20. Bölüm

B.19

Dilhan
dilhann

Yola çıktıklarında Dilhun yaşadıklarını düşündükçe kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Babasının geçerli bir sebebi olamayacağı kadar vahim bir durumdu. Hangi neden onu haklı çıkarabilirdi ki? Dilhun istemsizce bir bacağını stresle sallamaya başlamıştı. Dizi yükselip, alçaldıkça Alparslan'ın dikkati Dilhun'a kaymıştı. Aklından geçenleri okumayı dilemeyi istemişti. İçinde nelerle boğuştuğunu bilmek ona yardım edebilmek istemişti. "İyi misin?"

"Ne kadar olabilirsem. Beni ofisime götürebilir misin?" Alparslan'ın kaşları merakla havaya kalktı. "Bir şey mi alacaksın?" Meraklı tutumuna engel olamamıştı. Saatine baktığında gece yarısına yaklaştığını görmüştü. "Bir haber yayınlayacağım."

"Buna emin misin Dilhun? Çok fevri hareket ettiğini düşünüyorum." Dilhun, omuz silkti. Bu yola çıkış amacı sadece insanlara yardım etmekti. Birini kayırmayacaktı. Bu kişi babası bile olsa yapamazdı. Yüreğindeki ağırlığı yok saymayı deniyordu. Bunun için ne kadar çaba sarf etmesi gerektiğini biliyordu ve hayat her geçen gün önüne bir set daha çekiyordu. Çabalamak... Bu sıralar onun en çok yaptığı şey olmuştu. Güçlü kalmak için çabalıyordu. Ağlamamak için çabalıyordu. Önüne bakmaya ihtiyacı vardı. Bütün bu düşüncelerle boğulduğunu hissediyordu. "Eminim. Eğer bir yanlış varsa düzeltmeyi bilirim ama insanlar bir şekilde bunları okuyor ve biliyor. Belki birkaç kişinin hayatına dokunabiliriz."

"Her geçen gün beni daha fazla şaşırtıyorsun." Dilhun cevap vermek istememişti. Ne övgü istiyordu ne de eleştiri sadece aklındakileri insanlarla paylaşmak istiyordu. Alparslan arabasını Dilhun'un ofisine doğru yönlendirdi. Geçtikleri sokakları daha iyi görebilmek için camını araladı Dilhun. Çok ince bir çizgide yaşıyorlardı. Bu ülkede ya vardın ya yok. Hayata tutunabilmek için şans vermemişlerdi. Burada doğduğun ev kaderindi.

Ofisin kapısına geldiklerinde Alparslan'ın adımları Dilhun'u takip ediyordu. Dilhun kapıyı açarken Alparslan etrafı kontrol etmeye devam etti. İçeri girdiklerinde Dilhun bekelemeden odasına geçmişti. Masasının başına geçip bilgisayarını açtığında eli titremişti. "Dilhun."
Alparslan bunu gördüğünde ona nazik bir ses tonuyla seslendi. Dilhun'un gözleri doluydu. Alparslan'ın ses tonu onun içinin titremesine neden olmuştu. Gözünden akan birkaç damla yaşa engel olamamıştı. "Bunu yapmalıyım."

"Bunu yapmamalısın." Alparslan yanına yaklaşıp açtığı bilgisayarını kapattı. Ellerini tutup ayağa kalkmasını sağladı. "Bazen her doğru bildiğimizi yapmamız gerekir. O senin baban Dilhun. Kimse sana babana karşı böyle bir tutum sergile diyemez. Bunu senden beklemek haksızlık olur."

"Bildiğim doğruları yapmazsam nasıl bildiklerimi savunabilirim ki?" Alparslan onu koltuklara doğru çekti. Oturacakları sırada Dilhun kendisinin bile beklemediği bir şeyi yapıp Alparslan'ın beline kollarını doladı. Hiç güveneceğini düşünmediği adamın göğsüne alnını dayadı. Tutamadığı hıçkırıklarını bıraktığında Alparslan birkaç saniye ne yapacağını bilememişti. Kollarıyla Dilhun'u sardığında Dilhun'un ağlaması şiddetlenmişti. "Bildiklerini savunmaktan vazgeçmeyeceksin. Sadece emin olduğunda savunmalısın. Babanı henüz dinlemedik ve zaten zor geçen zamanların seni daha fazla yaralamasına izin verme."

"Çok yorgunum." Tek dediği bu olabilmişti. Alparslan elini saçlarının arasından gezdirdi. Dilhun bu kadar zor durumdayken kalp atışının hızlanmasına anlam veremiyordu. Onun için bu kadar buruk hissetmekte garipsediği duyguları arasındaydı. "Geçecek. Ne zaman bilmiyorum ama bunun yakın zamanda olması için çabalıyorum."

"Teşekkür ederim." Dilhun başını Alparslan'ın göğsünden ayırdığında kızarmış gözlerini Alparslan'ın kehribarlarıyla buluşturmuştu. Dağılmış durumda olduğunun farkındaydı ve bunu önemsemiyordu. Az önce yaşadıkları anın etkisi altındaydı. Endişesinin yerini karmaşa almıştı. "Ne için?"

"Beni durdurduğun için ve sarılmama izin verdiğin için." Alparslan'ın yüzünde ukala bir gülümseme oluşmuştu. "Eh göğsüm tam ağlamalık yer. Fırsattan faydalandığını biliyorum."

"Hala ukalasın." Dilhun gülümsemesine engel olamayarak başını iki yana salladı. Onu gülümsetmek için çabaladığının farkındaydı. Alparslan kendi çizgisinin dışına çıkmıştı. Yıkılan duvarları sadece karşısındaki kadınaydı. "Benimle gelmek zorunda değilsin Dilhun. Bana güvenmediğini biliyorum ama babanla konuşmak istemezsen bunu alarım ve sana her şeyi doğruluğuyla anlatırım."

"Kendim duymak zorundayım." Alparslan anlayışla başını salladı. "O zaman babanın sinyalinin evinizden geldiğini söylemem gerek."

"Gidelim mi?" Alparslan'la beraber çıktıkları yolda ikisi de sessizliğini sürdürmüştü. Biraz yaşadıkları olayların gerginliği biraz da yaşadıkları yakınlığın varlığı onları sessizliğe sürüklemişti. "Geldik."

Alparslan'ın tok sesi arabanın içine dolana kadar Dilhun camdan dışarıyı izlemeye devam etmişti. Arabanın durduğunu fark edemeyecek kadar dalgındı. Arabanın kapısını açtığında derin bir nefes aldı. İçine çektiği bütün nefes yüreğindeki bütün acının boğazında düğümlenmesine neden olmuştu. Dilhun bugün çok iyi anlamıştı. Acı, boğazının düğümleyen yutamadığı büyük bir lokmaydı. Anahtarla kapıyı açtığında birkaç adım atıp durdu. "Anne?"

Karşılık alamadığında etrafa bakınmaya devam etti. Evde kimsenin olmadığına emin olduğunda onu salonda bekleyen Alparslan'ın yanına döndü. "Kimse yok."

"Baban telefonunu burada bırakmış olmalı." Alparslan düşünceliydi. İçine sinmeyen kuşkulandığı şeyler vardı. Akif telefonunu yanından ayırmazdı. Bu gece olanlar onun kendi tercihi miydi? Yıllardır tanıdığı adamın şu an bunları yapıyor olması inanmasını zorlaştırıyordu. Bir sebebi olduğunu düşünüyordu ya da buna inanmak istiyordu. "Konuşmak istemediği için normaldir."

"Bilemiyorum Dilhun." O sırada Alparslan'ın telefonuna bir mesaj gelmişti. Telefonunu pantolonunun cebinden çıkardığında ekranda gördüğü mesajla kaşları çatıldı. "Gitmem gerekiyor."

"Ne oldu?" Dilhun, Alparslan'ın yüzündeki endişeyi görmüştü. Bu her zaman rastladığı bir mimik değildi. "Bir işim çıktı."

"Yalan söylediğini anlayabiliyorum Alparslan." Alparslan elini sakallarının arasında dolaştırdı. "Bu gerçekten karışabileceğin bir mesele gibi değil Dilhun. Burada kalıp benden haber beklemelisin."

"Babamla mı ilgili?" Alparslan gizlemek yerine başıyla onay vermişti. Dilhun elini kaldırıp, Alparslan'ın telefonu vermesini istedi. Alparslan bunu yapmayıp ekranını kilitleyip telefonunu pantolonunun cebine koydu. "Görmek istiyorum."

"Burada kalmalısın Dilhun." Dilhun derin bir nefes aldı. "Tamam burada duracağım ama ne olduğunu söylemeni istiyorum."

"Baban, Haktan'a sinyal göndermiş." Dilhun, Alparslan'a telefonunu istemek için elini tekrar uzattı. Alparslan güvenini kazanmak istediğinin farkındaydı bu yüzden onun istediğini avuçlarının içine bıraktı. Dilhun telefonu alıp mesajı okudu. "Anlamıyorum ki burada ne yazıyor?"

"Tam da bu yüzden şifre oluşturduk." Dilhun mesaja birkaç saniye daha baktıktan sonra telefonu Alparslan'a geri uzatıp, salondaki koltuğa oturup arkasına yaslandı. "Sinyal derken?"
"Mors alfabesiyle nerede olacağını yazmış. Yıllardır aynı cihaz babanda var. Herhangi bir durumda oradan haberleşiyoruz." Dilhun akıllarını takdir etmişti. Demek bu yüzden babasının nerede olduğunu bu kadar rahat bulabiliyorlardı. "Neredeymiş?"

"Poliklinikte." Dilhun'un kaşları çatılmıştı. "Bu saatte?"

"Orada bir şeyler dönecektir. Gidip bir kontrol edeceğiz. Anneni bul ve evden ayrılmayın. Bu önemli Dilhun." Her kelimesinin üzerine basa basa konuşmuştu. "Telsizden konuşuyor gibi es vererek cümle kurdun. Tebrik edesim geldi."

"Şakalara başladığımıza göre anlaştık olarak anlıyorum." Dilhun sırtını koltuğun yumuşak yastığına yasladı. Parmaklarını şakaklarına yerleştirip ovaladı. "Anlaştık ama bana haber vermeyi unutma."

"Bu kadar kolay kabul etmeni beklemiyordum. Beni şaşırttın." Dilhun omuz silkti. Alparslan birkaç saniye yüz ifadesini ölçmeye çalıştı. "Yorgun hissediyorum."

"Haberleşiriz." Alparslan evden ayrıldıktan sonra Dilhun ayağa kalkıp perdenin arkasından Alparslan'ı izlemeye koyulmuştu. Dengeler bu gece değişecekti bunun bilincindeydi. Kendisi için doğru olanın ne olduğu şaşmış ve denge terazisi bugün Dilhun için başka bir anlam taşımaya başlamıştı. Adalet her zaman kitaplarda yazanlardan ibaret değildi. Kanunlarda her zaman adil değildi. Şayet bir adalet varsa bu önce etrafındakilere işlemeliydi. İyisiyle, kötüsüyle gerçek ortaya çıkmalı ve adalet yerini bulmalıydı.

Dilhun hayatını ilahi adalete inanarak yaşamıştı. Bu yüzden şimdi olanlar gerçeklik dışı gelmiyordu ona aksine beklenilenin yaşanacağının habercisi gibiydi. Son zamanlarda duyduğu, düşündüğü her şey kısmi bir tereddütle yaşanmış olsa bile bugün yediği tokat gerçekti. Temkinliydi ama babası bile olsa bu gece her şeyi açığa çıkaracaktı.

Alparslan'ın ardından annesinin arabasını alarak evden çıktı. Annesinin nerede olduğunu bilmiyordu ama bunu düşünmek için vakti yoktu. Arabaya binip Hilal'i aradı. Aramayı hoparlöre aldıktan sonra telefonunu kucağına koydu. "Dilhun ben de seni arayacaktım. Annen bizde gelsene sende? Hem konuşuruz."

"Annemin sizde olması iyi oldu ben de onunla ilgilenir misin diye soracaktım. Biraz işim var. Eğer erken biterse uğramaya çalışırım." Hilal birkaç saniye sessiz kaldığında Dilhun onun bulunduğu yerden uzaklaştığını anladı. Arkadan annesinin sesi geliyordu. "Ne işler karıştırıyorsun?"
"Bir şey karıştırmıyorum. Geleceğim merak etme. Kapatıyorum şimdi." Hilal'in itiraz eden konuşmasını dinlemeden telefonu kapamıştı. Alparslan'ın telefonunu aldığı sırada kendisine canlı konum göndermişti. Konumu açtığında Alparslan'ın dediği gibi polikliniğe ilerlediğini gördü. Ara sokaklardan geçerken yavaşladı ve camını araladı.

Döküntü denilebilecek evlerin muşambalarla yamalanmış pencerelerine baktı. Bazı yerlerde ise sadece pencereler değil saldırıdan kaynaklanan hasarların yamalandığını gördü. İlerledikçe daha da şanssız kalan kesimden aileler gördüğünde burnu sızlamıştı. Kapısının önünde yerde yatan çocuklar ve arkalarında başlarına yıkılmış evleri vardı. Hiçbir şey onların yaralarını saramayacaktı. Ruhlarında bırakılmış her yara onların geleceğine indirilmiş bir darbeydi. Dilhun küçük bir kız çocuğuyla göz göze geldiğinde ona burukça gülümsedi. Karşılığında aldığı ise içtenlikle bir gülümseme olmuştu.

Telefonundan navigasyonun sesi yükseldiğinde camını kapatıp ara sokağa girdi. Arabayı park edip yürüyerek yoluna devam etmek için arabadan indi. Hava artık serinlemişti ve vücuduna vuran esintiyle tüyleri ürpermişti. Ara sokaktan çıktığında bir sonraki sokakta polikliniğin olduğunu biliyordu. Sokakta attığı her adımda az önce cam açıkken gördüğü görüntüleri daha yakından görmek zorunda kalmıştı. Her adımında daha da canı yansa bile devam etmesi gerekiyordu.

"Bu saatte burada sadece bizler ve bize zarar vermek isteyenler olur. Sen ikiside değilsin. Kimsin?" Ona seslenen genç adamla beraber duraksamıştı. "Sadece bir arkadaşıma bakacağım."
"Buradaki herkesi tanırım. Kim bu arkadaş?" Dilhun tedirgin olmuştu. Ona zarar vermelerinden çok poliklinikte olanları kaçırmak istemiyordu. "Hamileydi ve bu poliklinik illeti açıldığı haberi gelince onu görmek için geldim. Şimdi izin verirsen onun için endişeliyim."

"Sahra, senin arkadaşın mı?" Dilhun şansını deneyerek başıyla onayladı. Genç adamın gözlerine çöken hüznü gördüğünde şaşırmıştı. "Onu tanıyor musun?"

"Sadece tanımıyorum. Onu seviyorum. Ona söylemiştim! Çocuğuna sahip çıkmaya hazırdım. Benden utandığını söyledi." Dilhun dediklerini birleştirmeye çalışıyordu. Kafasındakileri en korkunç senaryoya hazırlamaya çalıştı. "Yaşadıklarının zor olduğunu biliyorsun."

"Bu yüzden onu korumak istedim." Gözünden akan birkaç damla yaşı elinin tersiyle silip devam etti. "Şimdi onu polikliniğe götürdüler ve onu kurtarmayı denesem bile yapamadım."

"Bırak onunla konuşmak için gideyim." Genç adam önünden çekildiğinde Dilhun sokak boyunca yürümeye devam etti. Kızın çocuğunu elinden alacakları ortadaydı. Bu gece artık kızın oradan kurtulması onun öğreneceklerinden daha önemli hale gelmişti. Polikliniğin sokağına girdiğinde etrafa göz gezdirdi. Beyaza yeni boyanmış izbe bir binayı polikliniğe çevirmişlerdi. Önünde üç kişi duruyordu. Bellerinde duran silahı görebiliyordu. Bundan fazlasının olduğunu anlamak zor değildi. Etrafına bakındı ve içeri girebileceği ya da Alparslan'ı görebileceği bir yer aradı.
Polikliniğin binasının iki yanında çıkmaz sokak vardı. İki taraftanda ayrı yan girişler vardı.
Dilhun onların önünde de ikişer adam gördü. İçeri onlara görünmeden girmek neredeyse imkansız gibi duruyordu. Telefonunu çıkardığında Alparslan'ın konumunun sonlanmasına üç dakika kaldığını gördü. İçeri çoktan girmiş görünüyordu. Elini kolunu sallayarak girmiş olamazdı.

Bir açık bulmuş olmalı diye düşündü Dilhun. Alparslan gibi düşünmeliydi. Etrafa bakmaya devam etti. İlk kata baktığında girebileceği bir alan görememişti. İkinci kata doğru baktığında umutsuzluğa kapılacağı sırada açık bir pencere gördü. Oraya ulaşabilmek zordu. Arka kapı diye düşündü. Çıkmaz sokaktı evet ama bu binanın bir arkası olmalıydı.

Bütün bir sokağı yürümesi gerekecekti ama hızlı adımlarla yola koyuldu. Sokağın sonuna geldiğinde köşeyi dönecekken Haktan'ı gördü. Sarı saçları direğin yaydığı loş ışığın altında parlıyordu. Yakalanmak isteyeceği son kişiydi. Pür dikkat bir yeri izlediğini gördü. Haktan'ın onu fark etmeyeceği şekilde arkasından dolandı ve aralarında mesafe bırakarak nereye baktığını çözmeye çalıştı. Polikliniğin arka tarafında giriş katta bir giriş yoktu ama ikinci katta açık olan bir pencere vardı. Onlar burada girişin olmadığına güvenmiş gibi duruyorlardı. Alparslan ise bu boşluğu değerlendiren taraftı. Haktan'ın dikkatini çekmeden oraya giremeyeceği kadar sakindi sokak. Telefonu titremeye başladığında cebindeki telefonu çıkardı. Haktan'ın aradığını gördü. Bakışlarını Haktan'a çevireceği sırada ona doğru yaklaştığını gördü. "Beni hafife alman artık kalbimi kırmaya başlıyor."

"Nereden anladın geldiğimi?" Haktan gökyüzünü işaret etti. "Ben her zaman izlerim Dilhun. Alparslan'ı oraya gönderip arkada kalmamın bir sebebi var değil mi? Biri pataklar diğeri onu kollar."

"Aman ne marifet. Sen beni görmedin ve ben içeri gireceğim." Dilhun yanından geçip gidecekken Haktan onu kolundan tutarak durdurdu. "Seni içeri gönderip sonra Alparslan'dan azar mı işiteceğim? Bu yaşımda babamdan azar yer gibi onun çenesini dinleyemem. Söylendiğinde normalden daha çekilmez bir adam oluyor."

"Biliyorum ama babam orada! Hem sen benimle gelirsen sorun kalmaz?" Haktan pencerede hareketlilik gördüğünde Dilhun'u arkalarındaki binanın girişine çekti. "Hemen eve dönüyorsun ve biz haber verene kadar burnunu belaya sokmuyorsun."

"Hemen içeri giriyorum ve orada neler dönüyorsa görüyorum." Dilhun'un ısrarcı tavrı karşısında Haktan kaybettiği zaman karşısında sıkıntıyla soludu. "Eğer içeride başına bir şey gelirse..."
"Seni görmediğimi söylerim." Haktan şaşkınlıkla karşısındaki kadına baktı. "Saçmalama! Buna inanır mı sanıyorsun? Eğer içeride başına bir şey gelirse al şunu ve bir kere bas. Seni takip etmemi kolaylaştıracak."

"Bu da ne?" Eline verdiği siyah küçük kutuya baktı. Ortasında sarı bir düğme vardı. "Öyle küçük olduğuna bakma işlevi oldukça yüksek. Hem tiz bir ses yayıyor -belirtmek isterim ki sağır edebilir- hem de bana bir sinyal gönderiyor. Sarı renk beni anımsatması için iyi duruyor mu?"

"Deli falansın ama zekanı inkar edemem." Düğmeyi cebine koyduktan sonra üstünü düzeltti. "Teşekkür etmek ve homurdanmak arasında gidip geliyorum."

"Beni lafa tutma." Haktan yanından söylenerek uzaklaşan kadının arkasından baktı. Onu içeri göndermek tehlikeliydi ama bu kadar yol gelmişken gerçekleri kendisinin duyması hakkıydı. Haktan kendisini onun yerine koyduğunda ona izin vermemeleri sinirini bozardı ve kendi başının çaresine bakabilecek bir kadın olduğunu biliyordu. Biraz destekle her şey onun için yoluna girebilirdi. İçeride Alparslan'ın olması ise Haktan'ın içini daha da rahatlatıyordu. Dilhun'un gidişini izlerken içeride neler olduğunu takip etmeye devam etti.

Dilhun binanın arkasına geldiğinde yukarı doğru baktı. Çok yüksek görünmüyordu ama uzanabileceği bir mesafe değildi. Etrafına bakındığında Alparslan'ın nasıl yukarı çıkmış olabileceğini düşünse de aralarındaki yirmi santimlik boy farkı ve kas gücü her şeyi açıklamaya yetebilirdi. Duvardaki çıkıntılara dikkat ettiğinde eliyle kontrol etti. Basabileceği veya tutunabileceği birkaç çıkıntı vardı. Üzerindeki montu çıkarıp yere attı. Hareket etmesinin daha kolay olduğunu fark ettiğinde çıkıntılara uzanıp tutundu. Kendini yukarı çektiğinde bir çıkıntı daha bulması gerektiğini fark etti. Pencereye ulaşabilecek mesafedeydi ama kollarının onu çekebileceğinden emin olamamıştı.

Sağ tarafındaki çıkıntıya doğru bacağını uzattığında ağırlığını verebileceği bir çıkıntı olmadığından bacağı boşluğa düşmüştü. Zorlukla tutunduğu çıkıntıya parmaklarını sıkarak tutunmaya devam etti. Sol tarafında bir çıkıntı daha görse de pencereden uzaklaşmış olacaktı. Bacağını diğer tarafa uzatıp kendini yukarı çektiğinde pencereden mesafe olarak daha uzaktı ama kafasıyla aynı hizadaydı. Arkasına baktığında Haktan'ın onu dikkatle izlediğini gördü. Düşerse büyük çuvallayacaklardı ve gürültü dikkat çekecekti. Tehlikeyi göze alarak sağ tarafındaki elini boşluğa bıraktığında pencereye olan mesafeyi ölçmeye çalıştı. Parmak ucu pencere kenarına ulaşabiliyordu. Dışa doğru gerilip pencereye atıldı. Tek eliyle tutunabildiğinde beklediğinden fazla gürültü çıkmıştı.

"Sesi sende duydun mu?" Konuşan Alparslan'dı. Dilhun'un yakalanma telaşıyla nabzı hızlanmıştı. Pencere pervazına tutunmuştu. Ayaklarını duvara sabitlemeye çalışsa bile koyabileceği bir çukur bulamamıştı. "Etrafta insanlar dolanıyor. Bir şey olsa Haktan görürdü."

Dilhun uzaklaşan ayak sesleriyle derin bir soluk aldı. Kolları artık güçsüzleşiyordu ve kendisini taşımakta zorlanıyordu. Son bir gücüyle kendini yukarı çektiğinde arşiv gibi bir odada olduğunu gördü. Yerde birkaç tane siyah çanta vardı. İçleri boş ve mini valiz boyutundaydı. İçlerinden çıkabilecek olanlara dair birkaç tahmini vardı ama üzerinde düşünmek istemedi. Kollarını eliyle ovalayıp, sıktı. Bekleyişinden beri güçsüz hissediyordu. Cebinde titreyen telefonunu çıkardığında Haktan'ın aradığını gördü. Beklemeden telefonu açtı. "Çuval gibi düşmeni bekliyordum doğrusu beni şaşırttın. Alparslan'a yakalanmamak için bu kadar çaba sarf etmen takdirimi kazandı."

"Alparslan'ın orada olduğunu bile bile mi gönderdin beni?" Haktan keyifle güldü. "Sen içeri girmek istediğini söyledin. Alparslan'dan gizli içeri girmek istediğini söylemedin ki? Detay eksikliği diyelim."

"Buradan çıktığımda seni detaylarda boğacağım." Dilhun öfkeyle telefonu kapattı. Haktan'ın kafasında sorunları olduğunu düşünüyordu. Sinirle telefonunu cebine geri koyup odanın kapısını araladı. Etrafa bakındığında önündeki koridorun boş olduğunu gördü. Beyaz fayanslarla döşenmiş katın iki tarafında da üçer oda vardı. Gri kapıların ardından bazı konuşma seslerinin yükseldiğini duyduğunda bulunduğu odadan çıktı. Konuşmaların yükseldiği odanın sağ taraftaki üçüncü oda olduğunu anladığında telefonundan ses kaydediciyi açıp kapıya yaklaştı.
"Üç ölü bebek mi doğurttunuz lan? Bütün gece bunun doğurduğu bebekleri beklediler! Siz bunun bana ne kadar patlayacağını biliyor musunuz?"

Konuşan kişinin kim olduğunu sesinden ayırt edememişti. Kayıt devam ederken içeriden gelen ağlama sesiyle yüreğine ağırlık çökmüştü. Bebeklerini kaybeden bir kadının önünde bu konuşmayı yaptıklarını o saniye anladı. "Ne yapalım abi? Kadını buraya getirene kadar doğumu yavaşlatmaya çalışmışlar. Hem ben ne anlarım doğum yaptırmaktan?"

"Beceriksiz herifler!" İnsanları kimlere emanet ettikleri bile belirsizdi. Dilhun'un dudakları kurumaya başlamıştı. Vücudundaki bütün kanın çekildiğini hissediyor gibiydi. Telefon elinden yere düştüğünde çıkan ses bütün koridorda yankılanmıştı. Panikle kendine geldiğinde telefonunu alarak koridorun sonunda kalan birkaç adımlık mesafesindeki merdivenlere yöneldi. Merdivenlere ulaştığında arkasından kapının açıldığını duydu. Ağır adımlarla merdivenleri inmeye başladığında alt katın daha kalabalık olduğunu fark etti. Birkaç kişinin konuşma sesini duyduğunda U şeklindeki merdivenin ortasında durdu. Kendini sıkışmış hissediyordu.
"Kızları buradan çıkarın. Hepsinin iyi olduğundan emin olun."

Alparslan'ın ve silahın patlama sesi aynı anda kulağına dolduğunda dudaklarından kaçan tiz çığlığa engel olamamıştı. Ellerini dudaklarının üzerine kapasa bile artık her şey için çok geçti. Merdivenin korkuluklarının yanına çömelip onu görmemeleri için dua etti. Kattaki patlayan silah seslerinin sayısı arttığında odalardan panikle bağırış sesleri yükseliyordu. Sesinin diğerlerininkiyle karışabileceğini düşünerek kendini sakinleştirdi. Üst katta açılan oda kapılarıyla koşturmacanın arasında kendini güvenli bir yere atabilmek adına alt kata indi. Alparslan'ın önündeki adama iki el ateş ettiğini gördüğünde duraksamaya fırsatı olmamıştı.
Kendini merdivenin karşısındaki odanın açık kapısından içeri attığında kucağında yeni doğmuş bebekle yatağın yanına sinmiş bir kız çocuğu görmüştü. Karşısındaki kız çocuğu en fazla on altı - on yedi yaşlarında görünüyordu. "Korkmayın. İyi misiniz?"

"Daha ne gelecek başıma? El kadar bebekle buradayım." Kızın titreyen sesiyle kaşları çatıldı Dilhun'un. "Anneniz nerede?"

"Annesi benim." Dilhun daha ne kadar berbat durumla karşılaşacağını bilmiyordu. "Adın ne senin?"

"Sahra." Sokakta yolunu kesen genç adamın verdiği isimdi. "Tamam Sahra sizi buradan çıkaracağım. Bebeğinle beraber güvende kalmanız için her şeyi yapacağım."

Genç kız başıyla Dilhun'u onaylamaktan başka bir çare bulamamıştı. Karşısındaki kadın onun bu durumda tutunacağı tek daldı. Olduğu yerde minik bebeğini göğsüne iyice çekip sıkıca sarıldı. Karnını yeni doyurmuştu ve ağlamaması için dua ediyordu. Onun için tek yapabildiği bu olmuştu. Hemşirelerin gösterdiği gibi bebeğini emzirmek ve kucağında sallamaktı. Anne olmak onun için kucağına düşmüş bir bombaydı. Ellerindeki minicik can ona muhtaçtı. Evde bir kap çorba zor pişerken ona nasıl bakacaktı? Genç kız göz yaşları eşliğinde duvara sokuldu. Dilhun onun çaresizliğinde boğulduğunu gördükçe içi sızlamıştı. Haktan'ı aradığında Haktan bekletmeden telefonu açtı. "Sorun mu var?"

"Bir odadayım. Burada küçük bir kız ve bebeği var. Onları çıkarmamız gerek ama dışarısı mahşer yeri gibi." Haktan birkaç saniye sessiz kaldı. "Kaçıncı kattasınız?"

"Birinci kat, en baştaki odadayız." Dilhun odaya yaklaşayan ayak seslerini duyduğunda kapının arkasına geçti. "Biri geliyor Haktan."

"Saklan, ben göndereceğim birilerini." Telefon kapandığında kapı açılmıştı ve Dilhun kapının arkasında sıkışmıştı. "Aferin kaçmaya çalışmamışsınız. Yürüyün gidiyoruz."

"Bırakın bizi!" Sahra'nın korku dolu sesini duyduğunda Dilhun kapıyı hızla adama doğru ittiğinde adam sendeleyip birkaç adım sağa doğru gitmişti. "Ne oluyor lan?"

"Adi herifler! El kadar kız bu!" Dilhun masanın üzerindeki vazoyu adama doğru fırlattığında adam refleksle kenara çekilmişti ve vazonun kafasına gelmesinden kurtulmuştu. "Eceline mi susadın sen?"

"Sizin gibi köpeklerden illallah ettim!" Dilhun fırlatacak başka bir şey ararken adam üzerine doğru atılmıştı. Boğazına dolanan elle Dilhun'un nefes alması zorlaşırken adamın gücü karşısında çırpınmıştı. Adam onu duvara itip sırtını hızla çarpmasına neden olduğunda acıyla inledi. Son çare olarak dizini büküp bacağını kaldırıp, hızla savurarak adamın kasıklarına sert bir tekme geçirmişti. Boğazında gevşeyen elleri fırsat bilerek adamı üzerinden itti. "Sahra, kalk hemen!"

"Kaçamayacağız." Kızın titreyen sesine karşı gidip elini uzattı. "Denemeden kaderini kabullenmekten vazgeç artık."

"Ben inancımı annemle beraber gömdüm." Dilhun ona ne kadar üzülse de şu an kaybedecek vakitleri yoktu. Sahra'nın iyi bir desteğe ihtiyacı olduğunun farkındaydı. Bundan sonraki süreçte onu yalnız bırakamayacağından emindi. "Sonra güzelim, sonra her şeyi oturup konuşacağız."

"Öyle kolay çekip gidebileceğinizi mi sanıyorsun?" Dilhun yüzüne yediği tokatla sendelerken hissettiği acı ve şok vücudunda duygu karmaşasına neden olmuştu. Sızlayan yanağı gözlerinin dolmasına neden olurken kısa sürede toparlanıp adamı itekledi. Uyguladığı güç beklediğinden az etki etse de Sahra'nın ağlama sesi kulaklarına dolmuştu. "Bir kez olsun insan ol!"

"Bana attığın o tekmenin hesabını vereceksin önce." Yüzüne yediği ikinci tokatla yere düşerken adam karnına tekme atmıştı. İkinci tekmeyi yiyeceğini anladığında bacaklarını kendine doğru çekip gözlerini yumdu. Beklediği tekme yerine cam patlama sesi duyduğunda gözlerini araladı. Adam yanına yığılmıştı. Ayaklarının dibine dökülen cam parçalarıyla elinde kırık çerçeve gördüğü Sahra'ya minnetle baktı. Duvardaki büyük tabloyu adamın kafasında parçalayarak Dilhun'un darbe almaya devam etmesini engellemişti. "Abla, iyi misin?"

"Gidelim buradan." Dilhun zorlanarak yerden kalktığında yediği darbelerin sersemliği üzerindeydi. Sahra bebeğinin sırtını sıvazlayarak omzuna başını koydu. Dilhun önde Sahra arkasında olacak şekilde odadan çıkacaklarken Yaser'in kapıyı açmasıyla duraksamıştı. "Alparslan abim bizi öldürecek."

"Ne?" Dilhun'un gayri ihtiyari dudaklarından dökülen tepkiyle Yaser onlara çıkmalarını işaret etti. "İyi misiniz? Adamı paketlemişsiniz ama sen de darbe almış gibisin."

"Bir şey yok. Sahra'yı alıp güvenli bir yere götürmeni istiyorum." Yaser onu başıyla onayladığında içerideki adama doğru ilerlemeye başlamıştı. Yerden kalkmaya çalışan adamın yüzüne doğru bir tekme attı. "Şimdi biraz rahatladım."

"Yaser!" Yaser, Dilhun'un öfkeli sesine karşı omuz silkti. "Şu kalıbına bakmadan gelip sana vurmuş abla. Ona adam olmayı öğretmemin ilk adımıydı bu."

"Götür kızı buradan. Bizim hastaneye götürün ben gideceğim yanlarına." Yaser yeni çıkmaya başlayan sakallarını kaşıdı. "Sen gelmeyecek misin abla? Haktan abi ikinizi almamı söyledi."

"Benim biraz daha işim var. Sen kızı ve bebeği güvene al yeter." Dilhun onları bırakıp Alparslan'ı bulmak için etrafta dolanmaya başladı. "Abla! Ortalık karışık öyle elini kolunu sallayarak dolanamazsın."

"Sen yokken başımın çaresine bakabildim." Yaser diyecek bir şey bulamamıştı. Kızı ve bebeği bıraksa ayrı dertti. Dilhun'u bırakması ise büyük bir dertti. En azından Alparslan'dan işiteceği laflarla uğraşmayı tercih etti. İkisinin birden konuşması katlanılmaz olabilirdi. Bir de yanında ona sığınmış genç kızın daha muhtaç durumda olması Yaser'i onu korumaya itmişti.

Dilhun etraftan gelen silah seslerinin durulmasının nedeninin burayı ele geçirmeleri olduğunu Yaser'in yanlarına bu kadar rahat gelmesiyle anlamıştı. Onların içeride geçirdiği sürede etrafta olan bitene odaklanamamıştı. Kattaki odalara baktığında bebeklerin ve kızların tahliye edildiğini gördü. Onları dışarı çıkaran bazı yüzler tanıdıktı bazılarını ise ilk defa görüyordu. Son odaya geldiğinde binanın üst katından patlama sesi geldi. "Binayı hemen boşaltın!"

Duyduğu uyarı sesiyle etrafta başlayan koşturmanın arasında Alparslan'ı ve babasını aramaya başladı. Patlama gürültülüydü ama sarsıntısı panik haline sürüklemeyeceği kadar düşüktü. Birileri onları korkutmak istiyor diye düşündü Dilhun. Asım'ın pisliklerinin buralarda olabileceği aklına geldiğinde ise babasıyla yüzleşebilme ihtimaliyle arada kalmıştı. Üst kata koşarak çıktı. Etrafta sessizliğin hâkim olduğunu gördüğünde patlamanın olduğu bir üst kata daha koşmaya başladı. İdari kat burasıydı. Koridorun sonunda yükselen alevler vardı ve binanın bir duvarında patlamanın etkisiyle boşluk oluşmuştu. İlk odadan içeri girdiğinde dinlenme odasıyla karşılaştı. Bir yan odaya geçtiğinde kapının ardında binanın bilgi işlem odasını bulmuştu. Bilgisayarlardan birinin başına geçtiğinde karşısına çıkan parola ekranıyla bir küfür mırıldandı. Şarjı bitmeye yüz tutmuş telefonunu çıkarıp Haktan'ı aradı. "Seninle tanıştığımızdan beri bu kadar samimi olduğumuzu fark etmemiştim."

"Bilgisayarı açmama yardım etmelisin. Buradaki bilgilere ulaşmak istiyorum." Haktan artık bu aşamada Dilhun'a yardım etme fikrinde tereddütteydi. "Biz onları toplayacağız Dilhun."

"Sadece birkaç bilgi almama izin verin. Sizin adınız geçmeden bu akşam Asım'ı ifşa edebileceğim ufak birkaç bilgi istiyorum." Bilgisayarda olabilecek bir parola girmişti. "Eğer fazla bilgi aldığını fark edersem siteni ortadan kaldırırım Dilhun."

"Almayacağım."

"Bekle." Haktan yedek telefonunu cebinden çıkardığında önceden sızmış olduğu bina sistemine ulaştı. Ekrandaki kat planından Dilhun'un olduğu odayı buldu. Binanın ağ sistemine sızdığında korunma seviyelerinin yüksek olduğunu gördü. "Parolaları aşmak için zaman gerek Dilhun."

"Beni oyalıyor musun?" Haktan'ın kadınlar diyerek homurdandığını duydu. "Bakkaldan içeri girmiyorum Dilhun. Adamların bilgilerini çalmaya çalışıyorsun. Sana tepsiyle sunacak değiller."
"Ne olabilir ki?" Daha çok kendi kendine konuşuyordu ama Haktan'da düşünmeden edememişti. "Kendi doğum gününü denedim değildi."

"Adamın doğum gününü mü denedin Dilhun?" Haktan acemiliğini şaşkınlıkla sorgulamıştı. "Hep böyle olur ne bileyim ben?"

"08081974 dene." Dilhun, Haktan'ın söylediği tarihi girdiğinde ekran açılmıştı. "Nasıl bildin?"
"Kendi bilgisayarında da bunu kullanıyordu." Dilhun açılan ekranda kamera görüntüleri aramaya başlamıştı. "Ne tarihi bu?"

"Alparslan'ın babasının doğum tarihi." Dilhun, Asım'ın takıntılarının ulaştığı boyuta her geçen gün daha da şaşırıyordu. Öldürdüğü abisinin doğum tarihini kullanma amacı ne olabilirdi? Bunu sorgularken kamera görüntülerine ulaşmıştı. "Kamera kayıtlarına ulaştım."

"Sadece birkaç bilgi dedin." Dilhun, birkaç saatin görüntülerini hızlandırarak izlemeye başlamıştı. "Sadece tek bir görüntüye ihtiyacım var. Sonrası senin olabilir."

"Oyalanma Dilhun. Orası her geçen dakika tehlikeli oluyor. Adamlar yok etmeye çalışıyorlar." Dilhun, Asım'ın odada bir adamla el sıkıştığını gördüğünde görüntüyü yavaşlattı. Adam ona bir çanta uzatıyordu ve Asım elini sıkarak çantayı alıyordu. Dilhun telefonunun kamerasını açtığında ekrandaki görüntüyü kaydetmeye başladı. Asım adamın çıkışının ardından çantayı açıyordu ve içerideki paraları masanın üzerine yığıyordu. Dilhun aldığı kaydı kapattı. "işim bitti. Buradan çıkacağım."

"Dikkatli ol." Telefonu kapattığında daha fazla oyalanacak vakti olmadığını biliyordu. Aldığı ses kaydı ve bu görüntüleri kullanarak bir şeyler yapabilirdi. "Yıllardır ayakta mı uyuttun beni?"

Alparslan'ın gür sesini duyduğunda irkilmişti. Bilgisayarı bırakıp, telefonunu cebine koyup odadan çıktı. "Madem ihanet edecektin neden bu gece buraya getirdin beni?"

Alparslan'ın sesinin geldiği odaya yaklaştığında kapının aralık olduğunu gördü. "Dediğin gibi ihanet edecek olsam seni buraya çağırır mıydım evlat?"

Dilhun babasının sesini duyduğunda kapıyı tamamen açtı. Alparslan ve babası karşı karşıyaydı. Babasının kaşının kanadığını ve hırpalanmış olduğunu gördü. Alparslan ise babasına silah doğrultmuştu. "Dilhun?"

"Neden yaptın baba?" Dudaklarından sadece bu soru dökülebilmişti. Alparslan silahını indirecekken Dilhun onu durdurdu. "Beni gördüğünde sakladığın bu yüzün seni farklı biri yapmıyor Alparslan. Sen demez miydin ihanetin affı olmaz diye? Babam sana ihanet ettiyse onu bırakacak mısın?"

"Bırakmayacağım." Dilhun onu başıyla onayladı. "Bunu şimdi veya sonra yapman hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Eğer sana ihanet etmesine rağmen onu çekip vurmayacaksan silahını indir. Arkamdan yapacağın bir şeyi benden saklamaya çalışma."

"Dediğim gibi Dilhun ihanettin affı olmayacak ama bunu senin önünde yapmam." Dilhun yorgun gözlerle baktı ona. Üzgün veya kızgın değildi. Yorulmuştu. Bu kaosun içinde yaşamaktan, babasının hain olup olmadığını düşünmekten, canını korumaya çalışmaktan ve bunun gibi bir sürü kafasında dolanan nedenlerden yorulmuştu. Bir insan kızmaya bile yorulmuş olabilir miydi? Dilhun yorulmuştu. "Buranın açılmasına neden destek oldun?"

"Mecburdum." Dilhun anlamsız gözlerle babasına baktı. "Hani mecburiyet bu durumu açıklayabilir baba? Bu gece gözümüzün önünde gencecik kızlar öldü. Kimisini gerçekten kimisinin ise ruhunu öldürdünüz."

"Sizin canınız söz konusuydu! Zaten bu gece bu yüzden Alparslan'dan yardım istedim. Hiçbir kızın başına bir şey gelmesin diye." Alparslan doğrulttuğu silahını indirmiş ikisini dinliyordu. Burada söz sahibi olabilecek konumda değildi. "Bilmiyorum baba. Bu kelimeler bana sadece kendini aklamak için sunulan bahaneler gibi geliyor. Benim canım ve onların canı arasında bir fark yok. Bunu en iyi sen bilmeliydin. Hem doktor olarak hem de bir baba olarak. Her başın sıkıştığında aradığın Alparslan varmış ya, onu neden aramadın? Bizi çok koruyacağını düşündüğün Alparslan bu sefer koruyamaz mıydı?"

"Seni ve anneni izliyorlardı Dilhun." Dilhun elini önündeki masaya vurdu. "Sen beni delirtmek mi istiyorsun baba? Bizi aylardır izliyorlar! Adamlar ensemdeler her gün! Ne haliniz varsa görün."

"Kızım, dur." Dilhun onu dinlemeden odadan dışarı çıkmıştı. Bir baba olarak endişesini anlamaya çalışıyordu ama kendi kızını düşünürken onca kız çocuğunu tehlikeye atmıştı. Dilhun beklemeden odadan çıktığında patlama alanındaki alevlerin söndürüldüğünü gördü. Binadan çıktığında kapının önünde elleri montunun cebinde onu bekleyen Haktan'ı gördü. "Savaştan çıkmış gibisin."

"Bir nevi öyleydi. Yardımların için teşekkür ederim." Haktan'ın ona verdiği sinyal cihazını ona uzattığında Haktan elini geri itti. "Her zaman bir kahramana ihtiyacın olabilir. Yanında kalsın."

"Umarım kahramanlık yapmadığınız günlerde görüşürüz." Haktan ona serseri bir gülümsemeyle baktı. "Umarım. Arabanı getirttim."

"Teşekkür ederim." Haktan ona arabasına kadar eşlik edip kapısını açtı. "Bana daha fazla teşekkür etme, alışmamalıyım. Biraz hanzolarla çalışıyorum da."

"Onlara nezaket öğretmelisin. İyi akşamlar." Dilhun arabasına bindiğinde Haktan kapısını kapatmadan önce duraksadı. "Umarım her şey yoluna girer Dilhun. İyi bir sene olsun."

Dilhun iyi dilekler duyduğunda karşılık veremeden Haktan kapısını kapatmıştı. Sırtını geri yasladığında arabasını çalıştıracakken camın önünde küçük bir kutu buldu. Kutuyu eline alıp açtığında küçük bir pasta ve not buldu.

"Bir çiçeği büyüten sevgi, insanı değiştirmez mi sanıyorsun?

Bu Küçük Prens'ten sevdiğim bir alıntı Dilhun. Sen etrafındakilere bunu sorgulatacak birisin. Büyüttüğün çiçekler gönlünde açsın. Nice senelere."

Dilhun okuduğu notla arabasının ekranındaki tarihe baktı. Bugün doğum günüydü. Tamamen aklından çıkmıştı ve hiç beklemediği anda hiç beklemediği adam hatırlatmıştı ona doğum gününü. Dilhun yeni yaşına büyük öğretilerle girmişti. Sevgi sahiden değiştirir miydi?

 

 

Bölüm : 14.12.2025 16:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...