
Alparslan Şahin
Alparslan bileğindeki gümüş renkteki saatine bakıyordu. Dakikalardır oturduğu koltuğunda sadece zamanın gelmesini bekliyordu. Gerginliği vücudundaki her bir kasın ağrımasını sağlayacak türdendi. Haktan'ın uçağın düştüğünün haberini verdiği andan itibaren sekiz saat geçmişti. Saati 20:00'ı bulduğunda odasının kapısı açıldı. "Çıkmamız lazım."
Alparslan ayağa kalkıp askıdaki ceketini aldı. Deponun önündeki arabalarına yürürken bagaja yüklenen siyah ceset torbasını gördü. "Dikkatli olun."
Arabanın bagajını kapattıktan sonra Haktan şoför koltuğuna yerleşti ve Alparslan'da onun yan tarafında yerini aldı. Torpido gözünden sigarasını çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Arabanın camını açıp, sigarasını yaktı. Derin bir nefes aldığı sigarasının dumanını yavaşça dışarı verdi. "Şehirden içeri girmişler mi?"
"Evet onlardan önce köprünün altında olacağız. Değişim için sadece üç dakikamız olacak. Ardından arabanın köprünün çıkışında gözükmesi gerekiyor. Araçlara drone eşlik edecek tek kör nokta burası." Dört araba arka arkaya yola çıktılar. Alparslan kafasından her ihtimali geçirip neler yapabileceklerini düşünüyordu. Aklı Dilhun'daydı. Haber ona çoktan gitmiş olmalıydı ve bu işi kurcalamaya başlamakta gecikmediğini tahmin edebiliyordu. "Sinyallerini bozabilecek misiniz? Her ihtimale karşı kısa süreli görüntü almalarını engelleyelim."
"Sistemlerine sızmaya çalışıyorlar. Güvenlik tedbirlerini arttırmışlar." Alparslan sadece başıyla onaylamakla yetindiğinde Hakan'ın homurdandığını duydu. "Bebeğim olsaydı şimdiye kadar gitmiştik."
"Araban artık yoldan geçen herkes tarafından biliniyor Haktan." Haktan göz devirdiğinde Alparslan gülerek başını iki yana salladı. "Sen bu aralar çok gülmeye başladın."
"Önüne bak ve vites attır. Araba bağırıyor." Altlarında Doblo araba vardı. Haktan her gaza yüklendiğinde arabadan çıkan sesle homurdanıyordu. Alparslan ise kendisindeki değişimlerin farkındaydı. Hayatlarında hiçbir şey yolunda gitmiyor olmasına rağmen sık sık gülümserken yakalıyordu kendini.
"Onu hallederiz de sen bu gazeteci kızı pek bir önemsiyor gibisin." Alparslan derin bir nefes aldı. Kabuk bağlamış yaraları sızlamıştı. "Ben hayatımdaki bütün öncelik sahiplerini toprağa verdim. Etrafımız yangın yeri ve yeniden birini önemsemek ihtimallerim arasında değil. Bu hayatta kaybetmek için varmışım gibi ve ona haksızlık edemem."
"Bu hayatta senin kadar kendisine haksızlık eden birini daha görmedim Alparslan." Alparslan sadece dışarı bakmakla yetinmişti. Haktan ise dostunun bu haline dayanamayarak sözlerine devam etti. "Seninle tanıştığımızdan bu yana on beş sene geçti ve ilk günden beri kendine acıdığın bir güne şahit olmadım. Nida hayatına girdiğinde seninle gerçekten seninle bir hayat kurmak için çabalamıştı ama ona her zaman duvarın vardı."
"Nida ile arkadaştık ve bundan öteye geçmeyecektik. Bunu o da biliyordu." Haktan onaylayarak başını salladı. "Evet ama bizim gazeteci kıza bakışın, duruşun bile farklı."
"Kafama saçma sapan düşünceler doldurma Haktan." Alparslan konunun gidişatından olan hoşnutsuzluğunu dile getirdiğinde Haktan sırıtarak yola bakıyordu. "Birkaç ay sonra her şey bittiğinde rahat bir nefes aldığında yanında olacak kişiyi buldun."
"Gerçekleri öğrendiğinde sence yanımda kalır mı?" Alparslan'ın başından beri dur noktası bu olmuştu. Dilhun'un gerçekleri öğrendiğinde vereceği tepkiyi kestiremiyordu ama onu kucaklamayacağı kesindi. Dökeceği her göz yaşında bir sebepti kendisi ve bunun telafisi kolay değildi. "Gerçek sevgi her şeyi aşar."
"Melike'yi böyle mi tavladın?" Melike, Haktan'ın çocukluk aşkıydı. Aynı yetimhanede büyümüşlerdi ve yetimhaneden ayrıldıkları gün Haktan onun elinden tutma cesaretini bulmuştu ve o günden beri beraberlerdi. "Keşke öyle kolay olsaydı. Senelerce peşinden koştum."
"Artık evlenmenizin vakti geldi." Haktan'ın tükürüğü boğazına kaçtığında öksürmeye başlamıştı. Alparslan'ın kahkahası arabayı doldururken bir yandan direksiyonu tutmuştu. Haktan'ın sırtına sertçe vurdu. "Helal, helal."
"Hazırlanmadığım yerden vurdun beni. Haince bir saldırıydı." Köprünün altına yaklaştıklarında arkalarındaki iki araba onlardan ayrılarak köprünün yanlarındaki ağaçlık yola çıkmışlardı. Onlar yerlerini alırken Haktan köprünün altına giriş yapıp sağ tarafa arabasının dörtlülerini yakıp park etti. Aynı modele ve plakaya sahip olan bir araç saatler önce buraya gönderilmişti. Böylece akıştan şüphe duyulmayacaktı. Onların içeri girmesiyle araç hareketlenip, ilerledi. Arabadan indiklerinde soğuk ürpermelerine neden olmuştu. "İki dakika sonra burada olacaklar."
"Adamlardan şüphelenen olmadıysa birazdan Akif amca yanımızda olacak." Cenaze nakil araçlarını süren Be's için çalışan halktan insanlardandı. Şoförlerin yanındakiler ise Asım'ın adamlarıydı. Alparslan arabanın kaputuna yaslandığında yaklaşan cenaze nakil araçlarını gördüler. Alparslan görüş alanına giren araçla beraber yolun ortasına doğru yürüdü. Haktan aracı çapraz bir şekilde Alparslan'ın arkasına park ettiğinde giren cenaze araçları duraksamak zorunda kalmıştı. İki araç şoförü de aracın camını açıp, başını camdan dışarı uzattı. Alparslan'ın başıyla onaylamasıyla araçtan indiler. Yanındaki adamlar onlarla beraber araçtan indiklerinde Haktan'ın tanıdık yüzünü görmeleriyle ses yükselttiler. "Arabaya dönün!"
"Sakin olun beyler sadece emanetimizi alacağız." Alparslan baş parmağını ve işaret parmağını dudaklarının arasına yerleştirip ıslık çaldı. Alt geçidin içine giren iki adamları arkadan birer el ateş ederek hükümet için çalışan adamları vurdu. Haktan bagajdaki ceset torbasını yere indirirken Alparslan cenaze nakil aracının arka kapısına yürüdü. Arka kapı açıldığında Akif'i torbanın içinde sadece yüzü görünecek şekilde yatarken buldu. "Akif amca?"
"Başaramayacağınızı düşündüm kısa bir an." Alparslan ona elini uzattığında Akif elini tutarak torbanın içinden çıktı. "Henüz bitmiş değil. Az sonra bu araçlar çıkmazsa terslik olduğu anlaşılacak." Akif araçtan indikten sonra sendelemişti. Saatlerdir sırt üstü yatarak yolculuk yapıyordu.
"Toparlanın!" Öldürülen adamlar kenara çekilmişken yerlerine geçen iki adam üstlerini değiştirmiş ve arabalarda yerlerini almıştı. Diğer ceset torbasını arabaya yükledikten sonra kapıyı kapattı Alparslan. Aracın bagaj kapısına iki defa vurduğunda araç harekete geçmişti. Saatine baktığında otuz saniye geciktiklerini gördü. Daha fazla zaman geçmeden Akif'in koluna girip arabaya kadar yürümesine yardımcı oldu. "Teşekkürler çocuklar."
"Buradan bi uzaklaşalım sonra teşekkür edersin." Arabaya bindiklerinde Akif dizlerini ovalamaya başlamıştı. Klimayı çalıştırıp aradan biraz zaman geçmesini beklediler. "İyi misin?"
"İyiyim Haktan, iyiyim. Biraz tutulmuşum o kadar." Alparslan yanlarından geçen arabalara odaklanmış, düşüncelere dalmıştı. "Bu kadar düşünmene sebep olan ne?"
"Çok kolay aldık seni. Bir terslik çıkma ihtimalini düşünüyorum." Akif, ön koltuğunda oturan Alparslan'ın sırtını sıvazladı. "Eğer bir terslik olsaydı beni burada size vermemek için her şeyi yaparlardı."
"Haklısın ama her ihtimali düşünmek zorundayım." Aradan geçen dakikalar sonunda Haktan arabayı çalıştırdı ve yola koyuldular. Köprü altından çıktıklarında Alparslan etrafa göz gezdirdi. "Ortalık sakin görünüyor."
"Şimdi planımız ne?" Akif'in sorusuyla dikkatini yoldan çekmişti Alparslan. Dikiz aynasından Akif'e baktı. "Şimdi seni dinlenebileceğin bir yere bırakıp daha sonra Asım'ı kontrol etmeliyiz. Sizin eve yola çıkmıştır."
"Dilhun ve Neriman perişan olacaktır." Alparslan'ın aklının köşesinde her zaman bu düşünce vardı. Onlara büyük bir acı yaşatacaklardı. Kendi ailesini kaybettiğindeki hisleri anımsadıkça bu karardan vazgeçecek noktaya kadar ulaşacak hale gelebiliyordu. "Evet ama mecburduk. Birkaç gün sonra her şeyi yoluna koyduğumuzda kavuşacaksınız."
"Dilhun hastaneyi vermeyecektir." Akif daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Binmediği o uçağım sabote edilmesi Be's tarafından sağlanmıştı. Asım henüz bilmese de uçaktaki herkes onun çalıştığı karanlık adamlardı. "Kızını en iyi sen tanıyorsun. Şayet onu ikna ederlerse bütün uğraşlarımız boşa gider ve o nakiller gerçekleşir."
"Senin kadar olmasa bile Asım'ın görüşlerine karşı oldukça tutucu bir tavrı var. Bu yüzden başından beri ona güveniyorum. Ne sen ne de onlar kendisine mantıklı gelmeyen hiçbir şeyi kabul ettiremezsiniz." Akif kızından bahsederken sesine yansıyan gurur tınısına engel olamıyordu. Haktan'ın telefonu çaldığında ekranda Yaser'in ismi belirdi.
"Söyle çocuk." Haktan'ın ona hitap şekliyle Yaser'in homurdandığını duydu. Keyifle sırıtıp, gaza yüklendi. "La havle! Ortalık sakin. Yalıya giriş yapın, depoların etrafında gözcüler var. Uçak kazasını araştırmaya devam ediyorlar."
"Yalı çok göz önünde değil mi?" Akif'in tereddütle dudaklarından dökülen sorusuna karşılık Alparslan başını iki yana salladı. "Ne kadar göz önünde olursan, o kadar iyi saklanırsın. Tıpkı onların içine yerleştirdiğimiz onlarca adamdan haberdar olmamaları gibi. Asım'a nefesi kadar yakınız ama hiçbir fikri yok."
"Şu herifi direkt öldürsek huzura ereceğim." Haktan yıllardır aynı fikirdeydi. Her türlü sonuca kendisi hazırdı ama Alparslan her zaman daha planlıydı. "O zaman kendimizi aklamamız için fırsatımız olmaz."
"Senelerdir elde ettiğimiz her şey kendimizi aklamamız için yeterli olacaktır." Alparslan'ın dudakları arasından itiraz eden bir mırıltı çıktı. "Bir ölüye karşı haklı çıkamazsın. Ortaya koyduğun delillerin muhatabı ölüyse bu seni haklı yapmaz. Kendini aklamaya çalıştığın için karalamaya çalıştığını söylerler ve masumluğun her zaman şüphede kalır."
"Haklısın ama senin kadar sabırlı olamıyorum." Alparslan'ın planı kusursuz bir şekilde sonlanmıştı. Yalıdan içeri girdiklerinde arabayı arka garaja park ettiler. Akif salona girdiğinde kendini koltukların üzerine bıraktı. Alparslan ona gelen telefonla yanlarından ayrılmıştı.
Haktan, Melike'nin çalıştığı odaya girdiğinde sevgilisini çatık kaşlarıyla bilgisayar ekranına bakarken buldu. Her zaman Melike'nin zekasından etkilenmişti. Kendisi her yeni bir şey keşfettiğinde ekipte ona ilk ayak uyduran Melike olmuştu. Koyu kumral saçları omuzlarından dökülüyordu. Burnunun ucuna doğru kaymış olan siyah çerçeveli gözlüğünü işaret parmağıyla yukarı doğru itti. "Sizin kız yine paylaşımını yapmış. Babasının katilini merak ediyor."
"Öğrendiğinde Alparslan yıllar sonra ilk dayağını ondan yiyecek gibi duruyor." Oturduğu sandalyenin arkasına geçip saçlarının üzerine bir öpücük bıraktı. Melike, memnun olup gözlerini kısa süreli yumdu ve öpücüğün tadını çıkardı. "Haklı, bir insanı böyle zayıf yerinden vuramazsınız."
"Ailesinin ve diğer insanların iyiliği için gerekliydi. Şimdi onu geçelim. Sen ne yapıyorsun bakalım?" Bilgisayar ekranına baktığında bir yanda Dilhun'un paylaştığı haber diğer tarafta ise cenaze nakil aracının takip edildiği uydu görüntüleri vardı. "Her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol ediyordum. Bir de kızların yanına gitmem gerek. Sağlık durumları iyi mi merak ediyorum."
"Demek tatlı hemşirem mesleğini hatırladı." Melike, Haktan'ın omuzlarının üstüne doladığı koluna vurdu. "Dalga geçme Haktan. Mesleğimi yapmayı istiyorum tabi ki."
"Bu yüzden sana hastane aldım." Haktan etrafından dolanıp karşısındaki koltuğa oturdu. Bacaklarını ortadaki sehpaya uzatıp geri yaslandı. "Orası bizim değil."
"Yarısını o adamlardan alana kadar canım çıktı benim. Ne demek değil?" Haktan'ın huysuzluğuna karşı gülmeden edememişti. "Orada çalışmaya başlayacağım tabi ki ama sahibi olarak değil. Orası sadece halka hizmet edecek."
"Benim paralar yine gitti desene." Odanın kapısı açıldığında Alparslan içeri girdi. Melike'ye başıyla selam verdi. "Hastaneye kimlik tespiti için gidecekler. Asım başlarında akbaba gibi dolanıyor. Mankene dokunurlarsa işler değişebilir."
"Dokunsalar bile üzüntüden akıllarına geleceğini sanmıyorum." Akif'i aldıklarında yerine prostetik makyajdan yapılan bir manken koymuşlardı. Mankeni gerçeklikten ayırmanın tek yolu ona temas etmekten geçiyordu. Solgunluğu ölü bir bedeni andıran nitelikteydi ve yüzünün kıvrımları ise Akif'le yan yana getirildiğinde ayırt edilemezdi. "Dilhun'u çok hafife alıyorsun."
"Onu hafife almıyorum. Aksine çok zeki bir kadın ve anlasa bile orada dile getirmeyeceğine eminim." Alparslan uzun zaman sonra bir insan için bu kadar karmaşık düşüncelere sahipti. Ne yapacağını kestiremiyordu. Artık attığı her adımda onun bir şeylerden kuşkulanabileceğini düşünüyordu ve bu kafasının karışmasına sebep oluyordu. "Mümkün ama çektikleri acı verecekleri tepkileri değiştirebilir."
"Size doyum olmuyor beyler ama ben çıkıyorum. Alparslan bu dakikadan sonra arkanı daha sık kollasan iyi edersin." Melike çantasını toplayıp ayağa kalkmıştı. Alparslan'ın meraklı bakışları onu bulduğunda derin bir nefes aldı. "Bir kadının nefretini kazanmak için her şeyi yapıyorsun ve bu kadın gerçekten cesur bir kadın. Kimsenin sana doğrultamadığı silahı bir gün gözlerinin önünde görebilirsin."
"Bundan memnun olurum. En azından hak ettiğim için olacaktır bu." Melike, Alparslan'ın yanından geçerken dostane bir şekilde omzuna iki defa vurdu. "Kapını çalan şeyleri artık güzel karşılamanın zamanı geldi bence Alparslan."
"Ne demekti bu?" Melike odanın kapısını açıp, arkasına baktı. "Senin için iyi dileklerim diyelim. Görüşürüz."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |