
Canlarım ballarım ben geldim!
Her zamanki gibi bol aksiyonlu ve duygu karmaşası yaşayacağımız bir böüm ile geldim.
Yıldıza basıp, satır arası yorumlarınızı bana sunarsanız çok memnun olurum.
Diğer kurgularım ve Ölümle Baş Başa'nın etkinlikleri için sosyal medyada buluşalım ballarım :)
Kendi hesabım: durukurtk
Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficall
Keyfili okumalar!
26.BÖLÜM ATAĞA KARŞILIK ATAK
Klasik bir sabah rutini haline dönmeye yaklaşan Kalender-Armin kavgası sonrası şükürler olsun ki hastaneye gelebilmiştik. Arabadan indiğimde Kalender’i beklemeye başladım.
“Ne o beni mi bekliyorsun?” alayla yüzüme bakan adama göz devirerek önden yürümeye başladım.
“Tamam be bir şey demedim.” Arkamdan gülen adam git gide sinirlerimi bozarken sabahki kavga sebebimiz çok daha farklıydı. Kalender Bey geç kalacağımızı bildiği halde kahvaltı yapmam konusunda ısrarcı olduğundan tamı tamına yarım saat gecikmiştik ve bu yüzden de kavga etmiştik. Amacı neydi anlamış değildim doğrusu.
“Utanmadan konuşuyorsun bir de geç kaldık senin yüzünden!” sinirle bağırarak koridoru döndüğümde arkamdan hızlı birkaç adım atarak yanımdan yürümeye başladı. “Kahvaltı etmesen başım ağrıyor deyip söylenecektin gün boyu… Konuşma istersen.” Bir de çözmüştü beyefendi beni… Attığım adımdan, verdiğim tepkiye kadar ezberlemiş gibi daha ben ağzımı açmadan diyeceklerimi bana söylüyordu falan…
Kalender’e inat koşarcasına odanın önüne geldiğimde arkamı dönerek nerde olduğuna baktım. Dibimde duran adamla dip dibe kalmıştık. Hızlıca geriye adım atarak bedeninden uzaklaştığımda yalnızca gözlerime baktı. Bu bakış, bir sorun olursa burada olduğumu biliyorsun bakışıydı.
Elini sıkıca tutarak gözlerine baktığımda hafifçe tebessüm ederek arkamdaki kapıyı işaret etti.
Kalender’den ayrılarak kapıya yöneldiğimde yavaşça tıklatarak açtım. Ağır adımlarla içeri yöneldiğimde kendi koltuğunda oturan ve önündeki kağıtlara bir şeyler yazan adamı gördüm. İçeri girdiğimi duymamış gibi yazmaya devam ederken istemsizce üzerini incelemeye başladım.
Koyu kumral saçlarından bazı hırçın dalgalar alnına dökülmüş hatta görüş açısını azaltmak ister gibi göz kapaklarına temas ediyorlardı. Çıkıntılı çene kemikleri uzaktan seçilirken, elmacık kemiklerinin yuvarlağımsı görüntüsü göz alıcıydı. Adamı daha fazla izleyerek kendimi utandırmak istemediğim için yavaşça boğazımı temizledim. Sesi duyar duymaz hızlıca bakışlarını üzerime çevirdi. “Armin Hanım…” şaşkın çıkan sesiyle ayaklandığında karşıma geçti. “Gelmeyeceksiniz diye düşünmüştüm, hoş geldiniz.”
Dudaklarım gerildiğinde gergince gülümsedim. “Biraz geç kaldım kusura bakmayın, işlerim vardı anca yetişebildim.”
Başını iki yana salladığında arkamdaki koltuğu işaret etti. “Sorun değil, ayakta kalmayın oturun lütfen.”
Koltuğa oturmadan önce üzerimdeki saten gömleğin yakalarını düzelttim. Yavaşça oturduğum koltuktan ayakta durmaya devam eden adama baktım sakince. Telefondan odasına iki su isteyerek aramayı sonlandırdığında masasının dibinde duran koltuklardan birisini yanıma çekti.
“Nasılsınız?”
Dudaklarım kurumuş gibi dilimi iki dudağımda yavaşça gezdirdiğimde karşımdaki adamın bakışlarının saniyelik de olsa aşağı kaydığını gördüm. Yavaşça yutkunarak, “Yorgun.” Dedim mırıldanarak.
“Pekâlâ, o zaman sizi dinliyorum.” Diyerek kollarını göğsünde kavuşturdu.
Yapma şu hareketi be! İç sesime engel olamazken ufaktan da bir hak vermiştim aslında…
Daha önce elbette ki iri yarı, ayı gibi adamlarla çalıştığım olmuştu hatta şu anda bile Tekin’i her gün görüyordum ama bu adamda değişik bir aura vardı sanki… Omuzlarının genişliği Tekin’i bile geçiyordu sanırım. Boy olarak zaten uzun adama geniş omuzları ve kaslı kolları eşlik ediyordu.
Bir de görünmeyen taraflar vardı tabi…
Kollarını göğsünde birleştirdiğinden üzerindeki siyah gömlek gerilmiş, patladı patlayacak raddeye gelmişti.
“Armin Hanım…” karşımdaki adam bana eğilmiş, endişeyle bakarken gözlerim şaşkınlık aralandı.
“Ay! Çok pardon, dalmışım.” Tepkime gülerek geri çekildiğinde anlam veremediğim bakışlarına ek dudaklarında değişik bir tebessüm belirdi.
“Ne anlatayım?” dedim ortamın havasını dağıtmak adına.
“Geçmiş demiştik…” diyerek yüzüme baktı.
Hatırladığıma dair bir mırıldanma çıkardığımda, “Ne anlatabilirim ki yani? Çocuktum işte, büyüdüm bir şekilde…” dedim umursamazca.
Adam renkleri unutturtan gözlerini kısarak başını omzuna yatırdı. “Çocukluğunuzu bana bir kelimeyle tanımlamanız gerekseydi bu kelime ne olurdu sizce?”
Düşünmedim bile… “Hiç.”
“Hiç.” Dedi benim gibi tekrarlayarak. Kaşları hafifçe havalandığında, “Bu hiçin altında büyük bir gizem var gibi duruyor… Sizce de öyle değil mi ama?” dedi dikkatle yüzümü incelerken.
Dudaklarım büzüldüğünde, “Öyledir muhakkak.” Diyerek kaçamak bir cevap verdim.
Oturduğu yerde dikleştiğinde, “Bana biraz ailenizden bahseder misiniz? Yani tam olarak nasıl bir aileye karşı büyüdünüz mesela…” diyerek bana odaklandı. Gelmişti soru…
“Annem, babam ve…”
Ve bir ikiz.
“Ve...” diyerek merakla yüzüme baktı.
Bakışlarım ayaklarımı bastığım zemine odaklanırken, “Ve bir ikiz.” Diyerek mırıldandım. Tepkisini merak ettiğimden gözlerine baktığımda tepkisizce bana baktığını gördüm.
“Doğduğumuz zaman bana karşı nasıllardı bilemem… Bebekler annesinin o teniyle bütünleşen kokusunu ilk hissettiği zaman, her paniklediklerinde o kokuyu ararlar ya… Ben o kokuyu nedense hiç aramadım. Bebekliğim nasıl az önce dediğim gibi bilmiyorum ama aklımın ermeye başladığı zamanlardan sonrası gereksiz.”
Kollarını göğsünden ayırarak bacaklarının üzerine bıraktı. “Gereksiz?”
Tek kaşım havalandığında omuz silktim. “Öyle. Madem bakmayacaksın neden doğuruyorsun öyle değil mi ama?” öyleydi tabii… Doğurduğun çocuğa bakmak zorundaydın. Onu kimse zorla senin rahmine bırakmıyordu sonuçta…
“Sizce bu düşüncenizin sebebi annenizden hissedemediğiniz o sıcaklık mı yoksa başka bir şey mi Armin Hanım?” meraklıydı ama sorusunun altında yatan öğrenme içgüdüsü de bir başkaydı tabii…
“Ben kendi evimde bir hapisteymiş gibi tutsak büyüdüm. Afil gösteriş yanlısı, hayatını paraların üzerinde adımlayarak ilerleten bir kadındı.” Dedim gözümün önünde canlanan o kürklü, kokoş halini anımsarken.
“Afil, anneniz oluyor sanırım?”
Başımı sallayarak onayladım ve devam ettim. “Onun gibi kokoş arkadaşları, insanların normal yaşamlarını eziklik gibi gören iğrenç bakışları… Hepsi birbirine benziyordu. Babamla aram Afil’e nazaran biraz daha iyi sayılabilirdi ama o da olayın lacivert tarafı sayılabilirdi bence… İşten kaynaklanan yoğunluğu, eve uğrayacak zamanının pek olmaması belki de bu sevgisizliği bende büyüten en büyük faktördü. Afil her gün kendi kendine çıkardığı saçma sevinçlerini, büyük organizasyonlarla yanına aldığı köle misali kadınlar eşliğinde kutlar, kendi dünyasında eğlenirdi işte… Hiç unutmuyorum, bir gün o kadar sıkıldım ve bunaldım ki odamdan çıkmak istedim yalnızca…”
Yaşımın oldukça küçük olmasına asla unutamadığım o olay gözümün önünde canlandı.
“Evin içerisine yayılan yüksek müzik sesi, alkol ve sigaranın birbirine karışmış kokusu, bir çocuk için görmemesi gereken ortamlarını başını çeken cinstendi. Aşağı indim. Ses git gide artarken ne kadar bu durumdan rahatsız olsam da mutfağa yöneldim. O zamanlar benimle ilgilenen bir dadım vardı… ne ilgilenmek ama! mutfağa girdiğimde o da o mutfağın yarısını kaplayan geniş masada oturmuş diğer hizmetçi kadınlarla beraber şen kahkahalarını atıyordu. Sadece acıktığımı söyledim. Ağzımdan başka bir kelime bile çıkmadı. Hepsi şok içerisinde bana bakakalırken, bakışlarının benim değil başka bir tarafa döndüğünü hissettim. Yavaşça arkamı döndüğümde bütün ciddiyetiyle bana bakan kadın oldukça ürkütücü gözüküyordu. Ben hayatı ömrümde hiç bu kadar şiddetli bir dayak yememiştim. Askerliğe girmek için yaptıkları eğitimlerde bile canım bu denli yanmamıştı… Beni o gün o mutfağın ortasında, dadım ve hizmetçilerimin önünde evire çevire dövdü. Artık nefes alacak takatim yokken mermer zemine yayılan kan bayılmama vesile olmuştu.”
Bedenimdeki kanın çekildiğini ellerimin buz kestiğini hissettim. Onu anlatmak ve hatırlamak bana iyi gelmiyordu.
“Neden yaptı bunu peki?”
Donuk hallerim eşliğinde garip bir halde omuz silktim. “Arkadaşlarının karşısına öyle istediğim zaman çıkmamam gerekiyormuş ve yemeğimi de odamda tek başıma yemem gerekiyormuş sanırım.” Karşımdaki adam şaşkınlığını gizlemeye çalışarak bakışlarını üzerimden çekse dahi beden dilinden ne hissettiği anlaşılıyordu.
“O olaydan sonrasında eve doktorlar gelmiş yaralarımı sarmışlardı ama canımı asıl yakan şeyin dayak olmadığını sonra anladım.” Çocuk aklıyla da olsa yetişkin aklıyla da olsa olaya nerden bakarsam bakayım gene de canım yanıyordu.
“Neydi peki canınızı yakan?” sesinde değişik bir tını vardı.
Pek umursamayarak, “Aradan bir iki gün geçti geçmedi, babam iş seyahatinden dönmüş ve Afil Hanım da elbette ki bunu kutlamak istemişti. O gece üçü de çıkıp babamın dönüşü kutladılar…” dedim cümlemi tamamlamama izin vermeyen gözyaşlarımla.
Koltuğunu altından tutarak bana doğru çektiğinde daha da bir yaklaşmıştı bana. “Üçü derken? İkinizi de alıp mı gittiler yani?” sesi şaşkın geliyordu.
“Aynen öyle.” Başımı sallayarak gözlerine baktım kendimi sıkarak.
Kaşları çatılırken ne soracağına karar verememiş gibi değişik bir hale bürünmüştü yüzü. “Babanız herhalde biliyordur ikizinizin olduğunu…” Başımı salladım herhalde dercesine.
“Ee hadi benziyorsunuz diye anlamadı desek-“ olaya pozitif bir yön bulmaya çalışan adamı keserek araya girdim. “İkizim erkek.” Şaşkınlığını gizleyeme çalışıyordu ama olaylar saçma bir evrede olduğundan bu pekte mümkün gibi gözükmüyordu.
“Babanız sizin nerede olduğunuzu sormadı mı?” Bilmem dercesine dudak büzdüm. “Yoğundur kendisi, anlamamıştır belki… Bilmiyorum yani.”
“Devam edin lütfen.” Anlat dercesine izliyordu yüzümü.
“Sonra… Yani ne bileyim. Ben ikizimi de toplasanız on kere anca görebilmişimdir bu arada. Bizi çok bir araya getirmemeye çalışırdı. Bir gün anlam veremediğim bir olay yaşandı. O zaman ikimizde on dört yaşındayız… Bizi alışveriş merkezine yolladı. Tabii korumalarla beraber… her neyse, o kadar şaşırdım ki. Hem çok heyecanlandım hem de biraz panikledim doğrusu… Gittik, ben ilk defa bu kadar uzun görebildim ikizimi. Ona baktığımda kendimi görüyordum resmen… Gözler, saçlar, burun, dudak… Akla gelecek her noktamız aynıydı. O gün bir elbise beğendim. Beyaz ve çiçek motifli çok güzel bir elbise… Arman nasıl bir çocuktu açıkçası pek emin değilim ama galiba seviyordu beni… O gün bana o elbiseyi ve kendi seçtiği bütün her şeyi aldı. O kadar mutluydum ki anlatamam… Onunla en uzun sohbetimiz ve yüz yüze geldiğimiz gündü o gün.” Yüzümde bir gülümseme oluştu. Onu daha yakinen tanımayı çok isterdim…
“Eve geldik. Aldıklarımıza bakarken kapı açıldı.” Gülümseme yerini sinir dolu bir ifadeye büründürürken karşımdaki adam daralmış gibi gömleğin yakasıyla oynamaya başladı.
“Geldi. Bütün moralimin içine etti. Oğlunu boş işlerle neden uğraştırdığımı sordu. İlk defa, ilk defa ona bunu sorma gafletinde bulundum. O oğlunsa bende kızınım, neden kabullenmiyorsun dedim.” Gür bir kahkaha attığımda yüzüm acıyla kasıldı. “Tabii yaşım ilerledikçe sesimden ve görünüşümden daha da bir nefret eder oldu… Bana susmam gerektiğini söylediğinde artık son raddeye gelmiş gibi aynı şeyi tekrarladım. Beni neden çocuğu olarak kabullenmediğini sordum. O da tabii ki ona karşılık vermemem gerektiğini kaç defa tekrarlayacağını sordu. Öyle böyle derken ilk dayağımın ardından kaç kere tekrarlandığını saymaktan yorulduğum o mahzene sürüklenmeye başladım. Böyleydi işte. Gün içinde birine sinirlenir, şaklabanlığını etkileyen bir olay yaşar veya canı sıkılır… Tabii uğraşacak birini aradığında da ilk uğradığı durak ben olurdum. O mahzen, benim kanlarımdan inlemelerime kadar her şeyi benimsemişti. Attığı tokatlar, yumruklar ve tekmeler bir çocuğa ne yaşatır pek de umurunda değildi.”
Dudaklarımı sıkıca birbirlerine bastırdığımda, “O gün o muştanın ezmediği tek zerrem kalmadı bundan eminim. Bana gebermem gerektiğini kaç kere haykırdı bundan emin değilim işte…” dedim titreyen sesimi toplamaya çalışarak. “Gel zaman git zaman aradan iki sene geçti. Tabii olaylar devam ederken Armin ve Arman’ın hayata ilk gözlerini araladığı gün 16 Aralık tarihi takvimlere bir damga misali yansımıştı. Afil Hanım oğlu için elinden gelenin en şaşaalısı ile bir parti düzenlerken beraber indik aşağıya. Beni ilk defa gören arkadaşları şaşkınlıkla bakarken yalandan ilk defa sarıldı bana. Ben Afil’in kokusunu on altı senenin sonunda soludum. Ona kızgındım, kırgındım ama o koku da insanı cezbediyordu elbette, sonuçta annemdi… Her neyse, pastalar üflendi kalabalık kendi arasında bir sohbet oluşturdu. Arman ile ilk defa o gün sarıldık… Aynı Afille olduğu gibi. Arman da benim gibi kalabalıktan pek haz etmezmiş, o yüzden balkona çıktık. Dışarıda şiddetli bir kar yağışı vardı. O kadar severdim ki karı… Armanla sarılmış hem ağlıyor hem dışarıyı izliyor hem dertleşiyorduk. Garip bir andı. Daha önce yaşanmadığından olsa gerek…” dedim yavaşça gülümseyerek.
Alayla güldüğümde, “Afil geldi. Arman’a içeriye gelmesi gerektiğini ve hediye faslının başlayacağını söyledi. Arman da Afil’den korktuğundan mı bilinmez, ses çıkarmayınca ben konuştum. Bize bir saat vermesini, Arman’ın hemen geleceğini söyledim ama her zamanki gibi ben kimdim ki ona karşı gelecektim. Hah! Karşında Afil Tan var Armin sen kimsin? Yüzüme sert bir tokat yedim, tokadı takip eden şey de saçıma dolanan parmaklardı sanırım… On bir sene geçti tam hatırlayamıyordum tabii… Beni güzelce döverken, durması için konuştum ama onun tek takıldığı nokta ona anne dememdi sanırım. Ona ne zaman anne desem, anne mi? Seni parçalarım Mihri diyerek daha da dellenirdi. Mihri benim için ölü bir çocuk, aynı şekilde Mihar’da… Zihnimde yer alacak isimler varsa onlar da Armin ve Armandır. Her neyse, ona durmasını söylememe rağmen daha da sinirlendiğinden Arman aramıza girmeye çalıştı. Her şey o kadar ani gelişmişti ki… Arman’ın beni çekmeye çalışması, Afil’in beni itmesi ve Arman’ın balkondan düşmesi…” dedim zorla.
Adam derin bir nefes verdiğinde şaşkınlıktan aralanan ağzıyla bana bakakaldı. “Çok yüksek değildi… Yani bir şey olmadı değil mi?” şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemez bir tavırla sorduğunda güldüm.
Gülmem kahkahaya dönüşürken aniden yüzüm dondu. “Öldü.”
Ölmüştü Mihar… Mihar’ın ölmesiyle de Mihri’nin son nefesi o saniye ayrılmıştı bedeninden.
“Artık karlardan nefret ediyorum. O beyaz örtüye baktıkça, Mihar’ın bedeninden zemine yayılan bordoluk kazınıyor zihnime… Bedeni o kar yağışının altında kalmaya başladığı saniye yerler artık beyaz görüntüsünü kenara bırakıp Mihar’ı kendine çekmeye başlamıştı… Zar zor kalktım o soğuk balkonun betonundan… Kemiklerimin kırıldığını hissediyorum ama yerde yatan Mihar’ın bana verdiği acı daha ağır basıyordu o an için… Aşağı indim, Mihar’ın o cansız bedeni ellerimin arasında kalırken, ondan bana kalan üzerimdeki çiçekli beyaz elbise de kana bulanmıştı. Onun aldığı elbise onun kanıyla renklenmişti… Ben canımı yarısını o gün bir inat uğruna kaybettim. Senelerdir onsuz nefes almak ona yaptığım bir ihanetmiş hissini uyandırıyor. Kalbim yarım, onsuz kan pompalayan kalbin önemi yok. Her ne kadar iletişimimiz az da olsa o benim ikizimdi. O benim aynam, canımın parçasıydı.”
Yüzümde oluşan ıslaklığı hissediyorum ama hiçbir şey onun yokluğundan daha çok koyamazdı. Canım yanıyordu. Mecazen değil, gerçekten canım yanıyordu. Yoktu işte, bir inat uğruna gitmişti ellerimden.
“Hatırlıyor musunuz size çıktığımız görevi anlatmıştım. Şehit düşen askerimin olduğu görev anı…” dedim hatırlamasını ümit ederek.
Başını donuk bir tavırla salladı. “Hatırlıyorum.”
“Onun şehit düşmüş halini kabullenip devam etmemiz gerekiyordu, öyle de oldu… Son adam için çıktığımızda adamı almak için alan indim ve her şey çok ani gelişti. Beni alıp bayıltmaları iki saniye içerisinde gerçekleşirken zihnimde oluşan doluluk yüzünden onlara karşı gelemedim. Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir odanın tam ortasında oturuyordum. Odanın dört bir yanında belirli aralıklarla döşenmiş buzdolaplarına anlam yüklemeye çalışırken kapı açıldı.” Yüzüne baktığımda adını asla koyamadığım bir hisle güldüm.
“Afil geldi! On bir sene ardından karşımda kanlı canlı duruyordu. Şaşırmadım açıkçası, onda bu inat ve azim varken istediği her şeyi yapabilirdi. O bir caniydi. Bu dünyaya hiç gelmemesi gereken bir cani… Psikopat olduğunu anlamak zor değildi ama o doğum gününde yaşanılanlara tanıklık eden kim var kim yoksa parçalara ayırıp dolaplara asacak kadar… Kelimeler onu anlatmaya yetmiyor gerçekten! Herkes, aklıma gelip gelemeyecek herkes odayı süsleyen dolapların içine asılmıştı. İlk gördüğüm yüz babamın yüzüyken devamını da… Her neyse, bu olayın ardından bir ay anca geçti ama ben artık dayanamadığıma kanaat getirdim.”
Kaşları çatılan adam telaşla bana yaklaştığında, “Polise bu olayı anlatmanız gerektiğini biliyorsunuzdur umarım Armin Hanım.” Diyerek yüzümü inceledi.
Yavaşça yutkunduğunda histerik bir şekilde güldüm. “Polise bu durumu anlatsam artık karşınızda oturacak bir kadının kalmamasıyla beraber bütün istihbarat personellerini o dolaplarda görürsünüz herhalde… Anlatsam dahi işe yaramaz, onun hedefi yalnızca benim çünkü…”
İnanamaz bir şekilde yüzüme baktı. Hızlıca ayağa kalkarak koltuğuna yöneldiğinde masanın üzerinden aldığı bir dosyayı açarak yazılar yazmaya başladı.
“Afil Tan size ne anımsatıyor?” yazmaya devam ederken sorusunu sordu.
Düşünmeye başladığımda bakışlarım cama kaydı. “Bir insanın ne denli cani olduğunu hissediyorum ona baktığımda… İçimdeki çocuk kalan Mihri’nin sevgi kırıntılarının ucunu görse nasıl büyüyeceğini merak ediyorum açıkçası…”
“Mihar’ın sizin için ne gibi bir yeri var peki? Ona değer veriyor musunuz yoksa veriyor muydunuz?” detay bir soruydu.
Gökten düşen beyazlıklar midemi bulandırırken bakışlarımı camdan çekerek zemine kilitledim. “Ona hâlâ değer veriyorum ama bazen keşke benim kadar olmasa dahi Afil’e bir şeyler dese diye hayıflanmıyor değilim… O sıcak yatağında uzanırken annem üzeri açık kalmış mı diye bakardı her gece… Benim yanıma uğradığı zamanlarda ise genelde ya aşağılayıcı bakışlarını sunar ya da döverdi. Mihri ve Mihar o gün o saniye öldü benim için… Arman’ın bu olayları bilip bilmemezlikten mi geldiğini, Afil’den mi çekindiğini anlamıyorum. Ona bazı konularda çok kırgınım, hatta kırgınlık bile hislerimi açıklamaya yetmiyor bazen… Onunla yaşamamız gereken çok olay vardı, anlatabiliyor muyum?”
Yazmaya kısa bir ara vererek uzaktan izledi yüzümü. “Birini kaybetmek size nasıl hissettiriyor?”
“Alıştım sanki… Değer verdiğim birisi ellerimin arasından kayıp giderken yalnızca izlemekle yetiniyorum adeta…” Öyle değil miydi sahiden? Kaç kayıp vermiştim bu yolda?
Dolma kalem parmakları arasında dans ederken dikkatle yazıyordu.
“Babanız?”
Dudaklarımda hafif bir tebessüm oluştuğunda, “Keşke yoğunluğundan biraz ara vererek benimle ilgilenseydi ama olmadı… Gene de Afil’den ziyade bana bir kötülüğü olmadı. İyi bir adamdı sanırım… Kendi babamı tanıyamam da ayrı bir komik ama…” diyerek ufak bir kahkaha attım.
“Kırgın mısınız onlara?” dolma kalemi iki elinin arasında döndürürken dikkatle gözlerime bakıyordu. Avını bekleyen aslan misali…
“Kırgınım. Kırgınım ama en çok Afil’e… Ben ondan yalnızca mantıklı bir cevap beklemiştim aslında. Beni neden Mihar’ı sevdiğin gibi sevmedin? Basit bir soruydu bence. Sonuçta dokuz ay karnında taşıdığın cana bakmak istemez miydi?”
Beni neden sevmedin anne?
“Şu an karşınızda Afil olsaydı ona ne söylemek veya ne yapmak isterdiniz?”
Güzel bir soruydu.
“Yalnızca bakmak. Gözlerinin derinliklerine gömdüğü karakterinin gerçek yüzünü görmek isterdim. Anladım ki sorularıma herhangi bir cevap gelmiyor çünkü…”
Yanındaki kapalı bilgisayarın ekranını kaldırarak açtığında uzun kemikli parmakları klavyenin üzerinde gezinmeye başladı. Minik tıkırtılar kulaklarıma dolarken sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Atalay ile bir tanışıklığınız var mı?”
Başımı sallayarak, “Evet doktorum kendisi.” Diyerek mırıldandım.
“Kayıtlara göre son zamanda bir tedavi olmuşsunuz, bunun anlattığınız konularla bir alakası var mı peki?” bilgisayarı kenara iterek bana döndüğünde yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade oluştu.
“Evet. O gün açılan her dolaba karşılık geçirdiğin cinnet krizi ve onun kendini avutma çabası üzerine her zamanki gibi şiddete başvurdu. Genelde kasıklarıma çalıştığından, Atalay ile samimiyetimiz fazlalaştı. Bunun da böyle bir bağlantısı var anlayacağınız.” Dedim kaşlarımı kaldırıp indirerek.
“Eşiniz, dışarıda bekleyen beyefendi mi?”
Beklemediğim soru yüzünden yüzüm şaşkın bir hale büründüğünde başımı eğerek yavaşça gülümsedim. “Evet ama kısa bir süre içerisinde boşanacağız, onu da daha fazla zorlamak istemiyorum.”
Hafifçe güldüğünde neye güldüğüne anlam veremedim. Çatık kaşlarımla yüzüne baktığımı gören adam hemen kendini toparlayarak, “Öyle mi? Zorlamak derken neyi kast ettiniz anlayamadım…” dedi meraklı sesiyle.
“Belki daha sonra anlatırım… Bu olay karışık biraz.” Hafifçe gülümseyerek bakışlarımı kaçırdığımda anlayışla başını salladı.
“Bu yaşadıklarınızı bilen birileri var mı?” Naif bir sesle sorduğunda gülümsemem büyüdü.
Gülümsemem eşliğinde, “Tamamen bütün hayatımı bilen kimse yok, ilk sizsiniz… Genel olarak parça parça bilenler var elbette.” Diyerek mırıldandım. Yavaşça gülümsediğinde önündeki kartlıktan iki tane kart aldı. Yavaşça ayaklanarak bana yaklaştığında istemsizce ayaklandım.
Karşı karşıya geldiğimizde bana uzattığı kartlara baktım anlamsızca.
Bakışlarımı aydınlatmak ister gibi, “Psikolog ve psikiyatrist arkadaşlarımın kartları… İkisi de alanında oldukça iyiler, görüşmenizde fayda var Armin Hanım.” Dediğinde şokla yüzüne baktım.
“Nasıl yani?”
Yavaşça yutkunduğunda, “Dediğim gibi ikisi de gayet başarılı… Hem size benden daha iyi yardımcı olurlar. Görüşmeniz daha sağlıklı olacaktır Armin Hanım.” Dedi sakince. Anlam veremez bir hale büründü yüzüm. Ne demek başka arkadaşlar daha iyi ilgilenirdi? Onları isteyen yoktu.
Kalbimde anlamsız bir sızı oluştuğunda bakışlarımı kaçırdım. Zemine bakarken parlayan ayakkabısının, ayaklarımdaki ucu sivri topuklularla temas ettiğini gördüm. “Göktuğ Bey, ben sizden memnundum neden böyle bir şey teklif ediyorsunuz anlamadım şu an doğrusu.”
Başını eğerek bana baktığında, “Çok yoğunum ve sizin için ayırabileceğim bir randevu sürem kalmadı maalesef.” Dedi.
Kalbimize sıksan daha az acırdı psikolog bey…
Kalbimdeki sızıya anlam veremezken, yalan söylediği her halinden beli adama anlam veremedim. “Kalsın o zaman istemiyorum kimseyi.” Yanından geçerek kapıya yöneldiğimde kapının kulpunu kavrayan damarlı ele bakakaldım. “Bir kere daha düşünün Armin Hanım.”
Gözlerine baktığımda ikimizin gözlerindeki benzer his de ne inlesiydi?
“Başka birini istemiyorum Göktuğ Bey, ben gideyim artık malum yoğunmuşsunuz…” Kapının kulpuna elimi koyduğumda soğuk elime nazaran sıcacık eli ile duruma uğradım. Elimi elektrik çarpmış gibi hızla çektiğimde kapıyı araladı yavaşça. Bakışlarındaki gitme nidasına anlam veremezken hızlıca çıktım odadan.
Karşıdaki üçlü koltukta oturan Kalender beni görür görmez hızlıca ayaklandığında, “Armin ne oluyor?” dedi telaşla. Arkamdan çıkan adam, “Armin Hanım bir dinler misiniz lütfen.” Diyerek bana seslendiğinde ikisini de ardımda bırakarak koridorun sonuna ilerledim.
“Beyefendi biraz konuşalım lütfen buyurun.” Kalender’e seslenen adama bir kez olsun bakmadan çıkışa yöneldiğimde kapıyı ittirdim. Soğuk hava yüzüme vurduğunda kalbimdeki ağrıya inat derin bir nefes aldım.
“Armin?” Yanımdan gelen sesle başımı çevirdiğimde göz göze geldiğim kadınla alay edercesine güldüm. “Ne yapıyorsun sen burada?” Sarı kıvırcık saçlarını omzuna iteklediğinde ellerini önlüğünün ceplerine yerleştirdi. “Ben çalıyorum da sen ne yapıyorsun?”
Demek işine burada devam ediyordu…
“Psikolog randevum vardı ona geldim. Hayırlı olsun sana da.” Dedim cebimden sigara çıkarmaya çalışırken.
“Kalender’i gördüm. Onunla mı geliyorsun?” Başımı sallayarak dudaklarımın arasına yerleştirdiğim sigarayı yaktım. “Onunla geliyorum.”
“Son gördüğüm güne nazaran daha iyi gözüküyorsun.” Dedi havaya karışan sigara dumanını izlerken.
“Fiziksel olarak insanları kandırmak kolay oluyor tabii…” diyerek mırıldandım dudaklarımın arasındaki sigarayı iki parmağımın arasına sıkıştırarak.
“Ameliyata gireceğim gitmem lazım. Dikkat et kendine.” Omzuma vurarak içeri girdiğinde durduğum yerden sigaramı içmeye devam ettim.
“Armin, iyi misin?”
Armin de Armin salsanız mı artık?
Arkamda hissettiğim Kalender parmaklarımın arasındaki sigarı çektiğinde beklentiyle yüzüme baktı. “Neden dinlemeden çıkıp gittin?” Yüzüne yandan bir bakış attım. “Bir başkasına yeniden anlatamam baştan sona her şeyi, yetermiş demek ki bu kadar. Hadi oyalanma içtima yaptıracağım time.”
Kalender’i beklemeden arabaya yöneldiğimde istemsizce cama doğru bir bakış attım. Perdesi yarım aralı odadan dışarıya bakan adamla göz göze geldiğimizde beklemeden arabaya bindim.
Ne oluyordu bilmiyordum ama bu his beni korkutuyordu.
KURTULUŞ
“Titremeyi kesin!” Sinirle bağırdığımda karşımda kalan altı adama baktım. Alt tarafı ilk zamanlarda olduğu gibi koşarlarken üzerlerine su döktürmüş, toprak attırmıştım.
“Koç geç karşıma!” Karşımdaki altılının arasından geçerek alanın tam ortasına yürüdüğümde karşıma geçen Barkın nefeslerini düzenlemeye çalışıyordu.
Boyu en az Tekin kadar olan iri adama baktım sinirle. Bu kadar hamlammış olması normal değildi!
Yüzüne bir yumruk savurduğunda kolumu tuttuğu gibi sertçe kendine çekti. Kolum sırtıma katlanmış bir vaziyette Barkına yapıştığımda bacağımı kırarak aralık kalan diz kapağına doladım. Kendime doğru çektiğim adam sersemlerken diğer kolunu boğazıma sardı. Nefesim kesilir gibi gözlerim büyüdüğünde boşta kalan kolumu bükerek dirseğimi karnına geçirdim. İnleyen adamın sesi kulaklarımı doldurduğunda bükülen kolumu kurtararak kafasına doğru sert bir tekme attım. Postalların ağırlığından ve tekmenin şiddetinden yere serilmeye yakın adamı Kalender ve Emir tutarken, Kalender şokla bana baktı. “Adamın kafasına vurduğunuzun farkında mısınız Komutanım?”
“Karşıma geç.” Diyerek yanımı işaret ettiğimde Kalender bana anlam veremez gözlerle baktı. İçimde en az Kalender’in bakışları kadar anlamsız bir öfke vardı.
Kalender’in diz kapağına sert bir tekme attığımda tam yüzümün ortasına en az tekmem kadar sert bir yumruk yedim. Bedenim geriye savrulurken düştüğüm yerden ayak ucumda dikilen adama baktım sinirle. Ayağımı ayağına vurduğumda dengesi sarsılan adam öne bocaladı.
Gözlerim ve ağzım eş zamanlı aralanırken üzerime düşen adamla sinir dolu bir çığlık attım. “Kalk ulan üstümden!” Kalender ellerini iki yanıma koyarak bedenini kaldırdığında sinirle yüzüme baktı. “Başkasına olan sinirinizi bizim üzerimizde mi atıyorsunuz Komutanım?”
Göğsünden ittiğim adam yana düşerken hızlıca ayaklandım. “Aynen öyle yapıyorum Doktor. Hadi kalk timin yaralarını sar şimdi.” Altılıyı arkamda bırakarak tugaya girdiğimde dinlenme odasına geçerek telefonumu aldım. Beklemeden Samet’i aramaya başladığımda arama kısa bir süre yanıtlandı.
“Efendim Armin?”
Bir elime belime attığımda derin bir nefes verdim. “Samet günaydın, geçen gün yazdım ama müsait değildin sanırım… Şu boşanma kağıtlarını müsait olunca getirir misin? Ya da ben gelip alayım. Ne yapalım?”
Samet bir şeyle uğraşıyor gibi telefondan hışırtılar gelirken, “Şu an hazırladım hepsini, yarım saat-bir saate kalmaz getiririm tugaya gelme sen.” Dedi sakince.
“Tamam teşekkür ederim, kolay gelsin sana da.” Telefonu kapatarak koltuğa attığımda sakince oturdum. Neden böyle olmuştu bir fikrim yoktu aslında. Anlamsızca bana uzatılan kartlara öfkelenmiştim…
“Komutanım çay?” içeri giren Tekin cevap bekler gibi bana bakarken anlamsızca başımı salladım. “Ne çayı oğlum?”
Arkasındaki tezgâhı göstererek, “Çay yapacağım, içer misiniz?” dedi sakince.
Kendimi geriye ittiğimde, “Yap da içelim bari.” diyerek mırıldandım.
İçeriye giren beşli benimle muhatap olmadan yerlerine oturduklarında ayak ucuma oturan Emir’e baktım aklıma gelen soruyla. “Lan!” Ayağımla bacağını dürttüğümde bana döndü. “Efendim Komutanım?”
Gözlerim kısılırken, “Siz Samet’e yaşadığınızı söylediniz mi?” dedim trajikomik bir soru sorarak. Emir bozguna uğrarken Barkın yandan, “Hayır.” Dedi boğuk bir sesle.
“Hazırlanın o zaman geliyor birazdan çünkü.”
“Ne!” Emir bağırarak ayağa kalktığında Barkın, “Otur oğlum anlatırsın işte.” Diyerek mırıldandı.
Barkındaki rahatlıktan istiyorum diyecekken yattığım pozisyonla bakıştık.
“Komutanım gelmesin lütfen.” Emir yanıma çökmüş bir umut bana bakarken, “İşim var mecbur gelecek.” Diyerek başımı diğer yana çevirdim.
“Komutanım Allah rızası için gelmesin, döver falan o sinirlidir biliyorsunuz.” Dedi kendisinin bile dediklerine inanmadığını belli eden sesiyle. Emir’e bir bakış attığımda tedirgince ayaklanarak eski yerine oturdu.
“Komutanım çay.” Tekin gülerek elindeki tepsiyle bana yaklaştığında tepsiyi ortaya bırakarak beni kaldırdı. “İçin Komutanım yarasın.” Elime tutuşturduğu fincana garip bir bakış atarak dudaklarım yaklaştırdığımda ufak bir yudum aldım. “Bu ne lan?” dudaklarım büzülürken yüzüm ekşidi.
“Papatya çayı Komutanım için, size çok iyi gelecek inanın bana.” Yanıma oturarak içmem adına bekleyen adama fincanı uzattım. “Al sen iç ciğerim, ben sakinim.”
“Komutanım iyilik de yaramıyor size.” Elimdeki fincanı alarak papatya çayını içmeye başladığında değişik sesleri de ortamı dolduruyordu. “Hmm, nefis! Oh şunun tadına da bir bakın, mükemmel!”
Oflayarak bakışlarımı Tekin’den ayırdığımda çalan kapı ile şükrettim. “Gel!”
“Komutanım geçen sefer gelen adam geldi, alayım mı içeri?” Erdem içeri girmeyerek direkt bana baktığında başımı salladım. “Al Erdem, buraya gelsin.”
“Gelmesin!” Emir yalvarırcasına bağırdığında Erdem umursamadan kapıyı kapattı.
Kısa bir sürede açılan kapı ile ayaklandığımda Samet’in bakışları ilk bana değdi. Kollarımı açtığım adam gülümseyerek bana sarıldığında, “Hoş geldin.” Diyerek mırıldandım.
“Hoş bulduk.” Gülerek geri çekildiğinde bakışları arkamda bir yere kilitlendi.
“Lan!” Anlık verdiği tepkiyle gerçek olup olmadığını anlamak adına bana baktı. “Görüyor musun?” işaret ettiği yerde tam Emir duruyordu.
“Bende ilk idrak edemedim ama görüyorum.” Verdiğim cevapla tekrar Emir’e döndüğümde, “Ne yapıyorsun lan sen burada?” dedi şaşkınca.
“Olaylar karışık biraz.” Dedi Emirin arkasında oturan ve Emirden dolayı gözükmeyen Barkın.
“Barkının sesi değil mi bu?” Samet saniye saniye daha da şaşırıyordu.
Barkın ayaklanarak Emir’in yanına geçtiğinde Samet kısık sesli bir küfür savurdu. “Şaka değil mi?” sinirlendiği yüzünden okunan adam gözlerini sıkıca kapatarak dişlerini sıktığında kolunu sıvazlayarak mırıldandım. “Görevdelermiş tatlım.”
Samet başını hafif bana çevirerek şaka mısın bakışlarını atarken, “Onlar yüzünden ne halde olduğuna tanıklık ettikten sonra karşında dikilmelerini normal mi karşılamam gerekiyor Armin? Şahsen ben şu an üstlerine atmamak için zor tutuyorum kendimi.” Dedi sinirle.
Boğazımı temizleyerek karşımızda kalan ikiliye baktım. “İlk görünce bende pek kendimi tutamadım canım deme öyle… Bir de yalnızca bu ikisi çıksa gene iyiydi.”
“Şaka yapıyorsun değil mi?” Adam neye şaşıracağını bilememişti tabii…
Başımı iki yana sallayarak alay edercesine güldüm. “Yo, tam kadro karşımdalardı. Bu ikisi suçsuz olan taraf yalnız.”
Samet küfrederek dışarı çıktığında Emir ve Barkına gülerek Kalender’e döndüm. “Gelsene.”
Kalender tarafından ufak çaplı bir trip yiyor olacağım ki, bana bakmadan dışarı çıktı. İçeride oturan adamlara gülerek Kalender’in peşinden çıktığımda Samet’in nereye gittiğini bulmaya çalıştım. Tam giriş kapısının hizasında duran çardaklarda üzerindeki şaşkınlığı atamamış gibi boş bakışlarla karşına bakıyordu.
Kalender beni takip ettiğinde Samet’in karşında oturduk. “Sen onlarla konuşursun sonra, benim anlatacak gücüm kalmadı artık biliyorsun… Şu evraklar yanındaysa ne yapmamız gerektiğini bize anlatır mısın hemen.”
Kalender aniden ayaklandığında hızlı adımlarla ileri yürümeye başladı. “Neye bakıyorsun oğlum sen? Laf dinlemek mi moda oldu şimdi de başımıza içeri gir lan!” Kalender tuttuğu erlerden birisini tugayın içine sürüklerken sesi hâlâ alanı inletiyordu. “İşim bitsin uğraşacağım ben seninle bekle beni! Erdem al şunu hemen!”
Neye bu kadar sinirlendiğine anlam verememiştim.
Samet bana bakarak, “Çıkabiliyorsanız dışarıda konuşalım yoksa biri elinde kalacak adamın.” Dedi sakin tutmaya çalıştığı ses tonuyla.
Kalender içeriden çıktığında sinirle bana doğru yürümeye başladı.
“Dışarıda konuşalım sonra geliriz tekrardan.” Diyerek mırıldandığımda arabamı park ettiğim yere doğru yürümeye başladım.
Arabanın yanına geldiğimde Kalender’in gelmesi adına işaret ettim. Yan koltuğa oturduğunda hızlıca park ettiğim yerden çıkarak tugayın içerisinden ayrılmıştım. Samet arkamdan beni takip ederken en yakın yerde bulunan bir kafeye sürmeye başladım.
Çok değil, neredeyse on dakika içinde istediğim konuma ulaştığımda beklemeden arabadan indim. Samet de bize ayak uydurduğunda içeri geçerek boşta kalan bir masaya oturduk.
Samet evrak çantasından ayarladığı kağıtları çıkardığında masanın üzerine bıraktı. “Zaten önceden ayarlamıştık, ikinizin de onayı olduğu için anlaşmalı boşanma davasıyla tek celsede boşanacaksınız. Davalar bu ara pek yoğun değil, en geç bir ay içerisinde boşanmış olursunuz diye tahmin ediyorum. Ben davayı açacağım, herhangi bir gelişme olursa haber veririm.”
Masanın üzerindeki kağıtlara kendi adımın yazdığı bölüm için imza attım.
Üniformanın iç cebindeki telefonum titrerken bakışlarımı Samet’ten çekerek cebimden çıkardığım telefona yönelttim. Mesaj kutusundan bildirim işareti bana göz kıprarken mesajın üzerine tıkladım.
Bilinmeyen numaradan bir konum.
Bilinmeyen numara: Çok hoş bir sürpriz, gidip görmek istersin diye düşündüm bebeğim! (15.36)
Kaşlarım çatılırken mesajın sahibi hakkında bir fikrim yoktu.
Kalender yanımdan bana eğilerek, “Ne oldu?” dediğinde telefonu kilitleyerek bacağımın üzerine bıraktım. “Hiç. Sen benim arabamı alıp tugaya geç benim biraz işim var geleceğim hemen.” Anahtarı halkasından tutarak sallandırdığımda Kalender anlamsız bakışlarını üzerime atarak anahtarı aldı.
Hızlıca ayaklandığımda ikilinin bakışları da beni takip etti. Bozuntuya vermeden, “O zaman siz devam edin, benim işim var kaçıyorum.” Dedim çıkışa ilerlerken.
Mesaja anlam verememiştim ama içimdeki dürtü gitmem gerektiğini söylüyordu. Yola çıktığımda şans eseri karşıma çıkan taksiye kolumu sallayarak işaret verdim. Adam aracı yavaşlattığında hızlıca ön koltuğa geçerek kapıyı çektim. “Selamın aleyküm ağabey.”
“Aleyküm selam kızım, nereye?” Adam yandan bakışlarıyla üzerimi süzdüğünde üniformanın verdiği etkiye kapılmış olacak ki yavaşça gülümsedi.
Konumu açarak anlamsızca baktığımda telefonu adama uzattım. “Burası.”
Adam telefona alık alık bakarken, “Emin misin kızım?” dedi şaşkınca.
Kaşlarım çatılırken, “Eminim ağabey sen sür de ne oldu neye şaşırdın?” dedim merakla.
Adam direksiyonu kırarak yola çıktığında, “Pek tekin bir yer değil ondan sordum.” Dedi mırıldanarak.
Yolculuk sessizlikten ibaret sürerken, adamın tedirgin bakışları ve gergin halleri istemsizce beni de geriyordu. Bozuntuya vermeden yolu izlemeye devam ettiğinde, aracın girdiği orman tarzı yol ile kısa bir süre içerisinde hareket kesildi. Duran araca anlam veremezken adama baktım. “Ağabey devam etsene neden durdun?”
Adam koltuktan biraz daha kayarak kendi camına yaklaştığında benden tırsmış gibi gergin bakışlarını üzerime çevirdi. “Yolun devamına araba çıkmaz kızım buz olmuş yerler, sen yürü istersen.”
Adam benden korkmuştu anlaşılan…
“Tamam ağabey yürüyeyim ben.” Adamı daha fazla tedirgin etmek istemediğimden tutan meblağının oldukça üzerinde bir parayı eline verdim. Araçtan inerek kapıyı kapattığımda yerlere doluşmuş karlar, postallarımın altında ezildi.
Etraf bembeyazdı, çam ağaçlarının üzerine dolmuş karlar yeşil görünümden uzaklaşmışlardı.
Telefondan konumu açtığımda dümdüz ilerlemem konusunda bir bilgi almıştım. Ellerimi paltomun cebine sokarak engebeli yola yürümeye başladığımda etraftaki büyük sessizlik gerici duruyordu. Karların ezilme sesini işitiyor, rüzgârın yüzüme burduğu serinliği hissediyordum. Havanın soğukluğu burnumun ucunu hatta yanaklarımı kızartacak raddeye gelmişti. Esen rüzgâr gözlerimin nemlenmesine neden olmakla beraber tüylerimi ürpertmişti.
Yürümeye devam ederken sol tarafımda gördüğüm siyah demir kapı ilgimi çekti. Kapının olduğu tarafa yöneldiğimde kapının yanında kalan hayratın akarken donmuş suyuyla karşılaştım. Alt oyukta biriken su donmuş, suyun dökülmesi gereken boru ise direkt buz tutmuştu. Hayratı boş verip kapıya döndüğümde demir bölümü yavaşça ittirdim.
Açılan kapı ile büyük bir kar yığını gözlerimin önüne serilirken yavaş adımlarla ilerlemeye başladım.
İki adım atar atmaz karşıma yığılan manzara ile dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Beyaz mermer taşlar, karların arasından zar zor görünürken tanıdık isimler beni geçmişe sürüklendi.
Taner Tan
D: 04.03.1970
Ö:16.12.2020
Ruhuna Fatiha
“Baba.” Dudaklarımın arasından dökülen mırıltı ile mezar taşına yaklaştım. Üzeri karla kaplı mezar taşı Tan Bey’e aitti. Elim mezar taşının karşı hizasında kuşlar için duran su oyuğundayken şokla etrafıma baktım. “Hayır, hayır.” Başımı hızla iki yana salladığımda tanıdık isimler elalarımla çarpıştı.
Ateş, kahkahası yüzünden eksik olmayan Afil’in yalakaları, babamın iş cemiyetinden derlediği birçok adam ve daha niceleri…
Geniş ormanlık arazinin içerisine kurulmuş minik mezarlık geçmişimden ibaretti.
“Hayır!” dudaklarımın arasından kaçan çığlık araziyi inletirken bakışlarım mezar taşlarının üzerinden kayıp geçti. “Yeter artık bırak şu saçmalıkları! Yeter!”
Çığlıklarımı kesen haykırışlarım bedenimin titremesinde yardımcı olurken titreyen ellerimi başımın iki yanına koyarak olduğum yere çömeldim. “Yapma yeter artık yapma şunu!” sesim dağı taşı inletecek raddedeyken duydum.
O iğrenç sesini.
“Kartlar eşit olmalı bebeğim, atağa karşı atak en sevdiğimdir.” Nemli gözlerim karşıdan bana yürüyen kadına kaydığında her zamanki gibi yürüyen bir şatafat olduğunu gördüm. Üzerindeki beyaz kürkünün boyun kısmındaki tüyler rüzgârdan savurulurken, ayağındaki koyu renk çizmeleri üzerindeki tulum gizliyordu.
“Ne yaptım lan ben sana gene?” Sinirle ayağa kalkarak üzerine yürüğümde tek elini kürkünden çıkararak bana doğrulttu. Olduğum yerde durduğum nefretle yüzüne baktım.
“Sen değil de güvenip dertleştiğin insanlar yaptı bu sefer hayatım.” Dudağındaki ruju birbirine bastırarak yedirdiğinde gülerek bana baktı. “Psikoloğa beni anlatmak ha? Güzel fikir ama pek de sadık değilmiş sanki, ne dersin?”
Yüzüm buruştuğunda sinirle, “Ne saçmalıyorsun sen gene?” dedim yüzüne iğrenerek bakarken.
“O beyefendi aklı sıra olanları polislere anlatarak beni tuzağa çekmek istemiş… Tabii kendisiyle tanışmadık, böyle bir saçmalık yapması normal, bu seferlik affedilebilir...” Şen bir kahkaha atarak etrafına baktığında derin bir nefes alarak bana döndü.
“Öyle bir şey yapmadı kendi kendine gelin güvey olmayı kes!” Tek kaşım havadayken soluğu dibinde aldım. “Biraz yaşına başına bakıp oturduğun yerde mi kalsan acaba? Senin yaşındakiler torun seviyor tatlım.”
Bana bakarak alayla tebessüm etti. “O zaman sevgili kocanla anlaş da yap bir tane, sonuçta evlilik ciddi bir müessese… Dediğin gibi bende torun sevmiş olurum, belki sana değil babasına çeker falan o zaman sevilir işte!”
Yüzüne sen şaka mısın bakışları atarken, “Ne yüzsüzsün lan sen?!” dedim omuzlarını sertçe geriye iterek.
Yüzünü buruşturarak iki adım gerilediğinde, “Hayatım beni kışkırtma. Bak ben sana temas etmiyorum, az uzaklaş hadi.” Dedi eliyle köpek kovalar gibi.
Derin bir nefes alarak başımı göğe çevirdiğimde, “Madem beni sevmiyorsun, düşsene yakamdan salak kadın! Ben seninle uğraşmıyorum-“
“Uğraşamazsın zaten hayatım, anla artık şunu.” Gözlerimi devirerek kollarımı iki yana açtığımda etrafa baktım. “Mutlu musun şu an? Bak cidden merakımdan soruyorum. Sende ciddi derecede şizofreni ve bipolar falan var herhalde… Psikoloğumla konuşayım sana bir psikiyatrist ayarlasın bence, malum kafa gidik.” Dedim alayla gülümseyerek.
“Of her neyse, işlerim var gideceğim. Sende biraz vakit geçir geri dön bence, kafayı yersen o da bana kalır sonra.” Yüzünü buruşturduğunda benden uzaklaşmaya başladı.
Telefonu çıkararak Göktuğ’a konumu yolladığımda Afil’in ardından bağırdım. “Keyfin kaçınca hemen topukla zaten, ne değişik bir kadısın be sen!”
“Bağırma Mihri başım ağrıyor!” Sesinin bana ulaşmasını adına gür bir şekilde bağırdığında olduğum yerde ayaklarımı yere vurarak sinirle ofladım. Psikopat bir geri zekalıydı bu kadın.
“Amaçsız hareketlerine ne zaman son verirsin tam olarak?”
Sorduğum soruyla olduğu yerde durduğunda, “Tatlım attığım adıma kadar amaç doluyum zaten benim plansız gezdiğim nerede görülmüş?” dedi gülerek.
Bugün bir değişikti sanki… Bağırmaktan ve değişik tavırlarını hafifte olsa kenara bırakmış gibi.
“Bu ne peki?” dedim etrafı göstererek.
Benim gibi etrafa baktığında, “Mezarlık işte.” Dedi umursamazca.
Oflayarak gözlerimi kapattığımda, “Amacın ne be senin?” dedim sinirle.
Bana doğru iki adım yaklaştığında, “Tatlım dolapta çürüseler miydi? Hem senin psikoloğa karşı sürpriz hem de yatacak yerleri var işte. Ne çok sorguluyorsun, anı yaşa geç.” Dedi buruşturduğu yüzü eşliğinde.
Dalga geçip geçmediğine baktığımda oldukça rahat ve ciddi olduğunu gördüm.
“Hayatı dar eden sensin embesil, rahat bıraksan yaşayacağım zaten!” Hava soğuktu ama sağ olsun sinirden bütün yüzüm kızarmış, ateş basmıştı.
“Bağırma çocuk.” Diyerek sızlandığında başımı umutsuzca iki yana salladım.
O bana ben ona anlamsız bakışlar atarken bu sefer biraz daha insansı hareketlerde bulunduğunu gördüm. Bununda altından bir şey çıkardı herhalde…
Soğuktan donmuş vaziyette paltoya sıkıca sarıldığımda ellerimi ceplerime soktum. Nasıl döneceğim hakkında bir fikrim de yoktu.
“Saçlarımı boyatayım diyorum ne yapsam sence?”
Ağzım beş karış açık bir şekilde Afil’e döndüğümde, “Harbi seni bana sınav diye yollamışlar.” diyerek mırıldandım. Yüzümde alaycı gülümseme belirginleşirken, “Hayatım sen aynaya bakamıyorsun zaten saçını boyatsan ne olur?” dedim sinirini bozmak adına.
“Kendini hiç sorguluyor musun yoksa tek sorun bende mi acaba?” Cidden merak eden bir tavırla sormuştu bu soruyu. İçimde kalmaması adına sordum. “O gün inat edip beni dövmeseydin Mihar da bizi ayırmak için araya girmezdi. Sorun sence ben miyim gerçekten?”
Kaşları havalandığında dudaklarını büzerek kapalı gökyüzüne baktı. “Bana karşı çıkma dedikçe inat eden sendin yalnız…” Dudağım iğrenircesine kalkarken, “Sadece bir saat müsaade istedim salak kadın! Al şimdi oğlunu, tövbe estağfurullah!” dedim sinirle kendimi tutmaya çalışırken.
Oflayarak kaşlarını çattığında, “Ay o da azcık dirençli olsaymış, altıncı kattan düşüp ölen nerede görülmüş be?” dedi mutsuzca.
Ellerimi başımın yanına sararak dişlerini sıktığında sinirli bir inleme bıraktım ortama. “Ulan beyinsiz! Ne diye öldürmedim ki seni acaba?” Elim sinirle bacağımdaki beylik tabancasına gittiğinde Afil gözlerini devirerek bana baktı. “Daha zamanımız var tatlım sonra hallederiz onu, hem bak geldi senin ufak beyin.”
Ufak beyin?
Oflamaktan ve göz devirmekten yorulmuştum cidden.
Bakışlarım demir kapıya çevrildiğinde koşarak bana gelen Göktuğ’a baktım.
Sinirlerime hâkim olamadığımdan bana yaklaşan adama iki adımda ben atarak yüzünün ortasına sert bir yumruk geçirdim. Göktuğ ne olduğunu anlamamış olacak ki şaşkınlıkla bana baktığında sinirle bağırdım. “Hani anlattıklarım aramızda kalacaktı? Sen polislere anlattıklarınla bana yardımcı olacağını mı düşündün? Senin yüzünden hayatım daha da kayabilirdi anlıyor musun?! Bak etrafına! Sana anlattığım herkese özel mezarlık yapmış, sırf sen bunları polise anlattın diye!”
Yakalarını sıkıca kavradığım adam üzgün gözlerle bana bakarken etraftaki mezar taşlarına çevirdi bakışlarını. “Armin Hanım bunu polisle paylaşmam gerekirdi çok üzgünüm maalesef.”
Yüzüm kasıldığında yakasından kendime çektiğim adamın yüzüne yaklaştım. “Dua et iyi gününe denk gelmişsin, yoksa bir mezar da sana açardı.” Tıslarcasına söylediğim sözlerle yüz ifadesini değiştirmeden bana bakmaya devam etti.
“Ah tatlım selam!”
Arkamdan gelen sesle Göktuğ’unun yakalarını bıraktığımda Göktuğ bakışlarını arkama çevirdi. “Merhaba Hanımefendi.”
Afil gülerek bana baktığında, “Kız bu baya beyefendiymiş, sevdim gibi aslında.” Diyerek mırıldandı. Afil elini Göktuğ’a uzattığında el sıkışan ikiliye olay ne kadar saçmaysa o derce bir saçmalıkla baktım. “Merhaba canım, Afil ben, Mihri’nin annesi.”
Gözlerimi devirerek bacağına sert bir tekme attım. “Ne Mihrisi ne annesi? Başladın gene saçmalıklarına defol git!” Afil bana uyarı dolu bir bakış atarken Göktuğ’a döndü. “Sen buna bakma fevridir biraz.”
İkili el sıkışmaya devam ederken Afil’in Göktuğ’unun elini sıkmaya başladığını gördüm. “Ah hayatım bu arada, kendine uğraşacak başka aktiviteler bulsan iyi edersin aksi taktirde senin için pek iyi olmaz.”
Göktuğ kaşlarını çatarak elini çektiğinde sorgularcasına Afil’in yüzüne baktı. “Buna siz mi karar veriyorsunuz Hanımefendi?”
Afil bana dönüp güldüğünde bakışlarını tekrardan karşısındaki adama çevirdi. “Tatlım sen beni tanımadığın için bu şekilde havalanman normal ama benden sana tavsiye olsun, destek olacağım derken köstek olma bence… Polis arkadaşlarına da selam söyle, en kısa zamanda bir kahvelerini içerim.”
Ellerini kürkünün cebine yerleştirerek bizden uzaklaşmaya başladı. Anlık bir hamleyle olduğu yerde durduğunda bana döndü. “Bebeğim bu arada Dağ ve Komando Tugayına baskın yapacaklarmış, seninkiler oradaydı sanırım gitsen iyi olur gibi.”
Tek kaşım havalanırken, “Ne!” diyerek şaşkınlıkla sordum.
Ellerini iki yana kaldırdığında, “Benim terörle işim olmaz, seni daha iyi elde tutmak için ayarlamıştım onları ama adamlarımdan haber aldım saldırı düzenlenecekmiş tugaya.” diyerek kolunu önüne kırdı. Sıyrılan bileğindeki saate baktığında kaşları havalandı, “Kırk dakika içerisinde başlarlar muhtemelen, geç kalma bence.” dedi son kez bana bakarak.
Koşarak demir kapıya yöneldiğimde arkamdan gelen adam ne olduğunu anlamaya çalışır gibiydi. “Armin Hanım neler oluyor?”
Oflayarak etrafıma baktığımda, “Beni tugaya bırakır mısın hemen?!” diyerek bağırdım.
Göktuğ arkamdan koşarak arabayı açtığında son model araba ile kısaca bir bakışmış bulunmuştuk. Yan koltuğa bindiğim gibi telefonumu aramaya başladığımda iç cebimdeki telefondan hızlıca numaralara bakmaya başladım.
“Nereye gidiyoruz?” Çoktan yola çıkmış adam merakla bana bakarken hızlıca, “Dağ ve Komando Tugayı. Biliyor musunuz yerini?” dedim.
“Biliyorum, hemen gideceğiz şimdi sakin olun Armin Hanım.”
Sinirle bağırdığımda, “Hanım da hanım tamam anladık yeter be!” diyerek yüzüne baktım. Şaşkınlıkla bana bakan adamın gözlerindeki dalgalanmaya odaklanmayı keserek Miralay’ı aramaya koyuldum.
Açılan telefon hızlıca onun sesiyle aydınlanırken, “Yüzbaşım neredesiniz? Haber vermeden çıkmışsınız dosyalar bekliyor…” dedi hızlıca.
Nefes nefese kalmış halime çeki düzen vermeye çalışırken zar zor, “Albayım tugaya saldırı yapacaklarmış, haberin doğruluğu konusunda emin değilim ama kırk dakika içerisinde bir saldırı olursa diye hazır olmanız için aradım. Ben yoldayım birazdan varacağım tugaya.” Dedim çarçabuk.
Miralay, “Tamam Yüzbaşım hemen bilgi geçiyorum, sizde oyalanmadan gelin.” Dedi telefonu kapatarak.
Hızlıca Kurtuluş üyelerine toplu bir grup araması başlattığında hepsi teker teker bağlandı. “Beyler susun ve beni dinleyin hemen! Kırk dakika içerisinde bir saldırıya uğrayabiliriz, elimde tugaya saldıracakları hakkında bir bilgi var, hızlıca hazırlanın, girişe yakın duranlardan birisi benim mühimmatlarımı da alsın yanına, gelir gelmez mevzileneceğiz anlaşıldı mı?”
“Komutanım ne oluyor?” Yıldırım’ın meraklı sesine karşılık derin bir nefes verdiğimde, “Çaylak çok konuşma oğlum zaten elim ayağıma karıştı dediklerimi yapın hemen! Kalender, Barkın siz hemen organize edin etraftakileri ben hemen geliyorum anlaşıldı mı?!” dedim telaşla.
“Anlaşıldı Komutanım!”
“Anlaşıldı Komutanım!”
İkiliden aynı anda gelen onaylama ile rahatladığımda, “Hiç kimsenin saçının teline zarar gelmeyecek anladınız mı beni? Eğer birinize bir şey olsun kendi ellerimle boğarım sizi! Dikkatli olun gözünüzü kulağını dört açın ayrıyeten iyi mevzilenin! Eğer yetişemezsem de hakkınızı helal edin beyler!” dedim ne diyeceğimi bilemez bir vaziyette saçmalarken.
Ertuğrul saçmalığıma hak vermiş olacak ki, “Komutanım helal olsun da bizi daha çok oyaladınız şu an sanki… Kapatalım mı biz telefonu acaba?” diyerek mırıldandı.
“Ertuğ! Uzatma ciğerim hadi ulan!” Sinirle bağırdığımda telefonu kapatarak Çağla’nın numarasını aramaya başladım. Panikten bulamadığım numara yüzünden hızlıca Erdem’i aramaya başladım.
“Komutanım!” nefes nefese kalmış sesle koştuğunu anladığım adama, “Erdem Çağlaya bağla beni hemen…” diyerek konuştum. Erdem koşmaya devam ederken aramaya yabancı bir numara katıldı. Erdem telefonu kapattığında, “Kimsiniz?” diyen sert ses duymayı beklediğim kadına ait sesti.
“Çağla tugaya saldırı düzenlenecek, Yiğitler ile irtibata geç hemen, bizden haber alamazlarsa Komando timi ile istihbarat kursunlar. Şimdi Komando timinin komutanıyla konuşacağım, bizden bir hareket gelmezse onlar yardım edecekler hemen bilgilendir Göktürk’ü!” aramayı kapatarak Çağlayı kaydettiğimde parmaklarım Emeğin numarasında gezindi.
Hızlıca numaraya bastığımda saniyeler içerisinde açılan telefonla Emeğin sesini duydum. “Tatlım insan bir arar sorar-“
“Emek sus! Bizim tugaya saldırı düzenlenecek ve Yiğitlerin istihbaratı bendeydi… Eğer bizden haber gelmezse Yiğitler ile irtibat halinde olun kodları yolluyorum birazdan!” telefonu kapatarka istihbarat kodlarını Emeğe attığımda başımı koltuğa yaslayarak telaşla etrafa baktım.
“Neredeyiz biz?!”
“Armin Hanım-“
“Hanım deyip süreyi daha çok uzattığının farkında mısın? Sadede gel neredeyiz?!” sinirle Göktuğ’a baktığımda yavaşça yutkunduğunu gördüm.
“Çok az kaldı beş dakikaya oradayız.” Diyerek direksiyonu kırdığında yüksek korna sesleri kulaklarıma doldu.
“Sorun ne?” Sorduğu sorunun saçmalığıyla yanımdaki adama delici bakışlarımı attığımda yarısına kadar yırtılmış gömleğine baktım anlamsızca. Yalnızca yakasını kavramıştım nasıl bu kadar yırtılmıştı ki?
“Telefonla konuşuyorum yarım saattir dinlemiyor musun?”
Ters cevaplarıma alışmış gibi yavaşça güldüğünde, “Etik bulmuyorum.” Diyerek mırıldandı.
Kaşlarım havalandığında oturduğum koltuktan yana dönerek yüzüne yaklaştım. “Hadi ya…” alay edercesine söylediklerimde gülümsemesi daha da genişledi.
Gülüşüne takılan bakışlarımı çekerek, “Bunu da anlattıklarımı polise yetiştiren adam söylüyor yalnız!” dedim alay edercesine.
Dudaklarını yavaşça yalayarak bana kısaca baktığında, “Çünkü ortada ciddi bir durum vardı ve bunu bildiğim halde boş boş oturmam doğru olmazdı. Ayrıca kimdi o kadın? Annesiyim dedi ama oldukça genç gözüküyor inanmadım açıkçası.” Dedi merakla.
Fazla merak…
Boğazımı temizleyerek geri çekildiğimde, “Gerçekten annem ama bende anlam veremiyorum benden daha genç duruyor… Fitne fücur ondan hep.” Dedim kendi kendime mırıldanarak.
“Armin nasıl hissediyorsun?”
Bir daha söyle!
“Armin nasıl hissediyorsun?”
Elimi hızla ağzıma vurduğumda, “Pardon.” Diyerek mırıldandım. Salak iç ses!
“Alıştım galiba pek de beklediğim gibi bir tepki vermedim ona karşı.” Diyerek mırıldandım.
“O zaman kabullendin bu olanları değil mi?”
Bu da takmıştı kabullenmeye! He kabullendik bak uçuyorum şu an…
“Ay kabullendim Göktuğ! Allah aşkına hızlı sür şu arabayı yetişemezsem boğarım seni.” Sinirden konuşmakta zorluk çektiğimi göre göre saçma sapan sorularını soruyordu. Ayak sütü terapi yapası gelmişti herhalde.
“Göktuğ…” kendi kendine mırıldanan adama anlamsız bakışlarımı yolladığımda, “Ne mırıldanıyorsun kendi kendine?” dedim merakla.
“İsmim ağzına bir ayrı yakıştı sanki?” diyerek yandan yandan güldüğünde istemsizce gülmeye başladım. Duyduklarımla kaşlarım havalandığında, “Maşallah hızın da baya iyiymiş yani…” diyerek onun gibi ağzımın içinde mırıldandım.
Başını bana çevirdiğinde, “Hızlı ol diyen sendin yalnız.” Dedi gülmeye devam ederken.
Şaşkınlıkla gözlerine baktığımda, “Ben onu araba için demiştim yalnız.” Diyerek mırıldandım.
Dudaklarını büzer gibi değişik bir hareket yaptığında, “Fark etmez.” Dedi. Kaşlarım çatık vaziyette önüme döndüğümde anlamsız konuşmayı sorgulamaya başladım.
“Bu arada, üniforma yakışmış.”
Kalbimdeki sızı kendini gösterirken başımı hızlıca Göktuğ’a çevirdim. “Eyvallah koç.”
Yüzünü buruşturarak bana döndüğünde, “Ne.” Dedi yüzüme bakakalırken. Tepkisine karşılık şen bir kahkaha attığımda elimi ağzımın üzerine bastırarak susmaya çalıştım. “Pardon.”
“Armin, Armin…” sızlanırcasına başını salladığında gülmemi tutmaya çalışarak yolu izlemeye başladım.
Bir anda aklıma gelen şeyle gözlerim belerdiğinde, “Ya aklımı bulandırdın derdimi unuttum! Acele et geç kalacağım!” dedim hızlıca.
Göktuğ yandan bana delici olarak adlandırdığım bakışı attığında, “Yanımdayken hiçbir yere geç kalmazsınız Hanımefendi merak etmeyin.” Dedi sakince.
Uç bir de!
Hafif laf atmalı, yürümeli, uçmalı değişik sohbetleri barındıran anımızdan tugaya geldiğimiz saniye itibariyle çıkmış bulunuyorduk. Arabadan hızlıca indiğimde demir sürgülü kapıya sertçe yumruklarımı geçirdim. “Oğlum neredesiniz lan açsanıza kapıyı!”
Nezaketen Göktuğ’a döndüğümde, “Bu arada teşekkür ederim!” diyerek bağırdım kapalı duran camına doğru.
Cam yavaşça aşağı indiğinde, “Önemli değil, dikkat et kendine.” Diyerek anlamlandıramadığım gülüşü eşliğinde üniformamı süzdü.
Sürgüsü yana kayan kapıdan koşarak içeri girdiğimde arkamda bıraktığım adama bir daha dönüp bakmamıştım.
Tugayın girişini kaplayan bayrağı yanından dikkatlice içeri girdiğimde yüksek bir sesle bağırdım. “Kurtuluş ses ver!”
“Komutanım üçüncü kata gelin!” Tekin’in gür sesini duyar duymaz merdivenlere koştuğumda vakit kaybetmeden her bir basamağı çıktım.
Üçüncü kata geldiğimde etrafıma bakarken kolumdan çeken adama bakakaldım nefes nefese bir vaziyette. “Komutanım içinize giyin şunu.” Diyerek üniformamın düğmelerini hızlıca açan adama baktım.
Üniformayı çıkarttığımda içimdeki kısa kollunun üzerine geçirdiğim çelik yeleği gizlemek adına üniformamı tekrardan üzerime giydim. Tekin kaskımı başıma taktığında üniformamın rengindeki boyunluğu gözlerimin altına kadar çekti. Tüfeğimi elime verdiğinde kolumu tutarak koşmaya başladı. Teçhizat odasına girdiğimizde tam teşekküllü bekleyen adamlara baktım. “Yıldırım çatıya çık ve güzel mevzilen, Ertuğ sen gözetleme kulübelerinden birine çık, Barkın Yıldırımla git, Emir ile Tekin siz ikinci kattan bizim çalışma odasında mevzilenin, Kalender benimle gel dinlenme odasına kurulalım. Telsizleriniz yanınızda olsun, oradan konuşacağız!”
Ben konuşmayı bitirmeye kalmadan dağılan adamlara ayak uydurarak Kalender’i çektim hızla. Koşarak aşağı inmemize kalmadan patlayan yüksek sesli bomba ile dişlerimi birbirine kenetledim. Omzumda takılı telsize basarak, “Yüzbaşı Tan konuşuyor, dikkatli mevzilenin beyler can kaybına müsaadem yok!” dedim dinlenme odasına girerken.
U koltuğun üzerindeki camları açtığımda önümüzü kaplayan uzun ağaçlar bizi gizliyordu.
“Komutanım ormanlık taraftan geliyorlar!” tanımadığım erkek sesi ile, “Boşta kalan kişiler ormanlık araziye! Gördüğünüzü indirin!” dedim bağırarak.
Dinlenme odasından herhangi bir atış gerçekleştiremediğimi anladığımda hızlıca odadan çıktığımda Kalender’in beni takip ettiğini biliyordum.
Bir patlama sesi daha duyduğumda ayaklarımın ucuna düşen el bombasını hızlıca ileri teptim. On adım ötemde patlayan bir diğer bomba ile yüzüm buruştuğunda Ertuğrul’a seslendim. “Ertuğrul herhangi bir şey görebiliyor musun?!”
“Komutanım şu an konumum çok iyi, ormanlık taraftan saldırı gerçekleşiyor.”
“Çatıya destek! Acil boşta olan kim varsa çatıya gelsin! Destek istiyorum!” Barkının bağırışlarını duyduğumda çatıya çıkan merdivenlere tırmanarak var gücümle koştum. Kendimi bir anda tuğlaların üzerinde bulduğumda hızla yere yatarak ormanlık arazinin olduğu yeri nişan aldım.
“Ormanlık arazinden çekilin el bombası geliyor!” bir askerin bağırışını duyduğumda saniyeler içerisinde göz gözü görmeyecek şiddette etrafa savrulan parçalar ile gözlerim kısıldı.
Mevzilendiğim yerden ellerindeki kasaturalarla askerlerime koşan kansızlardan önüme geçeni vurmaya başladım.
Sağ yanımda kalan Yıldırım gözünü kırpmadan önüne geleni vurmaya devam ederken kulaklarımı sağır eden kurşun sesleri kalbimi fethediyordu.
“Komutanım içeri girenler var dikkat edin!”
Bağırış sesiyle girişe en yakın adamlardan, “Ertuğ vurabiliyorsan indir, Tekin tutun adamı!” dedim gür bir sesle bağırarak.
Elindeki kasaturayı karşısındaki askere fırlatmaya yeltenen pisliğin tam bileğini hedef aldığımda sertçe geriye yapışan kanı bozuğa baktım zevkle.
“Aşağıdakiler durum nedir, bildir?” Miralay’ın panikli sesini duyduğumda adamlardan birsinin durum bilgisi kulaklarıma doldu.
Tam mevzilendiğim tarafa fırlatılan bomba ile yana savrulduğumda kulaklarım çınlamaya başladı. Kendimi zorlayarak elimden kayan tüfeğimi tuttuğumda Yıldırım’ın da zorla nişan almaya çalıştığını gördüm.
“Barkın iyi misin!”
Arkamda mevzilenen adama bağırdığımda iyi olduğunu duydum.
“Keskin, görüş açım yok durum ne?” Yıldırım’a bağırdığımda Yıldırım’ın kolundan akan kanın altındaki kiremitlere damladığını gördüm.
“Az kaldı, defolup gidecek pislikler.”
“Ormanlık araziye bomba atacağım beyler çekilin!” Ertuğrul’un sesini duymamla son gördüğüm iki kansızı hedef aldım.
Ağaçların dalları patlamanın etkisi ile etrafa saçılırken çatı geniş alana yayılan sarsıntının etkisiyle sallandı. Yüzüme çarpan parça ile gözlerim sıkıca kapandığında son kalan gücümle etrafta kalanlara sıkmaya başladım.
“Ormanlık araziyi terk ettiler diğer tarafa gidiyorlar!” Duyduğum sesle hızlıca Barkının tarafına mevzilendiğimde koşan pisliklerden önüme gelene sıkmaya başladım.
Barkının, “Armin çekil!” diyen sesini duymamla bedenimin çatıdan yuvarlanması saniyeler içerisinde gerçekleşmişti. Başım çarptığın yerin sertliğiyle gözlerimin kapanmasına vesile olurken duyduğum seslerin tamamı atışlardan ibaretti.
Evet canlarım bir bölümü daha bitirdik...
Armin ve Kalender kavgaları?
Psikolog beyciğimiz?
Armin'in geçmişte yaşadıkları?
Göktuğ sizce Armin'e neden başka doktor önerdi?
Armin'in Göktuğ'a bozulmasının altında bir sebep var mı dersiniz :)))
“Çok yoğunum ve sizin için ayırabileceğim bir randevu sürem kalmadı maalesef.” cümlesinin kapte bıraktığı etki...
Armin'İn hırsını çocuklardan çıkarması?
Barkın-Emir-Samet üçlüsünün karşılaşma anı?
Afil'den gelen mesaj?
Afil'in Armin'e söyledikleri ve ikisi arasında geçen konuşma?
Göktuğ sizce Afil'e bulaşmakla doğru mu yaptı?
Göktuğ'un telefon dinleme olayını etik bulmaması?
Armin ve Göktuğ arasındaki konuşmalar?
Tugaya düzenlenen saldırı?
Sizce Armin'e sonda ne oldu?
Genel olarak bölüm nasıldı canlarım, bölümdeki duygular size geçti mi?i
Haftaya Cumartesi 27.Bölümde görüşmek üzere, çok keyfili bir bölüm bizi bekliyor.
Yıldıza basalım canlar!
22.09.2024
Sevgilerle, Duru TAŞKULAK
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 27.92k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |