
Salondan içeri girdiğinden beri doğruyu yapıp, yapmadığını sorguluyordu. Buraya gelmek onun için iyi bir tercih miydi? Yoksa bir felaket mi? Tartamamıştı. Salondan içeri giren grand tuvalet insanlara baktıkça tekrar üzerindekilere göz gezdiriyordu. Üzerindeki saten beyaz gömlek ve altındaki bordo kumaş pantolonun içinde baloda görevli olan personeller gibiydi. Onu gizlediğini düşündüğü yüzününün yarısını kapatan siyah maskesi haricinde onlarla uyumlu olduğu bir konu yoktu. Sıkıca bağladığı saçları başını ağrıtmaya başlamıştı. Her ihtimal kıyafeti giymişti. Kaçmak zorunda olursa pantolon onun koşmasına olanak sağlayacaktı. Salık bırakmadığı saçları kaçarken ona bela olmayacaktı. Tek sorunu topuklu ayakkabılarıydı ama onları ayaklarından çıkarmak zaten kestirme bir işti. Cebine koyduğu çakının yerini kontrol ettikten sonra ona doğru yürüyen Asım'ı gördü. "Gelmişsin."
"Geldim." Yüzünü görmekten hoşnut olmadığı her mimiğinden belliydi. "Uygun kıyafetin mi yoktu?"
"Dans etmeye mi geldim?" Asım başını yana eğip Dilhun'u süzdü. "Doğrusu bir dans lütfedeceğini düşünmüştüm. Bu sırada sana içeridekileri tanıtırdım. Arkada kendine göre bir şeyler bulabilirsin."
"Siz kadınları oyuncak bebeğiniz olarak mı görüyorsunuz? Biri gelir elbise gönderir, diğeri kıyafet beğenmez değiştirmeye çalışır. La havle." Dilhun bir solukta konuştuğunda Asım kahkahasına engel olamamıştı. Genç kadının cesaretinin farkındaydı. "Kiminle konuştuğunu önemsemeden diline ne gelirse savuruyorsun Dilhun. Hoşuma gidiyor ama sen yine de dikkatli ol."
"Ben de ne zaman tehdit aşamasına geçeceğimizi merak ediyordum. Her neyse Başkan dediğim gibi buraya eğlenmeye gelmedim." Dilhun konuşurken Asım'ın odağının değiştiğini fark etti. Çatık kaşlarıyla izlediği yöne döndüğünde Haktan'ın yanındaki adamla yüzündeki eğlenen ifadeyle onlara doğru geldiğini gördü. "Demek sende buradaydın Dilhun. Seni tanıştırmak isterim Enrico Romano. Kendisi İtalya'dan bizzat Başkan'ı görmek için geldi."
Dilhun, bahsi geçen adamın üzerinde bakışlarını dolandırdı. Kendi yaşına yakın olduğunu düşündüğü adam uzun boyunun getirisiyle Dilhun'un başını kaldırarak yüzünü incelemesini gerektirecek kadar heybetliydi. Boynuna doğru taşan dövmesi esmer tene sahip olmasına rağmen dikkat çekiyordu. "Memnun oldum."
"Türkçe biliyorsunuz?" Enrico, onu başıyla onayladığında Dilhun'un kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. "Annem Türk."
"Haktan, neler oluyor?" Haktan, başıyla girişi işaret ettiğinde yüzündeki siyah maskesiyle kapıda duran Alparslan'ı gördü. Maske gözlerini saklamamıştı. Kehribarlarının parlaklığı onu ele veriyordu. "Baloya geldik. Enrico ile daha önce tanışamadığımız için uzun uzun sohbet ettik."
"Sağlam adamlar." Haktan'ın yalandan öksürerek adama küfretmesiyle Dilhun, sırtına vurdu. "Helal, helal." Asım'ın sessizliğine sıktığı yumrukları eşlik ediyordu. "Benimle gel."
Haktan ve Asım yanlarından birkaç adım uzaklaşırken Dilhun, karşısındaki adamla yalnız kalmasının garipliğinin içindeydi. Hiç tanımadığı ve muhtemelen tanımak istemeyeceği bu adam başını arkaya doğru attığında Dilhun daha da açığa çıkan dövmesinde göz gezdirdi. Figürün ne olduğunu henüz çözemese de vücudunda epey yer kapladığı anlaşılıyordu. "Buraya neden geldiniz?"
Enrico aldığı soruyla bakışlarını tekrardan karşısındaki kadına çevirdi. "Bir iş için."
"Devlet işine devlet büyüklerinden biri gelir diye düşünüyorum. Özel bir iş gibi?" Dudağını hafifçe yana kaydırarak alayla güldü Enrico. "Özel bir iş, evet. Sanırım sen gazetecisin? Akif'in kızı."
"Babamı tanıyorsun demek ki." Enrico'nun alaylı gülüşünün yerini kahkahası almıştı. "Beni tanımamazlıktan geldiğini düşünüyordum. Gerçekten tanımadın."
"Anlamadım?" Enrico, gömleğinin yakasını düzeltti. "Ailecek sizin evde bir yemek yemiştik. Sen sadece selam verip, odana çıkmıştın." Dilhun'un zihnindeki taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Asım'ın gösterdiği fotoğrafta arka tarafta olan uzun boylu biri vardı, Enrico. Geçen sene ise gelenlerle çok ilgilenmeden bulduğu gizemli dosyayı incelemek için yukarı çıkmıştı. Babası, doğru bir günde ona dosya göndermişti. Misafirlerinin kim olduğunu bile sorgulamadan başka bir şeye odaklanmıştı. "Şimdi hatırlıyorum, evet."
"Seni sadece o gün görmüştük. Baban seni saklamayı tercih ediyor." Dilhun'un konudan haberi olduğunu düşünüyordu. Bunu fırsata çevirerek konuşmayı sürdürdü. "Evet, kendi işlerini kendisi görmeyi tercih ediyor. Ben daha çok kendi seçimlerimi yapıyorum."
"Gazeteci olmanı beklemezdim. Asım'ı neden sattın?" İyi bir Türkçe konuşsa bile belli bir aksanı vardı. İşler sandığından daha karmaşık hal almaya başlamıştı. Enrico, sorgulayıcı bir tavır takınırken gözlerindeki öfke kırıntılarını görebiliyordu Dilhun. "Öyle olması gerekiyordu. Bazı şeyleri gizlemeye başlamışlardı. Bir hatırlatma diyelim."
Sakallarını okşarken Dilhun'un gözlerinden bir an olsun ayırmamıştı gözlerini. "Milyar dolarlara mal olmuş bir isyan."
"Bundan haberim yoktu." Enrico, konuşmasına devam edecekken Asım araya girmişti. "Tanışmış görünüyorsunuz."
"Hoş bir sohbetti diyelim." Dilhun, babasının bu adamlarla ne iş yaptığını öğrenebilecekken yarım kalan konuşma tadını kaçırmıştı. Alparslan'a sorsa bir sürü laf fazlalığı dinleyeceğinden emindi. Babası ise bunu gizlemek için her yolu denerdi. Beline dokunan elle bir adım öne gelip uzaklaştı. Başını yana çevirdiğinde siyah maskesinin altında parlayan kehribarları gördü. Aralarındaki mesafeyi koruyarak ona doğru döndü. "Burada bulunman gizliliğin açısından tehlikeli değil mi?"
"Buradaki çoğu insan benim kim olduğumu biliyor Dilhun. Sandığının aksine bu ortamlarda çok gizli sayılmam. Hepsiyle bir şekilde karşı karşıya geldim." Alparslan'ın bakışları etrafı süzerken Dilhun onu dikkatle izledi. "Hani seni gören yaşamıyordu?"
"Onlarda çok uzun yaşamayacaklar zaten. Zamanları daha dolmadı diyelim." Dilhun aldığı karşılığa karşı yüzünü buruşturdu. "İnsanların canıyla ilgili böyle rahat konuşmamalısın."
"Canları beş para etmeyecek katiller için olumlu konuşamıyorum."
"Benimle dans eder misin?" Piyanodan yükselen müzikle Alparslan elini Dilhun'a uzattı. Dilhun, havadaki eline birkaç saniye baktığında Alparslan gülümsedi. "Sana insanları tanıtacağım."
Uzattığı elinin üzerine elini tereddütle bıraktığında Alparslan, onu salonun ortasına doğru götürmüştü. Bir elini ince beline koyup, Dilhun'u kendine çektiğinde Dilhun, bir elini Alparslan'ın omzuna diğer elini ise Alparslan'ın avucuna bırakmıştı. Daha önce babasıyla birkaç defa böyle davetlere katılmıştı. Küçükken en sevdiği şey babasının onu dansa kaldırmasıydı. Onun kollarında kendisini özgür hissederken etrafa savrulan saçları kendisini prenses gibi hissettiriyordu. Dilhun bunu hatırladığında istemsizce gülümsedi. "Dans etmenin seni bu kadar mutlu edebileceğini tahmin etmemiştim."
"Bir zamanlar ediyordu." Belindeki tutuşu sıkılaştığında Dilhun'u kendi etrafında döndürdü. "Özür dilerim Dilhun." Gövdesi Alparslan'ın gövdesine çarptığında duyduğu kelimelerle duraksadı. "Ne için?"
"Sana olan davranışlarım ve sözlerim için." Dilhun'un kulağına yaklaşıp söylediği sözler ürpermesine neden olmuştu. Bu beklemediği bir özürdü. "Beni şaşırttın."
"Sen beni şaşırttın Dilhun. Geçen beni Asım'a benzetmen beni silkeledi. Son zamanlarda kendimi kaybettiğimi fark edemedim. Beni kendime getirdin. Bunu reddetmek ise tepkilerimi asabileştirdi. Bu yüzden sana hem teşekkür hem de bir özür borçluyum." Dilhun başını iki yana salladı. "Benden değil kendinden özür dilemelisin. Her neyse buraya gelme amacımız hakkında konuşalım. Enrico'nun burada olma sebebinden başlayabilirsin?"
"Enrico, babasının uçkuruna düşkün oğlu buraya amcası için kalp almaya geldi. Asım'ın bir süredir hastaneyle yakından ilgilendiğini fark ettik. Sebebinin bu itlere organ satmak olduğunu anladık. Birkaç gün önce hastaneye yirmili yaşlarında genç bir çocuğun yattığını duyduk. Ne hikmetse Enrico'nun ülkeye geleceği haberi ondan bir saat sonra geldi." Alparslan, Dilhun'un belindeki elini sırtına doğru çıkarıp onun geri yaslanması için üzerine doğru eğildi. Yavaşça Dilhun'u eğerken etraftaki birkaç göz onları izliyordu. Onu tekrar kendine doğru çektiğinde Dilhun derin bir soluk almıştı. "Yani? Asım'ın ayarladığını mı düşünüyorsun?"
"Düşünmüyorum Dilhun. Öyle. Seninle bu gecenin sonunda bir yere gitmek istiyorum. Kendi gözlerinle görmen daha iyi olacak." Dilhun, itiraz etmemişti. Alparslan onu adımlarıyla geriye yönlendirdi.
"Yanlarından geçtiğimiz adam ve kadını görüyor musun?" Dilhun'a kadının siması tanıdık gelse bile maskesinden dolayı net çıkarımda bulunamamıştı. "Bir şey söylemem zor."
"Ben tanıtayım, Süleyman ve Yasemin Akça. Annenin şu katıldığı vakıf gecelerini düzenleyen aile. Bağış topladıkları gecelerin gelirlerini ülkeye silah sokmak için kullanıyorlar. Soktukları her bir silah halkın üzerine doğrultuluyor." Dilhun'un kaşları çatılmıştı. Bahsettiği aileyi ismen tanıyordu Dilhun. Annesi böyle gecelere Dilhun'u götürmek istemezdi ve bu da Dilhun'un işine gelen bir şeydi. Bu zamana kadar hiç sorgulama gereği duymamıştı. "Ben anlamıyorum Alparslan. Ailemin bu karanlıkta hangi rolde olduğunu çözemiyorum."
"Kimse aydınlık tarafta değil Dilhun. Ailen hakkında sana bir şeyler anlatmam çok doğru olmayacaktır." Dilhun alayla güldü. "Doğruluk kavramını kullanabileceğimiz bir durumda olduğumuzu sanmıyorum."
"Asım seni ailenle zayıflatmaya çalışıyor, buna izin verme." Asım'ın gözleri ikisinin üzerindeydi. Aralarındaki geçen konuşmaları merak ediyor ama onlara ulaşmaya çalışmanın bütün gözleri üzerine çekeceğini biliyordu. Haktan, Enrico'yu bir saniye bile yalnız bırakmıyorken konuşmaları gereken şeyler erteleniyordu. Asım, müziği durdurmalarını işaret edip, eline içki bardağı alıp sahneye çıktı. "Eğlencenizi böldüğüm için üzgünüm. Sadece küçük bir ara konuşma yapmak istemiştim. Öncelikle daveti kabul edip geldiğiniz için çok teşekkür ederim. Her sene düzenlediğimiz bu balo sonunda birçok ailenin yaptığı işlerde ortaklık edindiğini biliyorum. Her sene olduğu gibi bu sene de Akif Öztürk'ün katkılarıyla bir yeniliğe imza attık."
Dilhun, babasının adını duymasıyla Alparslan'a baktı. İlk defa Alparslan'ın gözlerinde de şaşkınlık gördü. "Neden bahsediyor?"
"Bilmiyorum Dilhun." Asım, ikisine güler yüzle baktığında gülüşündeki ima açıktı. Zafer kazanmış gibi gülüyordu. "Bu gecenin var olmasını sağlayan ve sizlerin de katkılarıyla Dere Boyu'na açılacak olan poliklinik için kadeh kaldırmak istiyorum." Alkışlar eşliğinde kadeh kaldırdıklarında tekrar insanların susmasını istedi.
"Şimdi gecenin mimarlarından Akif Öztürk'ü buraya davet etmek istiyorum." Babasının sahneye çıkmasıyla Dilhun yumruklarını sıktı. Neler döndüğünü anlayamıyor, gönlündeki kırgınlığın acısını dindiremiyordu. "Hepiniz hoş geldiniz. Umuyorum ki açılan poliklinik hem halka fayda sağlayacak hem de kız çocuklarının ve kadınların hayatlarına umut olacaktır. İyi eğlenceler."
"Sakin ol. Ne olduğunu öğreneceğiz." Alparslan, Dilhun'u sakinleştirmek istese de kendisine hakim olmakta zorlanıyordu. Akif'in böyle bir işin içinde olduğunu bilmiyordu. Onunla yıllardır var olan tanışıklıklarında ilk defa Akif'ten böyle bir darbe yemişti. "Baba?"
Akif kızının sesiyle olduğu yerde duraksadı. Burada olmasını istediği son kişi ona sesleniyordu. Yüzünü ona döndüğünde kızının kırgınlık dolu bakışlarıyla karşılaştı. "Neden?"
"Dilhun, burada olmaz." Alparslan elini Dilhun'un beline koyup, salondan dışarı yönlendirecekken Asım'ın sesini duydu. "Akif, biricik kızının seni bu denli desteklemesi çok hoş."
"Yapma." Akif'in dudaklarından sadece bu kelime dökülebilmişti. "Dilhun, lütfen bize eşlik et."
Kalbindeki büyük acı gözlerinin dolmasına neden olmuştu. Bütün hayatı, babasına dair olan inancı az önce tamamen yerle bir olmuştu. Dere Boyu, yetimhanenin bulunduğu mahallenin adıydı. Kız çocuklarının çektiği cefaların pazarlık söz konusu olduğu bu hayatta bir de onlara kadın doğum polikliniği açılmıştı. Başlarına gelebilecekleri düşündükçe Dilhun'un başına sancılar giriyordu. Babasının gerine gerine sahneye çıkıp buradaki insanlara iyi eğlenceler dilemesi zihninden bir an olsun çıkmıyordu. "Gel, seni buradan götüreceğim."
Alparslan'ın eli, Dilhun'un elini bulduğunda genç kadının uzun ve ince parmaklarını kendi parmaklarına kenetledi. Salondan çıkana kadar onu yönlendirmek zorunda kalıp, Dilhun'un üzerindeki donukluğu atmasını beklemeden onu oradan çıkardı.
Haktan, ikilinin salondan çıkmasını beklerken Enrico'ya yöneldi. Kulağına fısıldadığı cümleyle Enrico'nun yüzüne yayılan gülümseme bir olmuştu. Asım, Enrico'nun gidişini izlerken adamlarına işaret etti. Onun para kaynağının kaybolması son isteyeceği şeydi.
"Biraz nefes al." Alparslan, yüzündeki maskeyi çıkarıp Dilhun'un maskesini çıkardı. Yüzünü ellerinin arasına alıp, kendisine bakmasını sağladı. Onu bahçeye çıkarmıştı. "Bunu nasıl yapar?"
"Senin kadar olmasa bile bende şaşkınım Dilhun. Bunu babandan dinlememiz daha doğru olacaktır." Dilhun'un gözleri öfkeyle parladı. "Ben babamın yaptıklarına sürekli olarak olumlu yaklaşmaktan sıkıldım. Bunun bir izahı yok. Ne düşünürse düşünsün, bir şeylerin yoluna gireceği zamana kadar onca çocuğun canı yanacak."
"Bugün bu sirkin düzenlenme amacı şimdi belli oldu. Ben sadece Enrico'ya yapılacak olan bir gösteri sanıyordum. Asıl amacı klinikte çocukların alıcılarını bulmakmış. Sonra bu düzende elini kana bulamaman bekleniyor." Dilhun'un gözü karardığında Alparslan'ın koluna tutunup destek aldı. "Bir katili öldürdüğünde katil eksilmiş olmuyor Alparslan."
"Adalet öyle işliyor olsaydı, haklı olabilirdin." Dilhun kendine geldiğinde sırtını dikleştirip, derin bir nefes aldı. "Babamı görmek istiyorum."
"Babandan önce bir çocuğun hayatını kurtarmaya gelmek ister misin?" Dilhun, boş bakışlarla ona baktı. "Enrico'nun ölümünü beklediği gençten bahsediyorum."
"Nasıl kurtaracağız?" Alparslan, onu takip etmesini işaret etti. Kapının önündeki korumalar onu görünce arabanın kapısını açtı. "Önce bir ziyaret etmemiz gerek. Sonrasına bakacağız."
Dilhun sorgulamadan arabaya bindi. Yola çıktıklarından beri kendi düşünceleriyle boğuşurken arabanın camını aralayıp nefesini düzene sokmaya çalıştı. "Bu Asım sapık mı?"
"Evet." Alparslan, Dilhun'un sorusuna tereddüt etmeden cevap vermişti. "Dalga geçme benimle. Birinin sağlıklı bir ruh halindeyken kız çocuklarını ve bebekleri pazarlayacağını sanmıyorum. Derdi ne bu adamın? Nasıl bir iğrençlik bu?"
"Sağlıklı bir ruh hali yok zaten Dilhun. Sence böyle biri sağlıklı olabilir mi? Adamın geçmişindeki pisliği bu. Bir şeyleri elde etmesi onun zihniyetini ve yapısını değiştirmiyor." Dilhun duyduklarını anlamak ve hazmetmek için birkaç saniye durdu. "Nasıl yani? Ne geçmişi?"
"Bilmediğin çok şey var demiştim Dilhun. Beni bu adama benzetmende en ağır gelen şeylerden biri bu oldu. Bu adam başa geçmeden önce bir genelev işletiyordu. Kızları çaresiz bırakıp bir bataklığa sürüklüyordu. Şimdi yaptığı bu iğrençliklerin devam etmiş hali. Elde ettiği paralara, mevkiye doymadı. Eline bulaştırdığı kardeş kanı bile gözünü doyurmaya yetmedi." Alparslan birkaç küfür savurduktan sonra Dilhun'a doğru döndü. "Bu pislik üç kuruşluk uçkuru için çok kızın günahına girdi Dilhun ve ben o toprak altına girmeden rahat etmeyeceğim."
"Bu... bu iğrenç bir şey. Alparslan, bu adam tedavi olmalı." Araba durduğunda Alparslan kapısını açtı. "Hayır, bu adam ölmeli."
"Kanıt? Herhangi bir şey? Neden ifşalamıyorsun?" Hastanenin önünde indiklerinde Dilhun, Alparslan'ın peşinden ilerlerken bir yandan hayretle konuşuyordu. "Az kaldı. Birini bulmam gerekiyor. Sonra her şeyi ortaya dökeceğiz."
"Kimi bulacaksın?" Dilhun'un ardı arkası kesilmeyen sorularıyla hastaneden içeri girdiler. Alparslan danışmaya yaklaşırken Dilhun'u yanıtladı. "Geçmişte susturduğu ortağını."
"Nerede ki?" Alparslan susmasını istercesine dönüp ona baktı. Artık etraftakilerin duyma riskini göze alamazdı. "İyi akşamlar, Emir Bayrak."
"Ziyaret saatimiz bitti efendim." Yirmili yaşlarının sonlarında görünen genç kız konuştuğunda Dilhun boğazını temizleyip araya girdi. "Ziyaretçi olarak burada bulunmuyoruz. Dilhun Öztürk, hastane hissedarı olarak buradayım. Hasta ile ilgili bilgilere ihtiyacım var."
"Dilhun Hanım, kusura bakmayın tanıyamadım. Üçüncü kat, 717 numara." Kısa bir teşekkür faslından sonra danışmadan ayrıldılar. Asansörün önündeyken Alparslan omzunu duvara yasladı. "Patronvari konuşmak yakıştı."
"Patronvari olmuyor zaten patronuyum." Dilhun'un takındığı tavır Alparslan'ın kahkaha atmasına neden olmuştu. Gülüşü bütün kata yayıldığında Dilhun'da istemsizce ona eşlik etmişti. "Galiba sinirim bozuldu."
"Biraz sabret. Her şeyi yoluna koyacağız." Cümlelerine eklediği çoğul ekleri Dilhun'un dikkatinden kaçmasa da duymazdan geliyordu. Babası bile güvenebileceği kişiler arasında değilken Alparslan bu hissin yakınından bile geçemeyecek biriydi. Açık oynadığını söyleyen kara kutuydu.
Asansöre binip, kata geldiklerinde ikisi de aralarındaki sessizliği bozmamıştı. Odanın kapısına adımlamaya devam ettiklerinde kapının önündeki sandalyede oturan kadını gördüler. Başındaki yazmasının ucuyla gözlerindeki yaşı siliyordu. Diğer eli altındaki siyah ketenden eteğinin üzerindeydi. Yumruk yaptığı elinin içinden kolye zinciri gözüküyordu. "Merhaba."
"Almayın evladımı, yalvarırım." Kadın telaşla ayaklandığında Alparslan'ın ellerine atılmıştı. Diz çökeceği sırada Alparslan kadının kollarından tuttu. "Durun, durun. O yüzden gelmedik." Kadının yüzüne baktı bir süre Dilhun. Yaşı ileri durmuyordu. En fazla elli diye düşündü. Gözlerindeki yaşanmışlıklar ise çok daha fazlasıydı. "Lütfen sessiz olun. Size yardım etmek istiyoruz."
"Sahi mi?" Kadının gözlerinden geçen umut parıltısı Dilhun'un da içini ısıtmıştı. "Sahi ama burayı izlediklerine eminim. Bu yüzden metanetli olup, bize olanları anlatmanızı istiyorum." Dilhun'un şefkat dolu konuşmasıyla kadın kalktığı sandalyeye tekrardan oturdu.
"Kocam olacak herif, oğlumuzun canını pazarlık konusu yaptı. Yıllardır bir pisliğin içinde ama ne olduğunu bilmem ben. Eve garip garip adamlar geldi en son. Baya dövdüler, ellerinde kalacaktı neredeyse. Borç, harç işleri dedi ama ben inanmadım. Bizim oğlanla çıktılar bir gün evden sonra kendisi döndü ama oğlumu getirmedi geri." Kadının dudakları arasından birkaç hıçkırık döküldü. "Bir adam varmış, çocuğumun kalbine göz koymuş. Beni alın dedim. Benim canımı alın ama oğluma dokunmayın dedim. Ondan başka kimsem yok benim. Onu kurtarmak istedim ama gücüm yetmedi."
Kadının sıraladığı cümleler artık bilinci dışındaydı. Üzüntüsü diline vurmuş, peş peşe sıralamaya başlamıştı. Dilhun, kendisine gelmesi için yanındaki sandalyeye çöküp elini tuttu. "Ne karşılığında peki?"
"Kendi canı karşılığında." Son kelimelerinden sonra ağlaması şiddetlenmişti. Dilhun dolan gözleriyle Alparslan'a baktı. Kadına adına yardım istemek içindi bu bakışları. Alparslan odadan içeri girdiğinde genç çocuğun televizyon kanalları arasında dolandığını gördü. "Ne var? Buradayım işte."
"Neden buradasın Emir?" Alparslan'ın sorusu öfkeyle karşılık bulmuştu. "Dalga mı geçiyorsun lan sen benimle?"
"Hayır, sorumda oldukça ciddiydim. Canından daha kıymetli olan, ne? Babanın beş para etmez canı mı?" Emir yattığı yerden doğruldu. "Sen kimsin?"
"Dışarıda ağlamaktan gözleri şişmiş annenin yardımını çevirmeyecek biriyim. Şimdi seni burada tutanın ne olduğunu söyle bana." Emir kaşlarını çatarak karşısındaki tanımadığı adama baktı. "Annem. Eğer ben ölmezsem, onu öldürecekler."
"Seni nereden buldu bu adamlar?" Emir bilmiyorum dercesine omuzlarını kaldırdı. "Babamın işleridir. Bu hayatta bize hiç faydası olmadı zaten. Annemin bütün hayatı bu adamın çilesini çekmekle geçti. Beni onlara götürdüğünde önlerine köpek gibi attı. Annemin her anını izliyorlardı. Kadın zaten bütün ömrünü hiç etmişken bir de bu adam yüzünden ölsün istemedim."
"Seni ve anneni buradan çıkaracağım Emir. Babanla ayrı bir hesabımız olacak ama önceliğimiz sizi güvenli bir yere almak olacak." Emir yatağından kalkıp, Alparslan'ın karşısına geçti. Boyu Alparslan'dan birkaç santim kısaydı. "Neden bize yardım ediyorsun?"
"Ağlayan çok fazla anne var Emir. En azından birinin içi rahat etsin diye." Emir, kollarını Alparslan'a doladığında sarılışına karşılık Alparslan, genç çocuğun omzuna vurdu. "Şimdilik gidiyoruz. Gece sizi almaya gelecekler. Bu sürede kimseye bir şey demeyin."
"Teşekkür ederim." Alparslan ona başını eğerek karşılık verip odadan çıktı. Dilhun ayağa kalktığında kadında onunla eş zamanlı olarak hareket etmişti. "Oğlunuzun yanına girin. O size anlatacaktır."
"Allah razı olsun sizden." Teşekkürlerinin mahcupluğunu görmek, gözlerindeki sönen hayatlarını izlemek Dilhun'un boğazını düğümlemişti. Bu gece bir annenin çaresizliğine daha şahit oldu Dilhun. Kendi yaşantısından şikayet ettiği her dakika için utandı. Arabaya tekrar binene kadar boğazındaki düğümden kurtulup Alparslan'a soramasa da onlar çıkarken Yaser'in içeri girdiğini görmüştü. Gerçekten onları yalnız bırakmayacağına o dakika emin olmuştu. "Teşekkür ederim Alparslan."
"Ne için?" Alparslan arabayı çalıştıracakken duraksamıştı. "Bu gece o çocuğa ettiğin yardım benim gönlüme derman oldu."
"Tekrar kanatmamız gerekecek gibi duruyor Dilhun." Arabayı çalıştırıp, hareket ettirdiğinde sözlerine devam etti. "Babandan almamız gereken cevaplar var."
Alparslan haklıydı. Babasına yönelteceği her soru, alacağı her cevap onun gönlündeki yarayı tekrar tekrar kanatacaktı.

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |