
II
O acı yıllar ben üniversitede öğrenciyken başlamıştı. Okul bitip de köye döndüğümde babamın biraz daha yaşlanmış, dedemin sağlık sorunları daha da ağırlaşmış, annemin de takati kalmamıştı. Beni bekliyorlardı. Kardeşlerim de özellikle bekliyorlardı. Evde ölüm sessizliği oluşmuştu. Kimse bu birden çöküşe anlam veremiyor, kardeşlerimin büyük olanları onca ihtişamdan sonraki ailedeki çöküşe hazır değillerdi. Küçüklerimiz de ne olup bittiğini anlamamakla beraber büyüklerin yüzündeki acı, keder ve şaşkınlığı okuyup, korkunç şeyler olduğunu düşünüp, üzülüyorlardı.
Yaz günüydü. Sıcak bir temmuz öğlesi. İzmir otogardan köy otobüsüne binip önce köye sonra da bağ evimize ulaştım. Annem ve kardeşlerim tütün tarlasına gitmiş henüz dönmemişlerdi. Tarla bağ evine uzak değildi. Dedemi gördüm yatakta her zamanki gibi gözleri tavana bakar vaziyette bakıyordu. Bana baktı ve gözünden yaş süzüldü. “Ninen nerde oğlum” dedi. “Dede o öldü ya” dedim. “Ne zaman” diye sordu. “Yıllar önceydi” dedim. “Yaa” dedi. “Daha dün kırmızı fistanıyla yüzümü sevdi, ne oldun adam sen böyle dedi ya oğlum” dedi. “Dede rüya görmüşsündür” dedim. Bir şey söylemedi. “Oğlum neden ben hep yatıyorum” dedi. “Beni gezdirsene” dedi. “Ben seni çok severdim gezdirirdim a oğlum” dedi. Bir ağladı hüngür hüngür. Bu adamla, bu her şeyin sahibi gibi zamanında herkesi kök söktüren adamla, hiç kimse konuşmuyordu. O da kimseye bir şey söylemez, yılları tavana bakarak ve kimse yokken kendi kendine konuşurken geçerdi. Tek konuşan bendim onunla. Beni görünce dayanamayıp aklına neler neler gelmiş, ancak konuşma pratiğini kaybettiğinden duygularını ağlayarak bana iletmişti. Yanına gidip elini öptüm. Sessizce ağladı...
Acı duyarak bağ evinde bahçeye geçtim. Orada da babam ocak kurmuş, yemek pişiriyordu. Bağ evlerini bilen bilir mutfak yoktur. Evin dışında ocaklık vardır. Odun ateşinde yemek pişer. Yanında da kutsal ateş çayı vardır sürekli kaynayan. Babam bana bakmadan “geldin mi oğlum” dedi. “Geldim” dedim. “İyi” dedi. Ben de “annemler nerede?” dedim. Aslında nerede olduklarını biliyordum ama iş olsun, konuşmayı yönlendirmek ve hatta sessizliği dağıtmak için sormuştum. “Gelirler” dedi. “Tarlada mı?” dedim. “Evet” dedi. Az kelimeyle ve derin sessizlikle geçen konuşma yine içime ağır bir burukluk kattı. Ev değişmemişti. Ölü toprağı serpilmişti evimize. Ben de tam tarlaya gidecektim ki babam “Barak’ı sula” dedi ve “susamıştır” diye ilave ederek. Tulumbadan serin bir su çektim, kaba doldurdum. Hayvancağız hemen anladı ve çılgınca havlamaya başladı. Bu havlama su ya da yemek gelirken yapılan türdendi. Yabancı birine havlaması farklı tonda ve seste olurdu. Ben onun havlama türlerinden ne istediğini ya da ona ne olduğunu anlardım. Daha doğrusu evimizde herkes anlardı. Tek anlaşılan av köpeğimiz Baraktı. Barack Obama ABD Başkanıydı ama bizim Barak çok önceden bu adı almıştı. O yıllarda Barack Obama adı sanı bile yoktu. Barak bir köpek türüydü. Barak bizim köpeğimiz her şeyimiz. Derttaşımız. Küçükken ona tüm derdimi anlatırdım. Kulağımı yalardı. Sakinleştirirdi. Suyunu verdim. Sevdim. O beni sevmeye vakit bulamadan susamış olmalı ki diliyle şaplata şaplata tüm kabı hızlıca tüketti. Nihayet kendine gelip bana sırnaşmaya başladı. Biraz seviştikten sonra ben ayrıldım. O ise arkamdan sevinç havlamalarını yaptı durdu.
Kardeşimin “anaaa abim gelmişş koşun len” dediği duyar duymaz toz içinde üç erkek yavrusu üzerime atladı. Kardeşlerim o kadar sıkılmış olmalılar ki beni yere devirdiler. Üzerimde sevinç çığlıkları atıp zıplamaya başladılar. Tek tek kucaklayıp attım. Yine üçü de birleşip geldiler. Bu çocuklar yağlı güreş pehlivanları bu arada yanlış olmasın. Ben de zamanında yağlı güreş yaptım, onları bildiğim oyunları ben öğrettim. Benden dolayı heves edip güreşe başlamışlardı. Ama ne yazık ki yaz günlerinde en yoğun iş zamanlarında, tarlada en ufak birine dahi ihtiyaç vardır. Hiçbiri yaz günlerinde yapılan güreş müsabakalarına katılamadılar. İçlerinde güreş hasreti hep kaldı.
O gün de işçiler vardı. Birden en önde Aysun’u gördüm. Siirt Pervarili bir kızdı. Zamanında babalarıyla inşaatçı olarak ilçemize gelmişlerdi. Babaları abileri inşaatlarda; kızları da tütün tarlalarında işçiliğe gelirlerdi. Çocukluğumuz birlikte geçti. Aysun'u farkettim. Yüzü kızardı. Yanında da ablaları ve kuzenleri vardı. Elleri tütün sakızıyla kirlenmiş vaziyette su tulumbasına geçtiler. Başını eğip geçmişti. Dile kolay o da ben de çocuktum. Oyunlar oynardık tarlada. Aysun da oyun arkadaşımdı. Onunla neler neler oynamadık ki. Telefonlar, tabletler yoktu. Tarlada ne bulursak oynardık. Benim biraz hayal gücüm iyiydi. Ayakkabılardan pillerden bir hayat kurardım. O da kurduğum bu hayata hemen uyum sağlardı. Genelde benim karım rolünde oynamayı severdi. Ben de onu severdim. Çocuktuk. Bu sevgiyi ad veremezdik. Bolca utanırdık başkalarının yanında. Biz bizeyken de çok iyiydik. Aysun da ben de ergenliğe girdiğinde bizi ayırdılar. Oynayamaz olduk. Ben erkek, adam; o da kız, kadın olmuştu. Yakışık almazdı oyunlar bize. Yıllar ne hızla geçmişti de bizden neleri götürmüştü. Aysun güzel bir kız olmuştu ve uzamış gitmişti. Belki de nişanlıydı. Öyle ya ben 21-22 yaşlarındaydım, o da işte 19, 20. Kalın rujsuz kıpkırmızı dudaklı ve kara kaşlı kara güzel bir kızdı. Siirt’in balı, narı, fıstığı ona güzellik katmıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![Marcus Bruce Marshall / HAYALDİ / Sıcak Yaz [II]](https://cdn.kitappad.com/image/img_thump/1/drmert-hayaldi-975.png)
| 3.43k Okunma |
2.1k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |