
Haktan arabayı çalıştırıp hızla sokakta ilerlediğinde birkaç saniye sonra Dilhun'un görüş açısından çıkmıştı. Dilhun üzerinde ki durgunluğu atlatıp eve adımladığında kafasında ki düşünceler ağırlık yapar hale gelmişti. Haktan'ın gitmeden önce söyledikleri zihninde yankı yapıyordu. Çantasında ki anahtarı çıkarıp, kapının kilidini açtığında evde sessizlik hakimdi. Saat gece yarısına geliyordu. Evden çıkalı uzun zaman olmuştu. Babasının çalışma odasında onu beklediğinden emindi. Neriman Hanım ise erken yatmayı hayat kuralı haline getirdiği bir yaşantıya sahipti. Dilhun bunun rahatlığıyla kapıyı kapatıp üzerinde ki ceketten kurtuldu ve ayağında ki toprak bulaşmış ayakkabılarını kapının kenarında çıkarıp holde ilerledi. Üst kata çıktığında babasının çalışma odasının kapısının aralık olduğunu gördü. Onun yanına gitmeden önce kendi odasına girdi. Dolabını açıp belinde ki silahı kasasına tekrar koydu. Yanına alırken ki cesareti şimdilerde yok olmuştu. Eli titriyordu Dilhun'un. Aklında birine zarar verebileceği düşüncesi geldikçe tüyleri ürperiyordu. Kasayı kapatıp evden çıkmadan önce yatağının üzerinde çıkarttığı kıyafetlerini tekrar üzerine geçirdi ve kirli eşyalarını sepete atıp odasından çıktı.
Babasının çalışma odasının kapısını açıp içeri girdi. Şampanya rengi duvarlara asılı tablolar odanın çoğunu kaplıyordu. Babasının büyük tutkusuydu tablolar. Dilhun odaya girip kapıyı kapattığında babası önündeki kağıtlardan başını kaldırdı ve onu gördüğünde maun ahşap renginde ki masasının çekmecesini açıp kağıtları oraya koydu. Dilhun masasının karşısında ki kemik renginde ki tekli koltuklardan birine oturdu. Akif Bey her zaman ki gibi kendisine termosunda çayını alıp odasına kapanmıştı. Kızı için getirdiği bardağa çay doldurup ona uzattığında Dilhun burukça gülümsedi. Çay bardağını alıp önünde ki çalışma masasıyla aynı renkte olan sehpaya koydu. "Telefonda sesin kötü geliyordu. Bir sorun mu var?"
"Haktan'la nereden tanışıyorsunuz?" Dilhun, yüreğinde sızı oluşmasına sebep olan soruyu dile getirdiğinde alacağı cevap onu tedirgin etmişti. Akif Bey gelen soruya karşılık kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. "Sen bunu nereden biliyorsun?"
"Sence önemli olan bu mu baba?" Dilhun çayından bir yudum aldı. Soğuktan üşümüş elleri bardakla buluştuğunda ürpermişti. "Bir etkinlikte karşılaşmıştık. Orada tanıştık."
"Bildiğim kadarıyla Haktan doktor değil. Nasıl bir ortak etkinlik bu?" Babasının yalan söylediğini anlayabiliyordu. Babası ne zaman yalan söylese baş parmağıyla oynardı. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Gerginliği ise yanaklarının hafif ala çalmasından belliydi. "Onlardan uzak dur Dilhun."
"Bu benim sorumun cevabı değil. Onlarla ortak iş mi yaptın? Arkalarını mı temizledin? Bana bir cevap vermek zorundasın!" Dilhun artık odaya girdiğinde ki sakinliğini koruyamıyordu. Babası ona yalan söylüyordu ve bu sıradan bir şey için değildi. "Sizi her zaman bunların dışında tutmaya çalıştım. Sen kendini bir bomba gibi ortaya bıraktın. Şimdi dağılan bir düzen var."
"Sen bu düzenin neresindesin baba? Düne kadar hükümetin pisliğini temizliyordun. Şimdi Be's nereden çıktı?" Akif Bey az önce kapattığı çekmecesini tekrar açarak Dilhun'un önüne kağıtları koydu. Dilhun, babasının uzattığı kağıtları eline aldığında bunun banka dökümü olduğunu görmüştü. "Bunlar ne?"
"Alparslan hastaneye ortak oldu. Ortak olmak için verdiği paranın banka dökümleri." Kaşları çatıldığında kağıtta ki gelen para miktarına ve dekontlara baktı. Alparslan neden hastaneye ortak olmak istemişti? "Neden bunu yaptı?"
"Hastanenin bütçe açığı vardı. Hükümetin yaptıklarının üstünü kapamak ve bunları faturalandırmamak bize pahalıya patladı. Bu yüzden hisse satışı gerçekleştirdik. Alparslan'da hisseleri satın aldı. Bizi batmaktan kurtardı. Haktan'la tanışıklığımız buradan geliyor." Batmak üzere olan bir yere yatırım yapacak biri değildi Alparslan. Bunun altından bir şeyler yattığının farkındaydı. Eşelediği her konunun devamı vardı. "Peki bundan başkanın haberi var mı?"
"Hayır. Eğer bilseydi şu an burada bile olmayabilirdim. Hastaneye ortak olarak bir başkasını gösterdiler. Melike Tekin. Yirmilerinin ortasında bir kız. Sadece imza atmaya geldiğinde tanıştık. Alparslan'ın bunu neden yaptığını bilmiyorum. Onunla birebir iletişime hiç geçmedim. Haktan ve Melike sadece onlarla noterde görüştük." Çalışma odasının kapısı açıldığında Neriman Hanım uykulu gözlerle ikiliyi süzdü. Üzerinde ki sabahlığın önünü kapatıp, kuşağını sıktı. "Bu saatte ne yapıyorsunuz?"
"Baba kız sohbeti. Geliyorum ben de birazdan. Uykun açılmasın." Neriman Hanım onlara anlam veremese de şu an odaklanabilecek durumda değildi. Onları yalnız bırakıp odadan çıktı. "Bu bana hiç normal gelmiyor baba. Neden durduk yere sizi batmaktan kurtarsın? Senden başka bir şey istemedi mi?"
"İstemedi. Biliyorum Dilhun, normal değil. Ben de bundan hoşnut değilim. Haktan'ı ve kızı daha önce görmemiştim. Açıkçası paraya ihtiyacımız olduğu için çok sorguladığımız söylenemezdi. Her neyse ben bir çaresine bakacağım. Alparslan'dan hisseleri geri alacağım ve sorun çözülecek." Dilhun çayından büyük bir yudum daha alıp ayağa kalktı. Artık uykusuzluktan gözleri acıyordu. "Bu konuyu burada kapatmadık. Şimdi annem iyice meraklanmadan sen odaya git. Benim de dinlenmeye ihtiyacım var."
"İyi geceler kızım. Lütfen her adımında dikkat et." Dilhun kapıya yürürken aklına gelen isimle durdu. "Ali nasıl oldu?"
"Her şey yolunda. Yarın polisler hem ifadesini almaya gelecekler hem de deliller teslim edilecek. Bir şey olacağından değil işte biliyorsun prosedür." Dilhun babasını başıyla onayladı. "İyi geceler."
Odasına geçtiğinde sabah Hilal ve Safiye Hanımla buluşacağını hesaba katarak sabah beşe saatini kurmuştu. Sabah polislerden önce hastaneye gitmeliydi ve ardından eve yetişmeliydi. Sırtı yatağıyla kavuştuğunda rahatlamayla iyice yerine kuruldu. Gözlerinin kapanması ise çok sürmemişti.
Alarm sesi Dilhun'un kulaklarına dolduğunda gözlerini zorlukla araladı. Yastığının altına koyduğu telefonu gözü kapalı bir şekilde bularak eline alıp alarmını kapadı. Üzerinde ki ince çiçek desenli yorganını açıp ayaklarını yataktan sarkıttı. Dağılmış saçını açıp tekrardan tepeden sıkı bir topuz yapıp yataktan kalktı. Odasında ki banyoya geçip, musluğu açtı. Yüzüne çarptığı soğuk su onun ayılmasını sağlarken daha fazla oyalanmadan gece üzerinde olan eşofmanlarını değiştirme gereği duymadan telefonunu ve arabasının anahtarını alıp evden çıktı. Üzerinde ki sersemliği attığında telefonuna gelen mesajlara baktı. Hilal'den aldığı mesajlara girdiğinde onu merak ettiğine dair okuduklarına kısaca iyi olduğunu belirtip ekranı kapatmıştı. Hastanenin önüne geldiğinde arabasını garaja sokmadan bahçede bırakıp ana giriş kapısından içeri girdi.
Danışmada onu tanıyan genç kıza başıyla selam verip koridorun sonuna doğru yürümeye başladı. Laboratuvarlar katın sonundaydı. Uzun koridorun sonuna geldiğinde etrafına baktı. Hastanenin sakin oluşu hem avantaj hem de dezavantajdı. Kapıyı yavaşça araladığında içeride kimsenin olmadığını gördüğünde rahat bir soluk verdi. İçeri girip kapıyı ardından kapadı. Gri metal çekmeceli dolaplara göz gezdirmeye başladı. Delilleri vermediklerine göre burada dosyalanmış olmalıydı. Çekmecelerden birini açıp dosyalarda Ali'nin adını aramaya başladı. Kraft zarflar arasında parmaklarını gezdirirken ilk çekmecede bir şey bulamayıp bir alt çekmeceyi açmıştı. Tekrardan parmaklarıyla dosyaların arasını açarken son zarfa geldiğinde Ali'nin ismini gördü. Dosyayı çıkarıp ataçla kapatılmış ağzını açmak için önce atacı çıkardı ve ardından dosyayı açıp içindekileri yanında ki beyaz masanın üzerine boşalttı. Kurşunun olduğu şeffaf poşeti eline aldı. Kurşunu incelediğinde yanında ki yıldız işlemeyi gördü. İstediğini elde etmişti. Hükümetin yaptırdığı artık tamamen ortadaydı. Kurşunu tekrar dosyaya koydu. Dosyayı eski yerine koyup çekmeceyi kapatacakken laboratuvarın önünden gelen konuşma seslerini duydu. "Yorucu bir geceydi."
"Sorma, dün benim kız uyutmadı beni. Onun üzerine nöbete geldim. Babasıyla kalınca huysuzluk yapıyor." Adım sesleri kapının önünde durduğunda kapının arkasına geçti ve beklemeye başladı. "Benim hastanın dün çıkacak sonuçları vardı. Onları nöbet bitmeden alsam iyi olurdu."
"Bir saate gelmiş olurlar. Gel kahve içelim o sırada." Kadınların ayak sesleri uzaklaştığında elini hızlı atan kalbinin üzerine koydu Dilhun. Çekmeceyi kapatıp, kapıyı yavaşça araladı. Önce kafasını dışarı uzatıp etrafa göz attı. Kimsenin olmadığından emin olunca laboratuvardan çıkıp kapıyı ardından kapattı. Hastaneden çıktığında duraksamadan arabasına bindi. Telefonunu açıp çektiği fotoğrafa baktığında kuşunun üzerinde ki yıldızın ve Ali'nin isminin net göründüğünü görünce kazandığı zaferle arabasını çalıştırdı. Bu akşam Alparslan'la gerçekleştireceği yemekten önce yapması gereken son bir şey kalmıştı. Eve geldiğinde henüz saat yediye geliyordu. Kapıyı sessizce açtığında evde ki sessizlik onu memnun etmişti. Yukarı çıkmak yerine mutfağa gidip kahve makinasını çalıştırdı. Yanındaki cam dolaptan kupasını çıkarıp makinanın haznesine yerleştirdiğinde salonda olan hareketlilik bir olmuştu. "Dilhun?"
"Evet?" Annesinin seslenişini yanıtladığında olan kahvesini eline alıp salona geçti. "Günaydın. Sana da kahve yapmamı ister misin?"
"Sabahları mideme dokunuyor biliyorsun." Neriman Hanım kızının erken kalkışlarına alışıktı. Bu yüzden bunu garipsememişti. "Ne zaman çıkarız? Safiye Teyze geç kalırsak söylenir."
"Yarım saate çıkarız. Ben yeşil çay yapacağım kendime. Sonra gideriz." Annesi yanından geçip gittiğinde Dilhun'da kahvesiyle beraber çalışma odasına çıkmıştı. Yatak odasıyla benzer tonlarda döşediği çalışma odasına girdiğinde beyaz çalışma masasının başına geçip bilgisayarını açtı. Haki rengindeki koltuğuna oturdu. Telefonunu bilgisayarına bağladıktan sonra çektiği fotoğrafları aktardı. Sitelerinde ki taslaklara girip yeni bir haber taslağı oluşturdu.
"Hedef: Başarısız.
Hayat seçimlerden ibarettir. Sunulan hangi seçeneğe ilerlersek sonumuzu kendimiz çizmiş oluruz. Hayat üzerine oynan kumarlar ise kimseye bir kazanan sunmaz. Dün yayınladığım haber bir kumardı. Kendi hayatım üzerine oynadığım bir kumar. Karşılığı ise bir kurşun oldu.
Hükümet adına kayıtlı askerlerin kullandığı kurşun dün ofisimin bulunduğu binada ki görevliye isabet etti. Kendisinin sağlık durumu iyi. Buradan herkese bildirmek isterim ki durmayacağım."
Bir gün kurşunlarınızın hedefi olmanız dileğiyle,
Dilhun Ö.
Hazırladığı taslağı kaydedip yayın birkaç saat sonrası için yayın zamanı ayarladı ve bilgisayarını kapadı. Kahvaltı için anlaştıkları saat yaklaşıyordu. Üzerine antrasit renginde bir kot pantolon ve kırmızı kazağını giyip, saçlarını serbest bırakıp kâküllerini eliyle düzeltip aynadan son bir defa kendine bakıp annesinin yanına indi. Neriman Hanım salondaki çiçekleri sularken kızının gelişiyle elinde ki sulama kabını saksının yanına bıraktı. "Hazırsan çıkalım."
"Çıkabiliriz." Askılıktan aldıkları montlarını giyip kapıdan çıktılar. Hilal ile evleri yakındı. Aynı sitelerde farklı bloklarda oturuyorlardı. Birkaç sokak ileride ki evlerinin mesafesi arabayla beş dakikalarını almıyordu. Kısa yolculuğun ardından evin önüne geldiklerinde arabayı park edip bahçe kapısından içeri girmişlerdi. Safiye Hanım ve Hilal kapıda onları karşıladığında içeri girdiler. Evlerinin şekilleri aynıyken dekorları çok daha farklıydı. Safiye Hanım renkli kişiliğini evinde ki dekorlarında da yansıtmıştı. Mercan rengi duvar boyası ve çiçekli koltuk seçimi ise bunların en büyük kanıtıydı. "Hemen masaya geçelim. Börekler soğumasın."
"Biz böyle elimiz boş geldik ama sizi bekletmek istemedik." Camın önündeki ahşap yemek masasında yerlerini aldılar. "Olur mu öyle şey Neriman. Hadi afiyet olsun."
"Sana bir şey göstermem lazım." Dilhun fısıldarcasına arkadaşına doğru eğildiğinde Hilal meraklı bakışlarla arkadaşına baktı. Telefonunda kaydettiği taslağı açıp Hilal'e doğru ekranı çevirdiğinde Hilal haberi okumaya başladı. "Gerçekten mi?"
"Kızlar?" Dilhun ayağıyla arkadaşını dürttüğünde Hilal gülümseyerek annesine baktı. "İstediğim ayakkabı sonunda indirime girmiş. Geçen sana göstermiştim hatırlıyor musun?"
"Sizi kendinizden iyi tanıdığımızı biliyorsunuz ve hala yalana başvuruyorsunuz." Safiye Hanım kendisinden beklenmeyecek şekilde ciddiyetle konuştuğunda iki arkadaş mahcupça başını öne eğdi. "Biz farkındalık istiyoruz Safiye Teyze. Bir şeyler iyiye gitsin istiyoruz. Bunu neden suç olarak görüyorsunuz?"
"Suç olarak görmüyoruz Dilhun. Bizden habersiz yapmanızı istemiyoruz. En azından önlem alabilirdik bir şeyler için." Endişeli annelerinin sözleri ve azarlarıyla geçecek bir kahvaltı olduğunu en başından beri biliyorlardı. Öyle de olmuştu. Anneler konuşmuş ve kızlar nasihatlerini dinlemişlerdi. "Biz kahve yapalım." Hilal, Dilhun'u kolundan tutup mutfağa çekiştirmişti.
"Bunu nereden buldun sen?" Elinde ki telefonu işaret ederek konuştuğunda bir yandan dolaptan kahveyi alıyordu. "Sabah hastaneye gittim. Orada çektim fotoğrafı."
"Bir gün gerçekten tutuklanacaksın Dilhun. Haber için bir şey demiyorum zaten bir yola çıktık. Artık buradan geri adım atmamızın bir anlamı olmayacak." Çekmeceden aldığı kaşıkla cezveye kahve koyarken Dilhun'da tezgahın üzerinde ki kahve fincanlarını tepsiye yerleştiriyordu. "İki saat sonra yayınlanmış olacak haber."
"Akşam gideceksin değil mi?" Başıyla onayladı onu Dilhun. "Gideceğim. Tam olarak nerede buluşacağımızı bile bilmiyorum ama haberin gecikmeyeceğine eminim."
"Çok dikkatli ol, olur mu? Gerçi avcının yanına av olarak gidiyorsun. Ne kadar dikkatli olabilirsin ki? İçim hiç rahat değil." Kaynayan kahveyle makinadan cezveyi çıkarıp, kahveleri fincanlara boşalttı Hilal. "Endişelenme bir yemek yiyeceğiz ve bir şey olmayacak."
"Umarım." Tepsiyle beraber içeri geçtiklerinde annelerini koltuklarda yerlerini almışken bulmuşlardı. Kahvelerini önlerine bıraktıktan sonra onların muhabbetlerini dinleyerek geçen zamanda Dilhun için geçen her dakika zulüm gibi olmuştu. Alparslan'dan buluşma için hiçbir haber gelmemişti. Nerede buluşacaklarını ve nasıl gideceğini merak ediyordu. Sonunda ise onu gördüğünde olacakları düşünemiyordu bile. "Her şey için çok teşekkür ederiz. Biz artık kalkalım. Derneğe geçmem gerekiyor."
"Tamam canım iyi oldu geldiğiniz. Sebebi kötü olsa da özlemişim seni." Hilal montlarını getirirken bir yandan gözü saatteydi. Haberin yayınlanacağı saat yaklaştıkça olabilecekleri merak ediyordu. "Bizde ofise geçeceğiz. Beraber çıkalım mı?"
"Senin evden bile çıkmaman lazım ama durduramayacağımı biliyorum." Annesinin yanağına öpücük kondurup Dilhun ve Neriman Hanım'ın peşinden çıktı Hilal. Önce annesini eve bıraktı ardından Hilal'le beraber ofise geçtiler. İki arkadaş ofisin kapısından içeri girdiklerinde yalnız kalmalarının verdiği rahatlıkla kendilerini koltukların üzerine bırakmıştı. "Akşam aldığı elbiseyi giyecek misin?"
"Hayır giymeyeceğim. Onun istediği şeyi ona vermek gibi bir planım yok." Dilhun ayaklarını koltuğun önündeki sehpaya uzatıp başını geri yasladı. "Zaman nasıl geçecek bilmiyorum. Birazdan haberimiz yayınlanacak." Telefonuna gelen bildirim sesiyle konuşması bölünmüştü. Ekrana düşen mesaj bildirimi tanımadığı bir numaradandı.
"Saat altıda ofisinizin önünde sizi bir araba bekleyecek. Merakla bekliyor olacağım." Bir yanıt vermeden tekrar ekranı kapadı Dilhun. "Ne giyeceksin?"
"Sence tek önemli olan şey bu mu Hilal?" Hilal arkadaşını dirseğiyle dürttüğünde ondan yanıt beklediği aşikardı. "Aklımda var bir şeyler. Burada ki kıyafetlerimin arasında bir elbise var onu giyeceğim."
"Senin güzelliğinle büyülenecektir zaten." Dilhun arkadaşının bu dediğine gülmeden edememişti. Kendisinin gerginliğinin aksine arkadaşının aklından geçen düşünceler tezattı. "Büyülenmesin Hilal. Bu geceyi sağ salim atlatıp, istediğim bilgileri elde edeyim benim için yeterli."
"Acaba yakışıklı mı?" Dilhun şaşkınca ona bakıp ayağa kalktı. "Haberin yayınlanmasına üç dakika kaldı. Odama geçelim." Odasına geçtiğinde bilgisayarını açıp sitede yayınlanan haberin etkisini beklemeye başladılar. Haberin ardından gelen bildirimlerin arkası kesilmemeye başlamıştı. Kimisinden hakaret içerikli mesajlar, kimisinden ise destek mesajları alıyorlardı. Bir önceki haberin etkisi hala sürüyordu. "Ofisimize gelmezler değil mi?"
"Hükümetle ortak iş yapan birinin binasında ofisimiz var ve biz onlar hakkında haber yaptık. Pek akıllı sayılmayız." Hilal arkadaşının sözleriyle endişeye kapıldığında ne yapacağını bilemez bir şekilde etrafta dolanmaya başlamıştı. "Hadi çıkalım buradan."
"Bize burada zarar veremezler. Eğer zarar verirlerse onların yaptırdığı ortaya çıkar. Be's için hiçbir suçlama kalmaz. O yüzden gevşe biraz. Şimdi ben şu elbiseyi bir ütüleyeceğim ardından hazırlanmaya başlayacağım. Sen insanların tepkilerine bak." Dilhun ayağa kalkıp masasının arkasındaki dolaptan elbisesini ve ütüyü alıp kapağını kapadı. Toplantı odasına geçip ütüyü fişe taktı ve kırmızı elbisesini masanın üzerine yaydı. Kırışık yerlerin üzerinden geçtikten sonra ütüyü fişten çıkarıp elbisesini alıp banyoya geçti. Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp, elbisesini giydiğinde aynanın karşısına geçti. Kenarda duran makyaj çantasını alıp kirpiklerinin üzerinden rimelle geçip, dudaklarına elbisesinin tonlarında bir ruj sürüp lavabonun çekmecesini açıp pembe tarağını ve saç şekillendirici yağını alıp çekmeceyi kapadı. Ellerine birkaç damla damlattığı yağı saçlarının uçlarına sürdükten sonra tarakla şekillendirdiği saçlarını omuzlarından geri attı. Önü kalp şeklinde göğüslerine tam oturan kalın askılı elbisenin askılarını düzeltti. Dizinin tam altında biten vücudunu saran elbisesiyle kendisine son bir kez daha aynadan bakıp banyodan çıktı. Hilal'in yanına geri döndüğünde arkadaşının ıslık öttürmesiyle yanaklarının kızardığını hissetti. "Bu ne güzellik böyle?"
"Kot pantolonla gidemezdim. Bir davete nasıl gideceksem, aynı şekilde hazırlandım." Hilal, Dilhun'un etrafında ıslık öttürerek dolandığında Dilhun omzuna vurdu. "Yapma! Abartıyorsun."
"Çok güzel olmuşsun. Saat yaklaşıyor. Senin o arabaya bindiğini görmeden buradan gitmeyeceğim." Dilhun bilgisayar ekranına göz gezdirdiğinde yorumların gelmeye devam ettiğini gördü. "Baksana bir yorum var en çok dikkatimi o çekti." Hilal'in işaret ettiği yoruma baktığında kaşları çatıldı Dilhun'un. "Zamanını bekleyin, sizin içinde bir haber gelecek, son yaklaşıyor."
"Klasik tehdit mesajıdır. Şimdi buna kafa yormayalım." Dilhun arkadaşını geçiştirse de pek klasik olduğunu düşünmemişti mesajın. Saat beş buçuğa gelirken Dilhun çantasını alıp ayağına geçirdiği topuklu ayakkabılarla kapıya ilerledi. Kapının arkasında asılı olan siyah kaşe montunu giyip, saçlarını dışarı çıkardı. "Haber ver bana olur mu?"
"İlk fırsatta. Arabayla eve geçersin sen. Burada yalnız kalma." Arkadaşına sıkıca sarıldıktan sonra onu arkada bırakıp asansöre gitti. Geçen her dakikada gerginliği daha da artarken Alparslan'la karşılaşacakları ilk anı düşünüyordu. Binlerce parçalık yapboz parçasının son parçasını bulmak gibiydi onun yüzünü görmek. Binanın kapısından çıktıktan sonra girişte duran siyah audiyi ve önünde bekleyen takım elbiseli adamı gördü. "Buyurun Dilhun hanım."
"Teşekkürler." Açtığı kapıdan arabanın arka koltuğuna oturduğunda ve kapı kapandığında Dilhun'un elleri stresten buz gibi olmuştu. Ellerini birbirine sürtüp ısıtmak istese de pek başarılı olamıyordu. "Klimayı yükseltmemi ister misiniz?"
"Hayır, teşekkürler." Ne kadar yükseltirse yükseltsin şu an bu üşümenin geçmeyeceğini biliyordu Dilhun. O yüzden gerek duymamıştı. Camdan dışarısını izlemeye başladığında kayıp giden binalar sonunda araba yavaşlamıştı. Araba durduğunda şoför arabadan inip, Dilhun'un kapısını açtı. Elini uzattığında Dilhun uzatılan eli tutup destek alarak arabadan indi. Taş zemine ayakları değdiğinde başını kaldırdığında üç katlı beyaz bir yalının önünde olduğunu gördü. Sonunda kapıdan içeri girdiğinde önce onu iki garson karşıladı. "Buyurun buradan lütfen. Alparslan Bey sizi üst katta bekliyor."
"Teşekkürler." Yalının ceviz rengi parke zemininde adım attıkça topuklu ayakkabısının sesi yankılanıyordu. Giriş katta etrafa göz gezdirdiğinde açık renklerin hakim olduğu salonu ve sol tarafta ise on iki kişilik olduğunu düşündüğü uzun yemek masasını gördü. Burada mı yaşıyor diye düşünmeden edememişti. Garsonun yönlendirmesiyle merdivenlere yöneldiğinde attığı her adım sanki saatlerini alıyormuş gibi hissediyordu. Son basamağa adım attığında alt katın aksine onu bir hol karşılamıştı. Garson önüne geçip sağ taraftaki ahşap çift bölmeli kapıyı açtığında Dilhun'un manzarayla gözleri ışıldamıştı. Odanın içerisinde parkenin üzerinde ki ince füme rengi halı ve siyah L koltuk haricinde duvarların iki yanını kaplayan halı renginde kitaplık vardı. Asıl Dilhun'u mest eden ise karşısında ki boğaz manzarasıydı. Odanın büyük bir terası vardı ve terasta ise boğazı izleyen ona arkası dönük olan biri vardı. Alparslan. Dilhun ona doğru adımladıkça heyecanı artıyordu. Altında siyah kumaş pantolon ve üzerinde siyah bir gömlek vardı. Kollarını birkaç defa katlamıştı. Terasın beton korkuluğuna iki elini yaslamış boğaz manzarasını izliyordu. Tepede ki ay ışığı siyah saçlarına vuruyordu. Dilhun terasın mermer zeminine adım attığında topuklu ayakkabısının tok sesini duyan Alparslan yüzünü ona döndü. "Hoş geldin."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |