Canlarım, ballarım, aşklarım ben geldim!
Beni oldukça heyecanlandıran bir bölüm ile sizlerleyim ve eminim ki bu bölümün gelmesini bekleyen güzel bir kitle var...
Ölümle Baş Başa ve diğer kurgularım hakkında daha net fikirler elde etmek açısından sosyal medya -ınstagram- üzerinden buluşalım canlarım.
Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficiall
Bölüme başlamadan önce yıldıza basarak satır arası yorumlarınızı benimle paylaşmayı unutmayın!
Keyfili okumalar, bol tebessümler!
27. BÖLÜM AŞK DEDİĞİN
(Bölüm Şarkıları: Majeste- Aşk Dediğin, Kenan Doğulu- Vay Be)
Üzerimdeki ağırlıkla gözlerim zar zor aralandığımda yüzümün hizasına inen kasaturayı alıp sertçe üstümdeki şerefsize sapladım. “Ecdadını sikerim orospu çocuğu!” Yana ittiğim adamın yüzüne indirdiğim yumruklar son nefesini veren biri için pek de etkili değil gibi duruyordu.
“Durum nedir?” Telsizce sorduğum soruyla yere düştüğümde, “Temiz.” Diyen bir mırıltı duydum.
Tüfeğimi alarak zorla binanın önüne yürümeye başladığımda Türk bayrağı çekiştiren şerefsize baktım sinirle. “Ne yapıyorsun lan piç!”
Sırtından kendime çektiğim kansız şokla bana bakarken, “Bizim bayağımız duracaktır burada asker!” diyerek elinin arasında kalan bayrağı çekiştirdi. Yüzüne sert bir yumruk attığımda yere düşen pisliğin başına postalımı bastım. “Özür dile lan!”
“Dilemem!” zor çıkan sesine rağmen oldukça iddialıydı. Postalımı ağzının hizasına getirerek sertçe yüzüne teptiğimde, “Özür dile kırmayayım ağzını!” dedim yüzüne eğilerek.
“Neye özür dileteceksin bırak!” yerde sürünen adama sert bir tekme daha attığımda postallarımı üzerinde biraz daha kaydırarak malum yerine getirdim. Baskı uyguladığım saniye etrafa saçılan inlemesi ile kahkaha attım. “Özür dile kansız!”
Kaşlarım havalandığında başımı memnuniyetsizce iki yana salladım. “Düzgünce söyle beğenmedim bunu.”
“Kekeleme lan!” sinirle bağırdığımda ağzından bir inleme kaçtı. Acıyla kıvranan adama daha sert bir baskı uyguladığımda, “Özür dilerim bırak!” dedi bağırarak.
Alay edercesine güldüğümde, “Başka kelimeler eklemesene it! Özür dile düzgünce kırmayayım bir taraflarını!” dedim başına bir tekme atıp postalımı tekrardan münasip yerlerine bastırarak.
Rahatlamış gibi bir nefes aldığımda bayılması adına başına birkaç sert tekme daha geçirerek son gücümle yere yığıldım. Gözlerim kapanırken başım yavaşça yana düştü.
KURTULUŞ
“Armin Hanım beni duyuyor musunuz?”
Gözlerimi yavaşça aralayarak karşımdaki hemşireye baktığımda tanıdık simayla yavaşça gülümsedim. “Duyuyorum Şeyma sorun yok.”
“Kolunuza kiremit parçası saplanmış, ayrıyeten başını vurmanızın etkisiyle de ufak çaplı bir travma geçirmişsiniz ama iyi olacaksınız.” Elindeki pamuğu sol kolumdaki yaranın üzerinde gezdirdiğinde bir darbe daha aldığımı gördüm.
Şeyma bakışlarını ağırca yüzüne çevirdiğinde yarım yamalak başını salladı. “Bazı askerler geldi tabii, durumları hakkında net bilgim yok ama…”
Oflayarak etrafa baktığımda, “Tamam hadi bittiyse gideyim artık.” Diyerek sızlandım.
“Bitti bitti, kolunuza dikkat edin yeter.” Pansuman malzemelerini toplayarak kenara çekildiğinde hızlıca ayaklandım. Dönen başımla yatağın kenarına tutunduğumda, “Armin Hanım durun ne yapıyorsunuz? Öyle aniden kalkılır mı hiç, sakin olun.” Diyerek kalktığım yere geri oturttu.
Elimi alnıma yaslayarak gözlerimi kapattığımda, “Tamam herhangi bir sorun yok başım döndü yalnızca.” Diyerek mırıldandım.
Odanın kapısı hızla açıldığında nefes nefese kalmış Tekin ile göz göze geldik. Telaşla ayaklandığımda, “Diğerleri nerede?” dedim çabucak.
Tekin bana doğru iki büyük adım attığında koluma girerek beni odadan çıkardı. “Komutanım, Barkın ve Yıldırım’ın hafif yaralanması var. Ertuğrul’un da başına, patlayan bombadan bir parça isabet edince her ne kadar kaskına gelse de şiddetten bayılmış, gözetim altında şu anda. Kalender de kaçan adamın birini döverken kendini kaptırmış biraz onunda ufak bir yarası var. Emir zaten benimleydi o da iyi.”
Başımı sallayarak, “Barkınla Yıldırım hangi odada onlara bakalım önce.” Dedim etrafa bakınırken.
Tekin beni çekiştirmeye devam ederken, “İkisi de aynı odada gelin komutanım.” Diyerek mırıldandı.
Koridorun sonuna geldiğimizde, Tekin karşımızda kalan odanın kapısını yavaşça araladı. Gördükleri işine gelmiş gibi beni de içeri çektiğinde yatakta yatan yarı baygın adamlara baktım.
“İyi misiniz beyler?!” Sert bir sesle sorduğum soruya çatık kaşlarım takviye edilirken bakışlarım ikili üzerinde gezindi.
Yıldırım’ın benim gibi sol kolu sargılıyken, Barkının karın kısmında bir sargısı vardı.
İkisi de aynı anda, “İyiyiz komutanım.” dediğinde başımı salladım. “O zaman ben diğerlerine bakayım siz de iyi hissedince gelirsiniz.”
Odadan çıktığımda arkamdan gelen Tekin, “Kalender, Ertuğrul’un başında duruyordu ikisine de bakalım komutanım.” dedi sakince. Olduğum yerde durarak Tekin’i süzdüğümde üzerini kaplayan tozlu üniforması dışında herhangi bir sorunu olmadığını gördüm.
Tekin odayı bana gösterdiğinde kapıyı aralayarak içeri girdim. Kalender yatağın yanında kalan iki kişilik koltukta oturmuş yeri izlerken, Ertuğrul baygın bir şekilde yatıyordu.
“Kendinden geçmişsin paşam?” Mırıldanarak Kalender’in oturduğu koltuğun koluna kalçamı yasladığımda Kalender bana kısa bir bakış atarak, “Öyle.” dedi yalnızca. Bu aralar biraz gergindi ama yakın zamanda öğrenirdik sebebini herhalde.
“O zaman sen kendine gelene ve Ertuğrul ayılana kadar burada kal, biz Tekinle bir etrafa bakalım.” Diyerek omzuna vurdum. Tepki vermeyen adamdan uzaklaştığımda Tekin’e benimle gelmesi adına bir baş hamlesi yaparak odadan çıktım.
“Genel olarak durum nasıl? Başka askerlerden yaralı var mı?” Merakla Tekin’e baktığımda çıkışa doğru yürümeye devam ettik. “Askerlerden bazıları bombanın yakınında olduğundan baygınlık geçirmiş diye duydum. Çok büyük bir sorun yoktur diye düşünüyorum.”
Dışarı çıktığımızda görüntüler pek de hoş durmuyordu. Sağlık ekipleri ve jandarmalar teröristlerden geriye kalanları araçlara yüklerken etraftaki kalabalık yavaş yavaş azalmaya başlamıştı.
Sesin kaynağına döndüğümde koşarak bana yaklaşan Erdem’i gördüm.
“Erdem, hayırdır koçum?” merakla yüzüne baktığımda hiç beklemediğim bir cevap aldım.
Nefes nefese kalmış vaziyette şokla bana baktı. “Şîyar… Komutanım Şîyar kaçmış.”
KURTULUŞ
Sinirle odada dört dönerken, saldırının üzerinden geçen günler boyunca Yiğitler ile irtibatımızda tam anlamıyla kopmuştu.
Çağla bana yaklaştığında, “Komutanım biraz sakin olun sorun olmayacağına eminim, Göktürk’ün çıktığı görevleri daha önce birebir takip ettim… Bu görevden de başarı ile döneceğine eminim.” Dedi sakince.
Sinir dolu bir nefes verdiğimde, “Dört gün geçti Çağla! Onlar gideli ise altı hatta yedi gün! Ural’dan aldığımız bilgiye göre bu günler içinde işlerinin biteceğini söylemişlerdi…” dedim bir sağa bir sola yürümeye devam ederken.
Telefonumu elime aldığımda hızlıca Emeği aradım.
“Armin acilse söyle göreve çıkacağız!” bağıran kadının sesi uzaktan geliyordu.
“Emek, Yiğitler ile irtibata geçtiğinde bir bilgi alabildin mi? Şu an hiçbirine ulaşamıyoruz yardımına ihtiyacım var.” Karşı taraftan birkaç düşme sesi gelirken Emeğin bağırışını duydum. “Bombaların altında kalan saat.”
“Bombaların altında kalan saat diye bir mesaj attılar ve sonrasında biz de hiçbirine ulaşamadık. Her neyse Armin çıkmam lazım!” Telefon hızla kapanırken Çağlaya döndüm.
“Bombaların atlında kalan saat.”
Çağla dediğim şeye sövmüşüm gibi bakarken benim gibi bir tepki verdi. “Ne?”
Oflayarak telefonu cebime attığımda, “Yiğitlerden gelen son mesaj buymuş. Sence ne anlatmak istemiş olabilir?” dedim düşünürken.
“Bombaların altında kalan saat demek…” Çağla mırıldanırken masasına giderek Yiğitlere bir çağrı daha gönderdi. “Başların belada olduğunu sanmıyorum… Sanki iyiler gibi.” Kısık gözlerim karanlık odanın köşesinde sabitlenirken kendi kendime mırıldandım.
Duyduğum kelimeyle Çağlaya döndüğümde yani dercesine yüzüne baktım.
“Ural ile en son konuşmamızda bombaların dördünü yerleştirdiğini söylemişti.” Çağla çağrı göndermeye devam ederken tek kaşım usulca havalandı. “Yani bombaların hepsini yerleştirip patlattılar. Bombaların altında kalan saat ise… saat zamanı temsil ettiğine göre, herhangi bir sorun yok ama zamana mı ihtiyaçları var?”
Çağla eğildiği masadan bakışlarını bana çevirdiğinde göz göze geldik. “Aynen öyle!”
Başımı salladığımda odanın içerisinde yürümeye devam ettim. “O zaman beklemekten başka çaremiz yok.”
Çağla bilgisayarın başından ayrılarak bana yaklaştığında, “Gene de her ihtimale karşı tetikte beklemeliyiz, siz isterseniz timinizin yanına çıkın bir durumlarına bakın komutanım. Ben zaten buradayım, haber gelirse size ulaşırım.” Dedi sakince.
Derin bir nefes alarak Çağlayı onayladığımda uyuşan gözlerimi ovarak odadan çıktım.
Tugaya düzenlenen saldırı haberlere bomba gibi düşmüş, spikerler çok normal bir olay sunarcasına yarım saniyeyi zor aşan haberi sunmaktan keyif almışlardı.
Saldırıdan sonra tugayın asker sayısında artış meydana gelmişti ve yeni gelen birkaç timin haberini almıştım. Saldırının üzerinden dört gün geçmesine rağmen her şey çok hızlı ilerlemişti. Sağ olsun Yiğitlerden gelen istihbarat kesildiği için dört gündür tugayda yatıp kalkıyor ve ümitle gelecek olan haberi bekliyordum.
Yürüdüğüm koridorun ucundan gelen konuşma sesleri yeni gelen askerlere aitti. Kendilerinin epey konuşkan bir tim olduğundan bahsediliyordu ama gidip bireysel tanışma fırsatı bulamamıştım kendimde.
Koridorları kaplayan asker yığınını zar zor aşarak dinlenme odasının önüne geldiğimde geriye savrulan bedenimle şok eşliğinde karşımdaki askere baktım. “Ne yapıyorsun lan!”
Askerin çatılan kaşları olayı sorgulatırken, “Ne yapmışım?” dedi şaşkınca.
Sersemleyen bedenimi dikleştirerek askere doğu iki adım attığımda, “Oğlum önüne baksana!” diyerek sinirle yüzüne baktım.
Asker şaşkınlığını korurken, “Görsem çarpmazdım zaten, kusura bakmayın.” Dedi oflayarak. Sinirle yanından ilerlediğimde, “Sen gelsene benimle bir.” Diyerek kolundan çekiştirdim.
“Bırakır mısınız ne oluyor ya?” Asker şoktan şok seçerken çoktan bahçeye çıkmıştık bile.
“Otuz tur başla!” Gür bir sesle bağırdığımda bombaların etkisiyle pek de ağaç kalmayan ormanlık araziyi işaret ettim.
“Yüzbaşı Armin Tan olarak emrediyorum asker kırk tur başla!” Sinirle bağırdığım adam şaşkınlığına biraz da korku eklediğinde hızlıca tekmil verdi. Gitmesi adına elimi kolumu salladığımda ayaklarını bir taraflarına vurarak koşmaya başladı.
“Askerimin neden ceza aldığını öğrenebiliyor muyum acaba?”
Yanımdan gelen yabancı erkek sesiyle kollarımı göğsümde bağlayarak adama döndüm. “Kendisinde biraz alıklık var galiba… Önüne bakmadığı gibi verilen emri de ikiletiyor, ben şahsen pek beğenmedim bu durumu.”
Adam gülerek ormanlık araziye baktığında bana döndü. “Onda biraz sıkıntı var, siz kusuruna bakmayın.” Yorgunluktan zor araladığım gözlerimle adama bakarken, “O biraz koştursun siz alırsınız sonra.” diyerek yanından geçtim hızlıca.
İçeri girip sola yönelerek dinlenme odasına girdiğimde ayakta duracak gücüm kalmamıştı resmen. Derin nefesler alarak koltuğa ilerlediğimde timin sağlam kalanlarından Tekin yardımıma koştu. “Komutanım bu haliniz ne?” Beni yavaşça koltuğa oturtturduğunda, “Dört gün oldu Tekin. Dört gündür neredeyse hiç uyumadım, bayılmam an meselesi.” Dedim zor çıkan sesimle.
“Dışardaki askeri neden koşturdunuz Komutanım?” Yıldırım koltuğun köşesine yayılmış vaziyette bana bakarken sol kolumu yavaşça sıkarak yaramın ağrıyan yerlerini ovmaya başladım. “Hem önüne bakmıyor hem de emrime karşılık veriyor alık adam, koşsun az kendine gelir belki.”
“Bu aralar bir gerginlik var sanki üzerinizde.” Kalender’in bayık çıkan sesiyle aynı sesine benzer bakışlarımı üzerine attım. “Aynen, geceleri uykumu alıp sabahleyin tugayda bittiğim için baya enerjik oluyorum sen de haklısın.”
Kalender bu aralar Ertuğrul’un ilk zamanlardaki halinden daha da bir çekilmez hale gelmişti. Öfke problemimi vardı başka bir şey mi kafa yoracak gücüm kalmadığından sorgulamıyordum. 1
“Yaralarınız nasıl oldu?” diyerek Barkın ve Yıldırım ikilisine baktım.
Barkın ağzının içinde, “İyi.” Diyerek mırıldandı.
Yıldırım yanımda oturan Emir’i ittirerek yanıma kurulduğunda, “Benim de iyi komutanım, siz nasılsınız?” dedi üzerimi süzerken. Gözlerimin yanmasına karşı koymaya çalıştıkça durum daha da zorlaşıyordu resmen. “Yaramda sorum yok da çok yoruldum gerçekten.”
Kalender merakla, “Yiğitlerden haber var mı?” dedi.
Kaşlarımı yukarı kaldırdım. “Yok maalesef.”
Tekin elindeki tepsiyle yanımıza geldiğinde, “Bir sorun yoktur, siz sıkmayın canınızı.” Diyerek elime bir kupa tutuşturdu. Buharı üzerinde tutan kupaya burumu yaklaştırdığımda kokusunu hissettiğim çay ile yüzüm buruştu. “Bu ne oğlum?” bakışlarım Tekin’deyken bir yandan da elimdeki kupaya bakıyordum.
Tekin kendine de bir kupa alarak arkasına yaslandığında, “Zencefil çayı komutanım, yorgunluğunuzu alır.” Diyerek gülümsedi.
Gözlerimi devirerek ofladığımda, “Başımıza yürüyen aktar mı kesildin sen, ne bu her gün farklı bir çay falan?” dedim merakla.
Tekin hızlıca doğrularak öne eğildi. “Komutanım öyle demeyin baya işe yarıyor cidden. Hem bu aralar biraz yoğunuz bildiğini üzre, hep ondan yani.”
Gülerek kupayı dudaklarımla bütünleştirdiğimde yavaş bir yudum aldım. Sıcak çay dilimin üzerini bir acı biber gibi uyuştururken yüzümü buruşturmamaya özen göstererek Tekin’e yarım ağız gülümsedim.
“Bize görev yok herhalde.” Mırıldanan Yıldırım’a delici bir bakış attığımda, “Allah aşkına bir dur, gözümü açmaya mecalim yok çaylak!” dedim sinirle. Göreve çıkmaktan ne kadar zevk aldığımı anlatmama bile gerek yoktu ama gerçekten bu aralar oldukça yorgundum. Hatta kelimenin tek anlamıyla, yıkık.
Çayımdan yudumlar almaya devam ederken kafam o kadar karışıktı ki neyi düşüneceğimi bile bilemiyordum resmen. Kalender’e döndüğümde ayaklanarak kapıyı işaret ettim. Kalender elindeki kupayı sıkıca kavrayarak ayaklandığında hızlıca dışarı yöneldim.
“Gidiyor çifte kumrular.” Arkamdan gelen Emir ve Yıldırım’ın kıkırtısıyla ağzımı açmama gerek kalmadan Kalender sinirime yardımcı oldu. “İkinizde kalkın hemen!”
“Komutanım vallahi kötü niyetle demedik ya.” Sızlanan Emir’e sen akıllanmazsın bakışları atarken Yıldırım’a da kısaca çenenin yayını- diyen bakışlarımdan gönderdim.
Kalender, “Yürüyün lan!” diyerek ikisinin de ensesinden öne ittiğinde ikili önümüzden masum kedi yavruları gibi yürümeye başladı.
Dışarıya çıktığımızda Kalender ikiliyi koşu alanına fırlatarak -evet kesinlikle fırlatmıştı- yanıma geldi. Bakışlarım etrafta sağlam kalmak adına direnen çardaklarda dolaştığında benim mükemmel çardağın bombaların etkisiyle hiçbir parçasının kalmadığına şahit oldum. Üzgünce kalan çardaklardan birine yöneldiğimde Kalender bir müddet koşan ikiliyi izledi.
Kupayı masaya bıraktığımda cebimden sigara paketini çıkardım. Sigarayı görmüş gibi soluğu çardakta alan Kalender de benden nasiplenirken yaktığım sigarayı yavaşça içime çektim.
“Ne iş?” Bir gözümü kırparak başımı iki yana salladığımda Kalender parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigarayı yanaklarını içine göçürtecek şiddette içine buyur etti. Sigarayı yavaşça dudaklarından uzaklaştırdığında, “Psikologla konuştum Armin.” deyip tam gözlerimin içine baktığında sinirle odadan kaçtığım günü hatırladım.
Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak serbest bıraktığımda, “Biliyorum Kalender bende oradaydım.” diyerek umursamaz bir tavır sergiledim.
Kalender sigarasını parmaklarının arasında iyice sıkarken avuç içini alnına yaslayarak ofladı. “Armin, adam o kadınla görüşmenin ne kadar tehlikeli olacağından bahsetti bana. Tehlike barındıran kişinin annen olması bir yana senin bunu bile bile tehlikeye koşman diğer yana… Eğer ki o kadınla bile isteye görüşmeye devam edersen durumdan ne kadar etkileneceğinden emin değilmişiz, senin iyiliğini düşünüyorum ama senin de biraz olsun kendini düşünmen lazım.” 1
Bakışlarım etrafta dolaşırken sigaramı içerek çayımdan da bir yudum aldım. “Ben bunları zaten biliyorum. Söyle o çok bilmişe, bana başkalarını önereceğine karşıma çıkıp adam akıllı bana konuşsun.”
Kalender yavaşça güldüğünde çatık kaşlarımla onu süzdüm. “Ne gülüyorsun sen be?”
Kalender bana anlamadığım bir bakış atarken, “Hiç.” diyerek omuzlarını kaldırdı. “Bu aralar yorgun olmana veriyorum, anlarsın belki.” 1
Anlamsızca yüzüne bakmaya devam ederken karşımdan kalkarak bahçenin az ortasına yürüdü. “Ulan siz yürüyor musunuz? Koşun zevzekler hadi! Oraya gelirsem bacaklarınızı kırar bir taraflarınıza… Her neyse, arttırın tempoyu!”
“Komutanım siz koşu alanın genişliğini biliyor musunuz?” Emir nefes nefese kalmış bir halde Kalender’e bağırdığında Yıldırım’ın Emir’in ağzını kapatmaya çalıştığını gördüm.
Kalender gülmeye başladığında, “Çaylak sen gel, Yıldız ekstra on tur daha, devam et!” diyerek kollarını göğsünde bağladı.
Yıldırım kan ter içinde kalmış vaziyette ağır adımlarla Kalender’in yanına geldiğinde, “Eyvallah Komutanım adamsınız.” Diyerek saçma sapan mırıldandı. Kalender Yıldırım’ın kalçasına doğru hafif bir tekme atarak dilini ısırdığında, “Defol git lan gözüm görmesin seni!” diyerek bağırdı. Yıldırım koşarak içeri kaçtığında Kalenderde tekrardan karşıma oturdu.
Sigaramın sonunu da çekerek masanın üzerine söndürdüğümde izmariti dibimdeki çöpe attım. Bakışlarım Kalender’deyken, “Sen nasılsın?” dedim sakince.
Kupasını eline alarak yavaşça kaldırdığında âdem elmasını hareketlendi. “Her zamanki gibi işte, normal devam ediyorum.” Elalarım istemsizce tugayın kapısına kaydığında Tekin’in yeni gelen askerlerin birisiyle ayak üstü sohbet ettiğini gördüm. Kalender bakışlarımı takip ettiğinde ne soracağımı anlamış gibi sesli bir nefes verdi.
“Sen ne düşünüyorsun?” Merakla Kalender’e baktım.
Kalender hâlâ Tekin’e bakmayı sürdürürken, “Benlik bir sorun yok. Mine zaten ne karar vereceğini iyi bilen zeki bir kadın, aynı şekilde Tekin de öyle ama ikisi de birbirinden çekiniyor gibi…” dedi anlam veremez gibi.
Kaşlarım havalanırken dilimi damağıma vurdum. “Çekinmek değil. Tekin tamamen arkasında bir kadın bırakmaktan korkuyor, Mine istiyor ama Tekin’den gelecek tepkiye hazır olmadığı için kaçmayı tercih ediyor bence. İkisi de birbirinden etkilenmiş gibi hatta daha fazlası da olabilir ama o kadarını bilmiyorum.”
Kalender bana bakarken yavaşça gülümsedi. “Mine biraz da benden çekiniyor anlam veremediğim bir şekilde.”
Gülmeye başladığımda sakince karşılık verdim. “Senden değil, aralarındaki yaş farkına vereceğin tepkiden çekiniyor.”
Kalender gözlerini kapatarak başını omzuna yatırdığında gülmeye başladı. “O beni ilgilendirmiyor işte. Kendi kararı her neyse saygı duymak da boynumun borcu. Ayrıca aralarındaki yaş farkı çok değil bence. Tekin yeni yirmi altı oldu Mine de yeni yirmi bir… ki Mine oldukça olgun bir kadın olduğuna göre pek de sorun olmaz gibi duruyor.”
Aralarında beş yaş vardı ama Kalender’in de dediği gibi Mine oldukça olgundu. Minenin aksine Tekin biraz daha çocuksu ama yeri geldiğinde de ciddiyetinden ödün vermeyen bir adamdı. İkisi içinde mutlu olmalarından başka bir şey dileyemezdim.
Tekin konuşmasını bitirmiş bize doğru yaklaşırken Kalender bana kısa bir bakış attı. “Şimdi başlar gene ne zaman boşanıyorsunuz havalarına.” Hafif bir kahkaha attığımda Tekin çardağın yanına gelip ciddiyetle ikimize baktı. “Harbiden soruyorum, siz ne zaman boşanıyorsunuz?”
Kalenderle eş zamanlı bir kahkaha patlattığımızda Tekin huysuzca beni ittirerek yerime oturdu. “Bakın komutanlarım bu ciddi bir iş, maazallah benden başka öğrenen olur herkes benim gibi iyi sır saklayamaz yani haberiniz olsun.” Kısacası ayağınızı denk alın gibi bir laf sokuyordu alttan alttan.
Kalender aramızdaki masanın üzerine eğilerek Tekin’e yaklaştığında, “Kardeşim sen beni mi sınıyorsun?” dedi merakla. Tekin omuz silkerek şaşkınca bana döndüğünde, “Aşk olsun Komutanım, olur mu öyle şey?” dedi yarım ağız mırıldanarak.
Çayımın sona kalan kısmını içtiğimde kupayı sertçe masaya bırakarak ayaklandım. “Yiyin birbirinizi ben gidiyorum uyuyacağım.”
Uyumaya emin adımlarla içeri girdiğimde oyalanmadan odamın olduğu kata geldim. Askerlerin yaptığı kalabalık beni bunaltırken odama geçerek kapıyı kilitledim. Ayağımdaki postalları çıkardığımda üzerimdeki üniformanın dış kamuflajını da çıkararak dikkatlice kenara bıraktım. Beylik tabancamı da yastığın yanına sıkıştırdım. Yatağa uzandığımda göz kapaklarım yorgunluğuma karşı gelememiş bir havayla yere kapaklandı. Etraf karanlıklaşırken sızlayan kolum ve ağrıyan sırtım beni karanlığın dibine çekti.
KURTULUŞ
Gözlerim yanmasına rağmen aralanmak konusunda ısrarcı olduğundan karanlık odanın içerisinde anlamsız bakışlarımı gezdirdim. Yastığın altındaki telefonu alarak uyku sersemi halimle ekranı açtığımda son parlaklıkla gözlerimi yakmaya yemin etmiş ışığa küfrettim. Saat gece yarısı beşken ekrana anlamsız bakışlar attım. Bir Allah’ın kulu da uyan dememiş miydi gerçekten?
Telefonu yatağa fırlatarak yüzümü yastığa gömdüğümde dudaklarımın arasından anlamsız mırıltılar döküldü.
Bildirim gelen telefonu nereye attığımdan haberim olmadığı için elimi kolumu yatakta gezdirdim. Elime değer telefonla hızlıca ekranı açtığımda Kalender’den gelen mesajla gülmeye başladım.
Kalender Çiler: Umarım uyanmışsındır yoksa öldüğünü falan düşüneceğim. Bizimkileri topladım içtimaya geliyoruz birazdan, uyanmalısın bence. (05.24)
Armin Tan: Allah rızası için koştur dur hepsini ben yatmaya devam edeceğim, size başarılar diliyorum. (05.26)
Gözlerimi kapattığımda titreyen telefon ile sinirle ofladım.
Kalender Çiler: Tamam uyumaya devam et, ben senin yerine havuza gömerim hepsini. (05.26)
Gülmeye başladığımda ağrıyan gözlerime yumruk yaptığım ellerimi bastırdım. Saldırının üzerinden geçen zaman boyunca asla uyuyamamış, uykuyu bırak gözümü kapalı tutmaya bile vaktim olmamıştı. Şu an öyle bir uyumak istiyordu ki canım… Uykuda baygınlık geçirecek raddeye gelecek kadar uyumak.
KURTULUŞ
“Komutanım! Acil kalkmanız lazım haber geldi! Komutanım kalkmalısınız!” Kapının yumruklanma sesleriyle karışan ses oldukça tanıdıktı. Elbette ki Erdem…
Hızlıca ayaklandığımda kalkmanın verdiği şiddetle sertçe yere düştüm. Kalçam zeminle buluşurken düşmenin etkisiyle sızladı. Oflayarak yataktan destek aldığımda beylik tabancamı belime sıkıştırıp üzerime üniformayı geçirdim. Telefonu alarak kapıyı açtığımda şükür dercesine bana bakan Erdem’e anlamsız bakışlar attım.
“Ne yapıyorsun oğlum sen?” Ayılamadığımdan kapının eşiğine tutunarak destek aldım.
Erdem halime acırcasına bir bakış attığında, “Yiğitlerden haber var.” diyerek dümdüz bakmaya devam etti. Gözlerim saniyesinde fal taşı gibi açılırken Erdem’in omzuna vurarak koşmaya başladım. “Ulan hayırsız baştan söylesene!”
Erdem arkamdan koşarken, “Uyanmadan nasıl söylememi bekliyordunuz ki Komutanım? Alemsiniz vallahi.” Dedi gülerek. Arkama doğru delici bir bakış attığımda Erdem susarak bana eşlik etti.
“Oha!” İstemsizce bağırdığımda Erdem gülerek önüme geçti. Kapıyı araladığında karanlık odanın tek ışık kaynağı olan dev ekranda bir arazi görüntüsü vardı.
Çağla beni görünce gülümsediğinde, “Bakın haber geldi.” diyerek ekranı işaret etti.
Anladığım kadarıyla iletişim konusunda uzman olan çocuğa baktım. Elimi şıklatarak ekranı işaret ettiğimde sesimizin aktif olduğunu gösteren ışık yanmaya başladı. “Göktürk, Tan konuşuyor durum bildir.”
Karşıdan bir hışırtı yükselirken, “Bombalar istediğimiz gibi bize oldukça yardımcı oldu ama Şîyar’ı kaçırdık. Şu an onu arıyoruz, eğer ki bulamazsak sizinle tekrardan haberleşiriz.” dedi yorgun çıkan sesiyle.
Rahat bir nefes verdiğimde Çağla Göktürk’e durumları hakkında birkaç temel sordu sordu. Dinlediğim diyalog sonucu iyi olduklarına kesin kanaat getirdiğimde gerçekten de içim rahatlamıştı. Ekran Göktürk’ün isteği üzerine kapatıldığında yüzümün yarısına vuran ışık gözlerimi alıyordu. Çağlaya bakmaya başladığımda Çağla da bana döndü. “En azından kampı halletmişler.” Omuzlarını kaldırarak mırıldandığında gülümseyerek başımı salladım. 2
“Ben benimkilere bakayım gene uğrarım Çağla.”
Çağla bana gülümseyerek karşılık verdiğinde, “Kolay gelsin arkadaşlar.” diyerek ortaya konuştum.
Sakin ve rahatlamış bir tavırla odadan ayrıldığımda gerçekten nasıl bu kadar uyuduğuma anlam verememiştim. Aslında yorgunluğuma nazaran az bir uykuydu ama içtimayı bile ciddi ciddi kaçırdığıma yanıyordum. Kendi kendime mırıldanarak koridorda yürümeye başladığımda yeni gelen timin geveze vatandaşlarına bayıkça baktım. Ne zaman görsem kahkahalar, konuşmalar havalarda uçuşuyordu.
Yanlarından geçerek dinlenme odasına girdiğimde ayaklanmaya yeltenen adamlara saçma bir bakış attım. “Günaydın beyler!”
“Günaydın komutanım.” Hep bir ağızdan mırıldandıklarında bakışlarım yanımda kalan Kalender’e döndü. “Ne yaptırdın?” Yandan gülerek oturan adamlara baktığında, “Havuzda keyif yaptırdım daha ne olsun.” Deyip alayla sırıttı.
Emir ağzının içinde Yıldırım’a doğru, “Ne keyif ama…” diyerek mırıldandığında Yıldırım tarafından karın boşluğuna sert bir dirsek yedi. “Susmayı mı denesen az?” Yıldırım yılmış bir tavırla Emir’e baktı. Biz Yıldırım’a bahane buluyorduk ama Emir’in de maşallahı vardı gerçekten. Kimin üst kimin alt olduğuna karar veremez hale gelmiştik topluca.
“Ne o Yıldız, biraz daha mı koşmak istiyorsun?” Kalender tehditvari sesi eşliğinde Emir’e bakarken Emir gözlerini büyütüp başını iki yana salladı. “Estağfurullah Komutanım, hiç alakası bile yok.”
Kalender üfleyerek arkasına yaslandığında bana döndü. “Sen ne yaptın, uyuyabildin mi?”
Başımı ağırca salladığımda, “Uyudum ama bedenim hâlâ yorgun.” Dedim mırıldanarak.
“Komutayım zencefil çayı!” Tekin hızlıca ayaklanarak bana baktığında dudaklarım aralık kalmış vaziyette yüzüne bakakaldım.
“Oğlum sen manyak falan mısın? Ne zencefili ne papatyası rahat bırak beni!” Sinirle yüzüne baktığımda beni dinlemeden tezgâha yöneldi. Derin bir nefes vererek olduğum yere sindiğimde kollarımı göğsümde bağlayarak başımı önüme eğdim. “Bu ne komutanım saklanma pozisyonu mu?” Ertuğrul’un gülen sesini duyduğumda başımı kaldırmadan gözlerimle alttan delici bir bakış yolladım.
“Dosyaları ben hallettim. Sen masandakilere imza atsan yeter.” Kalender sakince konuştuğunda ağlarcasına bir mırıltı çıkardım dudaklarımdan. Ne dosyası arkadaş!
Başımı ağırca kaldırdığımda karşımda elindeki tepsiyle bana bakan adama baktım umutsuzca. “Ya beni sınıyor musun? İçince ne olacak, yorgunluğum mu uçacak?”1
Tekin gözlerini kaydırarak mavi gözlerini belertti. “Komutanım siz bir içseniz her şey tamam da sürekli söyleniyorsunuz yani.” Susmayacağını bildiğimden tepsideki kupayı aldığımda sırtımı yumuşak yastıkla buluşturdum.
Ben çayımı içerken, Barkın ve Kalender sohbete dalmış geriye kalan dörtlü de kendi aralarında saçma bir muhabbet ediyorlardı. Çayımı yarılayıp önümdeki masaya bıraktım yavaşça. Hiçbirini dinlemek istemediğim için olduğum yerde oturmaya devam ederken cebimde titreyen telefon ile kaşlarım çatıldı.
Göktuğ Kurt: Eğer müsaitsen akşam bir yemek yeme imkânımız var mı? (13.04)
Mesajı okur okumaz kalbimde hissettiğim manasız sızı bütün bedenime yayılıp beni uyuşturmuştu adeta. Ellerim saniyesinde buz keserken uzun bir süre ekranla bakıştım. Ne oluyordu böyle?
“İyi misiniz?” Barkının borazan gibi çıkan sesi ile içinde bulunduğum atmosfer patlarken sinirle bakışlarımı çevirdim. “İyiyim Koç sen devam et sohbetine, Allah Allah!”
Ekran, bakışlarımın uzamasından kaynaklı kararmaya başladığında hızlıca klavyeyi açtım. Ne yazacağımı bilemez şekilde oldukça zor bir durumun içindeydim şu an!
Armin Tan: Akşam saat sekiz gibi müsaidim. Nerede buluşalım? (13.09)
Tam mesaja bakması için beklemeye hazırlanırken saniyesinde gelen konuma şaşkınlıkla baktım.
Göktuğ Kurt kişisinden bir konum.
Göktuğ Kurt: Burası, o zaman akşam sekizde görüşmek üzre. (13.09)
İstemsizce kıkırdadığımda bütün adamların üzerime döndürdüğü bakışlarından rahatsız olmuştum. Kalender bunu anlamış gibi, “Dönün lan önünüze!” dediğinde Emir her zamanki gibi susmadı. “Nasıl da korumacı bir bey…”
Kalender yavaşça ayaklandığında, “Yıldız, dışarı!” diyerek kapıyı işaret etti. Emir ağlarcasına bir ses çıkardığında Barkının ittirmesi üzerine yere düştü. Yıldırım Emir’i kaldırarak kapıya ilerlettiğinde Kalender’den bacaklarına yediği tekme ile koridora çıkmış bulundu.1
Parmaklarım yüzümdeki tebessüm eşliğinde klavyede gezindi.
Armin Tan: Görüşürüz… (13.10)
Kalbimin hızı yüzü geçmişti herhalde… Göğüs kafesimi zorlayan organ hızlı atışlarını sergilerken dudaklarımın arasından hisli bir nefes çıktı.
KURTULUŞ
“Allah seni kahretmesin Armin!” kendi kendime bağırdığımda üzerime dökülen kahve ile ağlayacak durumdaydım şu anda. On dakika içerisinde çıkmazsam muhtemelen geç kalacaktım ama aksilik yakamı bırakmamaya özen gösterir gibi gene benimleydi.
Üzerimdeki gömlek kahveden nasibini almış gibi lekelenirken yırtarcasına çıkardım. Kenara fırlattığım gömlek sinirlerimi bozarken altımdaki pantolonu da çıkarıp başka bir köşeye savurdum.
Zaten beğenmemiştim, iyi de olmuştu.
İçimde kalan tulum giyme isteğini bastıramadığımdan kılıfında duran hiç giymediğim siyah tulumu büyük bir özenle çıkardım. Sütyenim tulumun üst kısmına uygun olmadığından onu da çıkarıp fırlattığımda tulumu yavaşça bacaklarımdan yukarı çektim.
Boyun kısmındaki kumaşı arkadan bağladığımda göğsümün ortasında açık kalan kumaş göğüslerimi iki yandan ayırıp ayrıca kavramıştı. Belimi tam saran tulum bacaklarıma inerken oldukça bollaşmış ama şıklığından asla ödün vermemişti.
Saçım ve makyajım zaten bitmişti. Saçımı tam yukarıdan ya da ensemin kökünde olmamak şartıyla orta seviyede dağınık bir topuz yapmış, göz makyajımı rimel, eyeliner ve hafif koyu far eşliğinde pek abartmamıştım. Dudaklarımdaki toprak rengi ruj üzerimdeki tulumla oldukça uyumlu duruyordu.
Tek sorun kolumdaki sargı beziyken orayı nasıl kapatacağım hakkında bilgim yoktu. Çok kötü durmuyordu ama gene de beni rahatsız etmeye yetmişti. Daha fazla kendime bakmadan sargıyı falan boş verdim. Çantamı alarak kapıya koştuğumda ayakkabılıktan aldığım uzun ve ince, sivri dilli topukluyu ayağıma geçirdim.
Vestiyerden aldığım diz kapaklarımı geçen uzun siyah paltoyu omuzlarıma attığımda daha fazla oyalanmadan evden çıktım. Merdivenleri dikkatlice indiğimde havanın soğuğu tulumumu pek beğenmemiş gibi daha da sertleşmişti.
Dış kapıyı açtığımda çoktan kararan havaya kısaca bakarak arabama bindim. Çantamı ve paltomu yan koltuğa bıraktığımda elim direksiyona gitti. Bakışlarım istemsizce ince uzun yüzük parmağımı kavrayan ikilide takıldı. Yüzükler o günden beri asla parmağımdan ayrılmazken şu anda çıkarıp fırlatma isteğime engel olamıyordum açıkçası. Düşünmedim. Yüzükleri çıkardığım gibi torpido gözüne fırlattım. Sahte bir şeyi uzatmanın alemi yoktu sonuçta.1
Arabayı çalıştırarak yola çıktığımda navigasyonun beni ortadan men etme gibi bir derdi olmamasını umdum. O kadar saçma yollara yönlendiriyordu ki beni… Kadının sesi belli bir müddet sonunda beynimde büyümeye başladığında radyoya uzandım.
Kenan Doğulu’nun sesine ek arkadan çalan keman ve enstrümanlar birbirine karışmış vaziyetteydi.
Yine sana rastlar, sırtımı da yaslardım
Yetmiyor ilaçlar, gerekli bir acil yardım
Yüzümdeki gülümseme büyürken kalbimdeki o değişik sızı tekrardan bedenime yayılmaya başlamıştı. Sanki bir zehri tek dikişte içmiş, bedenime yayılmasını beklerken uyuşuyor gibi hissediyordum. Ama o zehir ne denli hoşuma gidiyordu oysaki…
Kadının yönlendirmeleri ve aynı şarkının onlarca kez başa sarılıp etrafa yayılması üzerine sonunda istediğim yere gelmiştim. Arabayı park ettiğimde arabanın içerisinde anlamsızca ne kadar oturduğumu hesaplamamıştım ama kalbimdeki o yoğunluk adım atacak gücü bana bırakmamış gibiydi.
Buz kesmiş ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırarak ileri geri sallandığımda derin bir nefes verdim. “Hadi Armin ne yapıyorsun ya?” Kendi kendime mırıldandığımda daha fazla beklemenin bir manası olmadığı için çantamı ve paltomu alarak arabadan indim. Arabayı kilitlediğimde paltomu omuzlarımın üzerine çekerek sakince restorana yürümeye başladım.
Kapıda bekleyen adam bana bakarak gülümsediğinde, “Hoş geldiniz efendim içeri alalım sizi.” diyerek geçmem adına yol verdi.
İçeri girdiğimde pek kalabalık olmayan hatta neredeyse boş olan restorana baktım.
Kapının dibinde bekleyen kadın beni görür görmez, “Hanımefendi sizi şöyle alalım.” diyerek ileride bir masayı işaret etti. “Teşekkür ederim.” Kadına yavaşça gülümseyerek ileriye doğru yürümeye başladığımda sakince oturan adam beni fark etmemişti.
Üzerindeki siyah gömleği yırtılmamak adına savaş verirken gömleğin üzerine geçirdiği takımı jilet gibi gözüküyordu. Kollarında onu ilk gördüğüm günkü düğmeleri vardı. G ve K yazan şık iki düğme… Altındaki takımına uygun pantolonu da siyah olduğundan baştan sona simsiyah gözüküyordu.
Koyu kumral saçlarının hafif dalgası güzeldi. Kelimelerin yetmeyeceği kadar… Alnına dökülen birkaç parça doğallığından ödün vermezken, anlamlandıramadığım gözleri geldiğimi hissetmiş gibi üzerime çevrildi.
Hızlıca ayaklanan adamla kendimi kısacık hissederken kendimden asala beklemediğim bir çekingenlikle masaya yaklaştım. “Merhaba.”
Bana bakarak genişçe gülümsediğinde, “Merhaba.” diyerek heyecanlı bir tavırla ellerini salladı.
Ellerine bakarak güldüğümde, utanmış gibi ellerini hızlıca ceplerine sokarak bana bakmaya devam etti. “Hoş geldin, teşekkür ederim beni kırmadığın için.”
Dudaklarımdaki durduramadığım gülümseme büyürken, “Hoş bulduk.” dedim içime kaçmış salak sesim eşliğinde.
Göktuğ unutmuş gibi panikle bana yaklaştığında sandalyemi çekerek bana baktı. Paltomu omuzlarımın üzerinden alarak nereye koyacağımı bilmediğimden etrafa bakındım. Göktuğ paltomu alarak koluna astığında daha fazla bekletememek adına yavaşça sandalyeye oturdum.
Göktuğ saniyelik bir hareketle arkama kaçtığında paltomu görevlilere bırakacağını anladım.
Kalbim hızla çarpmaya devam ederken dudaklarımın arasından titrek bir nefes kaçtı. Ellerimi birbirine kenetleyerek kalbimin normal seviyede atmasını planlarken masaya yaklaşan adamla bütün dikkatim dağılmıştı. Karşımdaki sandalyesine oturarak masaya yaklaştığında parlayan gözleri eşliğinde bana baktı.
Yüzüm sıcaktan pancara dönmüş vaziyette karşımdaki adama baktığımda ne diyeceğimi gerçekten bilemiyordum.1
“Yemeklerimizi söyleyelim sonra konuşalım olur mu?” İlk konuşan kişi ben olmadığım için içim biraz rahatlamıştı.
Başımı sallayarak, “Tabii ki bana hiç fark etmez.” Dedim gülümseyerek.
Sen adamın yüzüne yumruğu bas sonra sırıt Armin, devam et.
Garson bize yaklaşarak siparişlerimizi aldığında Göktuğ tekrardan bana döndü. Tam konuşacaktı ki ağzına tıktığım laf yüzünden susmak zorunda kaldı. “Ben geçen gün adına senden çok özür diliyorum. Yani ondan duymanın verdiği siniri sana yansıttım, bir de yumruk attım tabii lütfen kusura bakma. Arabada da biraz fevri davrandım farkındayım ama önemli bir durum vardı…”
Göktuğ beni anlıyormuş gibi baktığında, “Hiç sorun değil, tepkini anlayabiliyorum yani özür dilemene gerek yok.” Dedi sakin bir ses tonuyla.
Gülümsediğimde alnımdan gözlerimin önüne düşen ince tutam dikkatimi dağıttı. Göktuğ uzun kolunu uzatarak saçı eskisi gibi geriye attığında kalbimdeki sızı büyüdü.
“Bu arada koluna ne oldu?” Eli sargının üzerinde gezinirken gözlerindeki telaş sesine yansımıştı.
Başımı omzuma eğdiğimde dudaklarımı birbirine bastırdım. “O gün oldu bir şeyler, çok önemli değil zaten mikrop kapmasın diye açmadım sargıyı yoksa büyük bir yara değil yani.”
Göktuğ’unun gözlerinden bir hüzün dalgası hırçınlaştığında kolunu geri çekerek gözlerime baktı. “Öyle diyorsan…”
Önümüze bırakılan yemeklere baktığımda Göktuğ’unun üzerimdeki bakışlarından elim ayağıma daha da fazla dolaşıyordu. “Şöyle bakmasan mı acaba?” Sessizce mırıldandığımda kulaklarıma dolan erkeksi kahkaha ile gözlerim yavaşça kapanırken derin bir nefes aldım.
“Nasıl bakıyormuşum?” İnatlaşır gibi gülerek kurduğu cümle ile dirseğimi masaya koyarak avuç içimi yanağıma yasladım. “Oldukça değerli bir şeye bakıyormuş gibi…” 2
Omuz silktiğinde dudağının kenarı kıvrıldı. “Öyle çünkü.”
Elalarım anlamlandıramadığım renklerde donakalırken dudaklarım yavaşça aralandı. Göktuğ şok oluşumu anlar gibi yavaşça tebessüm ettiğinde önümdeki tabağı işaret etti. “Başlayalım istersen.”
Bence de yemek yiyelim yoksa ağzım beş karış açık vaziyette gece sonuna kadar bakacaksın yani!
İçimden kendime söverken nasıl bu denli kendimi kontrol edemediğimi idrak etmeye çalıştım. Şu anda Emir ve Yıldırımdan bile daha beterdi hâlim… Önümdeki eti sinirle kestiğimde ağzıma attığım parçayı yavaşça çiğnemeye başladım.
“Seninle seansa devam edemem Armin o yüzden önerdiğim arkadaşlarımla görüşmen gerek.” Naif bir ses tonuyla konuşan adama baktım anlam vermediğim bir hüzünle.1
“İyi de neden?” Omuzlarımı kaldırarak elimi cümleye uyan bir hareketle salladım.
Çatalını ve bıçağını tabağın iki yanına bıraktığında yumruk yaptığı elinin üzerine parmaklarını sardı. Dikkatle bana baktığında, “Çünkü etik değil.” diyerek mırıldandı.3
Dudaklarım buruştuğunda, “Ne etik değil?” dedim anlamsızca.
Göktuğ derin bir nefes aldı. “Etkilendiğim bir kadının hayatını dinlemeye devam edemem. Bu hem etik değil hem de bana oldukça ters bir hareket. Seni dinledikçe bildiğim yöntemleri unutuyorum. Hastamın haline üzülmemem, şaşırmamam gerekir ama ben duygularımı gizlemeyi beceremiyorum çünkü senden etkileniyorum Armin.” Dudaklarının arasından isyan edercesine çıkan kelimeler beni bozguna uğratırken yerinden çıkacak gibi atan kalbim ve aldığım derin nefesler düşüp bayılmamam adına benimle uğraşıyordu.6
Sağ elimde kalan bıçak elimden kayarak tabağa düştüğünde, düşmenin şiddetinden etrafa saçılan ses bile beni şoktan çıkarmaya yetmemişti. Sol elim kalbimin üzerine gittiğinde gözlerim yavaşça kapandı. Anlamsız bir şekilde bağıra bağıra ağlamak geliyordu şu anda içimden.
Ben Armin Tan ilk defa mutluluktan ağlamak istiyordum…
Boşta kalan sağ elim dudaklarımın üzerine kapandığında itilen bir sandalye sesi kulaklarıma vardı.
“Neden ağlıyorsun, yanlış bir şey mi dedim Armin? Aynı his sende olmayabilir buna saygı duyarım ama ağlamana gerek yok seni zorlamışım gibi hissediyorum bu şekilde.” Yanımda konuşan adam her hareketinde beni nasıl etkilediğini bir bilse bu konuşmanın yersiz olduğunun da farkına varırdı.
Evet kabul etmiştim. Ben Göktuğ’dan deli gibi hoşlanıyordum.5
Onu ilk gördüğümde kolundaki kol düğmesinden saçının hangi tutumlarının alnına döküldüğüne, yanına gideceğim zamanlar kıyafetlerime özenmeme kadar bütün delillerde bu yola çıkarıyordu beni.
“Armin tepki ver Allah aşkına.” Yanımda heyecandan ve hafif reddedilme korkusuyla melül sesini kullanan adama güzel bir tepki verdim.
İki elimi de oldukları yerden ayırdığımda yanıma çökmüş adamın boynuna kollarımı sıkıca sardım. Göktuğ kısa çaplı şokundan hızlıca çıktığında sıkı ve kaslı kollarını sırtıma sardı. 3
İkimizde anlaşmış gibi hızlıca ayaklandığımızda, Göktuğ’unun boynuna sarılı kollarımı tam anlamıyla havada asılı kalmıştı. Göktuğ bunu hissetmiş gibi belimi sıkça kavradığında boylarımız eşitlenmişti.
“Teşekkür ederim Armin, çok teşekkür ederim.” Ağlarcasına mırıldanan adamın boynuna kafamı gömdüğümde kalbim ilk defa korkudan ya da sinirden değil aşktan atıyordu!
“İyi ki Göktuğ, iyi ki…” Ağlamama ramak kalmış vaziyette sızlandığımda belimdeki kollar sıkılaşmış beni bırakmamaya ant içmiş gibiydi.
Boynunun dibindeki burnum k-9 gibi kokusunu solumaya başladığında burnuma dolan sert ve keskin erkeksi koku ile gözlerim mest olmuşçasına kapandı. Dudaklarımdan hoşuma gittiğini belli eden bir mırıltı döküldüğünde Göktuğ ne yaptığımı anlamış gibi gülmeye başladı. “Hoşuna gitti sanırım.”4
Başımı hafifçe sallayarak mırıldandım. “Hm, hm.” 2
“Hm, hm. Bende öyle düşünmüştüm...” Beni taklit ederek gülmeye devam ettiğinde başımı hafifçe geri çektim. Bedenime o kadar sıkı sarılıyordu ki göğüslerim ikimizin arasında yok olmuştu resmen… Göktuğ ne yaptığını fark eder gibi beni yavaşça yere bıraktığında ellerimi tutarak yüzüme baktı. 1
Hafif pembeleşen yanakları yeni çıkmış ufak sakallarının ardından gizlenmeyi pek de becerememişti. Alnına dökülen saçlar serseri tavrını gözler önüne sererken yüzüne ilk defa çekinmeden baktım.
Göktuğ yavaşça yutkunduğunda havalanan âdem elması radarıma takılmıştı.
“Oturalım, hemen oturalım.” Göktuğ kaçarcasına sandalyesine oturduğunda ellerini alnına yaslayarak derin nefesler aldı. Haline gülerek sandalyeme oturduğumda o kadar huzurlu hissediyordum ki… Bu yalnızca bir huzur değildi. Kalbim anlam veremediğim ve daha önce kesinlikle yaşamadığım hisleri barındırıyordu bünyesinde.4
Dirseklerimi masaya yasladığımda ellerimi birbirlerine kenetleyerek dudaklarımı ellerimin üzerine bastırdım. Bakışlarım heyecanını bastırmaya çalışan adamdan bir an olsun ayrılmazken karnıma uçuşan kelebekleri ilk defa bu kadar belirgin hissediyordum.1
“Armin, Armin…” Kendi kendine mırıldanan adamın dilinden dökülen ismim içimi kıpır kıpır ederken kendimi kıkırdarken buldum.
Başını yavaşça kaldırdığında kızaran yüzü olduğu gibi duruyor heyecanı ise daha da artmış gibi gözüküyordu. “Çok heyecanlandım.” Duygularını açıkça söyleyen adama gülümsediğimde, “Ben daha çok heyecanlandım.” Diyerek mırıldandım.
Alnı terlemeye başlayan adam yavaşça ayaklandığında, “Ben hemen geliyorum.” diyerek hızlı adımlarla yanımdan ayrıldı.3
Ellerimi yüzüme kapattığımda derin nefesler almaya başladım. Şu anki heyecanım paha biçilemez güzellikteydi.
Restoranın içerisi artık tam anlamıyla boştu. Masaların hepsi boşalmış yalnızca en ortada duran masada tek başıma ben oturuyordum. Aradan geçen dakikalarda heyecanım beni ele geçirmiş, daha önce tatmadığım işkenceleri bedenime uygulamıştı.
“Özür dilerim ama gitmem gerekiyordu.” Hızlıca karşıma oturan adam giderken ki haline nazaran oldukça dinç gözüküyordu.
“Önemli değil.” İçime kaçmış sesimle fısıldadığımda yanımıza gelen garson boş kadehime yarıyı aşan miktarda kırmızı şarap koydu. Aynı şeyi Göktuğ’a uyguladığında yavaşça gülümseyerek geri çekildi.
Göktuğ kadehi bacağından tutarak önüme yaklaştırdığında aynı hareketi tekrarlayarak gözlerine baktım. Kadehlerin tokuşma sesi kulaklarıma vardığında yavaşça gülümsemekle yetindim.
Göktuğ dudaklarına götürdüğü şarabı içmeden hemen önce sakince mırıldandığında artık bayılmam adına son nefeslerimdi bunlar. Kadehimi dudaklarıma yaklaştırarak şaraptan büyük bir yudum aldığımda biraz olsun keyiflenmek istemiştim yoksa kalbim göğüs kafesimden fırlayacaktı.
KURTULUŞ
Karşımdaki adam yarım saattir yaptığı şeyi, pür dikkat yüzümü izlemeye devam ederken bakışlarımı utançla kaçırdım.
“Kalkmak ister misin?” Sesi kadehleri art arda devirdiğinden kaynaklı mayışmış haldeydi.
Kendimden asla beklemediğim bir cilveyle, “Aslında yalnızca oturup seni izlemek istiyorum ama az daha bakışırsak bayılacağım gerçekten.” Dedim gülerek. Şarap ikimizi de keyiflendirmiş ve özgüven patlamasına neden olmuştu.2
“O zaman daha sonra tekrarlarız bu geceyi.” 1
Ayaklanan adam sandalyesinin ardına astığı ceketini üzerine geçirdiğinde kasılan kollarını keyifle izledim. Yanıma geldiğinde elimi tutarak ayaklanmama yardımcı oldu. Çantamı elime aldığımda yorgunluktan kapanmaya çalışan gözlerimi zar zor açarak yürümeye başladım.
Göktuğ kolunu bana uzattığında elimi koluna sararak destekle yürümeye devam ettim. Görevli kadın bana paltomu uzattığında Göktuğ paltoyu kadından alarak üzerime geçirdi.
Büyük ve kemikli eli elimi kavradığında uzun parmakları neredeyse bileğime değecekti. Elimi sıkıca kavrayan adam soğuk havaya karşı dimdik dururken yürümeyi bırakıp bana döndü. “Her şey için teşekkür ederim Armin.”
Yüzümde çok tatlı ve naif bir gülümseme oluştuğunda, “Bana ilk defa sevildiğimi hissettirdiğin için teşekkür ederim Göktuğ.” Dedim elini sıkarak.
Gülümsemekle yetinen adam yürümeye başladığında, “Araba sürebilecek misin? İstiyorsan seni bırakabilirim.” Dedi cevap vermemi bekler gibi.
En zevk verici yolculuğumun birazdan yaşanacağından haberi yoktu tabii…
“Yok ben kendim kullanırım, hem biraz kalbim durulur belki…” Kıkırdayarak kurduğum cümleye karşılık derin bir nefes aldığında arabamın önünde durduk. Ne ben gitmek için bir hamlede bulunuyordum ne de o.
İki elimi de sıkıca kavradığında gözlerinin içi gülen adama dudaklarımdaki tebessümle karşılık verdim.
“Görüşürüz ela gözlü.” Duyduğum hitap içimde bir fırtına misali estirirken dudaklarımı birbirine bastırarak ellerimi ellerinden çektim. Arkama baka baka arabaya bindiğimde paltomu ve çantamı yan koltuğa fırlattım. Elim radyoya uzandığın çalan parça ikimizin arasında duran cama rağmen kalbimizdeki sızıyı alevlendirmişti.
Ben burda her gün seni beklerim
Gel beni kendinden mahrum etme ne olur
Bu hayat sen yoksan zehir olur
Yüzümdeki geniş tebessüm eşliğinde direksiyonu kırdığımda hızlıca ana yola saptım. Kalbimdeki sızı ve yüzümdeki gülümseme hoşuma gitmişti.
KURTULUŞ
Üzerimdekilerden kurtulmuş vaziyette yalnızca iç çamaşırlarımla kaldığımda yatağa yan bir şekilde yattım. Bacaklarımı duvara yaslayarak dimdik kaldırdığımda, saçım parkeye doğru sallanıyordu. Bakışlarım tavandayken göğsüme bastırdığım telefonu hızlıca açtım.
Parmaklarım rehberde duran isime tıkladığında telefon daha ilk çalışını bitirmeden açıldı.
Karşıdan gelen gülme sesi daha çok gülmeme neden olurken, “Seni düşünüyorum.” Diyen bir naiflik yükseldi.1
Hisler, aşklar ve bilinmezlikler...2
Çok tatlı bir bölümü bitirdik dostlarım! Sanırım bu ÖBB evrenindeki en mutlu bölümdü :)))4
Armin'in yaralanması?1
Armin'e çarpan zavallı arkadaşımız...1
Tekin ve aktar olma çabaları :)2
Emir ve Yıldırım ikilisi iğrenç bir ikili mi olmaya başladı sanki slafdlfmslfmalsflask2
Yiğitler timi?2
Göktuğ paşadan bir yeni mesaj...1
Göktuğ'un Armin'e aşk-ı ilanı?3
Armin'in ilk defa gerçek bir sevgiyi hissetmesi gerçeği...2
Sizce Armin ve Göktuğ çifti nasıl olur?1
Sanırım havada aşk kokusu var ballar :)1
Yıldıza basarak bana destek olursnaız çok sevinirim. Haftaya Cumartesi 28.Bölümde görüşmek üzere canlarım!1
28.09.2024
Sevgilerle, Duru TAŞKULAK
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.07k Okunma |
1.97k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |