
Bundan birkaç ay önce kendi dairesinden dışarı adım atmayan bir kızdım. Bu birkaç ay da mevsim değişti çiçekler soldu ve kış kapıya geldi. Kışın habercisi gibi gelen bu adam neden birkaç gündür kafamın içine girmekte ısrar ediyordu? Neden sürekli dibimdeydi? Neden etrafıma çizdiğim daire onun tarafından silinmişti? Sinirlenmek istiyordum yüzüne yüzüne bağırmak ve karşıma bir daha çıkmaması için onu tehdit etmek istiyordum ama dilimin varlığını kaybetmiş gibiydim.
Yüzümü okşayan her nefesi soğuk havaya inat sıcaktı. Gözleri gözlerimdeydi ve benim mavi okyanuslarımda izinsizce gezindiği için onu sularımda boğmak istiyordum. Kolları tutan büyük ellerinden kurtulmak için gerisin bir harekette bulundum. beni zorlamadan ellerini gevşetip geri kaçmama müsaade etti. Ne o konuştu ne de ben. Bir sessizliğin içinde öylece dikiliyorduk.
Ona söylemem gereken bir özür vardı ama daha demin ki gibi yüzüne bakamadığımdan gözlerimi zemine çevirdim. Ayağımdaki terlikleri izlerken bir yandan da dilimin ucundaki cümleleri toparlamaya çalışıyordum.
"Gece gece dışarı tehlikeli. Vahşi bir hayvanla karşılaşabilirsin." diye ilk konuşmaya onun başlaması bir nevi stresimi azalttığından olsa gerek ona yanıt verirken buldum kendimi.
"Uyuyamadığım için hava almaya çıkmıştım." der demez ona baktım. Artık bana bakmıyordu. "Koray abi sen de mi uyuyamadın?" diye sorarken aklımdan ne geçiyordu bilmiyorum bu soru aniden beynimden geçip dilimden dökülmüştü. Hatta saniyesinde pişman bile olmuştum. Ellerimi önümde birleştirip parmaklarımla oynamaya başladığım esna da bana baktı. Karanlıktan yüzünü tam seçemiyordum ay ışığının yettiği kadarıyla görüyordum.
"Uyku ile aram yok. 3-4 saat yetiyor." dedi.
Anlarcasına kafa salladığımda yine bir sessizliğin dibine girdik. Bu sessizliği ve stresimin birazda olsa azalmasını fırsat bilip çekine çekine "Koray abi sarhoş olduğum gece, yaptıklarımla seni rahatsız ettiğim için özür dilerim. Gerçekten bile isteye yapmadım ve açıkçası ben de neden öyle davrandığımı bilmiyorum lütfen o geceyi unutalım." diye konuşmayı sonlandırdım. Gözlerimin içine baka baka cümlemin bitmesini beklemişti.
Yüz ifadesi dümdüzdü hatta gözlerimin içine bakıp göz kapaklarını kırpıştırmasa bana bakarken daldığını bile düşünebilirdim. Bir şey demeden evvel evin dış duvarına konulmuş koltuğun üzerindeki sigara paketini ve çakmağını alır almaz bana tekrar döndü. "Olur öyle şeyler, çok fazla kafaya takma." dedi.
Evin kapısına doğru ilerleyip kapı kulpuna elini atar atmazda yarım ay bana döndü. "İçeri girmeyecek misin?"
Birazda olsun söylediği ile rahatlayan beynimden ötürü hafif gülümseyip. "Biraz daha durup gireceğim." diye yanıtladım onu.
Sadece baş sallayıp kapı kulpunu aşağı doğru indirdi ve evin içine girdi. O kapıyı kapatana gözden kaybolana kadar ona bakmaya devam ettim. Sonrasında telefonun ekranını tekrar açıp instagrama girdim. Yasin'in mesajını okumadan biraz gergin hissetsem de saniyesinde gerginlikten kurtulup mesajı açtım.
"Başka bir şansım olsaydı emin ol seni bu şekilde tehdit etmezdim fakat çarem yoktu Gülbahar. Sana söz veriyorum bana güveneceğin bir adam olacağım asla senin istemediğin bir şeye kalkışmayacağım." diyen mesajı okuduğumda hiçbir şey yazmadım. Yasin'e karşı asla garez beslemedim hatta kirli geçmişi umurumda olmamıştı. Düğün günü bana kurduğu o leş cümleler olmasaydı ondan bu kadar rahatsız olmazdım. Yasin'e güvenmek benden imkansızı istemek gibi bir şeydi ve ben adam olmayacağını bildiğim biri için çabalama gereği görmüyordum. Sadece uygun zamanı kollayacaktım bu işi ne kadar sessiz halledersem o kadar ucuz kurtulurdum...
*********
Sabahı nasıl ettiğimi bilmediğim bir güne uyanmıştım. Kafamda kurcalanmayı bekleyen dertlerim bir yana dursun Hilal'le uyumak zulüm gibi olduğundan uyuyamamıştım. El mecbur sabah ezanına uyandım. Eşref dede ve Zeliha nine namaz kılar kılmaz tavuklara ve ineklere bakmak için dışarı çıktılar. O esnada ben de ev ahalisi uyuduğundan ötürü kahvaltıya giriştim pişi yapmak istediğim içinde önce malzemeleri hazırladım ve yere sofra bezini serip malzemeleri yere bıraktım. Kasaba köye nazaran daha sıcak olduğu için ilk işim kuzinenin içine odunları dizdim. kuzinenin yanı başındaki yoğurt kovasının içinde duran dizilmiş çıralardan bir tanesini alıp yakar yakmaz odunların içine koydum. Kuzine tutuşmaya dursun o sıra mutfak tezgahının üstündeki ibriğe su koyar koymaz kuzinenin üzerine koydum. Ardından orta boy bir leğen alıp dışarıya çıktım. Saat 6.22 sularıydı. Hava aydınlanmış ve kuş sesleri etrafı sarmıştı. Evin tam karşısı orman olduğundan evin çevresi tellerle çevriliydi. Bir ara Yavuz eniştem evin çevresine duvar örmeyi Eşref dedeye teklif etse de Eşref dede istemediğini net bir kararla belli etmişti. Ona göre orman manzarası görülmesi gereken bir şeydi. Enişteminde neden bu kadar duvar örülmesi konusunda ısrar ettiğini çok iyi anlıyordum keza ev ormana çok fazla yakındı haliyle vahşi hayvan gelmesi büyük ihtimaldi. Daha dün sohbet ederken Eşref dede iki tavuğunu gözünün önünde tilki aldığını söylüyordu. Buna rağmen duvar meselesini istememesine anlam veremesem de bir şey diyemiyordum malum ev de onlarındı hayatta onlarındı.
Elimdeki leğenle evin dibinde olan odunluğa doğru ilerledim. Zeliha nine çoktan tavukları çıkartmış elinde tuttuğu kovayla toprağa yem atıyordu. Eşref dede ise ahırdan çıkarttığı inekleri evin biraz uzağında olan çeşmenin yalak kısmından su içittiriyordu. Etrafıma bakarak odunluğa ilerlerken gülümsemeden duramadım. Köyü aşırı seviyordum. Şansım olsa köyde yaşamayı bile tercih ederdim. Doğa ve hayvanların verdiği huzuru hiçbir insan veremiyordu.
Odunluğa girer girmez odunluğun küçük bir odasına girdim. Burada Eşref dedelerin kışlık erzakları bulunmaktaydı. Silindir şeklindeki büyük tenekenin kapağını kaldırıp kenarda duran eleği leğenin içine koyar koymaz unun içindeki tabakla eleği doldurdum ve unu eleye eleye leğeni doldurdum. Burada işim biter bitmez leğeni alıp odunluktan çıktım. Zeliha nine evin önünde yere koyduğu minderde oturuyor ve önünde yeni yapılmış tarhanayı ufalıyordu.
"Kolay gelsin Zeliha nine." diyerek dikkatini üzerime çektiğimde beni görür görmez şöyle bir süzdü fakat tek kelime etmediği için ben de başka bir konuşma çıkartma taraftarı olmadım. Madem konuşmak istemiyordu yoktan yere üstelemeye de surat asmaya da gerek yoktu.
Evi girer girmez hem salon hem de mutfak olarak kullanılan odaya girdim. Girer girmez kuzinenin sıcaklığı yüzüme vurmuştu. Leğeni yere bırakıp güneşin ışığı eve girmesi için perdeyi açtım o arada pencerenin önündeki radyoyu fark ettim. Eşref dede televizyon sevmezdi televizyon giren ev de samimiyet muhabbet olmaz derdi o yüzden bir televizyon yerine radyoyu tercih ederdi. Eşref dede modern olan herşeye bir karşı gibiydi. Mal varlığı iyi olmasına rağmen evdeki eşyaları bile değiştirmiyordu çünkü şimdiki evlere benzemesini istemiyordu. Gözleri her zaman evi doğduğu günden öldüğü güne kadar aynı görmek istiyordu. Hatta çocuklarına ben öldükten sonra ne yaparsanız yapın deyip duruyordu.
Radyoyu açıp kanallarda dolanırken bir türkü kanalına denk gelir gelmez durdum. Ardından yere oturmadan önce kazağımın kollarını dirseklerime kadar sıyırıp koltuğun üzerindeki yazmayı da kafama bağlayıp, ibriği de yere alır almaz sofra bezinin içine girerek oturdum.
Sevdiğim türkülerden biri çalıyordu. Tuzunu mayasını döktüğüm hamura ibrikten yavaş yavaş su dökerek hamuru yoğuruyor ve bir yandan da türküyü mırıldanıyordum.
"Ayletme beni söyletme beni
Ayletme beni söyletme beni
Alçak yüksek tepede fadimem bekletme beni
Alçak yüksek tepede fadimem bekletme beni" diye hem söylüyor hem yoğuruyordum. Yüzüm leğene eğilmiş vaziyetteydi. Hamurun kıvamını tutturur tutturmaz sırtımı dikleştirip kafamı kaldırmıştım ki Koray abi ile göz göze geldim. Ne zamandır kapının önünde durduğunu bilmediğimden ötürü bir telaşa kapılmıştım ki Koray abinin arkasında beliren Hasan abiyi görmemle duygularımın dışa yansımaması için hafif bir gülümsemeyle "Günaydın." dedim ikisine hitaben.
Koray abi içeri girip baş selamı verir vermez "Kolay gelsin." der demez Hasan abi de içeri girip "Günaydın civciv." dedi. Tam arkamda kalan koltuğa ikisi de oturur oturmaz Hasan abi "Niye kahvaltı tek başına hazırlıyorsun sen? Diğer ikisi nerede?" diye sordu.
Yerden kalkıp leğenin kapağını kapadım ve sobanın yakına kabarması için koyduğumda bir yandan da Hasan abiyi cevapladım. "Uyuyorlar."
"Ne uykusuymuş bu? Kaldır uyansınlar." derken yüzü sirke satıyordu. Hasan abi uykusuzken cidden çekilmez bir tipti. Sırf uykusunu alamadığı ve sabahın köründe kalktığı için sataşacak yer arıyordu. Aklından geçen bile kesin ben uyuyamıyorsam kimse uyuyamaz olduğuna bile imzalı yemin edebilirdim.
"Rahat bırak kızları uyusunlar." diye ona çıkışıp yerdekileri toparladım. Bir yandan da çayı demleyip kuzinenin üzerine koydum. Buzdolabı açtığımda Hasan abi homurdanıyordu. Dolaptan aldığım domates, birer ve salatalıkları alıp kapağı kapattığımda Hasan abi, Koray abiye bir şeyler anlatıyordu fakat Koray abi onu dinliyor gibi değildi gözleri uzaklara dalmış gibiydi.
Elimdekileri tezgaha bıraktığımda odanın kapısı açıldı. Kim gelmiş diye baktığımda Eşref dedeyi gördüm. Hasan abi, Eşref dedeyi görür görmez oturuşunu düzeltirken Eşref dede ona aldırmaksızın "Ben bir Zafer'lere gidiyorum. Aradı da şimdi ineği doğum yapmaya başlamış yardım et diyor. Siz kahvaltınızı yapın ben yerim orada." dediğinde Hasan abi selam söylemesini söyleyerek Koray abiye döndü. "Senin neyin var hayırdır?" diye sordu. Demek benim fark ettiğimi Hasan abi de fark etmişti.
Koray abinin gözleri saniyelik bana dönüp tekrar Hasan abiye yöneldi. "Sonra konuşuruz." dediğinde ortalık yerde konuşulmayacak bir şey olduğunu anladım.
"İyi madem." dedi Hasan abi.
Çoktan bir sessizlik alıp başını giderken tek ses kuzineden gelen çatırtılar, çaydanlığın fokurdayışı ve tabak çanak sesiydi. Bu sessizliğe başka bir ses eklendi ve o ses kamyon sesiydi.
Hasan abi pencereden dışarı bakar bakmaz "Aha Doğan geldi." dedi.
Yavuz eniştem hala ormandaki sayvanda (çadır gibi bir şey) kalıyordu. Doğan abi ise dün ormandan erken dönmüştü çünkü Hasan abi ve Koray abiyi ormana götürecekti. Birkaç dakikanın ardından Doğan abi içeri girdi ve "Hayırlı sabahlar." dedi. Hasan abi ve Koray abi aynı an da kalkıp Doğan abi ile tokalaşırken ben de o sırada menemen için domateslerin kabuğunu soyuyordum. Doğan abi ile göz göze geldiğimde gülümseyip "Günaydın." dedim.
"Kolay gelsin gelsin Gülbahar. " diye bana bakarak konuştu.
"Sağol abi." diye onu yanıtladım.
Doğan abi, Hasan abiye dönüp "Gitmeden bir şu kamyonun motoruna bakalım motordan ses geliyor." dediğinde Hasan abi "Olur kardeşim olmadı kahvaltı hazırlanana kadar dışarı çıkalım halledelim." der demez üçü de dışarı çıkmak için odadan çıktığında uykulu gözlerle Hilal içeri girdi. Niyeyse burnundan soluyordu.
"Yemin ediyorum ben bu kızı boğarım." derken tüm kin ve nefretini hissedebiliyordum. Elimdeki işi bırakıp kaş çattım. "Yine ne oldu*"
"O soktuğumun telefonunu sessize almadığı yetmezmiş gibi bildirim üstüne bildirim sesi gelip durdu. Onun yüzünden uyuyamadım kalktım yerimden ama inadına odanın camını açıp öyle gittim. Götü donsun azıcık." deyip koltuğa oturdu.
Sadece güldüm. Hilal sese ayar olurdu hiç gelemezdi. Tek bir ses onun uyanmasına uykusunun bölünmesine yeterdi. "Sen yine sabaha kadar uyudun. Ben yerimi öyle bir yadırgadım ki uyuyamadım düzgün." diyerek omuz silktim.
Tam bir şey söyleyecek oldu ki kapıdan içeri Cemre girdi. Ne ara hazırlandı bilemesem de enerjiyle dolup taşıyor gibiydi. Dapdaracık gri bir eşofman ve üzerine giydiği ince önü v kesim dekolteli bir badi ile bize gülümseyip "Günaydın." diye resmen şakıdı. o şakırken Hilal gözünün çapağı Cemre'ye ağzı açık bakıyordu.
"Lan sen uyumuyor muydun?" dedi kendine gelir gelmez.
Cemre açık bıraktığı uzun saçını elinin tersiyle savurup "Gözlerimi dinlendiriyordum." dedi.
Hilal gözlerini kapayıp süskün bir boğa gibi soludu. İçinden kesin sabır dileniyordu şu an. Cemre, Hilal'e aldırış etmeden cama yaklaştı ve dışarıyı izler izlemez aniden kapıya hızlıca ilerleyip "Ay siz kahvaltıyı hazırlayın ben de Zeliha babaanneme yardım edeyim. Yazık kadın tek başına uğraşıyor orada." der demez fırladı gitti.
"Hı, kesin kadına acıdın ondan gidiyorsundur. Hasan abimi gördüğünden değil." diye Hilal arkasından bağırdı. Tabi Cemre duydu mu bilemiyordum.
"Sen nerden biliyorsun Hasan abinin dışarı da olduğunu?" diye sordum.
Boynunu kütletip "Nerden bilecem hayvan gibi böğürüyor dışarıda." diye yanıtladı beni.
Lafı uzatmak yerine "Neyse boşver şu kızı da pişi için hamur yoğurmuştum sana zahmet kızartmasını da sen yapar mısın?" diye sorduğumda kafası ile onaylayıp yerinden kalktı. Pişi hamuruna bakar bakmaz aklına gelen şeyle bana baktığını hayırdır der gibi kaş göz işareti yaptım.
"Donu vicdanına kadar çekmiş gördün mü? Mabadının ortadan ikiye ayrıldığı çizgiyi net bir şekilde gördüm." deyip güldü. Yani o kadar detaylı bakmamıştım. Ben daha çok yüze odaklanırdım ama Hilal her kısmı incelemeyi seven bir röntgenciydi.
"Elin kızına karışamazsın." diyerek omuzlarımı kaldırıp indirdim.
Yanıma gelip musluğu açarak elini yıkamaya başladı. Onaylamaz bakışlarla işine koyuldu. Hem müzik dinliyorduk hem de kahvaltıyı hazırlıyorduk. Arada gözüm camdan dışarısına kayıyordu. Merak ettiğimden değildi sadece manzaranın verdiği o rahatlama hissine ihtiyacım vardı.
Sonunda sofra kurulmuş ve her şey yerleştirilmişti. Son dokunuş olarak menemeni de ortaya koyduğumda Hilal herkesi çağırmak için dışarı çıktı. Çok geçmeden ev ahalisi geldi ve sofraya kuruldu. Çaylar dökülmüş muhabbet eşliğinde kahvaltımızı yaparken üç erkeğinde sürekli gözlerini kaçırması ve kafalarının sonradan kaldırmayışlarına garip garip baksamda en nihayetinde nedenini anlamıştım. Cemre'nin sütyeninin önü gözüküyordu. Hasan abi birden bana bakıp "Civciv sana zahmet bana odunluğun oradaki erzak odasından kurutulmuş biber getirir misin?" diye sordu.
Cemre, ben daha cevap bile veremeden aniden kalkıp "Ben getiririm." diyip gittiğinde Zeliha nine de ayaklanmıştı. "Benim herif buzağılara süt verecekti vermeden gitti. Şunlara bir süt vereyim." diyerek odadan çıktığında Hasan abi durumu fırsat bilim Hilal"e baktı. "Git şunu güzel bir dille uyar. Bu şekilde dolanmasın köyde." dedi.
Hilal umursamıyormuş gibi çatalına bir domates batırıp yavaş yavaş yedi ve yuttu. Sonrasında abisine baygın baygın bakıp "Ya bırak, dümdüz tarla gibi önü. Millet görse ne görmese ne?" der demez çatalıyla beni işaret etti. O beni işaret ederken ben de çayımdan yudum almıştım ki Hilal "Misal, Gülbahar açsa anlarım." dediği an çay nefes boruma kaçmıştı. Öksüre öksüre bir hal olduktan sonra Hilal'e inanamazca baktım. "Patavatsız patavatsız konuşma." derken sinirlenmiştim.
Hasan abi "Lan düzgün konuş." dediğinde bir utanç dalgası daha yüzümden geçti.
Utancımdan nereye bakacağımı bilemezken Doğan abi ile göz göze geldim. Hasan abiye dönüp "Kızma boşluğuna gelmiştir kızın." diyerek abimi sakinleştirmeye çalışıyordu. Koray abi ise çayından yudum alıyor bu mevzu pekte ilgisini çekmiyormuş gibi duruyordu.
Hilal ise hiçbir şey söylememiş gibi tıkınmaya devam ederken Hilal geri geldi. O gelir gelmezde konu açılmamak üzere kapanmıştı.
Ben mi yanılıyorum bilmiyorum ama Koray abi sanki bilerek bana bakmamaya çalışıyordu. Ya da bana öyle geliyordu...
******
Erkeklerin gidişinden saatler geçmiş ve biz o saatleri Zeliha nine eşliğinde temizlik yaparak geçirmiştik. Temizlik yapmayı aşırı seven kadınları cidden anlamıyorum. Temiz olunacak kadar temizlik tam olarak nelerine yetmiyordu? Çamaşır su ile bardak yıkama hiç sevmezdim keza çamaşır suyunun kokusundan nefret ederdim. peki ya yağ sökücü? onun kokusu daha beterdi... Ne kadar durulasan da illa kokuyordu. narin bir burnum vardı ve koku duyusu çok hassastı bu yüzden ağır kokuları hiç sevmiyordum. Şimdi bile deterjan kokularından ötürü burnumun çoktan tıkandığını ve alerjimin tuttuğunu hissedebiliyordum.
Dışarıya oturmuş batmasına çok az zaman kalmış güneş eşliğinde oturuyorduk. Üzerimde tır geçmiş niteliğinde bir yorgunluk vardı. Zeliha nine sanki bile isteye bize eziyet etmek için Hilal ve bana en zor işleri verip en kolaylarını da Cemre'ye vermişti. Kahvaltı bitiminden sonra Cemre ilginçtir ki üstünü değiştirdi daha kapalı şeyler giydi. Büyük ihtimal Zeliha nine yarmıştı eminim. Şayet odanın içinde tek erkek Hasan abi olsaydı daha da açması için onu gazlardı.
Eşref Dede elleri arkasında yavaşça eve yaklaştı. Biz temizlik yapacağımızdan ötürü Eşref dede köydeki dedelerle çay keyfi için köyün kahvehanesine gitmişti. Zeliha nineye bakarak "Bizim oğlanlar birazdan gelir bu gece ormanda kalmayacaklar. Akşama mangal mı yapsak hanım ne diyorsun?" diye sorduğunda Zeliha nine "Olur yaparız." dedi ve Cemre'ye baktı.
Yanı başımda oturan Hilal'in kulağına yaklaşıp gözlerimi ikiliden çekmeden "Birbirlerinin akıllarını okuduklarına yemin edebilirim ama kanıtlayamam." diye fısıldadım.
O da aynı şekilde kulağıma "Kızım bunlar şam şeytanı yine bir tezgahlar dönüyor."
"Ona hiç şüphem yoktu. Bakalım akşama ne olacak." diye yorum yaptım.
Biraz daha dinlendikten sonra köye gelmeden önce mangallık olarak aldığımız kanatı buzdolabından çıkardık. O kuzinenin yanında çözüle dursun Hilal dışarda mangallığın içine mangal kömürü tutuşturmak içinde dal parçalarını dizerken bizimkilerde çok geçmeden eve gelmişlerdi. Doğan abi el motoru ile hava kararmadan evin önündeki birikmiş odunları doğruyordu. Eşref dede ve Zeliha nine de evin önündeki koltukta oturuyorlardı. Cemre ise karı kocaya yaptığı türk kahvesini taktim ederken ben de odunluktan odun almak için odunluğa doğru adımlamıştım. Tam odunluğun önüne gelmiştim içeri gireceğim odunluğun arkasında konuşma sesleri duydum. Bu sesler Koray abi ve Hasan abiye aitti. Aslında dinleme taraftarı değildim hatta genelde hiç böyle huylarım yoktur ama Hasan abinin "Anlat bakayım ne derdin var senin?" sorusu ile sabahki olay gözümün önüne gelmiş ve ben fark etmeden onları dinlemeye başlamıştım.
"Sinem, bana yalan söylüyor."
"Ne konuda kardeşim?" dedi Hasan abi.
Sadece hışırtılarını ve seslerini duyarken Koray abi tekrar konuştu. "Bu benim geldiğim ilk zamanlar beni evine çağırdı. Gitmeyecektim ısrar etti yok evinin kilidi bozulmuş kilitlenmiyormuş korkuyormuş falan. Neyse gittim el mecbur gitmezsem aklım kalır biliyorum. O gece benimle birlikte olmak istedi reddettim sinirlendi banyoya gitti. O ara telefonu masanın üstüne koymuş kilidi de açık kalmış baktım üst üste bildirim geliyor merak ettim. telefona ve mesajlara bakar bakmaz bunun zaten konuştuğu bir adam olduğunu fark ettim. Adamdan defalarca para almış lüks hediyeler istemiş öyle söğüşlemiş." dediğinde Hasan abi aniden lafa atlayıp "Lan madem bu kadın seni aldatıyor sen niye bununla evleniyorsun olum manyak mısın?" diye çıkıştı.
"Dur lan darlama anlatıyoruz işte." diye Hasan abiye kızan Koray abi konuşmaya devam ettiğinde biraz daha yaklaştım. Onları tam olarak duyamıyordum.
"O akşam kavga ettik çektim gittim. Kadın sonuçta dövecek sövecek değilim bitirdim ilişkiyi fakat önceki zamanda ben Sinem'in evinde tekrar kaldığımda sabahın köründe beni evden çıkarken görmüşler. Arkamızdan bir sürü dedikodu yayıldı Sinem de bunu kaçırmayıp son koz olarak dedikoduları kullandı. Benle evlenmek zorundasın seninle adım çıktı kimse artık beni almaz diye. Mecburum amınakoyim evlenmeye, evlenmezsem benim yüzümden kullanıldı atıldı diye konuşacaklar arkasından." derken sesinde bir yorulmuşluk vardı.
"Oğlum sana gelene kadar kim bilir- tövbe ya sövdürtme bana şimdi. Bir sana mı vicdan yaptırası tutmuş?" diye hiddetlenen Hasan abinin sesi sinirli geliyordu. Oldu olası hiç sevmemişti Sinem ablayı şimdi ise duyduklarından sonra eminim daha da nefreti boyut atlamıştı.
"Bana gelene kadar ne yaptı ne etti bilemem ama adının çıktığı adam benim Hasan. Asıl olay bu."
"Yani boş mu vereceksin bu mudur?" diye tekrar bir soru yöneltti Hasan abi. Şu an sesi daha sanki deminkine nazaran.
"Evleneceğim."
"Ya evlendikten sonra da başka adamlar olursa? O zaman ne yapacaksın?"
"Boşarım en azından anlaşamadılar boşandılar olur." derken sesi kararlı gibiydi.
"Ben bir şey demiyorum oğlum, sen belli ki kararını vermişsin. 10 yılın heba oldu ömrünü de heba et ne diyeyim." diyen Hasan abi ile konuşmanın artık sonuç bölümüne girildiğini anladım.
Şimdi birkaç taş yerine oturmuş gibi hissediyordum. Koray abinin neden evliliğini bu kadar donuk anlattığını. Yüzümde acı bir ifadeyle toprağa baktım. Bunu yayan annemden başkası olamazdı emindim. Zaten Sinem ablayı hiç sevmemişti adının çıkması en çok onu mutlu ederdi. Annemi sevmesine çok seviyordum ama böyle yaptığı zamanlarda ondan utanmadan duramıyordum çünkü benim boynum o anlar eğilmiyor kopuyordu. Herşeyde bana nutuk veren o annem bir örümcek gibi başkalarının kafasına bela örüyordu. Sonra gelip bana bunu ders niyetine anlatıyordu. Ne kadar ona bağırsam da çağırsam da yaptığının yanlış olduğunu da söylesem anlamıyor oluşu bir yerden sonra benim boğazıma düğüm atmaya yetmişti. Daha fazla dinlemek istemediğimden oradan uzaklaştım.
İçimde annem ve dedikoducu arkadaşlarına karşı ayrı öfke taşırken bir yandan da duyduklarıma inanamıyordum. Sinem abla her zaman Koray da Koray deyip durur bize Koray abiyi anlatırdı. Böyle bir kadın neden sadakatli kalamamıştı?
Oradan nasıl ayrıldığımı bilmiyorum evin önüne geldiğimde Hilal ile göz göze geldim. Yüzüm artık nasıl bir şekildeydi bilmiyorum ama Hilal'in kaşları çatılmıştı. Hızlıca yanıma gelip arkada kalanlara kısa bir bakış attı ve bana baktı. "Ne oldu Gülo bu suratının hali ne?" diye fısıldadı.
"Odaya geçelim." dediğimde ikiletmeden peşime düştü. Seri hareketlerle evin içine girip ardından yattığımız odaya girerek kilidi çevirdik. Hilal kapının dibinden ayrılıp yatağın üzerine oturduğunda yanına oturdum. Sabırsız gözleri merakla dolup taşarken daha demin yaşadıklarımı ona bir bir anlattım. Yüzü pekte şaşkınlık içermiyordu tahmin ettiği doğruları duyuyormuş gibi hissettiğine emindim. Ben konuşmayı keser kesmez "O akşam gördüğüm adam mesajlaştığı adam olsa gerek." diye kendi kendine mırıldandı.
içim bir rahatsız olduğundan Hilal'e bakıp "Biz bu işin peşini bırakalım. Sana söylediklerimi duydun işte adam her şeyi bilerek evleniyor." dedim.
"Bilerek evlenmesi, evlenmek istemediği anlamına gelmiyor Gülbahar. Sinem adamı adının onunla çıkacağı konusunda resmen tehdit ederek nikah masasına oturtuyor."
"Neyi zorluyorsun Hilal? Bizi ilgilendirmiyor! Rica ediyorum bu konuyu kapatalım." deyip kestirip attım. Yerimden kalkar kalkmaz elim kapı kilidini döndürmeye gitmişti ki Hilal kolumdan tutup beni kendine döndürdü.
"Gülbahar sen etkileniyorsun bu adamdan değil mi?" dediğinde gözlerim kocaman açılmıştı tam "Saçmalama ne di-" diye karşı çıkmaya çalışmıştım ki Hilal sözümü yarıda kesti. "Madem etkilenmiyorsun ne bu yüzünün hali?"
"Ne varmış yüzümde?" derken bir yandan da kolumu tutan elinden kurtuldum.
"3 çocukla ortada kalmış gibi bakıyorsun daha ne olsun?"
Sinirlenmeye başladığımı hissettim hatta ilk kez Hilal'le kavga edecek bir ruh halindeymişim gibiydim. "Ağzından çıkanı kulağın duysun. Başkasının olana göz koyacak kadar midesiz miyim ben? Sen nasıl yakıştırabiliyorsun bana bunu?" derken bağırmamak için dişlerimi sıkıyordum.
Onun yüzü ise benimkine nazaran sakindi. Gözlerimin tam merkezine bakıyordu ve beni irkiltiyordu. Neden irkildiğimi bile bilmeden gözlerimi kaçırdığımda hala bana baktığına emindim. "Madem öyle o zaman sen değil yapılacakları ben yaparım." der demez kilidi çevirdi. O an paniklemiştim odadan çıkan Hilal'e yetişip "Ne saçmalıyorsun karışmayacaksın işlerine." diye uyarsam da beni duymuyordu.
Daha da üsteleyememiştim çünkü ev ahalisine yaklaşmıştık. El mecbur susmak zorunda kaldım. Geri döndüğümüzde Hilal'i ne yapıp edip durdurmalıydım. Kimsenin işine karışmayacaktık. Kimsenin hayatı da bizi ilgilendirmiyordu bu yüzden burnunu sokmasına izin vermeyecektim.
Evin dışına çıktığımızda Hasan abi ve Koray abininde geldiğini fark ettim. Eşref dede, ahırdan getirdiği 2 atı gördüğümde daha deminki konuşmadan sıyrıldım. Yavuz eniştem atlara doğru ilerleyip "Hayırdır baba niye çıkarttın atları ahırdan?" diye sordu.
Eşref dede ise "Kaç gündür ahırdalar Karadut ve Göçmen. Biraz hareket etmeleri lazım var mı binmek isteyen?" dedi.
Karadut ve Göçmen, bu ailenin veli nimeti hazinesi diyebilirdim. Çok uysal iki attı. Göçmen erkek olandı Karadut ise kızdı. Karadut çok güzel simsiyah bir attı Eşref dede o kadar güzel bakıyordu ki atlarına tertemizlerdi. Göçmen'i ise çok uzak bir çiftlikten satın almıştı Karadut'u yalnızlık çekmesin diye. Doğan abi, Göçmen'in yanına yaklaştı at onun varlığına alışmış olacak ki onu seven Doğan abiye kafası ile sürtünüyordu. Doğan abi ön ayaklarından birini kaldırıp Göçmen'in ayağının altına nalına baktı. "Nalı biraz daha idare eder ama en kısa sürede değiştirmek gerek." dedi Eşref dedeye bakarak.
"Binilecek durumda mı amcamın oğlu?" diyerek Hasan abi Doğan abiye yaklaştı.
"Binilir rahatsız etmez hayvanı şu anlık. Orman işi bitsin de atlarla ilgileniriz olmadı." dediğinde Hilal öne atılıp "Hadi ata binelim." diye heyecanla yanlarına yaklaştığında ben bir köşe de onları izliyordum.
"Madem at bineceğiz o halde ben Hasan'la binmek istiyorum malum hem atımız az hem de çok fazla kişi olduğumuzdan ikişer binmek daha mantıklı." diyen Cemre gökyüzüne bakıp "Havada kararmak üzere bu yöntem daha hızlı olur." diye sözünü tamamladı tatlı tatlı. Onun umurunda olan tek şeyin Hasan abi ile at sürüp yalnız kalmak olduğunu bildiğimden midir nedir Hasan abiye acır gibi bakmadan duramadım. Koray abiye akıl veriyordu ama asıl belaya bulaşmış olan kendisiydi.
Hilal abisinin koluna girip Cemre'ye baktı. "Ben abimle binerim sen tek binsen de olur."
"Aynen ben Hilal'le bineyim bu yürüyen musibet atı bilmem nerelere sürükler akşam akşam macera aramayalım yoktan yere." diye konuşurken Hilal'i destekler gibi dursa da daha çok gömüyormuş gibiydi. Kafamdakilerden kurtulduğum için bir köşe de gülüyordum ki Doğan abi ile göz göze geldim bana bakıp "Gülbahar, benimle ata binmek ister misin?" diye sordu.
O ara Hilal'le göz göze geldim. Daha demin etkilenme olayı yüzünden ona sinirliydim. Bir şeyi kanıtlamak istercesine içim fokur fokur fokurdarken Doğan abiye döndüm. Hala bir yanıt bekliyor gibiydi. Hafifçe gülümseyip "Olur." dedim.
Yüzüme gülümseyip Hasan'a baktı. "Ee ilk hangi grup biniyor nasıl ayarlayalım?" diye sordu.
"Sen, Gülbahar ve Koray gidip bir turlayın sonra ben, Hilal ve Cemre turlarız." diye grup ayrımı yaptı. Cemre yanından ayrılmak istemeyecekti bunu bildiğinden Cemre'yi atın birine tek bindirecek kendisi de kardeşiyle binecekti. Bizim grupta ise ben, Doğan abi ile binecek Koray abi de tek binecekti. Zaten evlilik yolunda bir adamdı haliyle kızlardan birisiyle binmesi uygun değildi. Yanlarına yaklaştığımda Doğan abi atın son kontrollerini yapıyordu. İkimiz Göçmen'e binecektik. Uysal sakin bir attı ama yine de her köye gelişimde ata binmeye hala alışamamıştım.
Biz atlara binme kararı aldığımızda Eşref dede, Yavuz eniştem ve Zeliha nine de evin önünde oturma kararı aldılar.
Doğan abi, atı kontrol etme işini bitirir bitirmez bana baktı tam dibindeydim. "Binebilecek misin yoksa yardım etmemi ister misin?" diye sordu.
"Yarım etsen iyi olur." dedim ona bakarak. Çok alışkın olmadığım bir şey at binmek. Haliyle atın sırtına binicem diyede yere de düşmek istemiyordum. Kafasını salladı. Bir ayağımı demirin üzerine koyduğumda Doğan abinin büyük elleri belimin iki yanına konumlandı. Beni aniden havalandırıp atın üstüne oturttu. Çok geçmeden kendisi de bindiğinde sırtımın onun göğsüne değdiğini hissediyordum. belimin altından geçip dizginleri tutan ellerini gördüm.
Kafamı karşıya kaldırdığımda Koray abinin Karadut'a bindiğini ve bize baktığını gördüm. Kafasının içinden ne geçiyordu bilemiyordum ama benim kafamda geçen Hilal'in sorduğu o soru vardı.
Gülbahar sen etkileniyorsun bu adamdan değil mi?
Nabız yoklatan kritik bir soruydu ve beni rahatsız eden alanımı tehdit eden bir soruydu...
********
YAZAR: Ve bölüm sonuna geldik. Yorum ve oy atmayı lütfen unutmayalım.
Beni instagramdan takip etmeyi unutmayın ve instagramdaki profilimden doğru kanalıma da katılmayı unutmayın çünkü artık yeni bölüm alıntıları kanaldan atacağım.
İnstagram: Draculessaa
Yeni bölüme kadar aşk ve sağlıkla kalın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |