulaklıktan devresiyle konuşuyordu. "Sana geliyorum zaten şimdi. "

 

"Bana şu kızın kaç yaşında olduğunu söyle! Acill! " diye dayanamayarak bağırdı. Mahir'in arabada kaşları çatılırken düşündü.

 

"Sakin ol, dur. Altı felan olmalıydı, demiştim ya oğlum. " diyerek arabayı kenara çekerken Kaya'nın kalbini nasıl attırdığının farkında bile değildi.

 

Mahir arabayı kenara çekerek arka koltuktan sırt çantasını aldı. İçinden çıkardığı dosyayla biraz kurcaladı. "Dur bakıyorum. " diyerek zaman istedi kendine. Parmağını yazılar üstünde gezdirirken Kaya oturduğu koltuktan ayaklanıp telefonu hoparlöre aldı. Bir eli belinde odada volta atarken, "Altı yaşında. Ahuzar Karavir." demesiyle Kaya arkasını dönerek babasıyla göz göze geldi.

 

"Bana acil doğum tarihini ver. " dudaklarından döküldüğü kelimelerle Mahir'in kaşları daha da çatıldı.

 

"Sen ne işler karıştıyorsun lan gene? "

 

"VER ŞU SİKTİĞİMİN TARİHİNİ! "

 

"09.25.2019."

 

Kaya hızla tekrar koltuğa oturarak hesap yapmaya başladı. Babası Osman Bey ise şaşkınca onu izlemeye devam ediyordu.

 

"Lan oğlum, Kaya! " demişti ki telefon yüzüne kapandı.

 

Kaya hemen kafasından hesap yaparken, "01.15.2019." dedi. "Askere gitmeme iki gün kala. " karşısındaki saate baktı. Heyecanla yutkundu. "Mezarımda iki hafta yattı. Yani götürülmeden önce zaten hamileydi. " diye fısıldadı. Osman Bey'in gözleri tekrar açılırken bu sefer eli kalbine gitmişti. Ne diyordu bu uşak? Ahu o sahte mezarda uyumuş muydu?

 

En son gözlerini saaten çekerek babasının kendi kopyası olan gözlerine değdirdi. "Ve Ahu, Ahuzar ismini biliyordu. İlk kızım olursa bu ismi koycağımı biliyordu. "

 

"Yani senun mu? "

 

Başını iki yana salladı Kaya. Başını yavaşça yere doğru eğdi. Bir'de bebekliğinde yanında olamadığı bir çocuğun acısını kaldıramazdı. "Bilmiyorum baba." Bakışlarını hemen kaldırarak, "Ama Ahu benim istediğim bir ismi başkasının çocuğuna koymaz bunu çok iyi biliyorum. "

 

"O zaman senundur." diye fısıldadı yaşlı adam. Fazla uzatmanın bir anlamı yoktu. Onlanlar tek bir tarih ve tek bir günü işaret ediyordu. Salak olan biri bile bunu anlardı.

 

"Bilmiyorum. Ama öğrenirim. " diyerek ayaklandı hemen. Uçak hazırlanılmıştır şimdiye artık gitmeliydi.

 

"Kaya." dedi Osman Bey de ayaklanarak. İlerleyip tam oğlunun karşısında durdu. Keskin bakışlarla aynı renk gözlere sahip oğluna baktı. Bir Kaya ile aynıydı gözleri. Diğer çocukları hep açık maviydi. Anasına çekmişti hepsi. Bir Kaya onun fiziksel olarak tıpkısının aynısıydı. "Git ve karınla çocuğunu al. Madem evlu değuldur."

 

Kaya bunu beklemeden yutkundu. Karın ve çocuğun demesine ayrı duygu yüklenmişti. Başını sallayarak onayladı.

 

Osman Bey iki elinide oğlunun geniş kaslı kollarına koyarak sıktı. "Geri döndüğunde bu ailenun Reisu sensun. " demesiyle Kaya şaşkınca babasına baktı.

 

"Ne diyorsun baba? Ne demek Reis'i sensin."

 

"Sus ula! Var bir bilduğumuz herhal, " diyerek beyaz kaşlarını çattı. "Hem saane, ulan ben belki oğlumu bu ailenun ve Cemiyetun Reisu, Lideru olarak görmek isteyim. Saane! "

 

Yutkundu. "Sen daha ölmedin, " dedi kesin kararıyla. Kaşları çatılmıştı. "Reislik bana düşmez. Sana, Allah korusun ki bişey olmadan ben başa geçmem. " kesin kesdi sesi.

 

"Tam da saa düşer! " diyerek sinirle oğluna baktı. "Gidup geleceksun ve bu yaşlu, bir ayağu toprakta olan ihtiyardan bütün mallaru mükleru da devr alacaksun! O kadar! "

 

"Baba... "

 

"Sus ulan. Şuan K benum, seni susturayim. Şimdi siktur git de karunla çocuğini al! "

 

Kaya başını sallayarak onayladı. "Yinede bunu unutma baba, sen varsan ben varım. Sen yoksan ben bir hiçim. Başımız da Reisimiz de sensin. "

 

"Olacaksun." dedi Osman Bey.

 

"Olacağum," dedi Kaya. "Ancak daha zamanum var. " demesiyle oğlunu ikna edemeyeceğini gidip geldikten sonra başa geçiremeyeceğini çok iyi bir şekilde anlamıştı. Osman Bey, Kaya'nın kollarına baba sıcaklığıyla vurarak bırakmıştı. Belki kovmuştu şuan onu ama sıcaklığını bedensel olarak his ettiriyordu. Madem bir ailesi vardı ve o bunun farkında değildi o halde gidip alacaktı. Onlara tekrar sahip olmak için elinden geleni yapacaktı. Çabalayacaktı.

 

Kaya odadan çıktığı gibi koridordaki çantasına ilerleyerek onuda aldı. Merdivenden inerek yine çantayı bırakıp salona daldı. Anasının elini öpmeliydi. Olurdu da bir sorun olursa hayır duasını almadan gidemezdi.

 

Ancak salona girdiği gibi gördüğü yüzlerle şaşırdı. Saat gecenin bilmem kaçıydı ancak hala oturuyorlardı. Annesinin kardeşi, yani teyzesi Cemile ile kızı Canan gelmişti. Başıyla onlara küçük bir selam vererek koltukların başında oturan anasına doğru ilerleyerek elini tuttuğu gibi öpüp başına koydu. Anasının sıcak elini saçlarında hissederken eğildiği yerden doğruldu.

 

"Oo Kaya uşağum. " dedi Cemile Teyzesi. "Hoşgeldun. İki gündur burdayuz oğlum, seni evde göremeduk. Nerelerdesun, " diyerek güldü. "Tabi sende haklusun bekar erkeksun. " Yandan kızına bakarken gülümsedi. "Eh evlenemedun bir türlu. "

 

Kaya yutkunarak sert çehresini yumuşatma zahmetine bile girmedi. "Evlenmeme gerek yok. " dedi kısa ve net bir şekilde.

 

Mesaj açıktı ancak onlar hiçbişey anlamamıştı.

 

"Hoşgeldun Kaya. " dedi Canan utangaçla. Savdalı olduğunu bir insan bu kadar beli etmezdi ama o istesede istemesede belli ediyordu.

 

"Hoşbuldum bacım. " dedi Kaya. Henüz burada neler olduğundan farkında değildi ama Canan'ı her zaman kardeşi olarak görmüştü içinden de öyle geldiği için demişti. Canan'ın yüzü düşerken anası devreye girdi.

 

"Oğlum aynı yaştasınuz ne bacumu!"

 

Kaya kaşlarını çatarken yandan annesine baktı. Asiye Hanım da kaşlarını çatmış kardeşinin ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışır gibiydi.

 

"Hem otuz oldun oğlum, evlenup yuva kurman gerek senun artuk."

 

Kaya sıkkın bir nefes vererek salona kısa bir bakış attı. "Çok çok birini evlendirmek istiyorsan kızından başla teyze, benim başıma da yeni yeni icatlar çıkarma. "

 

Asiye Hanım oğluna hiç karışmadan başını kaldırarak hak verirken Cemile de Canan da sesini kesmişti. Hatta Canan ağlayacak gibiydi ki anasının bacağına attığı hafif yumrukla kendine gelmeyi başarmıştı.

 

"Her neyse. Size iyi akşamlar ben gidiyorum. Görüşürüz ana." diyerek ilerleyip çıkıyordu ki Asiye Hanım'da peşine düşerek, "Nereye? " diye sormuştu.

 

"Ula zaten iki gündur yoksın! Sen nerdesun oğlum? Meraktan öldurecen mu benu?! " diyerek ağıt yakar gibi sordu.

 

"Oy nenem gene başladi. " diye derince verdiği nefesle döndü tekrar anasına. Yine ellerinden öptü. "Sen merak etma ana. İyiyum ben. İşum var az, kaç gün sürer, bilmeyim. " diyerek yerden eline çantayı tekrar aldığı gibi kapıya ilerledi. Oğlunun elindeki çantayı görmesiyle eli kalbine gitti Asiye Hanım'ın. Telaşla peşine düştü.

 

"Oğlum nereye, yoksa yine mi bizi bırakup gideysun?"

 

Kaya evden çıkmadan önce telaşlı anasına dönerek, "Yok ana, bu sefer karımı almaya gidiyorum. " dedi.

 

Pat diye söylediklerine karşı Asiye Hanım'ın eli dudaklarına giderken, "Uyy! " diye bir nida kaçtı.

 

Kaya'nın dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. "Bu sefer gidiyorum, ama tek dönmiyeceğim."

 

"Karım, Ahu'yu almadan dönmeyeceğim memlekete. "

 

Bu da son sözleri olurken konaktan çıktığı gibi kendi arabasına ilerlediği an adamlar da hızla arabalara geçmişti. İlk önce Hosteslik yapacak o araba çıktı konak bahçesinden. Sonra ise Kaya, ona çalışma odasının camdan bakan adama korna çalarak hemen ardından çıktı. En sonunda da diğer arabalar peş peşe olacak şekilde uzun bir komvoy şeklinde ayrılmışlardı. Sadece bu kadar olmayacaklardı. İstanbul'daki Güvenlik şirketi olan bir arkadaşı ona tam tamına beş yüz adam ve on beş tetikçi takviyesi çıkıcaktı.

 

Buradan sadece normal korumalarını almıştı orda ise en küçük bir terslikte büyük bir katliam çıkarıcaktı. Arabalar Anayolda hava limanına doğru peş peşe giderken saatini kontrol etti bir yandan da. 02.23.

 

Sadece iki saat sonra İstanbul'da on saat sonra da Ahu'nun yanındaydı. Sadece saatler kalmıştı ve bu düşünce bile kalbinin duvarları zorlamasına yetiyordu. Derince yutkunarak camdan dışarıyı izlemeye koyuldu.

 

Ölmüştü hasretinden...

 

🥀

 

"Ula zaten zor kurtulduk birde bir daha gideruz diyisın ya! " diye isyan etti Burak.

 

Mutfakta ada tezgahında oturuyordu yangazlar. Yemek masasının üstündeki meyve tabağından aldığı elmayı ısırarak güldü Furkan. "Ya oğlum onu hiç haturlatma. Belli bir sadakamuz varmuş yemunle. Yoksa sikmişti bizi o ecdadunu öptuğum. "

 

"He sadaka. " dedi elindeki armutu ısırarak Burak da. "Hazan bayılma taklidi yapmasaydu biz nahh kaçarduk oradan! "

 

"Harbi ya, " dedi bir ısırık daha alarak. "Nasul kaçtığumuzu şaşırduk. "

 

İkizleri görmeye gittikleri gün babaları Şeref'e yakalanmalarıyla Hazan o anın verdiği adrenalin ile bayılmış taklidi yaparak babasını korkutmuş ve eve teşvik etmişti. Babası Şeref'te bir kaçan yangazlar bir bayılan kızı arasında kalmış şekilde Hazal'ın da attığı çığlıkla eve doğru koşmuş Yangazların peşinide bırakmıştı.

 

Yangazlar da bulduğu fırsatla atladıkları düz duvardan arkaya park ettikleri arabalarına atladığı gibi kaçmışlardı. Tabi Burak, Hazan'ın korkudan gerçekten bayıldığını sanınca kafayı yemişti. Yarım günü ondan haber bekleyerek atlatırken en son sevdiğinden mesaj gelmişti. "Siz kurtulun diye bayılma şakası yapmıştım korkuttuysam özür dilerim aşkım. Bu arada şimdiye kadar haber veremedim çünkü hastaneye getirdiler ve bir türlü başımdan ayrılmadılar. Ben iyiyim merak etme, seni seviyorum. " diye yazarak haber vermişti.

 

"İyi kurtulduk vallahi. " diyerek ikiside mutfaktan çıktığı gibi analarını dış kapının orda eğilip bir eliyle kapıya tutunmuş vaziyette görmeleriyle ikiside korkmuş hızla analarına doğru giderek kollarına girmişlerdi.

 

"Ana? " dedi Furkan korkuyla.

 

"Ana iyi musun? " dedi Burak da. Sesinde ki korku açıkça ortadaydı.

 

Asiye Hanım kendine gelerek başını kaldırmış iki oğluna birden bakmıştı. Kaşları çatık halde iki kolunu da çocuklarından çekti. "İyiyum. Hele bırakun benu! " diyerek hızla merdivenlere ilerleyerek çıkmaya başladı. Acele acele çıkarak Osman Bey'in çalışma odasının önüne geldi. Çalmadan içeri daldığı gibi eşini koltuklardan birinde düşünceli bir şekilde oturduğunu gördü.

 

"Usman? "

 

Osman Bey elini başından çekerek gelen karısına baktı. "Oğlum nereye gittu? Karımu almaya gideceğum da ne demektur?!"

 

Osman Bey üst üste yutkunarak ayaklandı. "İstanbula gittu. "

 

Asiye Hanım'ın gözleri doldu. Kaşları çatılırken, "Neden? " diye sordu.

 

Osman Bey sıkıntılı bir nefes vererek buğulu gözlerini kaçırdı. "Karısınu almaya gittu Asiye. Uzatma, oğlumuz geri dönecek. Gelduğunda anlarsun."

 

"Benum oğlum evlu mu ki? " Asiye Hanım'ın titriyen sesi ile sorduğu soruyla göz göze geldiler. Bir süre sadece bakıştılar. "Ahu'yu unutabildu mu Osman! "

 

Beklemeden en net cevabı verdi. "Hayır."

 

"Hangisi içun hayır? " Donuk gözlerle kocasına baktı. Sonra aklına gelenlerle yutkundu. Türkan'ın yıllar evel önce dedikleri düştü zihnine. İstanbul. Evli...

 

Ağızından şaşkınlık dolu bir çığlık kaçarken ellerini ağızına kapadı. "Mira Ahu? " Yıllardır ağızına almadığı oğlunun ruhunun katili bellediği kadının ismini ağızına almak ağır gelirken Osman Bey bir an ayaklandığı koltuğuna tekrar oturdu.

 

Sıkıntıyla oturmuş gözlerinin dolmasını engelleyememişti. "Sakun Asiye. " demişti. "Sakun ha karuşma. Yıllar evel Fuat çabaladuğunda farkunda olmadan çok önunde durduk. " Karısına baktı dolan yaşlarla. "Aynı hatayu da Kaya'ya yapmayalum, heêe? "

 

Asiye Hanım ağlayarak kocasının yanına ilerleyerek oturdu. Eli hala ağızındayken, "Ahu evlu. " diye fısıldadı.

 

"Değul." Osman Bey'in donuk gözlerle söylediği şeyle Asiye Hanım durakladı.

 

"Nasul? Türkan baa gittu dedu?"

 

"Gitmemuş!" Öfkeli yüzü kıpkırmızı kesilirken dizine koyduğu bir yumruğunu sıkmıştı. "Orhan kızı satmuş! "

 

"Hii!" Eli bu sefer ağızına giderken şaşakınca kocasına bakıyor yönünü ona çevirmiş şekilde sadece yan profilinden izliyordu. Nasıl sarmıştı?

 

"Kaya baa iki hafta benum mezrumda yatmuş dedu. " Artık ağlıyordu. Keşke o kızı sahipsiz bırakamsaydı. Yıllar önce ona baba dediği kıza keşke sahip çıksaydı. Oğlu gibi onunda içi yanıyordu.

 

Kaya gibi o da keşke birden silip atmasaydı. İnanmasaydı. Hata etmişti, hemde çok büyük bir hata etmişti. Bu işi gurcalamamak ile, girdiği günahın yükü bir anda omuzlarına ağır gelmişti. "Düşun, mezarunda yatacak kadar seveyimiş..." diye acıyla fısıldadı.

 

Verdiği nefesi içine hızla çekerek aldı. "Asiye." diyerek ağlayan gözlerini karısına çevirdi. Karısı da ağlıyordu. Böyle bişeyi asla tahmin bile etmezdi. Aklının ucundan geçmezdi. Nefret etmişti bir kere Ahu'dan, kızım demişti ama gittiğinde nefret etmişti. Ayşe onu her savunduğun da tekrar tekrar nefret etmişti. Oğlunun gitmesine neden olduğunda nefret etmişti. Onları bırakıp gittiğinde ondan nefret etmişti. Oysa gelini olacaktı. Olmayan kızı o olacaktı.

 

"Ondan nefret etma. " Osman Bey'in kurduğu sözlerle daha da ağladı Asiye Hanım öyleki ağızındaki eli bile hıçkırıklarını durduramadı. "Geldiğunda asıl onun bizden nefret etmesu gerekir. Özleri onu satarken asıl ana baba dedikleride onu sahipsuz bıraktu. " İşte bu çok ağırdı. Babalık yüreğine ağırdı. Kendi evladına sahip çıkamamış gibi hissediyor, ki onun için öyleydi zaten.

 

"İyi mu? " diye sordu Asiye Hanım kendini sıkarak. "Bişey de Usman! İyi mi o? Bili mısın? Nasul?" Çenesi titriyordu. Satılmıştı öyle mi? Satılan adamdan ne görmüştü peki? Kötü bişey yapmayacak kadar iyi biri olan kızı satın alır mıydı? Nasıl, ne halde gelecekti buraya?

 

"Bilmeyim." dedi Osman Bey yumruklarını sıkmaya devam ederken. "Dua edelum de iyi olsun, yoksa ne ben bu vicdanla ne de onun nefret dolu gözleriyle aha bu Karadeniz'de yaşayabileceğumu sanmayim. " diyerek başını iki yana salladı.

 

"Türkan! " diye kendine bağırdı Asiye Hanım. "Ula Türkan! Yaktum seni kadun, bittun sen! " diye acıyla bağırdı.

 

"Bekliyeceğuz." dedi Osman Bey burnunu çekerek. "Bekleyip göreceğuz. "

 

"Ben bir anama bakayim." diyerek ayaklandı Osman Bey. Göz yaşlarını silerek odadan çıkıp Nazlı Nine'nin odasına ilerledi. Asiye Hanım ise hala üstünde olan sinirle kendi odasına geçip telefonunu eline almıştı. Ancak sonradan bu işin telefonla olmayacağını anlayarak ellerinin arasındaki telefonu sıkarak yatağına oturdu. Ağladıkça ağladı.

 

Allah'ına dua etti. Eğer gerçekten satıldıysa, onları gerçekten bırakmadıysa...

 

Yaşasındı, iyi olsundu...

 

"Allah'um... " diyerek hıçkırdı. "Sen baa pişmanluk yaşatma. Bir kız çocuğunun ahunu aldurma. "

 

"Nasul nefret ettum ben? " diyerek bir elini yumruk yaparak yazmalı başına geçirdi. "Tanımayi midin, nasul... "

 

Tanıyordu hemde çocukluğundan beri...

 

Canan çıktığı tuvaletten göz yaşlarını silerek konağın koridorlarından geçiyordu. Ağlamıştı çünkü Kaya'yı duymuştu. Karımı almaya gidiyorum, demişti. Evlenmiş olması bile kalbini acıtmıştı.

 

Daha öncede evlenecekti ancak ölüm haberinden sonra evleneceği kadın Mira onun değerini bilmeden başkasıyla evlenip kaçıp gitmişti. Onu sevmemişti. En azından o böyle düşünüyordu.

 

Kaya'yı hiç haketmediğini düşünüyordu. Onun ardından şimdi tam kavuşacak derken bu sefer Kaya yine gitmişti. Hemde karım dediği kadını almaya gitmişti. Bu onu daha da ağlatırken önünden geçtiği odadan duyduklarıyla duraksadı. Attığı adımıda geri alarak ağlaması durmuş bir vaziyette kapıya iyice yaklaştı.

 

"Kaya, yengem gelmişsun. Niye gelmedun yanıma? Hemen çıkmışsun gene evden. "

 

Karşı tarafı dinledi bir süre Ayşe. "Nerdesun sen? Niye kaçaysin kaç gündur benden? "

 

Karşı taraftan ne duyduysa "NE? " diye bağırmıştı. Bu Canan'ı olduğu yerde irkiltirken dinlemekten geri durmadı. "Sen Ahu'yu, almaya mı gidiysın? Gerçekten mi? "

 

Canan duyduklarıyla dumura uğramış şekilde duvara sırtını verdi. Ahu'ya mı karım demişti yani? Onu mu almaya gitmişti?

 

Yine mi Ahu'ydu?

 

Mira Ahu Alkım mı?

 

"Ula niye baa demeysun got kafali! "

 

Canan gözleri yanarken elini ağızına koyarak bastırdı. Sağ omzunu duvara vererek koridorun başına arkasını dönmüş şekilde yere doğru kayarak oturmuştu. O Ahu'yu hala seviyor muydu?

 

Hiç mi şansı yoktu?

 

"Sonun da dediğuma geldun mu yoksa bişey mu seni teşfik ettu?" diye sordu şüpheyle. Karşı taraf ne dediyse, "Yok ula sonra mura! Anlatacsun baa neler olduğuni. Madem aklın başuna geldi gideysın, kardeşumu almadan dönme Kaya Demir. " demesiyle sessizlik oluştu. Uzun bir sessizlik. Sanırım telefonu kapatmıştı.

 

"Kapu dinlemek görgu kurallaru arasunda yokti diye bileyim." Gelen sesle hemen gözlerini silip duvardan destek alarak ayaklandı Canan. Arkasını döndüğü gibi Osman Bey'le karşılaşmasıyla ne diyeceğini bilemedi. Ailenin Reis'ine yakalanmak onu utandırırken başını eğdi. "Ben, kapı dinlemiyodum. " dedi. "Sadece başum dönmüşti, öyle tutunayım derken kaydum. Yanluş anladıysanuz özür dilerum. İyi geceler. " diyerek daha fazla konuşmamış hemen odasına ilerleyerek girmişti.

 

Osman Bey ise ona innamamış arkasından boş gözlerle bakmıştı. Oğluna açık açık sevdalı olduğunu biliyordu ama masum bir sevdadan daha çok başına bela olacak bir sevda olduğunu bilmiyordu. Çünki Ayşe'nin sesini ta koridorda duymuşken onun kaçmak için yalan söylediğini çok iyi biliyordu.

 

Canan odasına girdiği gibi annesini görmesiyle şaşkınca yutkundu. "Ana?"

 

Cemile kaşlarını çatarak, "Salak salak ağlayup durma! Ağlayarak iş gitmez! " diye kızmasıyla Canan hıçkırmaya başladı.

 

"Ana evlenmuş. " diye kısıkça fısıldadı. Yüzü ağlamaktan buruşmuştu.

 

"Ne? " dedi şaşkınca kaşları çatılırken. "Kiümle? "

 

"Ahu'yla! " dedi nefretle.

 

Cemile şaşkınca kızına bakarken kaşlarını çattı. "Salaklaşma kız! Ahu zaten evlu! "

 

Canan hızla anasına ilerleyerek eteklerine yapıştı. Diz çökmüş oturan anasının ayaklarına kapanmış gibiydi. "Ana vallahi kulaklarumla duydum! Ayşe yenge Kaya'yla konuşaydi. Ahu'yu almaya gitmuş!"

 

Cemile şaşkınca etrafa bakarken bunu hiç düşünmediğini fark etti. Ahu'yu yıllar öncesine geride bıraktığı için aklına dahi gelmemişti. "Demek Ahu geri döneyi. "

 

"Dönmesun! Dönmesun ana nolur dönemsun! " diyerek daha çok ağladı.

 

"Seni bir şekulde bu eve sokmaluyuz Canan. "

 

Burnunu çekerek anasının dizinden başını kaldırdı. "Nasul?" diye sordu. "Bu neye yarayacak ki? Evlenmuş diyim ana! "

 

"Ula! " diyerek kızının kafasına vurdu. "Bütün köy evli diyeyi! Evli olan bir kadunla nasul evlensun got kafali! "

 

"Ne? "

 

"Tabi! Seni bir şekulde bu eve sokmamuz gerek. Hem daha çok gözünun önunda durursun. Her baktığu yerde seni görursa işimiz kolaylaşabilur."

 

Canan'ın ağlaması durmuş şekilde burnunu çekerek sadece anasına bakıyordu. "Nasul yapacağuz onu? "

 

"Sen anana güven. " diyerek kızının saçlarını okşadı. "Seni bu ailenin gelinu yapmazsam bende Cemule değulum. "

 

🥀

 

İki özel uçak kalkmış Rize-Artvin Havalimanı'ndan İstanbul'a doğru uçuşa geçmişti. Mahir oturduğu yerde suyunu yudumlarken hemen yanındaki adama baktı. "Kaya nerde? Uçak kalktı adam ortada yok? "

 

Yanındaki adam da şaşkınca ona baktı. "Abi Kaya Bey bu uçakta değil ki."

 

Mahir bir küfür savurdu. "Diğerinde mi? "

 

"Evet."

 

Alt dudağını ısırarak bacağına vurdu. "Hay ben sizin! " diyerek cama doğru dönerek zifiri karanlığa baktı. "Lan oğlum hani bu uçaktı? Uyuyor musunuz siz!"

 

Yanındaki adam yutkunarak, "Kimse bana bişey demedi. " diyerek sıyrılmayı diledi.

 

Mahir öfkeyle önüne dönmüştü. Zaten anlamalıydı Ahmet'in burada olmayışından. Kafasını siksindi. Ahu olayını telefonda diyemezdi. O da uçakta delenecek kaçacak saldıracak bir yer olmaz diye burada söylecekti ancak onda da ayrı uçaktalardı.

 

"Ben böyle işin ızdırabını sikeyim! "

 

"Abi? " dedi Ahmet Kaya'nın bakışlarını kendine çekmeye çalışarak. Kaya oralı olmadı, sadece abisinin kendisi olduğuna dair konuşması için mırıldanarak bir ses çıkarmıştı. "Eğer o piç bizi biliyor ve tuzağa çekiyorsa? "

 

İşte bu ssorusu Kaya'nın ona bakmasını sağlamıştı. "Şimdilik amacım ortalığı sikip atmak değil Ahmet. Ayrıca öğrenemez, oraya Fuat amcamın şirketi adına gidiyoruz. Kimliğim belli değil. Hem bilse bile çok fazla adamla orada olacağız. Şansını zorlarsa sevdiğim kadından evel onunla hesaplaşırım. "

 

"Yenge üzülecek. "

 

"Sadece üzülmekle kalmayacak." diyerek derin bir nefes verdi. Ama aldığı her nefes herzaman ki gibi yine boğazında kalmıştı. "Gelmedim diye benden nefret edecek. Kızıcak, kırılacak. Belki..."

 

Ahmet bişey demedi, devamını getirsin istemedi. Kaya da daha fazla konuşmadı. Ancak içinden o cümlenin devamını en ağır şekilde getirdi.

 

Belki gerçekten ölmemi bile dileyecekti...

 

Ahmet hostese iki çay diyerek arkasına yaslandı. Kaya zaten dalgınca sadece zifiri karanlığı izliyor yine kadınının mavi gözlerini aklında canlandırıyordu.

 

Utanmadı, çekinmedi. Cebindeki cüzdanından çıkardığı gülümseyen eski fotoğrafını izleyerek o iki saati de uyuyarak geçirdi. Heyecandan uyuyamıyordu belki ama kadının gözlerine öyle bir dalmıştı ki uçak inene kadar uyumuş indiğinde ise bindiği arabayı direktmen otele sürmüştü.

 

"Ahmet!" dedi koşarcasına Mahir. Hemen hemen aydınlanan hava eşliğinde tekerlekleri yaka yaka basıp gaza giden adama baktı. "Kaya nerde diye soracaktım amına koyayım..." diye fısıldadı. Bacağına vurarak, "Lan gene mi kaçırdım?!" diye kendi kendine kızdı.

 

Ahmet Mahir'e onu anlamak ister gibi bakarken Mahir hemen ona dönerek, "Nereye gidiyor? " diye sordu.

 

"Otele. Kimse uğramasın dedi. " diyerek yönünü iyice Mahir'e doğru döndürdü. "Toplantıya kadar dinlenecekmiş."

 

"Senin kafanı sikim ben Kaya! "

 

"Ne oldu Abi? "

 

"Dinlenecek zaman buldu piç kurusu! " diye öfkeyle konuşarak etrafına baktı. Şimdi yanına giderse ebesini sikerdi. "Günlerdir uyuma, ulan bir bok oluncada dinlenesin gelsin! "

 

Şaşkınca bakan ve merak dolu olan Ahmet'e döndü. "Öğrenirsin koçum. Sen yalnız bırakma bu deliyi. " diyerek Ahmet'in omzunu patpatlayıp buradaki arabalara doğru ilerlemiş gelişi güzel birine binerek oradan uzaklaşmıştı.

 

Saat sabahın beşi felandı. Yeni yeni sabah oluyordu. Telefonunu kulaklığına bağlarken bir yandan da villada ki adamlarından birini aradı. "Atakan? "

 

"Buyur abi? "

 

"Nasıl etraf? Var mı konan göçen? " diyerek ana yola çıktığı gibi kırmızı ışıkta yavaşlayıp durdu.

 

"Bende bir haber yok abi. Sakin dışarısı, ancak asıl haberler Şeyma da gibi iki günde bembeyaz kesilmiş içeride ne yaşanıyorsa. "

 

"Tamam dur bakalım koçum. Kolay gelsin sana bişey olursa haber et. " diyerek hemen kapatıp Şeyma'yı aradı. Şeyma ve Atakan evlilerdi. Asıl meslekleri polislikti ancak Mahir'in isteği üzerine görev niyetine kabul ederek artık bu işin içindelerdi. Atakan komiserken Şeyma cinayet bürosunun komiser yardımcısıydı.

 

"Efendim? " diyen uykulu sesle kendine de küfür etti.

 

"Kusura bakma Şeyma, evde durumlar nasıl diye soracaktım bir kaç saat sonra ordayız. "

 

"Sorun değil abi," dedi Şeyma. Karşı taraftan bir kaç hışırtı sesi geldi, doğrulmuştu galiba. "Dün, yemekte biriyle konuşurken duydum toplantıyı akşama almış sanırım. "

 

"Ne?" diye şaşkınca sordu Mahir. Bunu bilmiyordu. Peki Kaya'nın haberi var mıydı? "Piç evladı! Ee başka? "

 

"Bir de... "

 

"Devam et. "

 

"Ahu Hanım, yüzü tanınmayacak halde. " Gözlerini kapattı bir kaç saniye Mahir. Yoldayım demeden kendine sakin olma payı tanıdı. Kendi bu kadar sinirlenmişken Kaya'yı asla düşünemiyordu.

 

"Başka? "

 

"Başkaa... " diyerek düşündü bir süre Şeyma. "Ha birde! En önemlisi bu! Bir buçuk hafta sonra tanışma yıl dönümlerimiymiş neymiş," diyerek telaşla konuşmaya başladı Şeyma. " Abi, Çolak o gün yapılacak kutlamada düğün yapmayı planlıyor. Evlenecekler! "

 

Evlenecekler...

 

Mahir'in elindeki direksiyon kayarken zorla yutkunmuş ve aniden zikzak giden arabayı son dakikada kenara çekerek durdurmuştu. Derin bir nefes verirken birine zarar vermediği için rahatlamıştı.

 

"Abi! İyi misin! " karşı taraftan gelen telaşlı sesle tekrar yutkundu.

 

O görmesede başını sallayarak, "İyiyim Şeyma. " dedi.

 

"Abi, kurtarıcaksınız dimi bu kadını? Bişeyler yapmalıyız!" O da bir kadındı ve inanılmaz korkunç bişeydi. İçi acıyordu ona. "Bakın çocuğu da var. Sırf Ahuzar bişey duymasın diye akşamları kulaklık taktırıyor. Yüzündeki izleri kızı için elinden geldiğince kapatıyor. "

 

"Tamam Şeyma. " diyerek sert sesiyle konuştu. Ağır geliyordu. Nefes almasını zorlaştırıyordu. "Yeter. Tamam. Anladım ben. Bişey olursa haber verirsin. "diyerek kapadı yüzüne telefonu.

 

Başını arkaya doğru yaslayarak derin bir nefes koyuverdi. "Senin ben gelmişini geçmişini tren yaylarına sürtüp sürtüp alev çıkartana kadar sikeyim oruspu evladı! " diye küfürleri sıralayarak indi arabadan. Duramadı içeride, basık geliyordu artık. Kapısını sertçe kapatarak, "Kancık oruspu çocuğu!" diyerek tekerleğe güçlü bir tekme geçirdi.

"Ulan Çolak! Ulan Çolak Karavir! Daha Kaya sikmese ben sikecem seni! Piç kurusu! "

 

🥀

 

İSTANBUL

 

(Toplantıya iki saat kala...)

 

Bir aynaya bakmak insana bu kadar mı zoruna giderdi... Gidiyormuş demek'ki. Kendi yaralarıma bakmak bile benim zoruma giderken onca şeye sessiz kalmak...

 

Ağlamamak için üst üste yutkundum. Ağlamamalıydım.

 

Ellerimi banyo tezgahına yaslayarak eğildim. Üzerime bordo badi tarzı bir kazak geçirmiştim. Altına da gri kare kare desenli dizlerimin bir karış altına kadar gelen kalem bir etek giymiştim. Son olarak ayaklarımada bağcıklı ince topuklu beyaz bir bot geçirmiş aynanın karşısına geçmiştim.

 

Geçmiştim aynanın karşısına geçmesine ancak yüzüm öyle bir haldeydi ki saat başı fondöten kullanmak artık benim için çok zorlaşmıştı. Kendini dışarı akıtmak için çabalayan göz yaşlarıma inat ellerimin tersiyle silerek doğruldum. Banyo tezgahının üzerin koyduğum kırmızı uzun kuyruklu fularımı aldım. Bir süre elimdeki bez parçasına bakıp tekrar aynadan yüzüme baktım. Derbeder haldeydim. Tek kelime ile berbattım.

 

Kaşım patlamıştı. Kızıma düştüm demiştim ama inanmamıştı. Elbet biliyordu. Benim büyümüşte küçülmüş kızım sadece bildiğini annesine söylemiyordu, çünkü eğer onun bildiğini bilirsem üzülürüm sanıyordu.

 

Zaten üzülüyordum. Üzülmediğim daha ne kalmıştı ki...

 

Dudağım patlaktı. Sağ elmacık kemiğimde kocaman bir yeşilimsi morluk vardı. Diğer sol gözüm kızarmıştı. Göz altlarım sanki bir bağımlıymışım gibi mosmordu.

 

Çenemde kızarıklık, sol yanağımda dört yıl önceden kalma yatay çizilmiş koca bir çizik vardı. Bir bıçak yarası. Artık o kadar da gözüme batmıyordu. Sadece hafif kabarık duran çizik yarası eskisi kadar canımı yakmıyordu. Elmacık kemiğimin üst çizgisini kaplıyordu, belki üç parmak belki dört...

 

Boynum morluklarla doluydu. Yer yer emilme morlukları varsa yer yer kızarıklıklar ya da bozağımı sıktığı için parmak izleriyle doluydu. Bedenim çok hassas olduğu için tıpkı anaokulu çocuklarının eline verilen çizim tahtası gibiydi.

 

Sırtı açık hiçbir kıyafet giyemiyordum. Sadece sırtı açıkta değil, boynumu gösteren kollarımı açıkta bırakan kıyafetlerde giyemiyordum.

 

Çünkü bedenim geçmişimin izleriyle dolup taşıyordu. Sırtımda yer yer kemer ve yanık izleri ile kaplıyken kollarım mosmordu. Bileklerimde demir yanıkları, kelepçelerin keskin çizikleri vardı. Sol elimden bana kalan koca bir iz, bir yanık izi...

 

Yüzümde ise hiç geçmeyen bir çiziğim vardı. Sol yanağımda elmacık kemiğimin üzerinde olan yatay bir çizikti.

 

Hasarlıydım.

 

Kirliydim.

 

Hassas olan bu ten altı yılını, koskoca altı yılını üstünde taşıyordu.

 

"Ben naptım? " dedim kendi kendime. Gözlerim artık benim emirlerime uymuyordu. İtaat etmeden bütün yaşlarını akıtıyordu. Artık onları bile durduramıyordum. Her gün kabus, her gün kapı kontrolü, her gün sanki bir yerden darbe yiyicekmişim gibi refleks uygulamam...

 

"Ben kime ne zarar verdim? " diye fısıladım. Fondöteni elime alarak bolca sıktım boynuma. Süngeri elime alırken ağlamaya devam ettim. "Ben neyin vebalini ödüyorum?"

 

Belki vebal değildi ama çok büyük bir irade sınavıydı. Ve ben bu sınavın yavaş yavaş sonuna geldiğimi hissediyordum. Çünkü sanki ölüyordum. Bir buçuk haftaya düğünüm var ve yavaş yavaş bütün İstanbul'daki iş adamları bunu biliyordu. Resmen bir de mutluymuşuz gibi davet yollamıştı herkese.

 

Eskiden düğünüme kalan günleri sayardım. Şimdi gelmesin diye sıyrılmanın yolarını arıyordum.

 

Nerden nereye...

 

Boynuma attığım sünger vuruşları daha da sertleşirken hepsini yedirdim. Boynumu kapattığım gibi üstünden pudrayla geçerek sabitledim. Daha sonra fuları boynuma bağlayarak bir ucunu önüme diğer ucunuda siyah uzun saçlarımın altında kalacak şekilde omzumdan geriye savurmuştum.

 

Sıra yüzüme geldiğinde derin bir nefes aldım. Bir şekilde bütün yaralarımı kapatmalıydım. Yoksa birde bunun için saçma bir cezayı kaldıramazdım. Belki ben değil ama vücudum kaldıramazdı. Çünkü omuzlarım çökmüş kamburum çıkmıştı artık. O kadar çok zayıflamıştım ki sanki hiç bir çocuk doğurmamışım gibi, sanki hiç bir çocuk büyütmemişim gibi...

 

Çökmüştüm.

 

Göz yaşlarımı durduramadım. Tezgahın üzerinden üst üste çektiğim peçeteleri yüzüme bastım. Akan yaşlarımı sertçe sildim. Ancak nafile, fondöteni yüzüme sıkarken bile yaşlar yolunu çizerek yok oluyordu. Umursamadım. Madem durmuyordu bende yaralarımı yaşlarımla beraber kapatırdım. Yüzümün her tarafına elimle yedirdim. Sanki sabunla yüzümü yıkar gibi ovaladım. Bunu neden yaptım bilmiyorum ama yüzümü bir kere de olsa temiz, beyaz görmek istedim.

 

Eskisi gibi...

 

Kaşlarım kirpiklerim hep fondöten oldu. Dudaklarım bile zaten gitmiş olan rengiyle beraber iyice yok oldu. Elime aldığım süngeri bu sefer yüzüme sertçe uygulamaya başladım. Üzerime dökmeden bütün fondöteni yedirerek kaşlarımı tekrar bir kalemle çizdim. Yaram hala olduğu gibiydi çünkü yeniydi. Gözlerimle fazla uğraşmadan maskara çektim.

 

Dudaklarıma ne sürsem bordo rengindeki yarayı ortaya dökeceği için plastik makyajlarda kulanılan küçük daire bezleri dudağımdaki yaraya örterek kapadım. Üzerine de bordo kırmızımsı bir ruj sürerek iyice yok ettim. Evet belli olmuyordu. Belki dışarı da gören, yaptığım bu sahte yüzü görüp güzel diyebilirdi ama birde yüzümü yıkadıktan sonraki dağılmışlığı görsünlerdüler onlar.

 

Asıl hengame yüzümün altıydı...

 

Çekmeceden çıkardığım küçük bir yarabandını kaşıma yapıştırarak yüzümü pudraladım. Yarabandı koymazsan yaram görünücekti, Çolak nasıl olsa buna da bir yalan bulurdu. Nasıl ki dışarıya mutlu aile tablosu çiziyorsa bu küçük kapatamadığım yaraya da uydururdu bir kılıf. Yanağıma hafif allık sürerek iyice baktım. Mor olan hiçbir yer kalmamıştı.

 

Ellerimi yıkıyarak son yere gelmiştim. Kollarım ve bileklerim. Olurda dalgınlıkla sıvarsam çok kötü şeyler olurdu. Bu yüzden elime boca ettiğim fondötenle iki kolumuda sıvarcasına kapattım.

 

Tek istediğim sadece onlar gidene kadar hiçbir yerimin akmamasıydı.

 

İşimi bitirip banyoyu toparlayarak son kez kendime aynadan baktım. Saçım için hiç uğraşmamıştım. Dünden kalan örgümü açtığım için zaten beni yormadan kendi şekilenmişti. Hafif dalgalı uzun siyah saçlarım kalçama kadar geliyordu.

 

Ağlamam durmuştu, daha çok boşlukta ve bıkmışlık hissi vardı artık. Banyodan yavaşça çıkarak odaya geçtim. Zaten ebeveyn banyosunda olduğum için kapım direktmen odaya açılmıştı. İçeri girdiğim gibi Çolak'ı burda görmemle şaşırdım. Çünkü burası benim odamdı ve Ahuzar da burdaydı. Tamam normalde de bu odaya gelirdi evet ama tüm gelişleri hiç hayra alamet olmazdı oysa şimdi oturmuş tabletiyle uğraşıyordu.

 

Kapıyı kapatarak bakışlarımı ondan çektim ama bu seferde onun bakışlarını üstümde hissediyordum. Rahatsızca yatağımda oturmuş sadece uslu uslu duvarı izleyip göz ucuyla arada bir Çolak'a bakan kızıma doğru ilerledim.

 

"Gel annecim. " diyerek elimi uzattım ona.

 

Anında elimden tutmasıyla odadan çıkarıcaktım ki, "Burda hazırla kızımızı. " diyen sesle adımlarım duraksadı. Sessiz kalarak umursamadan yatağa tekrar ilerlemiş yavrumu oturtarak bende arkasına yan bir şekilde oturmuştum. Zaten o gelmeden önce ilk onu giydirdiğim için saçları kalmıştı.

 

Üzerine benim kazağım gibi bordo bir etekli elbise giydirmiştim. Bunu ben istememiştim, o seçmişti. Hep benimle aynı renkleri giymeyi seven bir kızım vardı. Sırf o bordo giydi diye bana sende bordo giy anne demişti. Kırmadığım için şuan üstümde bordo bir kazak vardı. Çünkü benim ne giydiğim önemli değildi, benim için onun isteği önemliydi.

 

Babası gibi benim saçlarımdan daha koyu renk siyah saçları vardı. Her taradığımda aklıma tanışmamızın ilk günlerinde olan uçurumdaki kara çocuk geliyordu. Ahuzar sadece göz rengini ve ten rengini benden almıştı onun haricinde Kuzey'in tüm dış görünüşü ve huyunu ondan almıştı. Benden daha asiydi mesela, kaşları babası gibi hep çatıktı. Uyurken babası gibi nefes alıp almadığı bile belli olmazdı. Bu yüzden eskiden Kaya da yaptığım gibi çoğu zaman nefes alıyor mu diye Ahuzar'ı da kontrol ederdim.

 

Saçlarını mısır örügüsü yaparak bağladım. Yanlarından küçük tutamlarını da çıkararak omzularından tutup kendime doğru çevirdim. Bana dönmesiyle yüzü ışık saçtı. Kocaman gülümsedi. "Güzel oldum mu anne? " başını yana eğerek sorduğu soruyla güldüm.

 

"Sen her halinle güzelsin birtanem. " diyerek çenesini avuçladım.

 

"Benim kızım her zaman güzeldir. " Çolak'ın konuşmasıyla aynı anda yüzümüzdeki gülümseme solarken boğazımı temizleyip ayaklandım. Ellerimi ses çıkaracak şekilde birbirine vurup kenetledim.

 

"Hadi annecim, git ve ayakabılarını giy. " dememle hemen ayaklanarak gülümsemiş ve kapıya koşarak çıkmıştı.

 

Kendimi tutamayarak arkasından bağırdım. "Koşma. Düşüceksin Ahuzar! "

 

"Tamam anne! " Fazla uzaklaşmamış olacaktı ki yarı yolda cevabını da vermişti.

 

"Alo, Necdet. " Çolak'ın sesiyle göz ucuyla ona şöyle bir baktım. Tabletine bakarak kaşları çatık bir şekilde telefonla konuşuyordu. Üzerinde her zamanki gibi takım elbisesi vardı. Yatak odasının penceresinin dibindeki lacivert kadife ikili koltukta oturmuş bir ayak bileğini diğer dizine koymuş şekilde oturuyordu. "Şu bizimle anlaşma yapmak isteyen şirketi bir araştır bakalım diyecektim. "

 

Umursamadan arkamı dönerek dolaba ilerledim. Dolabın içinde birleşik olan, dağılan çekmeceyi düzenlemeye koyulurken o konuşmaya devam etti. "Yok lan, erteledim toplantıyı. İki saat sonra. Bir bak bakalım hiç bir karşılığı olmadan bizimle anlaşma yapmak isteyen salaklar kimlermiş... "

 

"Biliyorsun ben o şirketi çoktan ayağa kaldırırım ancak amcam olacak o şerefsiz önümü kapattı. Bakalım bu bize yardım eli uzatan şirket kim. Karşılıksız hiçbir çıkar olmadan hangi şirket batmak üzere olan bir şirkete anlaşma sunar. "

 

Sıkıntılı nefes verişini duydum. "Lan biliyorum! " diye bağırmasıyla olduğum yerde ben sıçradım. "Sadece bize raklamlarını yapıp, teklif gönderdiğimizde de sorgulamadan batmak üzere olan şirketin bütçesine rağmen kabul etmeleri tuhaf. "Arkamı dönüp göz ucuyla ona bakmamla onunda beni izlediğini fark ettim. Daha çok beni değilde kalçalarımı gibi. Giydiğim kalem etek sık kalçalarımı ortaya sermişti. Bu beni korkuturken yutkundum. Aklından bile geçirmesin.

 

Tekrar önüme dönerek yana döndüm. Kalçama olan bakışlarını kestim. Dağılan çekmeceyi topladım. Şimdi çıksam odadan çıkmazdımda, izin vermeyecekti. Bu yüzden sessiz kalarak gözlerimi odanın etrafında gezdirdim.

 

"Sen bir bak, sadece iki saatin var." diyerek tabletini koltuğa bırakarak yavaşça ayaklandı. Kalbim korku ve panikle çırpınırken sakin olmaya çalıştım.

 

"Biliyorum. Çok para kazandırıcak bir teklif ama ne idüğü belirsiz bilmediğim heriflerle kağıt imzalayamam." diyerek yavaş adımlarla bana doğru ilerlemeye başladı. Yutkunarak ayaklarına bakmayı kestim. Başımı yana çevirerek ona bakmadım. Pencereden dışarıya odaklandım, uçan kuşlara baktım.

 

Keşke bende böyle uçup yok olsam...

 

Güldü. Ne oldu bilemiyorum ama hafiften gülüşünü duydum. "Evet, parayı severim ama olurda anlaşma yaptıktan sonra ellerini üzerimizden çekerlerse şuanki durumumuzdan daha beter bir hale geliriz. Herifler bizi borca sokabilir. Sen bak bakalım kimmiş bunlar. Unutma sadece iki saat. " diyerek adamın yüzüne kapattı.

 

"Karıcım." diyerek iki adımlık uzağımda durarak telefonu cebine attı. Stresten alt dudağımın içini kemire kemire kanatmıştım. Alışık olmadığım şey değildi kan tadı.

 

"Ne kadar güzel olmuşsun. " diyerek o iki adımı da bana iyice yaklaşarak kapattı. Kollarını belime dolayarak beni iyice kendine çekmiş ellerini üst üste kalçalarımın üstüne koymuştu. "Keşke benim içinde bu kadar hazırlansan. "

 

"Hazırlan dedin, hazırlandım. " diyerek başımı geri çekerek yüzüne baktım. Kehribar gözleri sapsarıydı. Öyle parlıyordu ki çok korkunçtu. "Yaraların görünmeyecek yoksa sonuçlarına katlanırsın dedin, bak görünmüyor. "

 

Gözleri kaşımda oyalanınca midemin bulantısıyla yutkundum. "Ona da artık kaza maza bişey dersin. Yapmadığın şey değil. " diyerek daha konuşmadan lafı ağızına tıkadım.

 

Alnını alnıma sertçe yaslamasıyla sıçradım. İsteyerek olmuyordu bedenim kendi kendine refleks gösteriyordu. Tekrar yutkunarak gözlerimi kapatmadan sadece gömleğine baktım. "Bırak beni. "

 

"Neden? Karıma sarılarak dinleniyorum. "

 

"Ahuzar görücek. " diyerek onu kendimden itmeye çalıştım. İki elim omuzlarında ben itirirken o daha da beni kendisine çekiyordu.

 

"Görsün." dedi umursamazca.

 

"Ne istiyorsun Çolak, bırak işte! " diyerek başımı yana çevirmiştim ama o başını saçlarımla boynumun arasına sokarak kollarını bana daha çok dolamıştı. Ağlayacak halde susarak bu anın bir an önce bitmesini bekledim.

 

"Beni bir kere kendi isteğinle öpebilirsin mesela? "

 

"Hayır! " dedim bu sefer sessiz kalmayarak. Böyle bişeyi asla yapmazdım.

 

"Anlaşıldı." diyerek fısıldadı. "Yine kendim zorlayarak alacağım. " demesiyle bir eliyle çenemi kavradığı gibi dudaklarıma yapışmıştı. Bu sefer daha çok onu kendimde uzaklaştımak için debelenirken acımadan dişledi. Dişlemesiyle yaramdaki plastik bant yerinden çıktı. Öyleki hem ben kan tadı almıştım hem de o. Benden ayrılarak ağızındaki plastik bandı yere tükürdü. Ama eminim ki kan tadı da almıştı.

 

Elimin tersiyle dudaklarımı sildim. Rujun yanağıma doğru kaydığını hissettim. "İğrençsin! "

 

Bağırmamı umursamadan hala dudaklarıma bakıyordu. "Kanıyor." dedi.

 

Midemdeki fokurdamayı his edince küçük bir öğürtüyle hemen banyoya koşup içeri girdiğim gibi kapıyı ardımdan kapadım.

 

"Mira! " diyerek kapıya yapışmıştı ancak ben çoktan kapıyı kapatmış kitleyerek kendimi klozetin önüne atmıştım.

 

"Bana karşı mideni bulandırmaya bir son ver! " demesiyle sinirle ellerimi klozetin kenarlarına geçirdim. Midem bomboştu. Sadece mide öz suyumu çıkarmıştım. Öksüre öksüre çıkan suyun ardından derin derin nefesler aldım. Zorla ayağa kalkarak topukluların üzerinde lavaboya doğru ilerleyip ellerimi yaslayarak eğildim. Bir süre gözlerim dolu dolu aynadan kendime bakarak onun bağırışlarını dinledim.

 

"Aç şu kapıyı Mira! İyi misin? Cevap ver bana! " diye bağırıp kapıya yumruğunu geçirdi. "Bana karşı mideni bulandırmaya bir son vericeksin! "

 

Derin bir nefes vererek doğruldum. Bir kaç yaprak peçete kopararak dudaklarımı kanatarak sildim. Göz yaşlarım şarıl şarıl akarken artık onun bağırışlarına kulaklarımı kapatmıştım.

 

🥀

 

Mahir arabasını diğer arabaların arkasına park ederek durdurup indi. Şuan tam karşısında Karavir malikanesi duruyordu. Şöyle bir baktı ihtişamlı villaya. Sonra ise önünü full adamlarıyla kaplanmış kapıya. Gördüğü yüzle ona doğru ilerlerken bakışları etrafta Kaya'yı aradı.

 

Kapının önündeki Ahmet'e doğru ilerlemesiyle, "Nerde bizim deli? " diye sordu. Hemen hemen akşam olmuştu. Toplantıyı öğleden akşama ertelediği için şimdi geliyorlardı.

 

"Kaya Abi seni bekleyemedi." demesiyle Mahir cıklayıp gökyüzüne baktı.

 

"O ne oğlum küfür gibi. "

 

Ahmet bişey demeden devam etti. "O da zaten şimdi girdi içeri."

 

"Lan tek mi soktunuz içeri? " diye bir adım öne atmıştı.

 

"Yok yok. " dedi hemen Ahmet. Genelde o sağ kolu olduğu için hep yanında olurdu şaşırmıştı bu sefer dışarda olmasına. "Cihan'ı gönderdim yanında. Benide seni beklemem için buraya dikti. " Cihan zaten tek başına yüz adam ederdi. Adam Kinghong güreşçileri gibi dokunduğunu yere seren türdendi.

 

Mahir başını sallayarak onaylamış kapıya doğru ilerleyerek başıyla onun da gelmesi için işaret vermişti. "Gidelim bakalım ne sallıyormuş bu herif. "

 

İkiside büyük demir kapıya ilerleyerek önlerine çıkan adama baktı. "Kimsiniz? " diye sordu koca sakallı şişko adam.

 

Mahir yandan şöyle bir baktı Ahmet'e. Geri önüne dönerek, "Toplantıya geldik. " dedi sadece.

 

"Asıl adam içeride. Sizde mi ortaklık için geldiniz. "

 

Ahmet, "Bi zaten birlikteyiz. " derken Mahir piç piç güldü.

 

"Evet." dedi omuzlarını kaldırıp indirerek. "Bizde Çolak Karavir'in üzerine oturmaya geldik. " diyerek genişçe otuziki diş sırıtarak güldü.

 

Ahmet'in bir an beklenmedik anına gelmesiyle boğazından tuhaf bir ses çıkararak başını arkaya çevirdi. Bir süre kendini toplayarak boğazını temizleyip geri önüne döndü.

 

Adam kaşlarını çatıp anlamazken önlerinden çekilmişti. İkiside içeri girerken beş adamlarıda peşlerinden içeri giriceklerdi ki yine önünde durdu. Beş adamla diğer iri yarı şişman adam karşı karşıya birbirlerine öldürücü bakışlar atarken Mahir ellerini arkasında birleştirerek, "Onlar da girecek. " dedi. Sesi baskındı. "Bu kadar adamsınız beş tane delikanlıdan mı korktun? "

 

Mahir'in ters psikolojisine karşı dişlerini sıkarak bakan adam en sonunda önlerinden çekilmişti. Mahir boş bakışlarıyla geri önüne dönerek malikanenin kapısına doğru ilerlemeye başladı. İlerledikçe açısına giren yuvarlak kavşak tarzı olan bahçeye baktı. Arabaların etrafından dönüp giden bu daire bahçenin ortasındaki kocaman ağaç heykelin ve onu sarıp sarmalayan sarı parlak gözlü anakonda heykeline baktı.

 

"Yuh! Amına koduğumun psikopat manyağı! " diye hidetle fısılarken Ahmet de kaşlarını çatmış heykeli anlamaya çalışıyordu.

 

"Abi sanırım ağaç heykeli Ahu yenge. " Ahmet'in sözleriyle Mahir kısa bir an gözlerini arkaya çevirip baktı. Hala kapıya doğru yürüyorlardı.

 

Kapının ordaki Atakan'a hafif bir göz kırparak, "O niye lan? " diye sordu.

 

"Bir yılanla aynı evde çünkü de ondan. " demişti ki o esnada da kapıya varmışlardı. Mahir burnundan gülerek ona döndü. "Oğlum sen nasıl bir insansın lan. " dedi. "Nerden geliyor böyle şeyler aklına. " diye hafif gülerek içeri girdiler.

 

Kaya ise çoktan içeri girmiş heybetli bedeniyle Çolak ile karşı karşıyaydı. "Lan bu bir manyaklık yapmasın? " diye sorarak adımlarını hızlandırdı. Ahmet ise yutkunarak hemen peşinden giderken gözleri Cihan'ı aradı. Köşede onu bulmasıyla ne oluyor burada anlamında göz kırpıp başını salladı.

 

Mahir hızla Kaya'nın yanına ilerleyerek durdu. "Devrem, hayırdır? Ayak üstü oh götürüyonuz? " diye dalgayla fısıldayıp Çolak denen herife döndü. Ayaklarından başlayıp takımıyla beraber süzdü onu yavaşça. Bakışları açık sarı kehribarlarıyla buluşmasıyla ellerini arkasında birleştirerek daha da dik bir konuma geçti. Üzerindeki gri takımıyla pis pis sırıttı. "Siz, Çekil Çomak olmalısınız? " diye sorarak başını hafif yana eğdi. Çolak'ın sert bakışları Mahir'e dönerken sanki hiç bilmiyormuş gibi yaptı. "Sizin isminiz Çelik soy adınız Çomak değil miydi? "

 

Yalandan sorduğu soruyla kaşlarını çatarak arkasındaki, Kaya'nın diğer tarafında duran Ahmet'e baktı. Cihan da hemen iri yarı haliyle Mahir'in diğer yanında durdu.

 

"Çolak abi, Çolak. " diyerek hemen önüne döndü.

 

Mahir güldü ama Çolak sinirle dişlerini sıkarak, "Tanıştırayım o vakit kendimi. Ben Çolak Karavir." diyerek elini uzattı. Mahir bir uzatılan ele birde uzatana baktı. Birde el mi sıkışıcaktı bununla?

 

Cümle alem beni sikse bununla el sıkışmam, dedi kendi kendine.

 

Elleri arkasında hala bağlı şekilde dururken, "Ellerimi yeni yıkadım, sedefim azar sonra." diyerek sahte bir şekilde gülümsedi. "Hoşbulduk."

 

Kaya gözlerini kırpmadan karşısındaki ondan bir kaç santim kısa adamı izliyordu. Üzerindeki siyah takımın gömleği sinirlendikçe gerginleşirken başını sağa sola eğdi. Şimdi bu adama saldırsam, evire çevire dövsem diye geçirdi içinden. O kadar gıcık bir tipi vardı ki bu bile yeterdi.

 

Oysa bilmiyordu ki daha sevdiği kadını ne hale getirimişti. Hemde içinden ona yapmak istediklerini onun sevdiği kadına yapmıştı. Evire çevire dövmüştü.

 

"Fuat Ali Karahanlı ve yeğeni Kaya Demir Karahanlı. " dedi Çolak tekrar Kaya'nın boş gözlerine bakarak. "Nedense hatırladık geliyor bu isim. Demek ki amcanın yerine geldin."

 

Çolak gözleri kısık bir şekilde kurduğu cümleyle Ahmet ve Mahir aynı anda yutkundu.

 

"Namım büyüktür. Ama," diyerek etrafta tekrar gözlerini gezdirdi. Ahu'yu arıyordu. Tekrar gözlerini karşısındaki adama çevirdi yavaşça. "İşimden çok askerliğimden gelir namım. "

 

Güldü Çolak. Hemde pis pis. "Asker de kalsaydınız o zaman." demesiyle Mahir de güldü. Hatta kahkaha attı. Delirmişti galiba.

 

"Yani şöyle bir düşününce senin de burda olmaman gerek gibi. Belli ki kendinizi bir yılan olarak görüyorsunuz. " dedi Mahir başıyla kapıyı işaret ederek. Elleri hala arkasında bağlı, yüzünü ne kadar gevşek tutmaya çalışsada içinden ortalığı yıkma tufanı vardı.

 

Çolak'ın kaşları yavaşça çatılırken Mahir tekrardan kapıyı işaret ederek, "Malikanenizde bir yılan heykeli var." dedi. Gözleriyle Çolak'ın gözlerini işaret etti. "Tıpkı sizin gibi. "

 

"O sadece bir simge! " diye sinirle karşı çıktı Çolak.

 

"Öyle simge mi olur lan! "

 

"Abi, abi dur! " Cihan hemen kolundan tutarak onu bir iki adım geriye çekti. Ne ara bu kadar yükseldi anlamadı ama sinirini bozsun istiyordu Mahir. Böyle ters bişey söylesin de döveyim kafasındaydı.

 

Çolak tam ağızını aralamış bişey diyecekti ki çalan telefonuyla durakladı. Ceketinin iç cebinden çıkardığı telefona bakarak Necdet yazısını görmesiyle, "Siz oturma odasına geçin lütfen ben geleceğim. Şeyma! Misafirleri yolu göster." diyerek alt kattan rasgele bir odaya girdi.

 

Şeyma hızla gelerek onları oturma odasına alırken biri daha girdi oturma odasına. Hatta iki kişi. Sarışın kehribar gözlü ve sarışın ela gözlü güzel bir kadın girdi. Adam ilerleyerek Kaya'ya doğru ilerledi. "Hoşgeldin. Ben Çolak'ın kardeşi, Çelik. "

 

Mahir güldü. "Tamam. Çelik de var Çolak da, kaldı geriye Çomak. "

 

Ahmet, Kaya'nın arkasından çıkarak Mahir'in arkasına doğru ilerleyip kulağına eğildi. "Abi kurbanın olayım bir dur. Bir sus... "

 

"Susamam oğlum. " diye hiddetle fısıldadı Mahir. "Susarsam birini döverim bak bakma bu yüzüme, sinirliyim lan! "

 

Ahmet ikna edemeyeceğini anlamasıyla geri yerine dönerken adam bu sefer Mahir'e doğru ilerledi. Kaya ve Mahir sadece aralarında sehpa olan tekli koltuklara kurulmuşlardı. Kaya adamın elini tutmayıp sadece baş işareti ile selam vermesiyle bu sefer Mahir'e ilerlemişti ancak Mahir çatık kaşlarıyla, "Ellerimi yeni yıkadım! " diyerek gözlerini arkasında ürkekçe etrafta gözlerini gezdiren kadına baktı.

 

Göz göze gelmeleriyle kadın yutkunarak bakışlarını kaçırırken Mahir onu süzmeden edemedi. Üstünde kısa siyah mini bir elbise vardı. Ama sanki o bu kıyafetten nefret ediyor rahatsız oluyormuş gibiydi. Biraz fazla süzdüğünü fark edince tam gözlerini kaçıracaktı ki kolundaki kocaman morluğu görmesiyle durakladı.

 

Kaşları çatıldı. Kadın ise bunu fark etmeden adamın yanına oturdu. "Evli misiniz Çomak bey? "

 

"Çelik." dedi adam sahte gülümseyerek.

 

"Ha Çelik ha Çomak ne fark eder? " diyerek boş bakışlarını adama çevirdi. "Evli misiniz? "

 

"Hayır. Nişanlıyım. " yanındaki kadını gülümseyerek gösterdi. "Nişanlım, Mine. "

 

Mahir aklına gelenlen soruyla ağızını açtığı gibi içeri birden ellerini çırparak Çolak girdi. "Evet Beyler, üzgünüm. " dedi mahçupça. "Annem hastaneye kaldırılmış. Toplantıyı ertelemek zorundayız." derken bile Kaya'nın sinirlerine nasılda dokuyordu haberi bile yoktu.

 

Kaya ayaklanarak, "Öğlen olacak toplantıyı akşama erteledin zaten. Geçmiş olsun. " dedi sertçe. "Ancak eğer hastsendeyse halledelim şu işi! Sonuçta biz değil siz diptesiniz."

 

Çolak gözlerini büyüterek başını kaldırıp karşısına gelen adama baktı. Ondan uzun olduğu için başını hafif kaldırmıştı. "Öyleyse Kaya Bey, bizimle anlaşma yapmayın. Sizi tehdit eden yok illaki yapmanız için. "

 

"Siktir et Kaya! " dedi Mahir en son. "Bokunda boğulsun. Dipmiş."

 

"Beyfendi, lütfen. " dedi Çolak'ın kardeşi.

 

Mahir hidetle ona döndü. "Sen sus lan danga... "

 

"Abi! " diyerek öne atladı Ahmet. Sağ çıksalar iyiydi. Tetikçiler vardı. Evin her açısından izleniyorlardı. En küçük bir yanlışlarında kafalarından vurulurlardı ama olurda abilerine bişey olur diye diken üstündeydi.

 

"Terk edin evimi! DERHAL! " Çolak sert sesiyle konuşup eliyle kapıyı işaret etti.

 

Tamda zamanını tutturan Ahu kızının elinden tutmuş merdivenlerden inerken salonun karşındalardı. Merdivenler direktmen oturma odasına çıkarken Ahuzar güldü.

 

"Gel kızım. Misafirler de gelmiştir. " diye konuşmasıyla herkes o tarafa dönerek merdivene doğru baktılar. Daha doğrusu merdivenden inen kadınla kıza.

 

Kaya direktmen gördüğü yüzle yutkundu. Bakışları kanlı canlı yüzden inerek küçük elini tutan kıza baktı. Kızla yani Ahuzar ile göz göze geldi. Ahuzar anlamadı ama Kaya bazı şeyleri anladı. Ahuzar'ın tıpkı babası gibi, Kaya gibi kaşları çatıktı. Ahu da başını kaldırmıştı ki Kaya'yı göremeden Çolak koşar adımlarla önünü kapamıştı.

 

"Karıcım." demesiyle Kaya gözlerini kapattı. Refleks olarak yumruklarını sıkıp öne adımlıyordu ki Mahir adeta kuala gibi Kaya'nın koluna yapışarak onu çekti.

 

"Yapma devrem yanarız. "

 

"Karıcım siz yukarı çıkın gelicem ben birazdan. " demesiyle Ahu iki ara bir derede yüzüne bakmaya devam ederken, "Hadi! " dedi baskın sesiyle. Ahu daha da arkasına bile bakmadan sevdiği adamla aynı ortamda olduğunu bile bilmeden yavaşça kızıyla çıktı merdivenlerden.

 

"Görmedi." diye fısıldadı Kaya. Sinirden çenesinin titrediğini hissediyordu. Gözleri buğulanmıştı. Nefesleri sıklaşmıştı. Kalbine çöken ağırlıkla omuzları da düştü. Oysa sırf baksın diye gözlerinden ayırmadı bile gözlerini.

 

Gözlerindeki korkuyu görecek kadar derin bakmıştı.

 

"Gerçekten görmesini ister miydin devrem? " diye sordu Mahir. Altında ağır bir manayla sormuştu. Kaya'nın sertçe yutkunmasıyla Mahir başını salladı. "Bende öyle tahmin etmiştim. "

 

Kendisinin görmesi bile yetmişti oysa. Onu buradan alacaktı. Ya öyle ya da böyle. Belki şimdi sırf dikkat çekmemek için gidicekti ama daha sonra buraya baskın düzenleyecekti. Ya sessizce, ya da bağıra çağıra. İçindeki o yangınla yakacaktı burayı.

 

"Gidelim." diye fısıldadı Mahir. "Adamın malikanesinde tek olan biziz. Herifte daha kaç adam var bilmiyoruz. Artık tek çaremiz burayı basmak. "

 

"Kadınla çocuğa zarar vermeden bir şekilde etrafı sarmalıyız." dedi hemen ortalarında dikilen Ahmet. Tek korkusu kadınla küçük çocuğun zarar görmemesiydi.

 

"Devrem yürü! " diyerek dişlerini sıktı Mahir. Artık Kaya'nın koluna yapışmış çekiyordu. "Oğlum bir çıkalım söz lan alıcaz. Hele bir çıkalıp sayıca üstün geleceğiz. " Yine yerinden bir santim bile kıbırdamadı. İçinden bir ses gitmemesi gerektiğini söylüyordu. Sanki bişeyler ters gidiyordu ve o gitmemeliydi.

 

Evet. Baktı malikanenin her yerine. Yavaşça gezdirdi gözlerini. Tek çaresi kalmıştı. Sağlam bir baskın düzenleyip bu gece karısını alacaktı. Bir süre daha dikilirken arkasını yavaşça dönen, açık sarı kehribarların sahibine öldürücü bir bakış attı. Belki şimdi sakince buradan gidicekti ancak dönüşü bu kadar sakin olamayacaktı.

 

Yoksa başka türlü alamazdı.

 

🥀

 

Kızımla yatağa oturmuş taş kağıt makas oynarken misafirlerin geri gittini duymuştum. Nedendi bilmiyordum ama gitmişlerdi. Bir süre sonra kızım kazanınca kahkaha atıp ona sarıldım. Kapının ise birden serçe açılmasıyla ikimizde korkuyla sıçramış oraya doğru dönmüştük.

 

Kırmızı boğalara dönmüş Çolak'la sertçe yutkundum. Sinirden kızarmış sarı gözleri Ahuzar'ı ele aldı. "ÇIK DIŞARI!" diye öyle bir bağırdı ki Ahuzar korkarak bana sarıldı.

 

"Anne? " diye fısıldadı.

 

"Korkma annecim yok bişey... "

 

"VAR BİŞEY! diyerek hızla gelmiş ve Ahuzar'ın kolundan sertçe tutmasıyla korkarak bende ona yapıştım.

 

"Çolak! Ne yapıyorsun bırak KIZIMI! "

 

"Görüşücez seninle Ahu hanım! " diyerek yüzüme gelişi güzel sert bir tokat attı. Geriye sarsılırken umursamadan geri toparlandım. "ŞEYMA! "

 

O bağırırken ben de bağırıyordum. "NAPICAKSIN! BIRAK KIZIMI!"

 

Ahuzar'ı kapının dışına sanki bir çöpmüş gibi savrurken Şeyma telaşla gelmişti. Yutkunarak baktığı adam ona, "Git ve kapat şunu bir yere! " diyerek emir vermişti.

 

"O SENİN DE KIZIN! "

 

"SÖZ DİNLESEYDİ O ZAMAN. " diyerek daha Şeyma'ya bişey demeden yüzüne kapattı kapıyı. Son kez sadece ağlayan yavrumun gözlerine yutkunarak bakmıştım. Üzerime doğru ilerlemeye başlamasıyla korkuyla geri geri adımlamaya başladım.

 

"Demek oyun kurdun bana. " demesiyle kaşlarım çatık bir şekilde yüzüne baktım.

 

"Ne oyunu? Ne saçmalıyorsun! " Bir anda elini kaldırarak kaşımdaki yarabandını tutup çekti. Çekmesiyle daha da açılan yaradan akan kanlar yanağıma doğru yolunu yavaşça çizmeye koyuldu.

 

"Bana oyun oynamayı bırak. " diyerek sinirle fısıldadı. "Biliyordun dimi yaşadığını. " diyerek yüzüme attığı yumrukla dengem şaşarken yörüngem yerinden oynamıştı. Yere düşmemle kollarımdan tuttuğu gibi beni yatağa savudu. "Biliyordun dimi lan buraya geleceğini! Ondan mı bu kadar süslendin ha? Ondan mı bu yarabandı! "

 

Saçlarımdan tutarak yüzüne yaklaştırdı. Bir yandan da silahını çıkarmış kafama dayamıştı. "Kim? " dedim zar zor sesimi bularak. "Ben bişey bilmiyorum. Çolak ne diyorsun? Dur. "

 

"Kaya'yı diyorum! Biliyor muydun lan yaşadığını! " demesiyle benim için zaman durmuştu.

 

Akan sular bende dururlurken sadece, "O öldü. " dedim. Yaşlar göz kenarlarımdan kulağıma doğru akıp akıp düşerken sadece "O öldü. " diyip durdum. Kaşlarım hafif çatılırken söylediği şeylerde küçük de olsa bir mantık kırıntısı arıyordum. Saçlarıma asılmış elinin bileğini kavramıştım. "Saçmalıyorsun." diyerek fısıldadım. O ise bana kaşlarını çatarak bakıyordu. "O öldü. "

 

"Beni kandırmaya çalışma! Yaşıyor! "

 

"Yalan söyleme! " diye bağırmamla beni yatakta ters çevirip ellerimi belimde tutturarak silahı bir yere savurdu. Kalçalarıma oturarak diğer eli boğazıma gidip çenemi yatağa dayamama sebeb oldu. Arkamda bir süre bişeyle uğraştı. Ne yaptı bilmiyorum ama bir süre sadece nefes seslerini duydum.

 

Hemen sonra önüme bir telefon gelmesiyle saçlarımdan kavrayıp geriye doğru çekti beni. Ellerim serbest kalarak yatağa düşerken nefeslerim zorlaştı. Sırtım yay gibi geriye doğru gerilirken karnım yatağa doğru büküldü. "Bak. Otuz yaşında! Kanlı canlı! Ölmemiş gördün mü? "

 

... 

 

"Söyle Necdet? " diyerek bir elini takımının ceketini geriye çekerek beline yasladı.

 

"Abi, gelen şirket sahibinin asıl ismi Fuat Ali Karahanlı, ancak bir kaç hafta önce vefat ettiği için yeğeni şirketi devralmış hisellerinin yarısını da Fuat Ali Karahanlı'nın karısı Ayşe Karahanlı'nın üstüne yapmış. " diyerek küçük bilgileri sıralamaya başladı. Düşündü Çolak. Fuat Ali Karahanlı'nın öldüğü söylenilmemişti aksine onun yerine temsili olarak Kaya, yeğeni olarak geldim, demişti.

 

"Yeğeninin adı Kaya Demir Karahanlı mı? "

 

"Evet abi. En büyük yeğeni. Fuat Ali'nin en büyük abisinin ilk oğlu, Kaya. Babası Osman Karahanlı ise Karadeniz'in birinci Cemiyeti'nin Reis'i. Hatta yıllar önce Kaya ve Ahu Alkım ile evlenmek için Karadeniz Evlendirme dairesine başvuruları bile olmuş. " Necdet'in sözleriyle Çolak'ın irisleri büyüdü.

 

"Ne diyorsun oğlum sen! " diyerek eli belinden düşmüş arkasındaki kapıya kısa bir bakış atmıştı. Demekki bu yüzden ismi hatırladık gelmişti. Yıllar önce Ahu'yu satın almak için gittiğinde Ahu'nun babası Orhan Alkım az çok anlatmıştı neyin ne olduğunu.

 

Öyleki Ahu'nun hala o adamın ölü olduğunu bilmesine rağmen sevdiğini de biliyordu. Ve bu onu çok ama çok fazla sinirlendiriyordu. Belkide yaşadığını bildiği için sevmeye devam etmişti? Neden olmasındı?..

 

"Anlaşma için boş değiller. " diyerek düşüncesini belirtti Necdet. "Asıl amaçları pek de Şirket değil gibi. Adamların heryerde Karahanlı 1,2,3,4... Diye diye adlandırılmış holdingleri almış başını gidiyor. Bir şirketleri batsa ne olur? Amaçları asla şirket değil, kadın."

 

Amaçları şirket değil kadın...

 

Çolak'ın kaşların çatılırken, "Ahu... " diye hırladı.

 

... 

 

Bana gösterdiği belgelerle nefesim daha da kesildi. Öyle ki nefes almayı bırakmış gözlerim acı ve mutlulukla dolmuştu. Dudaklarımda ölü bir gülümseme peydahlandı.

 

Yaşıyordu öyle mi?

 

Ama yaşasaydı beni almaz mıydı?

 

O öldü...

 

Dudaklarındaki ölü tebesüm anında silindi.

 

"Hayır! Sahte bu! " diyerek kendimi ondan kurtarmaya çalıştım. "Öldü o! "

 

"Ölmedi! O az önce aşağıdaydı! " diyerek üzerimden kalkıp beni tekrar çevirdi. Tekrar üzerime oturmasıyla, "VE SEN ONUN İÇİN HAZIRLANDIN! " diye bağırdı.

 

Tokat atarak çenemi kavradı. Gözlerimin önü kararırken, "Sen onun için! " diyerek hırladı adeta. "HAZIRLANDIN! " diye gürleyerek yüzüme ardı ardına yumruğunu geçirdi. Acıdan ne sağ yanağımı ne patlayan dudağımı ne de acıyan burnumu hissetmiyordum.

 

Koca bir çığlık attım. Son nefesimi toplayarak koca bir çığlık atarak onu durdurdum. "O ÖLDÜ! ANLAMIYOR MUSUN! GÖMDÜM BEN ONU GÖMDÜM! "

 

"ÖLMEMİŞ LAN ÖLMEMİŞ! "

 

"ÖLDÜ! " diyerek hıçkırarak ağladım. "Ölmemiş olsaydı BENİ SANA BIRAKIR MIYDI!" İradesiz kurduğum cümleye karşı sinirle gözlerini kapatmış yakalarımdan tuttuğu gibi beni kavrayarak duvara fırlatmıştı.

 

"KIZINI TAM BİR YIL GÖREMİCEKSİN MİRA! TAM BİR YIL BOYUNCA BANA YALVARACAKSIN! " demesiyle Kaya'yı felan unuttum. Çünkü kızım benim herşeyimdi. Onun için değil Çolak'ı, Kaya'yı bile harcardım.

 

Duvara çarpıp düştüğüm yerden yan bir şekilde doğrulmamla gözlerim koltuğun üstündeki silaha kaydı, Bir dakika bile düşünmedim. Kızımdan bir gün bile ayrı kalamazken bensiz bir yaşına daha girmesine asla izin vermezdim. "Bu defa OLMAYACAK BU! " diyerek öyle bir ayaklandım ki o daha arkası dönük el bileğini dudaklarına bastırmış nefeslenirken ben silahı kaptığım gibi ona doğrulttum. Tetiği çektim.

 

"SANA BENİ KIZIMLA TEHDİT ETME, SENİ ÖLDÜRÜRÜM DEMİŞTİM! SENİ MAF EDERİM ÖMRÜNÜ KISALTIRIM DEMİŞTİM! " diyerek hiç düşünmeden bana dönen bedeniyle kalbinden ateş ettim.

 

"Mira... " diyemeden şaşkınlıkla bana bakarken sağ elini kalbine bastı. O kadar soğuk kanlıydım ki kendime şaşırırken bile titriyordum kan tadı alıyordum. Her burnumu çektiğimde sümük değilde kanı çektiğimi biliyordum.

 

"Cehennem de görüşmek üzere Karavir. " diyerek bu seferde karnından vurdum onu. Yere dizlerinin üstüne düşmesiyle ayaklarıma kapanmış vaziyette öne doğru düştü. Bir süre sonra nefes alamadan ağızından kan geldiğini gördüm. Ağızındaki kanlar ayakabılarıma gelirken ben adım adım geri çıkmış elimi ağızmıza basarak eserimi izliyorum.

 

Birini öldürerek zaten cehennemi kazanmış olacaktım. Allah'ın bana sunduğu bu sınava haykırılık ederek karşı çıkmış onun yarratığı bir canı vurmuştum.

 

Vurmuştum çünkü beni ciddiye almamıştı. Vurmuştum çünkü kızımı benden hep ayırıyordu...

 

Pişman mıydım?

 

ASLA...

 

🥀

 

INSTAGRAM:dilekkoc_pjm

WATTPAD: dilekkoc6789

KİTAPPAD: dilekkoc6789

TİKTOK: gece0866

 

 

Bölüm : 08.12.2024 21:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...