5. Bölüm

kadiyle-fare

Medine
dunyadanmarsa355

güncelendi.

Yeniden usulca kalktı. Tıbbi ekipmanlarını toparlarken talimatları tek tek sıralıyordu, yüzünün yarsını örten demir bir maske vardı. Kapının ardından rahibeler ve tapınak şövalyelerinin uğultusu duyulabiliyordu net bir şekilde. Duvarlara vurup o uğursuz düşüncelerinin zihnimde yankılanmasına sebep oluyorlardı…

“Dediğim gibi size verdiğim külü gün içerisinde üç kez uygulayın ve ca- hastanın ayağa kalkmasına izin vermeyin sayın rahip.” Duraksadı, ellerini alet çantasından çekmeden gözlerini bana çevirdi “bir dahakine bu kadar şanslı olamaz sayın rahip dikişleri patladığı için çok kan kaybetti”

“Yardımlarınız için çok müteşekkiriz bayım… talimatlarınıza bire bir uyacağımızdan emin olun.”

Maskenin açıkta kalan kısmında, dudakları seyirdi, gözlerinde anlamsız bir duygu yayılıyordu. “Umarım öyle yaparsınız aksi taktirde bunca zaman verdiğiniz çaba boşa gider”

Bu adama ne kadar minettar olsam da, her gördüğümde içime bir kuşku düşüyordu. “Bize bu kadar yardım edip, gerekirse gideceğiniz yoldan döndünüz ve aylardır buradasınız ama ne hikmetse isminizi hala öğrenemedik.” Gözlerimi yeni yatağında yatan ama ara ara boğuk nefesler alıp veren acıdan mıdır, yoksa kabustan mıdır, bilemediğim bir nedenden yüzünü buruşturan. Zümrüt kuşuna baktım “kendisine bu mütevazi desteği veren. Hayatını kurtaran kurtarıcıyı merak edecektir, eminim ki. Edecektir”

Dudakları seyirdi, esrarengiz doktorun. “Onu ben değil siz kurtardınız sayın rahip. Ben sadece kendime verdiğim sözü tutum, siz ise bir cadı olmasına rağmen. Onun için mücadele ediyorsunuz, kendinize haksızlık etmeyin.”

“Saç, ten ya da göz renginden dolayı kimseyi öldürülemez bu doğru değil sayın hekim “

Duraksadı. Üç küçük adımda yanıma yaklaştı. Omzuma değen parmaklarına göz ucuyla baktım, yüzünde anlamsız bir gülümsemeyle bakıyordu bana “Keşke senin gibi düşünenler daha çok olsaydı evlat belki o zaman bu insanlık suçu son bulurdu”

Yanımdan geçip giden silüetin ardından şaşkınlıkla baktım, tek kelime etme şansım dahi olmamıştı, ismini gine sır gibi saklayıp çekip gitmişti, ansızın belirdi kasabamızda aynı Zümrüt kuşu gibi onunda nereden geldiği bir muamaydı kasaba halkı için bu durum, yavaş yavaş kasaba halkını rahatsız ediyordu olaylar kızışmadan önce iyileşmeliydin. Zümrüt kuşu.

Yavaşça yatağa yaklaştı. Uzanıp tam o kızıl buklelere dokunacağım anda duraksadım. Bu doğru değildi dokunmam doğru olmazdı o kızıl buklelere, sanki dokunsam gözlerini açıp o günkü gibi arsızca gülümseyerek çekip boynuma ruhuma darbe vuracak bir iz bırakacak gibi hisetiriyor. Oysa saldırmak bir yana gözlerini uzun zaman açamayacak gibi duruyor

………………………………

Cedric’in uykusunu her gece aynı soğukluk bastırıyordu; taş zeminden yükselen, kemiğe işleyen bir soğukluk. Elinde tuttuğu incil düşer gibi oluyor, göz kapakları ağırlaştığında ise kabuslar kendisini sürüklemeye başlıyordu.

Bu kez kilisenin uzun koridorlarında yürüdüğünü gördü. Mumların titrek ışıklarıyla aydınlanan taş duvarların arasında fısıltılar dolaşıyordu. O fısıltılar tanıdık seslerdi; rahibeler, genç koro çocukları, hatta birlikte görev yaptığı keşişlerin sesleri. Ama söyledikleri dualar incilden değildi. Kelimeler bozulmuş, uğursuz bir ritme dönüşmüştü.

Büyük salona vardığında nefesi kesildi. Ortada dairesel bir ayin düzenlenmişti; yerde tebeşirle çizilmiş garip işaretler, kırmızıya boyanmış taşlar vardı. Ve o dairenin tam ortasında zincirlere vurulmuş halde Kedicik duruyordu. Uzun kızıl saçları omuzlarına dağılmış, gözlerinde hem korku hem de garip bir teslimiyet vardı. Dudakları kıpırdıyor ama çıkan ses dua değil, Cedric’in bilmediği bir dildi.

Görevliler—tanıdığı yüzler—ellerinde haçlar yerine bıçaklar taşıyorlardı. Rahibeler beyaz giysiler içinde, ama giysilerin etekleri kana bulanmıştı. Birlikte şarkı söyler gibi yükselen bir uğultu ile Kedicik’in çevresinde dönüyorlardı.

Sonra başrahip göründü; Cedric onun kendi elleriyle gömdüğünü sandığı yaşlı hocası olduğunu fark etti. Ama adamın gözleri simsiyah, yüzü bir maskeyle örtülmüş gibiydi. Yüksek sesle bir emir verdiğinde tüm kalabalık sustu.

— “Kurban sunulsun!”

Cedric çığlık atmak istedi ama ses çıkaramadı. Bedenini ileri atmaya çalıştı fakat ayakları taş zemine zincirlenmişti. Panikle zincirleri çektiğinde bilekleri kanadı ama hiçbir faydası olmadı. Gözlerinin önünde rahibelerden biri Kedicik’in saçlarını geriye çekti, diğerleri göğsünün üzerine bıçağı dayadı.

Kedicik’in gözleri bir an için Cedric’inkilerle buluştu. Dudakları tek kelime fısıldadı:

— “Kurtar.”

Ardından bıçak indi. Çığlık, dua ve demir sesleri birbirine karıştı. Cedric’in dünyası siyaha gömüldü.

Uyandığında boğazı yırtılırcasına bağırdığını fark etti. Sandalyeden yere düşmüş, alnını taş zemine çarpmıştı. Kalbi göğsünden çıkacak gibi atıyor, alnından akan ter soğuk damlalar hâlinde yüzüne süzülüyordu.

Kedicik yanındaki yatakta hâlâ derin uykudaydı. Dudaklarından huzursuz bir nefes kaçtı ama bedeninde kıpırtı yoktu. Cedric ellerini yüzüne kapadı. Az önce gördüklerinin sadece bir kâbus olduğunu biliyordu… ama hâlâ odada, taşların arasında yankılanan o ayin uğultusunu işitiyor gibiydi.

Bu kabusları başlarda sadece ara ara görürdü, son iki günde ise bu durum artıştı gözlerini her kapadığında. Çığlıklar, ter ve korku dolu gözlerle açıyordu

Daha fazla onunla ilgilenmek delilik gibiydi bu yüzden uyuyan güzeli kilisenin en sevilen ve en küçükleri olan yeni gelmiş genç rahibeye bırakmaya karar verdi. Liliana bu görevi kabul ederken korkmuştu elbete. “ lanet cadıya yaklaşmak istemiyorum, bizim saygıdeğer rahibimiz bile iki gün ilgilendi ne hale geldi”

Rahibe 2;“lanet olası cadı ölse daha iyi onun yüzünden her gece kabuslar görür oldum”

Rahibe 3“ bende bende aman tanrı korusun bizi bu pislik yaratıktan”

Liliana” bence abartıyorsunuz o da bir insan “

Rahibe 1,2,3 “insan mı o lanetli yaratık mı insan kendine gel liliana”

Rahibe 1 “ah tatlı küçük Lilianamız güzel bir kalbin olduğu ne kadar da beli ama sandığının aksine o bir insan değil o şeytanın kolu olan bir cadı”

Lİliana “ bunu nerden biliorsun her kızıl saçlı ya da büyük burunlu kadın cadı değildir insanları dış görünüşlerine göre argılamak biz tanrının elçilerine uymaz”

Bunu söyledikten sonra gitmiş olsada içine kuşku tohumları ekilmişti genç kızın kalbine.

....KEDİCİK ( ASENA ABİGAİ ARVEN)....

Dikişlerimi patlatığım günden beridir Rahipçik beni görür görmez yangın alarmı duymuş gibi ortadan kayboluyor. Ben ise günün çoğunu uyuyormuş gibi geçiriyorum; o sırada yanıma sessizce sokulup başımda İncil’den pasajlar okuyor, saçlarımı terden sırılsıklam hâliyle okşuyor, sonra da “eyvah, cehennem zebanisi uyanırsa yanarım” edasıyla sessizce kaçıyor. Zihnim uyanık olsa da bedenim derin bir uykuya gömülüyordu.

Bu döngüyü kırabilmek için kabuslarımın ana karakteri olan onunla konuşmalıydım ama en başa dönüp durduğuuz için herşey daha da karmaşık bir hal alıyor, dönmem gerek 21.yy dönmeli ve yarım kalan her şeyi sonlandırmalıydım. O iki aptalı özlemiştim. Marcus ve Allin şapşal çocuklar, ne zamana kadar kendilerini koruyabilirler ki? benim yokluğumla hedef onlar haline gelebilir.

Bu yüzden. Kendime geldiğimde onu bulmak için kilisenin loş koridorlarında köşe bucak dolanıyorum. Ama ya gardiyanlar önümde bir dağ gibi beliriyor ya da rahibeler sanki teneffüse çıkmamı yasaklayan nöbetçi öğretmen gibi önüme dikiliyor. Yakaladığım ender anlarda ise tam iki kelime etmeye yeltenirken Rahipçik bildiğin bozulmuş domates gibi kızarıyor, kulakları cayır cayır yanıyor, gözlerinde anlamsız bir ifadeyle. İncil’i kalkan niyetine kaldırıyor ve “Genç bayan, dinlenmeniz lazım. tekrardan aynı şeyler yaşamak istemezsiniz izninizle ben gidiyorum şimdi halletmem gerekenler var, rahibelerden birini yollarım,sizin için…” tarzı sözler geveleyip topukluyor.

Ve ben, şu zavallı hâlime rağmen, hâlâ peşinden koşuyorum. Kedi-fare oyunu diyoruz ama işin komedisi şu: Normalde kedi fareyi yakalar. Ben ise hâlâ şu herifi yakalayamadım. Resmen 21. yüzyılın uslanmaz kediciği”yim diye böbürlenip duruyorum, ama ortada ne fare var, ne de zafer. Şaka gibi!

Bazen düşünüyorum, belki de bu rahipçik gizliden gizliye beni çileden çıkarmaktan zevk alıyor. Yoksa hangi insan bu kadar utanıp sıkılır, kızı görünce pancara döner, sonra da çil yavrusu gibi dağılır? Romantik komedi olsa kahkahalara boğulurdum; ama bizimkisi kara mizah tadında bir işkence filmi… En kötüsü de, başrol bendim.

---

Kilisenin içinde saklambaç oynuyoruz resmen. Ben daha düştüğüm durumu kabullenememişken birde bu herifle yakalamaca oynuyoruz. Ne var canım birazcık boynuna iz bıraktıysam, hmm… birde bayıl istersen Cedric, hala orada takılı kalmasına inanamıyordum.

Günler belkide aylar öncesine göre çok daha iydim. Eskisine göre daha rahat hareket edebiliyordum ve bu kadar hızlı iyileşmek garip hisetiriyordu benim yerimde başkası olsa şimdiye ölmüş olurdu, ben ise aylar içerisinde iyileşmiştim. Üstelik daha 1 hafta önce dikişlerimi kendimi zorlayarak patlatmama rağmen bu denli iyi his etmem akıl alır gibi değildi, bu fazla garipti anlayamıyordum bu durumu.

Göedüğüm kabuslar daha da garipleşiyor… bazı kabuslarımda Cedric tarafından garip bir ayinle kurban ediliyordum. Bazen durduk yere zihnimde sesler yankılanıyordu, bu garip duruma son vermem lazımdı. Bu yüzden.

Bu süreçte ayakta durmak ne kadar zor olsa da geceleri gizlice kalkıp kiliseyi keşfediyordum en kuytu sırlarına kadar bilmek benim işime gelirdi ki iki tane gizli geçit keşfetmiştim biri kilisenin arkasındaki bir nehre çıkıyor diğeri ise bodrumda ki özel bir odaya bir kilisede böyle bir odayı keşfetmek benim için büyük bir şok olmuştu

Duvarlar boydan boya kitap rafıydı elime aldığım her kitap tarihte hiç görmediğim veya adını bile duymadığım eserlerdi ardından bir çalışma masası vardı üstünde birçok doküman ve üç erimiş mum ve bir rahip cübbesi bulmuştum elime alıp kokladığımda haftalar öce olan o aldığım kokuyu duyumsamıştım, beli ki burası onun gizli sığınağı gibi bir şeydi bu yüzden etrafı biraz daha kurcalamaya karar vermiş bazı sıra dışı dökümanlara denk gelmiştim. Bu gün onu köşeye kıstırmak gibi planlarım vardı

Fazlasıyla tuhaftı üstüne üstlük insanların bana fazla ilgili davranması daha tuhaf bir durumdu…! Ah söylemedim mi? hakaret eden kesim bir yana, ilgiyle sarıp sarmalayanlar vardı.

Kilisede herkesin uyuduğunu işaret eden sessizlikle yavaşça yerimden kalkıp yatağın kenarında oturur vaziyete geçtim. Ne kadar hızlı iyileşsem de acıyı hissedebiliyordum ve bazen bu işime çomak sokuyordu çünkü, dün ki keşfim sırasında acıdan inlediğim için az kala yakalanıyordum

Elim otomatikmen dikişlerimin üstüne gitti ve acıdan inledim, burada ağrı kesici etkisi yapabilecek bir şeye sahip değildim. Alkol de kilise tarafından yasaklı, off bu iş benim açımdan hep zor oluyor. Zamanında dövüşmeyi öğreneyim derken kaç kemiğim kırıldı saymamıştım, o acıları çektiğim için mi bilmem ama şu yaraya dayanmamın başka bir sebebi olamazdı bence!..

Ağrı zayıflayınca yerimde dikleşip kapıya yöneldim kapıyı sessizce açıp sesiz adımlarla odanın dışına çıktım parmaklarım kilisenin pürüzlü duvarlarında sürtündükçe bu yaşadıklarımın bir rüya olmadığı sinyalini veriyordu beynim, Karanlık koridorda ilerleyen her adımım da içimdeki kedicik ayaklanıyor oradan oraya koşturuyordu. Uzun zamandan sonra oynayacağı oyundan dolayı, heycandan delirmiş gibiydi. Uzun zaman sonra yaramazlık yapacağı için olan bu heycan beni de heycanlandırıyor’du hele ki o esrarengiz oda orası bir veli nimet gibiydi, ama bu seferki hedefimiz farklıydı… günler ve haftalardır kabuslarımda beni rahat bırakmayan o lanet yer.

Sesiz adımlarım sonunda geniş yelpazeli bir kapının önünde durunca dudaklarım iki yöne usulca kıvrıldı-SUNAK ODASI-işete tüm sırlara açılan kapı ama kilitli... hadi amaaa onca zaman kilitleyen olmamıştı şimdi mi kilitleyesiniz geldi bu cidden berbat bir taktik sanki bizde aptalız da anlamıyoruz..

Saçımdaki tel tokayı çekip çıkardım ve iki kolundan geçirilmiş zinciri tutan kilidi açmaya koyuldum. Kilit açılınca düşmeden havada tutum, ama zincirin kapı kollarının arasından kayıp yere çarpmasına engel olamadım.

“hay lanet olsun.” kilidi de yere bırakıp gerisi geriye seri adımlarla ilerledim. Köşeyi dönerken koridorda ki yabancı ayak seslerini duyabiliyordum, bulunduğum yön odamın aksi yönüydü o yüzden tek çare gizli kapı olduğu için duvarda asılı olan sönmeye yüz tutmuş meşalenin asılı olduğu platformu tutuğum gibi çektim. Duvarda hafif bir hareketlenme oldu ve hafif bir boşluk belirdi duvarı iterek karanlık tünele girip duvarı tekrardan iterek kapatmamın ardından kısa süre sonra. İki rahibenin işitim

Anna: “Aman tanrım bur da birinin olduğuna eminim “

Alisa: “Yanlış duymuş olmalısın Anna”

Anna: “Hiç sanmıyorum…Alisa yanlış duymuşsam neden sunak kapısını kilidi yerde”

Alisa: “Amannn tanrım İsa aşkına sunak odasına hırsız girmiş”

Günlerdir benden kaçan, kabuslarımın baş kahramanı olan Cedric’in sesini işitim. Bu yabancı

Cedri“NELER OLUYOR BURDAAA HANIMLAARR?”

Anna: “Baş rahip şuna da bir bakın biri sunağa zorla girmeye çalışmış. Tanrım hangi günahkar böyle bir ayıp işler”

Alisa: “Anna o kişi hala buralarda olabilir, biz bur da ahlar ederken kaçmakla uğraşıoyordur kesin…”

Cedric: “SAKİN OLUN HANIMLAR O KİŞİ FAZLA UZAKLAŞMIŞ OLAMAZ “

Evet, evet sakin olun ve hayalet cedric’i dinleyin ve işimi kolaylaştırın sizi şapşallar

Koridorlarda yankılanan metalin bir birine çarpma sesi yankılanırken, içimdeki kedicikte patilerini birbirine sürterek piç gibi sırıtıyordu

“Baş rahip ,sorun nedir “

Ses yeni gelen yabancıya aiti beliki sesi insanın içini gıdıklayan hoş bir tondaydı. Rahibeler kendi aralarında panikle mırıldanıp ağız dalaşı yaparken iki adam durumu tartışıyordu.

Cedric: “Braun sanırım cidi olmayan bir sorunumuz var”

Braun: “Ne demek cidi olmayan bir sorunumuz var baş Rahip Cedric”

Cedric: “Şöyle ki bu kişi acemi bir hırsıza benzemiyor ama pek te bir şey çalmak umuduyla girmiş gibi de durmuyor... gel şuna bak…bu kişinin amacı dikkat çekmek sanki, yada yanlışlıkla kendini ele veren zeki ama sakar bir hırsız ”

Acemi mi, ben mi acemiydim!.. Sizi parmağımda oynatırım ben kendinize gelin.

İkisinin adımlarının biraz uzaklaştığını duyabiliyordum. Yerden açtığım kilidi aldığında dair tıkırtılar geliyordu. Büyük ihtimal yeni gelen adama gösterecekti, birkaç tıkırtıdan sonra cedric’in sesini işiti.

Cedric: “Şuna bak Braun sence bu acemice birinin işi gibimi?”

Braun:“Hayır aksine böyle bir çeliği bunun gibi ince bir demirle açmak herkesin yapabileceği bir şey değil ..eğer bu kadar iyi bir hırsızsa nasıl böyle bir hata yapıp gürültü çıkararak yakalana bildi ki hem sunak gibi bir yerden ne çalabilir çalsa bile yakalanırsa boynunun vurdurulacağını bilmiyor muydu bu şahıs. “

Cedric:“Ama… ama bu kişinin amacının hırsızlık olduğunu sanmıyorum”

Bingo rahipcik… bingooo. Çünkü hedefim çok farklı, yüzümdeki arsız tebessümü silmeden bulunduğum tünelin içinde adımladım. Seslerini ardımda bırakırken tünelin içinde ilerledim, bulduğum çıkıştan çıktığımda. Tahmin etiğim gibi mutfağa girmiştim. Tapınağın boğuk sesiz mutfağında gözlerimin silik ışığa alışmasını bekledim. Gözlerim alışınca bakışlarımı eski taş duvarlardan başlayıp her bir karışında gezdirdim, ardından yan tarafımda gördüğüm sepetlerden birinden elma ve bir parça kuru ekmek alıp kuytu kenar bir yere oturup sanki korkmuşçasına bir tavra büründüm.

Kısa süre sonra mutfağa yönelen adımlarla eş zamanlı duvaradan başlayarak meşalelerin sağladığı boğuk soft ışık sardı etrafı, sanki geçmiş aydınlatır gibiydi bazı sırlar vardır, karanlığa gömülmüş ürkütücü hiç açığa çıkmaz sanılan sırlar… ama sanıldığının aksine neyin ne zaman açığa çıkacağı beli değildir, lakin er ya da geç herşey aydınlığa çıkar…

İlk demir zırhlı iki şövalye arkalarında ise cedric onun arkasında ise iki rahibe girince yüzümdeki eğlenceli oyunumu beli eden ifademi silip aciz ve korkmuş, yaralı ve bir belirsizlikte olmanın yaratığı acınası hissine kapılmış kadın ifademi takındım -belki de en başından göstermemeye çalıştığım yönümdü bu- Elimdeki elma yere düştü. Yuvarlandı, yuvarlandı, yuvarlandı ve cedric’in ayaklarına çarparak durdu.

Karnımdaki yarayı tutarak bulunduğum yere daha çok sindim. Gözlerimi yaşlarla doldurup diğer elimdeki ekmeği de yere bırakarak ağzımı kapattım.

İşte bu sahne korkuda kalbi durmak üzere olan. Nerede olduğunu bilmeyen ne yaşadığını bilmeyen ama bir yaşama umuduyla direnen. Yaralı, aç ve korkmuş bir kadına aitti, ben bu zamanın Abigail’İ yani kızıl cadısıydım. 21yy’daysa haylaz bir kedicik olan Asena’ydım ben tek kişi değildim, olamayacak kadar mükemmel bir kusurdum zaten.

…………..…….cedric……………..

Boş ve sesiz mutfakta tok bir ses yankılandı ayak parmaklarımın dibine doğru yuvarlanan elma içimde bir kuşku yaratmıştı yanımdaki Braun’a göz ucuyla baktığımda benden farksız gözükmüyordu, aynı şüphe aynı sorgulayan bakışlar mutfağı dip köşe arıyordu. Arkamdaki rahibelerin korkmuş ve tedirgince birbirlerine sarılıp fısıldaşmaları bir başkasının bakış açısından suikaste uğradığımızı sanmalarına sebep olabilir, çok abartılı tepkiler veriyorlar…

Öndeki iki şövalye mutfağın içinde temkinli adımlarla ilerlerken kılıçlarına sarılmış hırsıza ait bir iz arıyordular, eğilip ayak ucumdaki elmayı sükunetle aldım. Elime az önce hangi taraftan yuvarlandığını tespit etmek için, gözlerimi Meşalenin duvarlarını ateşiyle yeniden can vererek ayndılatığı kısımlardan çekip, karanlık mutfağın elimdeki meşalenin aydınlatmadığı taraflarında gezdirdim. Gözüme ilişen şey çıplak küçük ayaklar oldu, ardımdaki fısıldaşan rahibelere sesiz olmalarını işaret ederek o yöne doğru ilerledim, benim bu hareketlenmemi gören şövalyeler ardımdan gelip, bana doğru gelecek herhangi bir hain hamle için. Kılıçlarını savurmaya hazır bir pozisyondaydılar.

Tezgah kenarında yere çökmüş bir eli karnındaki yarada diğeri ağzını kapatırken, başı eğik saçları yüzüne düşmüş korkudan titreyen sureti tanımıştım. Nasıl tanımazdım ki. Yüzünü görmesem de tanırdım ben onu…

Günlerdir en acı kabuslarımdı, en diplere gördüğüm kayıp duygularımdı. Bu yaşıma kadarki karşılaştığım en büyük gizemdi nasıl tanımazdım ki

Kızıl alevlerin ışıklarında gündüz güneşi gibi dalgalananbukleler, hiçte yatakta cansız yatan o aciz kadına ait durmuyordu gündüz vakitlerinde yastığa savrulan o kızıl buklelere göre şimdi daha soft ve canlıydı sanki gök yüzünün güneşini barındırır gibi sanki güneşten bir parça taşıyor gibi duruyordu. Ama karşımda bana bakışı bir canavara bakıyor gibiydi, Bu denli korkmuş ve aciz görüntü onu yansıtmıyordu… görmüştüm onun ne denli deli olduğunu, korku teriminin onun kitabında olmadığını peki şimdi neden böyleydi

Anna: “aman tanrım bu o cadı”

Alisa: “şşşş anna kes sesini rahip duyacak”

Anna: “cadı ama sanki yalan söylüyorum, bunu herkes söylüyor, bu kadın kazıktan geçirilmiş şekilde bulunmadı mı üstelik saçları da şeytani bir renkte”

Bu konuşmaya son vermek için söze atıldım.

“Her kızıl saçlı cadı değildir Anna başına ne gelmiş olduğunu bilmiyoruz …” bakışlarımı yüzlerinde hisseden rahibeler sessizliğe büründü hele ki sinirlerimi en çok bozan rahibe anna diğer rahibenin ardına saklanıp ağzında özür dilerim affedin tarzı kelimeler geveliyordu korkudan, onu göz ardı edip tek dizimi kırarak ürkmüş yaralı zümrüt kuşu’ yla, boylarımızı eşitleyip yüzünü örten saçları elimin tersiyle geriye atım. Dolu gözleri beyaz, tenindeki o kırmızılık, gözlerindeki o mavilikleri, boğan o yaşlar.

“Sen iyimisin?…bu halin ne?...neden buradasın, neden odanda değilsin?”

Ne olmuştu o akıl almaz çılgın kıza, beni bir hayvan damgalar gibi damgalayan o kadından eser yoktu. Aklım almıyordu kalbimde delici bir gümleme. Alacağım cevabı merak ediydum ama cevabın içeriği beni kokutuyordu

Maviliklerini benden kaçırırken konuşan korkudan titreyen bu kadın haftalar önce beni günah işlemeye yakınlaştıran kadın olup olmadığını sorgulamama sebep oldu

“Be-ben…be-ben a-acıktığım için ge-gelmiştim bi-biliyorum yasak ama dayanamadım “

Boğazında düğümlenen hıçkırık, kalbime bir hançer saplıyordu. Neden bu kadına karşı bu kadar hassasım. Sorsalar cevap veremem…

İki zıt kutup gibiyiz belki ama. Çekiliyorum ben bu kızıl buklelere, mavi derinliklerine, ilk getirildiği günün sanrılarını hala yaşıyorum, organlarının yarısı dışarda ağzında akan kan o hafif iniltiler

Eğer o adam olmasaydı asla karşımda kanlı canlı durmazdı tanrıya şükürler olsun ki o gün o hekim buradaydı zamanımızın ötesindeki o ilime şükürle olsun

“tamam tamam sakinleş, ağlamana gerek yok, sakinleş”

Uzanıp yarasına dikkat ederek kucağıma alırken, kurduğu cümle tüm hareketlerimi duraksattı, kalbime ve aklım bana oyun oynuyordu sanki;

“a-ama o-o … o adam elinde bir kılıçla buradaydı”

“Kim?...”ne diyeceğimi bilemeyerek sorduğum tek soruydu, tek kelimelik bir soru ’kim?...’bu şahıs her kimse ona zarar vermişse elimde kurtulamazdı, ona tanrının en büyük acılarını bahşederdim

“Be-beni…ö- öldürmeye ça-çalışan o adam “ duymayı beklediğim son şey bile değildi bu, bu demek oluyordu ki zümrüt kuşu tehlikedeydi bir kilise olmasını umursamadan onu bur da tanrının evinde öldürmek istediler. Olamaz saçmalık;

“Siz ikiniz derhal gidin ve klişenin etrafını turlayın birkaç şovelye daha alaark sbaha kadar gözetleyin etrafı o adımı yakalamak için elinizden geleni yapın” Braun tarafından şovelyelere emirler yağdırılırken rahibeler yanımıza geldiğinde onlara söz hakı tanımadım heleki kucağımda acıdan ve korkudan inleyen bir beden varken onlara ayıracak ne sabrım ne zamanım vardı

“Hanımlar siz gidin ve yatın bunubay braun’la şövalyeler haleder “

Anna: “Ama efendim cadı hanımla biz ilgilenseydik siz tüm gün saten yoruldunuz”

“…”

Alisa: “Anna gidelim artık…”

Anna: “Üzgünüm… öy-öyle demek istememiştim ….afedin özür dilerim“

Sabrımı sınıyordu bu kadın sözden anlamıyordu kafayı yedirtecekti bana, sinirlerimi söküp yerine hüznü getiren ses kulaklarımı tırmalıyordu

“Sorun değil Rahipcik, alışığım öyle seslenilmeye. O yüzden kızmayın Rahibelere” alışık mı hayır böyle bir şeye alışık olmamalıydın oysa, yaşlı gözlerini saklamak için kafasını boyun grintime yaslayınca nefesi huylandırmıştı ensemden başlayan bir sıcaklık vardı kalbimi zorlaya bir sancı hepsinin sebebi kollarımdaki kadındı, dikkatli ve sarsmayan adımlarla buranın ters yönünde kalan odasına doğru ilerlemeye başladım aklımda milyonlarca soru olmasına rağmen onun canını daha fazla sıkmak istemiyordum

“canın acıyor mu?...ayağa kalkmaman gerekiyor biliyorsun değil mi ciddi bir yara aldın “

“bi-biliyorum ama yatmak, yada dinlenmek…yelkenleri suya indirmek gibi geliyor o kişi tekrar gelecek ve… bu sefer kalbimi sökecek gibi, ben…”

“Korkuyorsun…” kollarını boynumda daha sıkı sararak ürkek bir baş onayı verdi, korkuları vardı ölüme bir kez itilen biri için gayet normaldi. Ama böyle bir kadının bu denli iyi numara yapmasına hayret etmemek elde değil… bu kadar oynamak istiyorsa, bende ona istediğini veririm o zaman.

Penceresinin pervazına yaslanır eli yarasında gök yüzüne bakan maviliklerle hiç anlamadığım diler de şarkılar mırıldanırdı bu yüzden kilisedekileri ikna etmek çok zor olmuştu o kadar ağır yaralanmaların ardından bu kadar rahat olması hele ki tanımadığı insanlar arasında şüphe uyandırıyordu

“Adın…adın ne küçük kedi” sorduğum soruyla kafasını boynumdan kaldırıp bana baktığını hissetsem de uzun ve meşaleler tarafından aydınlatılan loş koridordan çekmedim, bu soru onu gördüğüm andan beri merak etiğim bir soruydu

Kollarımda ki bu beden kimdi adı neydi neden ölüme itilmişti, bunları şuan sormam doğru muydu

İçimdeki korku ve paniğin aksine, ona seslendiğim gibi kedi gibi saçlarını boynuma ve yanağıma sürtüyor ve mırlıyordu “ben fazla hatırlamıyorum geçmişimi… kafamı her yastığa koyduğumda kulaklarımda ve gözlerimin önünde garip belirsiz sanrılar oluşuyor en net duyduğum isimse Abigail, sanırım ismim bu ama sen bana öyle seslenme olur mu”

Ara ara ona ve boş koridora bakışlarımı çeviriyordum tekrardan ona çevirdiğimde, gözlerinde korkunun yerini tatlı bir parıltı bırakırken gülümsedim, işte sanırım o tatlı haylaz kedi geri geliyordu

“peki öyleyse sana Abigail demeyeceğim peki ne diye seslenmemi istersin”

Abigail bu ismin iki anlamı vardı ilki kızıl cadı ikincisi ise İncil de babanın sevinci olarak geçerdi, sanırım o ilk anlamını biliyor sadece yoksa isminden bu kadar nefret etmezdi

Bu isime sahip tarihteki bir kraliçenin fedakar hareketlerinden söz etmiyorum bile…

Göz pınarlarında kurumuş yaş izlerine rağmen öyle bir gülümsedi ki duvardaki alevleri sönük bıraktı, tatlı tatlı yaklaşıp nefesini dudaklarıma vururken hiç utanmadı bile” kedicik bana kedicik diye seslen”

Sesiz kaldım, çünkü ne demem gerektiğini ya da ne yapmam gerekiyor bilmiyorum bu kadın beni günaha çağırıyor gibi hissediyorum odasının önünde durunca onu yavaşça indirerek parmak uçlarımı belinde tutum kıvrımlı beli avuçlarımın arasında incecik duruyordu

“Odanda kal çıkma ne olursa olsun tamam mı kedicik senin için atıştırmalık bir şeyler getireceğim”

Söz hakkı tanımadan kapısını açıp yarasına dikkat ederek nazikçe odaya iteledim mırın kırın etse de ne dediğini anlamamıştım kalbimin gümbürtüsünden, kapıyı geri kaparken sırıtığını son dakika görmüştüm. Bildiğin benimle kedi fare gibi oynuyordu ve sanırsam... buradaki fare ben oluyordum….

Bu kadının ne tür bir oyun oynadığını bilmiyorum ama şimdilik ayak uydurmak en iyisi. Bu kabuslar döngüsü onunla bağlantılıysa bunu gine sadece o kırabilirdi!

.............................................................................

 

biliyorum bu bölüm biraz daha römantik oldu, olur yle şeyler diğer bölüm daha eğlenceli yazamaya çalışacam biraz kaos ekilycem🔥😈😂

tabi daha erken gelsin istiyorsanız oy ve yorum yapın bol bol 👍🏻👍🏻👍🏻👍🏻

Bölüm : 01.07.2025 17:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...