8. Bölüm

7. Kayıplar

Ada
dorttarafimsukapli

Yazarın Anlatımıyla

 

Gerçekler, Karan Uluöz’ü yıkan şeylerdi.

Gerçekler Asel Yılmaz’ın haberi dahi olmadığı şeylerdi.

 

Yalanlar Karan Uluöz’ün sürekli batıp çıktığı şeylerdi.

Yalanlar pembe olmadığı sürece Asel Yılmaz’ın hayatına uğramayan şeylerdi.

 

Gerçekler Asel’in, yalanlar ise Karan’ın ihtiyacıydı.

Asel’in ihtiyacı olan gerçekler Karan’da saklıydı. Asel ise gerçekler ihtiyacı olduğunu bile bilmiyordu, zamanla öğrenecekti ve Karan söylemedikçe o gerçekler ortaya çıkmayacaktı.

 

Karan Uluöz.

 

Annesinin, babası yüzünden geçirdiği beyin kanaması sonucu ölmesiyle babasına oluşan nefret yüzünden evlerinin altında kimsenin bilmediği bir depoda babasını saklayan kişi Karan Uluöz’dü.

 

Annesini dövmesin, onun canını yakmasın diye babasına yalvaran kişi de Karan Uluöz’dü.

 

Karan’ın iki kişiliği vardı: yalvaran, ve yalvartan. Birincisi merhamete ikincisi intikama bulanmıştı.1

 

Stresli günlerinde gidip depodaki babasını box torbası yerine kullanan kişi Karan Uluöz’dü.

 

Stresli günlerinde annesinin mezarına en güzel çiçek buketini yaptırıp götürüp annesiyle dertleşen kişi de Karan Uluöz’dü.1

 

Karan Uluöz’ün merhameti annesine, intikamcı ruhu babasına karşıydı.

 

Karan Uluöz intikam istiyordu.1

 

Babası tarafından itilip kakılarak, annesi bir gece dışarı çıkıp market alışverişine giderken onu babasına emanet ettiğinde babası her türlü içkiye para basarken sarhoş babasının yanında sürüklene sürüklene zorla kumar masasına oturtularak, babasının hiçbir zaman umursamadığı çocuk olarak rezil bir çocukluk geçiren Karan Uluöz; büyüyüp geliştikten sonra intikam istiyordu. Çocukluğu ve annesi için alacağı intikam babasında saklıydı.1

 

Kendisine bir söz vermişti asla babası gibi olmayacaktı, olmamalıydı. Kadınlara el kaldıramazdı, sesi bir kadına yanlışlıkla bile yükselse gidip annesinin mezarında özellikle annesinden özür dileyerek ağlamaya başlardı. Her kadını annesi gibi görür, her annesine şefkatli davranırdı.

 

 

Herkesin bir zaafı vardı. Karan Uluöz’ün zaafı annesiydi.

 

Asel Yılmaz da Karan Uluöz’ün annesi yerine koyduğu kadınlardandı.

 

Asel Yılmaz’ın haberi olmasa da Karan Uluöz ona zarar gelmesini, onu annesi yerine koyduğu için istemiyordu. Fakat Karan Uluöz de bunun farkında değildi. Hissettiğini düşündüğü duyguyu hoşlantı, aşk zannediyordu.

 

Ama değildi.2

 

Onunkisi anne özlemiydi, anne şefkatini birilerinden temin etme isteğiydi.

 

Karan Uluöz annesinin varlığını hissetmek istemesini, annesini geri getirme arzusunu aşk zannediyordu.

 

Karan’ın aşkı annesineydi, belki de annesi gibi gördüğü için Asel’e de aşık olmaya başlamıştı. Asel’e zarar verecek gerçeklerden Asel’i uzak tutmak bir nevi Asel’i Karan’dan uzak tutmaktı.

 

İkisinin de bilmediği gerçekler…

İkisinin de bilmediği ihanetler…

İkisinin de bilmediği sırlar…

 

Onlardan çok şey gizlenmişti. Gizlenenler başlarına dertler açacak, geceleri uykularını kaçıracak ve belki de hayatı onlara sorgulatacaktı.

 

Sorgulanan tek şey hayatları değildi. Loş bir ışıkla aydınlatılan bir odada, önünde dosyalarla dolu bir masada bekliyordu Karan Uluöz. Hayatı dışında, o da sorgulanıyordu artık.

 

Şüpheliler arasında abisi Poyraz yoktu. Amcası büyük ihtimalle dayanamamış ve Karan’ın babasının kayıp olduğunu ve 3 yıldır kimsenin ulaşamadığını polislere sonunda söyleme cesaretinde bulunmuştu. 3 yıldır neden mi kimse bunu polise söylememişti?

 

Çünkü Karan Uluöz babasına ve tanıdıklarına çok güzel oyunlar oynamıştı.

 

3 yıl önce.

 

Serdar Uluöz, eşi Serpil Uluöz’ün beyin kanaması geçirerek ölmesine sebep olan iki çocuk babası. Ya da bir çocuk…

 

Karan’ın annesinin cenazesinin ardında yaptığı ilk iş babasının kahvesine uyku ilacı katıp depoda bağlı tutmak olmuştu.

 

Serdar Uluöz gözlerini evinin sadece kendisinin bildiğini sandığı depoda açtığında çok şaşırmıştı. Onu buraya kimin getirdiğinde ilgili ise hiçbir fikri yoktu.

 

Belki de her şey küçük bir şakadan ibaretti. Belki de değildi.

 

Deponun kapısından tıkırtı sesleri duyuldu. Kapı açıldığında ise Serdar Uluöz merakla içeri giren kişiye baktı. Aklından binlerce isim binlerce kurgu geçmişti ancak oğlu bunlar arasında yer almamıştı.

 

Tek oğlu.

 

Karan ıslık çalarak içeri girdi, yavaşça kapıyı kapattı ve babasına döndü.

 

“Merhabalar Serdar Uluöz, tekrar tanışmak için geldim.” Baba dememişti. Bundan sonra da zaten demeyecekti.

 

“Oğlum…” diye söze başlayacakken Karan dilini üç kez damağına vurdu.

 

“Oğlum yok. Ben senin oğlun değilim, sen de benim babam değilsin. Annemin, benim annemin ölümüne sebep olduğun gün bitti o işler. Karan de geç.”

 

Serdar Uluöz çok şaşkındı. Evet annesinin ölümü ardından evde kimse birbiriyle konuşmuyordu ama böyle bir durumla karşılaşacağı aklının ucundan bile geçmemişti.

 

“Tamam, Karan…” dedi ismini vurgulayarak. “Ne haltlar dönüyor? Çöz beni, derhal!”

Hemen otoriter baba modeline geçiş yapmıştı. Zaten hep böyleydi. Önce yumuşak yaklaşır, istediğini elde etmeye çalışırdı. Elde edemediğinde ise bu adama dönüşürdü. Tıpkı Serpil Uluöz’ün öldüğü gece olduğu gibi.

 

“Ah be Serdar Uluöz,” dedi Karan acıyormuş gibi. “Bu hallere de mi düşecektin? Ya da şöyle sorayım, benim tarafımdan bu hallere mi düşürülecektin? Oysa ne önemli adamsın değil mi sen?” Sesi yükselmeye başlamıştı. Karan bir anda gülmeye başladı.1

 

“Neler oluyor? Ne istiyorsun?” dedi Serdar hafif bir korkuyla. Burada olmak canını sıkıyordu.

 

“Ne mi istiyorum? Bir düşüneyim…” dedi ve duraksadı, elini çenesine koyup düşünüyormuş gibi yaptı. Sonra parmağını şıklatıp Serdar’a döndü.

“İntikam!” dedi heyecanlı bir sesle. “Evet evet, mümkünse en kanlısından bir intikam. Annemin acı çektiği her saniyenin intikamını peşin peşin alacağım senden.” dedi değişen ses tonuyla. Az önce kahkaha atan adam gitmiş, yerine intikam ateşi ve anne acısıyla dolu biri gelmişti.

 

16 yaşında bir çocuk babasına kanlı bir intikam isteğinden söz edebilir miydi? Babasından almak istediği intikamı babasına anlatabilir miydi?

 

Karan anlatıyordu.

 

“Ne oldu o gece?” diye sordu bir anda Karan. “Sadece 14 gün önce. Neyi eksik yaptı annem? Neyi yerleştirmedi sofraya? İçkini mi? Bira mı kalmamıştı evde? Rakı mı? Viski mi? Ne?!” Karan artık sakin kalmamak üzerine yemin etmiş gibi bağırıyordu.

 

“Ne oldu da beyin kanaması geçirtecek kadar dövdün lan sen benim annemi?” dedi Serdar’ın yakasına yapışarak.

 

“Hepsini anlatacaksın! Duydun mu? Hepsini!” Karan’ın elleri Serdar’ın boğazını buldu. Var gücüyle boğazını sıktı.

 

Serdar konuşmaya çalıştı ama nefes alamıyordu. Karan bir şeyler anlatacağını anlayınca boğazını sertçe bıraktı ve “Konuş!” diye bağırdı.

 

Serdar nefes nefese kaldı. Konuşmaya çalışırken öksürük krizine girdi. Karan bir süre sabırla bekledi ve sonrasında Serdar konuşmaya başladı.

 

“Aldattı beni.” dedi. O olayla ilgili kurduğu ilk cümle bu oldu.

 

“Aldattı seni?” dedi Karan gözlerini kısarak. “Aldattı diye mi öldürdün? Bu mu ulan benim annemin canının kıymeti?!”

 

“Öyle değil! Aldatmış, o gün öğrendim ben de. Karan,” dedi zorlukla. “Poyraz’ın babası ben değilmişim.”

 

Karan’ın ifadesi donuktu. Öylece babasına bakıyordu. İçinde aslında büyük fırtınalar kopuyordu. Evet Serdar aldatılmayı hak edecek kadar kötü bir eş, kötü bir baba, kötü bir insandı. Ama kafasındaki sorular susmuyordu Karan’ın. ‘Annem böyle bir şeyi neden yapmıştı?’ diye değil, ‘ Annem böyle bir şeyi nasıl benden saklamıştı?’ diye soruyordu kendi kendine.

 

Serdar ile ilişki kurmak oldukça zordu. Karan nasıl evlenebilmiş oldukları konusunda bile şaşkındı. O bir baba olmayı hak etmiyordu. O yaşamayı bile hak etmiyordu. Küçücük bir çocuğun gözleri önünde annesini dövüp “Sıra sende!” diye odasına sarhoş bir şekilde girip kemerle o çocuğu döven biri, baba olabilir miydi?

 

Asla olamazdı.

 

“Yani?” dedi Karan gerçekleri sindirmeye çalışırken. “Sen de bunu öğrendin, delirdin. Vurdukça vurdun, vurdukça vurdun. Yerden yere savurdun. Saçından tuttun sürükledin.” Serdar kaşlarını kaldırdı. “Nereden biliyorum biliyor musun?” dedi ses tonunu azaltarak.

 

“Daha önce gözlerimin önünde yaptın aynısını.” dedi acıyla. Serdar hislerinden arınmış şekilde ona bakıyordu. “Ben annemin seni aldatmasının bedelini neden annesizlikle ödüyorum? Niye hiçbir zaman kendi aranızda kalmadı bu sorunlar? Ya da neden şiddete başvurarak değil de konuşarak halledemediniz bu sorunları? Boşansaydın ya! Ama öldürmeseydin! Neden ya? Sen neden her hatasında insanlara şiddetle karşılık veriyorsun baba?” Baba dememesi gerektiğini unutmuşu.

 

Bir umut arıyordu. Bir babaya yakışan bir davranış. “Sen böyle olmasaydın,” Serdar yutkundu. “Annem yaşıyor olurdu, sen belki de sadece benim değil abimin de babası olurdun. Biz belki de mutlu olurduk.”

 

 

2 hafta önce, olay günü.

 

 

“Sen,” dedi Serpil. “Ne bir eş, ne de bir baba olmayı hak etmiyorsun. Ben seninle zorla evlendim be! Senin gibi birini sen bile sevmezsin ki!” Serdar’ın öfkesi gitgide artıyordu. “Anla artık, sen sevilemezsin. Şu an mezarda olan annen çok öncesinde beni çok uyardı Serdar.” Serdar şaşkınlığını gizleyemedi. Gözleri irileşti, kaşları kalktı, dudakları aralandı. Bir anne oğlu hakkında bir kadını uyarır mıydı? Serdar’ın annesi yapmıştı.

 

“Evimden olmayayım diye hayatımdan oldum ben. Annem de sevmezdi beni. Sen biraz daha normal olsaydın, seninle aynı acıları taşıdığımı bilirdin. Belki dertleşirdim bile seninle. Ama sen hep ruh hastası tarafını seçtin. Bak etrafına. Bunlar senin tercihlerin Serdar Uluöz!” dedi kollarını iki yana açarak. Sonrasında kendini gösterdi işaret parmağıyla.

 

“Benim annem de beni sevmedi. Beni evinde daha fazla istemedi, ‘Git, kendine koca bulmadan da dönme!’ dedi ve beni kapı dışarı etti.” Gözleri acıdan dolmuştu.

 

“Ben hak ettim mi sence bu muameleyi? Hayır. Annem anne olmayı hak etmiyordu. Bazı insanlar hak etmedikleri şeylere sahip olunca o hak edilmeyen şeyler de hak etmedikleri muameleler görüyor işte böyle senin benim gibi.”

 

“Ben aldatılmayı hak ettim senin gözünde yani öyle mi?” dedi Serdar hışımla.

 

“Hayır.” dedi Serpil. “Sadece, ben normal bir insanı hak ediyordum. Sebep bu.”

 

Serdar son cümleyi duyduğu anda öfkeyle Serpil’in boğazına yapıştı.

 

“Ben anormal miyim sence Serpil?!”

Serpil zorlukla nefes almaya çalışırken bir yandan da konuşmak için uğraşıyordu.

 

“İşte,” dedi zorlukla. “Anormal olduğunun en büyük kanıtı.”

Ne dediği artık umrunda değildi. Sadece vurmak istiyordu. Engel olamadığı o dürtü onu bazı şeylere sürükleyecekti.

 

“Ben niye geldim buraya sen biliyor musun?”

Serpil boş gözlerle ona bakıyordu.

“Tedavi olmak istiyordum ben! Sana soracaktım belki olur dersin, desteklersin, yardım edersin diye. Ama ben ne aldım elime?”

Öfkesi gittikçe daha da artıyordu, Serpil’in boğazını bırakıp yere savurdu.

 

“Koca bir sıfır! Karımın beni aldattığıyla yüzleştim!”

 

“Karının seni aldatma sebebiyle de yüzleşebildin mi iyice? Tedavi isteği için geç kaldığından dolayı verdiğin hasarların bir telafisi olmadığı gerçeğini kavrayabildin mi?”

 

Serdar düşündü. Telafisi gerçekten yok muydu? Affettiremez miydi? Tedavi olup güzel bir aile olamazlar mıydı?

 

“Belki vardır telafisi,” Bipolar. Serdar tam bir bipolar hastası gibi davranıyordu. Serpil’in ellerini avuçlarının içine aldı. “Belki de sana iyi bir koca oğluma iyi bir baba olurum.”

 

Oğlum, oğullarım değil. Aldatılma gerçeğinden sonra yıllarca Poyraz’la birlikte olmasına rağmen artık onu gerçekten oğlu gibi kabul etmeyecekti.

 

“Ben iki oğlumu da sana bırakmam, kendimi de yedirmem. Gidiyoruz biz. Üç tane uçak bileti aldım bu akşama, kalmayacağız artık burada.” Yüzük parmağından nişan yüzüğünü çıkarıp yere bıraktı. “İster tedavini ol ister olma, benim için artık hiçbir şey ifade etmiyorsun.” Serdar büyük bir şaşkınlıkla Serpil’in ellerini bıraktı.

 

Serpil kalktığında da son birkaç cümle söyledi, belki de kurduğu son cümlelerdi.

“Odana da boşanma dilekçemizi bıraktım. İmzalaman yeterli, gerisini ben hallederim. İhtiyacımız olursa da bir mahkeme görür çıkarsın zaten.”

 

Serpil eşyalarını toplamak için çocuklarının odasına gittiğinde Serdar da arkasından geldi. Kolundan tutup Serpil’i kendine doğru çevirdi ve sert bir tokadı yüzüne geçirdi. Serpil yere düşerken başını dolaba çarptı. Serdar öfkesine tekrar yenik düştü. Çocukların masalarının üzerineki aile fotoğraflarının hepsini birden devirdi. Yerde kırılan çerçevelerin cam parçaları Serpil’in üzerine saçıldı.

Serpil ayağa kalkmaya çalışırken camlar ayaklarına battı.

 

Serdar Serpil’in kalkmaya çalıştığını anlayınca bir tekmeyle onu tekrar yere savurdu. Yerde saçlarını tutup sürüklemeye başladı. Kapının önüne geldiğinde yerde Karan’ın çalışmak için kullandığı ağırlıkları gördü. İğrenç düşünceler geçti aklından. Serpil’in saçlarını bırakıp yerde karnından, bacaklarından ve kollarından tekmelemeye başladı.

 

“Tedavi falan olmak istemiyorum,” Gözlerinin en derinine baktı Serpil’in son kez. “Ben seni, öldürmek istiyorum.” dedi fısıltıyla.

 

Karan’ın ağırlıklarından birini alıp Serpil’in kafasına geçirdiğinde ise Serpil de biliyordu, son saniyeleri olduğunu.1

 

 

Serdar Serpil’i ayağıyla itekledi ve kapıdan son kez ona baktı.

“Hoşça kal sevgilim. Diğer dünyada görüşmek üzere.”

 

Saat 17.09, Karan okul servisinde, evine gelmeyi bekliyor.

Saat 17.09, Poyraz dershanede son dersinin bitmesini bekliyor.

Saat 17.09, Serpil ölümü bekliyor.

 

Birkaç dakika sonra kapı açıldı. Karan okuldan geldiği gibi çantasını yere bıraktı ve annesini bulmaya gitti.

 

“Anne! Nerdesin? Çok özledim seni bugün.”

Karan hissetmişti, annesini özlemesi gereken gün bugündü.

 

Karan salona baktı, belki televizyon izliyordur diye. Orada yoktu.

“Anne?”

 

Ses gelmedi.

 

Karan mutfağa baktı belki yemek yapıyordur, işi vardır diye. Orada da yoktu.

“Anne? Nerdesin?”

 

Annesi cevap vermedi.

 

Karan babasının ve annesinin odasına baktı. Belki giyiniyordur ya da belki de yorulmuştur, dinleniyordur diye. Annesi orada da yoktu.

“Anne şaka mı yapıyorsun?”

 

Annesi, şaka değil ölüyorum oğlum, diyemedi.

 

Karan en son abisi ve kendisinin odasına ilerledi. Kapı açıktı. Kapının dibinde yatan annesini görünce gözleri doldu.

 

“A-anne?” Annesinin yanına çöküp saçlarını okşadı. Serpil’in gözleri kayıyordu. Ölümüne dakikalar belki de saniyeler kalmıştı.

Karan annesinin elini tuttu.

“Anne ben burdayım. Korkma.” dedi aynı zamanda da ağlarken. Annesi birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Karan da anlamıştı, annesi gidiyordu. Bir daha gelmemek üzere.

 

Karan endişeyle annesine bakmaya devam ederken Serpil son kez oğluna baktı ve gözlerini sonsuzluğa kapattı.

“Anne!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı Karan.

“Anne aç gözünü! Anne!”

 

Karan titreyen elleriyle cebinden telefonunu çıkarıp amubulansı aradı. Yakınlarda bir hastane vardı. Birkaç dakika içinde burada olurlardı.

 

“Anne, bak ambulans da çağırdım. İyi olacaksın tamam mı? Doktorlar seni iyileştirir.” dedi küçük bir umutla.

 

Ambulans sirenini duyduğu gibi kapıya koştu. Ekiplere annesinin olduğu yeri gösterdi. İçeri girenlerden biri nabzına baktı, boynuna ve bileğine elini bastırdı. Sonra belli belirsiz başını iki yana salladı.

 

Ayağa kalkıp Karan’ın omzuna dokundu ve Karan’ın duymaktan en çok korktuğu cümleyi söyledi.

 

“Çok üzgünüm, anneni kaybettik.”

 

Karan o gün ilk defa hıçkıra hıçkıra ağladı.

Bebekken yürümeye çalışırken düştüğünde ağlamamıştı, çünkü annesi yanındaydı.

Çocukken bisiklet sürerken düştüğünde de ağlamamıştı, çünkü annesi yanındaydı.

Birkaç gün önce düşük not aldığında da ağlamamıştı, çünkü annesi onu teselli etmişti. Saçlarını okşayarak “Sorun değil oğlum, bir sonrakinde daha iyisini yaparsın. Sen çok zeki bir çocuksun, sen benim oğlumsun.” demişti.

 

Ama bugün 17 Mart 2021’de Karan dizlerinin üzerine çöktüğünde annesi kaldırmamıştı. Hıçkıra hıçkıra ağladığında annesi gözyaşlarını silememişti. Canı yandığında annesi kalbindeki yangını söndürememişti çünkü annesi artık yoktu.

 

Sağlık ekipler annesini otopsi çantasının içine alıp sedyeyle götürdü.

“Yapmayın!” dedi, birileri onu tutarken annesine koşmaya çalıştı. “Annem korkar karanlıktan! Hem çok sıkışık orası! Klostrofobisi var annemin, nefesi sıkışır yapmayın lütfen!” diye yalvardı ama ne annesi oradan çıktı, ne de sıkışabilecek bir nefesi oldu.

 

14 gün sonrası, yüzleşmenin devamı.

 

“Ben,” dedi Karan. “O günü çok çok iyi hatırlıyorum.”

Serdar’ın gözlerinin içine bakıyordu.

 

“Anneme ambulans çağırdığımda ilk defa nasıl hıçkıra hıçkıra ağladığımı,”

Gözleri doldu. Serdar’ın yanında ağlamak istemediği için gözlerini serçe sildi.

 

“Annemi simsiyah bir çantanın içine koyup götürüşlerini. Annemin son nefesini gözümün önünde verişini.” Engelleyemediği bir damla yaş yanağından süzüldü.

 

“İntikamımı şu an almayacağım,” dedi ciddiyetle. “Sen, acı çekeceksin. Ama bu yıllarca sürecek, birileri yokluğunu fark edene kadar.”

 

Serdar ona şaşkınlık ve korkuyla baktı. Poyraz ya da Tarık illaki merak ederdi. Bir şeyler yapacaktı Karan, ama ne?

 

 

 

Karan düşüncelerini anlamış gibi açıklamaya başladı.

“Telefonunu sen mışıl mışıl uyurken parmak izinle açıp seni merak edecek herkese ama herkese mesaj attım. Yani hiç endişelenme seni bulmaya kalkışmayacaklar.”

 

 

Günümüz.

Sorgu.

 

Karan dosyalarla dolu bir masada loş bir ışıkla aydınlatılan sorgu odasında bekliyordu.

Yakalanmayacağından emindi, sadece amcasının gereksiz(!) merak ve endişesi yüzünden sorgulanacaktı. En azından düşüncesi bu yöndeydi.

 

Bir süre sonra odanın kapısı açıldı ve içeriye bir memur girdi. 40 yaşlarında hafif tombul bir adamdı. Saçları hafiften ağarmaya başlamış üstünde üniforması olan biriydi.

 

Memur tam Karan’ın karşısına oturdu ve direkt konuya girdi.

“Serdar Uluöz neyiniz oluyor?”

 

Karan bu sorunun cevabını memurun da bildiğinin farkındaydı ancak Karan’ın ağzından duyulması isteniyordu.

 

“Babam,” dedi Karan ağız ucuyla. Bu kelimeden nefret ediyordu.

 

“Babanın nerede olduğunu biliyor musun?”

Karan başını iki yana salladı.

“Üç yıldır ortalıkta yok, pek de ilgilenmiyorum açıkçası. O herifi babam olarak görmüyorum. Ölse cenazesine de gitmem.” diye sert bir yanıt verdi.

 

“Sakin ol delikanlı,” dedi memur anlayışlı bir ses tonuyla. İçten içe ona da hak veriyordu çünkü adamın dosyası kabarıktı. Karısına uyguladığı şiddet ve buna rağmen boşanmamış olmaları, sarhoşluğu nedeniyle geçirdiği ve geçirttiği trafik kazaları ve daha nicesi.

 

“Her çocuk babasını az da olsa sever. Her baba da evladını sever.”

dedi memur ama Karan sözünü kesti.

 

“O adamın beni sevdiği falan yok. Sildim onu ben, tanımıyorum bile.”

diye kestirip attı.

 

“Neden peki? Niye bu kadar öfke dolusun babana?”

 

“Baban demeyi keser misiniz, onurum inciniyor. Ve ayrıca özelime giriyorsunuz.”

 

“Sorgu sırasında özel hayattan mı bahsedeceksin gerçekten? Cevap bekliyorum.”

 

“Döverdi beni hep. Annemi de…”

Memur yutkundu.

 

“Annen vefat edeli üç yıl oluyor. Aynı zamanda baban kaybolalı da üç yıl oluyor.”

 

Karan anlık bir öfke patlamasıyla ayağa kalkıp memura diklendi.

 

“Bir kez daha baban derseniz içeri girmem için kendim bir sebep yaratacağım!”

Memur sakindi çünkü Karan’ın böyle bir şey yapmayacağından emindi. Ama Karan’ı tanımıyordu. Eğer yaparım dediyse yapardı. Memur daha fazla üstüne gitmek istemedi. Karan’ı yerine oturttuktan sonra sorguya ‘baba’ kelimesini kullanmadan devam etti.

 

“Tamam, Serdar Uluöz’ün annenin ölümüyle bir bağlantısı olduğunu düşünüyor musun? Ya da intihar edebileceğini?”

 

İlgisi olduğunu elbette düşünüyordu ama intihar etmesi imkansızdı. Annesi öldüğünde zil takıp oynamak üzereydi.

 

“Hayır,” diyerek yalan söyledi. Bunu Serdar’ın kendisi itiraf edene kadar gizli tutacaktı. “İntihar etmesi de bağlantısı olması da imkansız. Ben eve geldiğimde o herif orada değildi zaten.”

 

“Peki annen vefat ettikten sonra Serdar Uluöz’ün garip davranışları oldu mu?”

 

“Öyle bir şeye rastlamadım, bilmiyorum.”

 

“Pekala, sorgumuz burada sona eriyor. Gerekli dosyaları imzalayıp çıkabilirsin.”

 

Karan hafifçe başını sallayıp ayağa kalktı. Odadan çıkacakken memur “Umarım tekrar karşılaşmayız genç adam.” dedi o da ayağa kalkarken.

 

“Umarım,” diyerek odadan çıktı Karan.

 

Çıktığı anda ise koridorda abisini ve amcasını gördü. Amcasını es geçerek abisine yöneldi. Ona doğru ilerlerken Poyraz da aynı şekilde Karan’a doğru gelmeye başladı. Karşı karşıya geldiklerinde Poyraz Karan’ı baştan aşağı süzdü.

 

“İyi misin kardeşim?”

 

Karan dönüp amcasına baktı, sonra tekrar abisine ve kafasını sallayıp çıkışa ilerledi. Poyraz onu çok fazla sıkıştırmak istemediği için arkasından o da çıkışa yürümeye başladı.

 

Poyraz’ın arabasına yerleştikten sonra o gün konuşmadılar. Karan duşunu alıp direkt yattı. Düşünmesi gereken biri vardı. Asel.

 

Onu en son gördüğünde iyi değildi, durumunu merak ediyordu. Ve kimden öğreneceğini biliyordu.

 

Asel’in Anlatımıyla

 

Gözlerimi revirde açtığımda neler olduğunu yavaş yavaş hatırlamaya başladım. Polislerin okula gelişi, Karan’ı alıp götürüşleri, Karan’ın “Yapmamalıydı.” deyişini.

 

Kolumda bir serum takılıydı. En son bayıldığımı hatırlıyordum. Odanın içini taradığımda ise Güneş ile karşılaştım.

Hafifçe doğrulmaya çalıştığımda, çıkan seslerden olsa gerek Güneş hemen bana baktı ve ayağa kalkıp yanıma geldi. “İyi misin Asel?”

 

Başımı salladım. “Ne oldu?”

 

Sorumu duyunca Güneş yanlış anladı ve bana olanları anlatmaya başladı.

“Sen bayılınca sakinleştirici serum-“

 

“Ben değil, ona ne oldu?”

 

Kimden bahsettiğimi anladı. “Karan,”

 

İsminden bahsedince bile kalp atışlarım hızlandı.

 

“Karan sorguya alındı. Ama hiçbir şey çıkmamış. O da seni merak ediyordu, bir aramak ister misin?”

 

Başımı iki yana salladım. “Şu an gerçekten o durumda değilim. Teşekkür ederim, sana da zahmet verdim.”

 

“Kuzum ne zahmeti saçmalama. Sen iyi ol da gerisi önemli değil.”

 

Biz konuşmaya devam ederken Leyla Abla konuşmaya başladı.

“Asel, serumun bitince çıkabilirsin yavrum. Ama kötü hissedersen dinleyebilirsin de biraz daha.”

 

“Tamam Leyla Abla sağol.”

 

Leyla Abla hafifçe başını salladı ve bilgisayar başına geri oturdu. Güneş ise bana biraz daha yaklaştı ve elimi tuttu.

 

“Gerçekten konuşmak istemiyor musun? İyi gelir belki ha?”

 

“Bilmiyorum, bilemiyorum yani…”

 

Aslında merak ediyordum. Ama bana söylediği yalan, gözünün içinde yerini almış olan o suçluluk duygusu… Büyük şüphelerim oluşmuştu. En önemlisi, babasına ne yapmış olabilirdi? “Yapmamalıydı.” demişti polislerle gitmeden önce. Neden öyle demişti? Karan’ın suçu neydi?

 

“Zorlama kendini, akşam durumuna göre bakarsın. Hazır olduğunda da ararsın olur mu canım?”

 

Başımı sallamakla yetindim. “Ne zamandır buradayım?” diye sordum konuyu değiştirmek için.

 

“1 saat falan olmuştur.”

 

“1 saattir yanımda mıydın Güneş?”

 

“Evet.”

 

“Güneş,”

Tekrar bana döndü.

“Efendim canım?”

 

“Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?”

 

Başını salladı. “Biliyorum tabii ki güzelim. Ben de seni çok seviyorum.”1

 

Hep yanımda olan nadir insanlardandı. İlkokuldan beri birlikteydik. Çok değerliydi benim için. Her şeyimi bilirdi. Kendisi de her şeyimdi.

 

Kalkıp ona doğru yürüdüm. Kollarımı boynuna doladım ve sıkıca sarıldım. O da kolunu belime doladı. Birkaç saniye öyle durduk ve sonrasında kendini benden ayırdı.

 

“Hadi yat bakayım geri. Serumun bitmedi daha, çekiştirip duruyorsun! Yat! Bu bir emirdir!” dedi sert bir sesle ama gülümsüyordu.

 

“Hayatımda gördüğüm en şirin komutansınız efendim!”

Dedim ve kahkaha attım. O da kıkırdadı ve ben de yerime geçtim.

 

 

 

 

Serum bittikten sonra revirden çıktık ve ben revirden aldığım izin kağıdı ile okuldan çıktım. Amacım eve gitmek değildi, zaten otobüse şu an binemezdim.

 

“Uyuyor mudur acaba?” diye düşündüm sesli bir şekilde.

 

Küçük bir ormanlık alana girdim, nefes almak için en iyi yer burasıydı. Birazdan yağmur bastıracaktı ama pek umursamıyordum. Eylül’ün geldiğini belli etmesi hoşuma gidiyordu.

 

“Neden Karan?” dedim yine dışımdan konuşarak. “Ne yapmış olabilirsin? Bana öyle bakacak kadar kötü olan ne?”

 

“Geçmişim.”

 

Arkama döndüm. Öylece karşımda dikiliyordu. Gözlerinin altı mosmor. Uyumamıştı sanki. Yavaş adımlarla bana doğru ilerledi. Geriye çekilmek istedim ama ayaklarım bu emri reddedip ona doğru yürümeye başladı.

 

“Neden buradasın Asel? Hastaneye neden gitmedin?” dedi sanki her şey normalmiş gibi.

 

“İyiyim ben.”

 

“Değilsin Asel.”

İsmimi vurgulayarak konuşuyordu.

 

“Niye yapıyorsun bunu?”

 

“Neyi?”

 

“Niye önemsiyor gibi davranıyorsun? Neden değer veriyor gibi konuşuyorsun? Neden diğerleri gibi boşvermiyorsun beni?”

 

“Önemsiyor gibi davranmıyorum, önemsiyorum. Değer veriyor gibi konuşmuyorum, değer verdiğim için konuşuyorum. Diğerleri gibi boşverip gidemiyorum seni çünkü içimde bir şeyler engelliyor seni boşvermemi.”

 

“Ne var içinde Karan? Ne engelliyor seni?”

 

“Düşüncelerim var,” dedi işaret parmağını şakağına bastırarak. “Ruhum var, 3 yıldır kimseye göstermediğim ruhum var ve o ruh sanki anahtarı senmişsin gibi bir anda açtı kapıları sonuna kadar.”

 

Gözlerim dolu dolu ona bakıyordum. Yağmur sanki ağlarsam belli olmasın diye çiselemeye başladı. Destek çıkıyordu bana rüzgâr. Karan’a itiyor. Belki sonum, belki başlangıcım olan o adama.

“Kimsin sen?” dedim fısıltıyla.

 

“Karan’ım.” dedi gözlerimin içine bakarak. “Annesi gözünün önünde ölmüş bir çocuğum. Babasının sevmediği bir adamım. Kapağı açılmamış bir kutuyum.”

 

“Bir gün açacağım ama o kutuyu. Biliyorsun değil mi?”

 

“Biliyorum ama zamanı gelince Asel, zamanı gelince.”

 

Ne zaman açacaktı kendini bana? Ne zaman anlayacaktım duygularını? Ne zaman açılacaktı o kutu?

 

Bu düşüncelerle kafamı doldurmuşken telefonum çaldı. Babam arıyordu. İyi ama neden?

“Alo, baba ne oldu?”

 

“Merhabalar küçük hanım.” dedi tanımadığım bir ses.

 

“Siz kimsiniz?” dedim ayaklanarak. “Babamın telefonunun sizde ne işi var?”

 

“Kim olduğumu boşverelim de, babana ne olacağını mı konuşsak?”

 

“Ne?” dedim korkuyla.

 

“Asel!” diyen babamın sesi kulağıma çalındı.

 

“BABA! BABA İYİ MİSİN? NE DİYOR BU ADAM? BABA!?”

 

“Asel, ne oluyor?” diye sordu Karan. Ona bakmadım.

 

“Asel kızım bu adam delirmiş! Elinde silahı var Asel! Ablana ha-“

 

Silah sesi.

Nefesimi kesen o silah sesi.

Şiddetini arttıran yağmur.

Yağmurun sesini bastıran çığlığım.

 

Bölüm : 20.01.2025 16:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...