7. Bölüm

6. Sarhoş Değilim Ama Kimsin Bilmiyorum

Ada
dorttarafimsukapli

 

Dudaklarıma yapıştığında normalde isteyeceğim son şey olmasına rağmen ondan ayrıldım çünkü sarhoşken yanlış şeylere sebebiyet vermek istemiyordum. Ayrıldığımızda bana büyük bir şaşkınlıkla baktı. Bunu beklemediği açıktı.

 

“Asel, şimdi sırası değil. Bunu ayık kafayla yapmanı tercih ederim. Lütfen kendine yapma bunu.”

“Ama ben seni istiyorum, hem benden ayrılıyorsun hem Unicorn’lara inanmıyorsun. Ben şimdi nasıl başımın dönmesini engelleyeceğim. Dünya dönüyor Karan! Durmasını söyler misin!?”

 

Saçmalıyordu. Uyuması gerekiyordu ki zaten birazdan sızıp kalacaktı.

 

“Asel bak sen-“ diyecekken Asel’in başı göğsüme düştü. Uyumuştu veya bayılmıştı tam olarak emin değildim. Kucağımdayken arabaya doğru yürümeye başladım.

Büyük ihtimalle sadece bira içmemişti. Bira insanı bu şekilde çarpmazdı. Hızlı adımlarla arabaya doğru ilerledim.

Arabanın ön koltuğuna Asel’i oturtup kemerini taktım. Sonrasında şoför koltuğuna oturdum ve eve doğru sürmeye başladım.

 

 

20 dakika sonra

 

Evin önüne geldiğimizde Asel’in kemerini yavaşça açtım, elimi çekecekken bir anda elimi tuttu. “Gitmesen…Bırakmasan beni…” bir Asel’in yüzüne bir eline baktım ve sakince konuşmaya başladım.

 

“Tamam, ama seni eve sokmam için arabanın diğer tarafına geçmem lazım. 2 saniye bekle, diğer kapıdan geleceğim tamam mı?”

Belli belirsiz başını sallayınca kendi kapımdan çıkıp Asel’in kapısının tarafına geçip kapıyı açtım. Eli tekrardan elimi buldu.

“Tamam, şimdi koltuktan kalk, arabadan çıkınca bana yaslan. Ben taşırım seni. Kendini bana bırak.”

Eli hala elimi bırakmazken belinden tutup arabadan çıkmasına yardım ettim. Boşta kalan elimle hala belinden tutarak yavaşça Asel’i yürütmeye başladım.

 

“Tamam az kaldı, kaldırıma dikkat. Evet, son iki adım, bir, ve geldik.”

 

 

Başını omzuma yasladı ve bir süre öylece bekledik. O sırada yüzünü inceleme fırsatı bulmuştum. Ne kadar güzel bir kızdı. Kapalı olsa da bakmadan görebildiğim yeşil gözleri, kaydırak gibi burnu, dolgun dudakları ve belirgin elmacık kemikleriyle gerçekten kendini belli eden bir kadındı. Ben onu incelerken daha fazla yorulmasın hemen yatsın diye oyalanmayı bıraktım ve anahtarı cebimden çıkarıp sokak kapısını açtım. Asansöre doğru ilerliyorduk. Eli elimi sıkı sıkı tutmaya devam ediyordu. Sendelemeye başladığı için elini bırakmak zorunda kaldım ve onu tekrar kucağıma aldım. Asansörün kapısının önüne geldik ve kapısını açtım. İçeri girip 5. Katın düğmesine bastım.

 

Asansör hareket etmeye başladığında Asel kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. En sonunda belirgin bir şekilde “Karan,” dedi. Ona döndüğüm sırada asansörden sesler gelmeye başladı ve bir anda durdu. Otomatik kapı açıldığında iki kat arasında kaldığımızı gördüm. Bir an strese girdim çünkü Asel uyanırsa klostrofobisi yüzünden bir kriz geçirebilirdi.

 

Ve işte korktuğum başıma gelmişti. Asel yavaşça gözlerini aralayıp etrafına bakındı. Sonrasında gözleri gözlerime kilitlendi.

“Neden duruyoruz?” Dedi hafif bir korkuyla.

 

“Birazdan çalışır merak etme. Sakin ol, sorun yok. Nefes al.”

 

Asel’in göğsü nefes alış-verişinden dolay hızlıcahareket ediyordu. Nasıl sakinleştirmem gerektiğini bilmiyordum. Elimden geleni yapacaktım çünkü kriz geçirmesini istemiyordum.

 

“K-Karan, nefes- nefes ala-mıyorum.” Diyebildi kesik kesik. Hala kucağımdaydı. Onu indirdim ve kendimle birlikte yere oturttum. Eli tekrar elimi bulduğunda bu sefer daha sıkı tutuyordu.

 

“Tamam, tamam. Öncelikle sakin oluyoruz. Buradasın, benimlesin ve güvendesin. Derin derin nefes al. Gözlerini kapat, nerede olmak isterdin mesela şu anda?”

 

“Asansör dışında her yer olur.” Dedi kendini zorlayarak. Tebessüm ettim ve başımı ona çevirdim.

 

“Ben niye uçmuyorum? Asansörde uçulamaz diye bir kural mı var? Az önce uçuyordum, niye indim ki. Hem burası çok sıkışık. Ben kor-kuyorum.”

 

Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı, kesik kesik nefes alıyordu. Ağrıyormuş gibi göğsüne boşta kalan eliyle bastırıyordu. Göğsündeki elinin üstüne elimi koydum.

 

“Uçmak mı istiyorsun?” diye sordum. Yavaşça başını aşağı yukarı salladı.

 

“Ama sana bir şey söyleyeyim mi,” dedi kısık bir sesle. “Ben yüksekten de korkarım, uçamam o yüzden.”

 

Bu korkuların nereden geldiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ne söyleyerek sakinleştirirdim bilmiyordum.

 

“Ee, ben ne yapmalıyım? Ne istersin? Nasıl rahatlatabilirim seni? Bilmiyorum! Kahretsin hiçbir şey bilmiyorum.”

 

“Karan,” dedi sesi çıkabildiğince. “Pamuk şekerler komik mi?”

 

“Komik olduğunu mu düşünüyorsun?”

 

“Bence çok komikler, bana espriler yaparlar ben de gülerim.”

 

“Pamuk şekerler mi?”

 

“Hı hı.”

 

“Ne sıklıkla konuşursun pamuk şekerlerle? Her gün görüşür müsünüz?”

 

“Hmm, ben anladım. Sen dalga geçiyorsun benimle.”

Başını omzumdan kaldırıp arkaya attı. Tam düşecekken ensesinden kavradığım gibi geri kaldırdım. Sarhoşluğun etkisi devam ediyordu.

 

“İlk defa pamuk şekerlerle şakalaşan bir sarhoş görüyorum.”

 

“Ben sarhoş değilim ki.” dedi gülümseyerek. “Sadece korkuyorum ve kafamı dağıtıyorum saçmalayarak.”

 

“Peki, sen öyle diyorsan…”

 

“Ben deyince doğru mu oluyormuş?” diye sordu fısıltıyla.

 

“Öyle oluyormuş, yanlışlar sen savununca doğru oluyormuş. Aksini söyleyen yalan söylüyor oluyormuş.” diye yanıtladım sorusunu.

 

“Hmm, ne güzel. Ben hep haklı mıyım o zaman?” dedi keyifli keyifli.

 

“Hep haklısın güzelim, ne desen haklısın.”

 

“Peki ben sana aptal desem haklı mı olmuş oluyorum? Karşı çıkmaz mısın?” dedi eli hala göğsündeyken.

 

“O kadar uzun boylu değil… Ama bazen aptallık yaptığım da oluyordur tabii.”

 

“Tamam o zaman, bazen aptal olan bir zeka küpüsün ve ben haklıyım.”

 

“Çok haklısın.”

 

“Peki sana bir şey sorabilir miyim?” dedi başını tekrar omzuma yaslayarak.

 

“Sor.”

 

“Ne zaman çıkacağız buradan? Başım dönüyor Karan…”

 

“Sana kesin bir cevap vermek isterdim ama maalesef ben de bilmiyorum Asel.”

Sohbet etmesini sağlamak işe yaramıştı. En azından çok büyük bir kriz geçirmemişti. Elbette nefes darlığı ve baş dönmesi vardı ama geçen seferki gibi değildi.

 

“Asel, gel başını bacağıma yasla ve yat. Başının döndüğünü hissetmezsin böylece.”

 

Başını salladı ve yatar pozisyona geçip başını bacağıma yasladı. Rahatlatmak için saçlarını okşamaya başladım.

“Daha iyi misin?”

Yattığı yerden başını salladı ama iyi görünmüyordu. Asel’in sakinleşmesini beklediğim için asansörün alarmını çalıştırmak aklıma gelmemişti. Nefesi biraz olsun düzene girince elimi kaldırıp alarm düğmesine bastım. Alarmı kısık seste de olsa duyabiliyordum. Başımı indirip Asel’e baktım. Gözleri kapalı, dudakları hafif aralıklıydı.

“Asel?”

Ses gelmedi.

“Asel iyi misin?”

Yine ses gelmedi.

Elimle çenesini kavrayıp bana doğru dönmesini sağladım. Bayılmıştı. Beni duymuyordu. Kapıyı açmak için çabalamalıyım. Üzerimdeki deri ceketi çıkarıp Asel’in başının altına yerleştirdim ve ayağa kalktım.

 

Alarma tekrar tekrar bastım. Ve 5. Katın düğmesine. En sonunda ufak bir tıkırdama sesi duydum. Otomatik kapı kapandı. Asansör tekrardan hareket etmeye başladı ve beşinci kata gelince kapı tekrar açıldı. Asel’i yerden kaldırdım. Yerdeki ceketi de kolumun arasına sıkıştırdım ve Asel’i kucaklayıp kapıyı açtım.

 

Dışarı çıktım ve cebimdeki anahtarla evin kapısın açıp içeri daldım. Asel’i koltuğa yatırdım, sonrasında odama ilerleyip Asel’in giyebileceği bir şeyler bakmaya başladım.

 

 

 

 

 

 

Asel’in Anlatımıyla

 

Gözlerimi açtığımda tanımadığım bir yerdeydim. Başım feci derecede ağrıyordu ve boynum tutulmuştu. Ensemi ovuşturarak doğruldum. Ayağa kalktım ve dün geceyi hatırlamaya çalıştım ancak her şey silikti. Sadece birisi beni evine götürebileceğini söylemişt-

KARAN!

Karan’ın dün benim yanıma gelişi, sonra eve getirişi.

 

Ama her şey çok silikti. Kafamı toparlayamıyordum. Neden eve gitmemiştim?

 

Ben dün gecenin ayrıntılarını hatırlamaya çalışırken Karan içeri hızlı adımlarla girdi. Beni ayakta görünce şaşkınlığını gizleyemedi. Endişeyle bana doğru yürümeye başladı.

 

“Asel! Asel iyi misin?” dedi telaşla.

Bildiğim kadarıyla iyiydim. Neden korkmuştu ki bu kadar?

“Şey, evet. Yani bir şeyim yok. Bir sorun mu var? Neden iyi olmayayım?”

 

“Hatırlamıyor musun?” dedi kaşlarını kaldırarak.

 

“Neyi?” diye sordum merakla.

 

“Yaklaşık 3 saat önce birlikte asansörde kaldık. Sonra sen küçük bir kriz geçirip bayıldın. Ben de seni buraya taşıdım. 3 saattir uyanmanı bekliyorum.” diye anlattı hızlıca.

 

Bayılmış mıydım? Kriz mi geçirmiştim? Ve en önemlisi beni buraya Karan mı taşımıştı. Bir bu kalmıştı çocuğa yaptırmadığım. Hem niye kendi evine getirdi beni? Bana bir şey yapmış olabilir mi? Allah kahretsin!

 

“Bu arada sana kıyafet getirdim üstüne içki dökülmü-“

 

“Benim ne işim var burada tam olarak. Her şey tamam beni bulduğun bardan aldın da, niye kendi evimde değilim ben? Sen naptın bana Karan? Sen ne hakla beni buraya getird-“ Anlık gelen baş dönmesiyle duraksadım, elim başıma gitti. O sırada Karan temkinli bir şekilde bana yaklaşıyordu.

 

“Gelme Karan bırak iyiyim…” derken dizlerimin bağı çözüldü. Olduğum yere çökerken Karan’ın beni kollarımdan tutup kaldırdığını hissettim.

 

“Çok iyisin evet, ama belli etme bu kadar.”

Resmen alay ediyor benimle.

“Karan bırak yürüyeceğim…”

 

“Asel, bak kendimi tutayım diyorum ama böyle olmaz. Kriz geçirdin diyorum, iyi değilsin. Saat daha gecenin 2’si. Gel benim odama yatırayım seni biraz daha dinlen. Kendini birazcık da olsa önemsiyorsan yap bunu.”

 

“Tövbe haşa! Senin odanda, senin yatağında ne işim var benim?” Hem baş dönmesiyle uğraşıyor hem Karan’a laf yetiştiriyordum.

 

“Anlaşıldı. Sen laftan anlamıyorsun. Uygulamalı derslere başlayalım o halde.” Diyerek itiraz etmeme bile izin vermeden ben tuttuğu gibi kucağına aldı.

 

“Karan! Karan bırak! Bak zaten başım çok dönüyor. Yapma… lütfen. Ben iyi falan değilim.” daha fazla konuşamadım ve başımı göğsüne gömdüm. Karan’ın belli belirsiz başını iki yana salladığını gördüm.

 

“Bir de itiraz ediyorsun.”

Bir odanın kapısını açtı ve içeri girdik. Karan beni yavaşça çift kişilik bir yatağa bıraktı. Doğrulmaya çalıştığımda eliyle beni iterek geri yatırdı.

 

“Huysuzluk yapma. En azından bugün beni dinle. Baş dönmesi için ilaç getireceğim. İlacı içtikten sonra biraz yatar dinlenirsin. Sonra zaten okula gideriz birlikte.” Kendi kafasında kurduğu planı bana anlatmayı bitirdi ve odadan çıktı. Ben de gözlerimi kapatıp kendimi uykunun huzurlu kollarına bıraktım.

 

 

 

Yarım saat sonra

 

Kapının açılma sesiyle gözlerimi araladım. Karan elinde bir tepsi ile kapıda dikiliyordu.

 

“İlacı içmeden yemek de yemen gerek. Çorba yaptım sana. İç, ondan sonra da ilacını alıp yatarsın.”

 

Başımı sallayarak doğruldum. Karan tepsiyi kucağıma bıraktı. Tarhana çorbası yapmıştı. Tarhana çorbasını çok severdim bu yüzden itiraz etmedim. Karan da çalışma masasının önündeki sandalyeyi çekip karşıma oturdu.

Ona dik dik bakmaya başladım. Dirseklerini dizlerine dayamış beni izliyordu. ‘Ne var?’ anlamında başımı salladığımda “Çorba bitene kadar gözüm üstünde. Ayrıca en iyi yaptığım çorbayı yaptım sana. Beğenmemiş olursan burnundan sokarım ama yine de vücuduna girmesini sağlarım!” diye diretti.

 

Oflayarak önüme geri dönüp kaşığı çorbayla doldurdum ve üflemeden içtim. Ağzımda 8723694. derece yanık oluşmuş gibi canım yanarken acıyla inledim. Karan oturduğu yerden fırladı.

 

“İyi misin?! Asel iyi misin?! Kızım üflemeden içilir mi o çorba ya! Bekle su getireyim.” Diyerek odadan ayrıldı. 10 saniye bile geçmeden suyu getirdi. Bütün bardağı kafam diktikten sonra Karan iyi olduğumdan emin olmak istermiş gibi bana bakıyordu.

 

“Tamam,” dedim. “Sorun yok, iyiyim.” diyerek içini rahatlattım. Çorbayı içmeye devam edecektim ki Karan elimdeki kaşığı tuttu. Çorbayı biraz karıştırdıktan sonra kaşığı doldurdu ve üflemeye başladı. Sonrasında bana uzattı. Şaşkınlıkla ona baktım. ‘Hadi’ der gibi bana bakmaya devam etti. En son ısrarına dayanamayıp kaşığı ağzıma aldım ve çorbayı yuttum. Çorba bitene kadar kendisi içirdi. Son lokmayı da ağzıma attı ve tepsiyi alıp mutfağa götürdü. Bir ilaç kutusu ve bir bardak suyla geri döndü. İlacı suyla birlikte yuttum ve yatağa geri yattım.

 

Karan çıkmak üzere kapıya doğru ilerlediği sırada anlık bir dürtüyle “Gitme…” diye seslendim gözlerim kapalıyken. Karan’ın odaya geri döndüğünü adım seslerinden anladım.

 

“Üstünü değiştirmen gerek. Sana bir tişört çıkardım onu giyebilirsin.”

“Tamam, teşekkür ederim.”

Çıkmasını bekledim ama aynı yerinde durmaya devam ediyordu.

“Şey, arkanı dönersen eğer… Ben de giyineyim…”

 

“Ah, tabii ben… döneyim.”

 

Arkasını döndükten sonra sandalyedeki tişörtü aldım ve kendiminkini çıkarıp onu giydim. O sırada bir şey fark ettim. Çalışma masasının üzerinde bir bilgisayar vardı ve ekranı kapalıydı ama yansıma görünüyordu. Ve kahretsin ki Karan ekrana dönük duruyordu.

 

“Hey! Sen o ekrandan bana bakmadın değil mi?”

 

Nedense Karan’ın gülümsediğini hissettim.

 

“Hangi ekrandan bahsediyorsun Asel?”

 

“Bilgisayar ekranından bahsediyorum Karan!”

 

“Ha o mu? Yok canım niye bakayım? Ben mahremiyete saygısı olan bir insanım.”

 

“Peki, bu seferlik öyle olsun, inanıyorum sana.”

İnanmamam gerektiğini iliklerime kadar hissedebiliyordum ama nedense inanmayı tercih etmiştim.

“Önüme dönebilir miyim artık?” diye sordu.

 

“Tabii.” Diye yanıtlayıp yatağa yattım.

 

Bana döndüğünde ise bir şey fark ettim. Yüzünde kocaman bir yara izi vardı ve taze gibi duruyordu. Bu zamana kadar nasıl fark edememiştim bilmiyordum.

 

“Karan!” dedim endişeyle “Karan, yüzüne ne oldu?”

 

Karan anlamamış gibi yüzüme boş boş bakınca odadaki boy aynasına doğru onu döndürdüm ve yüzünü gösterdim.

 

“Haa! Bu mu? Yok ya, önemli bir şey değil. Birkaç saat önce oldu.”

 

Benim 3 saattir burada olduğumu düşünürsek beni bardan almaya geldiği saat içerisinde olmuş olabilirdi. Benim yüzümden miydi?

 

“Benim yüzümden mi? Ben mi yaptım? Ben yaptıysam çok özür dilerim! Benim sebebiyet verdiğim bir şey ise gerçekten çok özür dilerim!”

 

“Asel,” dedi sakin bir tonlamayla.

 

“Cevap versene Karan, benim yüzümden mi?”

 

“Asel, sakin olur musun? Senin yüzünden falan değil. Bir şey oldu, şey… kavga işte.”

 

“Kavga? Nasıl bir kavga?”

 

“Ya kavga işte. İki a-“

 

Konuşmaya devam edecekken sözünü kestim.

 

“Bu kavganın benimle bir ilgisi var değil mi Karan?” dedim sorgular gibi.

 

“Biraz.” diye ucu açık bir yanıt verdi.

 

“Biraz?”

 

“İki herif sarkıntılık yapıyordu sana. Ben de onları biraz haşladım. Birini hallederken öbürü yüzümde bira şişesini parçalayınca-“

 

Derken sözünü tekrar kestim ama bu sefer daha endişeliydim.

 

“Bira şişesini yüzünde parçalayınca mı? Karan sen aptal mısın? Hiç mi bir krem sürmek aklına gelmedi senin? Ecza dolabı gibi bir şey var mı evde? Krem bulacağım, sürelim yüzüne.”

 

Karan şaşkın şaşkın bana bakmaya devam etti. “Gerek yok, birazdan yıkarım falan, geçer.”

 

“Bira şişesiyle açılan yarayı yıkayacaksın ve geçecek öyle mi? Birazdan morarmaya başlar o. Saçmalama! Göster kremlerin olduğu bir yer varsa hadi.” diye direttim. Sabrı kalmamış olacak ki önümden yürümeye başladı. Kapı girişine yakın bir yerde küçük bir dolap vardı. Kapağını açıp önümden çekildi. Yarasına uygun ilacı bulduktan sonra kapağı kapattım ona döndüm.

 

 

“Odaya gidelim hadi.” dedim koridoru göstererek.

 

“Zevkle.” dedi dudağı hafifçe yukarıya doğru kıvrılırken.

İma ettiği şeyi anladığımda belli belirsiz bir sinirle ona döndüm.

 

“Yavaş gel, Karan Uluöz. Alt tarafı krem süreceğiz.”

 

Ellerini teslim oluyormuş gibi yukarı kaldırdı. “Ben bir şey demedim ki.” dedi masum masum. Hem de ne masum…

 

“Her neyse. Hadi yürü asker. Sol sağ, sol sağ…”

 

Odadan içeri girip çalışma masasının sandalyesine oturdu.

“Çok uykum var, yarın yapsak olmaz mı?” dedi sessizce.

 

“İki dakika bile sürmez, hadi. Bana doğru dön.”

Karan yarasının olduğu tarafını bana çevirdi ve gözlerini kapattı. Kremin kapağını açıp elime bir miktar sıktım ve yanağına sürmeye başladım.

 

Gülümsedi.

 

“Deja vu.” dedi uykulu bir sesle. “Ve ben bu deja vu’yu çok sevdim.”

Ne demek istediğini anladığımda yüzümde küçük bir tebessüm oluştu. Ömer’in yüzüme tokat attığı gün o da benim yanağıma krem sürmüştü.

 

“Dün geceyle ilgili hiçbir şey mi hatırlamıyorsun?” diye sordu bir anda.

 

“Hayır, yani hatırlamam gereken bir şey mi vardı?” dedim çekingen bir sesle. Gerçekten hatırlamıyordum ve yanlış bir şey yapıp yapmadığım konusunda emin değildim. Bu yüzden korkuyordum.

 

Karan’ın omuz silktiğini gördüm. “Hadi yat artık. Dinlen dedikçe başka bir şey çıkıyor.”

 

İtiraz etmedim çünkü cidden yorgundum. Yatağa yattım ve duvara doğru döndüm.

 

Sonrasında bir anda yatakta bir ağırlık hissettim. Niye yanıma yattı ki şimdi bu? Başka yatak mı yok? Kenara kayarak ona döndüm. “Ne yapıyorsun?” diye sordum.

“Lütfen,” dedi. “Şu an değil. Çok yorgunum, gerçekten halim yok. Hem yarın okul var, sen de uyusan iyi edersin.” dedi. “İyi geceler.” diye de ekledikten sonra bana arkasını döndü. Ben de yattığım yerden omuz silktim ve ona arkamı dönüp yattım. “Sana da.” dedim soğuk bir sesle. Ve uykuya daldım.

 

 

Sabah saat 06.30

 

Gözlerimi açtığımda hayatımın şokunu yaşadım çünkü ne kadar birbirimize arkamızı dönerek yatmış olsak da Karan ile sarmaş dolaştık. Başım Karan’ın kolunun üstündeydi. Elim onun göğsündeydi ve bir bacağımı onun bacağının üstüne atmıştım. Öylece sarılmış, duruyorduk. Anlık bir aydınlanmayla bacağımı ve elimi Karan’ın üstünden çektim. Çektiğim anda Karan’ın boynumun altındaki koluyla beni kendine yaklaştırması bir oldu. Kendimi geri çekmeye çalıştım ancak gücüm yetmedi. “Karan,” diye fısıldadım.

“Hmm?”

 

“Kalkmalıyız artık, saat altı buçuk.”

 

“Off kafam çatlayacak ya. Hiç kalkasım yok. Gitmesem mi bugün…”

 

“Olmaz! Hadi marş marş!”

Ona emirler yağdırarak yataktan kalktığımda Karan hala yatıyordu.

 

“Çantan koridorda yerde. Telefonun da içinde. Annenler çok kez aradı, ben de Güneş’te kaldığını söyledim. Benimle olduğunu söylemen yanlış gibi geldi. Haberin olsun.” Dedi uykulu bir sesle. Başımı sallayarak odadan çıktım.

Çantamın içinden telefonumu çıkardım.

 

67 mesaj

22 cevapsız arama

 

Aramaların 11’i annemden 9’u ablamdan 1’i Asrın’dan 1’i de babamdandı. Annem arkadaşlarımda kalmamdan hoşlanmaz, telaş yapardı. Daha da meraklanmasın diye annemi aramaya karar verdim.

 

Telefon ilk çalışında açıldı.

 

“Günaydın annecim, nasılsın?” diye neşeli bir sesle açtı annem telefonu.

 

“Günaydın. İyiyim anne sen nasılsın?”

 

Ufak bir hareketlenme oldu sonra cevap verdi. “İyiyim canım, Asrın’ı okula babanı işe yolladım da…”

 

“Da?”

 

“Ablan ısrar etti Asel gelsin öyle gideyim diyor. Asrın yüzünden arabası yok diye baban kendi arabasını veri bugünlük ablana. Geliversen olur mu yavrum?”

 

“Tamam, ben eve geçer bir duş alırım zaten. Söyle ablama birkaç dakikaya gelirim.” diye telefonu kapatıp kapıya doğru yöneldim. Karan’ın arkamdan telefonu dinlediğini gördüm.

 

“Gidiyor musun?” dedi mutsuz bir sesle. Başımı salladım. “Ablam okula bırakmak istedi de o yüzden gitsem iyi olur.” Yine kapıya yöneldim. Ama bir dürtüyle tekrar arkama döndüm. “Bu arada, dün gece için çok teşekkür ederim. Gerçekten.”

Başını hafifçe öne eğdi. “Rica ederim, okulda görüşürüz.” dedi. Çantamı alıp kapıdan çıktığım gibi merdivene yöneldim. Asansöre binip kendimi riske atmak istemiyordum.

 

Beş katı nefes nefese indikten sonra bizim apartmana yöneldim. Anahtarı çantamdan çıkarıp sokak kapısını açtım. Zaten ikinci katta oturuyorduk, o yüzden yine kendimi riske atmadım ve asansörle değil merdivenle çıktım. Bizim kapının önüne gelip anahtarı sokup çevireceğim sırada kapı direkt açıldı.

 

Ablam diş fırçası ağzında, havlusu kafasında, öylece bana bakıyordu.

 

“Hadi,” dedi ağzındaki diş fırçasıyla. “Çabuk ol geç kalacağım!”

 

“Aman ya sanki ben istedim beni götürmeni.”

Kaşlarını kaldırıp indirdi. “Konuşacağım bir konu var, o yüzden acele et Asel.”

 

Konuyu merak ettiğim için aceleyle banyo kapısından girdim.

 

Hemen kısa bir duş alıp üzerime beyaz bir tişört, altıma da gri bir kot pantolon geçirdim. Saçlarımı hafifçe şekillendirdim. Okul çantamı da aldım ve ablama seslendim.

 

“Abla! Hazırım ben! Çıkalım mı?”

Ablam kapıdan kafasını uzattı ve başını salladı.

“Tamam geliyorum.” Dedi ve arabanın anahtarını da alıp kapıya yöneldi. Ayakkabılarımızı giydik ve dışarı çıktık.

 

Yolcu koltuğuna geçtiğimde ablam arka koltuğun bölmesinden bir şişe su çıkarıp şoför koltuğuna oturdu. Bir kutu ilacı da diğer elinde gördüğümde migreni için olduğunu anladım.

 

“Ne oldu da başın tuttu yine?”

 

“Sen oldun Asel, sen.”dedi anlam veremediğim bir sinirle.

 

“Nasıl yani?”

 

“Kimdi o?” diye sordu aniden. Kimden bahsediyordu?

“Asel dün gece Güneş’le olmadığını biliyorum. Kimin yanındayın?”

 

Anlatmasına çok da şaşırmamıştım çünkü ablam bana ait olmayan mesajları anlardı.

“Öncelikle, ismi Karan.” diye anlatmaya başladım. Okuldan arkadaşım.”

Ablam başını salladı ve sonrasında soru sormaya devam etti.

“Niye gittin onun evine? Hem çok çabuk geldin, yakında mı oturuyor?”

 

“Evet, karşı apartmanda oturuyor. Neden orada olduğum konusuna gelirsek, o biraz karışık. Güneş’in babası Cihan Amca’yı tanıyorsun. O, bir konuda Güneş’e sinirlendi ve taşınma kararı aldılar.” Ablam kaşlarını kaldırdı. “O kadar ciddi bir durum yani?” Başımı salladım. “Orasını sonra anlatırım. Neyse işte ben de onu vazgeçirmek için biraz konuştum Cihan Amca’yla. Ama ben konuştuktan sonra taşınma kararını daha fazla savunmaya başlayınca işler karıştı. Karan da Cihan Amca’yı tanıyormuş. Yardımcı oldu bize. Biz iyi haberi almadan önce üzüntüden Güneş’le içkiye vurmuştuk kendimizi. Biz bardayken de Karan müjdeyi vermek için aradı beni. O sırada sarhoş olduğumu anlayıp gelip almış beni.”

 

“Anladım anlamasına da sana bir şey yapıp yapmadığından nasıl emin olacağız şimdi? Nerden bileceğim sana kötü niyetle yaklaşmadığını?“

 

Ani sorusuyla duvara çarpmış gibi oldum. Karan’ın öyle bir insan olduğunu düşünmüyordum. Aslında düşünmüştüm ama kısa sürmüştü. Bir anda bir başkasının evinde uyanmak güzel bir deneyim değildi. Ancak doğrudan savunamıyordum da çünkü onu henüz o kadar iyi tanımıyordum. Ben de emin olamadığımdan dolayı olayları tamamıyla bilmesi için kriz geçirdiğimi anlattım. Sonrasını hatırladığım için de Karan’ın hiç de öyle yaklaşımları olmadığını, asla başka yatak yokmuş gibi yanıma yatmadı ve ben de en başta onu sorgulamadım, mahremiyete saygısı olduğunu, bilgisayar ekranından beni giyinirken hiç izlemedi, ve bana gayet yardımcı olduğunu, bu kısım doğruydu, anlattım.

 

Ablam da kötü niyet bulamamış olacak ki çok da üstelemedi. Yine de dikkatli olmam için beni uyardı. Okulun kapısına geldiğimizde ablama teşekkür edip araçtan indim

 

Ablam da beni okula bıraktıktan sonra kendi üniversitesine doğru yol aldı. Ben de okul bahçesine girip kapıya doğru yürümeye başladım. Tam kapıdan girecektim ki onu gördüm.

 

Karan’ı. Duvara yaslanmış etrafına bakınıyordu. Sonra beni gördü ve hızla yürümeye başladı. Stresli görünüyordu.

“Karan! Biraz yavaş olur musun? Ne oluyor, niye kaçıyorsun benden? Ayrıca çok hızlı gidiyorsun yetişemiyorum.”

Dediğimde Karan yürümeyi kesti. Bana doğru yavaşça döndü. “Pardon fark etmedim hızlı gittiğimi.” Dedi ve kolunu bana doğru uzattı. “Gel.” Dediği anda koluna adeta yapıştım ve o şekilde yürümeye devam ettik. “Karan?”

 

“Hmm?”

 

“Çok gergin görünüyorsun. Bir sorun mu var?”

 

Sonra sorunun ben olduğumu düşündüm. Doğru düzgün uyumamıştı bile benim yüzümden.

 

“Çok rahatsızlık verdim sana değil mi dün gece? Ya sen niye geldin ki oraya zaten. Biz bir şekilde dönerdik eve Güneş’le. Ah! Sahi! Güneş nerede ki? Dünden beri görmedim onu.”

 

Karan omuz silkti. “Öncelikle seninle hiçbir ilgisi yok. Güneş’i de sabah okulun içinde hiç görmedim, belki gece eve dönmüştür. Kafası sarhoşluğu kaldıramayıp çok sulanmış karpuz gibi ortadan çatlamıştır ve okula gelmemeye karar vermiştir.”

 

Yaptığı benzetme çok komiğime gitse de aklım Güneş’te olduğu için gülemedim. Başımı iki yana salladım. Babası taşınma kararından yeni vazgeçmişken Güneş hayatta eve sarhoş dönmezdi.

“Güneş o halde babasının yanına dönmez. Tanıyorum onu, asla böyle bir risk almaz.”

 

Sonrasında arkadan bir ses duydum.

 

“Çok haklısın Asel’cim, hayatta almaz.”

Korkuyla arkamı döndüğümde Cihan Amca’yı gördüm. Bakışları Karan ve benim aramda gidip geliyordu.

“Neler oluyor Asel?” diye sordu yüzündeki sorgulayıcı ifade ve sesindeki meraklı tınıyla.

 

Kararlılıkla cevap verdim. “Hiçbir şey olmuyor Cihan Amca. Ne olabilir ki?”

 

“Asel benimle dalga geçme!” dedi sesini yükselterek. “Az önce Güneş’in o halde benim yanıma gelmeyeceğini söyledin. Hangi halde?” Bir anda Karan’ın gerildiğini ve beni hafifçe arkasına aldığını gördüm.

 

Aslında bu soruya beni de bir cevabım yoktu. Çünkü şu an ne halde olduğunu bilmiyordum. Onu en son gördüğümde deli gibi dans ediyordu. Zil zurna sarhoştu. Ama anladığım kadarıyla tahmin ettiğim gibi eve de gitmemişti. O zaman nerede kalmıştı gece boyunca?

 

“İnan bana Cihan Amca, bu konuyla ilgili hiçbir fikrim yok. Sadece onu en son gördüğümd-“ diyecekken tanıdık bir ses tarafından cümlem bölündü.

 

“Gayet iyiydim Asel, evet…” dedi Güneş hafif bir alınganlıkla. Onu ispiyonlayacağım mı düşünmüştü?

 

“Evet çok iyiydin Güneş’im. Hiç görmediğim kadar hem de.” dedim gülümseyerek.

Güneş başını salladı ve babasına döndü.

“Ne işin var burada?” diye sert bir sesle sordu babasına. “Kumarhanede paranı harcasana sen!” dedi sesini iyice yükselterek.

 

Kumarhane mi?

 

Babası kumar mı oynuyordu?

 

Güneş bundan dertleşmek için bile olsa bahsetmemişti.

 

“Orası kumarhane değil!” dedi babası Güneş’in aksine kısık bir ses ile. “Ayrıca sesini de alçalt, haddini aşıyorsun.

Güneş’in belli belirsiz kafasını salladığını gördüm. “Niye? Kimsenin kızının burslu bile olsa okul parasını ödeyemeyecek hale gelmek için tüm paranı kumarda harcadığını bilmesini istemiyor musun baba?” diye sordu imalı imalı. Kendi kendine gülmeye başladı. Güneş’in bu gülüşü tehlikeliydi çünkü gerçekten sinirlendiğinde hiçbir sebep yokken gülmeye başlardı.

Sonra bir anda duraksadı. Yüzündeki gülümseme dondu ve yavaşça söndü. Ciddiyetle babasına döndü. “Seni,” dedi tane tane. “Benimle ilgisi olan hiçbir yerde görmeyeceğim. Duydun mu beni?!”

 

Tamam, bu sefer durum çok ciddiydi. Güneş’in koluna tutundum ve biraz kendime doğru çektim. Bana doğru döndü ve hafifçe gülümseyip eliyle “1 dakika” işareti yaptı. Konuşması bitince sakinleşecekti, emindim. O yüzden üstelemedim kolunu bıraktım ve konuşmasını dinledim.

“Ben,” dedi kendini göstererek. “Bu muameleye daha fazla dayanamam baba! Bana sırtındaki bir yükmüş gibi davranmanı ve o yükü yani kendimi taşıyamıyorum artık!” ses tonu düşmüştü. “Çok ağır anlıyor musun? Bir insanın kendi kendini yük olarak görüp o yükü taşıyamaması o yükten daha da ağır…”

Sonrasında omuzlarını düşürdü, başını eğdi. Gücü kalmamış gibiydi. Ardından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. “Taşıyamıyorum… Gücüm yok, taşıyamıyorum…” dedi hıçkırıklarının arasından.

 

Daha fazla dayanamadım ve arkasından Güneş’in kolunu tutup bana doğru dönmesini sağladım, ardından kollarımı ona doladım.

 

“Ben taşırım yüklerini seninle. Yemin ederim ki yaparım.”

Gözlerim dolmuştu ama Güneş’i ayakta tutmam gerektiği için gözyaşlarımı geldikleri gibi yolladım. Güçsüzlüğümü sonraya saklayabilirdim.

 

“Asel,” dedi sessizce. “Ben güçsüz müyüm?”

 

Bunu nasıl düşünebilirdi. O hadsiz sevgilisine ve ilgisiz babasına rağmen ayakta durabilen kişi olmasına rağmen bana güçsüz olup olmadığını soruyordu. Bunu sorması bile hataydı!

 

“Bunu sormakla kendine büyük bir haksızlık yapıyorsun Güneş! Bana sakın bir daha böyle bir soru sorma! Ben bu hayatta senden daha güçlü hiç kimseyi görmedim.”

 

Güneş burnunu çekti ve benden ayrıldı.

 

“Tamam,” dedi umursamaz bir tavırla. “Sınavlar var, gitmeliyiz. Yürü hadi.” dedi ve beni çekiştirmeye başladı.

“Güneş,” dedim üzgün bir tınıyla. “Sen gerçekten çok güçlüsün ama bunu yapmak zorunda değilsin. En azından bugün güçlü maskeni çıkar, benim yanımda yapma bunu. Gerçeklerine perde çekme. Ben senin dostunum, lütfen.”

 

“Asel, iyiyim ben. Yürü hadi sınava girmemiz lazım,geç kalacağız.” diye tekrarladı ve yanımdan ayrılıp sınıfa yöneldi. Arkasından seslenmeme rağmen bana bakmadı bile. Belki de gerçekten babasına dün gece olanları anlatacağımı düşünüp bana bozulmuştu.

 

Hafifçe arkama döndüğümde Karan’ın öylece durduğunu ve bizi izlediğini fark ettim.

“Gidelim mi?” diye sordu kaşlarını kaldırarak.

Başımı olumlu anlamda salladım. Cihan Amca ortalıkta yoktu, bu yüzden burada durmam için bir sebep de kalmamıştı. Büyük ihtimalle kendi kızının kendisini düşürdüğü hale daha fazla katlanamayıp kaçmıştı. Kendi gerçeklerinden kaçmıştı.

 

“Oranın neresi olduğunu biliyorum Asel.” dedi Karan bir anda. Orası neresi?

 

“Neyden bahsediyorsun? Özür dilerim, kafamı toparlayamadım da.”

Ben böyle deyince kendini açıklamaya başladı.

 

“Cihan Bey’in bahsettiği yerin neresi olduğunu biliyorum. Bilmek isteyip istemeyeceğinden pek emin değilim Asel ama…”

 

Tek elimi kaldırıp onu durdurdum. Ben de isteyip istemeyeceğimden emin değildim. En yakın arkadaşımın babasının ne haltlar yediğini öğrenmek istiyor muydum gerçekten bilmiyordum.

 

“İstemiyorum.” dedim net bir şekilde. “Öğrenmesem daha iyi. Belki Güneş bile bunu bilmiyorken benim bilmem doğru olmaz.” diye kendimi kısaca açıkladım. Sonrasında başımla sınıfı işaret ettim. Ne demek istediğimi anlayıp yanıma geldi ve sınıfa yürümeye başladık. Sınıfa girdikten sonra Güneş’in sınıftaki diğer kızlarla konuştuğunu gördüm ve rahatsız etmek istemediğim için direkt sırama oturdum. Karan da hemen yanıma oturduğunda ona döndüm.

 

Kafamız dağılsın diye sohbet etmeye karar verdim ve ablamla Asrın arasında geçen olayı Karan’a anlatmaya başladım. Hurdalık kısmını anlattığımda ise Karan kahkahalarla gülmeye başladı.

 

“Nasıl yani?” dedi gülüşünün arasından. “Resmen hurdalığa gitmesine sebep olacak kadar parçalamış arabayı yani?”

Tekrar gülmeye başladığında ben de kendimi tutamadım gülmeye başladı.

 

Ama kahkahamızın kesilmesine sebep olan bir ses duyduk.

 

Polis sirenleri…

 

Karan’ın da kahkahası anında durdu ve başını direkt olarak cama çevirdi. Ben de bakışlarımı oraya kaydırdığımda 3 tane polis aracı gördüm. Okulun girişinde durdular ve içerden birkaç polis indi. Okula yöneldiklerinde Karan’a baktım ve onun da bana döndüğünü fark ettim.

 

Bakışlarımız birbirini bulduğunda ilk defa Karan’ın gözlerinde farklı bir duygu vardı.

 

Korku.

 

Neyden korktuğunu anlayamamıştım. Bakışlarım ellerine kaydığında ellerinin de titrediğini gördüm. Nereye baktığımı anlamış olacak ki ellerini gizlemeye çalıştı.

 

Neler oluyor?

 

Korkmasını gerektirecek hiçbir şey yoktu ki. Yoksa var mıydı?

 

“Karan,” dedim sakin bir tonlamayla. “Sen iyi misin?”

 

Soruma karşılık, başını sanki kendine gelmeye çalışıyormuş gibi iki yana salladı ve gülümsedi.

Pek iyi görünmüyordu ama çok da üstelemedim. Madem iyi gibi görünmeye çalışıyordu, çabasını şimdilik boşa çıkarmayacak ama sonrasında onu darlayacaktım. Sadece gizlemeye çalıştığı süre zarfında içini rahatlatacaktım. Benim metodum da buydu.

 

Omzumu silkip normal şekilde konuşmaya devam ettim. “Ne bu polisler şimdi? Bizim okulla ne ilgileri var?”

Karan bilmiyorum anlamında dudaklarını büzdü ve eline telefonunu aldı.

Yüz ifadesinin değişimini görebilmiştim. Hafifçe yana eğilip ekrana baktım.

 

Tarık Uluöz” kişisinden 14 cevapsız çağrı.

 

Soyadları aynıydı yani kan bağı olan biriydi. İyi ama kendi ailesinden birini neden isim-soyisim şeklinde kaydetmişti ki?

 

Karan ağzının içinden bir küfür savurdu ve telefonu kapatıp sıranın üzerinde ters çevirdi.

Sonrasına sınıf kapısı hızla açıldı ve matematik hocamız Serkan Hoca içeri girdi.

Bağırarak, “Gençler! Burayı dinleyin!” diye sınıfa seslendi. “Herkes kendi sırasına yerleşiyor ve kimse kıpırdamıyor! Tekrarlamayacağım! Herkes sırasına. Düzeni sağlamamız şu an çok önemli. En azından hepinizi görebileceğim şekilde sıralarınızda oturursanız işim kolaylaşır.” Dedikten sonra tüm sınıf sessizce yerleşti.

 

Herkes pür dikkat Serkan Hoca’ya bakarken bir anda kapı çalındı ve içeriye iki polis memuru girdi.

 

Direkt olarak konuya beni şok eden bir isim ile girdiler.

 

“Karan Uluöz burada mı?”

Ben hariç herkesin bakışları Karan’a dönerken Karan’ın bakışlarını üzerimde hissettim.

 

Memurlar bakışlardan kim olduğunu anlamış olacak ki Karan’a doğru ilerlemeye başladılar.

 

“Babanız Serdar Uluöz’ün kayıp olması sebebiyle şüpheliler arasındasınız. Bizimle karakola kadar eşlik etmeniz gerekiyor.”

 

Bir şey yapmamış olsa sabahtan beri bu kadar gergin olmaz, sirenleri duyunca korkudan titremezdi.

 

Karan kimdi? Babasının ortadan kaybolmasına sebep olan bir suçlu mu? Yoksa olayla alakası olmayan sadece bir şüpheli mi? Tırnağımın kenarındaki etimi elimle koparırken bir el bunu yapmamı engelledi. Elin sahibine bakmayı istemedim ancak kim olduğunu bildiğim için bunu yapma zorunluluğu hissettim ve başımı kaldırdım.

 

Onun simsiyah gözleriyle karşılaştım. Gözlerinde bir “Benimle alakası yok, sadece oğluyum diye alıyorlar beni.” diyen iç rahatlatıcı bir cümle aradım ancak “Özür dilerim.” dışında hiçbir şey göremedim.

Başımı iki yana salladım. “Neden?” diye fısıldadığımda Karan çoktan ayaklanmış iki polis de koluna girmişti.

 

“Yapmamalıydı.” dediğini anlayabildim dudaklarını okuyarak.

 

Neyi yapmamalıydı Karan? Kim? Neyden bahsediyorsun? Suçsuzum desene! ‘İlk aşkın bir suçlu değil merak etme’ desene!

 

İç sesim de farkındaydı, kendime itiraf edemediğim o gerçeğin. Ben Karan’ı seviyordum. Arkadaşlık değildi, dostluk değildi.Sevgiydi.

 

İç sesim Karan ile savaşmaya devam ederken bilincim beynimin içinde yankılanan top, tüfek ve silah seslerini duymaya daha fazla dayanamadı ve oturduğum sandalyeden yere düştüm. Son gördüğüm şey ise Karan’ın iki memur arasında zorla götürülüşüydü.

 

Bölüm : 11.01.2025 22:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...