31. Bölüm

Güneydoğu’da Bir Öğretmen

Marcus Bruce Marshall
dr.mert

I

Atama evrakımı da alıp, İzmir otogardan (Haftada sadece 1 gün uçuş varmış, uçakta yer bulamadım) Siirt’e otobüsle tam 24 saat yol sürdü. Yanımda bir asker oturuyordu. İlk defa geçtiğim şehirlerden (Manisa, Uşak, Afyon, Konya hariç) Karaman, Mersin, Adana, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman üzerinden Siirt’e ulaştık.

Siirt otogar köy otogarı gibiydi. İlk şokum bu oldu. Oradan şehir merkezine geçtik. Ben Siirt öğretmenevine gittim. Yer olmadığını söylediler. Yabancısı olduğum şehirde yapayalnız ve yersiz kalmıştım. Akşam olmak üzereydi, yerim yoktu ve üstelik açtım. Oysa içimde bütün şehir beni bekliyor, ben öğretmenim algısı vardı. O algı yıkıldı ve ardından hayal kırıklığı, eşlik eden duygu oldu. Neyse ki tanıdığımın tanıdığının tanıdığını devreye sokup, yer buldum. O kişi artık dolaysız tanıdığım olmuştu. Siirt'in tanınmış ailelerinden ve tanınmış bürokratlarındandı. Büyük bir sahiplenmeyle beni karşıladı. Yer sorunumu ve diğer tüm sorunlarımı anında halletti. Minnettardım. İhtiyacım olacak esnaf ve kişilerle tanıştırdı. Onun selamı her kapımı açtı. Bendeki çekingenlik gitti, özgüven geldi. Hala hatırlarım da minnetle yad ederim. Hatta atandığım ilçenin milli eğitim müdürünü, oranın önde gelen ağasını, idarecilerini, esnaf kişilerini özellikle arayıp “yiyenimdir haa!” diyerek emanet etti.

Biraz Siirt il merkezinde kalıp, görev yapacağım ilçesine yola çıktım. Orada da iyi karşılandım. Üzüldüğüm, ilçedeki bir okula değil de, köye tayinimin çıktığıydı. Çok sarp kayalıkların ötesinde dağ köyüne öğretmen olarak atanmıştım. Aslında köy dediğime bakmayın burası civar köylerden gelen öğrencilerin kaldığı YİBO’ydu (Yatılı Bölge İlköğretim Okulu). YİBO’lar başlangıçta iyi niyetle açılsalar da insanlık dışı, küçük çocukların ürktüğü bir tür 1984 romanındaki dev bürokratik kurumlardı. Büyük birader (Devlet) herkesi izliyordu. Çocuklar, daha küçücük yaşlarda,ana kucağından alınıp, bu devasa kuruma teslim ediliyordu. Neden evlerine yakın okullara evlerinden gidip gelmiyorlar ki diye soranlara; bu köylerde ilkokulun olduğunu (hatta bazılarında onların bile olmadığını) ama okunması zorunlu ortaokulun ise bulunmadığını hatırlatmak isterim. Bu tarz ortaokullar ya il/ilçe merkezinde ya da köylerin ortasında bir noktada bazen de ilçe merkezine yakın yerlerdeki yatılı bölge ilköğretim okullarında bulunduğunu söylemem gerekiyor. Bu okullara, köylerinde ortaokul olmayan çocuklar, yatılı olarak kaydoluyorlardı. Hem okulda öğrenim görüyorlar hem de yatış ve yemek hizmetlerinin olduğu bitişik yurt binasında kalıyorlardı. İlkokul öğrencilerinden de kalan olsa da yurtta; çoğunluk ortaokul öğrencileriydi. Kısacası 6,7 yaşından başlayarak 14,15 yaşlarına kadar kız ve erkek öğrenciler bu okullarda hem okuyup, hem de konaklıyorlardı. Altını kaçıran, geceleri ağlayan, aralarında çeşitli zorbalıkların olduğu, şiddet ikliminin ya da aşırı otorite altında ezilen çocukların yuvasıydı.

İşte tam da ben bu ortama Psikolojik Danışma ve Rehber öğretmen olarak atandım. Duygusal ve sahiplenici yapımla, mesleğimin getirdiği profesyonellik zamanla birbirine girdi. Yurtta nöbet tuttuğum zamanlar da oldu. Onları yakından tanıdım, o yurt çocuklarını. Gözlerindeki acıyı da, korkuyu da, ana kucağına hasreti de gördüm; umuda, dostluğa, sevince de şahit oldum. Kimi zaman sessizce ağladığım oldu. Çocukların abisi gibiydim (bazen hoca, öğretmen değil abi derlerdi). Onlarla eğlenir. Top oynar. Sorunlarını profesyonel mesafeyle değil, şefkatli bir özgeci tavırla dinler, çözüme kavuşturmayı denerdim. O yıllar hani o Çocukluğumun Soğuk Günleri kitabındaki gibi günler, yurt yılları, ben de başka yaralar açar….

II

Okul yıllarını anlatmak değil niyetim. Belki de bu başka bir romanın konusu. Her anında anılar saklı o ilginç ve güzel yılları da anlatmak isterim ama şimdi sırası değil.

Öğretmenliğe atanıp, görev yerime gittiğimde gerekli resmi işlemleri tamamlayıp, iş başı yapmam, Eylül başını bulmuştu. Kısa süre sonra da okullar açıldı. Biz öğrencilerimize, öğrencilerimiz de bize kavuştu. Yeni bir öğretmen olarak dikkati çektiğimi zaten söylemiştim. Öğrenciler haricinde de öğretmen arkadaşlarım vardı. İlkokul kısmıyla birlikte 18 öğretmen görev almakta. 18 öğretmenin çok azı bölgeyi bilen ya da yerli öğretmenler ama çoğunluğu henüz taze öğretmenler ve uzak illerden atanıp gelmişler.

Birçok öğretmen buraya atandığında hemen batıda bir şehre atanma hayali kurmakta; hatta bazısı, evliliği bu konuda araç olarak kullanmak istemekteydi. Genelde buradaki kız ve erkek öğretmenler arasında flört ya da evlilik amacıyla birliktelik nadirdi. Çünkü hemen hepsi batı şehirlerden birini bulup, eş tayiniyle gitmek istiyordu. Olur da bulundukları bu şehirde ve okulda bir sevgili edinirlerse evlilik nedeniyle tayin seçeneğini elemiş olurlardı. Bu da uzun yıllar burada kalmak demekti. Çoğunun gözü dediğim gibi dışarlardaydı.

İşte bu bakışın olduğu böylesine bir atmosferde bir öğretmen arkadaşıma vuruldum. İlk görüşte aşk, bu defa bir dağ başındaki yatılı bölge okulunda beni bulmuştu. Kızın adı Hayal’di. Güzel biriydi. Nasıl desem çok güzel. Dayanılacak gibi değil öyle güzel.

“Yemyeşil bir deniz senin gözlerin

Ne bir sandal

Ne bir ada

Ne bir sahil var

Boğuluyorum”

Bu şarkıyı bilirdim de ilk kez bir kızın gözlerinde bu şarkıyla boğuldum. Gelin size onun hikayesini anlatayım. Bu hikayede yaşadıklarım Rüya ve Hülya’daki yaşadığım olayları unutturacak, güzelliklerle dolu, acı dolu, umut dolu, umutsuz yılların hikayesiydi. Konu ne güzelliği, ne de aşkımızdı konu aşkımız sonrasında olanlardı, sürgündü, tutuklanmaydı, hapis hayatıydı. Ne olmuştu da güzel başlayan yıllar, bir cinnet yıllarına dönüşmüştü. Anlatayım.

Bölüm : 13.10.2025 18:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...