9. Bölüm

8) - ༻UÇURUM KENARI...༺

Grim_gece
dilekkoc6789

"Birde hakkını helal et derler giderken.

Haram ettikleri hayattan helallik isterler! "

 

~YAZAR...

 

🥀

 

GEÇMİŞ...

 

Kaya ellerindeki beyaz güllerle dolu bukete kısa bir bakış atarak gülümsedi. Ahu da tıpkı bu beyaz güller gibiydi. Temiz ve berrak. Saflığı, temizliği, duruluk ve masumiyeti işaret ediyordu. Ona göre bu güller Ahu'ydu.

 

Onun beyaz gülü de Ahu'ydu. Bu yüzden çiçeklerden sadece beyaz gülü sever ve elinden geldiğince hergün alırdı.

 

Önünde durduğu kapının tokmağına elini atarak tutup çaldı. Üç kez vurup ellerini indirerek kapının açılmasını bekledi.

 

Bir süre sonra kapı açıldığında beklediği kişinin aksine Murat'ı gördü. Durgun haliyle kapıyı açıp gelene baktı. "Kaya abi? "

 

"Koçum? " Yavaşça içeri girerek ayakkabılarını çıkarıp Murat'ın derbeder haline baktı. "Neyun var senun? "

 

Elini gelişi güzel salladı Murat. Boyu o kadar uzundu ki Kaya'nın boyunu bile bir kaç santimliğine geçiyordu. "Boşver abi. "

 

Kaşları çatıldı Kaya'nın. İşaret parmağını ona doğru sallayıp, "Senun ifadenu alacağum. Ondan önce ablan nereyedur?" diye sorarak etrafına bakındı.

 

"Ha, ablam dışaruda. Evun aluşveruşu içun anamla pazara kadar gittu. Gelurler ha birazdan. "

 

"Eyi, " diyerek başını çevirmişti ki hafif göz ucuyla üzgün olan çocuğa baktı tekrar. "Sen gel bakam ha şöyle. " diyerek oturma odasına doğru ilerlediler. İçeriden Orhan Bey'in çıkmasıyla saygıyla selam verip elini öptü.

 

"Hoşgeldun oğlum. " dedi Orhan Alkım. Elinde tesbihiyle karşısındaki delikanlıya bakıyordu.

 

"Hoşbuldum Orhan Bey. " dedi.

 

Orhan Bey gülerek, "Ne Bey'u ula? Yakunda baban olacağum." diyerek gözleriyle elindeki beyaz gülleri işaret etti. Kaya'yla Murat'ın da bakışları beyaz güllerle dolu orta boydaki bukete düşerken boğazını temizledi.

 

"Neyse. Ben ha buradan iki saatliğune kahveye gidirım. "

 

"Tamam baba. " dedi Murat babasına ters ama sıkkınca bakarak.

 

Kaya omzunun üstünden Murat'a bakıp başıyla onayladı Orhan Bey'i. O evden ayrılırken Murat'la yan yana oturdular koltukta. Elindeki çiçekleri yanına koyarak diğer elini yanındaki kardeşinin omzuna attı. "De baa bakayim. Nedir ha seni boyle uzen?"

 

Derin bir nefes verip öne eğilerek başını yere eğdi. "Kazandum." dedi Murat sıkıntıyla başını kaldırarak.

 

"Neyu? " diye sordu Kaya da heyecanla.

 

"İstediğum bölümu işte! Dört yılluk akademiyu kazandum. İlk önce jandarma sonrada olursa Özel Harekat Timi'ne gireceğum. Tabi seçulursem."

 

"Ula ne kaa güzel işte. Sen buna mı üzüleysun?"

 

"Yok abi. " dedi Murat nefesini vererek. "İsteduğum mesleği okuma şansum elumde bunun için kurban keserum ben... " dedi. "Ama işte... " dedi sadece.

 

"Ne ama işte? "

 

"Babam, abi." dedi Murat. "Tek varisini kaybetmek istemeyi. Benum şahadet haberumun gelmesundan korkaymuş. Polis, asker ne bilim işte o tur meslerkeleru okamayacasun diyor. "

 

Derin bir nefes verdi Kaya. "Biraz haklu. Tehlikelu işler bunlar. Ama ömür insanın elunda da değuldur. " diyerek kardeşinin sırtını patpatladı. "Eğer zamanun dolarsa ister şahadet haberun gelerek gidersun ister orda burda düşüp yada kaza geçurarak, illaki ölürsun. Yüce Rabbim öyle bir yaratmuş ki sen istersen öylece dur, nefes alamadan da yine gidersun. "

 

Murat onu sakince dinlerken derin bir nefes daha verdi. "Askerluğumu da yapmama izun vermeyecekmuş. Sen şimdu gideceksun ya abi askere. Şöyle baya gelmeyecen. İşte ben hiç gitmecekmuşum. Paralı yapacakmuşum ben. Bedelli askerlik olacakmuş. "

 

"O kadar da olmaz. " dedi Murat'ın sırtında elini hafif kaldırarak. "Gidup görevinu yerine geturmelusun. "

 

"Hadi tamam abi. Askerlik neyse. Ben kazanmuşum. Bir yıl daha mı sınava girmek içun bekleceğum. Bu mesleği istedum ve kazandum. Gitmek isteyim."

 

Kaya da sıkkın bir nefes verdi. "Sen dur bakayım. Bir de ben konuşayım bir babanla. En azından bir okusun diye ikna edelum okuduktan sonra gerisini sen geturursun. "

 

"Gerçekten mi abi? Konuşur musun?" diye sordu heyecanla Murat.

 

"Konuşurum tabi." diyerek yine sırtını patpatlayıp sarıldı." Sen benum üçüncu erkek kardeşimsun. En küçük kardeşum. "

 

Onlar birbirine sarılmışken Ahu ve Gül hanım gelmişti. Kapının kapanma sesini duymalarıyla bribrilerinden ayrıldılar.

 

"Ana, " dedi Ahu elindeki poşetlerle. "Sen geç içeru bende bunları dizup geleyim. Hem çayda koyarum."

 

"Dur kizum yardum edeydim, zaten taşutmadun yokuştan yukarı koptu ellerun. " Çiçek buketini eline alarak kalktı yavaşça koltuktan. Kapının girişine doğru ilerlerken Ahu, "Yok ana, zaten yoruldun, geç da içeri. Sen dinlen ben haleder gelirum hemen. Hadi. " dedi.

 

Annesi zar zor arkasını dönmüş içeri gidicekti ki Kaya'yı görmesiyle yüzünde güller açtı. Ahu da elindeki poşetlerle öylece kalmış gelen adama bakıyordu. Sanki her gün ilk kez gördüğü andaymış gibi dudaklarında kendinden bağımsız bir gülümseme oluşmuştu. Uzun siyah saçlarından bir tutamı kulağının arkasında vaziyette içi eriye eriye baktı karşısındaki dağ gibi adama.

 

"Oğlum? " dedi Gül hanım. Kollarını açarak Kaya'ya sarıldı. Kaya ise uzun boyundan dolayı eğilerek anne dediği kadına içten şekilde sarıldı. "Hoşgeldun koçari. "

 

"Hoşbuldum ana. " dedi geri uzaklaşıken. Elini tutarak öpüp alnına koydu. Sıcak eli başında his etmesiyle içindeki huzura gülümsedi.

 

"Ee gel hadi içeri oturalum. " demişti ki Murat hemen devreye girip anasının koluna girerek, "Yok ana. Sen bırak şimdi onu. O ablama yardum etsun bak kızun elleri poşet dolu. Biz girelum içeri hem bak en sevduğun dizi çıkmuş. "

 

Yeşilçam dizilerinden biriydi.

 

"Hangisu? " diye sordu oğluyla içeri girerken. Kaya ve Ahu baş başa koridorda kalırken karşı karşıyalardı.

 

"Şey ya, yaprak yaprak. "

 

"Neycu? "

 

"Yaprak dökümu, yaprak. " dedi sonrada, "Ne bilem ana neydu? Açam görürsun. Tek bilduğum senin izleduğun. "

 

Ahu onların konuşmalarına gülerek karşısındaki adama baktı. Lacivert gözleri her zamanki gibi parlıyordu. "Hoşgeldun." dedi gülümseyerek.

 

Kaya'nın bakışları kızın gülümseyen dudaklarında oyalandı. Gözleri hafif gülümsemesinden kısılmıştı. "İşte şimdi hoşbuldum. " diyerek fısıldadı. Yavaşça ilerleyerek tek eliyle bütün poşetleri kendine yükledi.

 

"Fazla oldu, fazla! " diyerek Ahu eğilip birazını alacakken elini geri çekti.

 

"Az bu daha." dedi gülümseyerek. Hınzırca baktı karşısında eğilmeye çalışıp ellerini poşetleri almak için yeltenen kıza. "İstersen senu bile taşurum omzumda. "

 

"Abartma." diye gülerek doğruldu. Üzerindeki siyah badiye ve A kesim lacivert önü düğmelerle kapalı kot eteğe baktı Kaya. Badi uzun kolluydu. Eteğini, başının üzerinden geçirmiş badinin eteklerini örtüyordu, büyük tokalı kahve bir kemeri de hemen üstüne geçirerek takmıştı. Saçları düzdü. Uzun ve düz. Bakmalara doyamadan yutkundu. "Senin bana kastun var. " diyerek başını iki yana salladı.

 

"Ben naptum ki? " diye sordu Ahu ciddi ciddi.

 

"Bişey yapmana gerek yok ki. " diyerek mutfağa doğru ilerlemeye başladı. O esnada Ahu'nun gözleri elindeki çiçekteydi. Arkasından küçük adımlarla ilerlerken eline bakıyordu. Yüzüklü eli. Çiçek vardı o elde. Ne kadar güzeldi diyerek iç çekti. "Öylece durman yeteyi bazen. Birgün ya fazla sevguden ya da senun guzelliğinden öleceğum ha, söyleyim! "

 

Kaşları çatıldı Ahu'nun. "O nasul laf! Tövbe de... "

 

Girdikleri mutfağın masasına kaldırarak koydu bütün poşetleri. Geri sevdiğine dönüp sırıtarak baktı. Serserice bakan gözleri görmesiyle Ahu da yutkunmuştu. Başlıyoruz...

 

"Öldurme kızım sen de beni, "

 

"Ben mi öldüreyim seni? " diyerek parmağıyla kendini işaret etti.

 

"Heee." dedi Kaya gülen gözlerle. Sinir etmeye bayılıyordu. "Sen yapaysun. Ben nerden geldum da beni öldüren biruna aşuk oldum yaw. " diyerek yalandan tavana baktı.

 

"Ha ben yanliş muyum? "

 

"Hee." dedi omuz silkerek. Ahu'nun parlayan gözlerini görmesiyle yutkundu. Etrafa baktı fırlatacak bişey var mı yok mu diye. Çünkü Ahu'nun en pis huyu da sinir esnasında eline geçen ilk şeyi fırlatmasıydı. Kaya etrafa bakıp bişey bulamayınca gülümsedi. Devam edebilirdi. "Ben çok yanlış kişiye vurulmuşum be. "

 

"Ha ben yanluşum?" dedi tekrardan. Sinir yükleniyordu. Gözlerini bir kaç saniyeliğine yumarak derin derin nefesler aldı. Sinirlenmemeliydi şaka yapıyordu biliyordu ancak kendine engelde olamıyordu.

 

"He! "

 

"Git doğruyu bul o zaman! O çiçekleru de kızın çeyuzuna armağan edersun! "

 

"Senun çeyuzuna koyacağum banane başka kızdan. " diyip tripli bir edayla baktı. Başını dikleştirmiş sırıtarak göz ucuyla bakıyordu.

 

"O Teyze'nin kızı mudur nedur, ona verursun! "

 

"Kim? " dedi bu sefer merakla tamamen dönerek.

 

"Ne bilim ismini bilmeyim. "

 

"Benim teyzemin kizu mu varmuş? " diye sordu şaşkınca. Var mıydı?

 

Ahu şaşkınca Kaya'ya baktı. "Başkasunun kızı mu? "

 

İkiside gözleri açık bir şekilde şokla birbirlerine bakıyorlardı. Biri teyzesinin kızı mı vardı diye düşünürken diğeri teyzesinin kızı başkasının mı diye düşünüyordu.

 

"Valla ben uzun ilişkinun sırrını sizi izleye izleye çözdum ha. " diye gülerek birleştirdiği kollarını ayırıp kapı pervazından da omuzunu çekerek içeri bir kaç adım attı Murat. İkiside aynı anda dönüp gelene baktı. "Her Allah'un günu bir posta birbirinize girup sonrada sarmaş dolaş olmadan edemeyisiniz! " diyerek kahkaha attı bu sefer.

 

"Murat! " dedi Ahu kızarcasına. "Düzgün konuşasun."

 

"Ya ablam," diyerek Kaya'ya döndü. "Canan abladan bahsedeyi."

 

Kaşları çatıldı Kaya'nın. İsim hafızası berbattır. Öyleki hiçbir kızın isimlerini hiç aklında tutamazdı. Oysa ilk isimlerini söylerlerdi ancak beyni otomotikmen gereksiz diyip çarpı koyunca unutuyordu.

 

"Yaw varya hafif sarışın, mavi gözlu. " diyerek gülmeye devam etti Murat.

 

"Ohh! " dedi Ahu. "Ne de çok incelemişsun bakayım."

 

"Yav abla daha kızı hatırlamıyor neyine bu kadar ayar olaysun anlamayim."

 

Ahu elleri belinde Kaya'nın üstüne hafiften yürüdü. Mavi gözleri yavaşça kısıldı. "Sen baa oyun mu oynaysun yoksa harbiden teyzenin bir kızı olduğunu bilmeyi misin? "

 

"Ya yemin ederim. " diyerek o da Ahu'ya ilerleyip sordu. "Kimden bahsedeyisiniz? "

 

"Yemin ederum yuh! " dedi Murat. "Gerçi neye şaşurayum ki? Geçen Ramiz dayıya gidip Davut amca kolay gelsin demiş adam. "

 

Ahu şaşkınca, "Ne? " diye sordu.

 

Kaya siniri bozulmuş gibi güldü. "Abartma, o adamun iki ismu var. Diğer ismu de Davut. O kadar da değul." Geri Ahu'ya dönüp baktı. "Ya yavrum sen hangisinden bahsedip kızaysun? Her kimse, niye sinirin bozuldu bu kadar? "

 

Ahu'nun elleri belinden düşerken, "Ya varya, dün şeker verdun, o da şöyle bir cilveyle saa gülümseyip durdu. Sanurum biraz çocukça şey yaptum. " diyerek başını kaşıdı.

 

"Haaa. " dedi Kaya. "Ya o benum olmayan kız kardeşim sayılur. Sen neden böyle düşünüp kendini üzeysun ki? " dedi daha kızın ismini hatırlamayan Kaya Demir.

 

"Kaya abi. " diyerek araya girdi Murat tekrardan. "Sanırım buketler artık senden bir parça ha. Getiriyon ama hep de elinde gezdirip duraysun. Versene ha kıza. "

 

"Ya dur oğlum. Büyü orda zaten. " diyerek Ahu'nun alnından öptü. "Önce sinir edup sonra yumuşatayrum."

 

"Döngüye bak. " dedi Murat eli çenesinde. "Ha birde yumuşayacak harbiden. "

 

Ahu eline aldığı çiçekleri koklarken Murat güldü. "Lan abla! Bu adama daha demin saa yanlış kişi diyordu hooo! " diyerek Kaya'yı işaret etti.

 

Hep şerefsizliğine yapıyordu.

 

Kaya'nın kaşları çatılırken Ahu'nun da kaşları çatılmıştı. Kaya, Murat'a dönerek, "Sen ne olsun isteyisın?" diye sormasıyla Ahu bu sefer Kaya'ya kitlenmişti.

 

"Git doğrusunu bul o zaman fışki yiyenin oğli!" diyerek poşetlerin birinden portakal alarak Kaya'nın kafasına savurdu. "Babasu anasu hariç. " demeyi de unutmadı.

 

Kaya da hemen eğilmesiyle portakal Murat'ın kafasına denk geldi. Acıyla inleyen Murat başını ovuşturarak, "Ha bir daha senun işine karuşursam iki olsun. " dedi.

 

"Olmasun ula. "

 

Murat mutfaktan çıkarken kaşları çatılmış küçük kaymanasına döndü. "Ya... " dedi. Diyemedi. "Yavrum. Bilisın da takılayim. "

 

Derin bir nefes vererek korka korka bir adım attı. "Benim senden başka doğrum mu var? "

 

"Var mı? "

 

"Yok, " derin bir nefes vererek sevdiği kadına ilerledi. Kolları arasına alırken sertçe yurkundu. "Allah yukaruda, daha ben senden ayrı kalamayim ama askere gideceğum. Bir bilsen ne kaa zoruma gideyi."

 

"Neden? " dedi Ahu da yutkunarak. O da Kaya'ya sarılmış ellerini sırtında birleştirmişti. Güller hala elinde başı sevdiği adamın kalbinin üstündeydi. Dinlediği ritim sesleriyle bütün sinir stres uçup gitmişti. "Neden öyle diyisın? Sen vatanını seven korumak isteyen birisun. Bu söz saa hiç yakışmadu. "

 

Başını eğerek baktı kadınına. Derin bir nefes verdi. Ahu da aşağıdan hafif başını kaldırmış parlayan maviliklerle baktı adama. "Bileyim. Ama sen daha çok önceliğumsun. Belki bencilluk olacak," Duraksadı. "Bencilluksa da benculluk ama senin için değil ülkeyi dünyayı silerum. "

 

"Böyle konuşma. Doğru değul. " Hafif uzalaşıp sevdiği adama baktı içi gide gide. "Sen görevini tamamlamaya gideceksun. Bende senu burada düğün hazırlıklaru yaparak bekliyeceğum."

 

Güldü Kaya. "Geldiğum gibi senu temellu alacağum ha? "

 

Omzuna vurdu. "Mal muyum lan ben? Düzgün konuş. "

 

Kahkaha attı bu sefer. Kaşları çatık kaynanasına baktı. "Ben ailem olacaksın mabında demiştum." Eğilip öptü Ahu'nun yanağından. Derin derin nefesler alarak öptü. Cildi bembeyazdı. Tek bir çizik bile yoktu. Tertemiz teni vardı. Tıpkı Gül gibi. "Bugün gelsene dağ evune. İki üç gün sonra gideceğum zaten, seni bugün göreyim. Seveyim."

 

"Geluceğum ki zaten. " diyerek çiçeğini kucağında tutup kokladı. Hafif bir cilveyle bakıp gülümsedi.

 

Kaya ise ona gülümseyip gözleri kısık bir şekilde kirpiklerinin ardından izledi bir süre. Eli kadının saçlarına giderken kulağının ardına doğru itip sıkıştırdı. "Gerçekten sebebum olmasan bari... "

 

"Kaya! " dedi kaşları tekrar çatılırken.

 

"Tamam tamam. Demedum bişey. " diyerek kollarını açtı. "E gel de az sarulayum? Ben bura kaynanamu kayınçomu görmek için değul senun için geldum. "

 

"Hii!" dedi Ahu gözlerini sonuna kadar açarak. Bir elini de ağızına atmış kapıya bakıyordu. "Ne kaa ayup, duysalar ne kaa ayup! " diyip fazladan tepki vererek güldü. Bir yandan da ilerleyip güvendiği gövdeye sığınıp gözlerini kapattı.

 

"Ne ayubu. Yabancular mu? Yıllardur oğullaruyum." diyerek güldü. Bir yandan da sevdiği kadını kollarıyla sarıp sarmalamış geri geri çıkarak kalçasını masaya otururcasına dayamış bacaklarını aralamıştı. Ahu'yu da iyice kendine çekerek bacaklarının arasına konumlayıp iyice sarılmıştı. Başını öpüp öpüp koklamıştı defalarca.

 

İçi gidiyordu.

 

Nasıl onu yanlız burakıcaktı. Daha yanındayken yokluğuna dayanamıyor içi içine sığmıyordu.

 

İçten içe de hiç gitmek istemiyordu, içinden bir ses sürekli yüreğinin duvarlarına vuruyor gibiydi. Bir iğneyle enjekte edilmiş ilaç gibi salıyordu sıkıntıyı damarlarına...

 

🥀

 

İSTANBUL

 

Elimdeki silaha bakakalarak diğer elimle ağızımı kapadım. Hıçkırıklarım boğazımı acıtırken nefes almakta zorlandım. Silah ellerimin arasından yavaş yavaş kayarken göz yaşlarımın arasından etrafı zar zor görüyordum. Acıyla bağırıp dizlerimin üstüne düşerken kendimi kaybetmiş gibiydim.

 

Ben birini vurmuştum. Evet vurmuştum. Vurduğum insan ne kadar merhametsiz bile olsa ben kendime bu kötülüğü yapmıştım. Göz yaşlarım hızla akarken yüzümü kaplayan siyah uzun saçlarımın arasından gözleri açık zor nefes alan adama baktım. Gözleri bir dakika bile benden ayrılmıyordu. Ağızı açıp açıp kapanıyordu.

 

"S...Sen... " dedi zar zor. Çenem titrerken -ki sadece çenem titremiyordu. Bütün vücudum zangır zangır titrerken kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Etrafıma baktım henüz kimse gelmemişti. Oysa silah sesini duydukları gibi anında buraya damlamaları gerekti. Çolak'ın odasındaydık. Yani bizi kimse duymamıştı. Çünkü bu odanın duvarlarında ses yalıtımı vardı.

 

Kimse silahın patlama sesini duymamıştı.

 

Göz yaşlarım akarken ağlamam bir kaç saniyeliğine durdu. Derin derin nefesler alırken etrafıma bakındım.

 

Eğer duysalardı adamları şimdiye kadar buraya damlar beni etkisiz hale getirirlerdi. Etrafıma tekrar yutkunarak baktım. Kendimi toparlamalıydım. Derin bir nefes almaya çalıştım.

 

"N... Ne yaptın? " Nefesini vererek sorduğu soruyla tekrar ona baktım. Gözleri kapanır gibi olurken tekrar açıldı. "Mira..."

 

"Vurdum." dedim acımadan. Gözlerimdeki yaşları sildim. Beyaz botlarım kan içindeyken kendimi zorlayarak bir adım atacaktım ki sağ dizimin arkasına tekme yemişim gibi çöktüm. Derin derin nefesler alarak ayağa kalkamaya çalıştım. Yutkunarak yerdeki silahı da tekrar alıp doğruldum. Vücudum ağrıyordu. "Sana seni vururum demiştim! " diye bağırarak eğildim ona doğru. "Vurdum da." diye fısıldayarak devamını da getirdim.

 

"Sana seni öldürürüm demiştim. Ölüsün artık. En fazla Yirmi-yirmibeş dakika Karavir. En fazla..."

 

"Ölmem... " diyerek fısıldadı.

 

"Onu Allah bilir. Ben seni ölüme sürükledim. Benim için bir ölüsün. "

 

Ağlamamak için nefesimi verdim. "Dilerim ki ben seni affetmedim Allah'ta seni affetmesin. " olduğum yerden doğrularak buğulanmış gözlerle ona baktım. "Afetmesin, nolur afetmesin..."

 

İçim acıya acıya tek elimle yüzümü ovuşturup ağızımda tuttum. Ağlamamı tutamıyordum. Bitti derken yenileri sanki hiç akmamış gibi eskilerin yerini dolduruyordu. "Senin yüzünden zaten yatacak yerim yok artık!" diye bağırdım elimi ağzımdan çekerek.

 

Hıçkırdım. Bağıra çağıra ağlamak istiyordum ama zamanım yoktu. "Şimdi ise tek bir şey yapacağım. " diyerek gözlerinin düz bir şekilde bakacağı açıya geçtim. Sakin olmaya çalışarak titremelerimi kontrol atına almaya gayret ettim.

 

Yattığı yerde tam karşısındaki bana bakıyordu. "Kaya yaşıyor olmasa bile." diye fısıldadım hafif başımı sallayarak. "Gidip kızımı ait olduğu yere emanet ediceğim." Göz yaşlarım birbiri ardına akarken yüzüm buruşuyordu. "Karahanlı'lara."

 

Bişey diyecek gibi ağızı açılıp açılıp kapanırken ona acımadım. Olduğum yerde tepinircesine acı çığlıklarımı saklamadan yıllardır yük diye taşıdığım gerçeği yüzüne yüzüne vurdum. "KIZIMI GİDİP BABASININ AİLESİNE EMANET EDİCEM! "

 

Delirmiştim sonunda. Delirtmişlerdi beni. "Sonra da seninle cehennemde görüşeceğiz." diye elimdeki silah ile hiddetle onu gösterdim. "Öteki tarafta bile şu yüzünü görmemek için nelerimi vermezdim. " Öyle bir ağlıyordum ki... "Ama işte. Ölüm sebebin ben olursam orda bile rahat vermeyeceksin. "

 

Hızla dolaba doğru ilerlememle yerinden kıbırdamaya çalıştı. "A... Ahu... " diye fısıldadı. Üzerimdeki kazağa karışmadan elime ilk geçen beyaz pantolonu eteğimi çıkararak giydim. Onun önünde değildim ama olsam bile umursamazdım çünkü bu zamana kadar beni en kötü şekille her şeyimle görmüştü zaten. Hızla eteği de kanlı botlarımı da dolabın içine fırlatırken beyaz uzun çizmelerimi giydim. Bej rengi bir palto giyerek kemerini belimde sıkıca bağladım.

 

Hemen bir sırt çantası çıkararak kızım için kendi tarafımdaki dolabımdan bir kaç kıyafet tıktım. Kıyafetlerim genelde burda da, kendi odamda da ve kızımın odasında da olurdu, ne olur ne olmazdı diye. Kendi tarafımdı belki ancak kızımın kıyafetlerinden de bir kaç tanesini koymamayı ihmal etmemiştim.

 

Son olarak silahı da çantaya atarak bir kolunu omzuma savurup taktım. Yerdeki adama acımadan bakarak önüne doğru ilerledim. Saçlarımı geriye atarak yerde harektsizce bana bakan gözlerine baktım. "Son gördüğün yüz. " diyerek kendi yüzümü gösterdim. "Bu derbeder yüz, senin son kez gördüğün yüz. "

 

Yanından geçerek kapıya ilerledim. Ancak bir kaç adım atmıştım ki, "Mira... Ahu... Gitme... " dediğini duydum. Zar zor konuşmuştu, kendisini zorladığı çıkardığı seslerden belliydi. Durdum. Tekrar ona doğru giderek önünde durdum. "Öldürürüm... " dedi en son kaşlarını kaldırarak. Sarı gözleri sanki daha fazla olabilirmiş gibi biraz daha parlıyordu.

 

Tıpkı bir yılanın gözü gibi...

 

Dişlerimi sıkarak son gücümle yüzüne sağlam bir tekme geçirdim. Sağ ayakkabım biraz kan olurken umursamadan üstüne basarak geçip bu sefer, odadan çıktım. Üstüne birde olurda biri gelirse diye kapıyı kitleyip anahtarı etrafıma baka baka çantama attım. Arkamı döndüğüm gibi koridora bakındım.

 

Belki bunu atlatmıştım ancak şuan en zor kısım vardı. Evden çıkmak...

 

Hızla Çolak'ın çalışama odasına dalarak masanın arkasına ilerledim. Kasanın şifresini bildiğim için açtığım gibi içindeki paraları çantaya atmaya başladım. "Yıllardır ettiğin eziyete say! " diye hiddetle konuşup kasada ona bir kuruş bile bırakmadan zor kapanan çantayla tekrar odadan çıktım.

 

Koridora kısa bir bakış atarak çantanın önüne soktuğum silahı çıkarıp arkamda tuta tuta aşağı kata ilerlemeye başladım. Sonumun geldiğini hissetmiştim ancak bu şekil olacağını asla tahmin bile etmemiştim.

 

Kızımı artık benden ayıramazdı.

 

Merdivenlerden yavaş yavaş inerken duyduğum ayak sesleriyle duvarın arkasına sindim. "Şeyma." diye fısıldamıştı bir adam. "Lan Şeyma! "

 

"Noldu? " Şeyma'nın sesini duymamla gözlerimi kapadım. Acilen başka yerde konuşmalılardı.

 

"Bu gece iş bitiyor. "

 

"Gerçekten mi? Baskın bu gece?"

 

"Evet. Çolak defteri toptan kapanacak bu gece. Hazırlıklı ol. Silahın hep dolu olsun yavrum. "

 

Duyduğum seslerle şaşkınlıkla etrafıma bakakaldım. Kim baskın düzenleyecekti? Bunlar kimdi? Ayrıca bu kadın buradan kimle tanışık ve birlikteydi?

 

"Ben şimdi gidiyorum. Kapının önünde olucağım. Komut geldiği gibi bütün kapıları açıcaz. "

 

"Tamamdır."

 

Benim bu evden acilen çıkmam gerekti. Etrafıma bakındım. Kızımı da alıp burdan hemen ayrılmalıydım. Kimlerdi nelerdi bilmiyordum ancak hayr'a alâmet olmadıkları kesindi.

 

Adamın gitmesiyle hemen mutfağa doğru gitmeye başladım. Çantayı yere bırakarak kapıya yöneldim. İçeri girdiğim gibi kızıma süt veren Şeyma'yı gördüm. Boğazımı temizleyerek silahı arkamda saklamaya devam ettim. Bu sefer yüzüme hiçbişey sürmeden kanla karışık makyajla, derbeder halimle çıkmıştım yavrumun karşısına.

 

"Annecim." dememle yavrum hemen bana döndü. Elindeki en sevdiği sütü bile bırakıp hızla sandalyeden indiği gibi bana doğru koşarak boynuma adeta atlayarak sarılmıştı. Eğilerek dizlerimin üstünde tek elimle ona sıkıca sarıldım.

 

Kokusunu içime çekerken hemen geri çıkıp küçük elleriyle yanaklarımı sardı. "Anne... " diye fısıldadı ağlarken. "Anne yüzün! O adam... O adam yine sana zarar verdi! "

 

"Şşş tamam annecim. Bişey yok. İyiyim ben, geçicek hepsi. " diyerek doğruldum. İçeri giren Gülhan ablayı gördüm. Beni görmesiyle saniyesinde gözleri dolarken avucumdaki silahı sertçe sıktım. Ağlamamak için direnirken o hemen bana gelerek sarıldı. Hemde Şeyma var demeden.

 

Dayanamamıştı yoksa asla çalışanların yanında bana bu kadar yakın davranmazdı. "Ablam ne oldu yine? " hemen uzaklaşıp yüzüme baktı. "Ne yapmış yine! " Dakikasında ağlamaya başlarken hemen sarıldım ona.

 

"Abla... " dedim yutkunarak. "Peşimden gel olur mu? " dedim. Fısıldamıştım Şeyma'nın duymaması için. Son kez kulağına, "Özür dilerim abla." diyerek ondan ayrıldım.

 

Bana beni anlamak ister gibi bakarken daha fazla dayanamayıp ağladım. Gözlerim yanarken düşünceler artık beynimi yakıyordu.

 

Yıllardır ben bu evdeyim diye gitmeyen kadını ben yalnız bırakıp gidicektim.

 

Ama ben mecburdum burada kalmaya...

 

O ise benim için buradaydı.

 

Hemen ellerimi arkama alarak paltonun geniş kolunun içine soktum silahı. "Gel annecim. " diyerek kızıma diğer elimi uzattım. "Yatıralım seni. " diyerek tam çıkıcaktım ki hala bana bakan kadına döndüm. "Abla Ahuzar için süt ısıtıp getirebilir misin yukarı? "

 

Yüzüme baktı bir süre. Sanki napıcağımı anlamış gibiydi bakışları. Düşünceliydi. Şeyma'ya baktım, kaşları çatık bir şekilde üzerime bakıyordu. Ayakkabılarıma, üstüme ve yaralı yüzüme. "Tamam. Hemen yapayım. Geliyorum. " diyerek o işine koyulurken başımla onaylayıp çıktığım gibi çantayıda alarak kızımı hemen odasına götürdüm.

 

Kapıyı kapatarak arkamı dönüp silahı Ahuzar'ın göremeceği şekilde çantamın ön gözüne soktum. Geri ona dönerek önünde eğildim. "Annecim." diyerek tekrar sıkı sıkı sarılmış doya doya koklayıp öpmüştüm. Korkarak bakıyordu yüzüme.

 

"Korkma annecim. "

 

"Korkmuyorum." dedi ağlamaya yüz tutmuş gözleriyle. "Sadece yüzünün hali canımı yakıyor! "

 

Kıyamazdım... Derin bir nefes vererek sesimi kontrol altına aldım. "Annecim, şimdi ben sana bişey söylicem tamam mı?"

 

"Ne? " dedi hemen.

 

"Gidiyoruz. Yani," duraksadım. Derin bir nefes verirken, "Kaçıyoruz. " dememle iki adım geri çıktı.

 

"Hayır." dedi hemen. "Hayır anne olmaz. " diyerek ellerini kaldırıp ellerimi tuttu. "Yine sana zarar vericek kaçarsak, yine seni benden ayıracak. Yine başarısız oluruz. Olmaz. "

 

"Hayır hayır. " diyerek burnumu çektim. "Bu sefer bizi durduramaz. " dedim. "O etkisiz bir halde. Merak etme, ona ne olduğunu Karadeniz'e gittiğimizde söyliceğim sana. " başımı hızla salladım.

 

"Karadeniz'e mi gidiyoruz? " diye sordu.

 

"Senden artık hiçbişey saklamicam annecim." Boğazım acırken bu sefer başımı olumsuzca salladım. "Senden hiçbişey saklamicam çünkü sen zaten herşeyi anlıyorsun. "

 

"Anne... " dedi ağlayarak. Fısıldamıştı resmen.

 

"Ahuzar sana bu acıyı yaşatamam ben. " dedim ağlayarak. "Senin küçük kalbine bu zarar fazla kızım. Fazla... Bırak da annen seni bu hengameden kurtarsın. Son şansızmız. Söz seni babana götürücem. "

 

Gözleri açılırken bana baktı. Ağlaması bir anlığına duruldu. "Babam mı? "

 

Sol gözümden iki yaş arıda ardına aynı anda aktı. "Babana." dedim. "Yaşıyorsa ona, yaşamıyorsa mezarına... "

 

"Sonra? "

 

"Bebeğim zamanımız yok. " diyerek hemen doğrulduğum gibi masanın üzerinden bir kağıt bir kalem çektim. İki elimle hemen göz yaşlarımı silerek eğilip yazmaya başladım.

 

Yıllardır üzerimde emeğin bol. Sen yıllardır beni bırakıp hiçbir yere kıbırdayamazken benim seni almadan

gitmem biliyorum ki, nankörlük.

Özür dilerim abla.

Ben yapamam dediğimi tam on beş dakika önce yaptım. Şimdi ise görevimi yerine getirmeliyim.

Ben de kızım da buraya ait değiliz. Senden tek istediğim beni affetmen. Beni affet abla.

Ve nolur peşimden gel.

Sen benim nereye ait olduğumu iyi biliyorsun...

 

Mira Ahu Alkım.

 

"Gidiyoruz. " diyerek kağıdı masaya kalemi de üstüne koydum. Hemen dolaptan aldığım montu giydirerek önünü çektim. "Hadi annecim. " diyerek elinden tuttuğum gibi kapıya ilerlettim. Çantayıda tek koluma takarak kapıyı hafif araladım. Başımı uzatarak baktım sağa sola. Kimsenin olmayışıyla kızımı direktmen kucağıma aldım.

 

"Hadi, " diyerek çıkarttım onu odadan. Tereddütle etrafıma baka baka ilerledim malikanenin arka tarafına. Arka bölümdeki merdivenlere yaklaştığımızda karşımda duran saate baktım. Hemen merdivenlerin yanındaydı. Saat henüz 20.32 'di. Yani yarım saat sonra değişim olacaktı. Bir kısmı yemeğe giderken o arada kapı boşta olacaktı. Diğer adamlar hemen beş dakikaya yerlerine gelecekti.

 

"Anne, korkuyorum. " diyerek daha da boynuma ve saçlarıma yapıştı.

"Tamam annecim. Yok bişey. Bak gidiyoruz. " diyerek bir yandan onu yatıştırmaya çalışıyor bir yandan da diken üstünde etrafıma bakıyordum. Hızlı hızlı merdivenlerden inerken son merdivene gelmemle durakladım. Adam yerindeydi. Arka kapı doluydu.

 

Geri geri bir kaç basamak çıktım. Derin bir nefes vererek kızıma baktım. Geri çıkarak acıyla yüzüme baktı. Bir elimle sus işareti yaparak gülümsedim. Bana uyarak yavaşça başını sallayıp geri boynuma sarılmıştı.

 

Merdivenleri yavaşça geri tırmanarak rastgelen bir odaya girdim. Girdiğim oda küçüktü. Sanırım bilmeden çalışanların odasından birine girmiştim. Ahuzar'ı kucağımdan indirerek önüne eğildim. "Bebeğim, yarım saatimiz var. O adam kapının önünden ayrılmadığı sürece biz buradan çıkamayız. "

 

"Anne, napıcaz? " diye sordu üzgünce.

 

"Beklicez annecim. " diyerek derin bir nefes verdim. "Beklicez bir süre. " diyip odada gözlerimi gezdirirken bir telefon gördüm. Yatağın yanındaki komidide duran son model bir telefon.

 

Alt dudağımı dişleyerek ayaklandım yavaşça. Ahuzar ne yaptığımı çözmeye çalışır gibi bakarken ben telefona ilerleyip alt dudağımı dişleyerek yavaşça aldım. Tek istediğim şifresiz olmasıydı.

 

Ekranı açarak çevirdim. Gözlerimi kapatarak sıkıntılı bir nefes verdim. Kahretsin ki şifreliydi. Düşündüm bir süre. Ne olur ne olmaz diye hızla yanıma aldım telefonu da. Arıyacak kimsem yoktu, ama ne olur ne olmazdı. Belki zor durumda olursam polisi çağırmak bile zorunda kalabilirdim. Kendi topuğuma sıkıcak bile olsam...

 

Saate baka baka zaman geçti. Bir süre sonra siren sesleri gelmesiyle sertçe yutkundum. Hemen fark etmiş olamazlardı. Henüz evde kimse beni aramamıştı bile.

 

Hızla pencereye ilerleyerek perdeyi araladım. Üç jandarma arabası ve iki tane normal polis aracı görmemle korkarak kızıma baktım.

 

Şimdi olmazdı.

 

Olmazdı.

 

Hızla telefonu cebime atıp Ahuzar'a ilerleyerek onu kucakladım. "Gidiyoruz annecim. "

 

"Anne? Siren sesi? "

 

"Evet annecim. " diye onu cevaplandırarak odadan çıktım. Tekrar merdivenlere yönelerek yavaşça indik. Son basamakta hafif başımı uzatarak baktım. Adam yerinde yoktu.

 

Derin bir nefes vererek hızla etrafıma baka baka kapıya ilerledim. Açtığım gibi dışarı kısa bir bakış attım. Siren sesleri çoğalmıştı.

 

"İHBAR ÜSTÜNE GELDİK. AÇIN KAPIYI YOKSA ZORLA GİRMEK ZORUNDA KALACAĞIZ! "

 

Duyduğum megafondan bağırma sesiyle tüylerim diken diken oldu. İhbar mı?

 

Dışarıda adam yoktu. Öyleki ilk defa buraları bu kadar boş görüyordum. Hemen çıktığım gibi malikanenin arkasına ilerledim. Koşarak ilerlediğim yolda karşıma çıkan duvarla gülümsedim.

 

Arada bir malikanenin etrafında dolaşa dolaşa fark etmiştim. Çıkıntılı hafif taşları belirginleşmiş bir duvardı.

 

Ahuzarı indirerek hemen duvarı işaret ettim. "Annecim bak, bu gördüklerine ayaklarını basacaksın tamam mı? " diğeri taşları işaret ettim. Başını salladı hemen.

 

"Şimdi ben burdan tırmanıcam. Çantayı duvarın diğer tarafına fırlatarak karnımın üzerinde seni beklicem, sende bu gördüğün duvarda sana gösterdiğim çıkıntılara basarak çıkabilir misin? "

 

"Deniyeyim mi bir? " diye sordu tatlı tatlı başını kaldırarak. Gülümseyip öptüm hemen yanağından.

 

"Dene bakalım. " dememle duvara doğru ilerledi.

 

Tam o sırada, "AÇIN KAPIYI GİRME İZNİMİZ VAR! " diyerek megafondan bağırmaya devam ediyorlardı. Henüz kimseden bir ses çıkmazken polislerin buraya damlamasına anlam veremiyordum.

 

Ahuzar bir taşı eliyle tutarak ayağını hemen yukarı atıp tırmanmaya başladı. Yavaş yavaş tırmanmasıyla yanına ilerledim. "Tamam. Tamam annecim. Bekle, ben hemen çıkayım sen de öyle çık. Bişey olursa seni tutabileyim." diyerek onu koltuk atlarından tutarak aşağı indirdim.

 

Hemen kendim zorlana zorlana tırmanarak en üste ulaştım. Bir bacağımı diğer tarafa atarak ata biner gibi oturdum. Sırtımdaki çantayı çıkarıp diğer tarafa atarak kızıma baktım. "Hadi annecim. " diyerek diğer bacağımıda atıp karnımın üzerinde durarak ayaklarımı arka tarafta bir yere sabitledim.

 

Ahuzar yavaş yavaş duvara tırmanarak başını yukarı kaldırıp bana baktı. Elini hızla bana uzatarak, "Anne! " diye bağırmasıyla ayağı kaydığını fark ettim. Telaşla kendimi öne doğru itip elini hızla yakaladım. Karnımda hissettiğim acıyla hemen onu yukarı doğru çekerek, "Annecim, ayağını sabitle bir yere! " dedim zar zor. Nefes alışım zorlaşıyordu. Öyle bir konumdaydım ki...

 

Ahuzar'ı duvarın üstüne oturtarak kendimi aşağı bıraktım. Ayaklarımın üstüne atladığım gibi kollarımı ona doğru açtım. "Hadi, aşağıdaki çıkıntıya basıp atla. Seni tutucam. "

 

Bana ilk bir yutkunarak baksa da korkusuna yenilmeyip hemen harekete geçti. "Anne tut! " demesiyle bana doğru gelen bedenini hemen kollarımın arasına aldım. Ancak üstüme gelen ağırlık ve vücudumun güçsüzlüğüyle popomun üstüne sertçe düştüm.

 

"Hii! Anne! " diyerek hemen kalkıp bana baktı.

 

"Yok bişeyim. " dedim hemen. Ancak elimde olmadan yüzümü acıyla buruşturmuştum. Karnıma sancı saplanmıştı. "Gerçekten yok bişeyim kızım. " diyerek hemen ayaklandım. Ellerimi çırptım. Çantayı tekrar sırtıma takarak kızımın elinden tuttum.

 

Duvarın karşı tarafından, "Yenge yok! " diyen sesi duymamla kalbim ağızımda attı. "Hadi annecim gidelim. " diyerek yolda karşıdan karşıya uçurumun olduğu tarafa, ağaçlık tarafına geçtik hemen.

 

Yolda karşı karşıya geçip ağaçların oraya gitmemizle ardı ardına fazlasıyla siyah arabalar geçmeye başladı. Bazıları minibüs bazıları ise normal mersedes tarzıydı. Elliye yakın konvoyla geçen arabalara karşı hemen arkamı döndüm. "Hadi annecim. "

 

🥀

 

"Hadi Ahmet, biraz daha hızlı! " diyerek belideki silahı çıkardı.

 

"Geldik abi. " diyerek hemen öndeki aracın arkasında durdu. Hızla arabalardan indikleri gibi silahının tetiğini çekti. Bütün silahlar aynı anda çıkarılıp tetikleri çekilirken adamlarına doğru döndü hızla.

 

"DAĞILIN! BİR ADAM BİLE SAĞ KALAMAYACAK! " Kaya'nın emriyle adamlar malikanenin etrafını sararken Ahmet kapıya doğru ilerleyip kapalı kapının kilidine ateş etti.

 

Kocaman sürgülü kapıyı üç kişi birden çekerek açtıkları gibi hepsi oldukları yerde durdu. Şaşkınca içeri baktıklarında Ahmet bir iki adım geriye doğru çıktı. Kaya'nın elinde sallanan silahın önünde durarak, "Abi, jandarma. " diye fısıldadı. Silahını hemen beline koyarken kaşları çatılmış adama baktı.

 

"Daha gideli bir saat olmadı. " dedi kendi kendine. "Ne olmuş olabilir? "

 

Yanlarına dirift atarak hızla duran arabaya döndü ikiside. Mahir hiddetle arabadan indiği gibi kaşlarını çatarak onlara doğru geldi. "Lan bekleyemedin dimi iki-üç saat daha! Alt tarafı geceyi beklicektin... " diyip elini ona uzatmıştı ki gördükleriyle duraksadı. "Aa, Jandarma? "

 

"Abi adamları geri çekmeliyiz. Emir bekliyorlar. " dedi Ahmet.

 

"Geri çek o zaman. " diyerek içeri doğru adımlamaya başladı Kaya. Bir yandan silahını beline koyuyor bir yandan da asla gözlerini karşısındaki manzaradan ayırmıyordu. Ahmet kulağındaki kulaklığa basıp emir verirken Mahir de Kaya'nın peşinden ilerlemeye başladı.

 

"İçeri girmemiz ne kadar doğru? " diye sordu. Korktuğundan değildi, çünkü o da onlardandı. Sadece Kaya için ters bir durum olup olmadığını öğrenmeden girmesine izin vermek istemiyordu.

 

Kaya cevap vermediği için ilerleyeme devam ettiler. Ahmet'in silahında susturucu olduğu için kimse kapının kilidini kırdıklarını görmemişlerdi. Gerçi o kadar kalabalık ve sesler birbirine girmişti ki geldiklerini fark etmemeleri gayet normaldi.

 

Sadece Ahmet'in değil bütün adamların silahlarında susturucu vardı. Çünkü sessizce hal edebildikleri kadar hal edip içeri dalcaklardı. Gerçi gelişi bile sessiz değildi ne kadar sessiz olabilirlerdi ki?

 

Sonrada karısını alıp buradan gidecekti.

 

Tabi planı bu yöndeydi ancak bakıyor ki pek de öyle olacak gibi değildi.

 

Bir süre ilerleyerek jandarma arabasının önünde duran ekiplerin karşısında durdular. Mahir hızla kimliğini cüzdanını açarak gösterip, "Emniyet Genel Müdürlüğü, İstihbarattan Komiser Mahir Mercan. " diyerek cüzdanı diğer eline alarak karşısındaki adamla el sıkıştılar.

 

"Buyrun komiserim? " dedi adam tekrar elini çekmiş silahının ucunu avucuna alarak.

 

"Neler oluyor koçum burada? İhbar ne? "

 

"İnanın bilmiyorum Komiserim. Tek bildiğim yaralı biri olduğu üstüne aranıldığı. Zaten Komutanımız içeriden birazdan çıkar. " demesiyle bir ambulans siren sesleri eşliğinde malikane bahçesinden içeri giriş yaptı.

 

Mahir şüpheyle omzunun üstünden Kaya'ya doğru baktı. Kaya'nın ise sinirden çenesi titriyordu. Ya Mahir'in dediğini tekrar yapıp öldürdüyse?..

 

Ya geldiğimi anladıysa?

 

Ya kim olduğumu öğrendiyse?

 

Amacımın ne olduğunu öğrenip Ahu'ya zarar verdiyse? Diye peş peşe içinden sıraladı sorularını.

 

... 

 

YARIM SAAT ÖNCE.

 

Otele giriş yapmış odasına sinirle çıkmıştı. Öyle sinirliydi ki bir kaç saat daha nasıl bekleyeceğini hesaplayıp duruyordu. Nasıl bekleyebilirdi?

 

Odaya girdiği gibi kapıyı sertçe kapadı. Hemen ise karşısındaki yatağın üstünde tik tak sesleri çıkartan saate doğru baktı. Ellerini beline ceketini geri atarak yerleştirdi. Daha saat 20.14'dü. Nasıl geceye kadar bekleyebilirdi?

 

Bir elini alnına atarak ovuşturdu. Derin nefeslerini sık sık vererek ilerleyip oturma grubunun tekli koltuklarından birine oturdu. Kendini geriye doğru bırakıp yaslanırken bacaklarını araladı. Rahat bir konuma gelerek yanındaki viski ve bardağa baktı. İstanbul'a geldiği gibi iki bardak içerek beynini uyuşturmaya çalışmıştı ancak nafileydi.

 

Kendine bir bardak daha koyarak koltuğun kolçasında çevirerek oynamaya başladı. Bir yandan da düşünüyor neler yapacağına karar vermeye çalışıyordu.

 

Karısını buradan alacaktı. Kesindi. Bu bir karar değildi aslında, yemindi. Yıllardır yanında olmasını istediği kadını bu sefer alacaktı. Kıza gelirse...

 

Başını yeriye doğru atarak tavanı izlemeye başladı. İşte onun için bir karar vermişti. İster kendisinden olsundu, ister olmasındı. O kızı da kendi kızı gibi bağrına basıp yanına annesinin yanına alacaktı. Kendi kızından sayıp sevdiği kadının parçası bilecekti. Ona baba olacaktı.

 

Malikaneye gittiğinde görmüştü. Gözleri annesiydi. Saçları, teni, duruşu...

 

Dış görünüşü tıpatıp annesiydi. Ne çok isterdi o kızın kendinden olmasını.

 

Sıkkın bir nefes vererek öne doğru eğildi. Dirseklerini dizlerine dayayarak odada gezdirdi gözlerini. Daha onbeş yaşında bir çocukken başlamıştı hayal kurmaya.

 

Ahu ile evlenmiş, çocukları olmuştu. Ailesi olmuş. Kendi evinde, karısıyla. Sevdiği kadınla. Daha çocukken başlamıştı tüm bu çerçeve. Sadece içini dolduramamıştı o çerçevenin.

 

Tüm kurduğu hayaller inandığı bir avuç yalana heba olmuştu. Şimdi ise onun cenebesini çekiyordu.

 

Sinirle ayaklanarak elindeki bardakla balkonun camına doğru ilerledi. İlerlediği gibi kapının çalmasıyla durakladı. Hafif arkasına dönerek kapıya bir süre baktı. En son yavaş adımlarla kapıya ilerleyerek açtı. Mahir sinir stres birbirine girmiş vaziyette içeri yavaşça girdi.

 

"Devrem." dedi yavaşça. Kapıyı kapatıp ona bakan adama dudaklarını yalayarak döndü. "Benim sana bişey demem lazım. Konuşalım mı? "

 

"Söyle? "

 

Mahir oldukları konuma baktı. Kaşları çatılırken, "Sağol devrem ya, çok misafirperversin. " demesiyle Kaya da oldukları konuma baktı.

 

"Ha." dedi aydınlanarak. Yanağını kaşıdı boştaki eliyle. Sonra ise içerideki koltukları gösterdi. "Geç geç. Bakma sen bana, kafam yandı. "

 

Mahir içeri girerken sırıtarak Kaya'ya baktı. "Yenge gelsin. " dedi oturup bacak üstüne bacak atarak. "Söndürür senin ateşini. " Bunu kötü anlamda dememişti, Kaya'nın sinirini bir Ahu'nun yatıştırdığını bildiği için söylemişti. Az anlatmamıştı Kaya, Ahu'yu ona.

 

"Saçma salak konuşma. " dedi K yanlış anlayarak. Mahir ise hiç kendini düzeltme zahmetine girmeden sadece gülüp geçti. "De hadi ne diyeceksen. "

 

Hazır ol konumuna geçerek boğazını temizledi. Nasıl diyeceğini düşündü bir süre. Öyleki bacaklarını da düzeltip karşısında oturmuş ona bakan adama baktı. "Kaya." dedi tekrar boğazını temizleyerek.

 

Kaya viski bardağını içip boşunu orta sehpaya koyarak dirseklerini dizlerine dayayıp öne eğildi. Anlamıştı Mahir de bişeyler olduğunu. Karşısında kıvranıp duruyodu. "Kıvranma da söyle. Ne oldu gene? "

 

"Abi, " dedi. "Nasıl denir amına koyayım? " diyerek sıkkınca nefesini verdi. Adama pat diye diyemezdi ya adam Ahu'ya işkence çektiriyor diye. Nasıl derdi?

 

"Mahir." dedi dişlerinin arasından Kaya. "Sinirlenmeye başlıyorum. Neyse söyle şunu! "

 

"Lan söylesem daha da kuduracan! "

 

"Kudurayım ulan! Söyle işte! " diyerek ayağa fırladı. "Söylemeyeceksen de siktir git! Zaten kafam allak bullak! " diyerek bir elini yüzünü ovuşturmak için atmıştı.

 

"Çolak şerefsizi... " diyerek başlamıştı ki boğazına takılı kaldı. İmkanı yoktu. Yoktu söyleyemiyordu. Sesli bir şekilde yutkundu. Bir şeyi söylemek bu kadar mı ağır gelirdi?

 

"Ee? " dedi elini yüzünden çekip kaşları çatılarak baktığı adama. "Ne olmuş? "

 

Mahir sıkıntıyla ayağa kalkıp karşısına geçti. "Abi," yine durakladı. En son dudaklarını yalayarak boğazını temizledi. "Ben en iyisi olay örgüsünü sana baştan anlatayım. " diyerek ellerini uzatmış sakin olmak adına bir iki adım geri çıkmıştı.

 

"Evet? " dedi Kaya da sorarcasına. Mahir'e doğru bedenini döndürerek dikkatle karşısında bişeyler söylemeye hazırlanan adama bakıyordu.

 

Derin bir nefes aldı. "Şeyma." dedi. "Cemşid'le Afra'nın işini bitirdiğimiz gün gemide beni aradı. "

 

"Şeyma? " dedi sorarcasına. "O kimdi? " Kız isimlerini aklında tutan biri değildi. Erkek isimlerini de pek önemli isimler olmadığı sürece tutmazdı zaten. Huy edinmişti. Erkeklerde hal böyle olunca kız isimlerinde de hiç aklında tutmazdı. Görsel olarak hafızasında kalırdı belki ancak isim olarak sıfırdı.

 

"Lan." dedi şaşkınca Mahir. "Allah seni bildiği gibi yapsın! Gönderdiğim hizmetli lan, bizim adamımız. "

 

"Ee? " dedi bıkkınca. "Napim? Önemli bişey dedi mi? "

 

Yurkundu Mahir. "Dur, bende tam oralara geliyorum. " diyerek geriledi yine.

 

"Sadede gelelim o zaman. Hayde? "

 

Tekrar stresle dudaklarını ıslattı Mahir. "Aradı. "

 

"Ee! "

 

"Aradı işte. "

 

Gözlerini kapadı bir kaç dakika sakin olmak adına. Şu son zamanlarda sinirleri o kadar alt safadaydı ki... "Önemli bişey dedi mi sana devrem? " diye sakince fısıldadı. Belliydi zaten karşısındaki adam bağırmaktan çağırmaktan anlamıyordu.

 

"Dedi."

 

"Ee? Ne dedi? "

 

"İşte tam da o dediği şeyle sen delirecen."

 

Kaşları çatıldı. "Nedenmiş o? " diye sorarak Mahir'in üstüne doğru gitti.

 

"Gelme oğlum! " dedi hızla gerileyerek. "Alan tanı bana yoksa söyleyemem. "

 

"Lan neyi! "

 

"Çolak'ın Ahu'yu dövdüğünü! " diye hiddetle bağırıp başını hemen kaldırarak karşısındaki donup kalan adama baktı.

 

"Ne? " diye fısıldadı. Başından aşağı değil kaynar su, sanki lavlar dökülmüştü. Bütün kemiklerinin yandığını hissetti. Boynundan aşağı ince bir yol çizerek inen o öfkeyi hissetti. "Ne dedin sen? "

 

Derin nefesini vererek, "Tekrarlatma devrem. Duydun. " dedi. Başını başka yöne çevirdi.

 

Öylece yere bakıp şoka girmiş adama baktı. "Bişey daha var." dedi.

 

Dişlerini sıkarak başını kaldırdı Kaya. Öyle ki göz bebekleri büyümüş koyu lacivertleri kendini zifiri karanlığa bırakmıştı. Öfke gözlerini sarıp sarmalıyordu. "Ne?! " dedi bastırarak.

 

"Çolak şerefsizi. Bir buçuk hafta sonra söz de tanışma yıl dönümleriymiş. " diye anlatırken Kaya sözünü kesti.

 

"Banane lan bundan! " diye bağırdı. "Tanışma manışma yokk! O oruspu evladı babasından mal alır gibi aldı kızı ne tanışması! Tanışma dediğin karşılıklı olur! Evliyatını siktiğimin şerefsizi! Oruspunun doğurduğu kancık pezevenk!" diye küfürlerini savurarak orta sehpaya sert bir tekme geçirdi. Camdan olan sehpa aldığı darbeyle patlarken bardakta yere düşüp tuzla buz olmuştu.

 

"Oo ov, lan dur! Sözümü dinle! " diyerek Kaya'nın koluna asılıyordu ki Kaya kolunu çekti hızla.

 

"Yok tanışma felan! O siktiğimin piçinin de sonunu getirmezsem!.. "

 

"LAN EVLENCEKLER!" dedi hiddetle en son. Kaya bakakalırken Mahir bir elini alnına atıp ovuşturdu.

 

"Ne yapacaklar ne? " diye sorarak Mahir'in üstüne yürüdü.

 

"Bütün iş adamları Çolak Karavir'i konuşuyor. Sadece İstanbul değil amına koyayım! Adamın yeraltında bile güçlü bağlantıları var! "

 

Sıkkın bir nefes verdi. "Bakma lan o piçin şirketinin sınırda olduğuna. Bok gibi parası varmış amın evladında! "

 

Başını kaldırdığı an elini yüzünden çekerek gözleri karardıkça kararmış adamın bakışlarını gördü. Eli aşağı inerken, "Öyle bakma lan! Alacaz işte, " dedi.

 

"Alıcaz zaten! Alıcam onu ordan. " diyerek kalınlaşmış sesiyle konuştu. Resmen sesi değişmişti sinirden. "İŞ EVLİLİĞE KALMADAN BU AKŞAM ALICAM KARIMI O PİÇTEN!"

 

Siniri geçmiyordu. Hızla kapıya ilerlerken gördüğü tekerlekli tekli koltuğa gelişi güzel bir tekme atıp çıktı. Sıcak basmıştı, üzerindeki ceketi çıkararak elinde sallaya sallaya çıktı oteleden dışarı. Peşinden gelen Mahir'i umursamadan, "AHMET!" diyerek bağırdı.

 

Ahmet hızla koşup gelerek Kaya'ya baktı. Kaya'nın yüzündeki damarların şiştiğini ve kızardığını görmesiyle sertçe yurkundu. Arkasında koşarak gelen ancak geride kalan Mahir'i ve kadın bir görevlinin onu durdurduğunu gördü. "Buyur abi? "

 

"Topla adamları! "

 

Hiçbişey demeden sakince, "Tamam abi." diyerek kulağındaki kulaklığa bastı.

 

"Selçuk'a da söyle adam takviyelerini daha biz yoldayken göndersin! Atarsın konumu hadi!"

 

Kaya adamlarla beraber arabalara binerken zar zor başındaki kadını savarak atmıştı Mahir kendini dışarı.

 

"Kaya! "

 

"KAYA! LAN KAYA! " Elini sertçe bacağına vurarak hızla o da peşinden gitmek için arabasına koşmuştu.

 

... 

 

"İçeri gireceğum! " diyerek anında malikanenin kapısına doğru ilerledi Kaya. Peşinden hemen Mahir de ilerleyerek koluna yapıştı.

 

"Gözünü seveyim bir dur! Lan sakin ol bir! "

 

"Mahir." dedi dişlerini sıkıp yandan ona bakarak. "Baa sakin ol diyup durma ha bak elumden bir kaza çikacak! " Sinirden aksanı bile değişip özüne dönerken Mahir tam ağızını açmış bişey diyecekti ki daha diyemeden konuştukları asker yanlarına gelerek, "Komutanımız içeriden çıkar şimdi. Kendisi size bilgi verecektir komiserim. " derken gördüğü sûretle durakladı. "Hah geldi! Onunla konuşun. "

 

Polisin sözleriyle ikiside konuşmayı siniri bir kenara bırakıp malikanenin kapısına doğru döndüler. Gördükleri yüzle ikisininde şaşkınlıktan ağızı açılmıştı. Mahir sonradan, araştırdığı için çıkarsada Kaya onu gördüğü gibi tanımıştı.

 

Heybetli duruşuyla ve sert adımları ile onlara doğru gelen adama baktılar. Mahir'in eli Kaya'nın kolundan düşerken onun iki katı olan adama bakıyordu. Her yaklaştığında sanki yanında biraz daha küçük kalacağını hesaplıyordu. "Bu adam bu kadar değildi amına koyayım! "

 

"O hep böyleydi. " dedi Kaya dik duruşa geçerek. Kendisinden bile iri ve uzundu.

 

Ona doğru gelen adamdan bir dakika bile çekmedi gözlerini. Koyu gözleri karşısındaki adamın mavilikleriyle buluştu. Ayaklarındaki postallarla yavaş ama baskın adımlarla yürüyordu. Siyah saçları üçe vurulmuş üstündeki Özel harekat formasına baktı. Sonra tekrar gözlerine. Sert ve tehtidkar bakan o gözlerde oyalandı bakışları.

 

Gelen kişi Murat Alkım'dı.

 

Yılların verdiği hırs ile büyümüş ve gelişmişti. Elleri arkada bir şekilde çıkan adam gördüğü yüzle içindeki volkan gibi taşan öfkeyi hissetti. Elleri iki yanında yumruk olurken adımları durdu. Baktıkça baktı karşısındaki koyu lacivert gözlere. Bir zamanlar güvendiği, ablasını emanet ettiği adama baktı.

 

Kaya ise yutkunarak ne tepki vereceğini çözmek ister gibiydi. Aniden ona doğru gelen bedenle nasıl bir karşılamayla karşılaşıcağını anladığı için adımları ilerledi. Ona gelen beden yumruğunu kaldırdığı gibi, "Şerefinu siktiğumun piçi! " der demez tüm gücüyle yüzüne geçirdi.

 

Aldığı darbe ile dengesini kaybeden adam geriye sendeleyerek bir an düşecek gibi oldu. Gerçekten bileği sağlamdı. İyi geliştirmişti kendini. Ona yaklaşan Mahir ve adamları görmesiyle elini kaldırıp durdurdu. Zaten polis ekipleri Murat'ın emrinde oldukları için hiç bir harekette bulunamıyorlardı.

 

Yakasından tutulduğu gibi bir yumruk daha yedi. "Ablam nerde lan! Nerde! " Ağlayacak gibi çıkan sesiyle bir yumruk daha indirdi. "Nerde ula benum ablam! "

 

Şimdi anlaşılmıştı Özel Harekatın neden burada olduğu. Böyle küçük meselelere gelmezdiler, ancak alınan ihbarın konumunu gördüğü gibi polislerle buraya damlamıştı.

 

Yediği başka yumrukla bu sefer dengesini kavrayamayan düştü. Hakkettiğini bildiği için surarak baktı. "Ahu? " dedi eli patlamış dudağına giderken. "Ahu içeri de değil mi? " diye fısıldamasıyla üzerine oturup yaklarına yapıştı Murat.

 

"Değul! " diye bağırdı kaşları küçük bir çocuk gibi çatarak. "Benum ablam içerude yok! Nerde ulan benim ablam! "

 

"Bilmiyorum! " dedi Kaya ağızındaki kanı yere tükürerek. "Bilmiyorum. Bende onu almaya geldim! "

 

"Ne hakla? " diye sordu. "NE HAKLA LAN NE HAKLA! KİM OLARAK GELDUN! BUNCA ZAMAN YOKKEN ŞİMDU MU AKLUNA GELDU! " Sinirle haykırıp üst üste yumruklarını sıraladı Kaya'nın yüzüne.

 

Kaya asla kendini korumadan, kendini ona teslim etti. İstese karşılık verirdi. İstese onunla dövüşebilirdi. Ama yapmadı. Yapmayacaktı da.

 

"Hiçbişey bilmiyorsun. " dedi nefes almaya çalışırken.

 

Murat daha da sinirlendi. "Asıl sen hiçbişey bilmiyorsun! ABLAM YILLARDIR ACI ÇEKİYOR! SEN RÜTBENİ YÜKSELTİRKEN O BURADA KARNI BURNUNDA ÇOCUĞUNU BÜYÜTÜYORDU ŞEREFSİZ HERİF! "

 

Kaya duyduklarıyla ona bakakaldı. Kaşı patlamıştı, gözü de morarmıştı hafiften anında. Patlak dudaklarını kıbırdattı zar zor. "Benim? Benim mi? "

 

Murat tiksinerek baktı Kaya'ya. "Kendi çocuğundan haberdar olamayan bir şerefsuzsun Karahalı! " O kadar sinirliydi ki...

 

Eskiden de uzundu Murat. Sadece sırıktı, güçsüzdü. İlk kez ablasını almaya geldiğinde bile dövüşemeyecek sağlam yumruk atamayacak kadar hemde. Daha yirmilerinin başında eğitimsizken gizlice gelmişti. İstanbul'a adımını attığı gibi basmıştı evi. Basmıştı basmasına ancak, bu işin böyle olmayacağını onbeş adam tarafından öldürülesiye kadar dövüldükten sonra anlamıştı. Tam bir ayı komada geçirmiş daha sonra ise meslek olarak hayal ettiği Özel Harekatı hırs haline getirerek, güçlenmek için girmişti.

 

Şimdi ise Özel harekat komutanıydı. Komutan Alkım.

 

O kadar çok çalışmıştı ki eskiden sadece uzunken şimdi irileşmişti de. Değişmişti. Dağ gibiydi. İnsanları yanında küçücük çocuk bırakırken o asla gelişmeyi bırakmamıştı. Mesela şimdi kendi diliyle sorunları vardı. Sadece Türkçe konuşmak istediğinde bile aksanı oynar Karadeniz yöresine dönerdi. İstemeden olurdu, kendini her zaman nereye ait olduğu bir kimlik gibi belli ederdi.

 

"Yeter lan! " dedi Mahir anında aralarına girerek. Murat'ı, Kaya'nın üstünden itmiş önüne geçmişti. Ondan uzun olan adama başını kaldırarak baktı.

 

"Mahir çık. " dedi Kaya elinin tersiyle dudaklarını silmeye çalışarak. Bir yandan da doğrulmaya çalışarak ayaklandı.

 

"Ne çık! Adam seni gözümün önünde dövüyor sende güneşlenir gibi oturmuş seni dövmesine izin veriyorsun! Bir ayak üstüne ayak atmadığın kaldı piç! "

 

Murat sinirle ikisine de bakarken elleri iki yanında yumruk olmuştu. "Son kez soruyorum. " dedi yine sadece türkçe konuşmaya çalışarak. Bu huyunu sinirliyken bile kontrol altına almaya çalışıyordu. "Ablam nerde? "

 

Mahir bir süre arkasında toparlanmaya çalışan adama bakıp tekrar Murat'a doğru döndü. "Biz de bilmiyoruz. Buraya Ahu'yu almaya geldik!.. "

 

"Yalanına sıçayım lan! " Murat o kadar kontrolünü kaybetmişti ki Mahir'in üstüne de yürümesiyle askerin biri hızla Murat'ın önüne geçti. "Komutanım. Kameralar silinmiş."

 

Kucağında silahıyla hem olası bir saldırıyı önlemiş hemde durum bilgilendirmesini yaparak geri yana doğru çıkmıştı. Murat acıyla nefesini verirken omuzları saniyelik düşmüştü. "Nerdesin abla? " diye fısıldadı.

 

"Daha bir saat olmadı lan! " Kaya ne yapacağını bilemez halde elleri saçlarına giderken öfkeyle yanındaki bir araca yumruğunu geçirdi. "Daha... Bir saat... OLMADI! "

 

Mahir onun delirmiş hallerine yutkunarak bakıp tekrar Murat'a döndü. "Bir yaralı ihbarı mı ne denmişti. Kim yaralanmış bir bilgi var mı? "

 

Murat'ın sert bakışları tekrar Mahir'i bulurken gözlerinin karardığını hissetti. "Kim olarak soruyorsun? " diye sordu sinirden kalınlaşmış sesiyle. Bu süreçte elinden olmadan üzerine doğru bir iki adım ilerlemişti.

 

Mahir korkmadan ona doğru adımlanan postallara baktı. Sert bakışlarını tekrar kaldırarak, "İstihbarat polisi olarak. " dedi.

 

"Kimlik?! "

 

Mahir sert soluğunu vererek arka cebinden tekrar cüzdanını çıkarıp açarak gösterdi. Murat gördüğü kimlikle çenesinin seyirdiğini hissetti. "İçeri de yaralı yok. Yani kimin yaralandığı belli değil. " dedi. Zaten içini yakan da buydu. İçeride sadece kan olmasıydı. Onun haricinde yaralı kimse yoktu.

 

Ablasıda...

 

İyi mi, yaralı mı, ne halde bilmiyordu. Bu ise kendisini hem suçlu hissetmesine hemde giderek kötü hissetmesine neden oluyordu.

 

"Ev boş mu? " Kaya'nın sorusuyla Murat boynunu iki yana kırtlattı. Bu adamın sesini her duyduğunda döve döve öldürmek istiyordu.

 

"Boş! "

 

"Yalan ihbar mı yani? " Mahir'in gözleri kısık bir şekilde sorduğu soruya karşı göz göze geldikleri gibi sadece kendini tutarak, "Bilmiyorum." dedi.

 

Kaya dişlerini sıkarak etrafına baktı. "Ev boş! Yaralı yok! Ne sikime duruyosunuz ulan o zaman burada! Arasanıza! "

 

Kaya hızla arabasına doğru adımlamaya başlamasıyla Murat, "Evde kime ait olduğu belli olmayan bir kan gölü var Karahanlı! " demesiyle adımları havada asılı kaldı.

 

Olduğu yerde donup kalarak sertçe yutkunmuştu. Göz bebekleri titreşirken o yavaşça dönüp az uzağında karşısındaki heybetli iki yanında hala yumruklarını sıkan adama baktı. "Ne demek... " Konuşamadı. "Ne demek kime ait olduğu bilinmiyor. "

 

Adımları hızla eve doğru ilerlerlerken Murat da peşinden gitti Mahir de içinden bir küfür savurarak içeri girdi. Tek istediği kadına bir zarar verilmemesiydi.

 

"Nerde! "

 

"Yukarı kat soldan üçüncü oda. "

 

Üç adam da seri bir şekilde ilerlerken merdivenleri hızla çıktılar. Odaya doğru ilerleyerek açık kapıdan içeri girdiler. Murat kanın başına geçerek dizlerini kırarak çöktü. Bir dirseğini dizine yaslayıp kapıyı işaret etti. "Kapı kilitiymiş çünkü ateş ederek açılmış. " Bu sefer de ona şokla bakakalan adamlara baka baka işaret parmağıyla yeri işaret etti. "Vurulan her kimse iki veya üç kez vurulmuş olmalı. Ya da bir saaten fazla burada yatıyormuş. Ön üstü düşmüş, çünkü kan üzerinde her ne varsa bulaştığı için kıbırdadıkça yere sürtmüş kendini."

 

Kaya'nın yüzü buruşurken gözlerinin yandığını hissetti. Nefes alamadı, ağızı açıp açıp kapandı. Boğula boğula ona bakan Mahir'e baktı. "Geç mı kaldık devrem? " diye sordu korka korka. Mahir sertçe yutkunarak başını iki yana sallayıp önüne eğerek dönmüştü.

 

Murat yavaşça ayaklanarak Kaya'nın karşısına geçti. Acımadı, dinlemedi. Empati kurmadı, kendi bildiğini okuyarak yeri işaret etti. Can yaka yaka, "Bana burada ablamın vurulup sürünmediğini söyleyebilir misin Karahalı? " diye sordu yıllar evel abi dediği, olmayan abisi yerine koyduğu adama. Kaya'dan dört yaş küçüktü. Ama ona bir daha abi dememeye onu dinlemeyeceğine yemin etmişti. O ağlaya ağlaya zorlu eğitimlere girerken ablasının hayatını kurtarmanın yollarını ararken Kaya onları hiç düşinmemişti, ona göre.

 

"Bana yaralanan kişinin ablam olmadığını söyle! " diye bağırmasıyla gözlerini yumdu Kaya. Diyemezdi. Çünki onunda yüreğinin her bir köşesini bu düşünceyle yanıp kavurluyordu. "Söylesen bile kanıtlayamazsın! "

 

"Yeter lan! " dedi Mahir yine aralarına girerek. Murat'la burun buruna gelmiş birbirlerine ölümcül bakışları atıyorlardı. "Saçma sapan tartışmalarını kendine sakla Murat Alkım. Amacın ablanı sağ bir şekilde bulmak olsun. Burada yatan Çolak veya bir başkası da olabilir. "

 

Murat duyduğu sözlerle iyice Mahir'in dibine girdi. Burun buruna gelmişlerdi iyice. "Ben zaten yıllardır bunun peşindeyim. Ablamı almanın değil, onu nasıl sağ bir şekilde çıkarabilirim diye tüm bunlar! "

 

Kaya onları dinlemedi bile. Birbirlerini diklenmelerini umursamadan ilerleyip camdan aşağı baktı. Ne yapacağını düşünüyordu. Nasıl bulabilirdi karısını?

 

Arıyacaktı. Gerekirse değil İstanbul'u Türkiye'yi talan ederdi ancak yine bulurdu. Şöyle bir baktı bahçeye. Etrafta gezdirdi gözlerini. Ancak fark ettiği şeylerle kaşları çatıldı. "Bu şerefsizin adamları nerde? " Sorduğu soru belki saçmaydı gittikleri için ancak hemen önünü tekrar dönerek, "Bir insan evini boşta bırakır mı? Hadi adamlar neyse, Hizmetliler nerde? " diye sordu. Daha çok evin boş kalmasına karşı anlam veremiyordu.

 

Lafın üstüne odaya Şeyma ve Atakan girdi. Mahir onlara dönerken Şeyma, "Gülhan abla aşağıdaki çalışan odalarının birinde. Bayılttım. " dedi Kaya'ya itaben.

 

Murat ve Kaya aynı anda, "Sen kimsin? " diye sordular. Mahir yutkunarak boğazını temizledi. Atakan ise boynundaki kıravatı genişleterek iyice karısının yanına yaklaştı. Şeyma sert duran bakışlarla bir Murat'a bir Kaya'ya baktı. "Cinayet bürosundan, Komiser yardımcısı Şeyma Gezer. "

 

"Kimlik? " dedi Murat sertçe. Atakan'ın kaşları çatılırken arkasından ikisine de ait kimlikleri çıkardı. İki eliyle açıp gösterdi.

 

"Bende eşi. " diyerek başıyla karısını gösterdi. Murat'ın tavrını beğenmediği için ona göz ucuyla bakıyordu. "Emniyet Genel Müdürlüğünden Komiser Atakan Gezer. "

 

Murat'ın kaşları çatılırken, "Siz nerden çıktınız? " diye sordu.

 

Atakan tersçe kaş işareti yapıp kapıyı işaret etti. "Kapıdan."

 

"Onu mu diyorum?! " diye Murat sinirden kuduruken Şeyma kocasına kısa bir bakış attı rahat durması için.

 

"Görev için buradaydık. Ben hizmetli olarak, eşimde koruma olarak. "

 

Murat'ın bu sefer dikkatini çektiği için onlara doğru ilerlerken Kaya, "Atakan adamlar nerde? Sen nasıl sıyrıldın aralarından?" diye sordu.

 

Atakan, "Abi bilmiyorum, hepsi bir anda siren sesiyle teker teker yok oldu. İçeri girmiştim Şeyma'yı bulmak için, sonra tuvalete gittim çıktığımda kapı açılmış gitmişlerdi. "

 

Mahir bir küfür savurarak eliyle Atakan'ı işaret etti. "Yıllık izne mi gittin oğlum?" diye sordu tuvalet ihtiyacını imâ ederek. "Nasıl çıktığında kimse yoktu? "

 

"Bu işte bir iş var. " dedi Kaya.

 

Murat yeri işaret ederek, "Hiç mi silah sesi duymadınız? " diye sordu.

 

İkiside yere bakarak yurkundu. Şeyma'nın yüzü bembeyaz olurken Atakan sorguluyordu. Odaya baktı kısa bir. "Duyamayız ki zaten. "

 

"O neden? " Mahir ellerini beline dayamış karşısındaki Atakan'a bakıyordu.

 

"Korumalar konuşurken duymuştum, Çolak'ın kendi odasında ses yalıtımı varmış. "

 

"Doğu söylüyor. " dedi Şeyma gözleri kanda oyalanırken. "Bazı geceler sesler gelir. Çığlık, bişeylerin kırılma sesleri felan. " Bakışlarını kaldırdı. "Ancak tüm bu sesler sadece Ahu'nun odasından gelir. Çolak'ın odasından asla ses gelmez. "

 

"Sen bişey biliyor musun? "

 

Şeyma derin bir nefes verdi zorlanarak. "Biliyor muyum ben bile bilmiyorum. " dedi. "Tek bildiğim, en son Ahu'nun paltoyla yüzü kan revan içinde mutfağa gelip Ahuzar'ı almasıydı. Uyutmak için yukarı çıktı. Hatta Gülhan abladan süt istemişti kızı için."

 

"Sonra? " dedi Murat kızın üstüne ilerleyerek.

 

Atakan'ın kaşları çatılırken hafif öne çıkarak Şeyma'yı arkasına aldı. "Yavaş gel! Adam gibi dinleyeceksen geri bas!"

 

Murat ne yaptığının farkına varınca yutkunarak ellerini kaldırdı. "Tamam. Tamam, devam et. Sonra noldu? "

 

Şeyma kendine gelmek için hafif başını iki yana sallayarak, "Odaya gittim ben. O sırada Gülhan abla bir bardak sütle yukarı çıkmıştı. Geri geldiğinde de gözleri kıpkırmızıydı. Ağladığı belliydi. Biraz da rahatlamış ama diken üstünde bir hali de vardı. O kadın bişeyler biliyor gibiydi. " dedi son cümlesinde başını kaldırarak.

 

"Nerde o? " diye sordu Kaya.

 

"Siren sesleri duymamla bayılttım. "

 

"Onunla konuşmalıyız. " dediği an bahçenin oradan bir patlama sesi geldi. Ardından bir kaç silah sesi. En son ise malikanenin etrafı aniden taranmaya başlamasıyla herkes yere çökmüş bellerindeki silahları çıkarmışlardı. Olay yeri inceleme için gelen arabanın bile anında camları tuz buz olmuş bir kaç can almıştı bile. Askerler ve polisler kendilerin uygun konum arayarak ateş edilen konumları hesaplarken Ahmet merdivenlerden yukarı çıktığı gibi odaya daldı.

 

Villa'nın etrafı siyah arabalarla dolmuş, tararlarken heryer tuz buz olmuştu. Öyle ki artık yuvarlak kavşağın ortasındaki etrafı anakonda tarafından sarılmış olan ağaç gövdesi heykeli bile kırılmış yılan ise sarı gözünden vurularak paramparça olmuştu.

 

"Abi! " dedi Ahmet telaşla odaya girip pencere kenarına çökerek. "Kaya abi! "

 

"Burdayım! " dedi Kaya de diğer pencereden gördüğü adamları indirerek.

 

"Sayıca çok üstünler! Diğer adamları polisler var diye gönderdik sadece kendi adamlarımız ve polis ekipleri var! "

 

"Siktir! " dedi Mahir anında telsizi çıkararak. "TUZAK! "

 

Murat ise kulaklıktan Timi'ni yönlendirmeye çalışıyor adamların kaç veyâ ne kadar olduklarını hesaplamaya çalışıyordu.

 

"Dayanamayız! " dedi en son Murat. "Çok fazlalar. İyice yaklaşıyorlar."

 

Mahir küfürleri üst üste savura savura dizlerinin üstünde en azından ne kadar vurabilirse kafasında kırık camdan ateş etmeye başladı.

 

Ahmet sıktığı adamla sırtığı duvara vererek, "Mermim az. " dedi. Şeyma eğildiği yerde kafasını kapıya uzatarak sırtını verdiği kocasına baktı. "İçeri girmeye başladılar. "

 

"Odalara dağılalım! Böyle ortalığa sıkarsak mermi kalmaz! İçeri girene acımayın! " Murat verdiği emirlerle eğilerek kapıya doğru ilerliyordu ki Kaya'yla göz göze geldi. "Hepiniz nasıl olsa devlet adamlarınız. " Ahmet'e baktı. "Sende öyle. "

 

Aslında artık değildi.

 

Ahmet eski keskin nişancıydı. Sadece donanımdan atılmış bir eski askerdi. Babasının ölümünden sonra çok aksi ve kavgacı olmasından dolayı atılmıştı. O da gelip burada Fuat'ın ve Osman Bey'in korumalarından biri olmuştu. Şimdi ise Kaya'nın sağ koluydu.

 

Murat bu zamana kadar Kaya'nın hayatına kim giriyor kim çıkıyor herşeyini araştırdığı için hepsinden haberdardı. Tekrar gözlerini Kaya'ya çevirerek, "Adamalarının aldığı her bir kili üstümüze alırız. " diyerek eğilerek çıktı odadan. Hemen peşinden de Kaya çıkarak sevdiği kadının kardeşini bu savaşta tek bıramadı.

 

Karşıdaki odaya geçmeleriyle bakıştılar. İkiside birbirine bakarak baş işareti yaptı. Şuan birlik olmaktan başka çareleri yoktu. Asker işaretleri ile işaret parmağını ileri uzattı Murat. İçeri girerek kapının yanında duvarın dibinde durdu. Kaya da baş işareti yapıp arka tarafı yani bir yan odayı işaret edip oraya geçti.

 

İkisi merdivenlerin girişinde adamların gelmelerini beklerken Mahir odadan çıkmış silahı merdivenlere tuta tuta odalardan birine geçmişti. Karşı odadan Ahmetle bakıştı Kaya.

 

Birden fazla ayak sesi gelmesiyle hepsi nefesini sakince kontrol atına alıp beklemeye başlamıştı. Ortaya atılan bir bombayla hepsinin gözleri oraya kaydı.

 

Sis bombası.

 

Ortalık aniden sise bulanırken yan taraftan Murat'ın savurduğu küfürü işitti. Olduğu yerden çıkmazken içeri giren bir adamı fark ettiği gibi mermi harcamadan sadece boynuna asılıp kırarak yere fırlattı. Yakın mesafe için mermi harcamasına gerek yoktu. Onun için bu normal bişeydi. Görevlerde de hep yakın mesafede silah değil kendi çıplak ellerini kulanmayı tercih ederdi.

 

Şeref yoksunu olan her bir teröristi kendi elleriyle ölürmek için. Haykırma sesi gelmesiyle kendini dışarı attı. Hafif dağılmış siste kocaman koridorda arkasını döndüğü gibi Şeyma denen kadının yerde kolundan vurulmuş başına silah dayanmış halde buldu.

 

"ŞEYMA! " Atakan'ın haykırarak silahını doğrultmasına kalmadan Kaya hemen refleks olarak adamı alnından vurarak kadını kurtarmıştı. Korkmuştu ölecek diye. Atakan sıktığı silahla boş sesinin çıkamasıyla Kaya'ya baktı. Rahatlayan nefesle hemen, "Eyvallah! " diyip telaşla karısına koştu.

 

Kaya başıyla eyvallahı alıp Murat'ın olduğu odaya dalmasıyla üç kişiye birden direndiğini gördü. Merdivenin dibindeki birinci oda olduğu için gelenler ilk buraya giriyordu. Girdiği gibi peşinden birinin daha girdiğini his ettiği gibi dönüp adamı vurdu. O esnada sırtına bir sırt daha dayandığını his etti. İkiside omuz üstünden birbirlerine bakmıştı.

 

Murat geri önüne dönüp yerden kalkıp ona saldırmaya çalışan adamın alnından vurmuştu. Birini karın boşluğundan vurmuş, birinin boynunu kırmış, bir diğerinin de alnından vurmuştu. "Şu duruş eskiden hayalimdi. " dedi hala aynı pozisyonda dururlarken. "Belki o zamanlar hoşuma giderdu." dedi yine kanalları değişirken. "Ancak şimdi hiçbişey hissetirmeyi."

 

Kaya içeri giren diğer bir adamı vururken yere yığılan adama ait silahı yerde alıp Murat'a döndü. Gözlerine bakarak acıyla yutkundu. "İnanmazsın biliyorum, ama ben senin ablanı hala ilk günki gibi seviyorum. Hala aşığım. "

 

Murat'ın da acıyla yutkunup ona baktığını görünce Kaya elini titreye titreye omzuna koydu. "Eğer." dedi nefesini vererek. "Eğer, bir gün abi dediğin adamı da dinlemek istersen. Kapım her zaman açık. "

 

Gözleri dolu bir şekilde Kaya'ya bakarken kaşları çatıldı. Murat, "Ablamu bulana kadae benum saa hiçbur kapum açuk değul ulan! " demesiyle içeri Ahmet girdi.

 

"Abi." dedi gülümseyerek. Zafer gülümsemesi vardı sankii. "Abi Yangazlaz. " Güldü delirmiş gibi. "Furkan ve Burak malikaneye giriş yaptı. Yanlarında dört yüz adam ve on beş tetikçi var. " demesiyle arkasından girdiği bir adam anında kafasından vuruldu.

 

Murat'la bakışları kesişti. Onbeş tetikçi bütün malikanenin etrafını sarıp sarmalamış vaziyette kendi açılarına giren adamları temziliyorlardı.

 

Ahu'ya bile gün yüzü göstermemiş bu malikane, şimdi ise neredeyse beş yüz adama mezar olmuştu.

 

"Ulan yangazlar! " dedi Kaya gülerek. Dişlerini göstere göstere gülmüş camdan dışarıya bakmaya çalışmıştı.

 

🥀

 

•BİR-İKİ SAAT SONRA•

 

 

Bütün adamları hal etmişler şekilde dışarıda dikiliyorlardı. Kimisi ölmüş kimisi yaralı bir şekildeydi. Saat hemen hemen gece yarısına gelmiş ortalık jandarma polisle kaynıyordu.

 

İkizler ise ellerini ısıtmak için avuçlarına üflüyüp üflüyüp ifade vermişlerdi. Verdikleri ifadeden sonra kenara çekilmeleriyle Kaya yanlarına doğru ilerledi.

 

"Oha." dedi Burak. "Abi? Senun kaportaya noldi? "

 

"Ula hangi piç yaptu?" dedi Furkan da bir kaç adım ileri çıkarak.

 

"Belliki birüyle sağlam girişmişsun ha. " Burak hala patlamış dudağına ve yarası kabuk tutmuş kaşına bakıyordu. Göze ise hiçbir terim bulamıyorlardı.

 

Ş omzunun üstünden Mahir'le tartışmadan konuşarak bir yol bulmaya çalışan Murat'a baktı. Geri önüne dönerek, "Oğlum bırakın şimdi onu bunu. Siz nerden çıktınız? " diye sordu.

 

Burak'la Furkan birbirine baktı. "Babamla anam gönderdu. Harbi abi biz ne içun burdayuz. Ulan gelduk, gelduğumuz gibi babamun aracıluğuyla Selçuk abiden adamlaru geri gönderduğunuzu duyduk. " dedi Furkan.

 

"Hee." dedi Burak devam ettirerek. "Biz de ne olur ne olmaz diye adamlaru tekrar geri alup nerde olduğunu öğrenerek geri geturduk."

 

Kaya kardeşlerine bakıp iki eliyle ikisinin omuzunu kavradı. Derin bir nefes aldı. "İyi yapmışsınız. Farkında değilsiniz belki ama hayatımızı kurtardınız. "

 

"Bunu kim yaptu abi? Neler olayi burda? " diye sordu Furkan. Merak ediyordu. Anasıyla babası neden diken üstünde bir şekilde İstanbul'a yollamışlardı merak ediyordu.

 

Kaya kısa ve öz bir şekilde, "Ahu'yu almaya geldim buraya. " dedi. Yangazlar donup kalırken Kaya beklemeden tek nefeste anlattı. "Yengenizi almaya geldim ama polisleri görünce adamları geri yolladım. İçeri girdiğimizde de bir anda çatışma başlamasıyla aslında tuzak olduğunu anladık."

 

"Yenge? " dedi Furkan, Burak'a bakarak.

 

"Ahu? " dedi o da aynı şekilde Furkan'a bakarak.

 

"Bizim deli yenge? Ahu yenge? " diye sordular bu sefer aynı anda abilerine bakarak.

 

"Şşt! " dedi Kaya bir anda. "Konuşmayın saçma sapan! Ahu'dan başka yengeniz mi var hıyarlar!"

 

"E abi yengem nerde? " Furkan ellerini uzatmış karşısındaki malikanenin kırık pencerelerine bakıyordu.

 

"Bilmiyorum."

 

"Nasıl? " diye sordu Burak.

 

"Yoklar."

 

"Derken? "

 

"-Lar? " Furkan ve Burak abisine bir adım daha yaklaşmış bakarlarken, "Kancık herif nerde, kocası-" diyorduki Kaya, Furkan'ın sözünü kesti.

 

"Evli değil! " dedi dişlerinin arasından.

 

"Ne? "

 

"Yuh! "

 

"Ben kızımla karımı diyorum! " dedi yine aynı şekilde baskın sesiyle.

 

İkisinin de ağızı açık kalmış bir şekilde donup kalırken, "Ne! " demişlerdi şaşkınca. Murat elleri arkasında birleşik bir şekilde yavaş ama sert baskın adımlarla ilerleyip Kaya'nın yanında durdu.

 

"Ahuzar adından bir yeğeniniz var. "

 

"Murat? " dedi Furkan yutkunarak. Uzaktan sabahtan beri yanlarına gelmediği için ve ortam çok kalabalık olduğundan yeni karşılaşabiliyorlardı. Murat yangazlardan sadece bir yaş büyüktü.

 

Burak ise gözleri yaşarmış şekilde karşısında her zaman uzun olan adamın kalıplaşmış bedenine baktı. "Yaşıyon lan! " diyerek kollarını açmış öne doğru adımlamıştı.

 

Furkan üst üste yurkunmuş hızla ilerleyip kucaklamıştı Murat'ı. O kadar sert sarılmıştı ki Murat olduğu yerde bir adım geriye sendelemişti. "Yaşayisin..."

 

Murat yumuşamamak için kendini sıksada başını yere eğdi. Onların bir suçu günahı yoktu ki...

 

Arkada birleştirdiği ellerini ayırdı. Bir kolunu Furkan'a atarken diğerini açtı. Burak'a baktı. "Gel." demesiyle Burak bir dakika bile beklemeden ona açılan göğüse sarıldı.

 

"Herkes öldü dedi. " diyerek ağladı Burak. "Yemin ederim herkes öldü dedi. "

 

Furkan ondan ayrılıp başını kaldırarak karşısındaki adama baktı. "Lan nolmuş saa? "

 

"Çok şey. " dedi anlatmaya bile üşenerek. Onlara oturup altı yılın özetini anlatsa ömrünü bitirirdi. Ve bu sadece daha özet kısmıydı ömrünü bitiren, tamamamına da ahiret zamanı bile dayanmazdı.

 

Murat yutkunarak, "Fuat amcam için, başınız sağolsun. " dedi.

 

"Sen nerden bilisın?" diye sordu Furkan durularak.

 

"Benim sizin hakınızda bilmediğim bişey yok. "

 

"Madem bilidın neden gelemdun? " diye sordu kaşlarını çatarak Burak. "Neden yaşaduğunu bize söylemedun? "

 

"Söyleyemezdim." dedi sadece.

 

"Neden?" dedi sertçe Furkan.

 

Derin bir nefes verdi Murat. "Söz ablamu bulduktan sonra anlatacağum. Ama şimdi olmaz. Gitmem gerek. Ablamu arıyacağum daha. " diyerek kanallarını birbirine soka soka Kaya'ya baktı.

 

"Bildiğin bir yer varsa beraber gidelim. " dedi Kaya.

 

"Var." dedi Murat. "Ama senunle ablamu aramıyacuğum. "

 

Furkan ve Burak bir Murat'a bir Kaya'ya bakmaya başladı. "Sen ne dersen de Murat. Ahu'nun yeri benim yanım. Yıllar evelden beri bu böyle. Değiştiremezsin. "

 

"Ben o hatayı bir kere yaptım! " dedi sertçe Murat. "Bir daha tüm Karadeniz siksin ablamı sana vermem! "

 

"Lan saçmalama! " diyerek yanlarına geldi Mahir. "Adamın kızı var lan kızı. Hemde sevdiği kadından, bırakta çabalasın kendini afettirsin."

 

"Yıllardır nerdeydi o vakit? " diyerek Mahir'e döndü sertçe. "Hadi bana bir bahane söyle? Rütbesini yükseltmek dışında ne fışki yedi? "

 

"Lan bak benim ağızımı açtırma! " ded Mahir çıldırmamak için kendini sıkarken. "Sen onun hayatı bu altı yılda çok mu kolay geçti sanıyorsun! "

 

"Evet öyle sanıyorum. " diyerek kestirip attı.

 

"İyi." dedi Mahir öfkeyle. "Sen öyle sanmaya devam et. "

 

"Mahir." dedi Kaya olduğu yerden.

 

Mahir dinlemedi. "Yıllardır ben bu adamlayım! Yeri geldi Askerliğimi de yeri geldi mesleğimi de onunla beraber yapıp sırt sırta verdim ben bu adamla! Ne yaşadığını ne hissettiğini de Allah'tan sonra ben bilirim! "

 

"Mahir! "

 

"Sen sus lan! " diyerek Kaya'ya döndü. "Sen sus! " Murat'a döndü tekrardan. Üzerine yürüdü. "Pişman olacağın şeyleri yapmaya devam et. En büyük acı sadece kendininkiymiş gibi davranmaya devam et! Bu adam sevdasından kalbinin her yanışında cebindeki küçücük fotoğrafa sığdı. "

 

"MAHİR! "

 

"ONA YILLARDIR SEVDİĞİ KADININ SEVEREK GİTTİĞİ SÖYLEDİKLERİN DE NASIL BOKTAN BİR HALE DÜŞTÜĞÜNÜ BİR BEN BİLİRİM! KOLU KESİLİP YOĞUN BAKIMDA GÜNLERİNİ ÖLDÜRÜRKEN NASIL AHU DİYE SAYIKLADIĞINI DA BEN BİLİRİM! "

 

"YETER! YETER SUS! "

 

"Ne yeter sus! " diyerek ona gözleri kararmış bir şekilde bakan adama döndü. "Böyle bencilce düşünen insanlara alerjim var! " diyerek tekrar Murat'a döndü. "Bana bak komutan bozuntusu, dünya senin etrafında dönmüyor. Bu altı yılda neler olduğunu bir kağıt parçasında geçmişi öğrenerek değil gelip onlara kalbindeki boşluğu sorarak anlarsın. "

 

Murat yutkunarak Kaya'ya baktı. Kolu kesildiğini bilmiyordu. Hiçbir yerde zamanın da gazi olmaya yaklaşmış bir bilgi yoktu. Bütün hastane geçmişi vardı oysa. Nasıl lan, dedi kendi kendine.

 

"Yeter Mahir. " dedi Kaya sakince. "Anlamıyor. Anlatmaya çabalama. O da haklı. Yıllardır bir yalana inanacak kadar aptaldım. Sanki Ahu'yu hiç tanımamış gibi gittiğine inandım."

 

"Ne yalanu? " dedi Furkan.

 

"Noli oğlum burda? " diye sordu Burak, Furkan'a. Furkan ise sadece bilmiyorum der gibi omuzlarını kaldırıp indirdi.

 

"Bişey olduğu yok! " dedi sert sesiyle K. Murat'tan gözlerini bir dakika bile ayırmıyordu. İkisinin de sert bakışları arasında duran Mahir, Kuz Kaya'yı tamamlayarak, "Ahu'yu hep beraber arıyoruz. " dedi ve Murat'a baktı. "Nereleri biliyorsan biz de gelicez. Hep beraber arıyacağız. "

 

Ahmet gömleğinin kollarını toplaya toplaya gelerek, "Nereye abi? " diye sordu Kaya'ya.

 

"İşte onu bize Murat söyleyecek koçum. "

 

Murat en son pes ederek Tim'ine baktı. Kayıplar vardı. Kaya'nın adamlarından altı kişi ölmüşken beş kişi yaralıydı. Murat'ın Tim'inde ise sadece kolundan ve karın boşluğundan vurulan adamları vardı. Onlar hastaneye giderken Murat'ın bakışları Kaya'yla kesişti. "Tamam." dedi.

 

Başka çaresi yoktu. Ne kadar inkar etmek istesede gözlerinden hala ablasına karşı duyduğu sevgiyi görebiliyordu. Bunu malesef inkar edemezdi. Bu yüzden başını sallayarak arabaları işaret etti. "Jandarma aracını takip edin. " dedi.

 

Mahir ise kolundan tuttu. Murat omzunun üstünden bir kolunu tutan ele bir de tutan kişiye baktı.

 

"Bizi ekmiceğini nerden anlayacağız? " diye sormasıyla Murat tekrar ona doğru döndü.

 

Sert çehresi sinirden kasılırken, "Bak komiser. " dedi. "Gelmenizi istemeseydim aracı takip edin demezdim. Zorlama beni, yoksa bu sefer gerçekten ekerim. "

 

🥀

 

KARADENİZ'E DOĞRU.

 

•ERTESİ GÜN•

 

İlerlediğim yolda hızımı biraz daha düşürerek göz yaşlarımı sildim. Ancak ne kadar silsem de yenileri aktıkça akıyordu. Çok zoruma gidiyordu...

 

Kızımı bırakma düşüncesi o kadar zoruma gidiyordu ki...

 

Hıçkırıklara boğulmamak için bileğimi ısırarak diğer elimle direksiyonu kontrol altına aldım. Başımı kaldırıp dikiz aynasından arka koltukta mışıl mışıl uyuyan kızıma baktım. Bilmiyordu ki onu türkülerle uyutuğum son gecesiydi.

 

Bildiğim yola girerek ilerlemeye başladım. Gördüğüm bir çeşmeyle dayanamayıp hızımı daha da düşürüp arabayı kenara çekerek durdurdum. Duran arabayla derin bir nefes vererek zorla kendimi dışarı attım. Ağlamaktan ve hıçkırıklarımı tutmaktan boğazım acırken ilerleyip çeşmenin taştan döşemelerine oturdum.

 

Elim boğazıma giderken başımı kaldırıp Karadeniz'in yağmurlu havasına baktım. Bir şeyi çok iyi anlamıştım. Karadeniz acıların şehriydi. Bu yüzden burada hep yağmur yağıyordu belkide. İnsanların içine atıp da sakladıkları göz yaşı olarak.

 

Kendimi zorlayarak çeşmeye doğru diz çöküp titreyen ellerimle suyu açtım. Yüzümde hala yer yer fondöten olduğun için bu beni rahatsız ediyordu. Yıkamam lazımdı. Çıkarmalıydım.

 

Dışarıda kimse görmesin diye florü çıkarmamıştım. Ancak arabaya bindiğimde boğulduğumu hissettiğim an çıkarıp atmıştım. Şimdi ise morluklarla dolu olduğumu biliyordum. Yüzüme hiçbişey demiyordum. Çünkü zaten halini biliyordum.

 

Ellerimi yavaşça topladığım kolarımla beraber soğuk suya soktum. Suyun soğukluğunu hisetmemle gözlerim kapandı. İçim titredi.

 

Su bu kadar soğuksa eğer deniz...

 

Başımı eğerek saçlarımı elimden geldiğince arkama almaya çalıştım ancak işe yaramayınca umursamadan yüzüme ardı ardına su çarptım. Durmadım. Belki on, belki onbeş, belki yirmi...

 

Çarptıkça çartım. Yüzümü hissetmez hale gelince yavaşça suyu kapatıp geri çıktım. Su bende hafif şok dalgası yaratırken derin bir nefes aldım.

 

İsyan etmek istemezdim ama, neden?

 

Tekrar taşa oturarak saçlarımı geri attım. Ben napmıştım?

Kızımdan ayrı kalmayayım diye vurduğum adam, öldürdüğüm adam şimdi benden ya yirmibeş yıl yada bir ömür alacaktı.

 

Ben napıcaktım?

 

Polisler şimdiden peşime düşmüş bile olabilirdi. Ellerim saçımda karıştırıp durdum. Düşünmeye çalıştım. Saat ertesi günün öğleye yakın felandı. İlk önce İstanbul'da bir telefoncu bulmuş telefonu açtırmıştım. Sonra ise açılan telefonla adamdan yardım istemiş araba kiralayarak Çolak'tan aldığım paralarla ödemelerimi gerçekleştirmiştim. Sonra ise ondört saatlik bir yolculuğa çıkmıştım. Yüzümü kimseden gizlememiştim. Zaten kimsede sormamıştı.

 

Bir garsoncu hariç. Tehlikede olduğumu düşünüp polisi arayabileceğini söylemişti. Oysa bilmiyordu ki asıl polisi ararsa beni tehlikeye sokacağını. Sorun olmadığını söyleyip teşekür ederek göndermiştim.

 

Bir şekilde Karadeniz'e hatta Rize'ye gelmiştim. Bildiğim sokaklar sayılırdı buralar. Değişmişti tabi baya. Oturduğum çeşme bile yeniydi.

 

"Anneee?! " başımı kaldırarak arabaya doğru baktım. Ahuzar arabadan çıkmıştı, kapıyı zorlanıp kapatarak bana doğru koştu.

 

Hemen göz yaşlarımı silerek kollarımı açtım. "Annecim? " diye fısıldadım.

 

Hemen gelerek boynuma sarıldı. "Sen burda mı doğup büyüdün? " diyerek başını gömdüğü yerden çıkardı. "Sen buraya mı aitsin anne? "

 

"Evet annecim. " diyerek gülümsedim. Gözlerim yanarken ben kızıma gülümsedim. "Ben buraya aittim. Tıpkı seninde buraya ait olduğun gibi... "

 

"Nasıl? "

 

Burnumu çekerek onu bacaklarımın arasına çektim. Oturduğum yerden başımı kaldırarak güzel kızıma baktım. "Sen kara ve denizin kızısın. Annenle baban buraya ait. Bu yüzden sende buraya aitsin Ahuzar. "

 

"Babam..." dedi Ahuzar. Başını hafif eğerek baktı. "Babam yaşıyor mu? "

 

"Bilmiyorum annecim. " dedim ağlamamak için. "Sen bunu nerden çıkardın? "

 

"Evden kaçmadan önce bana yaşıyorsa ona yaşamıyorsa mezarına demiştin. " Hiçbişeyi unutmuyordu...

 

"Bilmiyorum." dedim donuk bakışlarımın ardından. "Bilmiyorum." Fısıldadım.

 

"Nasıl öğrenicez? "

 

Tekrar burnumu çekip doğruldum. Yanıma çekerek bu sefer önünde diz çöktüm. Ellerini avuç içlerime alarak gözlerimi benim kopyam olan gözlere sabitledim. "Hani ben sana senden artık hiçbişey sağlamayacağım demiştim ya annecim. "

 

Başını salladı.

 

"Sana benim neden kaçtığımızı söylemem gerek. "

 

"Kurtulmak için. " dedi. "Bunu mu söyliceksin, biliyorum ki ben zaten. "

 

"Hayır." dedim başımı iki yana sallayarak. Yüzüm acıdan buruşurken gözlerim yine dolmuştu. "Hayır, hayır. Ondan değil. " diye fısıldadım.

 

"Neden peki? " Göz yaşlarıma baktı. "Anne nolursun ağlama." dedi onunda gözleri dolarken. Ellerini avuçlarımdan çekerek yanaklarıma koydu. Sildi her bir çizilen yolu. "Ağlama."

 

"Tamam." dedim. Yurkunup burnumu çektim. "Tamam. Ağlamıyorum. " diyerek gözlerimi sildim.

 

"Şimdi beni iyi dinle olur mu? " Başını salladı. Elleri inerken tekrar avuçlarıma aldım küçük ellerini. "Çolak, " diyerek ağlamanın verdiği iç çekme hissini üst üste yaşadım. "Seni yine benden ayırıcaktı annecim. "

 

"Neden? " dedi korkuyla. Kaşları kalktı.

 

"Bilmiyorum, yine bişeyleri yanlış anladı. Seni de ceza olarak benden ayırmaya kalktı. " Ağlamamak için boynumu büktüm. Diyemem ona babanın yaşadığını söyleyip onunla iş birliği yaptığımı sandığını. Diyemezdim saçma sapan sanki Kaya'nın yaşadığını biliyormuşum gibi ona hazırlandığımı sanıp kıskançlık krizine girdiğini.

 

Diyemezdim.

 

İşte bunları ondan saklardım çünkü o daha çok küçüktü.

 

"Ee noldu ona? "

 

"Vurdum onu. " dedim. Gözlerim yanarken başımı eğdiğim yerden kaldırdım. "Silahla vurdum onu annecim. "

 

Elleri avuçlarımdan çekilirken korkuyla ellerimle ellerini yakalamaya çalıştım. Elleri çaprazlama ağızına kapanmıştı. Şokla mavi gözleri sonuna kadar açıkken bana korkuyla ve şaşkınca bakıyordu. Elleri düşerken, "Öl... Öldü mü anne? " diye sordu.

 

"Bilmiyorum." dedim. "Bilmiyorum annecim. Bak biz bu yüzden buraya geldik. Baban yaşamıyorsa bile, herşey yalansa bile seni babanın ailesine emanet edicem. "

 

"Ama sen? " diyerek bana sarıldı. "Polisler. Anne öldüyse sen tutuklanacaksın! " diyerek ağlamaya başladı. Sıkıca bana yapışarak saçlarıma başını gömdü. Öyle ki küçük avucunun içine palto mu sıkıştırıp yumruk yapmıştı.

 

"Ahuzar." diyerek onu kendimden ayırmaya çalıştım. "Kızım bana bak nolur. "

 

Başını iki yana salladı."Ben seni bırakmam! Sensiz yapamam!" diyerek başını kaldırıp bana baktı. "Anne nolur. " diyerek ağlamalarının arasından yaşlı gözlerime baktı. "Nolur anne bırakma beni. Nolur, nolur bırakma. "

 

"Ahuzar... "

 

"Bende geleyim? " dedi hemen. "Seni alacaklarsa beni de alsınlar bende geleyim! "

 

"Bebeğim olmaz. " diyerek nefesimi çektim sıkışarak. Hıçkırmamak için kendimi sıkıyordum. "Olmaz. Altı yaşından bir ay bile büyük çocukları almazlar. "

 

"Anne! " diye bağırarak yine boynuma başını gömdü. "Seni benden almasınlar! Nolur! "

 

Sesimi çıkarmadım. Kızıma sarılarak nefes aldım bir süre. Daha sonra yavaşça ondan ayrılarak yüzüne baktım. Göz yaşlarını sildim. "Bana bak... " diyerek fısıldadım. Yutkundum. "Bana bak annecim. "

 

Masmavi gözlerini yavaşça kaldırarak bana baktı. Dudakları bükük şekilde gözlerime baktı. "Sen benim kızımsın." dedim. "Sen benim güçlü kızımsın. Çolak seni benden her ayırdığında ne adına birbirimize söz veriyorduk? "

 

"Hep güçlü olucam. " diyerek yüzünü buruşturdu acıyla. Hıçkırarak zorla yutkundu. "Annemin güçlü kızıyım ben! "

 

"Şimdi bana. " diyerek elimi uzattım. "Bu sözü bir kez daha verir misin? Son kez... "

 

Bir elime bir gözlerime baktı. "Kaç yıl görüşemeyeceğimize bağlı... "

 

"Annecim yapma... " diyerek başımı omzuma eğerek ağlamamaya çalıştım. "Yapma nolur, "

 

"Ben seni bırakamam, ben daha çocuğum! Anneme ihtiyacım var! "

 

Kalbimin sıkıştığını hissediyordum. "Yapma... " diyerek ellerimi kalbime bastırdım. "Yapma... "

 

"Anne! " diyerek ellerimi tuttu. "Tamam, söz! Söz tamam valla söz. " diyerek korkuyla bana baktı. "Yemin ederim sensiz her yerde güçlü olucam. Valla. Senin gibi olucam, çünki ben annemin kızıyım. "

 

Onu kendime çekerek sarıldım. "Bende kızımın annesiyim. "

 

Kızımın annesi...

 

🥀

 

ERTESİ GÜNÜ

 

•SABAH ON-ONBİR CİVARI•

 

 

Saatlerdir Çolak'a ait bütün malikaneleri, şirketleri, depoları basmışlardı ancak ellerinde koca bir sıfır vardı. Kimi tehdit ettiyse bilen kimse yoktu. Karavir soyadında kimse şehir dışına da çıkmamıştı.

 

Amcasının bile yaşadığı malikaneyi basmışlardı ancak elde hala koca bir sıfır vardı. Bu seferde kardeşi Çelik'in malikanesine gelmişlerdi. Arabalardan inerken Murat silahının tetiğini çekerek Kaya'ya doğru geldi. "Sence de bir tuhaflık yok mu? "

 

Kaya da gümüş rengi silahını çıkarıp tetiğini çekti. "O kadar çok var ki hangisinden bahsediyorsun? "

 

"Bu şerefsizin amcası da yok ortada. "

 

Kaya önündeki malikaneye baktı. "Onu bende fark ettim. Adamları etrafta ama kendileri yok. "

 

"Bize karşı kurulan bu silahlı saldırı da amcasının da parmağı olabilir. "

 

"Ona ne şüphe. Kansız biter mi ülkede? " diye sinirle baktı Murat'a. Murat'ın da ondan aşağı kalır bir yanı yokken sürgülü kapıya doğru ilerlediler. Adamlar çoktan içeriye dalmıştı. "Bakalım piç kardeşi burada mı. Eğer o da burada değilse bil ki ortada çok büyük bir kumar dönüyor. "

 

Murat burnunu çekerek silahla birlikte ellerini arkasında birleştirdi. "Bence, ha bunun kardeşu gereksuz. Nerden bilisın diye sorarsan görmuşluğum var. Çok kez farklı kimliklerle karşusuna çıktum. Bir boku becerememuş herifun teki. Abisinin üstundan geçineyi."

 

"Yani? " dedi Kaya da yandan ona bakarak.

 

"Bence dedum ya. " diyerek Murat'ta ona baktı. "Bunun öteceğunu anlayup yanlarunada almamuş olabilurlar. "

 

Kaya sessiz kalarak bahçeden içeri baktı. Adamların bir kısmı yerde ters kelepçe yerken kimileri etkisiz haledeydi. "Komutanım." dedi bir asker. "İçeri girmek için sizi bekliyoruz."

 

Murat başını bir kez sallayıp tekrar Kaya'ya döndü. "Sen ne demak istediğumu anladun."

 

"Anladım." dedi Kaya başını sallayarak. Üstündeki siyah gömlek kırış kırıştı. Saçları da dağılmış, Ç gözlerinden uyku akıyordu. Ancak şimdi olmazdı. İlk önce sevdiği kadını bulacaktı sonra ise onun kollarında uyuyacaktı.

 

Yoksa başka türlü bu yorgunluk gitmezdi.

 

"Çelik itine gerek kalmadan zaten bir oyun ortada dönüyor diyorsun. "

 

"Aynen onu diyorum. "

 

Birlikte malikanenin oraya ilerlediler. Yangazlar malikanenin arka tarafına geçemsiyle Mahir de peşlerinden gitti. İki adamın çektiği silahları görmesiyle durakladı. "O ne? " diyerek ellerini kaldırdı.

 

Önündeki Yangazlar ellerini havaya kaldırmış omuzlarının üstünden gülerek Mahir'e bakmışlardı. "Oyuncak tabanca abi. Neye benzeyi? " dedi Furkan.

 

"Valla ya. " dedi Burak da gülerek.

 

"Lan manyak mısınız ne gülüyorsunuz? " diyerek arkasından çıkardığı tabancayla sağdakinin kolundan soldakinin de tetiği çekmesine izin vermeden omzundan vurmuştu. İkisininde elinden silah düşerken bir kaç görevli, adamların yanına hızla ilerlemişti.

 

"Yürüyün hadi, arka taraftan girecez. " diyerek tam önlerine geçip ilerlemişti ki sıralı ağaçların arasından elinde tırpanla bir adam çıktı. Sabır çekerek baktı adama. Tırpanı Mahir'e doğru tuta tuta yavaşça ilerledi adam.

 

"Bu ne? Tırpan mı? Patates mı ektin? " dedi Mahir sinirle. "Yoksa onunla bana mı vurucan amını siktiğim! " diyerek adama da ateş etti.

 

"Mahir abi sakin. Ne bu sinir? "

 

"Olamıyorum oğlum. Sabahtan beri fare gibi her bir delikten adam çıkıyor. "

 

En son arka taraftaki kapından içeri girerek oturma odasının olduğu bölüme doğru ilerlediler. Kaya ve Murat'ta ellerindeki silahla yavaşça içeri daldı. Etrafa baka baka asker edasıyla ilerlediler. Salona girdikleri an karşılarındaki Mahir ve yangazları gördüler. Koltukların olduğu bölüme bakmasıyla Çelik'i kırışık üç düğmesi açık bir beyaz gömlekle yattığını gördü. Masanın üstünde viski bardağı vardı. Yerde de kırılmış bir şişe.

 

"Nolmuş lan burda? " Yer kan izleriyle doluydu. Birisi kana basıp ayakkabılarıyla gezmişti sanki.

 

Murat ilerleyerek temiz yerlerden geçip Çelik'e doğru ilerledi. Nabzını kontrol edip yaşayıp yaşamadığı test etti. "Nabız normal. Sızmış. " Vücuduna baktı. "Yara görünmüyor. "

 

"LAN! " Sesin geldiği yere döndü herkes. Mahir hızla uzun bir koltuğun arkasına ilerledi. Ayak izlerini takip etmişti. "Lan bu o kız! "

 

Kaya hızla ilerleyip korkarak kafasını uzattı koltuğun üstünden. Sarı saçları kan revan olmuş kadına baktı. Murat eğilerek yerdeki beyzbol sopasını aldı. Avucunun içindeki sopayı sıkarak, "Bu şerefsiz de abisi gibi... "

 

Mahir, "Neydi bu kızın ismi? " diye sordu. Yavaşça ilerleyip başına oturdu. Nabzını kontrol etti.

 

"Mine." dedi Murat. "Mine Doğan. "

 

"Nişanlısı... Öyle demişti. " dedi Mahir.

 

"Kızı zorla yanında tutuyor. "

 

"Sen nerden biliyorsun? " dedi Mahir.

 

"Bir yıldır Çelik'le. Yakın takip sonucu evinin içinde neler yaşadığını öğrendim. Hatta şikayet etmesi için karşısına çıktım. Polisim dedim, yardım ederim dedim ama Çelik piçi kızı çok korkutmuş. Polis kelimesini duymasıyla hemen gözleri doluyor. Uzaklaşıyor. "

 

Mahir bir hışımla ayağa kalktığı gibi koşarak koltukta baygın yatan adama yöneldi. "ULAN ÇOLAK'TAN ÖNCE KISMET SANAYMIŞ!" diyerek yatan adamın yakalarından tuttuğu gibi yumruğunu geçirdi. Yumruğun şiddeti ile yavaş yavaş acı çekerek kıbırdandı olduğu yerde ardından haykırdı acıyla. Mahir affetmedi. Bir kez daha tuttu yakalarından. Yumruğunu tekrar geçirmesiyle yangazlar iki kolundanda tutarak geriye çekti.

 

"Bırakın lan beni! " diyerek yere savrulan burnunu tutan, kıbırdanıp başını kaldıran adama baktı. "Gücünüz bir kadınlara mı yetiyor lan! Söyle! "

 

"Siz kimsiniz lan? " dedi Çelik her şeyden bağımsız.

 

"ABİ! " Ahmet içeri koştur koştur girerek Kaya'ya doğru ilerliyordu ki durakladı. Yerde yatan adama baktı. Sonra ise Kaya'ya doğru ilerleyip, "Gülhan Hanım kendine gelmiş. Atakan aradı. Kadının seninle konuşması gerekmiş. " dedi.

 

"Birde... Sana vermesi gereken bir şey varmış. " Kaya kaşları çatık şekilde Ahmet'e bakarken Ahmet, Murat'ın olduğu yere baktı. Yerde kan izlerini görmesiyle herkese şöyle bir baktı yaralı var mı diye ama yoktu. Bir kaç adım daha koltuğa ilerleyerek kanın gittiği yere doğru baktı. "Lan! " dedi şaşkınca.

 

Yerde kanlar içinde yatan kadını gördü. Kaya, Murat'a döndü. Murat'ta, Kaya'ya. "Ben buradan ayrılamam. Ama sen gidip ne söyleyecek ne verecek bir bak. "

 

Başını salladı Kaya. "Eyvallah."

 

Arkasını dönüp şokla yere bakan Ahmet'in omzuna bir kez vurup ilerledi. Ahmet adımlarını zorlansa da attı. Kaya'nın peşinden ilerledi. "Kaya." dedi Murat. İkisininde ilerleyen adımları durakladı. "Ablamla alakalı her bir gelişme de haberim olsun. "

 

Omzunun üstünden Murat'a baktı bir süre. Başını yavaşça sallayıp Karavir'lerin Malikanesinden sağ koluyla beraber ayrıldı.

 

Bir süre sonra geldiği hastaneden içeri girerek odanın önüne geldi. Şeyma içeriden çıkarak Kaya'ya baktı. "Konuşabilir miyiz? " Kaya kaşlarını çatarak başıyla onayladı.

 

Bir iki adım kapıdan uzaklaşarak karşı karşıya durdular. "Sorun ne? "

 

Derin bir nefes aldı Şeyma. "Sorun şu ki çatışma çıkmadan önce telefonum odamda yoktu. "

 

"Ee? " dedi Kaya, banane havasında.

 

"Gülhan ablaya felan sordum. Hatta Atakan'ın telefonundan kendimi aradım ama yok. Malikanede değildi. "

 

Kaya kaşlarını çatarak etrafa şöyle bir baktı. "Sadede mi gelsen? "

 

"Ahu'nun telefonumu alma ihtimali şüphesiyle emniyette numaramın konumuna baktırdım. "

 

İşte şimdi Kaya'nın dikkatini çekmişti. "Ahu onların elindeyse nasıl alsın telefonu? "

 

"Sonradan telefonumun ortada olmayışıyla aklıma sol botundaki kan geldi. Onun kanıdır diye düşünmüştüm aklıma başka bişey gelmemişti. Ayrıca belli olmaz. Her kadın küçük bir umutda olsa kurtulmanın yolunu arar. Belki telefonu cebine ya'da paltosuna sokup boş bir zamanın da polisi aramak için almıştır. "

 

"Birine zarar vermiş olabilir mi?"

 

"Bilmiyorum, kan onunda olabilir. "

 

"Ee sonuç? "

 

"İşte sonuç, İstanbul'da değiller. " NE?

 

"Ne demek İstanbul'da değiller? " diyerek Şeyma'ya doğru bir adım attı.

 

"Baya, Karadeniz Rize konumunda. Yolda ilerliyor sadece. "

 

Kaya şaşakınca Şeyma'ya bakarken anlamaya çalışıyordu. Odanın kapısı açıldı. Gülhan ayakta zor durur vaziyette çıkarak onlara doğru baktı. Gözleri dolu doluydu. "Kaya." diyerek fısıldadı. Normalde bir insanın bile duyamayacağı kadar kısıktı ama Kaya arkasına bakma dürtüsüyle yavaşça dönerek arkasındaki orta yaşlarda olan kadına baktı. "Sensin, dimi? "

 

Şeyma'yı gösterdi çenesiyle. "O kadın bana senin geldiğini söyledi. "

 

Kaya tamamen kadına doğru dönerek yavaş adımlarla ilerleyip karşısında durdu. "Ayakta duramıyorsunuz. Lütfen içeri geçelim. "

 

"O seni asla affetmeyecek. " dedi Gülhan. Dolu dolu gözlerle baktı Kaya'ya. "Neden gelmedin... " diye fısıldadı. "Neden ölüme sürükledin onu? "

 

"Ahu... " dedi Kaya. "Nerde? " Zorla yutkunmuş ve sormuştu. Kadının her bir sorduğu sorular kendisinde bile cevap olarak yoktu.

 

Gülhan boynunu eğerek ağladı. Tam dengesini kaybediyordu ki Şeyma ve Kaya kollarından tutarak içeri götürdüler. Kaya kadını yatağa oturtarak önünde diz çöktü. "İyi misiniz? Su? " diye sordu yatağın yanındaki sürahiyi işaret ederek.

 

Gülhan başını iki yana salladı. "Sevdiğini uzakta arama. " diyerek burnunu çekti. "Çünkü o ait olduğu yerde. " diyerek elini ceketinin cebine attı. Buruşuk bir kağıt parçası çıkararak avcunu açıp Kaya'ya doğru uzattı. "Yavrunu sana getirmek için, ait olduğu yere gitti. Sana gitti. "

 

Kaya ağırca ve acıyla yutkundu. Kadının her söylediği bir söz o kadar içine işliyordu ki. "Me..." Yutkundu. "Mezarıma mı? "

 

"Oku." dedi kadın sadece. Göz yaşları ardı ardına akıyordu.

 

Kaya kadının elindeki kağıdı yavaşça alarak ayaklandı. Arkasını dönerek buruşmuş kağıdı açtı. Okudu. Gözleri her bir ezbere bildiği el yazısında gezindi.

 

Yıllardır üzerimde emeğin bol. Sen yıllardır beni bırakıp hiçbir yere kıbırdayamazken benim seni almadan

gitmem biliyorum ki, nankörlük.

Özür dilerim abla.

Ben yapamam dediğimi tam on beş dakika önce yaptım. Şimdi ise görevimi yerine getirmeliyim.

Ben de kızım da buraya ait değiliz. Senden tek istediğim beni affetmen. Beni affet abla.

Ve nolur peşimden gel.

Sen benim nereye ait olduğumu iyi biliyorsun...

 

Mira Ahu Alkım.

 

"Bu mektubu sana mı bıraktı? " diye sorarak elinde kağıtla Gülhan'a doğru döndü.

 

Yavaşça başını salladı kadın. "Bıraktı ve gitti."

 

"Ahu... " dedi acıyla Kaya. "Karadeniz de mi yani? Gerçekten..."

 

Başını salladı Gülhan. "Bişey daha var. " diyerek titreyen elini tekrar cebine attı. Beyaz bir mendil çıkardı. Uçları bağlıydı. İçinde bişey olduğu belliydi. "Bu... "

 

Kaya yavaşça yanına adımlayıp elindeki bohça şeklini almış küçük mendili aldı. "Giderken telaştan almamış, ama ben aldım. " diyerek gözleri dolu dolu baktı. "Keşke yaşadığını hisettirseydin..."

 

Telefonu çalmasıyla başını cebine doğru eğdi. Dolu gözlerle cebindeki telefonu çıkararak baktı. Yengesi arıyordu. Kaşları çatılırken yanıtlayıp kulağına dayadı. "Yengem! " dedi karşı taraftan Ayşe.

 

"Bir sorun mu var, hayırdır yenge? "

 

Ayşe ağladığını belli eden bir ses çıkardı. Burnunu çekip, "Yengem o burda. Geldi... " dedi.

 

"Ne!" dedi yutkunarak. "Ahu mu? Orda mı? "

 

"Gitti." dedi Ayşe. "Ahuzar'ı bıraktı. İşim var dedi, gelirim belki gibi bişeyler mırıldandı. Peşinden gittim ama arabası vardı hemen gitti. "

 

Kaya'nın kalbi umutla attı. O buraya ona gelmişti. Ahu ise onun için kaçıp Karadeniz'e gitmişti.

 

"Geliyorum! İki saate ordayım. " diyerek hemen telefonu kapatıp hızla mendili cebine atarak ordan ayrılıyordu ki onunla beraber Gülhan da ayaklandı.

 

"Bende geliyorum! "

 

🥀

 

.•♫•♬• 𝒁𝒖𝒍𝒎𝒆𝒕𝒎𝒆 𝑲𝒂𝒓𝒂𝒅𝒆𝒏𝒊𝒛 - 𝑨𝒚𝒔̧𝒆 𝑲𝑶𝑳𝑰̇𝑽𝑬𝑹 •♬•♫•.

 

KARADENİZ

RİZE

 

•UÇURUM KENARI•

 

•İKİ BUÇUK SAAT SONRA•

 

Saçlarım yüzümü örterken yavaşça çektim. Gözlerimin artık davul gibi şiştiğini hissediyordum. Gözlerim hala dolu doluyken aşağıdaki asi denize baktım. O kadar hırçındı ki dalgalarını sertçe kayalara çarpıp çarpıp geri çekiyordu. Daha üstünden saniyeler geçmeden yenileri gelip bir kez daha dalgalarını kayalıklara çarpıyordu.

 

Dizlerimin üstüne oturup ağlayarak aşağıyı izledim. Kızımın çığlıkları hala kulaklarımdan gitmezken artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu çözemez vaziyetteydim.

 

BİR SAAT ÖNCE.

 

... 

 

Arabayı yavaşça konak kapısının önünde durdurarak aynadan arka koltuğa baktım. Yol boyu kendini ağlamaktan helak etmişti. Boncuk gözleri kızarmış vaziyette sürekli aynadan beni izlemişti. İç çekişleri devam ederken sanki bana yapma anne, gitme anne diyecek gibi duruyordu ama söz verdiği için diyemiyordu.

 

"Yapma böyle annecim. " diyip emniyet kemerimi çözerek arabadan indim. Kapıda duran adamlar bana bakarken umursamadan arka koltuğun kapısını açarak kızımın yanına oturdum. "Annem? "

 

"Anne! " diye ağlayarak göğüsüme sığınmaya çalıştı. Emniyet kemeri izin vermeyince hemen çözüp onu kendime çektim. "Nolur... " dedi başını gömdüğü yerden. Sesi boğuk çıkarken kendimi zorladım. Yapmak zorundaydım...

 

"Annecim böyle yapma... "

 

"Nolur anne, nolur... " dedi. Ardı ardına hıçkırdı, nefes alamadı. "Nolur beni bırakma! Geri dönelim! He? " diyerek başının kaldırdı. "Özür dileyelim bir hafta bir ay felan seni benden ayrısın ama yıllar boyunca benden ayrı kalma! Anne nolur! "

 

"Şşt! " diyerek yanaklarını kavradım. Göz yaşlarını silerek, "Bu düşünceyi aklından çıkar. Sil. Eğer dönersek asıl o zaman herşey kötüleşir. Geri döndüğümüzde ikimizide ölürür."

 

"Neden? " diye sordu ağlaması durulurken.

 

"Çünkü ona, senin onun kızı olmadığını söyledim. "

 

Başını tekrar ağlayarak göğüsüme dayadı. "Ben nasıl senden ayrı kalıcam peki? Ya sen? Küçük kızından nasıl ayrı kalacaksın? "

 

"Ben kızımın güçlü annesiyim. Dayanırım. Peki ya sen? " diyerek başımı eğip ona sordum. Bir damla göz yaşı gözümden akıp onun saçlarıyla buluşurken başını yavaşça kaldırdı.

 

"Bende..." dedi. "Bende annemin güçlü kızıyım. Dayanabilirim belki... "

 

Ona sıkıca sarılarak saçlarını defalarca öptüm. Onu bırakamdan önce babasıyla tanıştığımız tepeye görtürdüm. Yıllardır ona anlattığım hikayelerden biriydi. Babamla nasıl tanıştınız hikayesiydi ismi. Ona anlattığım tepeyi gördüğünde o da çok sevmişti.

 

Bir tepem daha vardı denize bakan...

 

Ama ona onu gösterezdim, bize mezar olan o tepeyi ona anlatamazdım.

 

Sonra babasının mezarına götürdüm onu. Ona, baban burada gerçekten yatıyor mu bilmiyorum, dedim. Eğer yatıyorsa şuan o burda, yatmıyorsa ben göremeden sen babana kavuşucaksın, demiştim.

 

Ahuzar da bana, ya babam beni sevmezse, diye sormuştu. Ona sadece, hiç şüphen olmasın, demiştim. Çünkü baban en çok ilk çocuğunun kız olmasını isterdi ve sen onun ilk kızısın.

 

Ve onun verdiği ismi taşıyorsun...

 

Arabadan inerek yavaşça demir yapıya yürüdük. Adamlar önümde durmasıyla, "Osman Karahanlı için geldim. " diyerek durdum. "Ya da Asiye Karahanlı da olur hiç fark etmez. "

 

"Ne için? "

 

Elimi tutan kızımı işaret ettim. "Onlara vermem gereken bir emanetim var. " Adamlar kızıma bakarak yutkundu.

 

Kapıyı açarak bir kişi içeri girip yolu gösterdi. "Buyrun beni takip edin. "

 

"Yolu biliyorum. " diyerek onu beklemeden ilerledim. Kapıya varmamla başımı eğip kızıma kısa bir bakış attım. Sonra ise yumruğumu kaldırarak kapıyı sertçe çaldım.

 

Bir süre sonra kapı açıldığında başımı kaldırarak kimin açtığına baktım. Asiye Karahanlı...

 

Şaşkınca bana bakmasıyla elindeki fasulye leğeni yere düştü. Bıçak bir yana leğen ve fasulyeler bir yana giderken içeriden Ayşe'nin sesini duydum. "La noli? Abla? " diyerek geldiği gibi beni görmesiyle kendi tükürüğü boğazına kaçtı.

 

"Uyyy! " dedi Asiye Karahanlı. Eli ağızında kızıma bakıyordu. "Ahu? " dedi içi gide gide.

 

Donuk bakışlarımı bir dakika bile ikisinden ayrımadan elini tuttuğum kızmın eliyle beraber elimi hafiften kaldırdım. "Size... " dedim. Boğazım o kadar kururmuştu ki yutkunmak zorunda kaldım. "Size Ka... Kaya'nın ema... emanetini getirdim. " dedim zoraki konuşarak.

 

Ahuzar onlara ağlayarak bakarken Ayşe ağlayarak bana doğru koştu. Bir adım geri çıkmamla kolları havada asılı bir şekilde bana bakakaldı. "Nolur abla... " dedim. "Nolur işimi zorlaştırma. Al Ahuzar'ı hadi. " Kendimi vazgeçmemek için sıkıyordum.

 

"Sen? " dedi bir dakikalığına durularak. "Sen? "

 

"Ben, " dedim kızıma tekrardan bakarak. Bırakmak istemiyordum. Ama bırakmak zorundaydım. "Ben, şey. Benim işim var. " diyerek tekrar gözlerimi onlarla bulurşturdum. Asiye Karahanlı sürekli yaralı yüzüme bakıp kalbini tutarken Ayşe de yaralarıma bakarak Ahuzar'a dönmüştü. "İsmu? "

 

"Ahuzar." dedim.

 

O Ahuzar'a doğru ilerlemesiyle Ahuzar hemen bacağıma yapışıp sadece kafasını korkarak uzattı. "Anne... " diye fısıldadı ağlayarak.

 

Burnumu çekerek ellerinden tutup önünde diz çöktüm. "Annecim." diyerek nefes aldım. "Gitmem gerek. "

 

"Anne... Nolur..."

 

"Ahu'm yapma... " dedim. "Hadi. İçeri gir, Ayşe abladan da korkma. O iyi biri tamam mı? Hadi. "

 

Ayşe tereddütle bakarken Ahuzar'ın elini Ayşe'ye doğru uzattım. Ayşe tuttuğu elle arkasına baka baka girdi içeri. Ahuzar ise önünde yürüken asla bakışlarını benden çekmiyordu.

 

Asiye Karahanlı kendine gelerek yere döktüğü fasulyelerin üstünden geçip bana doğru gelmsiyle geri çıktım. Ağlayarak eli havada açık bir şekilde kalmıştı. Elini yüzüme süreceğini anlamıştım ama onlar da benim için bitik sayılırdı.

 

"Ahu... " dedi. "Kızum... "

 

Sadece baktım.

 

"Yalvarurum etma... "

 

"Senden tek bişey isticem. " dedim boğazımı temizleyerek. "Annemin mezarını söyle. " Donup kalırken konuşmayı unuttu bir süre. "Annem nerde? "

 

Bir süre acıyla yüzüme baktı. Pes edercesine yutkundu.

"Aynı mezarlukta. " dedi. "Sadece kapuya daha yakun. Üçüncü mezarluk. "

 

Arkamı dönerek kapıya ilerlememle bağırdı. "Dur nereye! "

 

Kapıdan hiddetle çıkmamla Ayşe'nin sesini duydum. "Ahu! " Hemen ardından ise yavrumun sesini duydum. Haykırışlarını... Yalvarışlarını duydum...

 

"Anne! " demişti. "Anneee! " ağlayan seslerini boğazı yırtılırcasına bağıran seslerini duydum. "ANNE NOLUR ANNEE! ANNE! NOLUR ANNE BENİ BIRAKMA ANNE! "

 

"ANNEEE! "

 

... 

 

"Özür dilerim annecim." dedim.

 

"Özür dilerim... "

 

Oradan ayrıldığım gibi annemin mezarına gittim. Af diledim. Benim yüzümden ölmüştü. Benim acıma dayanamamıştı. Benim üzüntüm ona fazla gelmişti.

 

Benim yüzümden kalp krizi geçirmişti.

 

Uçurumdan aşağı baktım. Hayatım bu kadar zor mu olmalıydı?

 

Asla belki kendi canıma kıymazdım. Asla...

 

Bu zamana kadar bütün acılara boyun eğmiştim, canımı almayı sadece Çolak'tan hamile kaldığımı zannettiğim zaman düşünmüştüm. Onun haricinde asla canıma kıymak istemedim.

 

Bir kızım vardı, bir çocuğun vardı. Kıyamadım ona da kendime de. Ama şimdi mecburdum. Yoksa kızımdan yirmibeş yıl ayrı kalacaktım. Bir ömür...

 

Onun yerine canıma kıymayı yeğlerdim.

 

Biliyorum, bu bir isyandı. Bu yapacağım şeyle öteki tarafta cidden yatacak bir yerim olmayacaktı.

 

Bütün vücudum soğuktan ve yorgunluktan titrerken gözlerimi zor açık bırakıyordum. İki gündür uyumuyordum. Aslında ben hiç uyumuyordum. Korkudan hep bir veya iki saatle dururdum.

 

Birden fazla araba sesi duymakla kaşlarım çatılırken omzumun üstunden baktım. Beş araba birden tozu dumana katarak durmasıyla ayağa kalkarak bedenimi tamamen onlara çevirdim.

 

"AHU! " diye bir ses duymamla arabanın sürücü koltuğundan inen adamı gördüm. Bedenim daha da titrerken yüzüm buruştu.

 

"Hayır... " dedim dizlerimin üstüne çökerek. Herkes buradaydı. Herkes. Murat bile... "Sen ölüsün! " dedim ağlayarak. Yüzü dağılmış vaziteydi.

 

Kaya...

 

"Yaşıyorum." dedi bana doğru gelmeye yeltenerek. Elimi anında kaldırarak adımlarını havada asılı kalmasını sağladım.

 

"Sakın." dedim. "Sakın! " acıdan yüzüm buruştukça buruştu.

 

"Abla... " duyduğum sesle Murat'a döndüm.

 

"Ablam? "

 

"Ne işin var orada kurban olduğum gel buraya... " diyerek boynunu büktü.

 

Büyümüştü. Hem de fazlasıyla. İrileşmişti. Üzerindeki formaya baktım. "Başardın mı? " diye sordum. Sesim fısıltıyla çıkarken elim kalbime doğru gitti.

 

Başını salladı. "Senun içun. "

 

"Yengem bişey yap! " Ayşe hızlı hızlı nefes alarak ellerini uzatmış bana bakıyordu. "Ablam nolır? " dedi ağlayarak. "Nolır... "

 

Kaya'nın arkasına baktım. Tanımadığım bir adamla yangazları gördüm. Güldüm. Gözlerim dolu dolu güldüm. "At sinekleri. " dedim. Eskiden onlara taktığım bir isimdi çünkü okul çıkışı Kaya'nın işi olduğunda hep peşime onları takardı. Lise zamanından kalmaydı belki ama hala bu lakap devam ederdi. Bir zamanlar...

 

"Yenge... " dedi Burak ağlayarak. "Yenge napaysun orda? Hiç yakışayi mi saa? "

 

Furkan yutkunarak ayaklarıma ve uçuruma baktı. "Belki yıllar önce bizi bırakmamuştun. " dedi. "Şimdi bırakmaya mu karar verdun? "

 

Bakışlarım donuklaşırken sessiz kaldım. Bende sessizlik hep evet demekti.

 

"Ahu... " dedi hasrettik olduğum ses. "Ahu'm... "

 

Eğdiğim başımı kaldırdım. Baktım ona. Yüzüm kireç gibiyken kaşlarım çatılıktı. "Sen benim için ölüsün. " dedim. Sert sesimle sanki yüzüne yumruk atmışım gibi irkildi.

 

"Deme öyle... " diye fısıldadı. "Deme... "

 

"Sen eğer yaşasaydın ben bu altı yılı yaşamazdım. " diyerek başımı iki yana salladım. Yüzüme baktı. Boynuma. Derbeder halime baktı. "Benim bildiğim, benim sevdiğim adam beni o hapishaneye mahkum etmezdi! "

 

Ağlayarak, gözlerimin önü buğulu bir şekilde baktım ona. "Seni evde biri bekliyor Karahanlı. Eğer çok yaşadığını düşünüyorsan kızıma," Yutkundum. "Kızımıza iyi bir baba ol. "

 

Yüzüme bakakalırken sadece o değil herkes bakakalmıştı. "Bırak beni! " diye bir ses yükselmesiyle arabadan inen Gülhan ablayı gördüm. "Ahu! " dedi bana doğru gelirken. Şeyma da burdaydı, hemen peşinden inip, "İyi değilsin! " demişti.

 

"Ablam yapma! "

 

Kaya ise ayaklarıma bakıyor çaktırmamaya çalışarak ufak ufak bana doğru yaklaşıyordu. "Yaklaşma! " diye bağırdım dişlerimin arasından.

 

İrkilerek bana baktı. Ellerini kaldırıp, "Tamam tamam. " dedi. Değişmişti. Saç kesimi değişmişti. Sakal bırakmıştı. İrileşmişti. Önceki Kaya'dan eser yoktu. "Ama şunu unutma Ahu. " dedi bana bakarak. Lacivert gözlerindeki duyguyu özlemiştim... Kokusunu özlemiştim...

 

O gerçekten yaşıyordu?

 

O gerçekten burdaydı.

 

Kanlı canlı...

 

Kararlı gözlerle baktı bana, bir eli temkinli bir şekilde havadaydı. Sanki sakinleştirmek ister gibi. "Eğer ordan atlarsan peşinden atlarım! "

 

Vücudum içinde küçüldükçe küçüldüm. "Gidişin hayatımı maf etti," diyerek hıçkırdım. "Dönüşün ölümüm olacak. " diyerek hıçkırdım. "

 

"BU SEFER SEN BENİM ÖLÜMÜMLE BAŞ BAŞA KALACAKSIN! " diye haykırarak derin nefesler aldım. "Aramızdaki fark benimki seninki gibi sahte olmayacağı... "

 

"Hayır." dedi. Bir adım geriye çıkarak iyice uçurumun dibine gittim. "Ruhum acıyor. " dedim. "Canım acıyor... Artık kaldıramıyorum. "

 

"Yapma." dedi ayaklarıma bakarak. "Söyle bana, canını ruhunu acıtan herkesi öldüreyim. "

 

Başımı iki yana salladım. Koyu gözlerine baktım. O ise benim yaralı yüzüme içi gide gide baktı. "Ruhumu acıtan insanlardan kurtulunca geçmiyormuş. Onlardan birini öldürünce anladım. "

 

Herkes bana şokla bakarken ben sadece müptelası olduğum gözlere bakıyordum. Bakışlarımı bir dakika bile ayrımadım ondan. "Neden gelmedin diye sormicam. " dedim. "Çünkü hala sana güveniyorum. Gelmediysen vardır bir sebebi... "

 

"YOK! " diye bağırdığını duydum Murat'ın. Bana bakıyordu sinirle. "NOLUR ABLA. GÜVENME ARTIK ŞU HERİFE! ALTI YILDIR RÜTBE YÜKSELTMEKTEN BAŞKA BİR BOK YEDİĞİ YOK! "

 

"Lan bana bak! " dedi tanımadığım o adam araya girerek. "Benim asabımı bozup durma! Anlattık ya lan üstü kapalı! "

 

Onlar laf dalaşına girerken Kaya'ya baktım. Başımı yavaşça iki yana salladım. "Yıllardır hapis yatacağıma ölmeyi yeğlerim." dedim. Bunu bağırarak değil normal bir şekilde söylemiştim. Murat ve o tanımadığım adam duymamıştı bu söylediğimi. Yangazlar ise o ikisi birbirine girmesin diye aralarına girerken duymamışlardı.

 

Ama Kaya duymuştu. Neden yıllarımı bu adamla geçirdiğim uçurumdan kendimi atacağımı anlamıştı. "Biz zaten bu uçurumdan altı yıl önce atlayarak ölmüştük. Sen hayallerine ben ise acılarıma gitmiştim..."

 

Ayşe, "Hayır." dedi. Hızla bana doğru ilerleyeceği an Şeyma sertçe kolundan yakaladı. "Napıyorsun! Atlamasına sebep olacaksın! " demişti. Onun bile hala gerçekten kim olduğunu çözememiştim.

 

Ayşe bana dolu gözlerle bakarken Gülhan abla bayıldı. Eli başında yere düşmesiyle bir an ona doğru koşacaktım. Ancak Kaya'nın da hızla bana bir iki adım atmasıyla duraklayıp adım adım geriye gittim. Herkes Gülhan ablanın başına toplaşırken Kaya'nın yüzü bir anda şokla ve korkuyla dalgalandı. "AHUUU! "

 

Bakışları ayaklarımdayken en son sol ayağımın boşluğa gittiğini hissettim. Ellerim bir yerlere reflexen tutunmak için açılırken kendimi sırt üstü aşağı düşerken buldum. Uzun silah saçlarım önümü kapatırken son gördüğüm sevdiğim adamın da peşimden atlamasıydı...

 

Dediğini yapmıştı, peşimden atlamıştı...

 

🥀

 

İNSTAGRAM: dilekkoc_pjm

WATTPAD: dilekkoc6789

KİTAPPAD: dilekkoc6789

TİKTOK: gece0866

 

 

Bölüm : 15.12.2024 20:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...